1. 105 (58). MÜCÂDELE SÛRESİ
MEDENÎ, 22 ÂYET
GİRİŞ
Adını 1. âyetteki لكلتجادل [tücâdiluke/seninle tartışan kadın] ifadesinin لادللتج
[tücâdilu/tartışan] fiilinden alan sûrenin, Medîne'de 105. sırada indiği kabul edilir.
Sözcük, kadına izafe edilerek sûreye, دلةِل[مجاMücâdile/Tartışan Kadın] de denilir.
Sûrede, bir kadının şikâyeti üzerine câhiliye Araplarında yaygın olan zıhâr âdeti
konu edilerek buna ait hüküm belirtilir ve câhiliye dönemi uygulamaları kaldırılır.
Ayrıca, ziyaret ve meclislerdeki nezaket kuralları öğretilir; Allah'a ve Rasûlü'ne
karşı koymaya çalışanların, mü’minlerin sırlarını Yahûdilere taşıyan münâfıkların
feci âkıbetleri bildirilerek uyarı yapılır.
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA
MEAL:
1
Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının
sözünü Allah kesinlikle işitmiştir. Allah, ikinizin konuşmasını da işitir.
Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
2
Sizden, kadınlarınıza Zıhar yapan kimseler; zıhar yapılan kadınlar,
kendilerinin anaları değildir. Onların anaları, ancak kendilerini doğuran
kadınlardır. Ve şüphesiz onlar, sözden çirkin olanı ve yalanı söylüyorlar. Ve
şüphesiz Allah, çok affedici, çok bağışlayıcıdır.
3
Ve kadınlarına zıhar yapıp sonra da söylediklerinden dönenlerin,
birbiriyle temastan/ilişkiden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir.
İşte siz, bununla öğütleniyorsunuz. Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi
olandır.
4
Artık, kim ki bu imkânı bulamazsa, cinsel birleşme yapmalarından önce,
hemen aralıksız olarak iki ay oruç tutmalıdır. Artık kim ki güç yetiremedi,
altmış miskini doyurmalıdır. Bu, Allah'a ve Elçisi'ne inanmanız içindir. Ve
1
2. bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddeden kimseler için de çok acıklı bir azap vardır.
5
Şüphesiz Allah'a ve Elçisi'ne sınırı aşmaya kalkan kimseler,
kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılmışlardır. Hâlbuki kesinlikle
Biz, apaçık âyetler indirmişizdir. Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddeden kimseler için küçük düşürücü bir azap vardır.
6
Artık Allah, onların hepsini dirilteceği gün yaptıkları şeyleri kendilerine
haber verecektir. Allah onların yaptıkları şeyleri bir bir saymıştır, onlar ise
unutmuşlardır. Ve Allah, her şeye en iyi şâhittir.
7
Göklerde olan şeyleri ve yeryüzünde olan şeyleri, Allah'ın bildiğini
görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde O,
kesinlikle dördüncüleridir. Beşte de O, kesinlikle altıncılarıdır. Bunlardan az
veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar O, kesinlikle onlarla
beraberdir. Sonra kıyâmet günü onlara yaptıkları şeyleri haber verecektir.
Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir.
8
Fısıldaşmaktan yasaklandıktan sonra yine o yasaklananı yapmaya
kalkışanları ve günah, düşmanlık ve Elçi'ye karşı gelmek hususunda
fısıldaşanları görmedin mi? Onlar, sana geldikleri zaman seni, Allah'ın
selâmlamadığı ile selâmlıyorlar. Kendi içlerinden de: “Bu söylediklerimiz
yüzünden Allah'ın bize azap etmesi gerekmez miydi?” derler. Cehennem onlara
yeter. Oraya yaslanacaklardır. Ne kötü dönüş yeridir!
9
Ey iman etmiş kimseler! Fısıldaştığınız zaman günahı, düşmanlığı ve
Elçi'ye karşı gelmeyi fısıldamayın. İyi adam olmayı ve Allah'ın koruması altına
girmeyi fısıldaşın. Kendisine toplanacağınız Allah'ın koruması altına girin.
10
Şüphesiz bu fısıldaşmalar, iman eden kimseleri üzmek için şeytandandır.
Oysa şeytan, Allah'ın izni/ bilgisi olmadıkça, mü’minlere hiçbir zarar veremez.
Ve öyleyse mü’minler, yalnızca Allah'a işin sonucunu havale etsinler.
11
Ey iman etmiş kimseler! Size: “Meclislerde yer açın/başkalarına da
katılım hakkı tanıyın” denilince hemen yer açıverin ki Allah da yer açsın/size
genişlik versin. Ve size: “Kendinizi olduğunuzdan daha büyük gösterin”
denilince de kendinizi olduğunuzdan daha büyük gösterin. Böylece Allah, sizden
inanmış olan kimseleri ve kendilerine bilgi verilenleri derecelerle yükseltsin. Ve
Allah, yaptıklarınıza iyice haberi olandır.
12
Ey iman etmiş kişiler! Elçi ile fısıldaşacağınız [başbaşa konuşacağınız,
özel hizmet alacağınız] zaman, bu fısıldaşmanızdan önce hemen bir sadaka
veriniz. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Böyle olmasına rağmen
eğer bir şey bulamazsanız, artık şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve çok
merhamet edendir.
13
Başbaşa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten korktunuz mu? İşte,
yapmadınız. Ve Allah, sizin bilinçle hatadan dönüşünüzü kabul etti. Artık
salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu
aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/verginizi verin,
Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin. Ve Allah, yaptıklarınıza en çok haberi olandır.
14
Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu yardımcı, koruyucu;
yönetici yapanları görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Onlar ne sizdendirler, ne de
onlardan. Ve onlar bilerek yalan yere yemin ediyorlar.
2
3. 15
Allah, onlara çok çetin bir azap hazırlamıştır. Şüphesiz onlar, yapmış
oldukları çok kötü olanlardır!
16
Yeminlerini kalkan edindiler de Allah'ın yolundan çevirdiler. Artık
onlar için küçük düşürücü bir azap vardır.
17
Onların malları ve evlatları, kendilerine, Allah'a karşı hiçbir şekilde asla
yararı olmaz. Onlar, Ateş'in ashâbıdırlar. Onlar, orada sürekli kalanlardır.
18
Artık Allah, onların hepsini tekrar dirilttiği gün, size yemin ettikleri gibi
O'na da yemin edecekler ve kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını
sanacaklardır. Gözünüzü açın! Şüphesiz onlar, yalancıların ta kendileridir.
19
Şeytan, onları istilâ etmişti de onlara Allah'ı anmayı terk ettirmişti.
Onlar, şeytanın grubudur. Gözünüzü açın! Şeytanın grubu kesinlikle
kaybedenlerin ta kendisidir.
20
Allah'a ve Elçisi'ne sınırı aşmaya uğraşanlar; onlar, en aşağılık kişiler
arasındadırlar.
21
Allah: “Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz” diye yazmıştır.
Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp
edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır.
22
Allah'a ve âhiret gününe inanan bir topluluğu, Allah'a ve Elçisi'ne sınırı
aşmaya uğraşanlarla karşılıklı sevgi bağı kurmuş hâlde bulamazsın. Bunlar,
onların ister babaları olsun, ister çocukları olsun, ister kardeşleri olsun, ister
akrabaları olsun. Onlar, Allah'ın, kalplerine imanı yazdığı ve kendilerini
Kendisinden olan vahiy ile desteklediği kimselerdir. Ve Allah onları, sürekli
kalanlar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Allah,
onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır. İşte bunlar,
Allah'ın taraftarlarıdır. Gözünüzü açın! Allah'ın taraftarları, başarıya
ulaşanların ta kendileridir.
TAHLİL:
1
Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının
sözünü Allah kesinlikle işitmiştir. Allah, ikinizin konuşmasını da işitir.
Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
2
Sizden, kadınlarınıza Zıhar yapan kimseler; zıhar yapılan kadınlar,
kendilerinin anaları değildir. Onların anaları, ancak kendilerini doğuran
kadınlardır. Ve şüphesiz onlar, sözden çirkin olanı ve yalanı söylüyorlar. Ve
şüphesiz Allah, çok affedici, çok bağışlayıcıdır.
3
4. 3
Ve kadınlarına zıhar yapıp sonra da söylediklerinden dönenlerin,
birbiriyle temastan/ilişkiden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir.
İşte siz, bununla öğütleniyorsunuz. Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi
olandır.
4
Artık, kim ki bu imkânı bulamazsa, cinsel birleşme yapmalarından önce,
hemen aralıksız olarak iki ay oruç tutmalıdır. Artık kim ki güç yetiremedi,
altmış miskini doyurmalıdır. Bu, Allah'a ve Elçisi'ne inanmanız içindir. Ve
bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddeden kimseler için de çok acıklı bir azap vardır.
Bu âyet grubunda, –Ahzâb/4'te, Ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin
konusu yaptığınız [zıhârda bulunduğunuz] eşlerinizi de sizin anneleriniz kılmadı
ifadeleriyle yerilmiş olan– câhiliye adetlerinden zıhâr konusu, mü’min bir kadının
şikâyeti sebebiyle hükme bağlanmıştır:
• Zıhâr yapılan kadınlar, zıhâr yapanların anaları değildir. Onların anaları,
ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Ve şüphesiz onlar, çirkin bir söz ve yalan
söylüyorlar.
• Kadınlarına zıhâr yapıp sonra da söylediklerinden dönenlerin, birbiriyle
temastan [ilişkiden] evvel bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir.
• Özgürlüğe kavuşturacak bir köle bulamayan kimse, temaslaşmalarından önce,
aralıksız olarak iki ay oruç tutmalı; buna güç yetiremeyen de altmış miskini
doyurmalıdır.
Bu âyetlerde, hem Arapların câhiliye dönemindeki uygulamaları ortadan
kaldırılmakta, hem de zıhâr yapanların zıhârın zararını tam anlayabilmeleri için
eğitimden geçmeleri öngörülmektedir.
ZIHÂR
ظهار [zıhâr], “bir sırtın diğer bir sırta benzetilmesi”dir. Terim olarak ise, “helâl
olan bir sırtı, haram olan bir sırta benzetmek”tir. Meselâ, bir kimsenin hanımına,
“Sen, benim için annemin sırtı gibisin” demesi, bir zıhâr olup karıyı kocaya haram
kılar. Erkeğin hanımına, “Sen, benim için kızımın, kız kardeşimin, halamın,
teyzemin… sırtı gibisin” demesi, hatta sırt dışındaki uzuvlar ile bir benzetme
yapması da zıhâr sayılır.
Orucun emredilmesi, kişileri takvâya ulaştırması nedeniyledir. Çünkü,
Kur’ân'ın öngördüğü oruç, sabrı ve tefekkürü celbeder. Zira, tefekkürün en büyük
engeli, tokluk ve konuşmaktır. İnsan, tok iken ve konuşurken düşünemez. Sabır ve
tefekkür, dinin iyi anlaşılmasını ve yaşanmasını temin eder. Oruç sayesinde
gelişen sabır ve kararlılık, hayatın her alanında başarı getirir. Oruç hakkında
Bakara sûresi'nde bilgi vermiştik.1
Âyette konu edilen, fakat adı zikredilmeyen kadının, Sa‘lebe (veya) Huveyle
(veya Havle bt. Hâkim) olduğu, kocasının da Evs b. Sâmit olduğu kaynaklarda yer
alır. Râzî'nin konuyla ilgili nakli şöyledir:
1
Tebyînu'l-Kur’ân; c. ???????.
4
5. Rivâyet olunduğuna göre, Ubâde ibn es-Sâmit'in kardeşi olan Evs ibn Sâmit, karısı Havle bt.
Sa‘lebe'yi, namaz kılarken gördü. O, son derece güzeldi. Adamda ise, bir parça tuhaflık vardı. Kadın
selâm verince, o kadından kâm almak istedi, ama kadın yüz vermedi. Bunun üzerine, Evs, kızdı...
Evs'de, biraz acelecilik vardı; bu sebeple hemen zıhâr yaptı. Bunun üzerine, Havle Hz. Peygamber'e
(s.a) geldi ve “Ben, genç ve arzu edilir iken Evs benimle evlendi. Yaşım ilerleyip çocuklarımın
çoğaldığı bir zamanda, beni annesi gibi addetti. Benim, küçük çocuklarım var. Eğer onları, onun
ailesine bıraksam, zayi olurlar, bakamazlar. Onları yanıma alsam, aç kalırlar” dedi.
Bu konuda iki rivâyet bulunmaktadır: Rivâyet olunduğuna göre, Hz. Peygamber (s.a) ona,
“Senin durumunla ilgili, şu anda söyleyebileceğim bir şey yok” dedi. Yine, diğer bir rivâyete göre,
Hz. Peygamber (s.a) ona, “Sen, kocana haram oldun...” demiştir. Bunun üzerine Havle, “Yâ
Rasûlallah! O talâk ve boşanmadan bahsetmedi. O, çocuklarımın babasıdır ve en çok sevdiğim
insandır” dedi. Yine, Hz. Peygamber (s.a) ona, “Sen ona haram oldun!” dedi. Bunun üzerine kadın,
“İhtiyacım ve içimden geçenleri Allah'a arzediyorum” dedi. Hz. Peygamber (s.a) her keresinde, “Sen
ona haram oldun” dedikçe, o hayıflanıyor ve Allah'a arzda bulunuyordu. İşte o, bu durumda iken,
Hz. Peygamber'in (s.a) yüzü birden değişti ve bu âyet-i kerîme nâzil oldu.
Sonra, Hz. Peygamber (s.a), Havle'nin (r.a) kocasına haber göndererek, şöyle dedi: “Seni
bunu yapmaya sevkeden şey nedir?” O, “Şeytân” dedi ve ekledi: “Bu konuda bir kolaylık, çıkış
yolu var mı?” Hz. Peygamber (s.a) de, “Evet” buyurup, ona bu dört âyeti okudu ve, “Köle azat
etmeye gücün yeter mi?” diye sordu. O, “Yok vallahi” dedi. Hz. Peygamber (s.a), “Oruç tutmaya
gücün yeter mi?” dedi, o, “Yok, vallahi. Eğer ben, günde bir veya iki kere yemek yemezsem,
gözümün kuvveti kaybolur, sanki ölüyorum zannederim” dedi. Hz. Peygamber (s.a) ona, “Altmış
fakiri doyurmaya gücün yeter mi?” dedi, o, “Yok vallahi yâ Rasûlallah” dedi, ardından da “ama,
sen sadaka ile yardımda bulunursan, o zaman olur” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) ona,
15 ölçek yardımda bulundu; Evs de, elinde bulunan maldan bu kadar miktarı ortaya koydu ve
bunları altmış fakire tasadduk etti.2
5
Şüphesiz Allah'a ve Elçisi'ne sınırı aşmaya kalkan kimseler,
kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılmışlardır. Hâlbuki kesinlikle
Biz, apaçık âyetler indirmişizdir. Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddeden kimseler için küçük düşürücü bir azap vardır.
6
Artık Allah, onların hepsini dirilteceği gün yaptıkları şeyleri kendilerine
haber verecektir. Allah onların yaptıkları şeyleri bir bir saymıştır, onlar ise
unutmuşlardır. Ve Allah, her şeye en iyi şâhittir.
Bu âyetlerde, Allah ve Elçisi'yle boy ölçüşmeye kalkışan küstahlar hem
kınanıyor hem de kendilerinden öncekilerin düştüğü kötü duruma kendilerinin de
düşeceği bildirilerek uyarılıyorlar.
7
Göklerde olan şeyleri ve yeryüzünde olan şeyleri, Allah'ın bildiğini
görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde O,
kesinlikle dördüncüleridir. Beşte de O, kesinlikle altıncılarıdır. Bunlardan az
veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar O, kesinlikle onlarla
beraberdir. Sonra kıyâmet günü onlara yaptıkları şeyleri haber verecektir.
Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir.
8
Fısıldaşmaktan yasaklandıktan sonra yine o yasaklananı yapmaya
kalkışanları ve günah, düşmanlık ve Elçi'ye karşı gelmek hususunda
fısıldaşanları görmedin mi? Onlar, sana geldikleri zaman seni, Allah'ın
selâmlamadığı ile selâmlıyorlar. Kendi içlerinden de: “Bu söylediklerimiz
yüzünden Allah'ın bize azap etmesi gerekmez miydi?” derler. Cehennem onlara
yeter. Oraya yaslanacaklardır. Ne kötü dönüş yeridir!
2
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
5
6. 9
Ey iman etmiş kimseler! Fısıldaştığınız zaman günahı, düşmanlığı ve
Elçi'ye karşı gelmeyi fısıldamayın. İyi adam olmayı ve Allah'ın koruması altına
girmeyi fısıldaşın. Kendisine toplanacağınız Allah'ın koruması altına girin.
10
Şüphesiz bu fısıldaşmalar, iman eden kimseleri üzmek için şeytandandır.
Oysa şeytan, Allah'ın izni/ bilgisi olmadıkça, mü’minlere hiçbir zarar veremez.
Ve öyleyse mü’minler, yalnızca Allah'a işin sonucunu havale etsinler.
Bu âyetlerde de ilk önce hiçbir şeyin Allah'tan gizli kalamayacağının, Allah'ın
her şeyi her an denetlediğinin unutulmaması gerektiği beyân ediliyor, ki Kur’ân'da
üzerinde çokça durulan bir konudur:
75
Ve onlardan bazıları, “Eğer Allah armağanlarından bize verirse, kesinlikle bağışta
bulunacağız ve kesinlikle iyilerden olacağız” diye Allah'a söz veren kimselerdir.
76
Sonra, ne zaman ki Allah, onlara armağanlarından verir, onda cimrilik ederler ve yüz
çevirerek geri dururlar.
77
Sonunda Allah'a vaat ettikleri şeylerde sözlerini tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, O da
Kendisiyle karşılaşacakları güne kadar kalplerinde sürüp gidecek bir münâfıklık yerleştirerek onları
cezalandırdı.
78,79
Şüphesiz onlar; mü’minlerden, sadakalardan kendi gönülleriyle bağışta bulunanlara ve
güçlerinin yettiğinden fazlasını bulamayanlara dil uzatan, sonra da onlarla alay eden kimseler,
Allah'ın, onların sırlarını ve fısıltılarını bilip durduğunu ve şüphesiz Allah'ın bütün bilinmeyenlerin
çok iyi bilicisi olduğunu bilmediler mi? Allah, onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için çok acıklı
bir azap vardır.
(Tevbe/75-79)
80
Yoksa onlar, şüphesiz Bizim, onların sırlarını ve fısıltılarını işitmediğimizi mi sanıyorlar?
Evet! İşitiriz, yanlarında bulunan elçilerimiz de yazıyorlar.
(Zuhruf/80)
Âyetteki, Onlar, sana geldikleri zaman seni, Allah'ın selâmlamadığı ile
selâmlıyorlar. Kendi içlerinden de, “Bu söylediklerimiz yüzünden Allah'ın bize azap
etmesi gerekmez miydi?” derler uyarısıyla münâfıkların, nefsi okşayacak sözler
söyleyerek sinsî plânlarını gerçekleştirmek istedikleri bildiriliyor. Bu nifak politikası,
Rasûlullah'ın âhirete irtihâlinden sonra da devam etmiş, Allah Muhammed'i,
“Rasûlullah” [Allah'ın Elçisi], “Nebiy-yi Ümmî” [Anakentli Peygamber], “Nebi”
[Peygamber], “Hatemu'n-Nebiyyîn” [peygamberlerin mührü/sonuncusu/zirvesi] olarak
nitelemişken, bunlarla yetinilmeyerek Peygamberimiz için –güya birer saygı ifadesi
olarak– “sallallahu aleyhi” (“aleyhisselâm” denmesinde sakınca yoktur, denmesi de
gerekir), “hazret”, “eşref-i mahlûkat” [yaratılmışların en şereflisi], “fahr-i kâinat”
[evrenin övüncü], “sırr-ı levlâke levlâk” [evrenin kendisi hürmetine yaratıldığı],
“sâhibü'l-hülleti ve't-tâc”, “râkibu'l-burak fî leyleti'l-mi‘râc” [miraç gecesinde Burak'a
binen hülle ve taç giyen], “ilklerin ve sonların efendisi” gibi birtakım isim ve rütbeler
kullanılmıştır.
Âyette, Peygamber'i, Allah'ın selâmlamadığı bir şekilde selâmlamak,
ikiyüzlülük göstergesi olarak değerlendirilmektedir. İfrat ölçüsünde bir sapma olan bu
davranışı sergileyenlerin, aslında Peygamberimizin ahlâk ve sünneti [Kur’ân'a uyması
ve Kur’ân'ı yaşaması] ile bir ilgilerinin bulunmadığı, sadece çıkar sağlamayı
amaçladıkları anlaşılmaktadır.
Bu uyarılardan sonra da Rasûlullah'a, bulunduğu ortamla ilgili birtakım sırlar
veriliyor:
6
7. • Yasaklanmış şeyleri yapmaya kalkışan; günah, düşmanlık ve Elçi'ye karşı
gelmek hususunda fısıldaşan birileri vardır.
• Onlar, Elçi'ye geldikleri zaman o'nu, Allah'ın selâmlamadığı bir tarzda
selâmlıyorlar.
• Yaptıkları bu maskaralıktan dolayı da kendi kendilerine, “Bu söylediklerimiz
yüzünden Allah'ın bize azap etmesi gerekmez miydi?” diyorlar. (Cehennem onlara
yeter. Oraya yaslanacaklardır. Ne kötü dönüş yeridir!)
Sonra da mü’minler muhatap alınarak birtakım nezaket kuralları
bildirilmektedir:
• Gizli konuşma durumunda olduğunuz zaman, günah ve Elçi'ye karşı gelme
hususunda konuşmayın, birr ve takvâ hususunda konuşun.
• Günah, düşmanlık ve Elçi'ye başkaldırı hususundaki gizli konuşmalar, şeytanî
işlerden olup iman edenleri üzmek içindir. (Oysa o [şeytân], Allah'ın izni
olmadıkça, onlara [mü’minlere] hiçbir zarar veremez. Ve öyleyse mü’minler,
yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.)
Pasajdan anlaşıldığına göre fısıldaşan, gizli gizli kumpas kuranlar, Yahûdiler ve
münâfıklardır.
Bu âyet grubunun iniş sebebi olarak şu bilgiler aktarılmıştır.
İbn Abbâs dedi ki: “Bu kendi aralarında fısıldaşarak gizlice konuşan ve bu arada mü’minlere
bakan ve birbirlerine göz kırpan Yahûdilerle, münâfıklar hakkında inmiştir.”
Mü’minler de şöyle diyorlardı: “Bunlara, kardeşlerimiz ve yakın akrabalarımız olan Muhâcir
ve Ensâr'dan bazılarının öldürüldüklerine yahut başlarına gelen bir musibet veya bozgunlarına dair
bir haber ulaşmış olmalıdır.” Bu da onların hoşuna gitmiyor, onları rahatsız ediyordu. Bunun
neticesinde Peygamber'e (s.a) şikâyetleri çoğaldı. Yüce Allah da onların fısıldaşmalarını yasakladı.
Fakat bu işten vazgeçmeyince âyet-i kerîme nâzil oldu.3
Mukâtil dedi ki: “Peygamber (s.a) ile Yahûdiler arasında bir antlaşma vardı. Mü’minlerden
bir kimse onlara uğradı mı kendi aralarında –o mü’min kişi kötü birtakım zannlara kapılıncaya
kadar– gizlice konuşuyorlardı. O da yoluna gitmekten vazgeçiyor, geri dönüyordu. Rasûlullah (s.a)
onlara böyle yapmamalarını söyledi ise de onlar vazgeçmeyince bu âyet-i kerîme nâzil oldu.”4
2
Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın alâmetlerine, haram aya, hedye/hac yapanlara yiyecek
yollamaya, hediye etmeye, gerdanlıklarına [hac yapanların/orada yüksek ilâhîyat eğitimi için
bulunanların yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretlerine] ve Rablerinden lütuf ve rıza
bekleyerek Beytü'l-Haram'a/hac görevi yapmak isteyenlere saygısızlık etmeyin. Dokunulmazlığınız
kalktığında/hac göreviniz bittiğinde de avlanın. Sizi Mescid-i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir
topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya da sevk etmesin. Ve “iyi adam”lık ve Allah'ın koruması altına
girme üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Ve Allah'ın koruması
altına girin. Hiç şüphesiz Allah, azabı/kovuşturması çok çetin olandır.
(Mâide/2)
11
Ey iman etmiş kimseler! Size: “Meclislerde yer açın/başkalarına da
katılım hakkı tanıyın” denilince hemen yer açıverin ki Allah da yer açsın/size
genişlik versin. Ve size: “Kendinizi olduğunuzdan daha büyük gösterin”
denilince de kendinizi olduğunuzdan daha büyük gösterin. Böylece Allah, sizden
inanmış olan kimseleri ve kendilerine bilgi verilenleri derecelerle yükseltsin. Ve
Allah, yaptıklarınıza iyice haberi olandır.
Bu âyette de nezaket kurallarına dair mü’minlere bazı emirler verilmektedir:
3
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
4
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
7
8. • Mü’minlere, “Meclislerde yer açın” denilince hemen yer açmalılar. (Bu emre
itaat edenlere Allah ödül verecektir).
• Mü’minlere, “Kendinizi büyük gösterin” denilince kendilerini olduklarından
daha üstün göstermelidirler. (Bu tavır, genellikle savaş dönemlerinde Müslümanların
düşmanların gözünü korkutmak için başvuracakları bir taktiktir. Bunu uygulayanlara
Allah derecelerle ödül, nimet verir. Ve Allah, yapılan her şeyi en iyi şekilde bilir.)
Bu âyet grubunun iniş sebebiyle ilgili kaynaklarda şu bilgiler yer alır:
Âyetin sebeb-i nüzûlü ile ilgili birkaç vecih zikredilmiştir:
a) Mukâtil ibn Hayyân şöyle demiştir: “Hz. Peygamber, Cuma günü Suffa'da
bulunurdu. Orası da gâyet dar idi. Rasûlullah (s.a), Muhâcir ve Ensâr'dan, Bedir savaşı'na katılmış
olanlara daha bir öncelik verirdi. Binâenaleyh, Bedir ehlinden bir cemaat geldi ve meclisin en ön safına
geçtiler. Derken, Hz. Peygamber'in (s.a) tam karşısına geçip, o'nun kendilerine yer açtırmasını
beklediler. Hz. Peygamber, onları böyle tam karşısına dikilmeye sevk eden şeyi anladı da, bu o'na ağır
geldi. Etrafında bulunan ve Bedir'e katılmamış olan kimselere, “Ey falan, kalk; ey falanca kalk...” dedi
ve önünde ayakta dikili bulunan kimseler sayısınca adam kaldırdı. Bu, meclisten kaldırılanların gücüne
gitti; bunun onların hoşuna gitmediği yüzlerinden okunuyordu. Münâfıklar da bunu dillerine doladılar
ve “Allah'a andolsun ki Peygamber, bunlara âdil davranmadı. Çünkü bir grup önceden gelip, yerlerini
aldılar ve Peygamber'e yakın olmak istediler. O da onları oradan kaldırıp, onların yerine uzakta kalmış
olanları oturttu” dediler. Bunun üzerine, Cuma günü bu âyet nâzil oldu.
b) İbn Abbâs'tan (r.a) rivâyet edildiğine göre, o şöyle demiştir: “Bu âyet-i kerîme, Sâbit b. Kays
b. eş-Şemmâs hakkında nâzil oldu. Şöyle ki: O, daha önce herkes meclisteki yerlerini almış iken,
mescide girdi. Kulaklarındaki ağırlıktan ötürü, Hz. Peygamber'e (s.a) yakın oturmayı istiyordu. Bundan
dolayı, iyice yaklaşıncaya kadar, ona yer açtılar. Sonra biri onu sıkıştırınca, onunla o kişi arasında, bir
söz alış-verişi oldu. O da, sözünü duyabilmek için, Hz. Peygamber'e (s.a) yakın olmayı istediğini ve
fakat falancanın kendisine yer açmadığını Peygamber'e söyledi. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. Hz.
Peygamber (s.a) de cemaate, oldukları yerde (biraz sıkışarak) yer açmalarını, hiç kimsenin, hiç kimse
için yerinden kalkmamasını emretti.”5
12
Ey iman etmiş kişiler! Elçi ile fısıldaşacağınız [başbaşa konuşacağınız,
özel hizmet alacağınız] zaman, bu fısıldaşmanızdan önce hemen bir sadaka
veriniz. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Böyle olmasına rağmen
eğer bir şey bulamazsanız, artık şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve çok
merhamet edendir.
13
Başbaşa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten korktunuz mu? İşte,
yapmadınız. Ve Allah, sizin bilinçle hatadan dönüşünüzü kabul etti. Artık
salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu
aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/verginizi verin,
Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin. Ve Allah, yaptıklarınıza en çok haberi olandır.
Bu âyetlerde, kamu görevlileri ile ilişkiler konusunda belirli ilkeler
öngörülmektedir. Âyetin içerdiği sözcükler dikkate alındığında, bu iki âyetin peşpeşe
inmeyip aralarında belirli bir sürenin olduğu anlaşılır. Âyetlerin iniş dönemi dikkate
alındığında şu gerçeklerle karşılaşılır:
12. âyet:
• Âyet, Müslümanların organize olması [İslâm devleti oluşturmaları] sürecinin ilk
dönemlerinde inmiştir.
• Peygamber, aynı zamanda kamu görevlisidir [yöneticidir].
5
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb; Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
8
9. • Kamu'dan özel bir talebi olanlar sadaka vermelidirler (şimdiki devlet
dairelerindeki hizmete karşılık alınan harç örneği). Böylece, özel meselelerinin
çözüme kavuşturulması ile birlikte ihtiyaç sahiplerine verilmek ve umumi maslahatlar
için kullanılmak üzere gelir sağlanacaktır.
• Sadaka, –sadaka âyetlerinde görüleceği gibi– kamu hizmetleri için harcanan aynî ve
nakdî değerlerdir. Burada konu edilen, Rasûlullah'ın şahsına verilecek bir yardım
değildir. Zira, tüm peygamberler gibi Peygamberimizin de ücret, sadaka alması
yasaklanmıştır.
• Âyetin son bölümündeki, Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şâyet
bulamazsanız artık şüphesiz Allah gafûr'dur, rahîm'dir ifadesinden, sadaka vermenin
bir zorunluluk olmayıp henüz hazmetme sürecindeki Müslümanların alıştırılmasına,
eğitilmesine yönelik bir tavsiye olduğu anlaşılıyor.
13. âyet:
• Bu süreçte Müslümanlar (hepsi olmasa da çoğunluğu; aklî istisnâ), bu
uygulamaya yeterli duyarlılık göstermemiş, kamu bütçesine katkıda bulunmak
hoşlarına gitmemiştir. (Onların birçoğunun yerleşik düzenin kurallarına uymayan
bedevî Araplardan oluştukları akıldan çıkarılmamalıdır.)
• Devletin idamesi ve bekası için kamuya malî destek şarttır.
• İşte bu âyette bu gerçek mü’minlerin kafalarına balyoz gibi iniyor:
Fısıldaşmanızdan [başbaşa konuşmanızdan] önce sadakalar vermekten korktunuz
mu? İşte, yapmadınız. Ve Allah, sizin tevbenizi kabul etti. Artık salâtı ikâme edin,
zekâtı verin, Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin. Ve Allah, yaptıklarınıza en çok haberi
olandır.
İfadeyi biraz açarsak: Allah daha evvel ki duyarsızlığınızı bağışlamıştır. Ama
bundan sonrası için salâtı [sosyal desteği] ikâme edin [dikin, ayakta tutun] ve zekâtı
[zorunlu vergiyi verin], Allah'a ve Rasûlü'ne (ki o, aynı zamanda yöneticidir) itaat edin
[bir daha itaatsizlik etmeyin].
Görülüyor ki 12. âyetteki sadaka emri, 13. âyetle pekiştirilmiştir. 12. âyette
umum olan “sadaka” ifadesi, 13. âyette “salât ve zekât” ifadeleriyle tahsis edilmiştir.
Üstelik mü’minlerin bundan kaçmamaları, mutlaka itaat etmeleri istenmiştir.
İki âyet arasındaki sürede mü’minler, organize olmanın şartlarından birinin de
“maliye kurumu” olduğu gerçeğini böylece öğrenmiş olmalıdırlar.
14
Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu yardımcı, koruyucu;
yönetici yapanları görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Onlar ne sizdendirler, ne de
onlardan. Ve onlar bilerek yalan yere yemin ediyorlar.
15
Allah, onlara çok çetin bir azap hazırlamıştır. Şüphesiz onlar, yapmış
oldukları çok kötü olanlardır!
16
Yeminlerini kalkan edindiler de Allah'ın yolundan çevirdiler. Artık
onlar için küçük düşürücü bir azap vardır.
17
Onların malları ve evlatları, kendilerine, Allah'a karşı hiçbir şekilde asla
yararı olmaz. Onlar, Ateş'in ashâbıdırlar. Onlar, orada sürekli kalanlardır.
9
10. 18
Artık Allah, onların hepsini tekrar dirilttiği gün, size yemin ettikleri gibi
O'na da yemin edecekler ve kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını
sanacaklardır. Gözünüzü açın! Şüphesiz onlar, yalancıların ta kendileridir.
19
Şeytan, onları istilâ etmişti de onlara Allah'ı anmayı terk ettirmişti.
Onlar, şeytanın grubudur. Gözünüzü açın! Şeytanın grubu kesinlikle
kaybedenlerin ta kendisidir.
20
Allah'a ve Elçisi'ne sınırı aşmaya uğraşanlar; onlar, en aşağılık kişiler
arasındadırlar.
21
Allah: “Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz” diye yazmıştır.
Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp
edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır.
Bağımsız bir necm olan bu âyetlerde, münâfıkların Yahûdileri velî edinmelerine,
onlarla işbirliği yapmalarına ve bu yolla mü’minlere zarar vermelerine
değinilmektedir:
• Çevrenizde, Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu velî edinenler
[yardımcı, koruyucu; yönetici yapanlar] vardır. Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan.
Onlar, bilerek yalan yere yemin ediyorlar.
• Allah, onlara çok çetin bir azap hazırlamıştır. Şüphesiz onlar, yapmış
oldukları çok kötü olanlardır!
• Onlar, yeminlerini kalkan edindiler ve Allah'ın yolundan çevirdiler. Artık
onlar için küçük düşürücü bir azap vardır.
• Onların malları ve evlatları kendilerine, Allah'a karşı asla yarar sağlamaz.
Onlar, ateş'in ashâbıdır ve orada sürekli kalacaklardır.
• Allah, onları tekrar dirilttiği gün, size yemin ettikleri gibi O'na da yemin
edecekler ve kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanacaklardır. Gözünüzü
açın! Şüphesiz onlar, yalancıların ta kendileridir.
• Şeytân, onları istilâ etmiş ve onlara Allah'ı anmayı terk ettirmiştir. Onlar,
şeytânın hizbidir [grubudur]. Şeytânın hizbi ise kesinlikle kaybedenlerdir.
• Allah'a ve Elçisi'ne sınırı aşmaya uğraşanlar, en aşağılık kişiler arasındadırlar.
• Allah, “Elbette Ben ve elçilerim gâlip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah
kavî'dir, azîz'dir.
Görüldüğü gibi âyetler gâyet açıktır. Anlaşıldığı üzere münâfıkların, mü’minler
ve Yahûdilerle olan ilişkileri içtenlikli değil, çıkara dayalıdır. Yemin ve yalanla
vaziyeti idare etmeye ve mü’minlere iftira atarak iman edecek kimseleri, şüpheye
düşürüp imana gelmelerini engellemeye çalışıyorlardı.
Bu âyet grubunun iniş sebebine dair kaynaklarda şu bilgiler nakledilmiştir:
es-Süddî ve Mukâtil şöyle demiştir: Âyet-i kerîme münâfık olan Abdullah b. Ubey ile
Abdullah b. Nebtel hakkında inmiştir. Bunlardan birisi Peygamber (s.a) ile oturuyor, sonra da o'nun
sözlerini Yahûdilere taşıyordu. Peygamber (s.a) odalarından birisinde bulunduğu bir sırada şöyle
buyurdu:
— Şu anda sizin yanınıza kalbi bir zorbanın kalbi gibi olan ve şeytânın iki gözüyle bakan bir
adam girecektir.
10
11. Bu sırada Abdullah b. Nebtel girdi. –Abdullah mor, esmer, kısa boylu ve hafif sakallı birisi
idi.– Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:
— Sen ve arkadaşların niye bana ağır sözler söylüyorsunuz?
Abdullah böyle bir şey yapmadığına dair Allah adına yemin etti. Peygamber (s.a) ona,
“Yaptın” dedi. Bunun üzerine Abdullah gidip arkadaşlarını getirdi. Onlar da Peygamber efendimize
dil uzatmadıklarını söylediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme indi.6
21. âyette de, Allah, “Elbette Ben ve elçilerim gâlip geleceğiz” yazmıştır.
Şüphesiz Allah kavî'dir, azîz'dir buyurulmuştur. Allah'ın dediğinin olacağı, dininin
ve Elçisi'nin önünde kimsenin duramayacağı birçok âyette vurgulanmıştır:
21
Ve o'nu satın alan Mısırlı kişi, karısına: “Bunun yerini şerefli tut. Bize yararlı olabilir ya da
o'nu evlat ediniriz” dedi. Ve Biz, Yûsuf'u böylece yeryüzünde yerleştirdik … ve kendisine olayların/
sözlerin ilk anlamlarının ne olduğuna dair bilgileri öğretelim diye… Ve Allah, emrinde galiptir. Fakat
insanların çoğu bilmezler.
(Yûsuf/21)
171-173
Ve andolsun ki gönderilen kullarımız/ elçilerimiz hakkında bizim sözümüz geçmiştir:
“Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip
gelenlerin ta kendisidir.”
(Saffat/171-173)
51
Şüphesiz Biz, elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit dünya yaşamında ve şâhitlerin
kalktığı/şâhitlik edecekleri günde kesinlikle yardım ederiz.
52
O gün şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapan kimselere özür dilemeleri yarar sağlamaz.
Ve onlara dışlanarak mahrum bırakılma vardır, yurdun en kötüsü de onlar içindir.
(Mü’min/51-52)
22
Allah'a ve âhiret gününe inanan bir topluluğu, Allah'a ve Elçisi'ne sınırı
aşmaya uğraşanlarla karşılıklı sevgi bağı kurmuş hâlde bulamazsın. Bunlar,
onların ister babaları olsun, ister çocukları olsun, ister kardeşleri olsun, ister
akrabaları olsun. Onlar, Allah'ın, kalplerine imanı yazdığı ve kendilerini
Kendisinden olan vahiy ile desteklediği kimselerdir. Ve Allah onları, sürekli
kalanlar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Allah,
onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır. İşte bunlar,
Allah'ın taraftarlarıdır. Gözünüzü açın! Allah'ın taraftarları, başarıya
ulaşanların ta kendileridir.
Velâyet konusunun ele alındığı bu âyette, mü’minlerin sevgi bağı kuracak ve
kuramayacak oldukları kimseler beyân edilmektedir. Mü’minlerin; müşrik, kâfir,
Yahûdi ve Nasranilerden velî edinmemeleri gerektiğini bildiren birçok âyet
(Mâide/57, Mâide/51, Âl-i İmrân/28, Tevbe/23, Mümtehine/1-2, Mümtehine/8-9,
Nisâ/144, 89) geçmişti.
NOT: Bu âyetlerde yer alan velî, evliyâ sözcükleri, genelde “dost”, “dostlar”
şeklinde çevrilerek âyetlerin önerisi, ahlâkî bir davranışa indirgenmektedir. Hâlbuki
6
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
11
12. buradaki velâyet; idarî, siyasî ve hukukî velâyettir [korunma, gözetilme ve
yönetilmedir].
22. âyetin iniş sebebi hakkında şu nakledilmiştir:
İsterse bunlar babaları... olsalar bile buyruğu hakkında es-Süddî dedi ki: Bu Abdullah b.
Ubey'in oğlu Abdullah hakkında inmiştir. Bir gün yanında otururken su içen Peygamber'e, “Allah
aşkına ey Allah'ın Rasûlü, şu içtiğin sudan bir miktar arttır, onu gidip babama içireyim. Belki
onunla Allah kalbini temizler” dedi. Bunun üzerine Peygamber ona biraz arttırdı. Abdullah da bu
artanı babasına götürdü. Babası kendisine, “Bu da ne?” diye surunca, oğlu, “Peygamber'in (s.a)
içtiği sudan bir artıktır. Sen içesin diye bunu sana getirdim, belki bununla Allah senin kalbini
arındırır” dedi. Babası ona, “Bunun yerine niye bana annenin sidiğini getirmedin? O bundan daha
temizdir” dedi. Oğlu bu işe kızdı ve Peygamber'e (s.a) gelerek, “Ey Allah'ın Rasûlü!” dedi,
“Babamı öldürmeye bana izin vermez misin?” Peygamber (s.a), “Hayır, ona yumuşak davran ve
ona iyilik yap” dedi.7
Allah, doğrusunu en iyi bilendir.
7
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
12