1. 29 KUREYŞ SURESİ
KUREYŞ SURESİ’NE GİRİŞ
Kureyş suresi Mekke’de 30. sırada inmiştir. Fakat Dahhak ve Kelbî gibi Kur’an
bilginleri bu surenin Medine döneminde indiğini ileri sürmüşlerdir. Hâlbuki surenin üslûbu ve
ifadelerinde Kureyş kabilesinin muhatap alınışı, surenin Mekkî olduğunu açıkça
göstermektedir. Ayrıca, yakında olan şeyleri göstermek için kullanılan “هذا haza [bu]” işaret
sıfatı, 3. ayette “البيت هذا بّ ر Rabbe haze’l-beyt [bu beytin Rabbi]” ifadesinde “البيت beyt”
için kullanılmıştır. “Beyt” sözcüğü Kâbe’yi işaret ettiğine göre, surenin muhatapları
Mekkeliler, sure de Mekkî olmalıdır.
Tin suresinde “kanıt/tanık” olarak gösterilen “ اليمين البلد el-Beledü’l-Emin [Güvenli
Kent]” halkı, bu surede güvenli kentin avantajlarını kullanan “Kureyş” ile yeniden gündeme
getirilmiş, tüm insanlığa yönelik olarak verilen uyarı mesajı da Kureyş’in tüzel kişiliği
muhatap alınarak verilmiştir.
Bazı bilginler Kureyş suresini Fil suresi ile birlikte tek bir sure olarak kabul
etmişlerdir. Bu kabule gerekçe olarak da:
- Her iki surenin ayetlerinin teknik yapıları arasında birbiriyle ilişkilendirilebilir
özellikler bulunması,
- Ubey b. Ka’b’ın mushafında bu iki surenin ardı ardına, arası besmele ile ayrılmadan
yer alması gibi hususlar gösterilmiştir.
Ancak bunlar bizim için kabule değer gerekçeler değildir. Öncelikle, teknik gerekçeler
yeterli değildir. İkinci olarak, kim olursa olsun, bazılarının iki sureyi besmele ile ayırmadan
okumaları da bu konuda bir delil olarak ileri sürülemez. Çünkü Kur’an’ın tüm sureleri
besmele ile ayrılmadan okunabilir, bunda hiçbir sakınca yoktur. Sonuncu olarak da, ashabın
çoğunluğunun kanaati ile Halife Osman’ın İslâm dünyasının merkezlerine gönderdiği
mushaflarda bu iki sure arasına besmele konulması, bunların iki ayrı sure olduğuna kesinlik
kazandırmıştır.
Kureyş suresinde özellikle rant [akar] sahibi kimselerin, kendilerine bu rantı sağlayana
karşı duyarlı olmaları ve emek karşılığı olmadan elde ettikleri nimetlerin karşılığını mutlaka
ödemeleri gerektiği, Kureyş’in şahsında tüm insanlığa bildirilmiştir.
29/ KUREYŞ SURESİ
Rahman Rahîm Allah adına
Ayetlerin meali:
1,2
Kureyş'in güvenliği esenliği; kış ve yaz; her zamanki seferlerinde
güvenlik esenlikleri için… 3,4
Öyleyse kendilerini açlıktan kurtararak beslemiş
olan ve her korkudan onları güvene kavuşturmuş olan, bu Beyt'in Rabbine
kulluk etsinler.
1
2. Ayetlerin Tahlili
1, 2. Ayet:
1,2
Kureyş'in güvenliği esenliği; kış ve yaz; her zamanki seferlerinde güvenlik
esenlikleri için…
Kureyş Kabilesi
Tarih kitapları ve ansiklopedilerde, peygamberimizin İslâmiyet’i tebliğ ettiği dönemde
Mekke’de yaşamakta olan halkın atası olarak kabul edilen ve peygamberimizin de mensubu
olduğu Kureyş’in asıl adının “Fihr” yahut “Nadr” olduğu bildirilmektedir. Bu bilgilere göre,
Kinane kabilesinin bir kolu olan Kureyş kabilesi; Nevfel, Zühre, Mahzum, Esed, Cumah,
Sehm, Ümeyye, Haşim, Teym ve Adiy adlarındaki on koldan oluşmuştur. Kabileye adını
veren kişiden başlamak üzere peygamberimizin soy kütüğü de şu şekilde sıralanmıştır: Kureyş
[Fihr veya Nadr] - Galib - Lüey - Kâab - Mürre - Kilâb - Kusay [Zeyd] - Abdümenaf [Muğîre]
- Hâşim [Amr] - Abdülmuttalib [Şeybe] - Abdullah - Muhammed.
İslâm’ın gelişinden önce, cahiliye döneminde Mekke yönetimini elinde tutan Kureyş
kabilesi, Kâbe’nin çevresindeki “harem” içinde bulunan bir kuyunun yanı başına dikilmiş
Hübel adlı bir puta tapmakta idiler. Bu put, henüz puta tapıcılığın Hicaz’a girmediği bir
sırada, Kâbe ve Hicaz başkanlığı Huzaalılarda iken, başkanları olan Amr b. Luhay tarafından
Suriye’den getirilmiştir. Suriye halkınca yağmur yağdırması ve çeşitli dilekleri yerine
getirmesi için tapınılan birçok puttan biri olan ve kırmızı akikten yapılmış, sağ eli kırık bir
insan şeklindeki Hübel’e sonradan altından bir el takılmıştır. Amr’ın Suriye’den getirdiği ve
Kâbe yakınındaki Zemzem kuyusunun üst tarafına yerleştirilen put, zamanla Kâbe
duvarındaki ünlü kara taş [Hacer-i Esved] kadar saygı görmüş ve Kâbe’nin içine taşınmıştır.
Kureyş kabilesi, Hübel’in dışında ve yine Zemzem kuyusu yanında bulunan İsaf ve
Naile adlı iki puta daha taparlar ve bunların önünde kurban keserlerdi. Batıl inançlar içeren
rivayetlere göre, bu putlar, Bağy oğlu Yusuf [İsaf] adında bir adam ile Dîk kızı Naile adında
bir kadın iken, Kâbe içinde zina etmişler ve Allah tarafından taş hâline getirilmişlerdi.
Bu büyük putlardan başka her ailenin evinde, meselâ yola çıkarken hayvanına
binmeden önce, yoldan döndüğünde ailesini görmeden önce elini yüzünü sürdüğü putlar da
mevcuttu.
القريش Kureyş sözcüğü, sözlük anlamı “kazanmak, toplamak, toplanmak, araştırmak”
olan “karş” veya “kırş” sözcüklerinin ism-i tasğiridir. Bu kalıp Arapçada bir sözcüğün
anlamını küçültmek için kullanılmaktadır.
Kureyş kabilesine bu ismin veriliş nedenleri hakkında çeşitli görüşler ileri
sürülmüştür:
1- Daha önceleri dağınık yaşayan kabile, sonradan bir araya toplanıp birlikte yaşamaya
başladığı için bu isim verilmiştir.
2- Mal toplayan, ticaretle uğraşan, kazanan kimselerden oluşan kabileye, bireylerinin
bu özellikleri dolayısıyla “kazanmak, toplamak” anlamındaki bu isim verilmiştir.
3- Kabile olarak hacılar arasında bulunan ihtiyaç sahiplerini araştırıp onların
ihtiyaçlarını karşıladıkları için bu isim verilmiştir.
2
3. 4- Lisanü’l-Arab’ın “قرش kırş” maddesinde yazdığına göre Muaviye İbn-i Abbas’a
Kureyş kabilesine bu ismin veriliş nedenini sormuş, o da “Denizlerde ‘kırş’ adında bir
canavar [köpek balığı] var. Bu hayvan çok güçlüdür; o başkalarını yer, kimse onu yiyemez;
başka hayvanların üstüne çıkar, kimse onun üstüne çıkamaz” demiş ve şu beyti nakletmiştir:
“Kureyş denizde yaşayandır
İşte onun adı ile Kureyş’e kureyş denmiştir.”1
İbn-i Menzur’un Lisanü’l-Arap’ta şairinin ismini vermeden sadece bir beytini
aktardığı şiir, Kurtubî’nin verdiği bilgiye göre Tubba’ya aittir ve devamı şöyledir:
“Zayıfı da, semizi de yer o ve asla terk etmez
Orada iki kanatlıya hiçbir tüy bırakmaz.
İşte ülkeler arasında Kureyş kabilesi de böyledir
Onlar, ülkeyi hızlı bir şekilde yer bitirirler.”2
Bu açıklamalara göre Kureyş, “Küçük köpek balığı, küçük deniz canavarı”
anlamındadır.
İlâf
Ayette geçen “ إيل ف ilâf” sözcüğü, “bin sayısının adı” olan “elf” kökünden türemiş bir
sözcüktür. “İlâf” sözcüğünün esas anlamı, “sevmek, bir şeyleri birleştirmek, üst üste koymak”
demektir. Zaten o dönemde kullanılan en büyük sayı olan “bin” sayısı da bir takım sayıların
toplanmasından başka bir şey değildir. İnce ipleri birbirine sarmak suretiyle imal edilen
dürülü, bükülü ip anlamındaki “habl-i müellef [urgan, halat]” ile kitap hazırlamak
anlamındaki “te’lif” de aynı kökten türetilmiş sözcüklerdir ve her ikisi de özlerinde
birleştirmeyi, toplamayı ifade etmektedir.
“İlâf” sözcüğünün farklı kıraatleri [okunuşları] söz konusu olmakla birlikte, kıraat
farklılıkları anlam farklılığı yaratmaz. Dil bilimciler “ilâf” sözcüğü için aslında birbirinden
çok farklı olmayan üç anlam kabul etmişlerdir:
- Sevmek, peşinden ayrılmamak, ünsiyet etmek.
- Alışmak, ayrılmamak.
- Hazırlanmak, teçhizatlanmak.
Sözcüğe bu anlamlar verilmek suretiyle 1. ayet aşağıdaki şekillerde meallendirilebilir:
- Kureyş’in sevmesi, peşinden ayrılmaması [bırakmaması] ve ünsiyeti nedeniyle…
- Kureyş’in alışmışlığı, bırakmaması nedeniyle…
- Kureyş’in hazırlanması, teçhizatlanması nedeniyle…
Kış ve yaz; her zamanki seferlerinde güvenlik-esenlikleri
Yaşadıkları arazilerin çorak ve verimsiz olmasına karşılık Kâbe’nin dokunulmazlığı
Kureyşliler için paha biçilmez, değeri ölçülmez bir nimet teşkil etmiştir. “Fil Olayı” Arap
Yarımadası’nın her tarafında hem Kâbe’nin hem de onun Kureyş’ten olan bekçilerinin ve
koruyucularının saygınlığını pekiştirmiş, onların güven içinde gezebilmelerine, gittikleri her
1
(Lisanü’l Arab, “krş” mad. )
2
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
3
4. yerde itibar görmelerine ve korunmalarına sebep olmuştur. Dolayısıyla Kureyşliler, güneyde
Yemen’den başlayıp kuzeyde Şam’a kadar uzanan iki büyük ticaret yolu açmışlar, kışın
Yemen’e yazın Şam’a giden iki büyük ticaret kervanı oluşturmak suretiyle emniyet içinde bol
kazançlar sağlamışlardır.
3. Ayet:
3,4
Öyleyse kendilerini açlıktan kurtararak beslemiş olan ve her
korkudan onları güvene kavuşturmuş olan, bu Beyt'in Rabbine kulluk etsinler.
Yani; “Eğer Allah’ın başka nimetlerinden dolayı kulluk etmiyorlarsa, hiç değilse
alışmış oldukları, uzun yıllardır yapmış oldukları güvenli ve bol kazançlı ticarî seferlerinin
kendilerine sağladığı mutluluk ve esenlik için bu Ev’in Rabbine kulluk etsinler.”
Bu ayetteki mesajın doğru anlaşılabilmesi için, öncelikle “bu Ev” ve “bu Ev’in Rabbi”
ifadeleri üzerinde önemle durulması gerektiği kanısındayız.
“البيت هذا Bu Ev”
“Bu Ev” ile kastedilen, Beytüllah [Allah’ın evi], yani Kâbe’dir. Aşağıdaki ayetlerde
görüleceği gibi, Allah orası için “بيتى evim” ifadesini kullanmıştır. “للّ ه ا بيت Allah’ın evi”
ifadesi “Allah’tan başkasına ait olmayan ev” demek olup oranın kamu mülkü olduğu
anlamına gelmektedir. Bu da orada sosyal meseleler görüşülecek, kamusal ihtiyaçlara
çözümler üretilecek, topluma ait [eğitim, yasama, yürütme gibi] konularda kararlar alınacak
demektir.
“Bu Ev’in Rabbi”
Rabb “terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak bir takım
hedeflere götüren, programlayıp yöneten” demektir. “البيت هذا بّ ه ر Bu Ev’in Rabbi” denilerek
Rabbin “Ev”e izafe edilmesi, Kâbe’nin yapılışının ve işlevlerinin tümünün Allah tarafından
programlanıp uygulandığını göstermektedir. Gerçekten de o ev, Allah adına yeryüzünde
yapılmış ilk evdir, orası bereketlidir, orada bolluk vardır:
96,97
Şüphesiz, insanlar için bereketli ve âlemlere yol gösterme olarak konulan ilk ev,
Mekke'dekidir. Onda apaçık alâmetler/göstergeler; İbrâhîm'in görev yaptığı yer [eğitilip, yetiştirilip
ortak koşmaya karşı ayaklandığı yer] vardır. Ve oraya kim girerse güvende olmuştur. Ve yoluna gücü
yeten herkesin Beyt'i/ilâhiyat eğitim merkezini kastetmesi, ilâhiyat eğitimi için oraya gitmesi Allah'ın
insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim de gerçeği örtbas ederse, bilsin ki, şüphesiz Allah bütün
âlemlerden zengindir
(Âl-i Imran/ 96, 97)
125
Ve Biz, bir zaman bu Beyt'i/ilk yapılan okulu, insanlar için bir sevap kazanma/ dönüş yeri ve
bir güven yeri yapmıştık. –Siz de İbrâhîm'in görev yaptığı yerden bir salât yeri [mâlî yönden ve
zihinsel açıdan desteğin; toplumun aydınlatılmasının gerçekleştirileceği bir yer] edinin.– Ve Biz,
İbrâhîm ile İsmâîl'e, “Beytimi, dolaşanlar, ibâdete kapananlar ve boyun eğip teslimiyet gösterenler,
Allah'ı birleyenler için tertemiz tutun” diye ahit almıştık.
(Bakara/ 125)
97
Allah, Ka‘be'yi; o Beyt-i Haram'ı, haram ayı, hac yapanlara yiyecek olarak hayvan hediye
etmeyi ve gerdanlıkları/hac yapanların yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretleri insanlar
4
5. için bir ayağa kalkış; silkiniş, kendilerini kurtarış yaptı. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olan her şeyi
bildiğini ve Allah'ın her şeyi hakkıyla bilici olduğunu sizin de bilmeniz içindir.
(Maide/ 97)
25
Şüphesiz küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden, Allah'ın yolundan,
insanlar –orada ibâdete kapanan veya dışarıdan gelen eşit olmak üzere– için kılınan Mescid-i
Haram'dan [dokunulmazlığı olan ilâhiyat okulundan] alıkoyan kimseler ve orada haksızlıkla yanlış
yola sapmak isteyen kimse; Biz, ona pek acıklı bir azaptan tattırırız.
26-29
Ve hani Biz bir zamanlar, “Sakın Bana hiçbir şeyi ortak koşma; dolaşanlar, orada
haksızlığa baş kaldıranlar, Allah'ı birleyenler, boyun eğip teslimiyet gösterenler için evimi tertemiz
et, kendilerine ait birtakım menfaatlere tanık olmaları ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği
hayvanlar üzerinde, belli günlerde O'nun adını anmaları için insanlar arasında ilâhiyat eğitim-
öğretimi verileceğini duyur. Yürüyerek veya yorgun düşmüş binekler üstünde her derin vadiyi aşarak
sana gelsinler! Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını yerine getirsinler. Eski evde/özgür
evde/Ka‘be'de dolaşsınlar” diye, o evin/Ka‘be'nin yerini, İbrâhîm için hazırlamıştık. –Siz de
onlardan yiyin ve zorluk çeken fakiri doyurun.–
30,31
İşte böyle! Ve kim, Allah'ın dokunulmaz kıldıklarına saygı gösterirse, artık bu, kendisi için
Rabbinin katında hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlar size helal kılınmıştır. O
hâlde Allah'a yönelmişler olarak, O'na ortak kabul edenler olmayarak o putlardan olan kirlilikten
kaçının, yalan sözden de kaçının. Allah'a kim ortak koşarsa artık o kimse, gökten düşüp de kuşların
kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir.
(Hacc/ 25-31)
35-41
Ve hani bir zaman İbrâhîm: “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl! Beni ve oğullarımı putlara
tapmamızdan uzak tut! Rabbim! Şüphesiz putlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Şimdi kim bana
uyarsa, artık o, şüphesiz bendendir; kim bana karşı gelirse… Artık Sen şüphesiz çok bağışlayan ve
çok merhamet edensin. Rabbimiz! Şüphesiz ben çocuklarımdan bir bölümünü salâtı ikame etmeleri
[mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmaları-ayakta
tutmaları] için, Senin dokunulmazlaşmış Ev'inin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim.
Rabbimiz! Verdiğin nimetlerin karşılığını ödemeleri için artık Sen de insanlardan bir kısmının
gönüllerini onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerden rızıklandır. Rabbimiz! Şüphesiz Sen bizim
gizlediğimiz şeyleri ve açığa vurduğumuz şeyleri bilirsin. –Ve yerde ve gökte, hiçbir şey Allah'a
gizli kalmaz.– Tüm övgüler, ihtiyarlık hâlimde bana İsmâîl'i ve İshâk'ı lütfeden Allah'adır; başkası
övülemez. Şüphesiz ki Rabbim duamı çok iyi işitendir. Rabbim! Beni salâtı ikame eden [mâlî
yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan] biri
kıl! Soyumdan da. Rabbimiz! Duamı da kabul et! Rabbimiz! Hesabın kurulduğu günde benim için,
anam-babam için ve mü’minler için bağışlamada bulun!” demişti.
(İbrahim/ 31- 41)
91-93
Sen, “Ben ancak her şeyin sahibi olan ve burayı dokunulmaz kılan Mekke'nin Rabbine
kulluk etmekle emrolundum. Ve ben Müslüman olmamla ve Kur’ân'ı okuyup izlememle
emrolundum. Artık kim kılavuzlanan doğru yola düşerse, yalnız kendisi için kılavuzlanan doğru yola
düşmüş olur; kim de saparsa hemen ‘Ben sadece uyarıcılardanım.’ Ve, bütün övgüler Allah'a
mahsustur; başkası övülemez. O, âyetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini size gösterecek de siz onları
tanıyacaksınız” de.
(Neml/ 91-93)
Kureyşliler, Kâbe’ye hacc ve umre için gelen binlerce insana verilen hizmetleri kendi
aralarında paylaşmışlardı. Her sülâlenin belirli bir görevi vardı. Kâbe’nin bekçiliği, bakıcılığı,
hacılara su dağıtımı, hacılara yardım, hacılara para toplama, yemek yedirme, hacıların
mahkemeleşmesi gibi birçok iş Kureyş tarafından yapılmaktaydı. Bu kutsal turizm,
Kureyşlilere tarifi zor bir üstünlük ve saygınlığın yanında, bol kazanç da sağlıyordu. Ne var
ki, Kureyşlilerin Mekke’de sürdükleri bu sefa onların kendi gayretlerinin değil, Allah’ın Kâbe
5
6. ile ilgili plânlarının bir sonucuydu. Nitekim Allah’ın Kâbe ile ilgili bu plânı günümüzde de
yürümekte ve kutsal turizm bugün Suudî Arabistan devletini ihya etmektedir.
kureyşin açlıktan kurtarılması, beslenmesi ve her korkudan güvende olmaları
Bu ayette, Ev’in Rabbinin Kureyşlileri açlıktan kurtarıp doyurduğu ve korkudan emin
kıldığı bildirilmektedir. Yani Kureyşlilerin sırf emniyet içinde nimetlenmeleri sebebiyle bile
olsa, yalnızca Allah’a kulluk etmeleri gerektiği anlatılmaktadır.
Kureyş’e verilen bu nimetlere, başka ayetlerde de dikkat çekilmiştir:
67
Yoksa kıyılarında insanların zorla kapılıp götürülmesine rağmen Mekke'yi, güvenli,
dokunulmaz yaptığımızı da görmediler mi? Hâlâ bâtıla mı inanıyorlar ve Allah'ın nimetine
iyilikbilmezlik mi ediyorlar?
(Ankebut/ 67)
57
Ve onlar; “Biz seninle beraber doğru yol kılavuzuna uyarsak, yurdumuzdan atılırız” dediler.
Biz onları, Kendi katımızdan bir rızık olarak, her şeyin semerelerinin toplanıp kendisine getirildiği,
güvenli, dokunulmaz bir yere/Mekke'ye yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler.
(Kasas/ 57)
Kureyşliler bu Ev’e sığınmadan önce dağınık durumdaydılar ve hiçbir saygınlıkları yoktu. Ne
zaman ki Mekke’de bir araya gelip Kâbe hizmetini üstlendiler, o zaman bütün Arabistan’da
saygın bir duruma geldiler. O dönemde insanlar Arabistan’ın hiçbir yerinde kendi kabile
sınırları dışına çıkamazlar, her an bir saldırıya uğrama tehlikesi altında yataklarında bile
huzursuz ve tedirgin olarak uyurlardı. Çünkü saldırıların sonucu ya ölüm ya da kölelikti.
Kervanlar da ancak yolları üzerindeki kabilelerin ileri gelenlerine rüşvet vererek sağ salim
ilerleyebilirlerdi.
İşte, cahiliye döneminde hiçbir kabilenin güvende olmadığı bir ortamda, Mekke’deki
Kureyşliler bütün bu tehlikelerden tamamen emindiler. Çünkü Mekke’ye bir düşman saldırısı
olması söz konusu değildi. Kureyşliler “Kâbe’nin hizmetçileri” sıfatıyla ülkenin her tarafında
serbestçe dolaşırlar, büyük veya küçük kafilelerle gittikleri herhangi bir bölgede hiçbir tacizle
karşılaşmazlardı. Hatta tek başına seyahat eden bir Kureyşlinin “Ben Haremliyim” ya da “Ben
Allah’ın haremindenim” demesi bile, saldırılardan kurtulması için ona yeterli bir güvence
sağlardı.
Yukarıda çizilen bütün bu kompozisyondan Kureyş’in sadece maddî çıkarlarla
nimetlendirildiği anlaşılmamalıdır. Surenin mesajından, onlara [hatta tüm insanlığa] maddî
değerler yanında manevî değerlerin de sağlandığı anlaşılmaktadır. Çünkü Allah onları vahyin
manevî yiyeceği ile cehalet açlığından doyurmuş, hidayetin açıklanması ile de sapıklıktan,
küfürden [dolayısıyla da cehennemden] uzak tutmuştur.
Sonuç olarak, onların ve tüm insanlığın eline geçen bütün bu nimetler, bu Ev’in Rabbi
olan Allah sayesindedir.
Surenin Genel Mesajı
Allah’ın lütuf ve fazlına mazhar olanlar, kendilerine bu nimetleri bol bol veren
Rabblerine kulluk etmelidirler. Nankör olmamalıdırlar. Bu tür nankörlükle ilgili olarak
Rabbimiz şu açıklamayı yapmıştır:
112
Ve Allah bir kenti misal olarak verdi: Bu kent, güvenli, huzurlu idi ve oraya her bir yerden
rızkı bol bol gelirdi. Ne var ki, onlar Allah'ın nimetlerine karşı iyilikbilmezlik ettiler. Allah da onlara,
yapıp ürettikleri şeyler yüzünden açlık ve korku elbisesini/felâketini tattırıverdi.
6
7. 113
Ve andolsun ki, onlara içlerinden bir elçi gelmişti de onu yalanladılar. Bunun üzerine, onlar
şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yaparlarken azap onları yakalayıverdi.
(Nahl/ 112,113)
Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
7