SlideShare a Scribd company logo
1 of 52
113 (9). TEVBE SÛRESİ
MEDENÎ, 129 ÂYET
GİRİŞ
Adını, 102-118. âyetlerde detaylı olarak geçen “tevbe” konusundan alan
sûrenin, Medîne'de 113. sırada indiği kabul edilir. 113 ve 128-129. âyetlerin
Mekkî olduğuna dair görüşler de vardır.1
İçerisinde bulunan farklı konular nedeniyle bu sûre; Berâe, Tevbe,
Mukaşkışe, Mübasire, Müşerride, Muhziye, Fâdıha, Müsîra, Hâfira, Münekkile,
Müdemdime ve Azâb sûresi olarak da isimlendirilmiştir.2
Sûre, İslâmî hacc'daki bildiri ile başlar. Daha sonra savaş, infak, velâyet, tevbe,
münâfıkların durumunun beyânı, Tebük seferi öncesi ve sonrası meselelerin
açıklaması ve değerlendirmesi gibi konular yer alır.
Sûrenin içeriğinden, Tebük seferiyle ilgili âyetlerin dışındakilerin farklı
zamanlarda indiği anlaşılır.
Mushaf'ı tertip eden heyet, bu sûrenin başına besmele koymamıştır. Bunun
nedeni kaynaklarda şöyle açıklanır:
1) Araplar câhiliye döneminde, eğer kendileriyle bir kavim arasında bir
antlaşma bulunup da onlar bu antlaşmayı bozmak istediklerinde kavme, besmelesiz
bir mektup yazmaları adetleri idi. İşte Tevbe sûresi de Peygamber (s.a) ile müşrikler
arasındaki antlaşmayı bozmak üzere nâzil olunca, Peygamber (s.a) bu sûreyi Ali b.
Ebî Tâlib (r.a) ile birlikte gönderdi. O da bu sûreyi hacc mevsiminde Araplara
okudu. Arapların ahdi bozarken besmele okumamak şeklindeki uygulanagelen
adetlerine uygun olarak o da besmele okumadı.
2) Nesâî rivâyetle der ki: Bize Alımed anlattı dedi ki, bize Muhammed b. el-
Müsenna, Yahyâ b. Sa‘îd'den anlattı, Yahyâ dedi ki: Bize Avf anlattı dedi ki: Bize
Yezîd el-Rukaşi anlattı, dedi ki: Bize İbn Abbâs dedi ki: Ben, Osman'a şöyle dedim:
“el-Enfâl sûresi Mesânî'den, Berae [Tevbe] sûresi de Miûndan olduğu hâlde onları
arka arkaya yazmaya; Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm satırını da yazmayarak bu sûreyi
yedi uzun sûre [es-Sebu't-Tivâl] arasına yazmaya sizi iten sebep nedir?” Osman
dedi ki: “Rasûlullah'a (s.a) bir şey nâzil oldu mu, nezdinde bulunan yazıcılardan
birisini çağırır ve, “Siz bunu şu şu hususun söz konusu edildiği sûreye koyun”
buyururdu. Ona, birden çok âyet-i kerîme nâzil de olur ve yine, “Bu âyetleri içinde
şu şu hususların söz konusu edildiği sûreye koyun” derdi. el-Enfâl sûresi de
Medîne'de hicretten sonra ilk nâzil olanlardandı. Berae [et-Tevbe] ise, Kur’ân'ın son
nâzil olan sûrelerindendir. Bunun söz konusu ettiği hususlar, öbürünün söz konusu
ettiği hususları andırıyordu. Rasûlullah (s.a) ise bize, onun ötekinden olduğunu
açıklamaksızın vefat etti. Ben de onun [Tevbe'nin] ondan [el-Enfâl'den] olduğunu
zannettim. İşte bundan dolayı her iki sûreyi yanyana getirdim ve aralarına
Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm satırını yazmadım.” Bu hadisi, Ebû Îsâ et-Tirmizî de
rivâyet etmiş olup, “Bu hasen bir hadistir” demiştir.
1
Suyûtî, el-İtqân.
2
Zemahşerî, el-Keşşâf.
1
3) Üçüncü görüş, yine Osman'dan (r.a) rivâyet edilmiştir. Mâlik de, İbn Vehb,
İbnu'l-Kâsım ve İbn Abdi'l-Hakem'in rivâyetine göre şöyle demiştir: “Bu sûrenin
baş tarafları (vahiyle) kaldırılınca, Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm de onlarla birlikte
kaldırıldı.” Bu görüş, ayrıca İbn Aclân'dan rivâyet edilmiştir. Ona göre Tevbe
sûresi, Bakara sûresi kadar veya ona yakındı. Onun bir bölümü gittiğinden dolayı,
her iki sûre arasına Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm yazılmadı. Sa‘îd b. Cübeyr de der
ki: “Tevbe sûresi, Bakara sûresi gibi idi.”
4) Hârice, Ebû İsmet ve başkalarının görüşü olup şöyle demişlerdir: “Hz.
Osman'ın halifeliği döneminde Mushaf'ı yazdıklarında Rasûlullah'ın (s.a) ashâbı
arasında görüş ayrılığı ortaya çıktı. Kimileri, ‘Berae ve Enfâl tek bir sûredir’ derken,
kimileri ‘Bunlar, iki ayrı sûredir’ dedi. ‘Bunlar, iki ayrı sûredir’ diyenlerin görüşü
dolayısıyla iki sûre arasında bir boşluk bırakıldı ve ‘Bunlar, tek bir sûredir’
diyenlerin görüşü dolayısıyla da Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm yazılmadı. Böylelikle
her iki kesim de buna razı oldu ve her iki kesimin de Mushaf'ta delilleri tesbit
edilmiş oldu.”
5) Abdullah b. Abbâs dedi ki: Ali b. Ebî Tâlib'e, “Niçin Tevbe sûresi'nde
Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm yazılmadı?” diye sordum, şu cevabı verdi: “Çünkü,
Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm bir emandır. Tevbe ise kılıç [savaş emri] ile nâzil
olmuştur. Onda eman diye bir şey yoktur.” Bu manada bir açıklama el-
Müberred'den rivâyet edilmiştir. O da şöyle der: “Bundan dolayı ikisi bir arada
olmaz, çünkü “Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm” bir rahmettir. Tevbe sûresi ise gazap
olarak nâzil olmuştur.” Süfyân'dan da benzeri bir görüş rivâyet edilmiştir. Süfyân b.
Uyeyne der ki: “Bu sûrenin baş tarafına Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm'in yazılmayış
sebebi, besmelenin rahmet oluşundan dolayıdır. Rahmet ise bir emandır. Bu sûre ise
münâfıklar hakkında ve kılıç ile inmiştir. Münâfıkların ise emanı yoktur.”
Besmelenin yazılmayış sebebi hususunda sahih olan Hz. Cebrâîl'in bu sûre
ile birlikte besmeleyi indirmemiş olmasıdır.3
3
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
2
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA
MEAL:
1,2
Allah'tan ve Elçisi'nden ahitleştiğiniz ortak koşanlara bir ültümatom,
kesin uyarı:
“Artık yeryüzünde dört ay daha rahat dolaşın. Ve kesinlikle kendinizin,
Allah'ı âciz bırakan olmadığını ve kesinlikle Allah'ın, kâfirleri; Kendisinin
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseleri rezil-rüsva eden olduğunu
bilin.”
3,4
Ve “en büyük hac” günü, ortak koşanlardan antlaşma yaptığınız, size
hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiçbir kimseyle yardımlaşmamış
kimseler hariç, şüphesiz Allah'ın ve O'nun Elçisi'nin ortak koşan kimselerden
ilişiksiz olduğuna dair Allah'tan ve Elçisi'nden insanlara bir bildiri: “Artık
eğer hatadan dönerseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ve eğer sırt çevirirseniz o
zaman şüphesiz kendinizin, Allah'ı âcizleştiren olmadığını biliniz.” Kâfirlere;
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kişilere de acıklı bir azabı
müjdele! Artık siz de müddetlerine kadar kendilerine verdiğiniz sözlerinizi
tamamlayın. Şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri sever.
5
Şu dokunulmaz kılınmış aylar/hac ayları çıktığı zaman da o ortak
koşanları nerede bulursanız öldürün, onları yakalayın, hapsedin ve her
gözetleme yerinde onlar için oturun. Artık, eğer tevbe ederlerse, salâtı ikame
ederlerse [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma
kurumları oluşturur, ayakta tutarlarsa] ve zekâtı/vergilerini verirlerse artık
onların yollarını serbest bırakın. Şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok
örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.
6
Eğer ortak koşanlardan herhangi biri aman dilerse, Allah'ın kelâmını
dinlemesi için ona aman ver. Sonra onu güvenli yerine ulaştır. Bu, şüphesiz
onların bilmeyen bir toplum olmaları nedeniyledir.
7
Mescid-i Haram yanında antlaşma yaptıklarınız hariç, o ortak koşan
kimseler için Allah katında ve Elçisi katında herhangi bir antlaşma nasıl
olabilir? Artık onlar size karşı doğru durdukça siz de onlara karşı doğru olun.
Şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri sever.
8-10
Nasıl olabilir ki? Ve eğer onlar, size üstünlük sağlarlarsa, sizin
hakkınızda bir yemin ve antlaşma gözetmezler. Ağızlarıyla sizi hoşnut etmeye
çalışırlar, kalpleri ise dayatır. Ve onların çoğu hak yoldan çıkmış kimselerdir:
Onlar, Allah'ın âyetlerini çok az bir bedelle sattılar da Allah'ın yolundan
alıkoydular. Şüphesiz onlar, yapmış oldukları kötü olanlardır. Onlar, herhangi
bir mü’min hakkında yemin ve antlaşma gözetmezler. Ve işte bunlar, sınırı
aşanların ta kendileridir.
11
Bundan sonra eğer tevbe ederlerse, salâtı ikame ederlerse [mâlî yönden
ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturur,
3
ayakta tutarlarsa] ve zekâtı/vergilerini verirlerse, artık onlar dinde
kardeşlerinizdirler. Ve Biz âyetleri, bilen bir toplum için ayrıntılı olarak
açıklıyoruz.
12
Ve eğer verdikleri sözden sonra yeminlerini bozar ve dininize dil
uzatırlarsa, vazgeçmeleri için o, küfür; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddetme öncüleriyle hemen savaşın. Şüphesiz onlar için sözleşmeler diye bir
şey yoktur.
13
Yeminlerini bozan, Elçi'yi yurdundan çıkarmaya azmeden ve üstelik ilk
önce size karşı savaşa kendileri başlayan bir toplumla savaşmaz mısınız?
Yoksa onlara saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti mi duyuyorsunuz? Artık, eğer
mü’min iseniz, Allah, Kendisine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymaya
daha layık olandır.
14,15
Onlarla savaşın ki, Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın ve onları
rezil-rüsva etsin. Sizi de, onlara karşı muzaffer kılsın ve mü’min bir toplumun
göğüslerine şifa versin, göğüslerinin kinini gidersin. Allah, dilediğinin tevbesini
de kabul eder. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapandır.
16
Sizden çaba harcayanları, Allah'ın Elçisi'nden ve inananların
astlarından sırdaş/ can dostu edinmeyenleri Allah bildirmeden/ işaretleyip
göstermeden bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan çok iyi
haberi olandır.
17
Ortak koşanlar, kendilerinin küfrüne; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddedişlerine kendileri şâhit olup dururlarken Allah'ın mescitlerini
imar etmeleri söz konusu olamaz. İşte onlar, işleri boşa gitmiş kimselerdir. Ve
onlar, Ateş içinde sürekli kalacaklardır.
18
Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe inanan, salâtı
ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma
kurumları oluşturan-ayakta tutan], zekâtı/vergisini veren ve sadece Allah'a
saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kimseler açar ve yaşatırlar. Artık
işte onların, kılavuzlandıkları doğru yol üzere olan kimselerden olmaları
beklenir.
19
Siz, hac yapanın sularının tedarik edilmesini ve Mescid-i Haram'ın imar
edilmesini, Allah'a ve âhiret gününe iman eden ve Allah yolunda çaba gösteren
kimse gibi mi yapıyorsunuz? Bunlar, Allah katında eşit olamazlar. Ve Allah,
şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar toplumuna
kılavuzluk etmez.
28
Ey iman eden kimseler! Ortak koşan bu kimseler sadece bir pisliktirler.
Artık bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer
yoksulluktan/onların uzaklaşmasıyla kazanç kaybına uğramaktan
korktuysanız da Allah sizi dilediğinde armağanlar ile yakında
zenginleştirecektir. Şüphesiz Allah en iyi bilen, en iyi yasa koyandır.
29
Kendilerine Kitap verilenlerden, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan,
Allah'ın ve Elçisi'nin haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din
edinmeyen kimseler ile, alçalmış oldukları hâlde cizye verene kadar savaşın.
31
Onlar, Allah'ın astlarından bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu
Îsâ'yı kendilerine rabler edindiler. Oysa onlar sadece bir tek olan ilâha kulluk
etmekle emrolunmuşlardı. Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, ortak
koşanların ortak koştuğu şeylerden de arınıktır.
4
32
Onlar, Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki Allah,
sadece, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler hoş
görmeseler de Kendi nûrunu tamamlamaya dayatıyor.
20
İman eden, hicret eden ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda çaba
gösterenler, Allah katında derece bakımından daha büyüktür. İşte bunlar,
kurtulanların ta kendileridir.
21,22
Onların Rabbi, onları Kendi katından bir rahmet, bir rıza ve içinde
sonsuz olarak kalmak üzere, içinde tükenmez nimetler bulunan kendilerine ait
cennetlerle müjdeler. Şüphesiz Allah, katında çok büyük ödül olandır.
23
Ey iman etmiş kimseler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana
karşılık küfürü; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeyi
seviyorlarsa, onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyiniz.
Sizden her kim de onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar kabul
ederse, artık işte onlar, yanlış davrananların; kendi zararlarına iş yapanların
ta kendileridir.
25
Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani
çokluğunuz size güven vermişti de onun size bir yararı olmamış ve yeryüzü
bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da arkanızı dönüp
kaçmıştınız.
26
Sonra Allah, Elçisi'nin üzerine ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden
güven ve yatışma duygularını/ morallerini içlerinde oluşturdu ve sizin
görmediğiniz ordular indirdi. Kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddeden kimseleri de azaba uğrattı. Ve işte bu, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını
ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin cezasıdır.
27
Sonra, bütün bu olup bitenlerin arkasından Allah, dilediği kimseye
dönüş nasip eder. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
30
Ve Yahudiler; “Uzeyr Allah'ın oğludur” dediler. Hristiyanlar da, “Mesih
Allah'ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözler olup,
güya bununla, daha önce yaşayan kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddeden kimselerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah, onlarla
savaşmıştır. Nasıl da döndürülüyorlar!
33
Allah, ortak koşanlar hoşlanmasa da, kendisini, Din'in; hepsinin üzerine
çıkarması için Elçisi'ni, doğru yol kılavuzu ve hak din ile gönderendir.
34
Ey iman etmiş kişiler! Şüphesiz, hahamlardan/ bilginlerden,
rahiplerden birçoğu kesinlikle insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah
yolundan saptırırlar. Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda
harcamayan/ başta kendi yakınları olmak üzere başkalarının nafakalarını
sağlamayan kimseler, hemen onlara acıklı bir azabı müjdele!
35
O gün, biriktirdikleri altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde
kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: “İşte bu kendi
canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi, şimdi tadın şu biriktirmiş
olduğunuz şeyleri!”
24
De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz,
akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından
ürperdiğiniz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah'tan, O'nun Elçisi'nden
5
ve O'nun yolunda çaba harcamaktan daha sevimli ise, artık Allah, emrini
getirinceye kadar bekleyiniz. Ve Allah, hak yoldan çıkmışlar toplumuna
kılavuzluk etmez.
36
Şüphesiz Allah katında; gökleri ve yeri oluşturduğu günkü Allah'ın
yazısında ayların sayısı, ay olarak on ikidir. Bunlardan dördü dokunulmaz
kılınmıştır. İşte bu koruyan dindir. Bu nedenle dokunulmaz aylarda
kendinize haksızlık etmeyiniz. Ve sizinle toptan savaşan ortak koşanlarla siz
de toptan savaşın. Ve şüphesiz Allah'ın, Kendisinin koruması altına girmiş
kişiler ile beraber olduğunu bilin.
37
O “Nesi”, ancak küfre; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedişte
fazlalıktır ki, onunla kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş
kimseler şaşırtılır; Allah'ın haram kıldığının sayısına uydursunlar da Allah'ın
haram kıldığını helâl kılsınlar diye, onu bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar.
Kendilerine amellerin kötülüğü süslenip güzel gösterildi. Ve Allah, kâfirler;
Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler toplumuna kılavuzluk
etmez.
38
Ey iman etmiş kişiler! Ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa çıkın
denildiği zaman yere ağırlaşıp kaldınız/çakılıp kaldınız. Âhiretten cayıp basit
dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama âhrettekine göre, bu basit dünya
hayatının kazanımı pek azdır.
39
Eğer savaşa çıkmazsanız, Allah sizi acıklı bir azap ile azaplandırır ve
yerinize başka bir toplumu getirir ve siz O'na zarar diye bir şey veremezsiniz.
Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.
40
Eğer siz, Elçi'ye yardım etmezseniz, bilin ki Allah O'na kesinlikle yardım
etmiştir. Hani o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş
kişiler, o'nu ikinin ikincisi olarak çıkarmışlardı. Hani ikisi mağarada idiler.
Hani O, arkadaşına “Üzülme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir” diyordu.
Bunun üzerine Allah, O'nun üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma
duygularını/morallerini içlerine koymuş, O'nu sizin görmediğiniz askerlerle
güçlendirmiş ve kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden
kişilerin sözünü en alçak yapmıştı. Allah'ın kelimesi de en yücenin ta
kendisidir. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün
olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapandır.
41
Hafif teçhizatla ve ağırlıklı olarak savaşa çıkın ve mallarınızla,
canlarınızla Allah yolunda gayret gösterin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha
hayırlıdır.
42
Eğer sefer, yakın bir kazanç ve sıradan bir sefer olsaydı, onlar kesinlikle
seni izlerlerdi. Fakat o yapılması zor olan iş kendilerine uzak geldi. Bununla
beraber, “Bizim de gücümüz yetseydi, kesinlikle sizinle beraber elbette
çıkardık” diye Allah'a yemin edecekler –kendilerini yıkıma uğratıyorlar– ve
Allah biliyor ki onlar, kesinlikle yalancı kimselerdir.
43
Allah, seni affetti. Doğru kimseler, sana iyice belli oluncaya ve sen
yalancıları bilinceye kadar, niçin onlara izin verdin?
44
Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler, mallarıyla ve canlarıyla çaba
harcamaya senden izin istemezler. Ve Allah, o Kendi koruması altına girmiş
kimseleri en iyi bilendir.
6
45
Senden izin isteyenler, sadece Allah'a ve âhiret gününe inanmayan ve
kalpleri şüpheye düşüp de şüphelerinin içinde bocalayıp duran kişilerdir.
46
Ve eğer çıkışı isteselerdi, kesinlikle çıkış için birtakım hazırlık
yaparlardı. Fakat Allah, onların gönderilmelerini hoş görmedi de onları
yoldan alıkoydu. –Ve “Oturun oturanlarla beraber!” denildi.–
47
Eğer sizin içinizde çıkmış olsalardı, sadece bozgunculuğu artıracaklardı
ve kesinlikle aranıza sosyal yangın sokmak için koşacaklardı. İçinizde onlara
kulak verecekler de vardı. Ve Allah, o yanlış davrananları; kendi zararlarına
iş yapanları çok iyi bilendir.
48
Andolsun ki onlar, bundan önce de insanları dinden çıkarmak istediler
ve sana türlü işler çevirdiler. Sonunda hak geldi ve onlar istemedikleri hâlde
Allah'ın emri açığa çıktı.
49
Onlardan bazı kimseler, “Bana izin ver, beni sosyal yangına
düşürme/başımı belaya sokma!” derler. Gözünüzü açın! Onlar sosyal
yangının içine düştüler. Cehennem de kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddeden o kimseleri çepeçevre kuşatıcıdır.
50
Eğer sana bir iyilik dokunursa fenalarına gider. Eğer sana bir musibet
dokunursa, “Biz kesinlikle tedbirimizi önceden almıştık” derler. Ve onlar,
sevinenler olarak yan çizip giderler.
51
De ki: “Hiçbir zaman bize Allah'ın bizim için yazdığından başkası
dokunmaz. O, bizim mevlamızdır. Onun için mü’minler, yalnızca Allah'a işin
sonucunu havale etsinler.”
52
De ki: “Siz, bize iki güzelliğin birinden başkasını mı gözetirsiniz? Biz ise
size, Allah'ın Kendi katından veya bizim elimizle bir azap indirmesini
gözetiyoruz. Haydi, siz gözetedurun, şüphesiz biz de sizinle beraber
gözetenleriz.”
53
De ki: “İsteyerek veya istemeyerek Allah yolunda harcama yapın; sizden
hiçbir zaman kabul edilmeyecektir. Şüphesiz siz, hak yoldan çıkanların
toplumu oldunuz.”
54
Ve onların yaptıkları harcamaların kendilerinden kabul olunmasına,
sadece, onların küfretmesi; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddetmeleri, O'nun Elçisi'nin gerçek elçi oluşunu bilerek reddetmeleri ve
salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya; toplumu aydınlatmaya]
sadece tembel tembel gitmeleri, Allah yolunda harcamalarını da ancak
istemeyerek yapmaları engel oldu.
55
Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak Allah,
bunlarla, onları basit dünya yaşamında cezalandırmak, onlar kâfir; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri iken canlarını çıkarmak
istiyor.
56
Sizden olmadıkları hâlde, şüphesiz kendilerinin kesinlikle sizden
olduğuna dair Allah'a yemin de ederler. Velâkin onlar, korkup duran bir
topluluktur.
7
57
Eğer onlar, sığınacak bir yer veya barınacak mağaralar veyahut
girilecek bir delik bulsalardı, kesinlikle başlarını dikerek o tarafa doğru
yönelirlerdi.
58
Onlardan bazıları da, sadakalar hakkında sana dil uzatan kimselerdir.
Ki, o sadakalardan kendilerine verilmişse hoşnut olurlar, verilmemişse hemen
öfkeleniverirler.
59
Ve keşke onlar, Allah ve Elçisi'nin kendilerine verdiğine razı olsalardı.
Ve “Bize Allah yeter. Allah, yakında bize armağanlar verecektir, Elçisi de.
Şüphesiz biz, sadece Allah'a rağbet edenleriz” deselerdi.
60
Kesinlikle, Allah tarafından bir taksim/zorunlu görev olarak sadakalar/
kamunun gelirleri ancak fakirler, miskinler/ yoksullar, işsizler, o iş üzerine
çalışan görevliler/ kamu görevlileri, kalpleri İslâm'a ısındırılacaklar,
özgürlüğü olmayan köleler, ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler
[askerler, öğrenci ve öğretmenler], yolda kalmışlar içindir. Allah, her şeyi en
iyi bilendir ve en iyi yasa koyandır.
61
Yine onlardan bazıları, Peygamber'i inciten ve “O, kendisine söylenen
her şeyi dinleyip tasdik eden biridir!” diyen kimselerdir. De ki: “Sizin için bir
hayır kulağıdır; Allah'a inanır, mü’minlere inanır ve sizden iman edenlere de
bir rahmettir.” Ve Allah'ın Elçisi'ni inciten kimseler, acıklı bir azap kendileri
için olanlardır.
62
Sizi hoşnut etmek için, sizin için Allah'a yemin ederler. Bunlar, eğer
mü’min iseler Allah'ı ve Elçisi'ni razı etmeleri daha doğrudur.
63
Şüphesiz kim Allah ve Elçisi'yle boy ölçüşmeye kalkarsa, şüphesiz onun
için içinde sonsuza dek kalanlar olarak cehennem ateşi olduğunu bilmediler
mi? İşte bu, en büyük rüsvalıktır.
64
Münâfıklar, kalplerindeki şeyleri kendilerine haber verecek bir sûrenin
üzerlerine indirilmesinden çekinirler. De ki: “Siz alay edin! Şüphesiz Allah,
sizin çekindiğiniz şeyi ortaya çıkarandır.
65
Ve eğer onlara sorsaydın, kesinlikle, “Biz, sadece dalmıştık, oyun
oynuyorduk” diyecekler. De ki: “Allah, âyetleri ve Elçisi ile mi alay
ediyordunuz?”
66
Özür dilemeyin, siz “İman ettik” dedikten sonra kesinlikle küfrettiniz;
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddettiniz. Sizden bir kısmını affetsek
bile, şüphesiz kendileri günah işleyen kimseler oldukları için
azaplandıracağız.
67
Münâfık erkekler ve münâfık kadınlar birbirlerindendir; kötülüğü
emreder, iyilikten sakındırırlar ve ellerini sıkı tutarlar/ cimrilik ederler.
Allah'ı terk ederler de, Allah da onları terk ediverir. Gerçekten de münâfıklar,
hak yoldan çıkmış kimselerin ta kendileridir.
68
Allah, münâfık erkek ve münâfık kadınlara ve kâfirlere; Kendisinin
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere/ inanmayanlara, içinde temelli
kalanlar olarak cehennem ateşini vaat etmiştir. O, onlara yeter. Ve Allah,
onları dışlayıp rahmetinden mahrum bırakmıştır! Ve onlara kalıcı bir azap
vardır.
8
69
Siz de tıpkı kendinizden önceki, sizden daha güçlü-kuvvetli, mal ve
evlatça sizden daha varlıklı ve de paylarına düşen kadar yararlanan kimseler
gibisiniz. İşte siz de, sizden öncekiler paylarına düşen kadarıyla nasıl
yararlanmak istedilerse siz de onlar gibi payınıza düşen kadarıyla
yararlanmak istediniz. Siz de dalanlar gibi daldınız. İşte bunların, dünyada ve
âhirette amelleri boşa gitti ve işte bunlar, kayba/zarara uğrayıp acı çeken
kimselerin ta kendileridir.
70
Onlara, kendilerinden önceki kişilerin; Nûh'un toplumunun, Âd'ın,
Semûd'un, İbrâhîm'in toplumunun, Medyen ashâbı'nın ve alt-üst olmuş
kentlerin haberi gelmedi mi? Onlara elçileri açık delillerle gelmişlerdi. Ve
sonra Allah, onlara haksızlık eden biri değildi. Velâkin onlar, şirk koşmak
sûretiyle kendilerine haksızlık ediyorlardı.
71
İnanan erkekler ve inanan kadınlar; bunların bazısı bazılarının
koruyucu, yol gösterici yakınlarıdırlar. Bunlar herkesçe kabul gören iyi şeyleri
emrederler, tüm kötü şeylerden vazgeçirirler, salâtı ikame ederler [mâlî
yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları
oluşturur, ayakta tutarlar], zekâtı/vergiyi verirler, Allah'a ve O'nun Elçisi'ne
itaat ederler. İşte bunlar, Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz Allah, en
üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip
olandır, iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
72
Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, içinde sürekli kalanlar
olarak altlarından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde hoş
meskenler vaat etti. Allah'ın rızası ise daha büyüktür. İşte bu, çok büyük
kurtuluşun ta kendisidir.
73
Ey Peygamber! İnkârcılar ve münâfıklar ile çaba göster. Ve onlara karşı
sert ol. Onların barınma yerleri de cehennemdir. Ve o, ne kötü bir oluş yeri;
son duraktır!
74
Onlar, söylemediklerine, Allah'a yemin ederler. Hâlbuki onlar, küfrü;
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetme sözünü kesinlikle söylediler.
İslâmlaşmalarından sonra da kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddeden birileri oldular. Ve ulaşamadıkları, sahip olamadıkları şeyleri çok
istediler. Onlar sadece, Allah'ın ve Elçisi'nin mü’minleri Allah'ın
armağanlarından zenginleştirmiş olmasından kinlendiler. Artık, eğer
hatalarından dönerlerse kendileri için hayırlı olur. Eğer geri dururlarsa da
Allah, onları dünyada ve âhirette çok acıklı bir azap ile azaplandıracaktır.
Yeryüzünde onlar için bir koruyucu, yol gösterici yakın ve iyi bir yardımcı da
yoktur.
75
Ve onlardan bazıları, “Eğer Allah armağanlarından bize verirse,
kesinlikle bağışta bulunacağız ve kesinlikle iyilerden olacağız” diye Allah'a söz
veren kimselerdir.
76
Sonra, ne zaman ki Allah, onlara armağanlarından verir, onda cimrilik
ederler ve yüz çevirerek geri dururlar.
77
Sonunda Allah'a vaat ettikleri şeylerde sözlerini tutmadıkları ve yalan
söyledikleri için, O da Kendisiyle karşılaşacakları güne kadar kalplerinde
sürüp gidecek bir münâfıklık yerleştirerek onları cezalandırdı.
78,79
Şüphesiz onlar; mü’minlerden, sadakalardan kendi gönülleriyle
bağışta bulunanlara ve güçlerinin yettiğinden fazlasını bulamayanlara dil
uzatan, sonra da onlarla alay eden kimseler, Allah'ın, onların sırlarını ve
fısıltılarını bilip durduğunu ve şüphesiz Allah'ın bütün bilinmeyenlerin çok iyi
9
bilicisi olduğunu bilmediler mi? Allah, onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar
için çok acıklı bir azap vardır.
80
Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere
bağışlanma dilesen de yine Allah, onları bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah'ı
ve Rasûlü'nü kabul etmemeleri nedeniyledir. Allah, hak yoldan çıkmışlar
toplumuna kılavuzluk etmez.
81
O geri bırakılanlar/savaşa katılmayanlar, Allah'ın Elçisi'ne karşıt olarak
oturmalarıyla ferahladılar ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda çaba
harcamaktan hoşlanmadılar, bir de “Bu sıcakta savaşa çıkmayın” dediler. De
ki: “Cehennem ateşi daha sıcaktır.” Keşke iyice kavrayıp anlayabilselerdi.
82
Artık kazandıkları günahın cezası olarak, çok az gülsünler, çok çok
ağlasınlar.
83
Eğer Allah seni onlardan bir taifenin yanına döndürür de onlar çıkmak
için senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz, hiçbir zaman benimle beraber asla
çıkmayacaksınız. Ve hiçbir zaman benimle birlikte düşmanla
savaşmayacaksınız. Şüphesiz siz, ilkinde oturup kalmaktan hoşlanıyordunuz.
Artık geride kalanlarla beraber oturup kalın!”
84
Ve onlardan ölen biri için destek olma, onun kabrinin üzerine dikilme.
Şüphesiz onlar, kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden, O'nun
Elçisi'nin gerçek elçi olduğunu bilerek reddedenlerdir. Ve onlar, hak yoldan
çıkmış olarak ölmüşlerdir.
85
Onların malları ve evlatları da seni imrendirmesin. Allah, ancak onları
dünyada bunlarla cezalandırmayı ve onlar kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve
rabliğini bilerek reddeden biri iken canlarının güçlükle çıkmasını istiyor.
86,87
Ve “Allah'a iman edin ve Elçisi ile birlikte çaba harcayın” diye bir sûre
indirildiği zaman, onlardan güç [mal, mülk, evlat] sahibi olanlar senden izin
istediler ve “Bırak bizi oturanlarla beraber olalım” dediler. Geri kalanlarla
birlikte olmayı seçtiler. Onların kalpleri de damgalandı/ mühürlendi. Artık
onlar iyice kavrayıp anlamazlar.
88
Fakat Elçi ve O'nunla beraber olan inanmış kimseler mallarıyla,
canlarıyla çaba harcadılar. Ve işte onlar, bütün hayırlar kendilerinin
olanlardır. Ve işte onlar, durumu bozulmayan, kazançlı çıkanların ta
kendileridir.
89
Allah, onlar için, içinde sürekli kalanlar olarak, altından ırmaklar akan
cennetler hazırladı. İşte bu, o çok büyük kurtuluştur.
90
Bedevi Araplardan özür beyan edenler, kendilerine izin verilmesi için
geldiler. Allah'a ve Elçisi'ne yalan söyleyenler de oturup kaldılar. Bunlardan
Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden biri olan kimselere,
yakında çok acıklı bir azap dokunacaktır.
91,92
Allah ve Elçisi için samimi oldukları takdirde, zayıflara, hastalara ve
de harcamada bulunacak bir şey bulamayan kimselere, bir de kendilerini
bindiresin diye sana geldiklerinde, “Sizi üzerine bindirecek bir şey
10
bulamıyorum” dediğin zaman, Allah yolunda harcayacakları bir şey
bulamadıklarından dolayı üzülüp gözlerinden yaş döke döke geri dönüp giden
kimselere bir günah yoktur. İyilik-güzellik üretenler aleyhine bir yol yoktur.
Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
93
Yol, ancak zengin oldukları hâlde senden izin isteyen o kimselerin
aleyhinedir. Bunlar, geride kalanlarla birlikte olmaya razı oldular. Allah da
onların kalpleri üzerine damga/mühür bastı. Bundan dolayı onlar bilmezler.
94
Kendilerine döndüğünüz zaman size özür beyan edecekler. De ki: “Özür
beyan etmeyin. Size kesinlikle inanmayız. Allah bize, sizin haberlerinizden
önemli haberler verdi.” Bundan sonra da Allah ve Elçisi işinizi görecektir.
Daha sonra da görünmeyeni ve görüneni bilen Allah'a döndürüleceksiniz.
Sonra da O, size yapmış olduklarınızı haber verecektir.
95
Kendilerine döndüğünüz zaman, onlardan mesafelenmeniz için, size
Allah'a yemin edecekler. Siz de onlardan hemen mesafelenin. Şüphesiz onlar
kirlidir, pislenmiştir. Kazandıklarının cezası olarak varacakları yer de
cehennemdir.
96
Kendilerinden razı olasınız diye size yemin ederler. Artık eğer siz,
onlardan razı olursanız da, bilin ki Allah şüphesiz hak yoldan çıkmış o
kimseler toplumundan razı olmaz.
97
Bedevi Araplar, Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmama ve münâfıklık
bakımından daha çetin; Allah'ın, Elçisi'ne indirdiklerinin sınırlarını
bilmemeye/ öğrenmemeye daha yatkındırlar. Allah da, en iyi bilen, en iyi ilke
koyandır.
98
Bedevi Araplardan kimi de var ki, kamu yararına harcadığını zorla
ödenmiş borç sayar ve size belalar gelmesini bekler. –O çirkin bela kendi
üzerlerine!– Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
99
Yine bedevi Araplardan kimi de vardır ki onlar, Allah'a ve âhiret
gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri
sayar. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah, onları
yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok
örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.
100
Muhacir ve Ensar'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme
ile onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı
oldular. Ve Allah onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar
akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur.
101
Ve yanınızda bedevi Araplardan münâfıklar var. Medîne halkından da
münâfıklığa iyice alışmış olanlar var. Onları sen bilmezsin. Biz biliriz onları.
İki kez azap edeceğiz onlara, sonra da çok büyük bir azaba
döndürüleceklerdir.
102
Diğerleri de günahlarını itiraf ettiler. Sâlih bir amelle diğer kötüyü
karıştırdılar. Olur ki Allah, onların tevbelerini kabul eder. Şüphesiz Allah,
kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır,
engin merhamet sahibidir.
11
103
Onların mallarından sadaka al ki, sadaka ile kendilerini temizlersin ve
arındırırsın. Bir de onlara destek ol. Şüphesiz senin desteğin onlar için bir
huzurdur. Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.
104
Onlar Allah'ın, kullarından tevbeyi kabul ettiğini, sadakaları aldığını ve
Allah'ın tevbeleri çokça kabul eden, çok tevbe fırsatı verenin, çok merhamet
edenin ta kendisi olduğunu bilmediler mi?
105
Ve de ki: “Elinizden geleni yapın! Artık Allah, Elçisi ve mü’minler
işlerinizi görecektir. Ve siz, görünmeyeni ve görüneni bilen Allah'a
döndürüleceksiniz. Sonra O, işlemiş olduklarınızı size haber verecektir.”
106
Ve diğerleri, Allah'ın emrine bırakılmış olanlardır. O, ya kendilerini
azaplandırır ya da tevbelerini kabul eder. Ve Allah en iyi bilendir, en iyi yasa
koyandır.
107
Ve zarar vermek, küfür; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddetmek, Mü’minlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve
Elçisi'ne karşı savaş açmış; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olanlara gözcülük
etmek için mescit yapan şu kimseler, “Biz, en güzelden başka bir şey
istemedik” diye yemin de ederler. Allah da tanıklık eder ki şüphesiz bunlar,
kesinlikle yalancılardır.
108
Sen, o mescidin içinde sonsuza dek dikilme/görev yapma! İlk gününde
Allah'ın koruması altına girme üzerine kurulan mescit, elbette içinde görev
yapmana daha layıktır. Onun içinde arınmayı seven er kişiler vardır. Allah da
arınan kimseleri sever.
109
Peki, temelini Allah'ın koruması altına girme ve hoşnutluk üzerine
kurmuş olan kimse mi hayırlıdır, yoksa temelini yıkılmak üzere olan bir
uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte cehennemin ateşine yuvarlanan
mı? Ve Allah, şirk koşarak, küfrederek yanlış davrananlar; kendi zararlarına
iş yapanlar toplumuna kılavuz olmaz.
110
Onların kalpleri parça parça olmadıkça, o kurdukları temelleri,
kalplerinde bir kuşku olarak kalıp kaybolmayacaktır. Ve Allah, en iyi bilendir,
en iyi yasa koyandır.
111,112
Şüphesiz Allah, tevbe eden, kulluk eden, övgüde bulunan, seyahat
eden, Allah'ı birleyen, boyun eğip teslimiyet gösteren, herkesçe kabul gören iyi
şeyleri emreden, kötü olan her şeyden vazgeçiren, Allah'ın hududunu koruyan
inananlardan, canlarını ve mallarını şüphesiz cenneti onlara verme
karşılığında satın almıştır: Onlar, Allah yolunda savaşırlar; sonra öldürürler
ve öldürülürler. Bu, Allah'ın Tevrât, İncîl ve Kur’ân'daki gerçek bir vaadidir
Ve sözünü, Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alış-
verişle sevinin. Ve işte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. Ve mü’minlere
müjde ver!
113,114
Kendilerine, cehennem ashâbı oldukları iyice belli olduktan sonra
Peygamber'e ve iman etmiş kişilere, akraba bile olsalar, ortak koşanlar için
bağışlanma dilemek yoktur. İbrâhîm'in babası için bağışlanma dilemesi de
yalnızca ona vermiş olduğu bir sözden dolayı idi. Sonra onun, Allah için bir
12
düşman olduğu kendisine açıkça belli olunca ondan uzaklaştı. Şüphesiz
İbrâhîm, çok içli, çok halim birisi idi.
115
Allah, bir topluma doğru yolu gösterdikten sonra, Kendisinin koruması
altına girdirecek şeyleri kendilerine ortaya koymadıkça onları saptırmaz.
Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir.
116
Hiç şüphesiz Allah, göklerin ve yeryüzünün mülkü yalnızca Kendisinin
olandır. O, diriltir ve öldürür. Sizin için O'nun astlarından bir yol gösterici,
koruyucu yakın ve bir yardımcı yoktur.
117
Andolsun ki Allah, Peygamber'e ve en zor saatinde O'na uyan
Muhacirlere ve Ensar'a, kendilerinden bir kısmının kalpleri az kalsın kayacak
gibi olmuşken, tevbe nasip etti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti.
Şüphesiz O, onlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
118
Geri bırakılanlardan o üç kişinin de tevbelerini kabul etti. Öyle ki,
yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmeye başlamıştı, benlikleri de
kendilerini sıkıntıya sokmuştu. Allah'tan kurtuluşun, ancak Allah'a
sığınmakta olduğuna da iyice inanmışlardı. Sonra Allah, onlara dönmeleri için
tevbe nasip etti de tevbelerini kabul etti. Şüphesiz ki Allah, tevbeleri çokça
kabul eden, çok tevbe fırsatı verenin, çok merhametli olanın ta kendisidir.
119
Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın koruması altına girin ve doğru
kimselerle birlikte olun.
120,121
Medîne halkı ve bedevi Araplardan civardakiler için, Allah'ın
Elçisi'nden geri kalmaları ve O’nun canından evvel kendi canlarını
düşünmeleri olacak şey değildir. İşte bu, Allah yolunda isabet eden her
susuzluk, her yorgunluk ve her açlık, kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddedenleri öfkelendirecek olması,
ayak bastıkları her yer ve düşmana karşı elde ettikleri her başarı
karşılığında kendilerine kesinlikle sâlih bir amel yazılmış olması,
Allah yolunda yaptıkları küçük ve büyük her harcama ve geçtikleri her
vadi karşılığında, kesinlikle kendileri için, yaptıkları işin daha güzeliyle
Allah'ın kendilerini ödüllendirmesi yazılmış olması sebebiyledir. Şüphesiz
Allah, iyilik-güzellik üretenlerin ödülünü kaybetmez.
122
Mü’minlerin, önlem almaları için, hepsinin birden topyekün
ayrılmaları/ seferber olmaları da olmazdı. Öyleyse, dinde derin bilgi elde
etmeleri, toplumları kendilerine döndükleri zaman onları uyarmaları için
onların her kesiminden bir grubun ayrılmaması gerekmez miydi?
123
Ey iman etmiş kimseler! İnkârcılardan tehlike oluşturan kişiler ile
savaşın ve sizde bir sertlik bulsunlar. Ve şüphesiz Allah'ın, Kendi koruması
altına girmiş kimseler ile birlikte olduğunu biliniz.
124
Ve bir sûre indirildiği zaman, içlerinden bir kimse, “O indirilmiş sûre
hanginizi iman açısından güçlendirdi?” der. Fakat iman etmiş kimselere
gelince, o inen sûre, onları iman açısından ziyadeleştirmiştir; güçlendirmiştir
ve onlar sürekli olarak müjdelenip duruyorlar.
125
Kalplerinde bir hastalık olanlara gelince de; onların da pisliklerinin
içine pislik ilave etmiştir. Ve onlar, kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddeden birileri olarak ölmüşlerdir.
13
126
Onlar, her yıl bir veya iki kere şüphesiz kendilerinin acı olaylar ile
denendiklerini görmüyorlar mı? Sonra da tevbe etmiyor ve öğüt almıyorlar.
127
Bir sûre indirildiğinde, bazısı bazısına bakar: “Sizi bir kimse görüyor
mu?” Sonra sırt çevirir giderler. Gerçekten onlar, iyice anlayıp kavramayan
bir topluluk olmaları dolayısıyla, Allah onların kalplerini çevirmiştir.
128
Andolsun, içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size
düşkün, sadece inananlara çok şefkatli, kolaylık sağlayan, çok merhametli bir
elçi gelmiştir.
129
Buna rağmen eğer uzaklaşırlarsa hemen de ki: “Bana Allah yeter.
O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Ben, sadece O'na işin sonucunu havale
ettim O, çok büyük tahtın Rabbidir.”
TAHLİL:
1,2
Allah'tan ve Elçisi'nden ahitleştiğiniz ortak koşanlara bir ültümatom,
kesin uyarı:
“Artık yeryüzünde dört ay daha rahat dolaşın. Ve kesinlikle kendinizin,
Allah'ı âciz bırakan olmadığını ve kesinlikle Allah'ın, kâfirleri; Kendisinin
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseleri rezil-rüsva eden olduğunu
bilin.”
3,4
Ve “en büyük hac” günü, ortak koşanlardan antlaşma yaptığınız, size
hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiçbir kimseyle yardımlaşmamış
kimseler hariç, şüphesiz Allah'ın ve O'nun Elçisi'nin ortak koşan kimselerden
ilişiksiz olduğuna dair Allah'tan ve Elçisi'nden insanlara bir bildiri: “Artık
eğer hatadan dönerseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ve eğer sırt çevirirseniz o
zaman şüphesiz kendinizin, Allah'ı âcizleştiren olmadığını biliniz.” Kâfirlere;
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kişilere de acıklı bir azabı
müjdele! Artık siz de müddetlerine kadar kendilerine verdiğiniz sözlerinizi
tamamlayın. Şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri sever.
5
Şu dokunulmaz kılınmış aylar/hac ayları çıktığı zaman da o ortak
koşanları nerede bulursanız öldürün, onları yakalayın, hapsedin ve her
gözetleme yerinde onlar için oturun. Artık, eğer tevbe ederlerse, salâtı ikame
ederlerse [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma
kurumları oluşturur, ayakta tutarlarsa] ve zekâtı/vergilerini verirlerse artık
onların yollarını serbest bırakın. Şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok
örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.
6
Eğer ortak koşanlardan herhangi biri aman dilerse, Allah'ın kelâmını
dinlemesi için ona aman ver. Sonra onu güvenli yerine ulaştır. Bu, şüphesiz
onların bilmeyen bir toplum olmaları nedeniyledir.
7
Mescid-i Haram yanında antlaşma yaptıklarınız hariç, o ortak koşan
kimseler için Allah katında ve Elçisi katında herhangi bir antlaşma nasıl
14
olabilir? Artık onlar size karşı doğru durdukça siz de onlara karşı doğru olun.
Şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri sever.
8-10
Nasıl olabilir ki? Ve eğer onlar, size üstünlük sağlarlarsa, sizin
hakkınızda bir yemin ve antlaşma gözetmezler. Ağızlarıyla sizi hoşnut etmeye
çalışırlar, kalpleri ise dayatır. Ve onların çoğu hak yoldan çıkmış kimselerdir:
Onlar, Allah'ın âyetlerini çok az bir bedelle sattılar da Allah'ın yolundan
alıkoydular. Şüphesiz onlar, yapmış oldukları kötü olanlardır. Onlar, herhangi
bir mü’min hakkında yemin ve antlaşma gözetmezler. Ve işte bunlar, sınırı
aşanların ta kendileridir.
11
Bundan sonra eğer tevbe ederlerse, salâtı ikame ederlerse [mâlî yönden
ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturur,
ayakta tutarlarsa] ve zekâtı/vergilerini verirlerse, artık onlar dinde
kardeşlerinizdirler. Ve Biz âyetleri, bilen bir toplum için ayrıntılı olarak
açıklıyoruz.
12
Ve eğer verdikleri sözden sonra yeminlerini bozar ve dininize dil
uzatırlarsa, vazgeçmeleri için o, küfür; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddetme öncüleriyle hemen savaşın. Şüphesiz onlar için sözleşmeler diye bir
şey yoktur.
13
Yeminlerini bozan, Elçi'yi yurdundan çıkarmaya azmeden ve üstelik ilk
önce size karşı savaşa kendileri başlayan bir toplumla savaşmaz mısınız?
Yoksa onlara saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti mi duyuyorsunuz? Artık, eğer
mü’min iseniz, Allah, Kendisine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymaya
daha layık olandır.
14,15
Onlarla savaşın ki, Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın ve onları
rezil-rüsva etsin. Sizi de, onlara karşı muzaffer kılsın ve mü’min bir toplumun
göğüslerine şifa versin, göğüslerinin kinini gidersin. Allah, dilediğinin tevbesini
de kabul eder. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapandır.
16
Sizden çaba harcayanları, Allah'ın Elçisi'nden ve inananların
astlarından sırdaş/ can dostu edinmeyenleri Allah bildirmeden/ işaretleyip
göstermeden bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan çok iyi
haberi olandır.
17
Ortak koşanlar, kendilerinin küfrüne; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddedişlerine kendileri şâhit olup dururlarken Allah'ın mescitlerini
imar etmeleri söz konusu olamaz. İşte onlar, işleri boşa gitmiş kimselerdir. Ve
onlar, Ateş içinde sürekli kalacaklardır.
18
Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe inanan, salâtı
ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma
kurumları oluşturan-ayakta tutan], zekâtı/vergisini veren ve sadece Allah'a
saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kimseler açar ve yaşatırlar. Artık
işte onların, kılavuzlandıkları doğru yol üzere olan kimselerden olmaları
beklenir.
19
Siz, hac yapanın sularının tedarik edilmesini ve Mescid-i Haram'ın imar
edilmesini, Allah'a ve âhiret gününe iman eden ve Allah yolunda çaba gösteren
kimse gibi mi yapıyorsunuz? Bunlar, Allah katında eşit olamazlar. Ve Allah,
şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar toplumuna
kılavuzluk etmez.
15
28
Ey iman eden kimseler! Ortak koşan bu kimseler sadece bir pisliktirler.
Artık bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer
yoksulluktan/onların uzaklaşmasıyla kazanç kaybına uğramaktan
korktuysanız da Allah sizi dilediğinde armağanlar ile yakında
zenginleştirecektir. Şüphesiz Allah en iyi bilen, en iyi yasa koyandır.
29
Kendilerine Kitap verilenlerden, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan,
Allah'ın ve Elçisi'nin haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din
edinmeyen kimseler ile, alçalmış oldukları hâlde cizye verene kadar savaşın.
31
Onlar, Allah'ın astlarından bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu
Îsâ'yı kendilerine rabler edindiler. Oysa onlar sadece bir tek olan ilâha kulluk
etmekle emrolunmuşlardı. Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, ortak
koşanların ortak koştuğu şeylerden de arınıktır.
32
Onlar, Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki Allah,
sadece, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler hoş
görmeseler de Kendi nûrunu tamamlamaya dayatıyor.
Sûrenin ilk 35 âyeti, üç ayrı necmden oluşmaktadır. Birinci necm; 1-19, 28-29,
31-32. âyetlerden, ikinci necm 20-27. âyetlerden üçüncü necm de 30, 33-35 ve 24.
âyetlerden oluşmaktadır. Âyetlerin doğru anlaşılması için necmleri resmî
Mushaf'tan farklı tertip ettik.
Birinci necm olan 1-19, 28-29, 31-32. âyetler, Rasûlullah'ın sağlığında
Müslümanların uyguladıkları hacc ibâdetinin kapanış bildirileridir. Bu bildiriler
Allah'tan gelmiş ve Rasûlullah da bunları tebliğ etmiştir. Konuyu, Bakara sûresi'nde
haccı ve haccın bitimini konu alan âyetlerde açıklamıştık.
Buradaki âyetler gâyet açıktır. Yalnız, Enfâl sûresindeki şu ilkeyi hatırlatmakta
yarar vardır:
58
Eğer bir toplumdan; hâinlik yapmasından korkarsan, aynı şekilde antlaşmayı bozduğunu
kendilerine bildir. Şüphesiz Allah, hâin kimseleri sevmez.
(Enfâl/58)
Burada konu edilen ültimatomlar, işte bu ilâhî ilke kapsamında yapılmıştır.
Aksi hâlde anlaşmanın sona erdiği açıkça ilan edilmeksizin, antlaşma yapılmış bir
gruba savaş açmak ihanettir. Yaptıkları anlaşmaya rağmen İslâm aleyhine
komplolar düzenlemekte olan müşriklere karşı, artık anlaşmaların tek taraflı olarak
tanınmadığı bir deklarasyon yayınlanma gereği bundandır.
HACC-I EKBER GÜNÜ
Âyetteki, hacc-ı ekber [en büyük hacc] günü ifadesinin, “Arefe günü”, “kurban
bayramının birinci günü”, “Minâ'da kalınan bütün günler”, “hacc-ı kıran”, “bütün
hacc günleri”, “o yıl Müslümanlarla müşriklerin birlikte haccetmeleri”, “Yahûdi,
Hristiyan ve Mecusîlerin bayramlarının da o güne denk düşmesi”, bu güne, “ekber”
sıfatının verilmesi, o günde Ebû Bekr'in haccetmesi ve antlaşmaların bozulduğunun
ilan edilmesi sebebiyledir” gibi açıklamalar yapılmıştır. Bizce bu, Rasûlullah'ın
katılımı ile yapılan hacc olması nedeniyle “en büyük hacc”dır. Zira, Rasûlullah'ın
16
bulunmadığı hacc, Rasûlullah'ın da katılımıyla gerçekleşen hacc seviyesinde
olamaz.
Onaltı ayetteki “ya’leme” ifadesinin tahlili ile ilgili ayrıntılı bilgi Sebe/21. ayetin tahlilinde
verilmiştir.4
20
İman eden, hicret eden ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda çaba
gösterenler, Allah katında derece bakımından daha büyüktür. İşte bunlar,
kurtulanların ta kendileridir.
21,22
Onların Rabbi, onları Kendi katından bir rahmet, bir rıza ve içinde
sonsuz olarak kalmak üzere, içinde tükenmez nimetler bulunan kendilerine ait
cennetlerle müjdeler. Şüphesiz Allah, katında çok büyük ödül olandır.
23
Ey iman etmiş kimseler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana
karşılık küfürü; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeyi
seviyorlarsa, onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyiniz.
Sizden her kim de onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar kabul
ederse, artık işte onlar, yanlış davrananların; kendi zararlarına iş yapanların
ta kendileridir.
25
Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani
çokluğunuz size güven vermişti de onun size bir yararı olmamış ve yeryüzü
bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da arkanızı dönüp
kaçmıştınız.
26
Sonra Allah, Elçisi'nin üzerine ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden
güven ve yatışma duygularını/ morallerini içlerinde oluşturdu ve sizin
görmediğiniz ordular indirdi. Kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddeden kimseleri de azaba uğrattı. Ve işte bu, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını
ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin cezasıdır.
27
Sonra, bütün bu olup bitenlerin arkasından Allah, dilediği kimseye
dönüş nasip eder. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
Ayrı bir necm olan bu âyetlerde durumları konu edilen mü’minler onore edilip
nimetlerle müjdelenmektedir: İman eden, hicret eden ve mallarıyla, canlarıyla
Allah yolunda cihad edenler, Allah katında derece bakımından daha büyüktür. İşte
bunlar, kurtulanların ta kendileridir. Onların Rabbi, onları Kendi katından bir
rahmet, bir rıza ve içinde ebedî olarak kalmak üzere, içinde tükenmez nimetler
bulunan kendilerine ait cennetlerle müjdeler. Şüphesiz Allah, katında çok büyük
mükâfât olandır.
Daha sonra da mü’minlere dünya ve âhiret mutluluğunu yaşayabilmeleri için
yol gösterilmektedir: Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfrü
seviyorlarsa, onları velîler edinmeyiniz. Sizden her kim de onları velîleştirirse artık
işte onlar, zâlimlerin ta kendileridir.
4
Tebyinulkuran; clt ??? s. ????*
17
Bu talimatlardan sonra mü’minlere geçmişte yaşadıkları bazı olaylar
hatırlatılmıştır: Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani
çokluğunuz size güven vermişti de onun size bir faydası olmamış ve yeryüzü bütün
genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da arkası dönenler hâlinde kaçmıştınız.
Sonra Allah, Elçisi'nin üzerine ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve
yatışma duygularını; morallerini indirdi ve sizin görmediğiniz ordular indirdi.
Küfreden kimseleri de azaba uğrattı. Ve işte bu, o kâfirlerin cezasıdır. Sonra, bunun
[bütün bu olup bitenlerin] arkasından Allah, dilediği kimseye dönüş nasip eder. Ve
Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
30
Ve Yahudiler; “Uzeyr Allah'ın oğludur” dediler. Hristiyanlar da, “Mesih
Allah'ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözler olup,
güya bununla, daha önce yaşayan kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddeden kimselerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah, onlarla
savaşmıştır. Nasıl da döndürülüyorlar!
33
Allah, ortak koşanlar hoşlanmasa da, kendisini, Din'in; hepsinin üzerine
çıkarması için Elçisi'ni, doğru yol kılavuzu ve hak din ile gönderendir.
34
Ey iman etmiş kişiler! Şüphesiz, hahamlardan/ bilginlerden,
rahiplerden birçoğu kesinlikle insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah
yolundan saptırırlar. Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda
harcamayan/ başta kendi yakınları olmak üzere başkalarının nafakalarını
sağlamayan kimseler, hemen onlara acıklı bir azabı müjdele!
35
O gün, biriktirdikleri altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde
kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: “İşte bu kendi
canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi, şimdi tadın şu biriktirmiş
olduğunuz şeyleri!”
Bu âyet grubu da gâyet açıktır. Burada da Yahûdilerin yanlış inançları ve din
bilginlerinin karakterleri ifşa edilmektedir.
Kur’ân'da sadece burada geçen Uzeyr (Kitab-ı Mukaddes'te Ezra şeklindedir)
hakkında bilgi yer almaz. Biz Merhum Mevdûdî'nin tesbitine yer veriyoruz:
Uzeyr [Ezra], yaklaşık M.Ö 450 yıllarında yaşadı. Süleymân'ın vefatından sonra Bâbil'deki
esaretleri döneminde kaybolmuş olan Tevrât metinlerini ihya edici olarak ona büyük bir kutsiyet
atfettiler. O dereceye kadar ki, onlar şeriatları, adetleri ve dilleri [İbranice] hakkında bütün
bildiklerini yitirmişlerdi. Daha sora dağınık rivâyetler hâlinde bulunan Tevrât'ı yeniden toparlayıp
yazan ve şeriatlarını tekrar ihya eden Uzeyr (a.s) oldu. Bu hizmetlerinden dolayı Uzeyr [Ezra]
İsrâîloğulları'nın aşırı takdir ve saygısını kazanmıştı. Bu saygı dolayısıyla hakkında kullanılan
mübalağalı ifade, bazı Yahûdi mezheplerinin sapıtmasının ve onu “Allah'ın oğlu” sanmalarının
sebebidir.5
34-35. âyetlerde, haham ve rahiplerin durumuna dair bilgi verilmekte, 34.
âyette de bu uyarıya bağlı olarak, Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda
harcamayan kimseler; hemen onlara acıklı bir azabı müjdele! O gün, onların [altın
ve gümüşlerin] üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve
sırtları dağlanacak: “İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir.
Haydi şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri!” ifadesiyle, kenz yapanlar
kınanmaktadır. Onlar bâtıl yolla kazanıp biriktirdiklerini tedavüle de sokmamışlar,
hatta bunları insanların sapmaları yönünde kullanmışlardır.
5
Mevdûdî, Tefhîmu'l-Kur’ân.
18
24
De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz,
akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından
ürperdiğiniz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah'tan, O'nun Elçisi'nden
ve O'nun yolunda çaba harcamaktan daha sevimli ise, artık Allah, emrini
getirinceye kadar bekleyiniz. Ve Allah, hak yoldan çıkmışlar toplumuna
kılavuzluk etmez.
Bağımsız bir necm olan bu âyette, Allah yolunda savaşma hususunda gevşek
davranan mü’minler uyarılmaktadır.
22
Allah'a ve âhiret gününe inanan bir topluluğu, Allah'a ve Elçisi'ne sınırı aşmaya uğraşanlarla
karşılıklı sevgi bağı kurmuş hâlde bulamazsın. Bunlar, onların ister babaları olsun, ister çocukları
olsun, ister kardeşleri olsun, ister akrabaları olsun. Onlar, Allah'ın, kalplerine imanı yazdığı ve
kendilerini Kendisinden olan vahiy ile desteklediği kimselerdir. Ve Allah onları, sürekli kalanlar
olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Allah, onlardan hoşnut olmuştur, onlar da
O'ndan hoşnut olmuşlardır. İşte bunlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gözünüzü açın! Allah'ın taraftarları,
başarıya ulaşanların ta kendileridir.
(Mücâdele/22)
36
Şüphesiz Allah katında; gökleri ve yeri oluşturduğu günkü Allah'ın
yazısında ayların sayısı, ay olarak on ikidir. Bunlardan dördü dokunulmaz
kılınmıştır. İşte bu koruyan dindir. Bu nedenle dokunulmaz aylarda
kendinize haksızlık etmeyiniz. Ve sizinle toptan savaşan ortak koşanlarla siz
de toptan savaşın. Ve şüphesiz Allah'ın, Kendisinin koruması altına girmiş
kişiler ile beraber olduğunu bilin.
37
O “Nesi”, ancak küfre; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedişte
fazlalıktır ki, onunla kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş
kimseler şaşırtılır; Allah'ın haram kıldığının sayısına uydursunlar da Allah'ın
haram kıldığını helâl kılsınlar diye, onu bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar.
Kendilerine amellerin kötülüğü süslenip güzel gösterildi. Ve Allah, kâfirler;
Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler toplumuna kılavuzluk
etmez.
Bu âyetlerde haccın [en üst düzeydeki uluslararası eğitim ve öğretimin]
önemine dikkat çekilmekte ve hacc yapmamanın, ertelemenin zararları konu
edilmekte ve evrenin yaratılışından bu yana ayların sayısının 12 olduğu, bunlardan
4'ünün haram [dokunulmaz/özerk eğitim-öğretim ayı] olduğu ve bu ilkenin sağlam
bir din olduğu ifade edilmektedir. Öyleyse insanlar, özellikle de Müslümanlar
senenin dört ayını, yüksek düzeyde uluslararası eğitim-öğretimle geçirmeli ve bu
süre içinde barış, huzur ve sükunet sürdürülmelidir.
37. âyette, nesî’ ile haram ay ilkesini sulandırma, sulandıranların durumu ve
bunların âkıbetleri bildirilmiştir.
“Erteleme, geciktirme” demek olan ‫النسيئ‬ [nesî’], Arapların haram aylara riâyet
etmekten kaçınmalarını, yozlaştırma çabalarını ifade eder. Bu konuyu da Merhum
Mevdûdî ve Kurtubî'nin tesbitleriyle sunuyoruz:
Putperest Araplar nesî’ uygulamasını iki şekilde yapıyorlardı. Ne zaman işlerine gelse bir
haram ayı; kendi arzularına göre savaş ve intikam için adam öldürmenin helâl olduğu normal bir ay
gibi kabul ediyorlardı. Daha sonra haram ayların sayısında oluşan eksikliği tamamlamak üzere, bu
ayın yerine başka bir ayı haram ay ilan ediyorlardı.
19
Nesî’nin ikinci şekli ise, ay yılı ile güneş yılını dengeye getirmek için yıla bir ay daha
eklemeleriydi. Böylece hacc, her yıl aynı mevsime denk geliyor ve haccı ay yılına göre tayin etme
sırasında karşılaşılan tüm güçlük ve zahmetlerden kurtulmuş oluyorlardı. Bu şekilde hacc 33 yıl
boyunca gerçek târihinden başka bir târihte yapılmış oluyordu. Ancak 34. yılda hacc olması
gereken târihte Zi'l-Hicce'nin 9 ve 10'unda ifa edilebiliyordu. Hz. Peygamber'in (s.a) Veda haccı'nı
yaptığı yıl, târihler bu şekilde dönerek, ay takvimine göre gerçek hacc mevsimine denk gelmişti.
Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a) Arafat'taki târihî hutbesinde şöyle demişti: “Bu yıl hacc günleri,
uzun müddet devir yaptıktan sonra gerçek ve tabii târihine rastladı.” H. 9. yılda Veda haccı'ndan
beri de hacc günleri, asıl târihine denk gelmekte, ay takvimine göre belirlenmektedir.6
ARAPLARIN NESÎ’ [AYLARI ERTELEME] UYGULAMASI
Araplar Muharrem ayında savaşı haram kabul ediyorlardı. Muharrem ayında savaşmak
ihtiyacını duyacak olurlarsa, onun yerine Safer ayını haram ay kabul eder ve Muharrem ayında
savaşırlardı. Buna sebep ise şudur: Araplar savaş ve talanla uğraşan kimselerdi. Ardı arkasına
baskın ve talan yapmadan üç ay beklemek onlara ağır gelirdi ve şöyle derlerdi: “Eğer üç ay arka
arkaya biz hiçbir baskın ve talan yapmaksızın (ve bunun sonucunda) bir şeyler elde etmeksizin
geçirecek olursak, hiç şüphesiz telef olur gideriz.” O bakımdan, Minâ'dan ayrıldıkları vakit
Kinaneoğulları'ndan Fukaymoğulları'na mensup ve el-Kalemmes diye bilinen birisi kalkar ve, “Ben
hükmüne karşı itiraz olunmayan birisiyim” derdi. Bunun üzerine onlar da, “Bize (haram ayı) bir ay
ertele” derlerdi. Yani, “Bu Muharrem ayının haramlığını ertele ve bunu Safer ayına koy” derler, o
da bunun üzerine Muharrem ayını kendilerine haram olmaktan çıkartır, helâl kılardı. Onlar
böylelikle bir ay yerine başka bir ayı değiştiriyorlardı, nihâyet bu haram kılma işi yılın bütün
aylarını dönüp dolaştı. İslâm hâkim olduğunda ise, Muharrem, yüce Allah'ın o ayı yerleşmiş olduğu
asıl yerine dönmüş oluyordu.7
Âyette, Bunlardan dördü harâmlardır. İşte bu koruyan dindir. Bu sebeple
onlarda [haram aylarda] kendinize zulmetmeyiniz uyarısıyla, bu aylarda savaştan
kaçınmayanların ve hacca [ileri derecede eğitime] önem vermeyenlerin kendilerine
zulmedecekleri; dinî, askerî, siyasî ve iktisadî yönden kendi sonlarını
hazırlayacakları ihtar edilmektedir.
Burada verilen mesaj, on iki ayın dördünün mutlaka eğitim ve öğretim ayı
yapılması, bunun sulandırılmamasıdır.
38
Ey iman etmiş kişiler! Ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa çıkın
denildiği zaman yere ağırlaşıp kaldınız/çakılıp kaldınız. Âhiretten cayıp basit
dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama âhrettekine göre, bu basit dünya
hayatının kazanımı pek azdır.
39
Eğer savaşa çıkmazsanız, Allah sizi acıklı bir azap ile azaplandırır ve
yerinize başka bir toplumu getirir ve siz O'na zarar diye bir şey veremezsiniz.
Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.
40
Eğer siz, Elçi'ye yardım etmezseniz, bilin ki Allah O'na kesinlikle yardım
etmiştir. Hani o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş
kişiler, o'nu ikinin ikincisi olarak çıkarmışlardı. Hani ikisi mağarada idiler.
Hani O, arkadaşına “Üzülme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir” diyordu.
Bunun üzerine Allah, O'nun üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma
duygularını/morallerini içlerine koymuş, O'nu sizin görmediğiniz askerlerle
güçlendirmiş ve kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden
kişilerin sözünü en alçak yapmıştı. Allah'ın kelimesi de en yücenin ta
kendisidir. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün
olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapandır.
6
Mevdûdî, Tefhîmu'l-Kur’ân.
7
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
20
41
Hafif teçhizatla ve ağırlıklı olarak savaşa çıkın ve mallarınızla,
canlarınızla Allah yolunda gayret gösterin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha
hayırlıdır.
42
Eğer sefer, yakın bir kazanç ve sıradan bir sefer olsaydı, onlar kesinlikle
seni izlerlerdi. Fakat o yapılması zor olan iş kendilerine uzak geldi. Bununla
beraber, “Bizim de gücümüz yetseydi, kesinlikle sizinle beraber elbette
çıkardık” diye Allah'a yemin edecekler –kendilerini yıkıma uğratıyorlar– ve
Allah biliyor ki onlar, kesinlikle yalancı kimselerdir.
43
Allah, seni affetti. Doğru kimseler, sana iyice belli oluncaya ve sen
yalancıları bilinceye kadar, niçin onlara izin verdin?
44
Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler, mallarıyla ve canlarıyla çaba
harcamaya senden izin istemezler. Ve Allah, o Kendi koruması altına girmiş
kimseleri en iyi bilendir.
45
Senden izin isteyenler, sadece Allah'a ve âhiret gününe inanmayan ve
kalpleri şüpheye düşüp de şüphelerinin içinde bocalayıp duran kişilerdir.
46
Ve eğer çıkışı isteselerdi, kesinlikle çıkış için birtakım hazırlık
yaparlardı. Fakat Allah, onların gönderilmelerini hoş görmedi de onları
yoldan alıkoydu. –Ve “Oturun oturanlarla beraber!” denildi.–
47
Eğer sizin içinizde çıkmış olsalardı, sadece bozgunculuğu artıracaklardı
ve kesinlikle aranıza sosyal yangın sokmak için koşacaklardı. İçinizde onlara
kulak verecekler de vardı. Ve Allah, o yanlış davrananları; kendi zararlarına
iş yapanları çok iyi bilendir.
48
Andolsun ki onlar, bundan önce de insanları dinden çıkarmak istediler
ve sana türlü işler çevirdiler. Sonunda hak geldi ve onlar istemedikleri hâlde
Allah'ın emri açığa çıktı.
49
Onlardan bazı kimseler, “Bana izin ver, beni sosyal yangına
düşürme/başımı belaya sokma!” derler. Gözünüzü açın! Onlar sosyal
yangının içine düştüler. Cehennem de kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddeden o kimseleri çepeçevre kuşatıcıdır.
50
Eğer sana bir iyilik dokunursa fenalarına gider. Eğer sana bir musibet
dokunursa, “Biz kesinlikle tedbirimizi önceden almıştık” derler. Ve onlar,
sevinenler olarak yan çizip giderler.
51
De ki: “Hiçbir zaman bize Allah'ın bizim için yazdığından başkası
dokunmaz. O, bizim mevlamızdır. Onun için mü’minler, yalnızca Allah'a işin
sonucunu havale etsinler.”
52
De ki: “Siz, bize iki güzelliğin birinden başkasını mı gözetirsiniz? Biz ise
size, Allah'ın Kendi katından veya bizim elimizle bir azap indirmesini
gözetiyoruz. Haydi, siz gözetedurun, şüphesiz biz de sizinle beraber
gözetenleriz.”
21
53
De ki: “İsteyerek veya istemeyerek Allah yolunda harcama yapın; sizden
hiçbir zaman kabul edilmeyecektir. Şüphesiz siz, hak yoldan çıkanların
toplumu oldunuz.”
54
Ve onların yaptıkları harcamaların kendilerinden kabul olunmasına,
sadece, onların küfretmesi; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddetmeleri, O'nun Elçisi'nin gerçek elçi oluşunu bilerek reddetmeleri ve
salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya; toplumu aydınlatmaya]
sadece tembel tembel gitmeleri, Allah yolunda harcamalarını da ancak
istemeyerek yapmaları engel oldu.
55
Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak Allah,
bunlarla, onları basit dünya yaşamında cezalandırmak, onlar kâfir; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri iken canlarını çıkarmak
istiyor.
56
Sizden olmadıkları hâlde, şüphesiz kendilerinin kesinlikle sizden
olduğuna dair Allah'a yemin de ederler. Velâkin onlar, korkup duran bir
topluluktur.
57
Eğer onlar, sığınacak bir yer veya barınacak mağaralar veyahut
girilecek bir delik bulsalardı, kesinlikle başlarını dikerek o tarafa doğru
yönelirlerdi.
58
Onlardan bazıları da, sadakalar hakkında sana dil uzatan kimselerdir.
Ki, o sadakalardan kendilerine verilmişse hoşnut olurlar, verilmemişse hemen
öfkeleniverirler.
59
Ve keşke onlar, Allah ve Elçisi'nin kendilerine verdiğine razı olsalardı.
Ve “Bize Allah yeter. Allah, yakında bize armağanlar verecektir, Elçisi de.
Şüphesiz biz, sadece Allah'a rağbet edenleriz” deselerdi.
Bu âyetlerde mü’minlere sitem edilmekte, münâfıkların ve keyif düşkünü
kimselerin davranışları kınanmakta ve Müslümanlara; herhangi bir özür beyân
etmeden ağır ve hafif olarak her şartta Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad
etmeleri emredilmektedir.
Mü’minler bu konularda daha evvel de uyarılmışlardı:
2,3
Ey iman etmiş kimseler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız
şeyleri söylemeniz, Allah katında cezayı gerektiren büyük bir suç/ günah olarak belirlendi.
4
Şüphesiz Allah, Kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf saf olarak savaşan kimseleri
sever.
(Saff/2-4)
Târihî bilgi ve belgelere göre burada Tebük seferine işaret edilmektedir.
Âyetlerin iyi anlaşılması açısından Tebük seferiyle ilgili ansiklopedik düzeyde bilgi
vermek istiyoruz:
TEBÜK SEFERİ
22
Tebük seferi, hicrî 9. yılda, Şam'da toplanan 40.000 kişilik Bizans ordusuna
karşı çarpışmak üzere Medîne'den Şam'a doğru düzenlenen askerî bir harekettir.
Tebük, Medîne ile Şam'ın ortasında, suyu ve hurmalıkları bol olan bir yerin
adıdır. Seferin son noktası orası olması nedeniyle bu sefer, “Tebük seferi” veya
“Tebük gazası” diye isimlenmiştir.
SEFERİN NEDENİ
Sûriyeli Hristiyanlar, Bizans İmparatoru Heraklius'a bir mektup yazar;
Muhammed'in öldüğünü, Müslümanların da kıtlık ve yokluk içinde perişan
olduklarını, üzerlerine asker gönderilirse, onları dinden döndürmenin, kendi
dinlerine katmanın, gerekirse yok etmenin tam zamanı olduğunu bildirirler.
Bunun üzerine Bizans kralı, Müslümanlara karşı 40.000 kişilik bir orduyu yola
çıkarır. Bazı Arap kabileleri de Bizanslılarla işbirliği yaparlar.
Durum, Medîne'ye; Rasûlullah'a ulaşır. Mü’minler hazırlığa davet edilirler.
Kadın-erkek, zengin-fakir herkes imkânları nisbetinde katkıya koşar.
İklim şartları; sıcaklık, kuraklık, kıtlık, uzaklık ve güçlü düşman bu seferin
“güç ve zor bir sefer” olacağını göstermektedir. Nitekim bu sefer, sûrenin 117.
âyetinde “saatu'l-usrat” [en zor saat] olarak nitelenmektedir.
Müslümanlar canlarıyla başlarıyla bu sefere katkıda bulunmaya çalışırken
münâfıkların kimisi, “Muhammed, Roma devletini oyuncak mı sanıyor? Onun
ashâbıyla birlikte yakalanıp esir olacaklarını gözümle görmüş gibi biliyorum”
diyerek Müslümanların moralini bozmaya çalışıyorlardı. Bunlardan bir kısmı da
Rasûlullah'tan bu sefere katılmamak için izin istediler. Rasûlullah da onlara izin
verdi. Kimi münâfıklar da ganimet umuduyla Tebük ordusuna katıldı. Bunlar,
gittikleri yerlerde bozgunculuk yapmaktan geri durmadılar.
Rasûlullah, yaklaşık 10.000 kişilik bir ordu hazırladı ve Şam'a doğru yola çıktı.
On sekiz yerde konaklandı, on dokuzuncu konaklama yeri Tebük oldu.
Tebük'e geldikten sonra Şam üzerine yürünüp yürünmemesi konusunda
Rasûlullah askerleriyle istişare etti. Rasûlullah'a, “Eğer gitmekle emrolunduysan
git” dediler. Rasûlullah, “Eğer bu konuda Allah tarafından emrolunmuş
bulunsaydım, size danışmazdım” diyerek iyi bir ders verdi.
Hazırlıklı, düzenli ve her çeşit savaş riskini göze alarak Bizans'ın üzerine;
Tebük'e kadar gelmeleri, güç dengesini psikolojik bakımdan Müslümanların lehine
çevirdi, düşman askerlerinin kalbine korku düşürdü. Hicaz'a saldırıp yakıp yıkmak
üzere yola çıktıkları Müslümanlarla savaşmayı göze alamadılar.
Artık amaca ulaşılmıştı. Daha fazla ileri gidip kan dökmeye ihtiyaç yoktu.
Çünkü Şam yöresini fethetme amacıyla da yola çıkılmamıştı.
Rasûlullah ve ordusu Tebük'te yirmi gün kadar kaldıktan sonra Medîne'ye
döndü. Çünkü Bizans ordusu saldırmaya cesaret edememiş ve amaca ulaşılmıştı.
23
Bu seferde, savaş olmamış fakat askerî ve siyasî açıdan önemli kazanımlar elde
edilmiştir.
Bu sefer ile ilgili bir başka dikkat çeken nokta da, samimi mü’min olmasına
rağmen ihmal nedeniyle bu sefere katılmamış olan Ka‘b b. Mâlik, Mirâre b. Rabî ve
Hilâl b. Ümeyye isimli Müslümanların durumlarının bu sûrede; 102-118. âyetlerde
yer almasıdır. Sûrenin “Tevbe” adı da, bu kişilerin tevbelerinin kabulünden
gelmektedir.
Bu pasajda yer alan âyetlerle ilgili bazı noktalar üzerinde duracağız.
55. âyette, Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak
Allah, bunlarla, onları basit yaşamda cezalandırmak, onlar kâfir iken benliklerini
çıkarmak istiyor buyurularak, Rasûlullah ve dolayısıyla da mü’minler
uyarılmışlardır. Peygamberimizi destekleyen ve o'nu teselli eden bu âyetler,
öncelikle Peygamberimizin eğitilmesine yöneliktir. Allah, Elçisi'nden, kendisine
verilen nimetlerin daha hayırlı olması sebebiyle, başkalarında olan mala, mülke,
makama, mevkiye özenmemesini istemekte, mü’minlere merhametli davranmasını
ve kendisinin sadece bir uyarıcı olduğunu söylemesini emretmektedir, ki bu uyarı
daha evvel de yapılmıştı:
131
Ve kendilerini imtihan etmek için, basit dünya hayatının süsü olarak, onlardan kimi çiftleri
kendileriyle yararlandırdığımız mal, mülk, evlat ve saltanata sakın gözlerini dikme/rağbetle bakma.
Ve Rabbinin rızkı daha iyi ve daha süreklidir.
132
Ve ehline salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı]
emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni Biz rızıklandırıyoruz.
Akıbet, “Allah'ın koruması altında olma” içindir.
(Tâ-Hâ/131-132)
196,197
Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişilerin beldelerde
dolaşmaları, çok az bir kazanım, sakın seni aldatmasın. Sonra onların varacakları yer cehennemdir ve
o, ne kötü bir yataktır!
(Âl-i İmrân/196-197)
Küfredenlere bu malın veriliş nedenleri de şöyle açıklanmaktadır:
54
Sen, şimdi onları bir zamana kadar sapkınlıkları ile başbaşa bırak!
55,56
Onlar, kendilerini hayırlarda koşturalım diye, kendilerine maldan ve oğullardan bir şeyler
vermekte olduğumuzu mu sanıyorlar? Tam tersi, işin farkına varamıyorlar.
(Mü’minûn/54-56)
85
Onların malları ve evlatları da seni imrendirmesin. Allah, ancak onları dünyada bunlarla
cezalandırmayı ve onlar kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden biri iken canlarının
güçlükle çıkmasını istiyor.
(Tevbe/85)
Konumuz olan âyet ve bu âyeti destekleyen diğer âyetlerden anlaşıldığına göre
mal ve evlat nimet olmasının yanısıra azap sebebi de olabilmektedir. Bunun nasıl
olduğuna gelince:
Müslüman, mal ve evlâtların kendisine Rabbi tarafından verilmiş emânetler
olduğunu ve bunlarla imtihan edildiğini bilir ve bunların dünya hayatının süsü
olduğuna, esas hayırlı olanların ise âhirette kendisine verileceğine inanır. Kısaca
Müslüman emânetçidir. Bu nedenle onları kaybettiği zaman, “Allah verdi, Allah
24
aldı” diyerek teslimiyet gösterir. Eğer bunlar, Rabbi ile kendi arasına girecekse,
bunlar olmasın daha iyi diye düşünür.
Kâfir için ise mal-mülk her şeydir, nihâi gâyedir; zira o malı ve parası kadar
adamdır, oğulları nisbetinde güçlüdür.
İnsan, çok sevdiği ve amaçladığı herhangi bir şey için çok gayret sarf eder.
Amacına ulaştığında ise onu muhafaza etmeye çalışır, kaybetmek korkusuyla yaşar.
Amacı çok mal ve çocuk olan kimse de onları kaybetmekten korkar,
kaybettiğinde onların acısıyla yanar tutuşur. Her iki hâlde de azap içinde olur.
Mal kazanmak ve evlât büyütmek çok meşakkatli olmasının yanı sıra, onları
korumak da kolay değildir. Bu nedenle kimi insanlar, azalmasından korktukları için,
yemek ve vermek şöyle dursun, koklamazlar bile. Kısacası malları onlara yük ve
azaptır. Müslüman ise zekât, sadaka, infak yoluyla malını Allah yolunda harcar,
şehit olması için evladını cepheye gönderir.
Konumuz olan âyette, Rasûlullah'tan imrenmemesi istenenler münâfıklardır. Mal
ve evladın münâfıklara nasıl bir azap aracı olacağına gelince:
Mü’minler, dünya için değil âhiret için yaratıldıklarını bildikleri için dünyaya,
dünya malına ve evlada sevgileri zayıftır. Mutluluğun sadece dünyada mal ve evlât
ile olduğuna inanan münâfıkların ise bunlara sevgisi ve rağbeti çok; bunları
kaybetmeleri hâlinde duyacakları elem ve acıları fazla olur. Ölüm yaklaştığında da
bu elem ve acılar daha da artar. İşte azabın bu çeşidi, mala ve evlada olan sevgileri
sebebiyle daha dünyada iken onların başına gelir.
Rasûlullah'a buğz etmelerine rağmen münâfıklar, o'na hizmet için mecburen
mallarını, canlarını ve çocuklarını seferber ediyorlardı. Şüphe yok ki bu, onlar için
bir azaptı.
Münâfıklar, rezil ve rüsvay edilmekten, nifak ve küfürlerinin ortaya çıkıp
Rasûlullah'ın kendilerini öldürmeye, çoluk-çocuklarını esir etmeye ve mallarını
ellerinden almaya yönelmesinden korkuyor, inen her âyetle rezilliklerinin ortaya
çıkmasından endişe ediyorlardı. Yine, Hz. Peygamber onları her çağırdığında,
yaptıkları hile ve kötülüklere O'nun vâkıf olmuş olacağından korkuyorlardı. Kısacası
diken üstünde duruyorlar; her an yakalanma korkusu içinde olan bir hırsız, her an
yalanı ortaya çıkacak olan bir yalancı gibi tedirgin yaşıyorlardı. İşte bütün bunlar,
onların kalplerinin çok acı duymasına ve çok azap çekmelerine sebep oluyordu.
Bazı münâfıkların mü’min ve muttaki çocukları olmuştur; Hanzala b. Ebî Âmir
ve Abdullah b. Ubey gibi. Çocukları mü’min ve muttaki olan münâfıkların duyacağı
elem, sıkıntı ve kederi düşünün. İşte böylece evlât onlar için azap vesilesi olur.
Sahabenin yoksul ve güçsüzleri, savaşlara katılarak, Rasûlullah'ın hizmetine
koşuyor; şerefli bir nam, büyük bir övgü elde ediyor, birçok da ganimete nail
oluyorlardı. Münâfıklar ise, çok olan mallarına ve güçlü kuvvetli evlâtlarına rağmen,
adeta yatalak, zayıf ve güçsüz kimseler gibi evlerinde kalakalıyor, herkes onlara hınç
ve istihza ile bakıyordu. Böylece mal ve evlât çokluğu, onların itibarsız ve şerefsiz
olmalarına sebep oluyordu. Dünyada bundan daha kötü bir azap ise düşünülemez.
58-59. âyetlerde, Onlardan bazıları da, sadakalar hakkında sana dil uzatan
kimselerdir. Ki, o sadakalardan kendilerine verilmişse hoşnut olurlar, verilmemişse
hemen öfkeleniverirler buyurularak, Rasûlullah'ı eleştirmeye kalkışanlar konu
edilmişlerdir. Bunların kimliğiyle ilgili şu bilgiler ulaşmıştır:
Ebû Sa‘îd (r.a) şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a), mal taksim ediyordu. Derken o'nun
yanına, Mikdâd ibn Zî'l-Huvaysıra, et-Temîmî denilen, Hurkûs ibn Züheyr –ki Hurkûs (daha sonra)
25
Hâricîlerin reisi olmuştur– gelir, “Adil ol yâ Rasûlallah” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a),
“Yazıklar olsun sana, ben adalet yapmazsam kim yapar?” deyince, bu âyet nâzil olur.8
Bu kimselerle ilgili olarak, Ve keşke onlar, Allah ve Elçisi'nin kendilerine
verdiğine razı olsalardı. Ve “Bize Allah yeter. Allah, yakında bize lütuf verecektir,
Elçisi de. Şüphesiz biz, sadece Allah'a rağbet edenleriz” deselerdi buyurularak, bu
kişilerin Allah ve Rasûlü'nü iyi tanıyamadıkları açıklanmıştır.
60
Kesinlikle, Allah tarafından bir taksim/zorunlu görev olarak sadakalar/
kamunun gelirleri ancak fakirler, miskinler/ yoksullar, işsizler, o iş üzerine
çalışan görevliler/ kamu görevlileri, kalpleri İslâm'a ısındırılacaklar,
özgürlüğü olmayan köleler, ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler
[askerler, öğrenci ve öğretmenler], yolda kalmışlar içindir. Allah, her şeyi en
iyi bilendir ve en iyi yasa koyandır.
Daha önce, sadakalar konusunda Rasûlullah'ı eleştiren saygısız, bencil kişiler
konu edilip onlara tavsiyelerde bulunulmuştu. Burada ise bu vesileyle, sadakaların
kimlere verilmesi gerektiği bildirilmektedir.
SADAKA
‫الصدقة‬ Sadaka, kamu hizmeti karşılığı (İstifade teorisi) veya duruma göre el
koyarak (İktidar teorisi) kamuya gelir olarak alınan değerlerdir; vergilerdir.
Sadakaya, müminlerin Allah'ın emirlerine uymadaki sadakatlerini gösterdiği
için "sadaka" denilmiştir. Çoğulu ‫الصدقات‬sadakât'tır.
Sadaka; mümin, Müslüman, münafık, Yahudi vs. tüm vatandaşlardan alınır.
Zekâtı ise sadece müminler verirler. Zira müminlerin devletinin varlığına, ayakta
tutulmasına dış destek gelirse iğfâl gerçekleşip o devlet yozlaşmaya mahkûm olur,
devleti varlığı ve bekası, fertlerin özgürlüğü tehlikeye girer.
Sadakanın mahiyeti ve meşruiyeti aşağıdaki ayetlerde açıkça beyan edilmiştir.
103
Onların mallarından sadaka al ki, sadaka ile kendilerini temizlersin ve
arındırırsın. Bir de onlara destek ol. Şüphesiz senin desteğin onlar için bir
huzurdur. Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir. (Tevbe/103)
12
Ey iman etmiş kişiler! Elçi ile fısıldaşacağınız [baş başa konuşacağınız, özel
hizmet alacağınız] zaman, bu fısıldaşmanızdan önce hemen bir sadaka veriniz. Bu,
sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Böyle olmasına rağmen eğer bir şey
bulamazsanız, artık şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
13
Başbaşa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten korktunuz mu? İşte,
yapmadınız. Ve Allah, sizin bilinçle hatadan dönüşünüzü kabul etti. Artık salâtı
ikame edin [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma
kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/verginizi verin, Allah'a ve elçisine itaat
edin. Ve Allah, yaptıklarınıza en çok haberi olandır. (Mücadele/ 12, 13)
8
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
26
Sadaka, –sadaka ayetlerinde görüleceği gibi– kamu hizmetleri için harcanan
aynî ve nakdî değerlerdir. Burada konu edilen, Rasûlullah'ın şahsına verilecek bir
yardım değildir. Zira tüm peygamberler gibi peygamberimizin de ücret, sadaka
alması yasaklanmıştır.
Bu ayetlerde, kamu görevlileri ile ilişkiler konusunda belirli ilkeler
öngörülmektedir. Kamudan özel bir talebi olanlar sadaka vermelidirler (şimdiki
devlet dairelerindeki hizmete karşılık alınan harç örneği). Böylece, özel
meselelerinin çözüme kavuşturulması ile birlikte ihtiyaç sahiplerine verilmek ve
umumi maslahatlar için kullanılmak üzere gelir sağlanacaktır.
• Ayetin son bölümündeki, Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet
bulamazsanız artık şüphesiz Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir ifadesinden, sadaka
vermenin bir zorunluluk olmayıp henüz hazmetme sürecindeki müminlerin
alıştırılmasına, eğitilmesine yönelik bir tavsiye olduğu anlaşılıyor.
Devletin idamesi ve bekası için kamuya mali destek şarttır.
HAVAİCİ ASLİYE (Kişinin Zorunlu Gereksinimleri)
Modern vergide olduğu gibi, Îslâm’da da vergileri devlet alır. Müminlerin
devleti, fazla vergi alarak mükellefi, noksan vergi alarak devleti tehlikeye
sokmamalıdır.
Allah, mallardan belirli bir miktarı “kişiyi ayakta tutan” olarak nitelemiş ve
bu miktarı istemediğini bildirmiştir:
5
Ve Allah'ın, ayakta kalmanız için size vermiş olduğu mallarınızı bu aklı
ermezlere/ henüz reşit olmamış yetimlere vermeyiniz. Ve onları o mallarda
rızıklandırın ve onları giyindirin. Ve onlara örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul
edilen söz söyleyin. (Nisa/5)
36
Şüphesiz şu dünyadaki basit hayat, ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman
eder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, Allah size ödüllerinizi verir, sizden
mallarınızı da istemez. (Muhammed/36)
Havaici asliye bu ayetler ışığında tespit edilecektir. Eskiden yapılan tespitlerin,
bugün yeniden değerlendirilmesi bir zorunluluktur. Mesela mesken, nasıl bir
mesken olacak? Gece kondu, apartman, vs. Ya da köydeki ev, kentteki ev.
Bunların hiç birinin değeri diğeriyle denk değildir. Hatta kentteki evlerin değerleri
sokağına caddesine, mahallesine göre birbirinden devamlı farklıdır. Binek hayvanı
yerini otomobil tutacaksa, o otomobil nasıl bir şey olacak? Otomobillerde
markasına ve modellerine göre hatta yaşına göre farklı farklı değerlerdedir. Ya
kölenin cariyenin yerini ne alacak?
Ayrıca dikkat edilirse görülecek ki, bu tespit, o günkü bedevi/göçebe,
hayvancılıkla geçinen kesim ve şehirde basit ticaret yapan kesim dikkate alınarak
yapılmıştır. Bugünkü meslek guruplarının hiç biri yoktur.
Nisap/Zenginlik ölçüsü değişkendir. Bu sene zengin sayılan bir kişi belki
seneye aynı servete sahip olmasına rağmen zengin sayılmayabilir. Bir ülkede
zengin sayılan kişi, aynı mal varlığı ile başka bir ülkede zengin sayılmayabilir. Bir
zamanlar Arabistan’da, zorunlu ihtiyaçlardan sonra iki yüz dirhem gümüş, ya da
yaklaşık yüz gram altın, ya da beş deve veya kırk koyun zenginlik sayılırken bu
gün bunların hiçbiri insanı zengin saydırmaz. Ayrıca o zamanlar yukarıda
saydığımız maddelerin değerleri birbirine denk iken, bu gün onların arasında da hiç
27
denklik söz konusu değildir. Yani yüz gram altın ne beş deve eder ne de kırk
koyun. Gerisini siz kıyaslayın. Zenginlik izafi/göreceli bir kavramdır. Sürekli
değişkendir.
Rasülüllah, yaşadığı dönemdeki ekonomik, sosyal, siyasal ve coğrafi koşulları
dikkate alarak bir nisap/zenginlik ölçüsü belirlemiştir (fıkıh kitaplarında yeterli
açıklamalar var. Bakıp öğrenebilinir) Ama o günkü zenginlik ölçüleri, bu gün hatta
yüz yıllardır zenginlik değildir. O çağda, beş deve, kırk koyun, 200 dirhem=640
gram gümüş ya da 100 gram altına sahip olmak zenginlik sayılıyordu. Bugün ise
zenginlik sayılmaz.
O nedenle bu çağda ve her çağda müminlerin yaşadığı bölgelere ve o
bölgelerin kendi şartlarına göre nisap/zenginlik ölçüsü tespit etmeleri gerekir. Bu
gün hâlâ bin beş yüz sene evvelki Arabistan’ın ekonomik, sosyal, siyasal ve coğrafi
şartlarına göre yapılmış bir tespitle hareket etmek yanlıştır.
Sadaka KİMLERE VERİLİR?
İnfakın bir başka çeşidi de sadakadır. Sadakaların kimlere verilmesi gerektiği
ise kulların içtihadına bırakılmayıp bizzat Allah tarafından Kur’ân’da açıklanmıştır.
271
Sadakaları açıkça verirseniz, artık o, ne iyi olur; eğer onları gizlerseniz,
fakirlere verirseniz de artık bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir
kısmını kapattırır. Ve Allah, işlemiş olduğunuz şeylere haberdardır. (Bakara/ 271)
37
Onlar, şüphesiz Allah'ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini
de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir toplum için alâmetler/
göstergeler vardır.
38
Öyleyse, yakınlık sahibine; yurtlarından çıkarılan fakirlere, miskine ve
yolcuya hakkını ver. Bu, Allah'ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. Ve bunlar
durumunu koruyan, zafer kazanan kimselerin ta kendileridir. (Rum/ 37,38)
60
Kesinlikle, Allah tarafından bir taksim/zorunlu görev olarak sadakalar/
kamunun gelirleri ancak fakirler, miskinler/ yoksullar, işsizler, o iş üzerine çalışan
görevliler/ kamu görevlileri, kalpleri İslâm'a ısındırılacaklar, özgürlüğü olmayan
köleler, ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler [askerler, öğrenci ve
öğretmenler], yolda kalmışlar içindir. Allah, her şeyi en iyi bilendir ve en iyi yasa
koyandır. (Tevbe/60):
Sadakaların verilmesi gereken yerlerin, İlm-i hal ve fıkıh kitaplarına bakıldığı
zaman, fakirler, miskinler, borçlular, yolcular, sözleşmeli köleler, mücahidler,
âmiller diye yedi sınıf olarak zikredildiğini görürüz. Hâlbuki Tevbe/60. ayette bir
de müellefe-i kulup sınıfının varlığını görürüz. Peki, kimlerdir bunlar? Ve bu sınıf
fıkıh kitaplarında niçin yer almaz?
Müellefe-i kulup:
Bunlar, henüz mümin olmamış, İslâm’ı anlamaya ve benimsemeye yatkınlık
gösteren ve İslâm’a gelebilmesi yönünde dolaylı, dolaysız yollarla, çaba sarf
edilecek insanlardır. Para verilerek, zararları defedilecek, kısacası İslâm sevdirilip
mümin olmaları sağlanacak insanlardır.
İslam’ın ilk dönemlerinde zararlarından emin olmak için onlara, Allah’ın
buyruğu olarak zekâttan pay verilirdi. Ama Halife Ömer, hilâfeti döneminde
“Bunlara zekât müminlerin zayıf olduğu dönemlerde verilirdi. Şimdi güçlüyüz,
bundan sonra bu guruba sadaka verilmeyecek.” diye karar almış ve o günden sonra
da bu guruba sadakalardan vermek kitaplardan çıkarılmıştır.
Hâlbuki bu müellefe-i kulup sınıfı sadece şerlerinden zararlarından güvende
olunacak belalı insanlar demek değildir. Belki Ömer döneminde yalnız onlar vardı.
28
Ama bu çağda, kalpleri İslâm’a ısındırılacak o kadar insan sınıfı ve o kadar
ısındırma yolları, onlara ulaşma yolları var ki saymakla bitmez.
Sadakalar, “Mülk Allah’ındır ve müminler kardeştirler” esası üzerinden
tasarruf edilir. Bu tasarrufta eşit dağıtım dikkate alınmayıp refahın dağılımı,
yaygınlaştırılması; herkesin eşit ölçüde müreffeh olması için hakkaniyet ölçüleri
dikkate alınır.
7,8
Allah'ın, o kent halkından, elçisine verdiği feyler [savaşmadan zahmetsizce elde edilen
gelirler], içinizden yalnız zenginler arasında devlet; gücün getirdiği refah olmasın diye Allah'a,
elçiye, yakınlık sahiplerine; göç eden fakirlere –ki onlar, Allah'ın armağan ve rızasını ararken
yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah'a ve elçisine yardım ederler. İşte onlar,
doğruların ta kendileridir–, yetimlere, miskinlere, yolcuya aittir. Elçi, size ne verdiyse onu hemen
alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah'ın koruması altına da girin. Şüphesiz Allah,
kovuşturması/azabı çok çetin olandır. (Haşr /7,8)
Buna göre sadakalar; fakirler, miskinler [yoksullar, işsizler], o iş üzerine
çalışan görevliler [kamu görevlileri], müellefe-i kulûb [kalpleri İslâm'a
ısındırılacaklar], boyunduruktakiler [özgürlüğü olmayan köleler], ağır borç
altındakiler, Allah yolundakiler [askerler, öğrenci ve öğretmenler], yolda kalmışlar
için harcanmalıdır.
FAKİR
Fakir, “ailesine yetecek kadar malı olmayan, hayatî ihtiyaçları için başkalarına
bağımlı olan kimse”dir.
MİSKİN
Miskin, “hareket kabiliyetini kaybetmiş, iş yapma imkân ve fırsatları kalmamış
kimse”dir.
Zekâttan köleleri özgürlüğe kavuşturmak için de harcama yapılmalıdır. Bu da,
özgürlük sözleşmesi yapan köleye malî destek vermek ya da onu sahibinden satın
alıp azat etmek sûretiyle olur.
Borçları nedeniyle kendisi ve ailesi sıkıntıya düşmüş kimselere de zekât
fonundan yardım yapılır.
Âyetteki, Allah yolu ifadesi, –Allah yolunda askerliğin, eğitim-öğretimin,
tebyîn için yayının önceliği olsa da– “Allah'ı hoşnut eden tüm iyi ameller”i
kapsayan genel bir ifadedir.
ÂMİLÎN
Âmilîn, “zekâtı toplamakla görevli kimseler”dir. Bunlar, bugün için “kamu
personeli” olarak değerlendirilebilir.
MÜELLEFE-İ KULUB
Müellefe-i kulûb, “İslâm'a ısındırılmak için –zengin dahi olsalar– kendilerine
zekât verilecek kimseler”dir. Rasûlullah, zengin kabile reislerine bu amaçla zekâttan
para aktarmıştır.
İBNÜ'S-SEBÎL [YOLCU]
29
İbnü's-sebîl, “elindeki tükenen, memleketinde zengin olsa bile bulunduğu
yerde yardıma muhtaç olan yolcu”dur. Bu gibilere de zekât fonundan destek verilir.
61
Yine onlardan bazıları, Peygamber'i inciten ve “O, kendisine söylenen
her şeyi dinleyip tasdik eden biridir!” diyen kimselerdir. De ki: “Sizin için bir
hayır kulağıdır; Allah'a inanır, mü’minlere inanır ve sizden iman edenlere de
bir rahmettir.” Ve Allah'ın Elçisi'ni inciten kimseler, acıklı bir azap kendileri
için olanlardır.
62
Sizi hoşnut etmek için, sizin için Allah'a yemin ederler. Bunlar, eğer
mü’min iseler Allah'ı ve Elçisi'ni razı etmeleri daha doğrudur.
63
Şüphesiz kim Allah ve Elçisi'yle boy ölçüşmeye kalkarsa, şüphesiz onun
için içinde sonsuza dek kalanlar olarak cehennem ateşi olduğunu bilmediler
mi? İşte bu, en büyük rüsvalıktır.
Bu âyetlerde de münâfıkların portreleri çizilmektedir: Onlardan bazıları,
Peygamber'i inciten ve “O, bir kulaktır [kendisine söylenen her şeyi dinleyip tasdik
eden biridir]” diyen kimselerdir. Rasûlullah, herkesi dinlediği ve herkesin istediği
şeyi söylemesine izin verdiği için onlar bunu bir hata olarak görür ve bu şekilde
itham ederlerdi.
Bunlara, Sizin için bir hayır kulağıdır; Allah'a inanır, mü’minlere inanır ve
sizden iman edenlere de bir rahmettir açıklaması yapılarak, Rasûlullah'ın kıymetini
bilmeleri istenmekte, sonra da, Ve Allah'ın Elçisi'ni inciten kimseler, acıklı bir azap
kendileri için olanlardır buyurularak uyarılmaktadırlar.
Rasûlullah'ın onlara rahmet olması, başta Rasûlullah içlerinde iken Allah'ın
kendilerine azap etmeyeceği ilkesidir:
33
Hâlbuki sen içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma diledikleri sürece de
Allah onlara azap edici değildir.
(Enfâl/33)
Sonra da Rasûlullah'ın, onların dünya ve âhiret hayatlarını kurtarmak için
çalışmasıdır:
107
Biz, seni de ancak, âlemler için bir rahmet olarak/ rahmet için gönderdik.
(Enbiyâ/107)
Bundan sonra da, Sizi hoşnut etmek için, sizin için Allah'a yemin ederler
buyurularak, başka bir kesim tanıtılmakta ve onlar da, Bunlar eğer mü’min iseler
Allah'ı ve Elçisi'ni razı etmeleri daha doğrudur denilerek uyarılmaktadırlar.
Bunların ardından da Allah ve Rasûlü'ne karşı tavır alanların tümü, Şüphesiz
kim Allah ve Elçisi'yle boy ölçüşmeye kalkarsa, şüphesiz onun için içinde ebedî
kalanlar olarak cehennem ateşi olduğunu bilmediler mi? İşte bu, en büyük
rüsvaylıktır diye tehdit edilmektedir.
30
64
Münâfıklar, kalplerindeki şeyleri kendilerine haber verecek bir sûrenin
üzerlerine indirilmesinden çekinirler. De ki: “Siz alay edin! Şüphesiz Allah,
sizin çekindiğiniz şeyi ortaya çıkarandır.
65
Ve eğer onlara sorsaydın, kesinlikle, “Biz, sadece dalmıştık, oyun
oynuyorduk” diyecekler. De ki: “Allah, âyetleri ve Elçisi ile mi alay
ediyordunuz?”
66
Özür dilemeyin, siz “İman ettik” dedikten sonra kesinlikle küfrettiniz;
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddettiniz. Sizden bir kısmını affetsek
bile, şüphesiz kendileri günah işleyen kimseler oldukları için
azaplandıracağız.
Bu paragrafta da ilk önce münâfıkların davranışları; Rasûlullah ve mü’minler
Tebük seferi için hazırlanırken gizli toplantılarında alaylı konuşmaları ifşa
edilmekte ve rûh hâlleri; diken üstünde duruşları, gerçek yüzlerini ve gizli
oturumlarını açığa vuran bir âyetin nâzil olmasından çekindikleri bildirilmektedir:
Münâfıklar, kalplerindeki şeyleri kendilerine haber verecek bir sûrenin üzerlerine
indirilmesinden çekinirler.
Sonra da, Siz, alay edin! Şüphesiz Allah, sizin çekindiğiniz şeyi ortaya
çıkarandır buyurularak uyarılmaktadırlar. Münâfıklara sorulduğunda, “Biz sadece
dalmıştık, oyun oynuyorduk” diyecekler. Allah'ın, âyetleri ve Elçisi ile alay edip
etmedikleri sorulduğunda ise, birtakım mazeretler ileri sürerek özür dileme cihetine
gidecekler. Bunların özürleri dikkate alınmayacak, zira “İman ettik” dedikten sonra
küfretmişlerdir. Allah bir kısmını affetse bile, günah işleyen kimseler oldukları için
onları azaplandıracaktır.
67
Münâfık erkekler ve münâfık kadınlar birbirlerindendir; kötülüğü
emreder, iyilikten sakındırırlar ve ellerini sıkı tutarlar/ cimrilik ederler.
Allah'ı terk ederler de, Allah da onları terk ediverir. Gerçekten de münâfıklar,
hak yoldan çıkmış kimselerin ta kendileridir.
68
Allah, münâfık erkek ve münâfık kadınlara ve kâfirlere; Kendisinin
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere/ inanmayanlara, içinde temelli
kalanlar olarak cehennem ateşini vaat etmiştir. O, onlara yeter. Ve Allah,
onları dışlayıp rahmetinden mahrum bırakmıştır! Ve onlara kalıcı bir azap
vardır.
69
Siz de tıpkı kendinizden önceki, sizden daha güçlü-kuvvetli, mal ve
evlatça sizden daha varlıklı ve de paylarına düşen kadar yararlanan kimseler
gibisiniz. İşte siz de, sizden öncekiler paylarına düşen kadarıyla nasıl
yararlanmak istedilerse siz de onlar gibi payınıza düşen kadarıyla
yararlanmak istediniz. Siz de dalanlar gibi daldınız. İşte bunların, dünyada ve
âhirette amelleri boşa gitti ve işte bunlar, kayba/zarara uğrayıp acı çeken
kimselerin ta kendileridir.
70
Onlara, kendilerinden önceki kişilerin; Nûh'un toplumunun, Âd'ın,
Semûd'un, İbrâhîm'in toplumunun, Medyen ashâbı'nın ve alt-üst olmuş
kentlerin haberi gelmedi mi? Onlara elçileri açık delillerle gelmişlerdi. Ve
sonra Allah, onlara haksızlık eden biri değildi. Velâkin onlar, şirk koşmak
sûretiyle kendilerine haksızlık ediyorlardı.
Bu âyetlerde münâfıklar tanıtılmakta; kadınıyla erkeğiyle birbirinin aynısı
31
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi

More Related Content

What's hot

#2: Hadis Usulü Dersi; Meşhur, Aziz, Garib ve Ahad Haberler
 #2: Hadis Usulü Dersi; Meşhur, Aziz, Garib ve Ahad Haberler #2: Hadis Usulü Dersi; Meşhur, Aziz, Garib ve Ahad Haberler
#2: Hadis Usulü Dersi; Meşhur, Aziz, Garib ve Ahad HaberlerRIHLE Uzaktan Eğitim Merkezi
 
İmam gazali abidler yolu
İmam gazali   abidler yoluİmam gazali   abidler yolu
İmam gazali abidler yoluSelçuk Sarıcı
 
İmam gazali dinde kırk prensip
İmam gazali   dinde kırk prensipİmam gazali   dinde kırk prensip
İmam gazali dinde kırk prensipSelçuk Sarıcı
 
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari abdulhamid b. abdurrahman es - su...
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari   abdulhamid b. abdurrahman es - su...Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari   abdulhamid b. abdurrahman es - su...
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari abdulhamid b. abdurrahman es - su...mevlanamedya
 
Riyazüs Salihin Hadis Kitabı
Riyazüs Salihin Hadis KitabıRiyazüs Salihin Hadis Kitabı
Riyazüs Salihin Hadis KitabıMuhammed Gen Tr
 
İmam gazali devlet başkanlarına nasihatler
İmam gazali   devlet başkanlarına nasihatlerİmam gazali   devlet başkanlarına nasihatler
İmam gazali devlet başkanlarına nasihatlerSelçuk Sarıcı
 
Hadis edebiyatı
Hadis edebiyatıHadis edebiyatı
Hadis edebiyatı7veren
 
Delilleriyle hanefi fıkhı 1
Delilleriyle hanefi fıkhı 1Delilleriyle hanefi fıkhı 1
Delilleriyle hanefi fıkhı 1sebo1453
 
İmam gazâli ve i̇man küfür sınırı faysalu't-tefrika beyne'l-i̇slam ve'z-zend...
İmam gazâli ve i̇man küfür sınırı faysalu't-tefrika beyne'l-i̇slam ve'z-zend...İmam gazâli ve i̇man küfür sınırı faysalu't-tefrika beyne'l-i̇slam ve'z-zend...
İmam gazâli ve i̇man küfür sınırı faysalu't-tefrika beyne'l-i̇slam ve'z-zend...Selçuk Sarıcı
 
SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!
SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!
SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!guestd1cbe2
 

What's hot (20)

#2: Hadis Usulü Dersi; Meşhur, Aziz, Garib ve Ahad Haberler
 #2: Hadis Usulü Dersi; Meşhur, Aziz, Garib ve Ahad Haberler #2: Hadis Usulü Dersi; Meşhur, Aziz, Garib ve Ahad Haberler
#2: Hadis Usulü Dersi; Meşhur, Aziz, Garib ve Ahad Haberler
 
İmam gazali abidler yolu
İmam gazali   abidler yoluİmam gazali   abidler yolu
İmam gazali abidler yolu
 
İmam Buhari
İmam Buhariİmam Buhari
İmam Buhari
 
İmam gazali dinde kırk prensip
İmam gazali   dinde kırk prensipİmam gazali   dinde kırk prensip
İmam gazali dinde kırk prensip
 
Sahih-i Buhari Hadis kitabı oku
Sahih-i Buhari Hadis kitabı okuSahih-i Buhari Hadis kitabı oku
Sahih-i Buhari Hadis kitabı oku
 
5.fatiha suresi
5.fatiha suresi5.fatiha suresi
5.fatiha suresi
 
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari abdulhamid b. abdurrahman es - su...
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari   abdulhamid b. abdurrahman es - su...Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari   abdulhamid b. abdurrahman es - su...
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari abdulhamid b. abdurrahman es - su...
 
33. mürselat
33. mürselat33. mürselat
33. mürselat
 
91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi
 
25. kadr suresi
25. kadr suresi25. kadr suresi
25. kadr suresi
 
Riyazüs Salihin Hadis Kitabı
Riyazüs Salihin Hadis KitabıRiyazüs Salihin Hadis Kitabı
Riyazüs Salihin Hadis Kitabı
 
Esma i hüsna -81 el-vâsi’
Esma i hüsna -81 el-vâsi’Esma i hüsna -81 el-vâsi’
Esma i hüsna -81 el-vâsi’
 
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
 
İmam gazali devlet başkanlarına nasihatler
İmam gazali   devlet başkanlarına nasihatlerİmam gazali   devlet başkanlarına nasihatler
İmam gazali devlet başkanlarına nasihatler
 
Hadis edebiyatı
Hadis edebiyatıHadis edebiyatı
Hadis edebiyatı
 
Esma i hüsna -77 er-rezzâk
Esma i hüsna -77  er-rezzâkEsma i hüsna -77  er-rezzâk
Esma i hüsna -77 er-rezzâk
 
Delilleriyle hanefi fıkhı 1
Delilleriyle hanefi fıkhı 1Delilleriyle hanefi fıkhı 1
Delilleriyle hanefi fıkhı 1
 
Esma i hüsna -73 el-kâfî(1)
Esma i hüsna -73  el-kâfî(1)Esma i hüsna -73  el-kâfî(1)
Esma i hüsna -73 el-kâfî(1)
 
İmam gazâli ve i̇man küfür sınırı faysalu't-tefrika beyne'l-i̇slam ve'z-zend...
İmam gazâli ve i̇man küfür sınırı faysalu't-tefrika beyne'l-i̇slam ve'z-zend...İmam gazâli ve i̇man küfür sınırı faysalu't-tefrika beyne'l-i̇slam ve'z-zend...
İmam gazâli ve i̇man küfür sınırı faysalu't-tefrika beyne'l-i̇slam ve'z-zend...
 
SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!
SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!
SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!
 

Viewers also liked

Software libre
Software libreSoftware libre
Software libreSuroh1987
 
Software libre
Software libreSoftware libre
Software libreSuroh1987
 
September 28, 2013 Singapore - The Mutiple Intelligences of Reading and Wri...
September 28, 2013   Singapore - The Mutiple Intelligences of Reading and Wri...September 28, 2013   Singapore - The Mutiple Intelligences of Reading and Wri...
September 28, 2013 Singapore - The Mutiple Intelligences of Reading and Wri...Thomas Armstrong Ph.D.
 
Genius house мс v.1.0
Genius house мс v.1.0Genius house мс v.1.0
Genius house мс v.1.0Showrunner
 
Meedia ja reaalsus
Meedia ja reaalsusMeedia ja reaalsus
Meedia ja reaalsusliscku
 
Classificacoes escalões 15 km
Classificacoes escalões 15 kmClassificacoes escalões 15 km
Classificacoes escalões 15 km15kmBenavente
 
Usefulplan first presentation
Usefulplan first presentationUsefulplan first presentation
Usefulplan first presentationusefulplan
 
El Derecho a Saber y 10 años de presupuestos del Ayuntamiento de Valencia
El Derecho a Saber y 10 años de presupuestos del Ayuntamiento de ValenciaEl Derecho a Saber y 10 años de presupuestos del Ayuntamiento de Valencia
El Derecho a Saber y 10 años de presupuestos del Ayuntamiento de ValenciaAuditoriaVLC
 
Mutual fund for your portfolio
Mutual fund for your portfolioMutual fund for your portfolio
Mutual fund for your portfoliotirth2006
 

Viewers also liked (19)

Danai Marie Kearney
Danai Marie KearneyDanai Marie Kearney
Danai Marie Kearney
 
Software libre
Software libreSoftware libre
Software libre
 
Organic products promise & reality
Organic products promise & realityOrganic products promise & reality
Organic products promise & reality
 
Software libre
Software libreSoftware libre
Software libre
 
September 28, 2013 Singapore - The Mutiple Intelligences of Reading and Wri...
September 28, 2013   Singapore - The Mutiple Intelligences of Reading and Wri...September 28, 2013   Singapore - The Mutiple Intelligences of Reading and Wri...
September 28, 2013 Singapore - The Mutiple Intelligences of Reading and Wri...
 
97. rahman suresi
97. rahman suresi97. rahman suresi
97. rahman suresi
 
Genius house мс v.1.0
Genius house мс v.1.0Genius house мс v.1.0
Genius house мс v.1.0
 
64. duhan suresi
64. duhan suresi64. duhan suresi
64. duhan suresi
 
Meedia ja reaalsus
Meedia ja reaalsusMeedia ja reaalsus
Meedia ja reaalsus
 
83. inşikak suresi
83. inşikak suresi83. inşikak suresi
83. inşikak suresi
 
73. enbiya suresi
73. enbiya suresi73. enbiya suresi
73. enbiya suresi
 
M. Barmawi Profile
M. Barmawi ProfileM. Barmawi Profile
M. Barmawi Profile
 
72. ibrahim suresi
72. ibrahim suresi72. ibrahim suresi
72. ibrahim suresi
 
Classificacoes escalões 15 km
Classificacoes escalões 15 kmClassificacoes escalões 15 km
Classificacoes escalões 15 km
 
Slide ssaperi verbania
Slide ssaperi verbaniaSlide ssaperi verbania
Slide ssaperi verbania
 
Usefulplan first presentation
Usefulplan first presentationUsefulplan first presentation
Usefulplan first presentation
 
El Derecho a Saber y 10 años de presupuestos del Ayuntamiento de Valencia
El Derecho a Saber y 10 años de presupuestos del Ayuntamiento de ValenciaEl Derecho a Saber y 10 años de presupuestos del Ayuntamiento de Valencia
El Derecho a Saber y 10 años de presupuestos del Ayuntamiento de Valencia
 
75. secde suresi
75. secde suresi75. secde suresi
75. secde suresi
 
Mutual fund for your portfolio
Mutual fund for your portfolioMutual fund for your portfolio
Mutual fund for your portfolio
 

Similar to 113. tevbe suresi (20)

100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 
Ali imran 95 125 TEFSİR
Ali imran 95 125 TEFSİRAli imran 95 125 TEFSİR
Ali imran 95 125 TEFSİR
 
38. sad
38. sad38. sad
38. sad
 
88. enfal
88. enfal88. enfal
88. enfal
 
Mecalis i saba
Mecalis i sabaMecalis i saba
Mecalis i saba
 
Isarat ul icaz
Isarat ul icazIsarat ul icaz
Isarat ul icaz
 
Kur'an ve Hayat
Kur'an ve HayatKur'an ve Hayat
Kur'an ve Hayat
 
şIa Mensubuna Nasihat Ebu Bekr Elcezairi
şIa Mensubuna Nasihat Ebu Bekr ElcezairişIa Mensubuna Nasihat Ebu Bekr Elcezairi
şIa Mensubuna Nasihat Ebu Bekr Elcezairi
 
4. müddessir suresi
4. müddessir suresi4. müddessir suresi
4. müddessir suresi
 
Al i i̇mran 125-150
Al i i̇mran 125-150Al i i̇mran 125-150
Al i i̇mran 125-150
 
Al-i imran 125-150 TEFSİR
Al-i imran 125-150 TEFSİRAl-i imran 125-150 TEFSİR
Al-i imran 125-150 TEFSİR
 
Kardeşlik
KardeşlikKardeşlik
Kardeşlik
 
Hadis ve Sünnet
Hadis ve SünnetHadis ve Sünnet
Hadis ve Sünnet
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
86. muttaffifin suresi
86. muttaffifin suresi86. muttaffifin suresi
86. muttaffifin suresi
 
1. alak suresi
1. alak suresi1. alak suresi
1. alak suresi
 
Islamda Mezhep M.Sultan Masumi
Islamda Mezhep M.Sultan MasumiIslamda Mezhep M.Sultan Masumi
Islamda Mezhep M.Sultan Masumi
 
Ashaabın dereceleri
Ashaabın dereceleriAshaabın dereceleri
Ashaabın dereceleri
 
Ashaabın dereceleri
Ashaabın dereceleriAshaabın dereceleri
Ashaabın dereceleri
 
Hz. ismail'in misyonu ve kurban psikologisi
Hz. ismail'in misyonu ve kurban psikologisiHz. ismail'in misyonu ve kurban psikologisi
Hz. ismail'in misyonu ve kurban psikologisi
 

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN (20)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
99. talak suresi
99. talak suresi99. talak suresi
99. talak suresi
 
98. insan suresi
98. insan suresi98. insan suresi
98. insan suresi
 

113. tevbe suresi

  • 1. 113 (9). TEVBE SÛRESİ MEDENÎ, 129 ÂYET GİRİŞ Adını, 102-118. âyetlerde detaylı olarak geçen “tevbe” konusundan alan sûrenin, Medîne'de 113. sırada indiği kabul edilir. 113 ve 128-129. âyetlerin Mekkî olduğuna dair görüşler de vardır.1 İçerisinde bulunan farklı konular nedeniyle bu sûre; Berâe, Tevbe, Mukaşkışe, Mübasire, Müşerride, Muhziye, Fâdıha, Müsîra, Hâfira, Münekkile, Müdemdime ve Azâb sûresi olarak da isimlendirilmiştir.2 Sûre, İslâmî hacc'daki bildiri ile başlar. Daha sonra savaş, infak, velâyet, tevbe, münâfıkların durumunun beyânı, Tebük seferi öncesi ve sonrası meselelerin açıklaması ve değerlendirmesi gibi konular yer alır. Sûrenin içeriğinden, Tebük seferiyle ilgili âyetlerin dışındakilerin farklı zamanlarda indiği anlaşılır. Mushaf'ı tertip eden heyet, bu sûrenin başına besmele koymamıştır. Bunun nedeni kaynaklarda şöyle açıklanır: 1) Araplar câhiliye döneminde, eğer kendileriyle bir kavim arasında bir antlaşma bulunup da onlar bu antlaşmayı bozmak istediklerinde kavme, besmelesiz bir mektup yazmaları adetleri idi. İşte Tevbe sûresi de Peygamber (s.a) ile müşrikler arasındaki antlaşmayı bozmak üzere nâzil olunca, Peygamber (s.a) bu sûreyi Ali b. Ebî Tâlib (r.a) ile birlikte gönderdi. O da bu sûreyi hacc mevsiminde Araplara okudu. Arapların ahdi bozarken besmele okumamak şeklindeki uygulanagelen adetlerine uygun olarak o da besmele okumadı. 2) Nesâî rivâyetle der ki: Bize Alımed anlattı dedi ki, bize Muhammed b. el- Müsenna, Yahyâ b. Sa‘îd'den anlattı, Yahyâ dedi ki: Bize Avf anlattı dedi ki: Bize Yezîd el-Rukaşi anlattı, dedi ki: Bize İbn Abbâs dedi ki: Ben, Osman'a şöyle dedim: “el-Enfâl sûresi Mesânî'den, Berae [Tevbe] sûresi de Miûndan olduğu hâlde onları arka arkaya yazmaya; Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm satırını da yazmayarak bu sûreyi yedi uzun sûre [es-Sebu't-Tivâl] arasına yazmaya sizi iten sebep nedir?” Osman dedi ki: “Rasûlullah'a (s.a) bir şey nâzil oldu mu, nezdinde bulunan yazıcılardan birisini çağırır ve, “Siz bunu şu şu hususun söz konusu edildiği sûreye koyun” buyururdu. Ona, birden çok âyet-i kerîme nâzil de olur ve yine, “Bu âyetleri içinde şu şu hususların söz konusu edildiği sûreye koyun” derdi. el-Enfâl sûresi de Medîne'de hicretten sonra ilk nâzil olanlardandı. Berae [et-Tevbe] ise, Kur’ân'ın son nâzil olan sûrelerindendir. Bunun söz konusu ettiği hususlar, öbürünün söz konusu ettiği hususları andırıyordu. Rasûlullah (s.a) ise bize, onun ötekinden olduğunu açıklamaksızın vefat etti. Ben de onun [Tevbe'nin] ondan [el-Enfâl'den] olduğunu zannettim. İşte bundan dolayı her iki sûreyi yanyana getirdim ve aralarına Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm satırını yazmadım.” Bu hadisi, Ebû Îsâ et-Tirmizî de rivâyet etmiş olup, “Bu hasen bir hadistir” demiştir. 1 Suyûtî, el-İtqân. 2 Zemahşerî, el-Keşşâf. 1
  • 2. 3) Üçüncü görüş, yine Osman'dan (r.a) rivâyet edilmiştir. Mâlik de, İbn Vehb, İbnu'l-Kâsım ve İbn Abdi'l-Hakem'in rivâyetine göre şöyle demiştir: “Bu sûrenin baş tarafları (vahiyle) kaldırılınca, Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm de onlarla birlikte kaldırıldı.” Bu görüş, ayrıca İbn Aclân'dan rivâyet edilmiştir. Ona göre Tevbe sûresi, Bakara sûresi kadar veya ona yakındı. Onun bir bölümü gittiğinden dolayı, her iki sûre arasına Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm yazılmadı. Sa‘îd b. Cübeyr de der ki: “Tevbe sûresi, Bakara sûresi gibi idi.” 4) Hârice, Ebû İsmet ve başkalarının görüşü olup şöyle demişlerdir: “Hz. Osman'ın halifeliği döneminde Mushaf'ı yazdıklarında Rasûlullah'ın (s.a) ashâbı arasında görüş ayrılığı ortaya çıktı. Kimileri, ‘Berae ve Enfâl tek bir sûredir’ derken, kimileri ‘Bunlar, iki ayrı sûredir’ dedi. ‘Bunlar, iki ayrı sûredir’ diyenlerin görüşü dolayısıyla iki sûre arasında bir boşluk bırakıldı ve ‘Bunlar, tek bir sûredir’ diyenlerin görüşü dolayısıyla da Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm yazılmadı. Böylelikle her iki kesim de buna razı oldu ve her iki kesimin de Mushaf'ta delilleri tesbit edilmiş oldu.” 5) Abdullah b. Abbâs dedi ki: Ali b. Ebî Tâlib'e, “Niçin Tevbe sûresi'nde Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm yazılmadı?” diye sordum, şu cevabı verdi: “Çünkü, Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm bir emandır. Tevbe ise kılıç [savaş emri] ile nâzil olmuştur. Onda eman diye bir şey yoktur.” Bu manada bir açıklama el- Müberred'den rivâyet edilmiştir. O da şöyle der: “Bundan dolayı ikisi bir arada olmaz, çünkü “Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm” bir rahmettir. Tevbe sûresi ise gazap olarak nâzil olmuştur.” Süfyân'dan da benzeri bir görüş rivâyet edilmiştir. Süfyân b. Uyeyne der ki: “Bu sûrenin baş tarafına Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm'in yazılmayış sebebi, besmelenin rahmet oluşundan dolayıdır. Rahmet ise bir emandır. Bu sûre ise münâfıklar hakkında ve kılıç ile inmiştir. Münâfıkların ise emanı yoktur.” Besmelenin yazılmayış sebebi hususunda sahih olan Hz. Cebrâîl'in bu sûre ile birlikte besmeleyi indirmemiş olmasıdır.3 3 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. 2
  • 3. RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA MEAL: 1,2 Allah'tan ve Elçisi'nden ahitleştiğiniz ortak koşanlara bir ültümatom, kesin uyarı: “Artık yeryüzünde dört ay daha rahat dolaşın. Ve kesinlikle kendinizin, Allah'ı âciz bırakan olmadığını ve kesinlikle Allah'ın, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseleri rezil-rüsva eden olduğunu bilin.” 3,4 Ve “en büyük hac” günü, ortak koşanlardan antlaşma yaptığınız, size hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiçbir kimseyle yardımlaşmamış kimseler hariç, şüphesiz Allah'ın ve O'nun Elçisi'nin ortak koşan kimselerden ilişiksiz olduğuna dair Allah'tan ve Elçisi'nden insanlara bir bildiri: “Artık eğer hatadan dönerseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ve eğer sırt çevirirseniz o zaman şüphesiz kendinizin, Allah'ı âcizleştiren olmadığını biliniz.” Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kişilere de acıklı bir azabı müjdele! Artık siz de müddetlerine kadar kendilerine verdiğiniz sözlerinizi tamamlayın. Şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri sever. 5 Şu dokunulmaz kılınmış aylar/hac ayları çıktığı zaman da o ortak koşanları nerede bulursanız öldürün, onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme yerinde onlar için oturun. Artık, eğer tevbe ederlerse, salâtı ikame ederlerse [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturur, ayakta tutarlarsa] ve zekâtı/vergilerini verirlerse artık onların yollarını serbest bırakın. Şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir. 6 Eğer ortak koşanlardan herhangi biri aman dilerse, Allah'ın kelâmını dinlemesi için ona aman ver. Sonra onu güvenli yerine ulaştır. Bu, şüphesiz onların bilmeyen bir toplum olmaları nedeniyledir. 7 Mescid-i Haram yanında antlaşma yaptıklarınız hariç, o ortak koşan kimseler için Allah katında ve Elçisi katında herhangi bir antlaşma nasıl olabilir? Artık onlar size karşı doğru durdukça siz de onlara karşı doğru olun. Şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri sever. 8-10 Nasıl olabilir ki? Ve eğer onlar, size üstünlük sağlarlarsa, sizin hakkınızda bir yemin ve antlaşma gözetmezler. Ağızlarıyla sizi hoşnut etmeye çalışırlar, kalpleri ise dayatır. Ve onların çoğu hak yoldan çıkmış kimselerdir: Onlar, Allah'ın âyetlerini çok az bir bedelle sattılar da Allah'ın yolundan alıkoydular. Şüphesiz onlar, yapmış oldukları kötü olanlardır. Onlar, herhangi bir mü’min hakkında yemin ve antlaşma gözetmezler. Ve işte bunlar, sınırı aşanların ta kendileridir. 11 Bundan sonra eğer tevbe ederlerse, salâtı ikame ederlerse [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturur, 3
  • 4. ayakta tutarlarsa] ve zekâtı/vergilerini verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdirler. Ve Biz âyetleri, bilen bir toplum için ayrıntılı olarak açıklıyoruz. 12 Ve eğer verdikleri sözden sonra yeminlerini bozar ve dininize dil uzatırlarsa, vazgeçmeleri için o, küfür; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetme öncüleriyle hemen savaşın. Şüphesiz onlar için sözleşmeler diye bir şey yoktur. 13 Yeminlerini bozan, Elçi'yi yurdundan çıkarmaya azmeden ve üstelik ilk önce size karşı savaşa kendileri başlayan bir toplumla savaşmaz mısınız? Yoksa onlara saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti mi duyuyorsunuz? Artık, eğer mü’min iseniz, Allah, Kendisine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymaya daha layık olandır. 14,15 Onlarla savaşın ki, Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın ve onları rezil-rüsva etsin. Sizi de, onlara karşı muzaffer kılsın ve mü’min bir toplumun göğüslerine şifa versin, göğüslerinin kinini gidersin. Allah, dilediğinin tevbesini de kabul eder. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. 16 Sizden çaba harcayanları, Allah'ın Elçisi'nden ve inananların astlarından sırdaş/ can dostu edinmeyenleri Allah bildirmeden/ işaretleyip göstermeden bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır. 17 Ortak koşanlar, kendilerinin küfrüne; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedişlerine kendileri şâhit olup dururlarken Allah'ın mescitlerini imar etmeleri söz konusu olamaz. İşte onlar, işleri boşa gitmiş kimselerdir. Ve onlar, Ateş içinde sürekli kalacaklardır. 18 Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe inanan, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan], zekâtı/vergisini veren ve sadece Allah'a saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kimseler açar ve yaşatırlar. Artık işte onların, kılavuzlandıkları doğru yol üzere olan kimselerden olmaları beklenir. 19 Siz, hac yapanın sularının tedarik edilmesini ve Mescid-i Haram'ın imar edilmesini, Allah'a ve âhiret gününe iman eden ve Allah yolunda çaba gösteren kimse gibi mi yapıyorsunuz? Bunlar, Allah katında eşit olamazlar. Ve Allah, şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar toplumuna kılavuzluk etmez. 28 Ey iman eden kimseler! Ortak koşan bu kimseler sadece bir pisliktirler. Artık bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan/onların uzaklaşmasıyla kazanç kaybına uğramaktan korktuysanız da Allah sizi dilediğinde armağanlar ile yakında zenginleştirecektir. Şüphesiz Allah en iyi bilen, en iyi yasa koyandır. 29 Kendilerine Kitap verilenlerden, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Elçisi'nin haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimseler ile, alçalmış oldukları hâlde cizye verene kadar savaşın. 31 Onlar, Allah'ın astlarından bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Îsâ'yı kendilerine rabler edindiler. Oysa onlar sadece bir tek olan ilâha kulluk etmekle emrolunmuşlardı. Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, ortak koşanların ortak koştuğu şeylerden de arınıktır. 4
  • 5. 32 Onlar, Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki Allah, sadece, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler hoş görmeseler de Kendi nûrunu tamamlamaya dayatıyor. 20 İman eden, hicret eden ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda çaba gösterenler, Allah katında derece bakımından daha büyüktür. İşte bunlar, kurtulanların ta kendileridir. 21,22 Onların Rabbi, onları Kendi katından bir rahmet, bir rıza ve içinde sonsuz olarak kalmak üzere, içinde tükenmez nimetler bulunan kendilerine ait cennetlerle müjdeler. Şüphesiz Allah, katında çok büyük ödül olandır. 23 Ey iman etmiş kimseler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfürü; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeyi seviyorlarsa, onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyiniz. Sizden her kim de onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar kabul ederse, artık işte onlar, yanlış davrananların; kendi zararlarına iş yapanların ta kendileridir. 25 Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size güven vermişti de onun size bir yararı olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da arkanızı dönüp kaçmıştınız. 26 Sonra Allah, Elçisi'nin üzerine ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygularını/ morallerini içlerinde oluşturdu ve sizin görmediğiniz ordular indirdi. Kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseleri de azaba uğrattı. Ve işte bu, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin cezasıdır. 27 Sonra, bütün bu olup bitenlerin arkasından Allah, dilediği kimseye dönüş nasip eder. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. 30 Ve Yahudiler; “Uzeyr Allah'ın oğludur” dediler. Hristiyanlar da, “Mesih Allah'ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözler olup, güya bununla, daha önce yaşayan kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah, onlarla savaşmıştır. Nasıl da döndürülüyorlar! 33 Allah, ortak koşanlar hoşlanmasa da, kendisini, Din'in; hepsinin üzerine çıkarması için Elçisi'ni, doğru yol kılavuzu ve hak din ile gönderendir. 34 Ey iman etmiş kişiler! Şüphesiz, hahamlardan/ bilginlerden, rahiplerden birçoğu kesinlikle insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan/ başta kendi yakınları olmak üzere başkalarının nafakalarını sağlamayan kimseler, hemen onlara acıklı bir azabı müjdele! 35 O gün, biriktirdikleri altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: “İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi, şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri!” 24 De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından ürperdiğiniz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah'tan, O'nun Elçisi'nden 5
  • 6. ve O'nun yolunda çaba harcamaktan daha sevimli ise, artık Allah, emrini getirinceye kadar bekleyiniz. Ve Allah, hak yoldan çıkmışlar toplumuna kılavuzluk etmez. 36 Şüphesiz Allah katında; gökleri ve yeri oluşturduğu günkü Allah'ın yazısında ayların sayısı, ay olarak on ikidir. Bunlardan dördü dokunulmaz kılınmıştır. İşte bu koruyan dindir. Bu nedenle dokunulmaz aylarda kendinize haksızlık etmeyiniz. Ve sizinle toptan savaşan ortak koşanlarla siz de toptan savaşın. Ve şüphesiz Allah'ın, Kendisinin koruması altına girmiş kişiler ile beraber olduğunu bilin. 37 O “Nesi”, ancak küfre; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedişte fazlalıktır ki, onunla kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler şaşırtılır; Allah'ın haram kıldığının sayısına uydursunlar da Allah'ın haram kıldığını helâl kılsınlar diye, onu bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar. Kendilerine amellerin kötülüğü süslenip güzel gösterildi. Ve Allah, kâfirler; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler toplumuna kılavuzluk etmez. 38 Ey iman etmiş kişiler! Ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa çıkın denildiği zaman yere ağırlaşıp kaldınız/çakılıp kaldınız. Âhiretten cayıp basit dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama âhrettekine göre, bu basit dünya hayatının kazanımı pek azdır. 39 Eğer savaşa çıkmazsanız, Allah sizi acıklı bir azap ile azaplandırır ve yerinize başka bir toplumu getirir ve siz O'na zarar diye bir şey veremezsiniz. Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir. 40 Eğer siz, Elçi'ye yardım etmezseniz, bilin ki Allah O'na kesinlikle yardım etmiştir. Hani o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kişiler, o'nu ikinin ikincisi olarak çıkarmışlardı. Hani ikisi mağarada idiler. Hani O, arkadaşına “Üzülme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir” diyordu. Bunun üzerine Allah, O'nun üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygularını/morallerini içlerine koymuş, O'nu sizin görmediğiniz askerlerle güçlendirmiş ve kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişilerin sözünü en alçak yapmıştı. Allah'ın kelimesi de en yücenin ta kendisidir. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. 41 Hafif teçhizatla ve ağırlıklı olarak savaşa çıkın ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda gayret gösterin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. 42 Eğer sefer, yakın bir kazanç ve sıradan bir sefer olsaydı, onlar kesinlikle seni izlerlerdi. Fakat o yapılması zor olan iş kendilerine uzak geldi. Bununla beraber, “Bizim de gücümüz yetseydi, kesinlikle sizinle beraber elbette çıkardık” diye Allah'a yemin edecekler –kendilerini yıkıma uğratıyorlar– ve Allah biliyor ki onlar, kesinlikle yalancı kimselerdir. 43 Allah, seni affetti. Doğru kimseler, sana iyice belli oluncaya ve sen yalancıları bilinceye kadar, niçin onlara izin verdin? 44 Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler, mallarıyla ve canlarıyla çaba harcamaya senden izin istemezler. Ve Allah, o Kendi koruması altına girmiş kimseleri en iyi bilendir. 6
  • 7. 45 Senden izin isteyenler, sadece Allah'a ve âhiret gününe inanmayan ve kalpleri şüpheye düşüp de şüphelerinin içinde bocalayıp duran kişilerdir. 46 Ve eğer çıkışı isteselerdi, kesinlikle çıkış için birtakım hazırlık yaparlardı. Fakat Allah, onların gönderilmelerini hoş görmedi de onları yoldan alıkoydu. –Ve “Oturun oturanlarla beraber!” denildi.– 47 Eğer sizin içinizde çıkmış olsalardı, sadece bozgunculuğu artıracaklardı ve kesinlikle aranıza sosyal yangın sokmak için koşacaklardı. İçinizde onlara kulak verecekler de vardı. Ve Allah, o yanlış davrananları; kendi zararlarına iş yapanları çok iyi bilendir. 48 Andolsun ki onlar, bundan önce de insanları dinden çıkarmak istediler ve sana türlü işler çevirdiler. Sonunda hak geldi ve onlar istemedikleri hâlde Allah'ın emri açığa çıktı. 49 Onlardan bazı kimseler, “Bana izin ver, beni sosyal yangına düşürme/başımı belaya sokma!” derler. Gözünüzü açın! Onlar sosyal yangının içine düştüler. Cehennem de kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseleri çepeçevre kuşatıcıdır. 50 Eğer sana bir iyilik dokunursa fenalarına gider. Eğer sana bir musibet dokunursa, “Biz kesinlikle tedbirimizi önceden almıştık” derler. Ve onlar, sevinenler olarak yan çizip giderler. 51 De ki: “Hiçbir zaman bize Allah'ın bizim için yazdığından başkası dokunmaz. O, bizim mevlamızdır. Onun için mü’minler, yalnızca Allah'a işin sonucunu havale etsinler.” 52 De ki: “Siz, bize iki güzelliğin birinden başkasını mı gözetirsiniz? Biz ise size, Allah'ın Kendi katından veya bizim elimizle bir azap indirmesini gözetiyoruz. Haydi, siz gözetedurun, şüphesiz biz de sizinle beraber gözetenleriz.” 53 De ki: “İsteyerek veya istemeyerek Allah yolunda harcama yapın; sizden hiçbir zaman kabul edilmeyecektir. Şüphesiz siz, hak yoldan çıkanların toplumu oldunuz.” 54 Ve onların yaptıkları harcamaların kendilerinden kabul olunmasına, sadece, onların küfretmesi; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri, O'nun Elçisi'nin gerçek elçi oluşunu bilerek reddetmeleri ve salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya; toplumu aydınlatmaya] sadece tembel tembel gitmeleri, Allah yolunda harcamalarını da ancak istemeyerek yapmaları engel oldu. 55 Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak Allah, bunlarla, onları basit dünya yaşamında cezalandırmak, onlar kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri iken canlarını çıkarmak istiyor. 56 Sizden olmadıkları hâlde, şüphesiz kendilerinin kesinlikle sizden olduğuna dair Allah'a yemin de ederler. Velâkin onlar, korkup duran bir topluluktur. 7
  • 8. 57 Eğer onlar, sığınacak bir yer veya barınacak mağaralar veyahut girilecek bir delik bulsalardı, kesinlikle başlarını dikerek o tarafa doğru yönelirlerdi. 58 Onlardan bazıları da, sadakalar hakkında sana dil uzatan kimselerdir. Ki, o sadakalardan kendilerine verilmişse hoşnut olurlar, verilmemişse hemen öfkeleniverirler. 59 Ve keşke onlar, Allah ve Elçisi'nin kendilerine verdiğine razı olsalardı. Ve “Bize Allah yeter. Allah, yakında bize armağanlar verecektir, Elçisi de. Şüphesiz biz, sadece Allah'a rağbet edenleriz” deselerdi. 60 Kesinlikle, Allah tarafından bir taksim/zorunlu görev olarak sadakalar/ kamunun gelirleri ancak fakirler, miskinler/ yoksullar, işsizler, o iş üzerine çalışan görevliler/ kamu görevlileri, kalpleri İslâm'a ısındırılacaklar, özgürlüğü olmayan köleler, ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler [askerler, öğrenci ve öğretmenler], yolda kalmışlar içindir. Allah, her şeyi en iyi bilendir ve en iyi yasa koyandır. 61 Yine onlardan bazıları, Peygamber'i inciten ve “O, kendisine söylenen her şeyi dinleyip tasdik eden biridir!” diyen kimselerdir. De ki: “Sizin için bir hayır kulağıdır; Allah'a inanır, mü’minlere inanır ve sizden iman edenlere de bir rahmettir.” Ve Allah'ın Elçisi'ni inciten kimseler, acıklı bir azap kendileri için olanlardır. 62 Sizi hoşnut etmek için, sizin için Allah'a yemin ederler. Bunlar, eğer mü’min iseler Allah'ı ve Elçisi'ni razı etmeleri daha doğrudur. 63 Şüphesiz kim Allah ve Elçisi'yle boy ölçüşmeye kalkarsa, şüphesiz onun için içinde sonsuza dek kalanlar olarak cehennem ateşi olduğunu bilmediler mi? İşte bu, en büyük rüsvalıktır. 64 Münâfıklar, kalplerindeki şeyleri kendilerine haber verecek bir sûrenin üzerlerine indirilmesinden çekinirler. De ki: “Siz alay edin! Şüphesiz Allah, sizin çekindiğiniz şeyi ortaya çıkarandır. 65 Ve eğer onlara sorsaydın, kesinlikle, “Biz, sadece dalmıştık, oyun oynuyorduk” diyecekler. De ki: “Allah, âyetleri ve Elçisi ile mi alay ediyordunuz?” 66 Özür dilemeyin, siz “İman ettik” dedikten sonra kesinlikle küfrettiniz; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddettiniz. Sizden bir kısmını affetsek bile, şüphesiz kendileri günah işleyen kimseler oldukları için azaplandıracağız. 67 Münâfık erkekler ve münâfık kadınlar birbirlerindendir; kötülüğü emreder, iyilikten sakındırırlar ve ellerini sıkı tutarlar/ cimrilik ederler. Allah'ı terk ederler de, Allah da onları terk ediverir. Gerçekten de münâfıklar, hak yoldan çıkmış kimselerin ta kendileridir. 68 Allah, münâfık erkek ve münâfık kadınlara ve kâfirlere; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere/ inanmayanlara, içinde temelli kalanlar olarak cehennem ateşini vaat etmiştir. O, onlara yeter. Ve Allah, onları dışlayıp rahmetinden mahrum bırakmıştır! Ve onlara kalıcı bir azap vardır. 8
  • 9. 69 Siz de tıpkı kendinizden önceki, sizden daha güçlü-kuvvetli, mal ve evlatça sizden daha varlıklı ve de paylarına düşen kadar yararlanan kimseler gibisiniz. İşte siz de, sizden öncekiler paylarına düşen kadarıyla nasıl yararlanmak istedilerse siz de onlar gibi payınıza düşen kadarıyla yararlanmak istediniz. Siz de dalanlar gibi daldınız. İşte bunların, dünyada ve âhirette amelleri boşa gitti ve işte bunlar, kayba/zarara uğrayıp acı çeken kimselerin ta kendileridir. 70 Onlara, kendilerinden önceki kişilerin; Nûh'un toplumunun, Âd'ın, Semûd'un, İbrâhîm'in toplumunun, Medyen ashâbı'nın ve alt-üst olmuş kentlerin haberi gelmedi mi? Onlara elçileri açık delillerle gelmişlerdi. Ve sonra Allah, onlara haksızlık eden biri değildi. Velâkin onlar, şirk koşmak sûretiyle kendilerine haksızlık ediyorlardı. 71 İnanan erkekler ve inanan kadınlar; bunların bazısı bazılarının koruyucu, yol gösterici yakınlarıdırlar. Bunlar herkesçe kabul gören iyi şeyleri emrederler, tüm kötü şeylerden vazgeçirirler, salâtı ikame ederler [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturur, ayakta tutarlar], zekâtı/vergiyi verirler, Allah'a ve O'nun Elçisi'ne itaat ederler. İşte bunlar, Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. 72 Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, içinde sürekli kalanlar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde hoş meskenler vaat etti. Allah'ın rızası ise daha büyüktür. İşte bu, çok büyük kurtuluşun ta kendisidir. 73 Ey Peygamber! İnkârcılar ve münâfıklar ile çaba göster. Ve onlara karşı sert ol. Onların barınma yerleri de cehennemdir. Ve o, ne kötü bir oluş yeri; son duraktır! 74 Onlar, söylemediklerine, Allah'a yemin ederler. Hâlbuki onlar, küfrü; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetme sözünü kesinlikle söylediler. İslâmlaşmalarından sonra da kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri oldular. Ve ulaşamadıkları, sahip olamadıkları şeyleri çok istediler. Onlar sadece, Allah'ın ve Elçisi'nin mü’minleri Allah'ın armağanlarından zenginleştirmiş olmasından kinlendiler. Artık, eğer hatalarından dönerlerse kendileri için hayırlı olur. Eğer geri dururlarsa da Allah, onları dünyada ve âhirette çok acıklı bir azap ile azaplandıracaktır. Yeryüzünde onlar için bir koruyucu, yol gösterici yakın ve iyi bir yardımcı da yoktur. 75 Ve onlardan bazıları, “Eğer Allah armağanlarından bize verirse, kesinlikle bağışta bulunacağız ve kesinlikle iyilerden olacağız” diye Allah'a söz veren kimselerdir. 76 Sonra, ne zaman ki Allah, onlara armağanlarından verir, onda cimrilik ederler ve yüz çevirerek geri dururlar. 77 Sonunda Allah'a vaat ettikleri şeylerde sözlerini tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, O da Kendisiyle karşılaşacakları güne kadar kalplerinde sürüp gidecek bir münâfıklık yerleştirerek onları cezalandırdı. 78,79 Şüphesiz onlar; mü’minlerden, sadakalardan kendi gönülleriyle bağışta bulunanlara ve güçlerinin yettiğinden fazlasını bulamayanlara dil uzatan, sonra da onlarla alay eden kimseler, Allah'ın, onların sırlarını ve fısıltılarını bilip durduğunu ve şüphesiz Allah'ın bütün bilinmeyenlerin çok iyi 9
  • 10. bilicisi olduğunu bilmediler mi? Allah, onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için çok acıklı bir azap vardır. 80 Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen de yine Allah, onları bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah'ı ve Rasûlü'nü kabul etmemeleri nedeniyledir. Allah, hak yoldan çıkmışlar toplumuna kılavuzluk etmez. 81 O geri bırakılanlar/savaşa katılmayanlar, Allah'ın Elçisi'ne karşıt olarak oturmalarıyla ferahladılar ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda çaba harcamaktan hoşlanmadılar, bir de “Bu sıcakta savaşa çıkmayın” dediler. De ki: “Cehennem ateşi daha sıcaktır.” Keşke iyice kavrayıp anlayabilselerdi. 82 Artık kazandıkları günahın cezası olarak, çok az gülsünler, çok çok ağlasınlar. 83 Eğer Allah seni onlardan bir taifenin yanına döndürür de onlar çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz, hiçbir zaman benimle beraber asla çıkmayacaksınız. Ve hiçbir zaman benimle birlikte düşmanla savaşmayacaksınız. Şüphesiz siz, ilkinde oturup kalmaktan hoşlanıyordunuz. Artık geride kalanlarla beraber oturup kalın!” 84 Ve onlardan ölen biri için destek olma, onun kabrinin üzerine dikilme. Şüphesiz onlar, kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden, O'nun Elçisi'nin gerçek elçi olduğunu bilerek reddedenlerdir. Ve onlar, hak yoldan çıkmış olarak ölmüşlerdir. 85 Onların malları ve evlatları da seni imrendirmesin. Allah, ancak onları dünyada bunlarla cezalandırmayı ve onlar kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden biri iken canlarının güçlükle çıkmasını istiyor. 86,87 Ve “Allah'a iman edin ve Elçisi ile birlikte çaba harcayın” diye bir sûre indirildiği zaman, onlardan güç [mal, mülk, evlat] sahibi olanlar senden izin istediler ve “Bırak bizi oturanlarla beraber olalım” dediler. Geri kalanlarla birlikte olmayı seçtiler. Onların kalpleri de damgalandı/ mühürlendi. Artık onlar iyice kavrayıp anlamazlar. 88 Fakat Elçi ve O'nunla beraber olan inanmış kimseler mallarıyla, canlarıyla çaba harcadılar. Ve işte onlar, bütün hayırlar kendilerinin olanlardır. Ve işte onlar, durumu bozulmayan, kazançlı çıkanların ta kendileridir. 89 Allah, onlar için, içinde sürekli kalanlar olarak, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, o çok büyük kurtuluştur. 90 Bedevi Araplardan özür beyan edenler, kendilerine izin verilmesi için geldiler. Allah'a ve Elçisi'ne yalan söyleyenler de oturup kaldılar. Bunlardan Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden biri olan kimselere, yakında çok acıklı bir azap dokunacaktır. 91,92 Allah ve Elçisi için samimi oldukları takdirde, zayıflara, hastalara ve de harcamada bulunacak bir şey bulamayan kimselere, bir de kendilerini bindiresin diye sana geldiklerinde, “Sizi üzerine bindirecek bir şey 10
  • 11. bulamıyorum” dediğin zaman, Allah yolunda harcayacakları bir şey bulamadıklarından dolayı üzülüp gözlerinden yaş döke döke geri dönüp giden kimselere bir günah yoktur. İyilik-güzellik üretenler aleyhine bir yol yoktur. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. 93 Yol, ancak zengin oldukları hâlde senden izin isteyen o kimselerin aleyhinedir. Bunlar, geride kalanlarla birlikte olmaya razı oldular. Allah da onların kalpleri üzerine damga/mühür bastı. Bundan dolayı onlar bilmezler. 94 Kendilerine döndüğünüz zaman size özür beyan edecekler. De ki: “Özür beyan etmeyin. Size kesinlikle inanmayız. Allah bize, sizin haberlerinizden önemli haberler verdi.” Bundan sonra da Allah ve Elçisi işinizi görecektir. Daha sonra da görünmeyeni ve görüneni bilen Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra da O, size yapmış olduklarınızı haber verecektir. 95 Kendilerine döndüğünüz zaman, onlardan mesafelenmeniz için, size Allah'a yemin edecekler. Siz de onlardan hemen mesafelenin. Şüphesiz onlar kirlidir, pislenmiştir. Kazandıklarının cezası olarak varacakları yer de cehennemdir. 96 Kendilerinden razı olasınız diye size yemin ederler. Artık eğer siz, onlardan razı olursanız da, bilin ki Allah şüphesiz hak yoldan çıkmış o kimseler toplumundan razı olmaz. 97 Bedevi Araplar, Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmama ve münâfıklık bakımından daha çetin; Allah'ın, Elçisi'ne indirdiklerinin sınırlarını bilmemeye/ öğrenmemeye daha yatkındırlar. Allah da, en iyi bilen, en iyi ilke koyandır. 98 Bedevi Araplardan kimi de var ki, kamu yararına harcadığını zorla ödenmiş borç sayar ve size belalar gelmesini bekler. –O çirkin bela kendi üzerlerine!– Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. 99 Yine bedevi Araplardan kimi de vardır ki onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri sayar. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah, onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir. 100 Muhacir ve Ensar'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve Allah onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur. 101 Ve yanınızda bedevi Araplardan münâfıklar var. Medîne halkından da münâfıklığa iyice alışmış olanlar var. Onları sen bilmezsin. Biz biliriz onları. İki kez azap edeceğiz onlara, sonra da çok büyük bir azaba döndürüleceklerdir. 102 Diğerleri de günahlarını itiraf ettiler. Sâlih bir amelle diğer kötüyü karıştırdılar. Olur ki Allah, onların tevbelerini kabul eder. Şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir. 11
  • 12. 103 Onların mallarından sadaka al ki, sadaka ile kendilerini temizlersin ve arındırırsın. Bir de onlara destek ol. Şüphesiz senin desteğin onlar için bir huzurdur. Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir. 104 Onlar Allah'ın, kullarından tevbeyi kabul ettiğini, sadakaları aldığını ve Allah'ın tevbeleri çokça kabul eden, çok tevbe fırsatı verenin, çok merhamet edenin ta kendisi olduğunu bilmediler mi? 105 Ve de ki: “Elinizden geleni yapın! Artık Allah, Elçisi ve mü’minler işlerinizi görecektir. Ve siz, görünmeyeni ve görüneni bilen Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra O, işlemiş olduklarınızı size haber verecektir.” 106 Ve diğerleri, Allah'ın emrine bırakılmış olanlardır. O, ya kendilerini azaplandırır ya da tevbelerini kabul eder. Ve Allah en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır. 107 Ve zarar vermek, küfür; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmek, Mü’minlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Elçisi'ne karşı savaş açmış; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olanlara gözcülük etmek için mescit yapan şu kimseler, “Biz, en güzelden başka bir şey istemedik” diye yemin de ederler. Allah da tanıklık eder ki şüphesiz bunlar, kesinlikle yalancılardır. 108 Sen, o mescidin içinde sonsuza dek dikilme/görev yapma! İlk gününde Allah'ın koruması altına girme üzerine kurulan mescit, elbette içinde görev yapmana daha layıktır. Onun içinde arınmayı seven er kişiler vardır. Allah da arınan kimseleri sever. 109 Peki, temelini Allah'ın koruması altına girme ve hoşnutluk üzerine kurmuş olan kimse mi hayırlıdır, yoksa temelini yıkılmak üzere olan bir uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte cehennemin ateşine yuvarlanan mı? Ve Allah, şirk koşarak, küfrederek yanlış davrananlar; kendi zararlarına iş yapanlar toplumuna kılavuz olmaz. 110 Onların kalpleri parça parça olmadıkça, o kurdukları temelleri, kalplerinde bir kuşku olarak kalıp kaybolmayacaktır. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır. 111,112 Şüphesiz Allah, tevbe eden, kulluk eden, övgüde bulunan, seyahat eden, Allah'ı birleyen, boyun eğip teslimiyet gösteren, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, kötü olan her şeyden vazgeçiren, Allah'ın hududunu koruyan inananlardan, canlarını ve mallarını şüphesiz cenneti onlara verme karşılığında satın almıştır: Onlar, Allah yolunda savaşırlar; sonra öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah'ın Tevrât, İncîl ve Kur’ân'daki gerçek bir vaadidir Ve sözünü, Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alış- verişle sevinin. Ve işte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. Ve mü’minlere müjde ver! 113,114 Kendilerine, cehennem ashâbı oldukları iyice belli olduktan sonra Peygamber'e ve iman etmiş kişilere, akraba bile olsalar, ortak koşanlar için bağışlanma dilemek yoktur. İbrâhîm'in babası için bağışlanma dilemesi de yalnızca ona vermiş olduğu bir sözden dolayı idi. Sonra onun, Allah için bir 12
  • 13. düşman olduğu kendisine açıkça belli olunca ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrâhîm, çok içli, çok halim birisi idi. 115 Allah, bir topluma doğru yolu gösterdikten sonra, Kendisinin koruması altına girdirecek şeyleri kendilerine ortaya koymadıkça onları saptırmaz. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir. 116 Hiç şüphesiz Allah, göklerin ve yeryüzünün mülkü yalnızca Kendisinin olandır. O, diriltir ve öldürür. Sizin için O'nun astlarından bir yol gösterici, koruyucu yakın ve bir yardımcı yoktur. 117 Andolsun ki Allah, Peygamber'e ve en zor saatinde O'na uyan Muhacirlere ve Ensar'a, kendilerinden bir kısmının kalpleri az kalsın kayacak gibi olmuşken, tevbe nasip etti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Şüphesiz O, onlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. 118 Geri bırakılanlardan o üç kişinin de tevbelerini kabul etti. Öyle ki, yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmeye başlamıştı, benlikleri de kendilerini sıkıntıya sokmuştu. Allah'tan kurtuluşun, ancak Allah'a sığınmakta olduğuna da iyice inanmışlardı. Sonra Allah, onlara dönmeleri için tevbe nasip etti de tevbelerini kabul etti. Şüphesiz ki Allah, tevbeleri çokça kabul eden, çok tevbe fırsatı verenin, çok merhametli olanın ta kendisidir. 119 Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın koruması altına girin ve doğru kimselerle birlikte olun. 120,121 Medîne halkı ve bedevi Araplardan civardakiler için, Allah'ın Elçisi'nden geri kalmaları ve O’nun canından evvel kendi canlarını düşünmeleri olacak şey değildir. İşte bu, Allah yolunda isabet eden her susuzluk, her yorgunluk ve her açlık, kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri öfkelendirecek olması, ayak bastıkları her yer ve düşmana karşı elde ettikleri her başarı karşılığında kendilerine kesinlikle sâlih bir amel yazılmış olması, Allah yolunda yaptıkları küçük ve büyük her harcama ve geçtikleri her vadi karşılığında, kesinlikle kendileri için, yaptıkları işin daha güzeliyle Allah'ın kendilerini ödüllendirmesi yazılmış olması sebebiyledir. Şüphesiz Allah, iyilik-güzellik üretenlerin ödülünü kaybetmez. 122 Mü’minlerin, önlem almaları için, hepsinin birden topyekün ayrılmaları/ seferber olmaları da olmazdı. Öyleyse, dinde derin bilgi elde etmeleri, toplumları kendilerine döndükleri zaman onları uyarmaları için onların her kesiminden bir grubun ayrılmaması gerekmez miydi? 123 Ey iman etmiş kimseler! İnkârcılardan tehlike oluşturan kişiler ile savaşın ve sizde bir sertlik bulsunlar. Ve şüphesiz Allah'ın, Kendi koruması altına girmiş kimseler ile birlikte olduğunu biliniz. 124 Ve bir sûre indirildiği zaman, içlerinden bir kimse, “O indirilmiş sûre hanginizi iman açısından güçlendirdi?” der. Fakat iman etmiş kimselere gelince, o inen sûre, onları iman açısından ziyadeleştirmiştir; güçlendirmiştir ve onlar sürekli olarak müjdelenip duruyorlar. 125 Kalplerinde bir hastalık olanlara gelince de; onların da pisliklerinin içine pislik ilave etmiştir. Ve onlar, kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri olarak ölmüşlerdir. 13
  • 14. 126 Onlar, her yıl bir veya iki kere şüphesiz kendilerinin acı olaylar ile denendiklerini görmüyorlar mı? Sonra da tevbe etmiyor ve öğüt almıyorlar. 127 Bir sûre indirildiğinde, bazısı bazısına bakar: “Sizi bir kimse görüyor mu?” Sonra sırt çevirir giderler. Gerçekten onlar, iyice anlayıp kavramayan bir topluluk olmaları dolayısıyla, Allah onların kalplerini çevirmiştir. 128 Andolsun, içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, sadece inananlara çok şefkatli, kolaylık sağlayan, çok merhametli bir elçi gelmiştir. 129 Buna rağmen eğer uzaklaşırlarsa hemen de ki: “Bana Allah yeter. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Ben, sadece O'na işin sonucunu havale ettim O, çok büyük tahtın Rabbidir.” TAHLİL: 1,2 Allah'tan ve Elçisi'nden ahitleştiğiniz ortak koşanlara bir ültümatom, kesin uyarı: “Artık yeryüzünde dört ay daha rahat dolaşın. Ve kesinlikle kendinizin, Allah'ı âciz bırakan olmadığını ve kesinlikle Allah'ın, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseleri rezil-rüsva eden olduğunu bilin.” 3,4 Ve “en büyük hac” günü, ortak koşanlardan antlaşma yaptığınız, size hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiçbir kimseyle yardımlaşmamış kimseler hariç, şüphesiz Allah'ın ve O'nun Elçisi'nin ortak koşan kimselerden ilişiksiz olduğuna dair Allah'tan ve Elçisi'nden insanlara bir bildiri: “Artık eğer hatadan dönerseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ve eğer sırt çevirirseniz o zaman şüphesiz kendinizin, Allah'ı âcizleştiren olmadığını biliniz.” Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kişilere de acıklı bir azabı müjdele! Artık siz de müddetlerine kadar kendilerine verdiğiniz sözlerinizi tamamlayın. Şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri sever. 5 Şu dokunulmaz kılınmış aylar/hac ayları çıktığı zaman da o ortak koşanları nerede bulursanız öldürün, onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme yerinde onlar için oturun. Artık, eğer tevbe ederlerse, salâtı ikame ederlerse [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturur, ayakta tutarlarsa] ve zekâtı/vergilerini verirlerse artık onların yollarını serbest bırakın. Şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir. 6 Eğer ortak koşanlardan herhangi biri aman dilerse, Allah'ın kelâmını dinlemesi için ona aman ver. Sonra onu güvenli yerine ulaştır. Bu, şüphesiz onların bilmeyen bir toplum olmaları nedeniyledir. 7 Mescid-i Haram yanında antlaşma yaptıklarınız hariç, o ortak koşan kimseler için Allah katında ve Elçisi katında herhangi bir antlaşma nasıl 14
  • 15. olabilir? Artık onlar size karşı doğru durdukça siz de onlara karşı doğru olun. Şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri sever. 8-10 Nasıl olabilir ki? Ve eğer onlar, size üstünlük sağlarlarsa, sizin hakkınızda bir yemin ve antlaşma gözetmezler. Ağızlarıyla sizi hoşnut etmeye çalışırlar, kalpleri ise dayatır. Ve onların çoğu hak yoldan çıkmış kimselerdir: Onlar, Allah'ın âyetlerini çok az bir bedelle sattılar da Allah'ın yolundan alıkoydular. Şüphesiz onlar, yapmış oldukları kötü olanlardır. Onlar, herhangi bir mü’min hakkında yemin ve antlaşma gözetmezler. Ve işte bunlar, sınırı aşanların ta kendileridir. 11 Bundan sonra eğer tevbe ederlerse, salâtı ikame ederlerse [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturur, ayakta tutarlarsa] ve zekâtı/vergilerini verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdirler. Ve Biz âyetleri, bilen bir toplum için ayrıntılı olarak açıklıyoruz. 12 Ve eğer verdikleri sözden sonra yeminlerini bozar ve dininize dil uzatırlarsa, vazgeçmeleri için o, küfür; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetme öncüleriyle hemen savaşın. Şüphesiz onlar için sözleşmeler diye bir şey yoktur. 13 Yeminlerini bozan, Elçi'yi yurdundan çıkarmaya azmeden ve üstelik ilk önce size karşı savaşa kendileri başlayan bir toplumla savaşmaz mısınız? Yoksa onlara saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti mi duyuyorsunuz? Artık, eğer mü’min iseniz, Allah, Kendisine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymaya daha layık olandır. 14,15 Onlarla savaşın ki, Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın ve onları rezil-rüsva etsin. Sizi de, onlara karşı muzaffer kılsın ve mü’min bir toplumun göğüslerine şifa versin, göğüslerinin kinini gidersin. Allah, dilediğinin tevbesini de kabul eder. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. 16 Sizden çaba harcayanları, Allah'ın Elçisi'nden ve inananların astlarından sırdaş/ can dostu edinmeyenleri Allah bildirmeden/ işaretleyip göstermeden bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır. 17 Ortak koşanlar, kendilerinin küfrüne; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedişlerine kendileri şâhit olup dururlarken Allah'ın mescitlerini imar etmeleri söz konusu olamaz. İşte onlar, işleri boşa gitmiş kimselerdir. Ve onlar, Ateş içinde sürekli kalacaklardır. 18 Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe inanan, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan], zekâtı/vergisini veren ve sadece Allah'a saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kimseler açar ve yaşatırlar. Artık işte onların, kılavuzlandıkları doğru yol üzere olan kimselerden olmaları beklenir. 19 Siz, hac yapanın sularının tedarik edilmesini ve Mescid-i Haram'ın imar edilmesini, Allah'a ve âhiret gününe iman eden ve Allah yolunda çaba gösteren kimse gibi mi yapıyorsunuz? Bunlar, Allah katında eşit olamazlar. Ve Allah, şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar toplumuna kılavuzluk etmez. 15
  • 16. 28 Ey iman eden kimseler! Ortak koşan bu kimseler sadece bir pisliktirler. Artık bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan/onların uzaklaşmasıyla kazanç kaybına uğramaktan korktuysanız da Allah sizi dilediğinde armağanlar ile yakında zenginleştirecektir. Şüphesiz Allah en iyi bilen, en iyi yasa koyandır. 29 Kendilerine Kitap verilenlerden, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Elçisi'nin haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimseler ile, alçalmış oldukları hâlde cizye verene kadar savaşın. 31 Onlar, Allah'ın astlarından bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Îsâ'yı kendilerine rabler edindiler. Oysa onlar sadece bir tek olan ilâha kulluk etmekle emrolunmuşlardı. Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, ortak koşanların ortak koştuğu şeylerden de arınıktır. 32 Onlar, Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki Allah, sadece, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler hoş görmeseler de Kendi nûrunu tamamlamaya dayatıyor. Sûrenin ilk 35 âyeti, üç ayrı necmden oluşmaktadır. Birinci necm; 1-19, 28-29, 31-32. âyetlerden, ikinci necm 20-27. âyetlerden üçüncü necm de 30, 33-35 ve 24. âyetlerden oluşmaktadır. Âyetlerin doğru anlaşılması için necmleri resmî Mushaf'tan farklı tertip ettik. Birinci necm olan 1-19, 28-29, 31-32. âyetler, Rasûlullah'ın sağlığında Müslümanların uyguladıkları hacc ibâdetinin kapanış bildirileridir. Bu bildiriler Allah'tan gelmiş ve Rasûlullah da bunları tebliğ etmiştir. Konuyu, Bakara sûresi'nde haccı ve haccın bitimini konu alan âyetlerde açıklamıştık. Buradaki âyetler gâyet açıktır. Yalnız, Enfâl sûresindeki şu ilkeyi hatırlatmakta yarar vardır: 58 Eğer bir toplumdan; hâinlik yapmasından korkarsan, aynı şekilde antlaşmayı bozduğunu kendilerine bildir. Şüphesiz Allah, hâin kimseleri sevmez. (Enfâl/58) Burada konu edilen ültimatomlar, işte bu ilâhî ilke kapsamında yapılmıştır. Aksi hâlde anlaşmanın sona erdiği açıkça ilan edilmeksizin, antlaşma yapılmış bir gruba savaş açmak ihanettir. Yaptıkları anlaşmaya rağmen İslâm aleyhine komplolar düzenlemekte olan müşriklere karşı, artık anlaşmaların tek taraflı olarak tanınmadığı bir deklarasyon yayınlanma gereği bundandır. HACC-I EKBER GÜNÜ Âyetteki, hacc-ı ekber [en büyük hacc] günü ifadesinin, “Arefe günü”, “kurban bayramının birinci günü”, “Minâ'da kalınan bütün günler”, “hacc-ı kıran”, “bütün hacc günleri”, “o yıl Müslümanlarla müşriklerin birlikte haccetmeleri”, “Yahûdi, Hristiyan ve Mecusîlerin bayramlarının da o güne denk düşmesi”, bu güne, “ekber” sıfatının verilmesi, o günde Ebû Bekr'in haccetmesi ve antlaşmaların bozulduğunun ilan edilmesi sebebiyledir” gibi açıklamalar yapılmıştır. Bizce bu, Rasûlullah'ın katılımı ile yapılan hacc olması nedeniyle “en büyük hacc”dır. Zira, Rasûlullah'ın 16
  • 17. bulunmadığı hacc, Rasûlullah'ın da katılımıyla gerçekleşen hacc seviyesinde olamaz. Onaltı ayetteki “ya’leme” ifadesinin tahlili ile ilgili ayrıntılı bilgi Sebe/21. ayetin tahlilinde verilmiştir.4 20 İman eden, hicret eden ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda çaba gösterenler, Allah katında derece bakımından daha büyüktür. İşte bunlar, kurtulanların ta kendileridir. 21,22 Onların Rabbi, onları Kendi katından bir rahmet, bir rıza ve içinde sonsuz olarak kalmak üzere, içinde tükenmez nimetler bulunan kendilerine ait cennetlerle müjdeler. Şüphesiz Allah, katında çok büyük ödül olandır. 23 Ey iman etmiş kimseler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfürü; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeyi seviyorlarsa, onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyiniz. Sizden her kim de onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar kabul ederse, artık işte onlar, yanlış davrananların; kendi zararlarına iş yapanların ta kendileridir. 25 Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size güven vermişti de onun size bir yararı olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da arkanızı dönüp kaçmıştınız. 26 Sonra Allah, Elçisi'nin üzerine ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygularını/ morallerini içlerinde oluşturdu ve sizin görmediğiniz ordular indirdi. Kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseleri de azaba uğrattı. Ve işte bu, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin cezasıdır. 27 Sonra, bütün bu olup bitenlerin arkasından Allah, dilediği kimseye dönüş nasip eder. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. Ayrı bir necm olan bu âyetlerde durumları konu edilen mü’minler onore edilip nimetlerle müjdelenmektedir: İman eden, hicret eden ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad edenler, Allah katında derece bakımından daha büyüktür. İşte bunlar, kurtulanların ta kendileridir. Onların Rabbi, onları Kendi katından bir rahmet, bir rıza ve içinde ebedî olarak kalmak üzere, içinde tükenmez nimetler bulunan kendilerine ait cennetlerle müjdeler. Şüphesiz Allah, katında çok büyük mükâfât olandır. Daha sonra da mü’minlere dünya ve âhiret mutluluğunu yaşayabilmeleri için yol gösterilmektedir: Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfrü seviyorlarsa, onları velîler edinmeyiniz. Sizden her kim de onları velîleştirirse artık işte onlar, zâlimlerin ta kendileridir. 4 Tebyinulkuran; clt ??? s. ????* 17
  • 18. Bu talimatlardan sonra mü’minlere geçmişte yaşadıkları bazı olaylar hatırlatılmıştır: Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size güven vermişti de onun size bir faydası olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da arkası dönenler hâlinde kaçmıştınız. Sonra Allah, Elçisi'nin üzerine ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygularını; morallerini indirdi ve sizin görmediğiniz ordular indirdi. Küfreden kimseleri de azaba uğrattı. Ve işte bu, o kâfirlerin cezasıdır. Sonra, bunun [bütün bu olup bitenlerin] arkasından Allah, dilediği kimseye dönüş nasip eder. Ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. 30 Ve Yahudiler; “Uzeyr Allah'ın oğludur” dediler. Hristiyanlar da, “Mesih Allah'ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözler olup, güya bununla, daha önce yaşayan kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah, onlarla savaşmıştır. Nasıl da döndürülüyorlar! 33 Allah, ortak koşanlar hoşlanmasa da, kendisini, Din'in; hepsinin üzerine çıkarması için Elçisi'ni, doğru yol kılavuzu ve hak din ile gönderendir. 34 Ey iman etmiş kişiler! Şüphesiz, hahamlardan/ bilginlerden, rahiplerden birçoğu kesinlikle insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan/ başta kendi yakınları olmak üzere başkalarının nafakalarını sağlamayan kimseler, hemen onlara acıklı bir azabı müjdele! 35 O gün, biriktirdikleri altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: “İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi, şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri!” Bu âyet grubu da gâyet açıktır. Burada da Yahûdilerin yanlış inançları ve din bilginlerinin karakterleri ifşa edilmektedir. Kur’ân'da sadece burada geçen Uzeyr (Kitab-ı Mukaddes'te Ezra şeklindedir) hakkında bilgi yer almaz. Biz Merhum Mevdûdî'nin tesbitine yer veriyoruz: Uzeyr [Ezra], yaklaşık M.Ö 450 yıllarında yaşadı. Süleymân'ın vefatından sonra Bâbil'deki esaretleri döneminde kaybolmuş olan Tevrât metinlerini ihya edici olarak ona büyük bir kutsiyet atfettiler. O dereceye kadar ki, onlar şeriatları, adetleri ve dilleri [İbranice] hakkında bütün bildiklerini yitirmişlerdi. Daha sora dağınık rivâyetler hâlinde bulunan Tevrât'ı yeniden toparlayıp yazan ve şeriatlarını tekrar ihya eden Uzeyr (a.s) oldu. Bu hizmetlerinden dolayı Uzeyr [Ezra] İsrâîloğulları'nın aşırı takdir ve saygısını kazanmıştı. Bu saygı dolayısıyla hakkında kullanılan mübalağalı ifade, bazı Yahûdi mezheplerinin sapıtmasının ve onu “Allah'ın oğlu” sanmalarının sebebidir.5 34-35. âyetlerde, haham ve rahiplerin durumuna dair bilgi verilmekte, 34. âyette de bu uyarıya bağlı olarak, Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan kimseler; hemen onlara acıklı bir azabı müjdele! O gün, onların [altın ve gümüşlerin] üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: “İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri!” ifadesiyle, kenz yapanlar kınanmaktadır. Onlar bâtıl yolla kazanıp biriktirdiklerini tedavüle de sokmamışlar, hatta bunları insanların sapmaları yönünde kullanmışlardır. 5 Mevdûdî, Tefhîmu'l-Kur’ân. 18
  • 19. 24 De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından ürperdiğiniz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah'tan, O'nun Elçisi'nden ve O'nun yolunda çaba harcamaktan daha sevimli ise, artık Allah, emrini getirinceye kadar bekleyiniz. Ve Allah, hak yoldan çıkmışlar toplumuna kılavuzluk etmez. Bağımsız bir necm olan bu âyette, Allah yolunda savaşma hususunda gevşek davranan mü’minler uyarılmaktadır. 22 Allah'a ve âhiret gününe inanan bir topluluğu, Allah'a ve Elçisi'ne sınırı aşmaya uğraşanlarla karşılıklı sevgi bağı kurmuş hâlde bulamazsın. Bunlar, onların ister babaları olsun, ister çocukları olsun, ister kardeşleri olsun, ister akrabaları olsun. Onlar, Allah'ın, kalplerine imanı yazdığı ve kendilerini Kendisinden olan vahiy ile desteklediği kimselerdir. Ve Allah onları, sürekli kalanlar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Allah, onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır. İşte bunlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gözünüzü açın! Allah'ın taraftarları, başarıya ulaşanların ta kendileridir. (Mücâdele/22) 36 Şüphesiz Allah katında; gökleri ve yeri oluşturduğu günkü Allah'ın yazısında ayların sayısı, ay olarak on ikidir. Bunlardan dördü dokunulmaz kılınmıştır. İşte bu koruyan dindir. Bu nedenle dokunulmaz aylarda kendinize haksızlık etmeyiniz. Ve sizinle toptan savaşan ortak koşanlarla siz de toptan savaşın. Ve şüphesiz Allah'ın, Kendisinin koruması altına girmiş kişiler ile beraber olduğunu bilin. 37 O “Nesi”, ancak küfre; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedişte fazlalıktır ki, onunla kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler şaşırtılır; Allah'ın haram kıldığının sayısına uydursunlar da Allah'ın haram kıldığını helâl kılsınlar diye, onu bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar. Kendilerine amellerin kötülüğü süslenip güzel gösterildi. Ve Allah, kâfirler; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler toplumuna kılavuzluk etmez. Bu âyetlerde haccın [en üst düzeydeki uluslararası eğitim ve öğretimin] önemine dikkat çekilmekte ve hacc yapmamanın, ertelemenin zararları konu edilmekte ve evrenin yaratılışından bu yana ayların sayısının 12 olduğu, bunlardan 4'ünün haram [dokunulmaz/özerk eğitim-öğretim ayı] olduğu ve bu ilkenin sağlam bir din olduğu ifade edilmektedir. Öyleyse insanlar, özellikle de Müslümanlar senenin dört ayını, yüksek düzeyde uluslararası eğitim-öğretimle geçirmeli ve bu süre içinde barış, huzur ve sükunet sürdürülmelidir. 37. âyette, nesî’ ile haram ay ilkesini sulandırma, sulandıranların durumu ve bunların âkıbetleri bildirilmiştir. “Erteleme, geciktirme” demek olan ‫النسيئ‬ [nesî’], Arapların haram aylara riâyet etmekten kaçınmalarını, yozlaştırma çabalarını ifade eder. Bu konuyu da Merhum Mevdûdî ve Kurtubî'nin tesbitleriyle sunuyoruz: Putperest Araplar nesî’ uygulamasını iki şekilde yapıyorlardı. Ne zaman işlerine gelse bir haram ayı; kendi arzularına göre savaş ve intikam için adam öldürmenin helâl olduğu normal bir ay gibi kabul ediyorlardı. Daha sonra haram ayların sayısında oluşan eksikliği tamamlamak üzere, bu ayın yerine başka bir ayı haram ay ilan ediyorlardı. 19
  • 20. Nesî’nin ikinci şekli ise, ay yılı ile güneş yılını dengeye getirmek için yıla bir ay daha eklemeleriydi. Böylece hacc, her yıl aynı mevsime denk geliyor ve haccı ay yılına göre tayin etme sırasında karşılaşılan tüm güçlük ve zahmetlerden kurtulmuş oluyorlardı. Bu şekilde hacc 33 yıl boyunca gerçek târihinden başka bir târihte yapılmış oluyordu. Ancak 34. yılda hacc olması gereken târihte Zi'l-Hicce'nin 9 ve 10'unda ifa edilebiliyordu. Hz. Peygamber'in (s.a) Veda haccı'nı yaptığı yıl, târihler bu şekilde dönerek, ay takvimine göre gerçek hacc mevsimine denk gelmişti. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a) Arafat'taki târihî hutbesinde şöyle demişti: “Bu yıl hacc günleri, uzun müddet devir yaptıktan sonra gerçek ve tabii târihine rastladı.” H. 9. yılda Veda haccı'ndan beri de hacc günleri, asıl târihine denk gelmekte, ay takvimine göre belirlenmektedir.6 ARAPLARIN NESÎ’ [AYLARI ERTELEME] UYGULAMASI Araplar Muharrem ayında savaşı haram kabul ediyorlardı. Muharrem ayında savaşmak ihtiyacını duyacak olurlarsa, onun yerine Safer ayını haram ay kabul eder ve Muharrem ayında savaşırlardı. Buna sebep ise şudur: Araplar savaş ve talanla uğraşan kimselerdi. Ardı arkasına baskın ve talan yapmadan üç ay beklemek onlara ağır gelirdi ve şöyle derlerdi: “Eğer üç ay arka arkaya biz hiçbir baskın ve talan yapmaksızın (ve bunun sonucunda) bir şeyler elde etmeksizin geçirecek olursak, hiç şüphesiz telef olur gideriz.” O bakımdan, Minâ'dan ayrıldıkları vakit Kinaneoğulları'ndan Fukaymoğulları'na mensup ve el-Kalemmes diye bilinen birisi kalkar ve, “Ben hükmüne karşı itiraz olunmayan birisiyim” derdi. Bunun üzerine onlar da, “Bize (haram ayı) bir ay ertele” derlerdi. Yani, “Bu Muharrem ayının haramlığını ertele ve bunu Safer ayına koy” derler, o da bunun üzerine Muharrem ayını kendilerine haram olmaktan çıkartır, helâl kılardı. Onlar böylelikle bir ay yerine başka bir ayı değiştiriyorlardı, nihâyet bu haram kılma işi yılın bütün aylarını dönüp dolaştı. İslâm hâkim olduğunda ise, Muharrem, yüce Allah'ın o ayı yerleşmiş olduğu asıl yerine dönmüş oluyordu.7 Âyette, Bunlardan dördü harâmlardır. İşte bu koruyan dindir. Bu sebeple onlarda [haram aylarda] kendinize zulmetmeyiniz uyarısıyla, bu aylarda savaştan kaçınmayanların ve hacca [ileri derecede eğitime] önem vermeyenlerin kendilerine zulmedecekleri; dinî, askerî, siyasî ve iktisadî yönden kendi sonlarını hazırlayacakları ihtar edilmektedir. Burada verilen mesaj, on iki ayın dördünün mutlaka eğitim ve öğretim ayı yapılması, bunun sulandırılmamasıdır. 38 Ey iman etmiş kişiler! Ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa çıkın denildiği zaman yere ağırlaşıp kaldınız/çakılıp kaldınız. Âhiretten cayıp basit dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama âhrettekine göre, bu basit dünya hayatının kazanımı pek azdır. 39 Eğer savaşa çıkmazsanız, Allah sizi acıklı bir azap ile azaplandırır ve yerinize başka bir toplumu getirir ve siz O'na zarar diye bir şey veremezsiniz. Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir. 40 Eğer siz, Elçi'ye yardım etmezseniz, bilin ki Allah O'na kesinlikle yardım etmiştir. Hani o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kişiler, o'nu ikinin ikincisi olarak çıkarmışlardı. Hani ikisi mağarada idiler. Hani O, arkadaşına “Üzülme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir” diyordu. Bunun üzerine Allah, O'nun üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygularını/morallerini içlerine koymuş, O'nu sizin görmediğiniz askerlerle güçlendirmiş ve kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişilerin sözünü en alçak yapmıştı. Allah'ın kelimesi de en yücenin ta kendisidir. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. 6 Mevdûdî, Tefhîmu'l-Kur’ân. 7 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. 20
  • 21. 41 Hafif teçhizatla ve ağırlıklı olarak savaşa çıkın ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda gayret gösterin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. 42 Eğer sefer, yakın bir kazanç ve sıradan bir sefer olsaydı, onlar kesinlikle seni izlerlerdi. Fakat o yapılması zor olan iş kendilerine uzak geldi. Bununla beraber, “Bizim de gücümüz yetseydi, kesinlikle sizinle beraber elbette çıkardık” diye Allah'a yemin edecekler –kendilerini yıkıma uğratıyorlar– ve Allah biliyor ki onlar, kesinlikle yalancı kimselerdir. 43 Allah, seni affetti. Doğru kimseler, sana iyice belli oluncaya ve sen yalancıları bilinceye kadar, niçin onlara izin verdin? 44 Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler, mallarıyla ve canlarıyla çaba harcamaya senden izin istemezler. Ve Allah, o Kendi koruması altına girmiş kimseleri en iyi bilendir. 45 Senden izin isteyenler, sadece Allah'a ve âhiret gününe inanmayan ve kalpleri şüpheye düşüp de şüphelerinin içinde bocalayıp duran kişilerdir. 46 Ve eğer çıkışı isteselerdi, kesinlikle çıkış için birtakım hazırlık yaparlardı. Fakat Allah, onların gönderilmelerini hoş görmedi de onları yoldan alıkoydu. –Ve “Oturun oturanlarla beraber!” denildi.– 47 Eğer sizin içinizde çıkmış olsalardı, sadece bozgunculuğu artıracaklardı ve kesinlikle aranıza sosyal yangın sokmak için koşacaklardı. İçinizde onlara kulak verecekler de vardı. Ve Allah, o yanlış davrananları; kendi zararlarına iş yapanları çok iyi bilendir. 48 Andolsun ki onlar, bundan önce de insanları dinden çıkarmak istediler ve sana türlü işler çevirdiler. Sonunda hak geldi ve onlar istemedikleri hâlde Allah'ın emri açığa çıktı. 49 Onlardan bazı kimseler, “Bana izin ver, beni sosyal yangına düşürme/başımı belaya sokma!” derler. Gözünüzü açın! Onlar sosyal yangının içine düştüler. Cehennem de kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseleri çepeçevre kuşatıcıdır. 50 Eğer sana bir iyilik dokunursa fenalarına gider. Eğer sana bir musibet dokunursa, “Biz kesinlikle tedbirimizi önceden almıştık” derler. Ve onlar, sevinenler olarak yan çizip giderler. 51 De ki: “Hiçbir zaman bize Allah'ın bizim için yazdığından başkası dokunmaz. O, bizim mevlamızdır. Onun için mü’minler, yalnızca Allah'a işin sonucunu havale etsinler.” 52 De ki: “Siz, bize iki güzelliğin birinden başkasını mı gözetirsiniz? Biz ise size, Allah'ın Kendi katından veya bizim elimizle bir azap indirmesini gözetiyoruz. Haydi, siz gözetedurun, şüphesiz biz de sizinle beraber gözetenleriz.” 21
  • 22. 53 De ki: “İsteyerek veya istemeyerek Allah yolunda harcama yapın; sizden hiçbir zaman kabul edilmeyecektir. Şüphesiz siz, hak yoldan çıkanların toplumu oldunuz.” 54 Ve onların yaptıkları harcamaların kendilerinden kabul olunmasına, sadece, onların küfretmesi; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri, O'nun Elçisi'nin gerçek elçi oluşunu bilerek reddetmeleri ve salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya; toplumu aydınlatmaya] sadece tembel tembel gitmeleri, Allah yolunda harcamalarını da ancak istemeyerek yapmaları engel oldu. 55 Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak Allah, bunlarla, onları basit dünya yaşamında cezalandırmak, onlar kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri iken canlarını çıkarmak istiyor. 56 Sizden olmadıkları hâlde, şüphesiz kendilerinin kesinlikle sizden olduğuna dair Allah'a yemin de ederler. Velâkin onlar, korkup duran bir topluluktur. 57 Eğer onlar, sığınacak bir yer veya barınacak mağaralar veyahut girilecek bir delik bulsalardı, kesinlikle başlarını dikerek o tarafa doğru yönelirlerdi. 58 Onlardan bazıları da, sadakalar hakkında sana dil uzatan kimselerdir. Ki, o sadakalardan kendilerine verilmişse hoşnut olurlar, verilmemişse hemen öfkeleniverirler. 59 Ve keşke onlar, Allah ve Elçisi'nin kendilerine verdiğine razı olsalardı. Ve “Bize Allah yeter. Allah, yakında bize armağanlar verecektir, Elçisi de. Şüphesiz biz, sadece Allah'a rağbet edenleriz” deselerdi. Bu âyetlerde mü’minlere sitem edilmekte, münâfıkların ve keyif düşkünü kimselerin davranışları kınanmakta ve Müslümanlara; herhangi bir özür beyân etmeden ağır ve hafif olarak her şartta Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad etmeleri emredilmektedir. Mü’minler bu konularda daha evvel de uyarılmışlardı: 2,3 Ey iman etmiş kimseler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında cezayı gerektiren büyük bir suç/ günah olarak belirlendi. 4 Şüphesiz Allah, Kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf saf olarak savaşan kimseleri sever. (Saff/2-4) Târihî bilgi ve belgelere göre burada Tebük seferine işaret edilmektedir. Âyetlerin iyi anlaşılması açısından Tebük seferiyle ilgili ansiklopedik düzeyde bilgi vermek istiyoruz: TEBÜK SEFERİ 22
  • 23. Tebük seferi, hicrî 9. yılda, Şam'da toplanan 40.000 kişilik Bizans ordusuna karşı çarpışmak üzere Medîne'den Şam'a doğru düzenlenen askerî bir harekettir. Tebük, Medîne ile Şam'ın ortasında, suyu ve hurmalıkları bol olan bir yerin adıdır. Seferin son noktası orası olması nedeniyle bu sefer, “Tebük seferi” veya “Tebük gazası” diye isimlenmiştir. SEFERİN NEDENİ Sûriyeli Hristiyanlar, Bizans İmparatoru Heraklius'a bir mektup yazar; Muhammed'in öldüğünü, Müslümanların da kıtlık ve yokluk içinde perişan olduklarını, üzerlerine asker gönderilirse, onları dinden döndürmenin, kendi dinlerine katmanın, gerekirse yok etmenin tam zamanı olduğunu bildirirler. Bunun üzerine Bizans kralı, Müslümanlara karşı 40.000 kişilik bir orduyu yola çıkarır. Bazı Arap kabileleri de Bizanslılarla işbirliği yaparlar. Durum, Medîne'ye; Rasûlullah'a ulaşır. Mü’minler hazırlığa davet edilirler. Kadın-erkek, zengin-fakir herkes imkânları nisbetinde katkıya koşar. İklim şartları; sıcaklık, kuraklık, kıtlık, uzaklık ve güçlü düşman bu seferin “güç ve zor bir sefer” olacağını göstermektedir. Nitekim bu sefer, sûrenin 117. âyetinde “saatu'l-usrat” [en zor saat] olarak nitelenmektedir. Müslümanlar canlarıyla başlarıyla bu sefere katkıda bulunmaya çalışırken münâfıkların kimisi, “Muhammed, Roma devletini oyuncak mı sanıyor? Onun ashâbıyla birlikte yakalanıp esir olacaklarını gözümle görmüş gibi biliyorum” diyerek Müslümanların moralini bozmaya çalışıyorlardı. Bunlardan bir kısmı da Rasûlullah'tan bu sefere katılmamak için izin istediler. Rasûlullah da onlara izin verdi. Kimi münâfıklar da ganimet umuduyla Tebük ordusuna katıldı. Bunlar, gittikleri yerlerde bozgunculuk yapmaktan geri durmadılar. Rasûlullah, yaklaşık 10.000 kişilik bir ordu hazırladı ve Şam'a doğru yola çıktı. On sekiz yerde konaklandı, on dokuzuncu konaklama yeri Tebük oldu. Tebük'e geldikten sonra Şam üzerine yürünüp yürünmemesi konusunda Rasûlullah askerleriyle istişare etti. Rasûlullah'a, “Eğer gitmekle emrolunduysan git” dediler. Rasûlullah, “Eğer bu konuda Allah tarafından emrolunmuş bulunsaydım, size danışmazdım” diyerek iyi bir ders verdi. Hazırlıklı, düzenli ve her çeşit savaş riskini göze alarak Bizans'ın üzerine; Tebük'e kadar gelmeleri, güç dengesini psikolojik bakımdan Müslümanların lehine çevirdi, düşman askerlerinin kalbine korku düşürdü. Hicaz'a saldırıp yakıp yıkmak üzere yola çıktıkları Müslümanlarla savaşmayı göze alamadılar. Artık amaca ulaşılmıştı. Daha fazla ileri gidip kan dökmeye ihtiyaç yoktu. Çünkü Şam yöresini fethetme amacıyla da yola çıkılmamıştı. Rasûlullah ve ordusu Tebük'te yirmi gün kadar kaldıktan sonra Medîne'ye döndü. Çünkü Bizans ordusu saldırmaya cesaret edememiş ve amaca ulaşılmıştı. 23
  • 24. Bu seferde, savaş olmamış fakat askerî ve siyasî açıdan önemli kazanımlar elde edilmiştir. Bu sefer ile ilgili bir başka dikkat çeken nokta da, samimi mü’min olmasına rağmen ihmal nedeniyle bu sefere katılmamış olan Ka‘b b. Mâlik, Mirâre b. Rabî ve Hilâl b. Ümeyye isimli Müslümanların durumlarının bu sûrede; 102-118. âyetlerde yer almasıdır. Sûrenin “Tevbe” adı da, bu kişilerin tevbelerinin kabulünden gelmektedir. Bu pasajda yer alan âyetlerle ilgili bazı noktalar üzerinde duracağız. 55. âyette, Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak Allah, bunlarla, onları basit yaşamda cezalandırmak, onlar kâfir iken benliklerini çıkarmak istiyor buyurularak, Rasûlullah ve dolayısıyla da mü’minler uyarılmışlardır. Peygamberimizi destekleyen ve o'nu teselli eden bu âyetler, öncelikle Peygamberimizin eğitilmesine yöneliktir. Allah, Elçisi'nden, kendisine verilen nimetlerin daha hayırlı olması sebebiyle, başkalarında olan mala, mülke, makama, mevkiye özenmemesini istemekte, mü’minlere merhametli davranmasını ve kendisinin sadece bir uyarıcı olduğunu söylemesini emretmektedir, ki bu uyarı daha evvel de yapılmıştı: 131 Ve kendilerini imtihan etmek için, basit dünya hayatının süsü olarak, onlardan kimi çiftleri kendileriyle yararlandırdığımız mal, mülk, evlat ve saltanata sakın gözlerini dikme/rağbetle bakma. Ve Rabbinin rızkı daha iyi ve daha süreklidir. 132 Ve ehline salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni Biz rızıklandırıyoruz. Akıbet, “Allah'ın koruması altında olma” içindir. (Tâ-Hâ/131-132) 196,197 Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişilerin beldelerde dolaşmaları, çok az bir kazanım, sakın seni aldatmasın. Sonra onların varacakları yer cehennemdir ve o, ne kötü bir yataktır! (Âl-i İmrân/196-197) Küfredenlere bu malın veriliş nedenleri de şöyle açıklanmaktadır: 54 Sen, şimdi onları bir zamana kadar sapkınlıkları ile başbaşa bırak! 55,56 Onlar, kendilerini hayırlarda koşturalım diye, kendilerine maldan ve oğullardan bir şeyler vermekte olduğumuzu mu sanıyorlar? Tam tersi, işin farkına varamıyorlar. (Mü’minûn/54-56) 85 Onların malları ve evlatları da seni imrendirmesin. Allah, ancak onları dünyada bunlarla cezalandırmayı ve onlar kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden biri iken canlarının güçlükle çıkmasını istiyor. (Tevbe/85) Konumuz olan âyet ve bu âyeti destekleyen diğer âyetlerden anlaşıldığına göre mal ve evlat nimet olmasının yanısıra azap sebebi de olabilmektedir. Bunun nasıl olduğuna gelince: Müslüman, mal ve evlâtların kendisine Rabbi tarafından verilmiş emânetler olduğunu ve bunlarla imtihan edildiğini bilir ve bunların dünya hayatının süsü olduğuna, esas hayırlı olanların ise âhirette kendisine verileceğine inanır. Kısaca Müslüman emânetçidir. Bu nedenle onları kaybettiği zaman, “Allah verdi, Allah 24
  • 25. aldı” diyerek teslimiyet gösterir. Eğer bunlar, Rabbi ile kendi arasına girecekse, bunlar olmasın daha iyi diye düşünür. Kâfir için ise mal-mülk her şeydir, nihâi gâyedir; zira o malı ve parası kadar adamdır, oğulları nisbetinde güçlüdür. İnsan, çok sevdiği ve amaçladığı herhangi bir şey için çok gayret sarf eder. Amacına ulaştığında ise onu muhafaza etmeye çalışır, kaybetmek korkusuyla yaşar. Amacı çok mal ve çocuk olan kimse de onları kaybetmekten korkar, kaybettiğinde onların acısıyla yanar tutuşur. Her iki hâlde de azap içinde olur. Mal kazanmak ve evlât büyütmek çok meşakkatli olmasının yanı sıra, onları korumak da kolay değildir. Bu nedenle kimi insanlar, azalmasından korktukları için, yemek ve vermek şöyle dursun, koklamazlar bile. Kısacası malları onlara yük ve azaptır. Müslüman ise zekât, sadaka, infak yoluyla malını Allah yolunda harcar, şehit olması için evladını cepheye gönderir. Konumuz olan âyette, Rasûlullah'tan imrenmemesi istenenler münâfıklardır. Mal ve evladın münâfıklara nasıl bir azap aracı olacağına gelince: Mü’minler, dünya için değil âhiret için yaratıldıklarını bildikleri için dünyaya, dünya malına ve evlada sevgileri zayıftır. Mutluluğun sadece dünyada mal ve evlât ile olduğuna inanan münâfıkların ise bunlara sevgisi ve rağbeti çok; bunları kaybetmeleri hâlinde duyacakları elem ve acıları fazla olur. Ölüm yaklaştığında da bu elem ve acılar daha da artar. İşte azabın bu çeşidi, mala ve evlada olan sevgileri sebebiyle daha dünyada iken onların başına gelir. Rasûlullah'a buğz etmelerine rağmen münâfıklar, o'na hizmet için mecburen mallarını, canlarını ve çocuklarını seferber ediyorlardı. Şüphe yok ki bu, onlar için bir azaptı. Münâfıklar, rezil ve rüsvay edilmekten, nifak ve küfürlerinin ortaya çıkıp Rasûlullah'ın kendilerini öldürmeye, çoluk-çocuklarını esir etmeye ve mallarını ellerinden almaya yönelmesinden korkuyor, inen her âyetle rezilliklerinin ortaya çıkmasından endişe ediyorlardı. Yine, Hz. Peygamber onları her çağırdığında, yaptıkları hile ve kötülüklere O'nun vâkıf olmuş olacağından korkuyorlardı. Kısacası diken üstünde duruyorlar; her an yakalanma korkusu içinde olan bir hırsız, her an yalanı ortaya çıkacak olan bir yalancı gibi tedirgin yaşıyorlardı. İşte bütün bunlar, onların kalplerinin çok acı duymasına ve çok azap çekmelerine sebep oluyordu. Bazı münâfıkların mü’min ve muttaki çocukları olmuştur; Hanzala b. Ebî Âmir ve Abdullah b. Ubey gibi. Çocukları mü’min ve muttaki olan münâfıkların duyacağı elem, sıkıntı ve kederi düşünün. İşte böylece evlât onlar için azap vesilesi olur. Sahabenin yoksul ve güçsüzleri, savaşlara katılarak, Rasûlullah'ın hizmetine koşuyor; şerefli bir nam, büyük bir övgü elde ediyor, birçok da ganimete nail oluyorlardı. Münâfıklar ise, çok olan mallarına ve güçlü kuvvetli evlâtlarına rağmen, adeta yatalak, zayıf ve güçsüz kimseler gibi evlerinde kalakalıyor, herkes onlara hınç ve istihza ile bakıyordu. Böylece mal ve evlât çokluğu, onların itibarsız ve şerefsiz olmalarına sebep oluyordu. Dünyada bundan daha kötü bir azap ise düşünülemez. 58-59. âyetlerde, Onlardan bazıları da, sadakalar hakkında sana dil uzatan kimselerdir. Ki, o sadakalardan kendilerine verilmişse hoşnut olurlar, verilmemişse hemen öfkeleniverirler buyurularak, Rasûlullah'ı eleştirmeye kalkışanlar konu edilmişlerdir. Bunların kimliğiyle ilgili şu bilgiler ulaşmıştır: Ebû Sa‘îd (r.a) şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a), mal taksim ediyordu. Derken o'nun yanına, Mikdâd ibn Zî'l-Huvaysıra, et-Temîmî denilen, Hurkûs ibn Züheyr –ki Hurkûs (daha sonra) 25
  • 26. Hâricîlerin reisi olmuştur– gelir, “Adil ol yâ Rasûlallah” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), “Yazıklar olsun sana, ben adalet yapmazsam kim yapar?” deyince, bu âyet nâzil olur.8 Bu kimselerle ilgili olarak, Ve keşke onlar, Allah ve Elçisi'nin kendilerine verdiğine razı olsalardı. Ve “Bize Allah yeter. Allah, yakında bize lütuf verecektir, Elçisi de. Şüphesiz biz, sadece Allah'a rağbet edenleriz” deselerdi buyurularak, bu kişilerin Allah ve Rasûlü'nü iyi tanıyamadıkları açıklanmıştır. 60 Kesinlikle, Allah tarafından bir taksim/zorunlu görev olarak sadakalar/ kamunun gelirleri ancak fakirler, miskinler/ yoksullar, işsizler, o iş üzerine çalışan görevliler/ kamu görevlileri, kalpleri İslâm'a ısındırılacaklar, özgürlüğü olmayan köleler, ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler [askerler, öğrenci ve öğretmenler], yolda kalmışlar içindir. Allah, her şeyi en iyi bilendir ve en iyi yasa koyandır. Daha önce, sadakalar konusunda Rasûlullah'ı eleştiren saygısız, bencil kişiler konu edilip onlara tavsiyelerde bulunulmuştu. Burada ise bu vesileyle, sadakaların kimlere verilmesi gerektiği bildirilmektedir. SADAKA ‫الصدقة‬ Sadaka, kamu hizmeti karşılığı (İstifade teorisi) veya duruma göre el koyarak (İktidar teorisi) kamuya gelir olarak alınan değerlerdir; vergilerdir. Sadakaya, müminlerin Allah'ın emirlerine uymadaki sadakatlerini gösterdiği için "sadaka" denilmiştir. Çoğulu ‫الصدقات‬sadakât'tır. Sadaka; mümin, Müslüman, münafık, Yahudi vs. tüm vatandaşlardan alınır. Zekâtı ise sadece müminler verirler. Zira müminlerin devletinin varlığına, ayakta tutulmasına dış destek gelirse iğfâl gerçekleşip o devlet yozlaşmaya mahkûm olur, devleti varlığı ve bekası, fertlerin özgürlüğü tehlikeye girer. Sadakanın mahiyeti ve meşruiyeti aşağıdaki ayetlerde açıkça beyan edilmiştir. 103 Onların mallarından sadaka al ki, sadaka ile kendilerini temizlersin ve arındırırsın. Bir de onlara destek ol. Şüphesiz senin desteğin onlar için bir huzurdur. Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir. (Tevbe/103) 12 Ey iman etmiş kişiler! Elçi ile fısıldaşacağınız [baş başa konuşacağınız, özel hizmet alacağınız] zaman, bu fısıldaşmanızdan önce hemen bir sadaka veriniz. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Böyle olmasına rağmen eğer bir şey bulamazsanız, artık şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. 13 Başbaşa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten korktunuz mu? İşte, yapmadınız. Ve Allah, sizin bilinçle hatadan dönüşünüzü kabul etti. Artık salâtı ikame edin [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/verginizi verin, Allah'a ve elçisine itaat edin. Ve Allah, yaptıklarınıza en çok haberi olandır. (Mücadele/ 12, 13) 8 Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb. 26
  • 27. Sadaka, –sadaka ayetlerinde görüleceği gibi– kamu hizmetleri için harcanan aynî ve nakdî değerlerdir. Burada konu edilen, Rasûlullah'ın şahsına verilecek bir yardım değildir. Zira tüm peygamberler gibi peygamberimizin de ücret, sadaka alması yasaklanmıştır. Bu ayetlerde, kamu görevlileri ile ilişkiler konusunda belirli ilkeler öngörülmektedir. Kamudan özel bir talebi olanlar sadaka vermelidirler (şimdiki devlet dairelerindeki hizmete karşılık alınan harç örneği). Böylece, özel meselelerinin çözüme kavuşturulması ile birlikte ihtiyaç sahiplerine verilmek ve umumi maslahatlar için kullanılmak üzere gelir sağlanacaktır. • Ayetin son bölümündeki, Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet bulamazsanız artık şüphesiz Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir ifadesinden, sadaka vermenin bir zorunluluk olmayıp henüz hazmetme sürecindeki müminlerin alıştırılmasına, eğitilmesine yönelik bir tavsiye olduğu anlaşılıyor. Devletin idamesi ve bekası için kamuya mali destek şarttır. HAVAİCİ ASLİYE (Kişinin Zorunlu Gereksinimleri) Modern vergide olduğu gibi, Îslâm’da da vergileri devlet alır. Müminlerin devleti, fazla vergi alarak mükellefi, noksan vergi alarak devleti tehlikeye sokmamalıdır. Allah, mallardan belirli bir miktarı “kişiyi ayakta tutan” olarak nitelemiş ve bu miktarı istemediğini bildirmiştir: 5 Ve Allah'ın, ayakta kalmanız için size vermiş olduğu mallarınızı bu aklı ermezlere/ henüz reşit olmamış yetimlere vermeyiniz. Ve onları o mallarda rızıklandırın ve onları giyindirin. Ve onlara örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul edilen söz söyleyin. (Nisa/5) 36 Şüphesiz şu dünyadaki basit hayat, ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman eder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, Allah size ödüllerinizi verir, sizden mallarınızı da istemez. (Muhammed/36) Havaici asliye bu ayetler ışığında tespit edilecektir. Eskiden yapılan tespitlerin, bugün yeniden değerlendirilmesi bir zorunluluktur. Mesela mesken, nasıl bir mesken olacak? Gece kondu, apartman, vs. Ya da köydeki ev, kentteki ev. Bunların hiç birinin değeri diğeriyle denk değildir. Hatta kentteki evlerin değerleri sokağına caddesine, mahallesine göre birbirinden devamlı farklıdır. Binek hayvanı yerini otomobil tutacaksa, o otomobil nasıl bir şey olacak? Otomobillerde markasına ve modellerine göre hatta yaşına göre farklı farklı değerlerdedir. Ya kölenin cariyenin yerini ne alacak? Ayrıca dikkat edilirse görülecek ki, bu tespit, o günkü bedevi/göçebe, hayvancılıkla geçinen kesim ve şehirde basit ticaret yapan kesim dikkate alınarak yapılmıştır. Bugünkü meslek guruplarının hiç biri yoktur. Nisap/Zenginlik ölçüsü değişkendir. Bu sene zengin sayılan bir kişi belki seneye aynı servete sahip olmasına rağmen zengin sayılmayabilir. Bir ülkede zengin sayılan kişi, aynı mal varlığı ile başka bir ülkede zengin sayılmayabilir. Bir zamanlar Arabistan’da, zorunlu ihtiyaçlardan sonra iki yüz dirhem gümüş, ya da yaklaşık yüz gram altın, ya da beş deve veya kırk koyun zenginlik sayılırken bu gün bunların hiçbiri insanı zengin saydırmaz. Ayrıca o zamanlar yukarıda saydığımız maddelerin değerleri birbirine denk iken, bu gün onların arasında da hiç 27
  • 28. denklik söz konusu değildir. Yani yüz gram altın ne beş deve eder ne de kırk koyun. Gerisini siz kıyaslayın. Zenginlik izafi/göreceli bir kavramdır. Sürekli değişkendir. Rasülüllah, yaşadığı dönemdeki ekonomik, sosyal, siyasal ve coğrafi koşulları dikkate alarak bir nisap/zenginlik ölçüsü belirlemiştir (fıkıh kitaplarında yeterli açıklamalar var. Bakıp öğrenebilinir) Ama o günkü zenginlik ölçüleri, bu gün hatta yüz yıllardır zenginlik değildir. O çağda, beş deve, kırk koyun, 200 dirhem=640 gram gümüş ya da 100 gram altına sahip olmak zenginlik sayılıyordu. Bugün ise zenginlik sayılmaz. O nedenle bu çağda ve her çağda müminlerin yaşadığı bölgelere ve o bölgelerin kendi şartlarına göre nisap/zenginlik ölçüsü tespit etmeleri gerekir. Bu gün hâlâ bin beş yüz sene evvelki Arabistan’ın ekonomik, sosyal, siyasal ve coğrafi şartlarına göre yapılmış bir tespitle hareket etmek yanlıştır. Sadaka KİMLERE VERİLİR? İnfakın bir başka çeşidi de sadakadır. Sadakaların kimlere verilmesi gerektiği ise kulların içtihadına bırakılmayıp bizzat Allah tarafından Kur’ân’da açıklanmıştır. 271 Sadakaları açıkça verirseniz, artık o, ne iyi olur; eğer onları gizlerseniz, fakirlere verirseniz de artık bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmını kapattırır. Ve Allah, işlemiş olduğunuz şeylere haberdardır. (Bakara/ 271) 37 Onlar, şüphesiz Allah'ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir toplum için alâmetler/ göstergeler vardır. 38 Öyleyse, yakınlık sahibine; yurtlarından çıkarılan fakirlere, miskine ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah'ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. Ve bunlar durumunu koruyan, zafer kazanan kimselerin ta kendileridir. (Rum/ 37,38) 60 Kesinlikle, Allah tarafından bir taksim/zorunlu görev olarak sadakalar/ kamunun gelirleri ancak fakirler, miskinler/ yoksullar, işsizler, o iş üzerine çalışan görevliler/ kamu görevlileri, kalpleri İslâm'a ısındırılacaklar, özgürlüğü olmayan köleler, ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler [askerler, öğrenci ve öğretmenler], yolda kalmışlar içindir. Allah, her şeyi en iyi bilendir ve en iyi yasa koyandır. (Tevbe/60): Sadakaların verilmesi gereken yerlerin, İlm-i hal ve fıkıh kitaplarına bakıldığı zaman, fakirler, miskinler, borçlular, yolcular, sözleşmeli köleler, mücahidler, âmiller diye yedi sınıf olarak zikredildiğini görürüz. Hâlbuki Tevbe/60. ayette bir de müellefe-i kulup sınıfının varlığını görürüz. Peki, kimlerdir bunlar? Ve bu sınıf fıkıh kitaplarında niçin yer almaz? Müellefe-i kulup: Bunlar, henüz mümin olmamış, İslâm’ı anlamaya ve benimsemeye yatkınlık gösteren ve İslâm’a gelebilmesi yönünde dolaylı, dolaysız yollarla, çaba sarf edilecek insanlardır. Para verilerek, zararları defedilecek, kısacası İslâm sevdirilip mümin olmaları sağlanacak insanlardır. İslam’ın ilk dönemlerinde zararlarından emin olmak için onlara, Allah’ın buyruğu olarak zekâttan pay verilirdi. Ama Halife Ömer, hilâfeti döneminde “Bunlara zekât müminlerin zayıf olduğu dönemlerde verilirdi. Şimdi güçlüyüz, bundan sonra bu guruba sadaka verilmeyecek.” diye karar almış ve o günden sonra da bu guruba sadakalardan vermek kitaplardan çıkarılmıştır. Hâlbuki bu müellefe-i kulup sınıfı sadece şerlerinden zararlarından güvende olunacak belalı insanlar demek değildir. Belki Ömer döneminde yalnız onlar vardı. 28
  • 29. Ama bu çağda, kalpleri İslâm’a ısındırılacak o kadar insan sınıfı ve o kadar ısındırma yolları, onlara ulaşma yolları var ki saymakla bitmez. Sadakalar, “Mülk Allah’ındır ve müminler kardeştirler” esası üzerinden tasarruf edilir. Bu tasarrufta eşit dağıtım dikkate alınmayıp refahın dağılımı, yaygınlaştırılması; herkesin eşit ölçüde müreffeh olması için hakkaniyet ölçüleri dikkate alınır. 7,8 Allah'ın, o kent halkından, elçisine verdiği feyler [savaşmadan zahmetsizce elde edilen gelirler], içinizden yalnız zenginler arasında devlet; gücün getirdiği refah olmasın diye Allah'a, elçiye, yakınlık sahiplerine; göç eden fakirlere –ki onlar, Allah'ın armağan ve rızasını ararken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah'a ve elçisine yardım ederler. İşte onlar, doğruların ta kendileridir–, yetimlere, miskinlere, yolcuya aittir. Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah'ın koruması altına da girin. Şüphesiz Allah, kovuşturması/azabı çok çetin olandır. (Haşr /7,8) Buna göre sadakalar; fakirler, miskinler [yoksullar, işsizler], o iş üzerine çalışan görevliler [kamu görevlileri], müellefe-i kulûb [kalpleri İslâm'a ısındırılacaklar], boyunduruktakiler [özgürlüğü olmayan köleler], ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler [askerler, öğrenci ve öğretmenler], yolda kalmışlar için harcanmalıdır. FAKİR Fakir, “ailesine yetecek kadar malı olmayan, hayatî ihtiyaçları için başkalarına bağımlı olan kimse”dir. MİSKİN Miskin, “hareket kabiliyetini kaybetmiş, iş yapma imkân ve fırsatları kalmamış kimse”dir. Zekâttan köleleri özgürlüğe kavuşturmak için de harcama yapılmalıdır. Bu da, özgürlük sözleşmesi yapan köleye malî destek vermek ya da onu sahibinden satın alıp azat etmek sûretiyle olur. Borçları nedeniyle kendisi ve ailesi sıkıntıya düşmüş kimselere de zekât fonundan yardım yapılır. Âyetteki, Allah yolu ifadesi, –Allah yolunda askerliğin, eğitim-öğretimin, tebyîn için yayının önceliği olsa da– “Allah'ı hoşnut eden tüm iyi ameller”i kapsayan genel bir ifadedir. ÂMİLÎN Âmilîn, “zekâtı toplamakla görevli kimseler”dir. Bunlar, bugün için “kamu personeli” olarak değerlendirilebilir. MÜELLEFE-İ KULUB Müellefe-i kulûb, “İslâm'a ısındırılmak için –zengin dahi olsalar– kendilerine zekât verilecek kimseler”dir. Rasûlullah, zengin kabile reislerine bu amaçla zekâttan para aktarmıştır. İBNÜ'S-SEBÎL [YOLCU] 29
  • 30. İbnü's-sebîl, “elindeki tükenen, memleketinde zengin olsa bile bulunduğu yerde yardıma muhtaç olan yolcu”dur. Bu gibilere de zekât fonundan destek verilir. 61 Yine onlardan bazıları, Peygamber'i inciten ve “O, kendisine söylenen her şeyi dinleyip tasdik eden biridir!” diyen kimselerdir. De ki: “Sizin için bir hayır kulağıdır; Allah'a inanır, mü’minlere inanır ve sizden iman edenlere de bir rahmettir.” Ve Allah'ın Elçisi'ni inciten kimseler, acıklı bir azap kendileri için olanlardır. 62 Sizi hoşnut etmek için, sizin için Allah'a yemin ederler. Bunlar, eğer mü’min iseler Allah'ı ve Elçisi'ni razı etmeleri daha doğrudur. 63 Şüphesiz kim Allah ve Elçisi'yle boy ölçüşmeye kalkarsa, şüphesiz onun için içinde sonsuza dek kalanlar olarak cehennem ateşi olduğunu bilmediler mi? İşte bu, en büyük rüsvalıktır. Bu âyetlerde de münâfıkların portreleri çizilmektedir: Onlardan bazıları, Peygamber'i inciten ve “O, bir kulaktır [kendisine söylenen her şeyi dinleyip tasdik eden biridir]” diyen kimselerdir. Rasûlullah, herkesi dinlediği ve herkesin istediği şeyi söylemesine izin verdiği için onlar bunu bir hata olarak görür ve bu şekilde itham ederlerdi. Bunlara, Sizin için bir hayır kulağıdır; Allah'a inanır, mü’minlere inanır ve sizden iman edenlere de bir rahmettir açıklaması yapılarak, Rasûlullah'ın kıymetini bilmeleri istenmekte, sonra da, Ve Allah'ın Elçisi'ni inciten kimseler, acıklı bir azap kendileri için olanlardır buyurularak uyarılmaktadırlar. Rasûlullah'ın onlara rahmet olması, başta Rasûlullah içlerinde iken Allah'ın kendilerine azap etmeyeceği ilkesidir: 33 Hâlbuki sen içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma diledikleri sürece de Allah onlara azap edici değildir. (Enfâl/33) Sonra da Rasûlullah'ın, onların dünya ve âhiret hayatlarını kurtarmak için çalışmasıdır: 107 Biz, seni de ancak, âlemler için bir rahmet olarak/ rahmet için gönderdik. (Enbiyâ/107) Bundan sonra da, Sizi hoşnut etmek için, sizin için Allah'a yemin ederler buyurularak, başka bir kesim tanıtılmakta ve onlar da, Bunlar eğer mü’min iseler Allah'ı ve Elçisi'ni razı etmeleri daha doğrudur denilerek uyarılmaktadırlar. Bunların ardından da Allah ve Rasûlü'ne karşı tavır alanların tümü, Şüphesiz kim Allah ve Elçisi'yle boy ölçüşmeye kalkarsa, şüphesiz onun için içinde ebedî kalanlar olarak cehennem ateşi olduğunu bilmediler mi? İşte bu, en büyük rüsvaylıktır diye tehdit edilmektedir. 30
  • 31. 64 Münâfıklar, kalplerindeki şeyleri kendilerine haber verecek bir sûrenin üzerlerine indirilmesinden çekinirler. De ki: “Siz alay edin! Şüphesiz Allah, sizin çekindiğiniz şeyi ortaya çıkarandır. 65 Ve eğer onlara sorsaydın, kesinlikle, “Biz, sadece dalmıştık, oyun oynuyorduk” diyecekler. De ki: “Allah, âyetleri ve Elçisi ile mi alay ediyordunuz?” 66 Özür dilemeyin, siz “İman ettik” dedikten sonra kesinlikle küfrettiniz; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddettiniz. Sizden bir kısmını affetsek bile, şüphesiz kendileri günah işleyen kimseler oldukları için azaplandıracağız. Bu paragrafta da ilk önce münâfıkların davranışları; Rasûlullah ve mü’minler Tebük seferi için hazırlanırken gizli toplantılarında alaylı konuşmaları ifşa edilmekte ve rûh hâlleri; diken üstünde duruşları, gerçek yüzlerini ve gizli oturumlarını açığa vuran bir âyetin nâzil olmasından çekindikleri bildirilmektedir: Münâfıklar, kalplerindeki şeyleri kendilerine haber verecek bir sûrenin üzerlerine indirilmesinden çekinirler. Sonra da, Siz, alay edin! Şüphesiz Allah, sizin çekindiğiniz şeyi ortaya çıkarandır buyurularak uyarılmaktadırlar. Münâfıklara sorulduğunda, “Biz sadece dalmıştık, oyun oynuyorduk” diyecekler. Allah'ın, âyetleri ve Elçisi ile alay edip etmedikleri sorulduğunda ise, birtakım mazeretler ileri sürerek özür dileme cihetine gidecekler. Bunların özürleri dikkate alınmayacak, zira “İman ettik” dedikten sonra küfretmişlerdir. Allah bir kısmını affetse bile, günah işleyen kimseler oldukları için onları azaplandıracaktır. 67 Münâfık erkekler ve münâfık kadınlar birbirlerindendir; kötülüğü emreder, iyilikten sakındırırlar ve ellerini sıkı tutarlar/ cimrilik ederler. Allah'ı terk ederler de, Allah da onları terk ediverir. Gerçekten de münâfıklar, hak yoldan çıkmış kimselerin ta kendileridir. 68 Allah, münâfık erkek ve münâfık kadınlara ve kâfirlere; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere/ inanmayanlara, içinde temelli kalanlar olarak cehennem ateşini vaat etmiştir. O, onlara yeter. Ve Allah, onları dışlayıp rahmetinden mahrum bırakmıştır! Ve onlara kalıcı bir azap vardır. 69 Siz de tıpkı kendinizden önceki, sizden daha güçlü-kuvvetli, mal ve evlatça sizden daha varlıklı ve de paylarına düşen kadar yararlanan kimseler gibisiniz. İşte siz de, sizden öncekiler paylarına düşen kadarıyla nasıl yararlanmak istedilerse siz de onlar gibi payınıza düşen kadarıyla yararlanmak istediniz. Siz de dalanlar gibi daldınız. İşte bunların, dünyada ve âhirette amelleri boşa gitti ve işte bunlar, kayba/zarara uğrayıp acı çeken kimselerin ta kendileridir. 70 Onlara, kendilerinden önceki kişilerin; Nûh'un toplumunun, Âd'ın, Semûd'un, İbrâhîm'in toplumunun, Medyen ashâbı'nın ve alt-üst olmuş kentlerin haberi gelmedi mi? Onlara elçileri açık delillerle gelmişlerdi. Ve sonra Allah, onlara haksızlık eden biri değildi. Velâkin onlar, şirk koşmak sûretiyle kendilerine haksızlık ediyorlardı. Bu âyetlerde münâfıklar tanıtılmakta; kadınıyla erkeğiyle birbirinin aynısı 31