1. 22 İHLÂS SURESİ
[İÇTENLİK]
SURESİ
İHLÂS SURESİ’NE GİRİŞ
İhlâs suresi Mekke'de 22. sırada inmiştir. Sure sadece Allah'ın sıfatlarından bahsettiği
için O'na tahsis edilmiş olarak algılanmış ve sureye “Allah'ın birliğini halis kılmak”
anlamında “İhlâs” adı verilmiştir. Bu ismin yanında sure, “ معرفة marifet [bilgi], توحيد tevhîd
[birleme], esâs [temel], necât [kurtuluş], نورّوا nûr [aydınlık, ışık], يديتجري tecrîd [soyutlama],
velâyet [Allah ile yakınlık], جمال cemâl, نبسبةّوال nisbe [kimlik belirtme], صمدّو ال samed, وةذةّو المع
muavvize [sığındıran], المقشقش mukaşkış [tedavi eden],المحضر muhzır [melek toplayan], مانعة
mânia [engel], برائة berâe [uzaklaştırma], كرةّو مذ müzekkire [hatırlatan] ve emân [güvence]” gibi
isimlerle de anılır.
İhlâs suresi, Allah hakkında tam anlamıyla “efradını cami ağyarına mani” bir
tanımlama içermektedir. Surede, gerçek ilâh ve Rabb’da olması gereken nitelikler belirtilmiş,
olmaması gerekenlere ise yer verilmemiştir.
İhlâs suresi hakkında, surenin baş-diş ağrılarına iyi geldiği, belli sayıda okunduğunda
okuyana sevap sağladığı gibi birçok rivayet uydurulmuştur. Rabbimizin anlaşılmak ve sonra
da hayata geçirilmek üzere ağır ağır okunmasını bildirdiği Kur'an'ın belli sure veya ayetlerinin
belli sayıda okunmasının insana sevap kazandırdığına ya da fiziksel rahatsızlıklardan kurtaran
bir “sihirli kitap” işlevi gördüğüne inanılması bize göre “büyük günah”tır. Çünkü Kur’an
hakkındaki böyle bir algı, Rabbimizin Kur'an'ın indiriliş amacı olarak açıkladığı temel ilkelere
terstir. Zaten aklını çalıştırabilen her insan, manası anlaşılıp öğüt alınarak hayata geçirilmesi
gereken bir kitabın ya da bu kitaba ait bir ibarenin, manası anlaşılmadan okunmasından
kendisine bir yarar gelmeyeceğini bilir ve bu yollara başvurmaz.
Surenin İniş Sebebi
Kur’an’la ilgili klâsik eserlerde surenin inişi ile ilgili değişik görüşler ileri
sürülmüştür. Bu görüşlerin hepsi de bir takım rivayetlere dayandırılmıştır. Bu rivayetlerdeki
ilk ortak nokta, peygamberimize Allah'ın neye benzediği yolunda bir soru soruluyor
olmasıdır. Gerek bu sorudan önceki ayrıntılarda ve gerekse soruyu soranların Yahudiler mi,
Hıristiyanlar mı, yoksa müşrikler mi olduğu konusunda hikâyeler birbirinden ayrılmaktadır.
Hikâyelerdeki ikinci ortak nokta ise İhlâs suresinin Mushaf’taki sırada, yani Nasr ve Tebbet
surelerinden sonra 112. sırada indiğinin kabul edilmesi ve bu kabule göre iniş gerekçeleri
uydurulmasıdır. Hâlbuki İhlâs suresi 22. sırada inmiş olup Mushaf’ta 112. sıraya konması
sahabenin içtihadına göre olmuştur.
Bize göre bu surenin iniş sebebi, ister gerçek bir olaya dayansın ister takdirî olsun, ilk
inen ayetten bu yana herkesin kafasında oluşmuş merakları gidermek içindir. Bunu tam olarak
anlayabilmek için, ilk vahiy olan Alak suresinden bu sureye kadar tüm vahiyleri göz önüne
getirmemiz gerekir. Bu vahiylerde Yüce Rabbimiz kendisini bizlere “Senin Rabbin”,
“Yaratan Rabb”, “Kalemle öğreten Rabb”, “En üstün olan Rabb”, “Rabbülâlemin”,
“Rabbülmeşrikı velmağrib [doğunun batının Rabbi]”, “Rabbülfelâk”, “Rabbünnas”,
“Melikinnas”, “İlâhinnas” ifadeleriyle, genelde “Rabb” olarak tanıtmıştır. Başta
1
2. peygamberimiz olmak üzere, sahabe, müşrikler, Yahudiler, Hıristiyanlar, herkes bu Rabbi
merak etmekte ve tanımak istemektedir. Bize göre İhlâs suresi, kafalardaki “Kimdir bu
Rabb?” sorusuna yanıt vermek için indirilmiştir.
22/ İHLÂS [İÇTENLİK] SURESİ
Rahman ve Rahîm Allah adına.
Ayetlerin meali:
1
De ki: “O Rabb, bir tek olan Allah'tır,
2
Samed olan Allah'tır,
3
doğurmamış ve doğurulmamıştır. 4
Ve hiçbir şey O'na denk olmamıştır.”
Ayetlerin Tahlili
1. Ayet:
1
De ki: “O Rabb, bir tek olan Allah'tır,
“ للّو ا Allah” ismi Rabbimizin özel ismi olup yalnız O’nun için kullanılır. Başka bir
kelime bu ismin yerini tutamaz ve başka dillere de bu ismin dışında tercüme edilemez.
Araştırmacıların ve nahivcilerin [dilbilimcilerin] çoğunluğunun görüşüne göre “Allah”
ismi türememiş, köksüz bir isimdir. Bazılarının iddia ettiği gibi, “Lâhe-yelihü-leh” fiilinden
ya da “lâilâhe”den türemiş değildir. Yine bazılarının iddia ettiği gibi, Süryanice olduğu ileri
sürülen "Lâhe" isminden Arapçalaşmış bir isim de değildir. Tesniye ve çoğulu olmadığı gibi,
müennes eki de almaz. Nitekim Arapça'da “Allah” isminin çoğulu olduğu veya bir başka şey
için kullanıldığı hiç bir örnek yoktur.
Ehad
Surede yer alan sözcüklerin hepsi de çok özel sözcüklerdir.
Ayette geçen ve bizim de “bir tek olan” anlamıyla çevirdiğimiz “ احدehad” sözcüğü,
üzerinde titizlikle durulması gereken bir sözcüktür. Bu ayetteki “bir tek”, matematikteki “bir”
ve “tek” denen ve toplama-çıkarma gibi işlemlerde kullanılan sayılar değildir. Bu, mantıktaki
“bir tek”tir. “Bir tek” olmak mantığa göre “eşsizlik” demektir. “Eşsizlik” ise “ekleme veya
eksiltme yoluyla eşsizliği bozulamayan” demektir.
2. Ayet:
Samed olan Allah'tır,
“ يمديصّو ال Samed” birçok anlamı olan bir sözcük olup bunların tek bir kelime ile
çevrilebilmesi mümkün değildir. Rabbimiz bu sözcüğü özellikle seçmiştir. Bu anlamlar şöyle
sıralanabilir:
- Bütün ihtiyaçlar konusunda, kendisine yönelinen, başvurulan efendi, büyük,
- İçinde boşluğu olmayan [içine hiçbir şey konamayan, hiçbir şeye muhtaç olmayan],
2
3. - Bütün her şeyi bilen,
- Halim,
- Şan ve şerefi zirvede olan,
- Her şeyi yaratan,
- Arzu edilen işler hususunda kendisine yönelinen, yalvarılan, sıkıntılı anlarda
kendisinden yardım istenilen,
- Dilediğini yapan, istediği hükmü veren, verdiği hüküm hususunda kendisine hesap
soracak ve hükmünü reddedecek hiç kimse bulunmayan,
- Yegâne şerefli zat,
- Gani [zengin],
- Kulları üzerinde kahir, kendisinden yukarıda hiç kimse bulunmayan, aşağısındakilere
saygı gösterme durumunda olmayan, bütün ihtiyaçlar kendisine arz edilen,
- Yemeyen, içmeyen, doyuran ama doyurulmayan, yarattıkları yok olduktan sonra baki
kalan,
- Ebedî ve ezelî olan,
- Ölmeyen, kendisine vâris olunmayan,
- Uyumayan ve uyarılmayan,
- Hiç kimsenin niteliği ile nitelenmeyen,
- Ayıbı, eksiği, kusuru bulunmayan,
- Başına belâ gelemeyen,
- Niteliklerinde ve işlerinde en mükemmel olan,
- Daima galip gelen, asla mağlûp olmayan,
-Yaratıkların, keyfiyetine muttali olamayacağı [nasıl bir şey olduğunu bilemeyeceği],
- Gözlerin idrak edemeyeceği,
- Eksiklikleri ve fazlalıkları bulunmayan.
Bu ifadeleri matematikçilerin ifadesiyle özetlersek: Varlığı ile ilgili olarak hiçbir sayı
sistemiyle [doğal sayılardan sanal sayılara kadar] işlem yapılamayan mükemmel, kâmil
varlık.
Bu kadar zengin anlamı olan bu sözcüğün, Kur'an'da Allah için kullanılmadan önce
tarihte başka bir ilâh için kullanılmamış olması dikkate değer bir husustur. Bu durum, Nâs
suresinin tahlilinde diğer dinlerdeki “ilâh” kavramı hakkında verdiğimiz açıklama ile
örtüşmektedir. Çünkü diğer dinlerdeki ilâhların o dinlere mensup olan insanların korkularının,
ihtiyaçlarının bir ürünü olmaları ve “samed” sözcüğünün anlamı içine giren özellikleri
taşımamaları, “samed” sözcüğünün Allah'tan önce isim veya sıfat olarak hiçbir ilâha
verilememesini izah etmektedir.
3. Ayet:
doğurmamış ve doğurulmamıştır.
Burada Allah'ın yüce sıfatlarına aykırı yakıştırmalarda bulunan Yahudilere,
Hıristiyanlara ve müşriklere cevap olarak Allah'ın doğurmadığı ve doğurulmadığı beyan
edilmektedir.
Bu ayetle; Yahudiler tarafından Üzeyir’e, Hıristiyanlar tarafından da İsa'ya verilen
“Allah'ın oğlu” sıfatı reddedilmekte, müşriklerin “Allah'ın doğurduğu ve meleklerin Allah'ın
kızları olduğu yolundaki sözlerine kesin bir cevap verilmektedir. Ayet bu sapık inançları kesin
bir şekilde reddetmektedir. Bu reddedişe paralel olarak “O, çocuk kabul etmemiştir”
şeklindeki bir açıklama da ileride Furkan suresinde karşımıza çıkacaktır.
Ayette geçen “doğurma ve doğurulma” sözcükleri sadece eşeyli üremeyi değil, eşeysiz
üremeyi de kapsamaktadır. Yani bu sözcüklerden Allah'ın bilinen bir cisim, bir madde, bir
3
4. organizma olmadığı, bölünme veya parçalanma yoluyla kısımlara ayrılmadığı, O’nun başka
bir şeyden kopmuş bir parça olmadığı da anlaşılmalıdır. Bu anlamıyla ayet, aynı zamanda
Rabbimizin “kadim”liğini de dile getirmiş olmaktadır.
4. Ayet:
Ve hiçbir şey O'na, sadece O'na denk olmamıştır.
Allah Ehad, Samed, Doğurmamış ve Doğurulmamış olunca, hiçbir varlık, kimlik,
kişilik O'na nitelik ve işlerinde denk olamaz.
Nitekim Kur'an'da seksenden fazla ayette geçen “ للّ ه ا دون من min dunillahi” ifadesi de
hep bu “denk olmamayı” vurgulamaktadır. Meal ve tefsirlerin birçoğunda “Allah'tan başka”
şeklinde çevrilen bu ifadenin gerçek anlamı “Allah'a denk olmayanlardan, Allah'ın
astlarından” demektir. Yani “kimlik, nitelik ve amel yönünden rütbece Allah'tan aşağı olanlar,
O'na denk olmayanlar” demektir. Bu ifade Kur'an'da çoğunlukla müşriklerin ilâh edindikleri
kimseler ve nesneler için kullanılmıştır:
107
Göklerin ve yerin egemenliğinin şüphesiz yalnız Allah'a ait olduğunu ve sizin için Allah'ın
astlarından bir yakın ve bir yardımcı olmadığını bilmedin mi?
(Bakara/ 107)
165,166
İnsanlardan kimi de Allah'ın astlarından birtakım eşler tutan kimselerdir. Onları, Allah'ı
sever gibi seviyorlar. Oysa iman etmiş kimseler, Allah'a sevgi yönünden daha kuvvetlidir. Ve şirk
koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler, azabı görecekleri zaman; kendilerine uyulan
kimseler, azabı görerek kendilerine uyanlardan kaçıp uzaklaştıkları ve azabı gördükleri ve
kendileriyle bağlar kesildiği zaman, bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının
gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke görselerdi.
(Bakara/ 165, 166)
İhlas suresinin son ayetinde dikkat edilmesi gereken bir husus da, denk olmamanın
sadece O'na mahsus olduğunu anlatmak için yapılan vurgudur [Kasr]. Bu vurgu, normal
gramer kurallarına göre cümlenin sonunda olması gereken zarf tümlecinin [لهلل lehü] öne
alınması suretiyle yapılmıştır. Yani gramer kurallarına göre “ له كفوا احد يكن ولم ve lem yekün
ehadün küfüven lehü” şeklinde olması gereken ayet, zarf tümleci öne alınması ile “velem
yekün lehü küfüven ehad” şekline girmiş ve vurgulu olarak “sadece O'na” anlamını
kazanmıştır.
Surenin Genel Bir Değerlendirmesi ve Tevhit İlkesi
Tevhit inancı Allah'ın varlığını, birliğini [tekliğini], tüm yetkin niteliklerin kendisinde
toplandığını, eşi ve benzeri bulunmadığını bilmek ve buna inanmaktır. Bu bilgi ve inanç, en
özlü biçimde Kur'an'da “lâ ilâhe illâ Allah [Allah'tan başka ilâh yoktur]” cümlesiyle ifade
edilmiştir. Bu nedenle bu cümleye “kelime-i tevhit [tevhit kelimesi]” denir. “Tevhit” sözcüğü
Kur'an'da hiç geçmemesine rağmen, tevhit inancı çeşitli yönleriyle pek çok ayette dile
getirilmiştir. Çünkü bu inanç Hakk Din'in temel öğesidir. Nitekim Allah, gönderdiği bütün
peygamberleri, tevhit gerçeğinin ilke olarak yerleşmesini sağlamak ve sadece kendisine kul
olunmasını öğütlemek ile görevlendirmiştir:
4
5. 25
Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki ona: “Gerçek şu ki, Benden başka ilâh diye
bir şey yoktur. Onun için Bana kulluk edin” diye vahyetmiş olmayalım.
(Enbiya/ 25)
59
Andolsun ki Biz, Nûh'u toplumuna elçi gönderdik de o, “Ey toplumum! Allah'a kulluk edin,
sizin için O'ndan başka bir ilâh yoktur. Cidden ben, zararınıza olan üstünüze gelecek büyük bir günün
azabından korkuyorum” dedi.
(A'râf/ 59)
73
Andolsun ki Biz, Semûd'a da kardeşleri Sâlih'i elçi olarak gönderdik. O dedi ki: “Ey toplumum! Allah'a kulluk
edin, sizin için O'ndan başka bir ilâh yoktur. Size Rabbinizden açık bir kanıt geldi. İşte şu, Allah'ın devesi/sosyal
yardım ve destek ilkesi, sizin için bir âyettir; bırakın onu Allah'ın yeryüzünde yesin, sakın ona kötülükle
dokunmayın, yoksa sizi acıklı bir azap yakalayıverir.
(A'râf/ 73)
5
Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], en büyük taht
üzerine egemenlik kurmuştur. 6
Göklerde olan şeyler, yeryüzünde olan şeyler, bu ikisinin arasında
olan şeyler ve nemli toprağın altında bulunan şeyler yalnızca Rahmân'ındır.
7
Sen sesini yükseltirsen, Rahmân şüphesiz gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir. 8
Allah, kendisinden
başka hiçbir ilâh olmayandır. En güzel isimler sadece O'nundur.
9
Mûsâ ile ilgili bilgiler kesinlikle sana ulaştı.
10
Hani o bir ateş görmüştü de ehline [ailesine, yakınlarına]: “Kesinlikle ben bir ateş gördüm.
Ondan size bir kor parçası getirmem yahut ateş üzerinde bir kılavuz bulmam için siz bekleyin!”
demişti.
11
Sonra onun yanına geldiğinde seslenildi: “Mûsâ! 12
Ben, senin Rabbin olan Benim. Hemen
yakınlarını ve mallarını burada bırak, şüphesiz sen temizlenmiş vadide, Tuva'dasın/iki kere
temizlenmiş bir vadidesin. 13
Ve Ben seni seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye; “14
Hiç şüphesiz ki
Ben, Allah'ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni
anmak için salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma
kurumları oluştur-ayakta tut]. 15
Şüphesiz ki o saat/kıyâmet gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin
karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim. 16
O nedenle kıyâmete inanmayan ve kendi boş iğreti
arzusuna uyan kimse seni, kıyâmete iman etmekten alıkoymasın; sonra değişime/yıkıma uğrarsın”
14
uyarısına kulak ver.
(Ta Ha/ 5-14)
116-118
Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Sen mi insanlara: ‘Beni ve annemi,
Allah'ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” Îsâ: “Sen arınıksın, benim için gerçek olmayan bir şeyi
söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen, bunu kesinlikle bilmiştin. Sen, benim
içimde/özümde olanı bilirsin, ben ise Senin zatında olanı bilmem. Şüphesiz Sen; görülmeyeni,
duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği en iyi bilenin ta kendisisin! Ben, onlara sadece, Senin
bana emrettiklerini; ‘Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin’ dedim. Ve ben, içlerinde
olduğum müddetçe onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen, beni vefat ettirdin; geçmişte
yaptıklarımı ve yapmam gerekirken yapmadıklarımı bir bir hatırlattırdın/ beni öldürdün, Sen, onları
gözetleyenin ta kendisi oldun. Ve şüphesiz Sen, her şeye en iyi tanık olansın. Eğer onlara azap
edersen, şüphesiz onlar, senin kullarındır ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü,
en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapanın ta kendisisin” dedi.
(Maide/ 116-118)
130
Ve İbrâhîm'in dininden/yaşam tarzından, kendini akılsızlaştıran kimseden başka kim yüz
çevirir? Ve Biz o'nu dünyada seçmiştik. Hiç şüphesiz o, âhirette de iyilerden biridir.
131
Rabbi o'na, “Sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran] biri ol!” dediği zaman İbrâhîm,
“Ben âlemlerin Rabbi için sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm dinine
girmesini sağlayan] biri oldum” dedi.
5
6. 132
İbrâhîm de müslim olmayı, kendi oğullarına ve Ya'kûb'a, “Ey oğullarım! Şüphesiz ki bu dini
size Allah seçti. Onun için yalnızca Sağlamlaştıran [esenlik, mutluluk kazandıran, insanların İslâm
dinine girmesini sağlayan] kişiler olarak ölün!” diye vasiyet etti.
133
Yoksa siz Ya'kûb'a ölüm hâli gelip çattığı zaman, oğullarına, “Benden sonra neye kulluk
edeceksiniz?” dediği zaman, onların; “Biz, bir tek ilâh olarak senin ilâhına ve ataların İbrâhîm, İsmâîl
ve İshâk'ın ilâhına kulluk edeceğiz. Ve biz, sadece O'nun için islâmlaştıranlarız” dediklerine tanıklar
mı idiniz?!
(Bakara/ 130-133)
Ne var ki peygamberler tarafından insanlara aktarılan tevhit inancı, zaman içinde hep
tahrifata uğramış ve değişik inançlarla yozlaşmıştır. En son olarak Kur'an, insanları bu
yozlaşmalardan arındırmak için saf ve yegâne tevhidi tekrar ortaya koymuştur:
11
İşte O, göklerin ve yerin yoktan yaratıcısıdır/parçalayıcısıdır. O sizin için kendinizden eşler ve hayvanlardan
çiftler yaratmıştır. O, sizi bu düzenin içerisinde türetip üretiyor. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. Ve O, en iyi
işitendir, en iyi görendir.
(Şûra/ 11)
102
İşte Rabbiniz Allah! O'ndan başka ilâh yoktur. Her şeyin oluşturucusudur. Öyleyse, O'na
kulluk edin. O, herşey üzerine belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak,
destekleyerek uygulayandır.
(En'âm/ 102)
2
Furkân'ı indiren, göklerin ve yerin hükümranlığı Kendisinin olan, hiç çocuk edinmeyen,
hükümranlıkta ortağı olmayan ve her şeyi oluşturup sonra da onları bir ölçüye göre ayarlama
yapandır.
(Furkan/ 2)
3
Ey insanlar! Size gökten ve yerden rızık veren Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın.
Allah'tan başka bir oluşturucu mu var? O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Buna rağmen nasıl
döndürülüyorsunuz?!
(Fatır/ 3)
44
Tüm gökler/ uzay, yeryüzü ve bunların içinde bulunanlar, Allah'ı noksan sıfatlardan
arındırırlar. O'nun övgüsü ile birlikte noksan sıfatlardan arındırmayan hiçbir şey yoktur. Fakat siz,
onların Allah'ı noksan sıfatlardan arındırmalarını iyi kavramıyorsunuz. Şüphesiz ki O, yumuşak
davranandır, çok bağışlayandır.
(İsra/ 44)
İhlâs suresi de, İslâm'ın temel ilkesi olan tevhit inancını özlü bir şekilde ve herkesin
anlayabileceği sadelikte açıklamıştır. Bu suredeki anlatım o kadar özlü bir anlatımdır ki, başta
“Ayetü’l-Kürsi” diye adlandırdığımız Bakara suresinin 255. ayeti ve Haşr suresinin son üç
ayeti olmak üzere, Kur'an'da yer alan tevhit inancına yönelik pek çok ayet, bu suredeki
anlatımın detaylandırılması mahiyetindedir:
255
Allah, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır, her zaman diridir, her şeyi ayakta
tutan, koruyan, diri ve bütün kâinatın idaresini bizzat yürütendir. Kendisini uyuklama ve uyku
yakalamaz. Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O'nun içindir. Kendisinin izni/
bilgisi olmadan yanında yardım, kayırma yapacak olan kimmiş? O, onların önlerinde ve arkalarında
olan şeyleri bilir. Onlar ise, O'nun dilediğinden başka bilgisinden hiçbir şeyi kavrayamazlar. O'nun
kürsüsü, gökleri ve yeryüzünü kucaklamıştır. Onların ikisinin de korunması O'na zor gelmez. Ve O,
çok yücedir, yücelticidir, sonsuz büyüktür.
(Bakara/ 255)
6
7. 22
O, kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah'tır. Görülmeyeni ve görüleni bilendir.
O, yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet edendir, engin merhamet sahibidir.
23
O, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah'tır. O, bütün kâinatın hükümdârı,
tertemiz, her türlü kötülük ve eksiklikten uzak, her türlü kusurdan uzak; sapasağlam, güven veren,
gözetici, koruyucu, doğrulayıcı ve güvenilir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün
olmayan/mutlak galip olan, dilediğini zorla yaptıran, ulaşılmaz, azametli, ihtiyaçları gideren, işleri
düzelten, derman veren, büyüklük ve ululukta tek olan; her şeyde ve her hâdisede büyüklüğünü
gösterendir. Allah, onların ortak koştukları şeylerden arınıktır.
24
O, oluşturan, kusursuz yaratan, her şeye şekil ve sûret veren Allah'tır. En güzel isimler O'nun
içindir. Göklerde ve yeryüzünde olanlar O'nu noksan sıfatlardan arındırırlar. Ve O, en üstün, en
güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan,
bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
(Haşr/ 22-24):
Gerek İmam Maturidi gibi kelamcılar ve gerekse tasavvuf ekolünden gelen birçok zat
bu ayetlerle ortaya konan tevhit inancı üzerinde değişik yorumlar yapmışlardır. Ancak biz, bu
zatların konu hakkındaki uzun görüşlerini aktarmak yerine, tevhit inancının daha iyi
anlaşılmasını sağlamak için “Allah’ın Zâtî Sıfatları”nı hatırlatmayı ve böylelikle de Rabbimizi
doğru olarak tanıtmayı daha doğru bir yöntem olarak görüyoruz.
Allah’ın Zâtî Sıfatları şunlardır:
Vücûd
Bu sıfat Yüce Allah'ın var olduğunu ifade eder. Yüce Allah'ın varlığı başka bir varlığa
bağlı olmayıp zatının gereğidir. Bu, Allah’ın varlığının zatıyla kaim olması demektir. Var
olmak Allah’ın zatının vacip bir sıfatıdır. Bu sebeple Yüce Allah'a Vacibü'l-Vücud
denilmiştir. “Vücud”un zıddı “adem”dir. “Yok olma” demek olan “adem” Yüce Allah
hakkında söz konusu değildir. Allah'ın yok olduğunu iddia etmek, kâinatı ve içindeki
varlıkları inkâr etmeyi gerektirir. Çünkü her şeyi yaratan ve var eden O'dur.
Kıdem
Kıdem, Yüce Allah'ın varlığının başlangıcı olmaması demektir. Yüce Allah kadimdir,
ezelîdir. Yani önce yok iken sonradan var olmuş değildir. Geçmişe doğru ne kadar gidilirse
gidilsin, Yüce Allah'ın var olmadığı bir zaman tasavvur edilemez. Aslında zaman ve mekânı
yaratan da O'dur. Yüce Allah zaman ve mekân kayıtlarından münezzeh, ezelî ve kadim “Zât-ı
Zülcelâl”dir. “Kıdem”in zıddı olan “hudüs” [sonradan olma, belli bir zamanda yaratılma],
Yüce Allah hakkında söz konusu edilemez.
Beka
Beka, Yüce Allah'ın varlığının sonu olmaması, daima var olması demektir. Yüce
Allah'ın varlığının başlangıcı olmadığı gibi, sonu da yoktur. O hem kadim ve ezelî, hem de
baki ve ebedîdir. Zaten kıdemi sabit olan bir varlığın, bekası da vacip [zorunlu] olur.
“Beka”nın zıddı “fena [sonu olmak]”tır. Bu ise Yüce Allah hakkında düşünülemez.
Muhalefetün lil-Havadis:
7
8. Allah'ın sonradan var olan varlıklara benzememesi demektir. Yüce Allah ne zatında,
ne de sıfatlarında kendi yarattığı varlıklara benzemez. Biz Allah'ı nasıl düşünürsek düşünelim,
O, hatır ve hayalimize gelenlerin hepsinden başkadır. Çünkü hatıra gelenlerin hepsi “hâdis
[sonradan yaratılmış]”tır. Allah’tan başka tüm varlıklar yok iken sonradan var edilmiş
varlıklardır. İnsan aklı sonradan oluşmuş bu üç boyutlu varlıkları algılayabilmekle sınırlıdır.
Yüce Allah ise her bakımdan sınırsız; vücudu vacip, kadim ve baki, her şeyden müstağni, her
türlü noksandan uzak, bütün kemal sıfatlara sahip ilâhî ve mukaddes bir varlıktır. Şüphe yok
ki, böyle yüce bir varlık, önce yok iken sonra var olan, daha sonra da yine yok olan varlıklara
benzemez. Nitekim Yüce Allah kendi zatını Kur'an'da “O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. Ve
O, en iyi işitendir, en iyi görendir.” (Şûra; 11) diye tanıtmıştır.
Kıyam Binefsihî
Yüce Allah'ın başka bir varlığa ve hiçbir mekâna muhtaç olmadan zatı ile kaim olması
demektir. Mevcudatın hepsi sonradan vücuda gelmiştir. Bu sebeple de bir yaratana ve bir
mekâna muhtaçtırlar. Buna karşılık her şeyin yaratıcısı olan Yüce Allah'ın varlığı, zatının
gereğidir ve varlığı hiçbir şeye muhtaç değildir. Şayet Allah da var olabilmek için başka bir
varlığa muhtaç olsa idi O da mahlûk olur, her şeyin “Halık”ı ve başlangıcı olmazdı. Hâlbuki
O her şeyin yaratıcısıdır. O'ndan başka her şey mahlûktur. Halık [Yaratıcı] ise mahlûkuna
[yarattığına] asla muhtaç olmaz.
Vahdaniyet
Vahdaniyet Allah'ın bir [tek] olması demektir. Vahdaniyet Yüce
Allah'ın kemal sıfatlarının en önemlisidir. Çünkü bu sıfat, Yüce Allah'ın zatında,
sıfatlarında ve fiillerinde bir [tek] olduğunu; saltanat ve icraatında ortaksız
bulunduğunu ifade etmektedir. Kur'an'da şöyle buyrulur: “22
Eğer yer ile gökte Allah'tan
başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de kesinlikle kargaşa içinde olurdu/düzenleri bozulurdu. O hâlde
en büyük tahtın Rabbi olan Allah, onların nitelemekte oldukları şeylerden arınıktır.” (Enbiya; 22).
Hayat
Yüce Allah'ın hayat sahibi olması demektir. Yüce Allah’ın bu sıfatı mahlûkattaki gibi
geçici ve maddî bir hayat olmayıp ezelî ve ebedîdir. Bütün hayatların kaynağı olan hakikî
hayattır. Hayat sıfatı, Allah'ın İlim, İrade, Kudret gibi kemal sıfatlarıyla yakından ilgilidir. Bu
sıfatların sahibi bir varlığın hayat sahibi olması zarurîdir. Çünkü ölü bir varlığın ilim, irade ve
kudret gibi kemalâtın sahibi olacağı düşünülemez. Bunun içindir ki, hayat sıfatı bilginlerce
“Yüce Allah'ın ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarla vasıflanmasını sağlayan ezelî bir sıfattır”
diye târif edilmiştir. Hayat sıfatının zıddı “memat [ölü olmak]”tır. Bu ise Allah hakkında
düşünülemez.
İlim
Yüce Allah'ın her şeyi bilmesi, ilmi ile her şeyi kuşatması demektir. Bu âlemi en güzel
şekilde ve en mükemmel bir nizam üzere yaratıp idare eden yüce gücün, yarattığı varlığı en
ince teferruatına kadar bilmesi gerekir. Zira hakikati, faydası, lüzum ve hikmeti bilinmeyen
bir şey nasıl yaratılabilir? O halde yaratıcının bir şeyi yaratabilmesi için evvelâ ilim sahibi
olması, sonra o ilmin icaplarına göre yaratması şarttır. Ayrıca gerek iman ve salih amel
sahiplerini ödüllendirmek, gerekse isyan eden ve kötü yolda olanları cezalandırmak ancak bu
8
9. kimselerin yaptıklarını bütün ayrıntısı ile bilmekle mümkündür. İlmin zıddı olan cehil, gaflet
ve unutkanlık gibi zaaflar Allah hakkında söz konusu edilemez.
İrade
Allah'ın bir şey hakkında şöyle olup da böyle olmamasını dilemesi; her şeyi dilediği
gibi tayin ve tespit etmesi demektir. Yüce Allah kâmil bir irade sahibidir. Bu kâinatı ezelî olan
iradesine uygun olarak yaratmıştır. Kâinatta olmuş ve olacak her şey Allah'ın dilemesi ile
olmuş veya olacaktır. O'nun her dilediği mutlaka olur, dilemediği de asla olmaz. Bu hususta
Kur'an'da şöyle buyrulur: “Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmederse [onu dilerse] ona
ancak 'ol' der, o da oluverir.” (Bakara 117, Âl-i Imran 47, Nahl 40, Meryem 35, Ya Sin 82,
Mümin 68)
Kudret
Kudret, Yüce Allah'ın irade ve ilmine uygun olarak varlıklar üzerinde tasarruf etmesi,
her şeyi yapmaya ve yaratmaya gücü yetmesi demektir. Kainattaki şaşmaz düzen ve göz
kamaştırıcı güzellikler, Allah'ın sonsuz kudret sahibi olduğuna en büyük delildir.
Tekvin
Tekvin, icat ve yaratma; bir başka ifadeyle de, madum [yok] olan bir şeyi yokluktan
çıkarmak demektir. Tekvin, ilim, irade ve kudret sıfatından ayrı bir sıfattır. Allah'ın yaratmak,
rızk ve nimet vermek, azap etmek, diriltmek ve öldürmek gibi bütün fiilleri tekvin sıfatının
tecellileridir. Bunlara “fiilî sıfatlar” da denilir. Kudret ve Tekvin Allah’ın kemal sıfatlarından
olup zıtları olan acz, Allah hakkında ileri sürülemez.
Sem' ve Basar
Allah'ın her şeyi işitip her şeyi görmesi demektir. Sem' ve Basar sıfatları da Allah'ın
ezelî ve ebedî kemal sıfatlarındandır. Uzaklık-yakınlık, açıklık-gizlilik, aydınlık-karanlık gibi
fiziksel durumlar Allah'ın işitip görmesine herhangi bir engel teşkil edemezler. O, içimizdeki
fısıltıları, kalpten ve gönülden yaptığımız duaları işitir ve bu dualara hikmetine uygun şekilde
karşılık verir. Yüce Allah'ın Semi' ve Basîr [her şeyi en iyi işitici ve en iyi görücü] olduğu
Kur'an'da defalarca zikredilmiştir. Sem' ve Basar sıfatları birer kemal sıfat olduğundan, zıtları
olan âmâlık [görmemek] ve sağırlık [işitmemek], Allah hakkında söz konusu edilemez.
Kelâm
Yüce Allah'ın harfe ve sese muhtaç olmadan konuşması demektir. Allah'ın kelâm
[konuşma] sıfatı ezelî ve ebedîdir. Bu sebeple Allah'a “Mütekellim” denilir. Kur'an'a da
“Kelâmullah” tabir edilir. Allah'ın peygamberlerine bildirdiği vahiyler, onlara verdiği ilâhî
kitaplar hep Kelâm sıfatının bir tecellisidir.
İslâmiyet'in Allah inancı ile diğer dinlerdeki “ilâh” anlayışı arasında tartışmaya yer
bırakmayacak nitelikte büyük farklar vardır. Batıl ilâhlar insanların kendi ihtiyaçları
9
10. doğrultusunda edindikleri ilahlardır. Bu ilâhların hüküm koymak gibi bir özellikleri de yoktur.
İnsanların ihtiyaçları karşılandığında bu ilâhların fonksiyonları da ortadan kalkmaktadır.
İslâm ise mutlak bir yaratıcının, hüküm koyucunun ve ibadet edilecek bir tek ilâhın var
olduğu, onun da hiç bir ortağı bulunmadığı esası üzerine kurulmuştur. İslâm, insanları bu
ilâha [Allah'a] iman ve ibadet etmeye çağırır. Vahiy kaynaklı olmayan diğer dinlerin ilah
anlayışları insanların kendi telakkileri ile oluşmuştur. İnsan yok olduğunda bu ilâhlar da yok
olurlar. Oysa Allah insanı yaratandır. Varlığı kendi zatı ile kaim olduğu gibi, insan
yaratılmadan önce de vardır. Bu nedenle; yaratılış kodlarına uygun davranan insan gerçek ilah
olarak ancak Allah’a inanabilir. İhtiyaçlarını gidermeye gücü yeten, sıkıntılara karşı ona
yardım elini uzatan, onu koruyup gözeten, sıkıntılı ve korkulu anlarında onu emniyete
ulaştıran bu tek gerçek ilah, aynı zamanda ibadet edilmeye de layık tek varlıktır.
Allah'ın varlığını, birliğini [tekliğini], tüm yetkin niteliklerin kendisinde toplandığını,
eşi ve benzeri bulunmadığını bilmek ve buna inanmak olarak tanımlanan tevhit inancı, Kur'an
tarafından çeşitli yönleri ve boyutları ile ortaya konmaktadır. Bütün bunlar şöyle özetlenebilir:
Allah birdir, O'ndan başka ilâh yoktur. O hiçbir şeye muhtaç değildir; her şey O'na
muhtaçtır. O'na benzer bir şey yoktur. O, bir ortağı olmaktan arınıktır. Eğer O'nun yanı sıra
başka tanrılar olmuş olsaydı, onlardan kimileri diğerleri üzerinde egemenlik kurmak
isteyeceklerdi. O birdir, ama Hıristiyanların sandığı gibi üç içinde bir değildir. O'na oğulları,
kızları isnat edenler, İsa'nın O'nun oğlu ya da kendisi olduğunu söyleyenler, Allah'a iftira
etmiş olurlar. O'nun ne oğulları, ne de kızları vardır. O, doğurmamıştır, doğurulmamıştır.
Ancak kâfirler, hiçbir şey yaratmayan ve kendisi yaratılmış olan şeyleri O'na ortak
koşmaktadırlar. Oysa O’na ortak koşulan sözde tanrılar ne kötülük, ne de iyilik yapmaya güç
yetirebilir. Bu sahte tanrılar ne ölümü, ne hayatı, ne de yeniden dirilmeyi kontrol edebilirler.
Bu nedenle, Allah'la ilişkili olabilecek bir tanrı yoktur. İnsanların uydurduğu tanrılar, zanna
dayalı isimlerden ve uyduranların nefislerinin hevasından başka bir şey değildir.
Allah, mutlak güç sahibidir. Her şeyin dönüşü O'nadır. O, yaratıcıdır, yaratma sürecini
başlatan ve dilediği gibi yaratandır. Başlangıçta gökleri ve yeri yaratmış, onları duman ya da
nebülöz halindeki cevher olarak bir araya getirmiş ve daha sonra birbirinden ayırmıştır. O'nun
emri kesindir, kimse onu değiştiremez. Gökler ve yer, üzerindeki tüm varlıklarla birlikte
yarattığı Güneş, Ay ve yıldızların tümü O'nun kanunlarıyla ve O'nun buyruğuyla hareket
ederler. Gökte ve yerde bulunan her yaratık O'nun emirlerine boyun eğer. O, her şeyi yaratan,
var eden ve onlara şekil verendir.
Allah âlemlerin Rabbidir, gizlilerin de Rabbidir. O'nun gücü her şeye yeter; göklerin
ve yerin tüm güçleri O'na aittir. O, kerim olan Arş'ın, yüce Arş'ın Rabbidir. Tüm yükselme
derecelerinin sahibidir. Bir beşik gibi arzı uzatır, gökten, uygun ölçülerde su indirir. O, bütün
varlıkları çiftler halinde yaratmıştır. Gök kubbeye düzen ve mükemmellik vermiştir. Göklerin,
yerin ve ikisi arasındaki her şeyin hâkimiyeti Allah'ındır. Doğu ve batı O'nundur. Ne yana
dönerseniz dönün, O oradadır. Çünkü her şeyi kuşatmıştır. Kürsüsü gökleri ve yeri kaplar.
Yarattıklarını koruyup gözetir ve bunda hiçbir güçlükle karşılaşmaz. O, azizdir, hikmet
sahibidir.
Allah yalnız yaratıcı değil, aynı zamanda rahîmdir, rızk verendir, koruyandır,
yardımcıdır, hidayet verendir ve tüm yaratıkların darda kalmışlarına yardım ulaştırandır.
Allah dünyayı oyun ve eğlence olsun diye yaratmamıştır. Dünya, belirlenmiş bir süreye göre,
bir amaçla ve bir plân doğrultusunda yaratılmıştır. O kanunlar koyar, rehberlik eder, her şeyi
bir ölçü ve takdire göre düzenler, yaratır, yol gösterir. O, her şeyi bilendir, her şeyi görendir.
Allah, hüküm verenlerin en iyisidir. Hiç kimseye zerre kadar zulmetmez; hüküm
gününde adalet tartıları kurulacak, en küçük bir amel bile hesaplanacaktır. O çabuk ceza
verendir ve acı azapla cezalandırır. İnsanlara adil olmalarını buyurur ve adil olanları sever.
Günahtan sakınıp sevap işleyenlere büyük ödüller verir. İnsanların iyi amellerini, en güzel
10
11. şekilde ödüllendirmek için yazdırmıştır. Allah tüm iyilikleri kendisinde toplamıştır, tüm
iyiliklerin kaynağıdır. Her türlü kötülükten de uzaktır.
Allah, insanı hiçbir şey değilken var etmiş, bir tek nefisten tüm insanlığı yaratmıştır.
İlk insanla eşini yaratıp ikisinden birçok erkek ve kadının üremesini sağlamıştır. İnsanın
yeryüzüne halife olmasını istemiş, onu ölümlü bir varlık yapmış, ölümünden sonra kıyamet
günü dirilmesine hükmetmiştir. İnsanı yaratılmışların üstünü yapmıştır. Çünkü Allah onu en
güzel bir suretle yaratmıştır.
Allah, en güzel bir suretle yarattığı insanın mükemmelleşmesinden başka bir şey
istemez. Allah insanlığı kuşatmıştır. O, insanın daima yanındadır, ona şahdamarından bile
daha yakındır.
Allah'ın birliğinden söz etmek, O'nun zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir olduğunu
söylemektir. Zatının bir olduğunu söylemek, O'nun kısmının, parçasının, bölümünün
olmadığını söylemektir. Çünkü birleşik olmaması Allah'ın zorunlu niteliklerindendir.
Sıfatlarının bir olduğunu söylemek, eşinin, benzerinin olmadığını kabul etmektir. Çünkü
yaratılmış varlıklara benzememek de O'nun temel nitelikleri arasındadır. Fiillerinde bir
olduğunu söylemek ortağı bulunmadığını söylemektir. Çünkü ortaklık aczi gerektirir.
Allah'a ibadet belirli amellerle sınırlı değildir. Allah'a ibadet etmek, insanın her
adımında, her hareketinde, her sözünde O'nun koyduğu kurallara uyması, O'nun hükümlerini
yerine getirmesi, elçileri vasıtasıyla gösterdiği yoldan yürümesi demektir. Yalnızca O'ndan
yardım dilemek, korkmak, O'na güvenmek, dayanmak, tevekkül etmek, sığınmak, O'ndan
başkasını veli edinmemek, sorunların çözümünü O'na havale etmek, O'ndan başka koruyucu,
kollayıcı kabul etmemek tevhit inancının zorunlu gereklerindendir. Bütün bunlar bir ve tek
olan Allah'a ibadetin farklı boyutlarını oluşturan ilkelerdir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
11