1. 9 LEYL SURESİ
[GECE]
SURESİ
LEYL SURESİ’NE GİRİŞ
Adını birinci ayetteki “el-Leyl” sözcüğünden alan sure, Mekke’de 9. sırada inmiştir.
Daha önce inen sekiz surede genellikle ahiret inancı üzerinde durulmuş ve bu inanca
sahip olmayanlar cehennem ile tehdit edilmişti. Rabbimizin benzer uyarıları bu surede de
devam etmektedir. Ancak bu uyarılar insanların ahiretle ilgili tutumlarından dünyadaki
davranışlarına doğru yönelmeye başlamış ve detaylandırılmıştır.
Surenin İniş Sebebi
Surenin iniş sebebi hakkında bir çok rivayet ortaya atılmış ve özellikle 17-20.
ayetlerinde tasvir edilen karakter özellikleri, Ebu Bekir, Ali, Bilâl, Ebu Dahdah, Ümeyye b.
Halef gibi o günlerde yaşamış olan kişilerle özdeşleştirilmek istenmiştir. Oysa Tebbet
suresindeki Ebuleheb örneğinde olduğu gibi kişi adları verilmemiş, kişilerin genel karakter
özellikleri dile getirilmiştir.
Edebî sanatlar bu surede de zirve noktadadır. Ortaya konan bu edebî mucizenin ileri
düzeydeki etkisi ile insanlar adeta imana ve İslâm'a çekilmektedir. Bu sanatların hangi
sözcükler ve ifade biçimleriyle ortaya çıktığını Türkçe çeviride göstermek mümkün
olmamakla birlikte, surelerin hakkıyla anlaşılmasını sağlamak için Türkçe anlamları
üzerindeki bazı tezahürleri gösterilmeye çalışılacaktır.
9/ LEYL [GECE] SURESİ
Rahman ve Rahîm Allah adına.
Ayetlerin meali:
1-4
Kara cahilliği, vahyin aydınlığını; bilgiyi ve genetik özellikleri kanıt
gösteriyorum ki sizin emek ve gayretiniz kesinlikle dağınık ve parça parçadır.
5-7
Bu nedenle kim malını/ kazancını verir, Allah'ın koruması altına girer
ve en güzeli doğrularsa, Biz ona, o en kolay olan için kolaylık sağlayacağız.
8-11
Kim de cimrilik ederse ve kendisini tüm ihtiyaçların üstünde görürse ve
en güzeli yalanlarsa, Biz ona en zor olan için kolaylık vereceğiz. Aşağı
yuvarlanıp değişime, yıkıma uğradığında/öldüğünde malı onu
kurtaramayacaktır.
12
Doğruya ve güzele kılavuzlamak sadece Bizim üzerimizedir. 13
Sonrası da
öncesi de sadece Bizimdir.
14-16
İşte bu nedenle, yalanlayan, yüz çeviren, en çok mutsuz olacak olan
kişiden başkasının girmediği, alevlendikçe alevlenen bir ateşe karşı Ben sizi
uyardım.
1
2. 17-21
Kimseden karşılık beklemeden, sadece Yüce Rabbinin rızasını
umarak, arınmak için malını veren çokça Allah'ın koruması altına girmiş kişi
ondan uzak tutulacaktır. Ve yakında o kişi, kesinlikle hoşnut olacaktır.
Ayetlerin Tahlili
1, 2. Ayetler:
1-4
Kara cahilliği, vahyin aydınlığını; bilgiyi ve genetik özellikleri
kanıt gösteriyorum ki sizin emek ve gayretiniz kesinlikle dağınık ve parça
parçadır.
Not: Âyetteki sözcüklerin “hakikat” manası, “bürüyüp örttüğü zaman geceye,
parıldadığı zaman gündüze ve erkeği, dişiyi yaratan şeye andolsun ki, sizin emek ve gayretiniz
kesinlikle dağınık ve parça parçadır” şeklinde olup biz mecâz anlamlarını verdik.
Yüce Rabbimiz sureye yemin ile başlamaktadır. Bir sonraki sure olan Fecr suresinin 5.
ayetinde Rabbimizin yeminlerinin biz insanlarınkinden farklı olduğu görülecektir. Biz
insanlar muhatabımızı sözlerimize inandırmak için yemin ederiz Rabbimiz ise akıl
sahiplerinin dikkatini çekmek, onları araştırmaya sevk etmek ve kanıt göstermek için yemin
eder [kanıt gösterir, referans verir]. Kasem cümlesiyle ilgili detay Kalem suresinin girişinde
verilmiştir.
Rabbimizin yemin etmek suretiyle dikkatimizi çektiği, üzerinde düşünmemizi istediği
öğeler gece ve gündüzdür. Ancak; gece ve gündüzün günün sadece birer bölümü olduğunun
dışında başka özellikleri üzerinde de düşünmemiz isteniyor olsa gerektir. Çünkü ayetlerde
“bürüyüp örttüğü zaman geceye” ve “parıldadığı zaman gündüze” denilerek gecenin bürüyüp
örttüğü, gündüzün de parıldadığı belirtilerek dikkatimiz çekilmektedir.
Gece, edebî metinlerin hemen hepsinde bilinmeyenin, görünmeyenin, matemin ve
hüznün simgesi olarak kullanılmıştır. “Bürüyüp örten gece” deyimi ise karanlığı, karanlık ise
güvensizlik ve korkuyu çağrıştırmaktadır. Çünkü karanlık, insanın çevresinden en fazla veri
topladığı duyu organının, gözlerinin işlevini engellemektedir. Gözleri ile çevresinden yeterli
bilgi alamayan insan ne ile karşılaşacağını bilmediği için korkmakta, hareketlerini
kısıtlamakta, hatta hatalı davranışlarda bulunabilmektedir.
Gündüz ise aydınlığı ve parlaklığı sayesinde her şeyin tüm açıklığıyla görünmesini
sağladığı için insanlar tarafından geceye üstün tutulmuştur. “Gündüzün şerri gecenin
hayrından iyidir” özlü sözü bu yargıyı ifade etmektedir.
Karanlık ile bilgisizlik arasındaki bağıntı aslında tek yönlü değildir. Yani, “Karanlık
insanların bilgilenmesini engeller” saptaması nasıl doğru ise, “bilgisizlik insanları karanlık
içinde bırakır” saptaması da o derece doğrudur. Bu noktadan bakıldığında, ayetlerde geçen
“gece” sözcüğünün cehaleti ve toplumsal karanlığı, “gündüz” sözcüğünün ise vahyin
aydınlığını ve sağladığı iç huzurunu, mutluluğu, güveni, kısaca Rabbin rızasını işaret eden
birer kinaye olduğu söylenebilir. Bu durumda ayetlerin meali şöyle yorumlanabilir:
“Cehaletin her şeyi bürüyüp örttüğünü bir düşün, insanlık nice olur? İşte bu cehaletin
korkunçluğundandır ki, …”
“Vahyin aydınlığının her tarafı sarıp sarmaladığını; ilmin, irfanın her yerde parıl parıl
parladığını bir düşün, insanlık nice olur? İşte vahyin ışığının güzelliğindendir ki, …”
2
3. 3. Ayetteki “erkeği, dişiyi yaratan (oluşturan) şey”
Ayetin orijinalindeki “haleka (oluşturdu ifadesi ile ilgili Alak suresinde bilgi
verilmiştir.)
Suredeki üçüncü yemin, erkeği ve dişiyi yaratan “ما şey”e yapılmıştır. Bu durum bizi iyice
düşünmeye zorlamaktadır. Maalesef ayetteki bu incelik ihmal edilerek tefsir ve meal
hazırlanmıştır. Ayetin gerçek anlamına kafa yorulmamış, mevcut incelik yuvarlak bir ifade ile
geçiştirilmiştir. Şimdi ayetin orijinalini Lâtin harfleriyle de inceleyelim, vurgu yapılan
sözcüğe dikkat edelim ve işin gerçeğini anlamak için zihnimizi yoralım:
“والثنثى الذكر خلق وما Ve mâ haleqa’z-zekera ve’l-ünsâ”
Ayette altı çizili “mâ” ifadesine Arapçada “İsm-i Mevsul” denir.
ماMa ve منmen: edatlarının kullanımı.
Arapça dilbilgisi kurallarına göre, ismi mevsul ve soru edatı olarak, cansız
varlıklar ve akılsız hayvanlar ve akıllı varlıkların sıfatları için "şey" anlamında ما -
mâ sözcüğü kullanılır; Allah, ve akıllı varlık olan insan için de "kişi" anlamında من
- men sözcüğü kullanılır.
Rabbimiz burada “ ماma” edatı getirerek, burada Kendi zatını değil, sıfatlarına
dikkat çekmiştir. Kısacası burada “ ماma” kastedilen Allah’ın zatı değil,
Rabbliğinin tecellisi; koyduğu kurallar ve sistemler ve sistemleri oluşturan
etmenlerdir.
“Ma” ile Allah'ın kastedilmesi durumunda Rabbimiz sıfatlarınaa dikkat çekmiş
olmakta, erkek ve dişi yaratmanın kendi tekelinde olduğunu bildirmektedir. Aynı mesele
Şems suresinde de görülecektir.
Ayetteki “ma” ile akılsız varlıkların kastedilmesi durumunda ise erkek ve dişinin “şey”
olarak tanımlanan, akıl sahibi olmayan bir madde tarafından yaratıldığı anlaşılmaktadır. Tüm
evren içindekilerle beraber Rabbimiz tarafından yaratıldığı için doğal olarak o “şey” de
Rabbimizin yarattıklarındandır. Ancak gerçek hayatta görmekteyiz ki, Rabbimiz bazı
“şey”lerin yaratılmasında, yine kendisinin yarattığı başka “şey”leri vesile kılmaktadır. Meselâ
basit bir “ot”un bitmesi su olmadan mümkün değildir. Nasıl ki Rabbimiz önce “su”yu
yaratmış ve “su”ya “ot”u yaratma görevi vermiş ise, burada da erkeği ve dişiyi yaratma
görevini yine kendi yarattığı bir başka “şey”e vermiştir. Buna göre ayetin hakikat manası
aynen “Ve erkeği, dişiyi yaratan şeye yemin olsun ki…” şeklindedir.
Fakat Kur’an üzerine çalışan pek çok meal ve tefsir sahibi, bu “مامم mâ” edatının
özelliğini ihmal ederek ayeti muğlâk olarak “erkeği ve dişiyi yaratana…” diye çevirmiş,
okuyanlar da bu çevirilere uygun olarak ayetteki yaratanın Allah olduğunu zannetmişlerdir.
3
4. Birçok kaynakta bu ayetle ilgili olarak, “ما mâ”ya anlam kazandırabilmeye yönelik
ilginç hususlar ileri sürülmüştür. Genelde mâ-i mevsul'e mâ-i masdariyye manası verilmek
suretiyle yapılan bu izahların altında, aslında ayeti sağlıklı anlama gayretleri yatmaktadır.
Örnek olarak: Sahih-i Buharî, Tefsir Kitabı, 342 ve 343. baplarda yer alan 466 ve 467
numaralı rivayetlerde bu ayetin “Vezzekeri ve’l-ünsa [erkeğe ve kadına and olsun ki]”
şeklinde olduğu iddia edilmiştir.
İkinci örnek: İbni Mes'ûd kıraati, “Vellezî haleqa’z-zekere ve’l-ünsa [erkek ve dişiyi
yaratan kişiye andolsun ki]” şeklindedir.
Üçüncü örnek: Kissâî kıraati, “Ve ma haleqahü’z-zekere ve’l-ünsa [onu erkek ve dişi
olarak yaratan şeye]” şeklindedir.
Bunlardan başka farklı kıraat ve görüşler de vardır.
İnsanı Yaratan (oluşturan) Şey
İnsanın genetik şifresi, her hücrede bulunan 46 tane kromozomdadır. Bu
kromozomlardan iki tanesi cinsiyet kromozomudur. Erkekteki kromozomlar XY olarak,
kadınlardaki kromozomlar XX olarak tanımlanmaktadır. Kadınlarda yumurtlama anında ikiye
ayrılan kromozomların her biri X kromozomu taşır. Erkekte ise spermlerin kimisi X, kimisi Y
kromozomlarını içerir. Erkekteki X kromozomu kadınların yumurtalarındaki X
kromozomuyla birleşirse çocuk kız, erkeklerdeki Y kromozomu kadınların yumurtalarındaki
X kromozomuyla birleşirse çocuk erkek olur. Böylelikle çocuğun erkek veya kız olması
tamamen spermden gelen X veya Y kromozomuna bağlıdır.
Bu yüzden, Kuran'ın insanların cinsiyetlerini sadece erkekten gelen meninin bir
spermiyle ilişkilendiren bu ayetlerinin işareti mucizevî niteliktedir. Çünkü Kuran'ın asırlar
önce işaret ettiği bu bilgi çok yakın bir döneme kadar bilinmemekteydi.
4. Ayet:
sizin emek ve gayretiniz kesinlikle dağınık ve parça parçadır.
Bundan önceki ayetlerde Rabbimiz yemin ederek üç konuya dikkatimizi çekmişti.
Bunlar “ليل gece/cehalet”, “ثنهار gündüz/vahiy ışığı” ve “erkek ile dişiyi yaratan şey/genetik”
idi.
Kasemlerin cevabı olan bu ayet, insanın farklı emek ve gayretlerinin, bir başka
ifadeyle, sosyal ve biyolojik faktörlerin ortaya çıkardığı insan davranışlarının dikkat çekilen
bu üç şeyden [cehalet, iman, genetik] kaynaklandığını anlatmaktadır.
5-7. Ayetler:
5-7
Bu nedenle kim malını/ kazancını verir, Allah'ın koruması altına
girer ve en güzeli doğrularsa, Biz ona, o en kolay olan için kolaylık
sağlayacağız.
Yani; “Gündüzden/vahyin ışığından yararlanarak kim kazancından verir,
kötülüklerden sakınır, en güzeli doğrularsa, Biz ona kolay olanı, yani mutluluğu
kolaylaştıracağız.”
Bu durum ancak gündüzün parıldadığı, vahyin ışığının her tarafı sardığı, yani vahye
uyulup iman edildiği zaman gerçekleşebilir.
4
5. Ayette dikkatlerden kaçırılmaması gereken bir husus da “kazancından verir” ifadesiyle
gelir paylaşımı konusunun gündeme getirilmiş olmasıdır. Çağdaş sosyal devlet anlayışının en
önemli ilkelerinden birisi de gelir dağılımında adaletin sağlanması konusudur. Ayette geçen
“kazancından verir” ifadesi, gelir dağılımındaki dengesizliklerin giderilmesi çalışmalarında
önerilen çarelerin en kestirme ve en gerçekçi yolunu göstermektedir. Rabbimizin müminlere
yüklediği bu ekonomik ve ahlakî sorumluluk, bugünkü ekonomi terminolojisinde “yeniden
gelir dağılımı” demektir.
Bu konu, daha önce gördüğümüz Müddessir suresinin 43. ve A'lâ suresinin 15.
ayetlerinde “salla [sosyal destek sağlama]” sözcüğü ile ima edilmişti. Bu ayette “kazançtan
vermek” ifadesi ile sosyal destek sağlama konusuna bir açıklama ve detay getirilmektedir.
Fecr suresinde ise konunun daha fazla detaylandırıldığı ve önemsendiği görülecektir.
Ayetteki “ اليسرى el yüsra/o en kolay olan şey” ile ilgili açıklama A’lâ suresinin 8.
ayetinin tahlilinde yapılmıştı.
8-11. Ayetler:
8-11
Kim de cimrilik ederse ve kendisini tüm ihtiyaçların üstünde
görürse ve en güzeli yalanlarsa, Biz ona en zor olan için kolaylık vereceğiz.
Aşağı yuvarlanıp değişime, yıkıma uğradığında/öldüğünde malı onu
kurtaramayacaktır.
Gecenin karanlığından [cehaletleri nedeniyle] zarar görerek vahye kulağını kapatıp
iman etmeyenler ise cimrilik ederler, kendilerini tüm ihtiyaçların üstünde tutarlar ve kimseye
bir şey vermezler. Aksine sürekli mal ve zenginlik isterler, biriktirdikçe biriktirirler. Böyleleri
sonuçta hem kendilerinin hem de toplumlarının felâketini hazırlamış olurlar.
Ayetteki “العسرى el-usra [o en zor olan şey]” ifadesi ile ilgili olarak “şer, mutsuzluk,
sıkıntı” olduğu şeklinde yorumlar yapılmıştır. “Yüsrâ [o en kolay olan şey]” gibi, bu sözcük
de yapısı itibariyle “ondan daha zoru bulunmayan, en zor şey” anlamına gelmektedir. “Zor”
sıfatının “en” anlamıyla şiddetlendirilmesi, bu büyük zorluğun ancak cehennem olabileceğini
düşündürmektedir. Buna göre ayetin anlamı “Biz ona cehennem için her kolaylığı vereceğiz”
demektir.
Cehennem için “kolaylık verilmesi” ifadesi, ahireti tekzip edenlerle alay içindir. Bu
üslupla edebî bir sanat yapılmaktadır. Aynı sanat Âl-i Imran suresinin 21, Nisa suresinin 138,
Tevbe suresinin 3 ve 34, Lokman suresinin 7 Casiye suresinin 8 ve İnşikak suresinin 24.
ayetlerinde de mevcuttur.
On birinci ayette “yuvarlanıp helâk olmak” anlamıyla çevirdiğimiz “دىّىترتت tereddâ”
sözcüğünün üç harfli kök mastarı “ردى redy” sözcüğüdür. Sözcüğün temel anlamı “helâk
olmak”tır. Tefe'ul babına sokulduktan sonra “dağdan aşağıya düşerek helâk olmak, kuyuya,
çukura düşerek helâk olmak” gibi anlamlar kazanmaktadır.1
Ayetten o kişinin “ölmesi, mezar
çukuruna yuvarlanması” anlaşılabileceği gibi, “cehenneme yuvarlanıp toptan helâk olması” da
anlaşılabilir.
12, 13. Ayetler:
12
Doğruya ve güzele kılavuzlamak sadece Bizim üzerimizedir.
13
Sonrası da öncesi de sadece Bizimdir.
Ayette “sonrası” ile kast edilen şey ahiret, “öncesi” ile kast edilen şey de dünyadır.
Bununla mülkün ve her türlü tasarrufun sadece Allah’a ait olduğu, O’nun kimseye hesap
1
(Lisan ül Arab; cilt 4; S. 124)
5
6. vermeyecek olmasına rağmen insana hidayet etmeyi, onu iyiye, doğruya ve güzele
yöneltmeyi, kısaca cennete yol göstermeyi kendi üzerine aldığı kast edilmektedir.
“Hidayet”in iyiye ve güzele önderlik etmek, doğru ve yanlışı ayırmaya yarayan bilgi
ve belgeler vermek, peygamber yollamak, kitap indirmek gibi eylemleri kapsadığını, kötü
yolu göstermenin hidayet olmadığını daha önce Fatiha suresinde görmüştük. Yine görmüştük
ki, peygamberler de dâhil olmak üzere Allah'tan başka hiç kimsenin hidayet yetkisi ve gücü
yoktur.
14 - 20. Ayetler:
14-16
İşte bu nedenle, yalanlayan, yüz çeviren, en çok mutsuz olacak olan
kişiden başkasının girmediği, alevlendikçe alevlenen bir ateşe karşı Ben sizi
uyardım.
17-21
Kimseden karşılık beklemeden, sadece Yüce Rabbinin rızasını
umarak, arınmak için malını veren çokça Allah'ın koruması altına girmiş kişi
ondan uzak tutulacaktır. Ve yakında o kişi, kesinlikle hoşnut olacaktır.
Kur'an'ı Kur'an'la anlama ilkesine uygun olarak, bu ayetlerin en uygun açılımının
İbrahim suresinin 47-52. ayetlerinde yapıldığı kanaatindeyiz:
47
O hâlde sakın Allah'ın, elçilerine olan vaadinden cayacağını sanma! Şüphesiz Allah, en
üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, suçluyu
yakalayıp cezalandırarak adaleti sağlama ilkesi sahibidir.
48-51
O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka
yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya
çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır,
yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.
(Ibrahim 47-51)
Yukarıda yer alan “Allah güçlüdür, intikam sahibidir” buyurulmuştur.
İntikam sözcüğü dilimize “kinden kaynaklanan öç” şeklinde yanlış bir anlamla
geçmiştir. “انتقتتام İntikam”, suçluyu cezalandırmak suretiyle beraberliği ve aynı zamanda
adaleti sağlamak, altta kalmamak”2
demektir. Toplum hayatında intikam sahipliği “yargı
gücü” olarak tanımlanmıştır ve bu gücü temsil eden mahkemeler tarafından uygulanmaktadır.
İlâhî düzende intikam sahibi olan sadece Allah'tır. Rabbimiz, dilediğini affederek, dilediğini
de işlediği suça denk bir ceza ile cezalandırarak ilâhî adaleti uygulamaktadır. Bütün bilgilere
sahip, bütün noksanlıklardan arınmış, hem bu dünyanın hem de ahiret hayatının tek hâkimi
olduğu için gerçek adaleti sağlamaya gücü yetebilen sadece O'dur. Yani Allah, intikam
sahiplerinin [cezalandırmak suretiyle adalet sağlayıcıların] en güçlüsüdür.
“Ve yakında o kişi, kesinlikle hoşnut olacaktır”
Allah'ın kendisine ikram ettiği nimetleri karşılık beklemeden, sadece Allah'ın rızasını
kazanmak için ihtiyaç sahipleriyle paylaşanlar amaçlarına ulaşacaklar ve böyle güzel bir
davranışı yapabilme imkânı verdiği için Allah'tan razı olacaklardır. Bu konuya Fecr suresinin
27-30. ayetlerinde daha detaylı olarak değinilecektir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır
2
(Lisanü’l Arab, “ngm” mad. )
6