SlideShare a Scribd company logo
1 of 36
60 MÜ’MİN SURESİ
GİRİŞ
Mekke’de 60. sırada indiği kabul edilen bu sure, adını 28-45. ayetlerde Firavun
ailesinden biri olduğu bildirilen “ ‫مؤمن‬‫م‬‫م‬Mü’min [Bir İnanan Kişi]” sözcüğünden
almıştır. Rabbimizin üçüncü ayette geçen “ ‫مافر‬‫م‬‫غ‬Gâfir [Bağışlayan]” sıfatından
dolayı sureye “Gâfir suresi” de denilir.
Bazıları 56, 57. ayetlerin Medeni olduğunu ileri sürmüşlerdir.1
Surenin ana
ekseni -Zümer suresinde olduğu gibi- Kur’an ve tevhid inancıdır. Bu surede de
kâfirlerin Kur’an’a karşı inatçı tavırları kınanmış, insanlara sürekli tevhid inancı
öğütlenmiş, geçmişten ibretli örnekler verilmiştir. Ayrıca surede ahirete ait korkunç
sahneler sergilenmiştir. Sure Zümer suresinin devamı ve tamamlayıcısı
durumundadır. Nüzul sırasına uygun olarak resmi mushafta da Zümer suresinin
hemen arkasında tertip edilmiştir.
1
(Süyuti; el-İtkan)
1
MEAL:
RAHMAN RAHIYM ALLAH ADINA
“1
Hâ/8”, “Mîm/40”.
2,3
Bu kitabın indirilişi, Çok Güçlü, En İyi Bilen, günahı bağışlayan, tevbeyi
kabul eden, azabı çok çetin olan, bol nimet; ikram sahibi Allah tarafındandır.
O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Dönüş yalnızca O'nadır.
4
Allah'ın âyetleri hakkında sadece, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddetmiş kimseler tartışır. O hâlde onların beldeler içinde dönüp
dolaşmaları seni aldatmasın.
5
Onlardan önce Nûh toplumu ve onlardan sonraki birtakım karşıt grup
yalanladı. Her ümmet, kendi elçilerini yakalamak için girişimde bulundu;
onunla hakkı bâtılla iptal etmek için mücâdele ettiler. Ben de onları
yakalayıverdim. İşte, azabım nasıl oldu?
6
Ve işte böylece kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş
olan o kimseler üzerine Rabbinin “Şüphesiz onlar ateşin ashâbıdır” sözü hak
oldu.
7-9
En büyük tahtı taşıyan, bir de en büyük tahtın dış kenarından olan
kimseler, Rablerinin övgüsüyle birlikte Kendisini noksan sıfatlardan
arındırırlar ve O'na inanırlar. İman etmiş kimseler için bağışlanma dilerler:
“Rabbimiz! Sen rahmet ve bilgice her şeyi kuşattın. Onun için tevbe eden ve
Senin yoluna uyan kimseleri bağışla ve onları cehennemin azabından koru!
Rabbimiz! Onları ve onların atalarından, zevcelerinden ve soylarından sâlih
olan kimseleri kendilerine vaat ettiğin Adn cennetlerine girdir. Şüphesiz Sen
en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip
olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapanın ta
kendisisin. Onları kötülüklerden de koru. Ve Sen her kimi kötülüklerden
korursan, artık o gün elbette ona rahmet etmişsindir. İşte bu, büyük
kurtuluşun ta kendisidir.”
10
Şüphesiz kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan
o kimselere seslenilir: “Elbette Allah'ın buğzu, kendinize buğzunuzdan daha
büyüktür. Zira siz imana davet olunurdunuz da küfrederdiniz; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeder dururdunuz.”
11
Kâfirler dediler ki: “Rabbimiz! Sen, bizi iki kere öldürdün, iki kere
dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?”
12
İşte bu, şu sebeptendir: Siz, “bir ve tek” olarak Allah'a davet edildiğiniz
zaman küfrettiniz; inanmadınız. O'na ortak koşulunca da inandınız. Artık
hüküm, o çok yüce ve çok büyük Allah'ındır.
13
Allah, size alâmetlerini/göstergelerini gösteren, sizin için gökten bir rızık
indirendir. Ve ancak gönülden yönelenler öğüt alırlar.
2
14
Öyleyse, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler
hoşlanmasa da dini sadece Kendisine ait kılarak Allah'a dua edin.
15
O, dereceleri yükseltendir, en büyük tahtın/en yüksek mevkiin sahibidir:
O, buluşma günü hakkında uyarmak için Kendi emrinden/ Kendi işinden olan
vahyi kullarından dilediğine bırakır.
16
O buluşma günü, onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey
Allah'a karşı gizli kalmaz. –‘Bugün mülk kimindir?’, ‘Sadece tek ve kahredici
olan Allah'ındır!’–
17
Bugün her kişi kazandığının karşılığını alacaktır. Bugün haksızlık diye
bir şey yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.
18
Yaklaşan gün hakkında da onları uyar. O zaman kalpler yutkunarak;
dehşetten ürpererek gırtlaklara dayanmıştır. Şirk koşmak suretiyle yanlış;
kendi zararlarına iş yapan kimse için ne sıcak bir dost vardır, ne de itaat
edilecek bir destekçi, yardımcı, iltimasçı...
19
Allah, gözlerin hainliğini ve göğüslerin gizlediğini bilir.
20
Ve Allah hakkı gerçekleştirir. Onların O'nun astlarından yalvardıkları
kimseler hiçbir şeyi gerçekleştiremezler. Şüphesiz Allah, en iyi işitenin, en iyi
görenin ta kendisidir.
21
Onlar yeryüzünde gezmediler mi ki kendilerinden önceki kişilerin sonları
nasıl olmuş görsünler. Onlar, yeryüzünde kuvvetçe ve eserce kendilerinden
daha çetin idiler. Yine de Allah onları günahları sebebiyle alıverdi. Ve
kendileri için Allah'tan koruyan biri olmadı.
22
İşte bu, şu sebepledir: Kendilerine elçileri apaçık delillerle geliyorlardı da
onlar küfrettiler; inanmadılar. Bunun üzerine Allah da kendilerini alıverdi.
Şüphesiz O, güçlüdür, cezalandırması çok çetindir.
23,24
Andolsun Mûsâ'yı Firavun'a, Hâmân'a ve Karun'a âyetlerimizle ve açık
bir delil ile elçi olarak gönderdik de onlar: “Bu bir sihirbaz, büyük bir
yalancıdır” dediler.
25
Böylece Mûsâ, katımızdan kendilerine bir hak ile geldiği zaman onlar:
“Mûsâ ile birlikte iman etmiş kişilerin oğullarını katledin; eğitimsiz,
öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirin, kadınlarını
ise sağ bırakın” dediler. Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddedenlerin düzeni, boşa çıkmakta olandan başkası da değildir.
26
Ve Firavun: “Bırakın beni, öldüreyim Mûsâ'yı, o da Rabbini çağırsın.
Şüphesiz ben o'nun, sizin dininizi değiştirmesinden veyahut yeryüzünde
kargaşa çıkarmasından korkuyorum” dedi.
27
Mûsâ da: “Şüphesiz ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim
Rabbim ve sizin Rabbiniz'e sığınırım” dedi.
28,29
Ve Firavun ailesinden imanını saklayan bir babayiğit adam: “Bir
adamı, Rabbim Allah dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o, kesinlikle size
Rabbinizden delillerle gelmiştir. Ve eğer o, bir yalancı ise bir bakarsın ki o'nun
yalanı kendi aleyhine oluvermiştir. Ve eğer doğru ise size yaptığı tehditlerin bir
kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, aşırı giden bir yalancı kişiye kılavuz
olmaz. Ey toplumum! Yeryüzünde açığa çıkmış olarak bugün yönetim sizindir.
Peki, eğer gelecek olursa Allah'ın hışmından bizi kim yardım edip kurtarır?”
dedi.
Firavun: “Ben size görüşümden başkasını göstermiyorum ve ben sadece
size reşitliğin/akıllı olmanın yoluna kılavuzluk ediyorum” dedi.
30-35
Yine o iman etmiş olan kimse: “Ey toplumum! Şüphesiz ben, sizin
hakkınızda Ahzâb'ın günü benzerinden; Nûh toplumunun, Âd'ın, Semûd'un ve
3
daha sonrakilerin maceralarının benzerinden korkuyorum. Ve Allah, kulları
için bir haksızlık, yanlışlık istemez. Ey toplumum! Şüphesiz ben, size gelecek o
çağrışma-bağrışma/ kaçışma gününden; arkanıza dönüp kaçacağınız günden
korkuyorum. Sizin için Allah'tan koruyan biri yoktur. Her kimi de Allah
şaşırtırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. Ve andolsun ki, bundan önce
size Yûsuf delillerle gelmişti. O zaman da o'nun size getirdiği şeylerde şüphe
edip durmuştunuz. Sonunda o öldüğünde de, “Bundan sonra Allah, asla elçi
göndermez” dediniz. Allah, şu kendilerine gelmiş bir güç olmaksızın, Allah'ın
âyetleri/alâmetleri/göstergeleri hakkında mücâdele eden, aşırı giden, şüpheci
olan kişileri işte böyle şaşırtır. Bu durum, Allah katında ve iman edenler
yanında buğz olarak büyüktür. İşte Allah, her böbürlenen zorbanın kalbi
üzerine damga basar” dedi.
36,37
Ve Firavun: “Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için
bana bir kule yap da Mûsâ'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım. Ve şüphesiz
ben o'nun yalancı olduğu kanısındayım” dedi. İşte böylece Firavun'a amelinin
kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni, yalnızca
kayba/ zarara uğratıp acı çekme içindedir.
38-44
Yine iman etmiş olan o kimse: “Ey toplumum! Bana uyun ki size akıllı
olmanın yoluna kılavuzluk edeyim. Ey toplumum! Bu bayağı hayat ancak
geçici bir kazanımdır. Âhiret ise kesinlikle durulacak yurdun ta kendisidir.
Her kim bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir. Ve
erkek veya kadın, her kim mü’min olarak düzeltmeye yönelik iş işlerse, artık
onlar, orada hesapsızca rızıklanmak üzere cennete girerler.” Yine: “Ey
toplumum! Bana ne oluyor ki, siz beni ateşe davet ediyorken ben sizi kurtuluşa
davet ediyorum! Siz, beni, Allah'a inanmamaya ve benim için hiç bilgi
olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya davet ediyorsunuz. Ben ise sizi o çok
güçlü ve çok bağışlayıcı olan Allah'a davet ediyorum. Hiç inkâr edilemez ki,
gerçekten sizin beni kendisine davet ettiğiniz şey, dünya ve âhirette kendisine
bir çağrı olmayan şeydir. Ve şüphesiz dönüşümüz Allah'adır. Ve şüphesiz
sınırı aşanlar, cehennem ashâbının ta kendileridir. Artık siz benim, sizin için
söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ve ben işimi Allah'a havale
ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını en iyi görendir” dedi.
45,46
Sonra Allah o mü’mini onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden
korudu. Firavun'un yakınlarını ise, azabın kötüsü; ateş kuşattı. Onlar sürekli
olarak ateşe arz olunurlar. Kıyâmet kopacağı gün ise: “Firavun'un yakınlarını
azabın en şiddetlisine sokun!”
47
Ve onlar, ateş içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük
taslayanlara: “Şüphesiz bizler size uyan kimseler idik. Şimdi siz bizden, ateşten
bir bölümü savabiliyor musunuz?” derler.
48
Büyüklük taslayanlar: “Şüphesiz hep onun içindeyiz. Şüphesiz Allah,
kullar arasında hükmünü vermiştir” dediler.
49
Ve ateş içindeki kimseler, cehennem bekçilerine: “Rabbinize dua edin de
bir gün olsun bizden azaptan biraz hafifletsin” dediler.
50
Bekçiler: “Size elçileriniz açık kanıtları getirmediler miydi?” diye
sorarlar. Onlar: “Evet, getirmişlerdi” derler. Bekçiler: “Öyle ise kendiniz
yakarın” derler. Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddedenlerin yakarması sadece şaşkınlıktadır/ boşa çıkmıştır.
51
Şüphesiz Biz, elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit dünya yaşamında
ve şâhitlerin kalktığı/şâhitlik edecekleri günde kesinlikle yardım ederiz.
4
52
O gün şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapan kimselere özür
dilemeleri yarar sağlamaz. Ve onlara dışlanarak mahrum bırakılma vardır,
yurdun en kötüsü de onlar içindir.
53,54
Ve andolsun ki Biz, temiz akıl sahiplerine bir yol gösterici ve bir
hatırlatma olmak üzere Mûsâ'ya “yol gösterme” verdik ve İsrâîloğulları'na o
kitabı miras bıraktık.
55
O hâlde sabret. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Günahın için affedilme
iste, sürekli olarak Rabbinin övgüsüyle birlikte Kendisini tüm noksanlıklardan
arındır.
56
Şüphesiz kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın
âyetleri/alâmetleri/göstergeleri hakkında mücâdele edenler; onların
göğüslerinde ancak yetişemeyecekleri bir kibir vardır. Sen hemen Allah'a
sığın. Şüphesiz O, en iyi işiten ve en iyi görendir.
57
Elbette göklerin ve yerin oluşturulması, insanların oluşturulmasından
daha büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar.
58
Ve kör ile gören eşit olmaz. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış
olanlar ve kötülük yapanlar da eşit değildir. Ne kadar da az düşünüyorsunuz!
59
Şüphesiz o kıyâmet kopuş anı, elbette gelecektir. Onda hiç şüphe yoktur.
Fakat insanların çoğu inanmıyorlar.
60
Ve sizin Rabbiniz: “Bana yalvarın, dua edin ki size karşılık vereyim.
Şüphesiz Bana kulluk etmekten büyüklenen kimseler yakında horlanmış
olarak cehenneme gireceklerdir” dedi.
61
Allah, içinde dinlenesiniz diye geceyi, göz açıcı bir aydınlık olarak da
gündüzü sizin için ayarlayandır. Şüphesiz Allah insanlara karşı bir armağan
sahibidir. Velâkin insanların çoğu verilen nimetlerin karşılığını ödemezler.
62
İşte, her şeyin oluşturucusu Rabbiniz Allah budur. O'ndan başka ilâh
diye bir şey yoktur. O hâlde nasıl oluyor da döndürülüyorsunuz!
63
İşte Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr eden kimseler böyle çevriliyorlar.
64
Allah, sizin için yeryüzünü bir karargâh, göğü de bir bina yapan, size
şekil veren, –ki şekillerinizi ne de güzel vermiştir– ve sizi temiz şeylerden
rızıklandırandır. İşte O, Rabbiniz Allah'tır. –İşte, âlemlerin Rabbi olan Allah
ne cömerttir!–
65
O, diridir, O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Bu nedenle, dini sadece
O'nun için arındıranlardan olarak O'na dua edin. Tüm övgüler yalnız
âlemlerin Rabbi Allah'adır; başkası övülemez.”
66
De ki: “Bana Rabbimden apaçık deliller geldiği zaman, şüphesiz ben, sizin
Allah'ı bırakıp o taptıklarınıza kulluk yapmaktan kesinlikle men edildim ve
ben âlemlerin Rabbine teslim olmamla emrolundum. 67
O, sonra güçlü kuvvetli
bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlar olmanız, adı konmuş bir süreye ermeniz
ve de aklınızı kullanmanız için sizi bir topraktan, sonra bir nutfeden, sonra bir
embriyodan oluşturandır. –Sonra O, sizi zayıf, ufak-tefek bir çocuk olarak
çıkarır. Sizden kimi de, daha önce vefat ettiriliyor; geçmişte yaptıklarınız ve
yapmanız gerekirken yapmadıklarınız bir bir hatırlatılıyor.– 68
O, yaşatır ve
öldürür. Artık O, bir emir gerçekleştirince artık ona sadece ‘Ol!’ der de o,
hemen olur.”
69-76
Allah'ın âyetleri üzerinde tartışanları görmedin mi/hiç düşünmedin
mi? Nasıl da döndürülüyorlar? Kitabı ve elçilerimize gönderdiklerimizi
yalanlayanlar elbette ileride, boyunlarında halkalar ve zincirler olarak
kaynar suya sürülüp, sonra ateşte yakılırlarken bileceklerdir. Sonra onlara:
5
“Allah'ın astlarından ortaklar koştuğunuz şeyler nerededir?” denir. Onlar:
“Bizden kaybolup gittiler; aslında biz zaten önceleri hiçbir şeye
yakarmıyorduk” derler. İşte Allah, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddedenleri böyle saptırır: “İşte bu, yeryüzünde haksız yere
şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Orada sürekli kalmak üzere
cehennem kapılarına girin!” –İşte, büyüklenenlerin durağı ne de kötüdür!–
77
Artık sen sabret, şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Artık onlara yapıp
durduğumuz tehdidin bir kısmını sana göstersek de veya seni vefat ettirsek;
geçmişte yaptıklarını ve yapman gerekirken yapmadıklarını bir bir
hatırlattırsak da onlar, yalnızca Bize döndürüleceklerdir.
78
Ve andolsun ki Biz senin önünden nice elçiler gönderdik. Onlardan kimini
sana anlattık, onlardan kimini de anlatmadık. Hiçbir elçi, Allah'ın izni/ bilgisi
olmaksızın bir alâmet/ gösterge getiremez. Artık Allah'ın emri gelince de hak
ile gerçekleştirilir. Bâtılcılar, işte burada kayba, zarara uğrayıp acı çektiler.
79,80
Allah, onlardan bir kısmına binesiniz diye sizin için hayvanları yaratan,
ayarlayandır. Onların bir kısmından da yiyorsunuz. Ve sizin için onlarda daha
nice menfaatler vardır. Ve Allah onların üzerinde gönüllerinizdeki bir arzuya
erersiniz diye hayvanları yaratandır, ayarlayandır. Ve siz, onlar üzerinde ve
gemiler üzerinde taşınırsınız.
81
Ve Allah size alâmetlerini/ göstergelerini gösteriyor. Peki, şimdi Allah'ın
alâmetlerinin/ göstergelerinin hangisini tanınmaz hâle getirirsiniz?
82
Daha yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir
bakmazlar mı? Onlar kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve
yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından daha çetin idiler. Öyle iken o
kazandıkları şeyler, kendilerine yarar sağlamadı.
83
Ne zaman ki elçileri onlara açık delillerle geldi, kendilerinde bulunan
bilgiden dolayı şımarıklık etmişlerdi. Hâlbuki o, alay ettikleri şey onları
kuşatmıştı.
84
Sonra da ne zaman hışmımızı gördüler: “Allah'ın birliğine inandık ve
O'na ortak koştuğumuz şeyleri kabul etmedik” dediler.
85
Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine yarar
sağlayacak değildi. –Allah'ın, kulları hakkındaki sürüp giden tutumu...– İşte
kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler burada
kaybettiler, zarara uğradılar.
6
TAHLİL:
“1
Hâ/8”, “Mîm/40”.
Surenin birinci ayeti “ ‫ح‬Ha” ve “‫م‬ Mim” kesik harflerinden oluşmuştur. Kesik
harfler ile ilgili detaylı bilgiyi ve bu konudaki kanaatimizi bundan evvel geçen
mukatta’ harfleri açıklarken dile getirmiştik. Kısaca hatırlatmak gerekirse; bu
harflerin anlamı henüz kesin olarak tespit edilmiş değildir. Bir anlamları olabileceği
gibi, Kur’an’ın korunmasına yönelik birer öge veyahut dikkat çekmek için
kullanılmış birer edat olmaları da mümkündür.
Diğer kesik harfler hakkında olduğu gibi, “Ha, Mim” kesik harfleri ile ilgili
olarak da geçmişte bir takım yakıştırmalar yapılmıştır. Bu konudaki en geniş
açıklama Kurtubi tarafından yapılmıştır:
“Hâ, Mîm” harflerinin anlamı hakkında farklı görüşler vardır. İkrime dedi ki: Peygamber (sav)
buyurdu ki: "Hâ, Mîm Yüce Allah'ın isimlerinden bir isimdir. Bunlar Rabbinin hazinelerinin
anahtarlarıdır."
İbn Abbas dedi ki: "Hâ, Mîm" Allah'ın İsm-i Azam’ıdır. Yine ondan rivayete göre "Elif, Lam,
Ra", "Hâ, Mîm" ile "Nun" er-Rahman isminin mukatta' harfleridir. Yine ondan rivayete göre "Hâ,
Mîm" Yüce Allah'ın isimlerinden bir isim olup onunla yemin etmiştir.
Katade: Hâ, Mîm Kur'ân isimlerinden bir isimdir; Mücahid: Sûrelerin başlangıcıdır, demişlerdir.
Ata el-Horasanî de der ki: Ha, Yüce Allah'ın Hamîd, Hannan, Halim ve Hakim isimlerinin başıdır.
Mim ise Yüce Allah'ın Melik, Mecid, Mennan, Mütekebbir ve Musavvir isimlerinin başıdır.
Buna şu rivayet de delil teşkil etmektedir: Enes'ten rivayete göre bedevî bir Arap, Peygamber
(sav)'e: "Hâ, Mîm nedir? Biz dilimizde böyle bir şey bilmiyoruz” diye sormuş. Peygamber (sav) ona
şöyle demiştir: "Birtakım isimlerin başı ve bazı sûrelerin de başlangıcıdır. "
ed-Dahhak ve el-Kisaî dedi ki: Bu, olacak olan şeyler hükme bağlanmıştır, demektir. O bununla
sanki "Hâ, Mîm"in hece harfi olduklarına işaret etmektedir. Çünkü bu harfler "ha" harfi ötreli, "mim"
harfi de şeddeli okunduğu takdirde “ ‫م‬ّ H‫ح‬ُ Humme” şeklini alır ki; bu da "hükme bağlandı ve meydana
geldi" demektir. Ka'b b. Malik dedi ki:
"Karşı karşıya gelip de aramızda savaş başlayınca, Allah'ın hükme bağladığı bir işi kimse geri
7
çeviremez."
Yine ondan gelen rivayete göre: "Allah'ın emri yakındır" anlamındadır. Şairin şu beytinde
olduğu gibi:
"Benim günüm yaklaştı, sevindi birtakım kimseler... Gaflet içinde ve uykuda olan kimseler."
"Humma" ismi de buradan gelmektedir. Çünkü bu ölüme yakın gelir. Bu Bedir gününde olduğu
gibi, Allah'ın dostlarına yardım ve zaferi, düşmanlarından da intikam alması zamanı yakındır,
demektir.2
Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi, bu konudaki görüşler birer
yakıştırmadan ibaret olup ciddi dayanaktan yoksundurlar.
2,3
Bu kitabın indirilişi, Çok Güçlü, En İyi Bilen, günahı bağışlayan, tevbeyi
kabul eden, azabı çok çetin olan, bol nimet; ikram sahibi Allah tarafındandır.
O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Dönüş yalnızca O'nadır.
Sure, kesik harflerden sonra Kur’an’ın ön plânda tutulduğu bu ayetlerle
başlamaktadır. Bu iki ayette Kur’an’ı peygamberin yazmadığına işaret edilerek
onun Azîz, Alîm, Gâfir, tövbeleri kabul eden, azabı çok çetin, nimeti bol,
kendisinden başka ilah diye bir şey olmayan ve dönüş sadece kendisine olan Allah
tarafından indirildiği vurgulanmıştır. Kur’an’a sarılanların veya karşı duranların,
Kur’an’ın arkasındaki bu nitelikli gücü akıllarından kesinlikle çıkarmamaları
gerekmektedir.
Ve hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın, ayrılmayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini
hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O [Allah], kalpleriniz arasında ülfet oluşturdu.
Sonra da siz O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz, bir ateş çukurunun tam kenarında
idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah doğru yolu bulasınız diye ayetlerini sizin için böyle
ortaya koyar.
(Al-i Imran/103)
YÜCE ALLAH'IN BURADA KONU EDİLEN SEKİZ SIFATI
1- El Azîz (Çok Güçlü)
2- El AlÎM (En İyi Bilen)
3- ‫ذبنب‬ّ‫ن‬‫ال‬ ‫غافر‬Gâfirü'z-Zenb [Günahları Bağışlayan]
Surenin bir ismi de Rabbimizin bu ayette yer alan bu sıfatından gelmektedir.
Rabbimiz bu sıfatı ile günahların bağışlayıcısı olduğunu bildirerek herkesi doğru
yoluna davet etmektedir. Bir insan şirk koşmadığı takdirde bir takım hatalar işlemiş
olsa da Rabbimiz onu affedicidir.
48
Şüphesiz Allah, Kendisine ortak kabul edilmesini asla bağışlamaz. Bunun altındaki günahları
dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah'a ortak tanırsa, şüphesiz pek büyük bir günah işlemiş olur.
(Nisa/48)
116
Hiç şüphesiz, Allah, Kendisine ortak kabul edenleri bağışlamaz. Bunun aşağısında kalanları
ise, onlardan dilediğini bağışlar. Kim, Allah'a ortak kabul ederse elbette o uzak bir sapıklıkla
sapmıştır.
(Nisa/116)
2
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
8
53
De ki: “Ey nefislerine karşı sınırı aşmış olan kullar! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin.
(Zümer/53)
4- ‫تبوب‬ّ‫ن‬‫ال‬ ‫قابل‬Kabilü't-Tevb [Tevbeyi Kabul Eden]
Yüce Allah, tevbeyi kabul edendir.
“ ‫تبوبة‬ّ H‫ال‬Tevbe”, “dönüş” demek olup şirk, küfür, fisk, fücur gibi her türlü negatif
inanç ve amelden dönmeyi kapsamaktadır. Rabbimiz, geçmişte ne yapmış olursa
olsun, kötü geçmişinden dönenlerin dönüşlerini kabul eder. Kur’an’da tevbeyi konu
eden birçok ayet vardır.
5- ‫العقاب‬ ‫شديد‬Şedidu'l-İkab [Azabı Çok Çetin Olan]
Bu sıfat, Rabbimizin inatçı müşriklere, batıl inanç ve amel sahiplerine yönelik
bir celâl sıfatıdır. Konumuz olan ayette Rabbimiz celâl ve cemal sıfatlarını kul
“ümit” ve “korku” arasında kalsın diye bir arada zikretmiştir.
49,50
Kullarıma, hiç şüphesiz Benim çok bağışlayıcı ve pek merhamet edicinin ta kendisi
olduğumu, Benim azabımın da, çok acıklı bir azabın ta kendisi olduğunu önemle haber ver!
(Hıcr/49, 50)
6- Zi't-Tavl [Bol Nimet, İkram Sahibi]
7- Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan
8- ‫المصير‬ ‫اليه‬İleyhi'l-Masîr [Dönüş Kendisine Olan]
Rabbimiz bu sıfatını Kur’an’da yüzlerce kez ön plâna çıkararak insanları imana
davet etmiş ve uyarı yapmıştır. Herkes mutlaka ölecek, ister istemez Rabbine
dönecek ve yaptıklarının hesabını verecektir.
32-34
Allah, gökleri ve yeri oluşturan, gökten su indirip de onunla size rızık olarak çeşitli
meyveler çıkarandır. Ve Allah, emri gereğince denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi/
sizin yararlanacağınız özelliklerde yarattı, ırmakları da emrinize verdi. Sürekli olarak dönüş hâlinde
olan güneşi ve ayı da emrinize verdi/ onları da yararlanacağınız özelliklerde yarattı. Geceyi ve
gündüzü de sizin emrinize verdi. Ve O, Kendisinden istediğiniz her şeyden size verdi. Allah'ın
nimetini saymak isterseniz de sayamazsınız! Şüphesiz insan kesinlikle çok yanlış; kendi zararına iş
yapan, çok iyilikbilmez biridir.
(İbrahim/32,34)
41
Ve onlar, şüphesiz Bizim yeryüzüne geldiğimizi, onu etrafından noksanlaştırdığımızı
görmediler mi? Allah hükmeder. O'nun hükmünü engelleyecek hiçbir kimse yoktur. Ve O, hesabı
çok hızlı görendir.
(Ra'd/41)
4
Allah'ın âyetleri hakkında sadece, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddetmiş kimseler tartışır. O hâlde onların beldeler içinde dönüp
dolaşmaları seni aldatmasın.
9
Önceki ayetlerde Kur’an’ın Allah tarafından indirildiği, Kur’an’ın sahibinin
yenilmez, baş edilemez bir güç olduğu bildirildikten sonra, bu ayetlerde de böyle bir
güç tarafından gönderilen mesajın aslında kulların yararına olduğu mesajı
verilmekte ve Kur’an’a “sihirdir”, “şiirdir”, “kâhinlerin sözüdür”, “evvelkilerin
masallarıdır”, “onu bir beşer talim etmiş ve uydurmuştur” gibi yersiz ve anlamsız
itirazlar yönelterek karşı duranların, saldırmaya kalkışanların sadece küfredenler
olduğu bildirilmektedir. Yani normal bir insanın böyle içerikli, böyle özellikli bir
mesajı inkâr etmesinin ya da görmezlikten gelmesinin mümkün olmadığı; bunu
ancak gerçeği örtmeye çalışan inkârcı birinin yapabileceği açıklanmaktadır.
Kur’an’da Allah’ın ayetleri hakkında tartışanların sadece küfredenler [gerçeği
görmezden gelenler] olduğuna birçok yerde (Bakara/258, Bakara/176, Zuhruf/58, Kehf/56,
En’am/121) değinilmiştir.
Allah’ın ayetleri hakkında ancak inkârcıların tartışabileceği açıklandıktan sonra,
peygamberimize onların ortalıkta gezip durmalarının yani hemen cezalandırılmamış
olmalarının kendisini aldatmaması gerektiği mesajı verilmiştir. İnkârcılar şimdi
ortalıkta gezip dursalar, çeşitli şekillerde tasarruflarda bulunsalar bile, vakti
geldiğinde mutlaka cezalandırılacaklardır.
196,197
Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişilerin beldelerde
dolaşmaları, çok az bir kazanım, sakın seni aldatmasın. Sonra onların varacakları yer cehennemdir ve
o, ne kötü bir yataktır!
(Al-i Imran/196, 197)
24
Biz onları biraz yararlandırırız. Sonra kendilerini yoğun bir azaba doğru zorlarız.
(Lokman/24)
Konumuz olan ayet aynı zamanda peygamberimizi teselli, kâfirleri ise şiddetli
bir şekilde tehdit etmektedir
5
Onlardan önce Nûh toplumu ve onlardan sonraki birtakım karşıt grup
yalanladı. Her ümmet, kendi elçilerini yakalamak için girişimde bulundu;
onunla hakkı bâtılla iptal etmek için mücâdele ettiler. Ben de onları
yakalayıverdim. İşte, azabım nasıl oldu?
6
Ve işte böylece kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş
olan o kimseler üzerine Rabbinin “Şüphesiz onlar ateşin ashâbıdır” sözü hak
oldu.
Bu ayetler, 4. ayette geçen “O halde onların beldeler içinde dönüp dolaşmaları
seni aldatmasın” ifadesinin açıklamasıdır. Allah’ın ayetlerini saklayan ve Allah’ın
ayetleri hakkında tartışmaya yeltenen kimselerin akıbetlerinin nasıl olduğu,
geçmişteki benzerleri ile açıklanmıştır. Gerek Nuh kavmi, gerekse onun arkasından
gelen nice gruplar elçilik misyonunu yalanladılar, elçiyi etkisiz kılmak için var
güçleriyle karşı koydular fakat sonları daima kötü oldu. Allah onları yakalayıp
cezalandırdı, hepsi de cehennemin ashabı oldular.
Ayetteki “Her ümmet, kendi elçilerini yakalamak için teşebbüste bulundu;
onunla hakkı batılla iptal etmek için mücadele ettiler” ifadesi, toplumların kendi
elçilerini hapse atmak, işkence etmek veya taşlayarak öldürmek gibi kötü niyetlerle
hareket ettiklerine işaret etmektedir.
10
Ayetin sonundaki “Ben de onları yakalayıverdim. İşte, azabım nasıl oldu?”
ifadesi ise yalanlayan ümmetlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna dikkat çekmektedir.
12,13
Onlardan önce Nûh'un toplumu, Âd, kazıklar sahibi; muhteşem orduları olan/ görülmemiş
işkenceler eden Firavun, Semûd, Lût'un toplumu ve Eyke ashâbı da yalanladılar. İşte onlar, ayrı ayrı
baş çeken gruplardır.
(Sad/12, 13)
42-44
Ve eğer onlar, seni yalanlıyorlarsa bil ki onlardan önce Nûh'un toplumu, Âd, Semûd,
İbrâhîm'in toplumu, Lût'un toplumu, Medyen ashâbı da yalanlamışlardı. Mûsâ da yalanlandı da
Ben, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselere bir süre verdim. Sonra
da onları yakalayıverdim. Peki, Beni tanımamak nasılmış!
(Hac/44)
7-9
En büyük tahtı taşıyan, bir de en büyük tahtın dış kenarından olan
kimseler, Rablerinin övgüsüyle birlikte Kendisini noksan sıfatlardan
arındırırlar ve O'na inanırlar. İman etmiş kimseler için bağışlanma dilerler:
“Rabbimiz! Sen rahmet ve bilgice her şeyi kuşattın. Onun için tevbe eden ve
Senin yoluna uyan kimseleri bağışla ve onları cehennemin azabından koru!
Rabbimiz! Onları ve onların atalarından, zevcelerinden ve soylarından sâlih
olan kimseleri kendilerine vaat ettiğin Adn cennetlerine girdir. Şüphesiz Sen
en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip
olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapanın ta
kendisisin. Onları kötülüklerden de koru. Ve Sen her kimi kötülüklerden
korursan, artık o gün elbette ona rahmet etmişsindir. İşte bu, büyük
kurtuluşun ta kendisidir.”
Bilindiği gibi, Rabbimiz Kur’an’da kendisini birçok kez Arap örfü üzerine
tanıtmıştır. Arş sahibi, arşa istiva, kürsü sahibi, melik, muktedir (Kasas 55) gibi...
Arş, Rabbimizin yönetim gücünün simgesidir. O’nun Rabliğini, “yerin göğün tek
hâkimi ve yöneticisi” olduğunu simgelemektedir. Arş ve Arş’a istiva ile ilgili olarak
A’râf/54’ün tahlilinde daha evvel de bilgi verilmişti.
ARŞ’I TAŞIYANLAR
Burada bu ifade ile kastedilenler, “Allah ile ilgi bilgileri taşıyanlar”dır. Bunlar,
Arş’ın sahibi tarafından görevlendirilmek suretiyle Allah bilgisini, “tevhid”i bir
yerden bir yere götürenler, Allah’ı tanıtıp öğreten peygamberlerdir. Çünkü sürekli
Rablerini tesbih eden, inanan ve inananlar için bağışlanma dileyen, onların ve
yakınlarının cennetlere girmesini isteyenlerin bir bölümü bunlardır:
26-28
Ve Nûh dedi ki: “Bu yerde dolaşan kâfirlerden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddedenlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki Sen onları bırakırsan, kullarını yoldan çıkarırlar ve
sadece din-iman tanımayıp kötülüğe batan ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden
çocuklar doğururlar. Rabbim! Benim için, anam-babam için, mü’min olarak evime giren kişiler için
ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret et/bağışla hepimizi! Şirk koşarak yanlış;
kendi zararlarına iş yapanlara da sadece yok oluşu arttır.”
(Nuh/26-28)
64
Ve Biz, her elçiyi sadece, Allah'ın izniyle/ bilgisi ile itaat olunsun diye gönderdik. Ve eğer
onlar şirk koşmak sûretiyle kendilerine haksızlık ettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan
bağışlanmalarını isteselerdi, sen de onlar için bağışlanma isteseydin, kesinlikle Allah'ı tevbeleri çokça
kabul eden, çok tevbe fırsatı veren, çok merhamet eden olarak bulurlardı.
11
(Nisa/64)
24
Dâvûd dedi ki: “Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle o sana
haksızlık etmiştir. Gerçekten de ortakların, bir toplulukta yaşayanların çoğu kesinlikle birbirlerine
haksızlık ediyorlar. Ancak iman edenler ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler haksızlık
etmezler. Ama onlar da ne kadar azdır!” Ve Dâvûd, Bizim kendisini birtakım sıkıntılarla imtihan
ederek arı-duru hâle getirdiğimize/olgunlaştırdığımıza kesin kanaat getirdi ve anladı. Hemen
Rabbinden bağışlanma diledi, ortak koşmaktan uzak olarak yere kapandı ve döndü.
(Sad/24)
Ve Yusuf/97, Münafikun/5, Maide/118, İbrahim/41.
Klasik eserlerde Arş’ı taşıyanlar ile ilgili olarak şu görüşler serdedilmiştir:
Yine denildiğine göre, Arş’ın etrafında yetmiş bin saf melek vardır. Bunlar tehlil ve tekbir
getirerek Arş’ın etrafında tavaf ederler. Onların arkasında da yetmiş bin saf ayakta dururlar, ellerini
omuzlarına koymuşlar, seslerini tehlil ve tekbir ile yükseltmişlerdir. Onların arkasında yüz bin saf
sağ ellerini, sol ellerine koymuşlar ve onların her biri mutlaka diğerinden ayrı bir tesbih ile tesbih
edip dururlar.
İbn Abbas "Arş"ı ayn harfini ötreli olarak "el-urş" diye okumuştur. Bütün bunları ez-Zemahşerî
zikretmiş bulunmaktadır.
Denildi ki: Kâfirlerden söz edildikten sonra Arş'tan söz edilmesi -doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır- anlamın şöyle oluşundan dolayıdır: "Şu Arş'ı yüklenenler ve etrafında bulunanlar"
kâfirlerin söylediklerinden Yüce Allah'ı tenzih ederler. "Ve mü'minlere de mağfiret dilerler." Yani
Allah'tan onlar için günahlarının bağışlanmasını isterler. Tefsir âlimlerinin açıklamalarına göre, Arş,
serir [taht] ile aynı şeydir. O Yüce Allah tarafından yaratılmış mücessem bir cisimdir. Meleklere onu
taşımalarını emretmiş, onu tazim etmek, etrafında dolaşmakla kendisine ibadet etmelerini dilemiştir.
Nitekim yeryüzünde bir Beyt [Kâbe] yaratıp Âdemoğullarına etrafını tavaf etmelerini emredip
namazda da ona dönmelerini istediği gibi.
İbn Tahman, Musa b. Ukbe'den rivayet ediyor. O Muhammed b. el-Mün-kedir'den, o Cabir b.
Abdillah el-Ensarî'den dedi ki: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Bana Arş'ın taşıyıcılarından olup
Allah'ın meleklerinden bir melek hakkında (sizlere) sözetmem için izin verildi. Onun kulağının
yumuşağı ile omuzu arasındaki mesafe yedi yüz yıldır." Bunu el-Beyhakî zikretmiş olup daha
önceden Bakara Sûresi'nde (2/255) yer alan Ayete'l-Kürsî'de, Arş'ın büyüklüğü ve onun
yaratılmışların en büyüğü olduğuna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
Sevr b. Yezid, Halid b. Ma'dan'dan, o Ka'b el-Ahbar'dan rivayetine göre, Ka’b şöyle demiştir:
Yüce Allah Arş'ı yaratınca “Allah benden daha büyük bir yaratık yaratmayacaktır” dedi ve sarsıldı.
Yüce Allah onun etrafına bir yılan doladı. O yılanın yetmiş bin kanadı vardır. Her bir kanatta yetmiş
bin tüy vardır. Her bir tüyde yetmiş bin yüz vardır. Her bir yüzde yetmiş bin ağız vardır. Her bir
ağızda da yetmiş bin dil vardır. Onun dillerinden her gün yağmur damlaları sayısınca, ağaç yapraklan
sayısınca, çakıl ve toprak taneleri sayısınca, dünya günleri sayısınca ve bütün melekler sayısınca
tesbihler dökülmektedir. Bu yılan Arş'ın etrafına dolandı, Arş bu yılanın yarısına kadar ulaşıyor ve
bu yılan onun etrafını sarmış bulunuyor.
Mücahid dedi ki: Yedinci sema ile Arş arasında yetmiş bin hicab vardır. Bir hicap nur ve bir
hicap karanlık, bir hicap nur ve bir hicap karanlıktır.
Derler ki: "Rabbimiz! Rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır." Rahmetin ve ilmin her şeyi
kapsamıştır. Fiil, rahmet ve ilim üzerinde amel etmeyince bunlar temyiz olarak nasbedilmişlerdir.
"Tevbe edenlere" şirk ve masiyetlerden dönenlere "ve senin yolunu" İslâm dinini "izleyenlere
mağfiret buyur ve onları cehennem azabından koru!" Bu azabı onlardan çevir ki, onlara ulaşmasın.
İbrahim en-Nehaî dedi ki: Abdullah b. Mesud'un arkadaşları şöyle diyorlardı: Melekler İbnu'l-
Kevva’dan [şeytandan] hayırlıdırlar. Çünkü onlar yeryüzünde bulunanlar için mağfiret dilerler.
İbnu'I-Kevvâ ise onların aleyhine kâfirlik ile şahitlik eder. İbrahim dedi ki: Yine diyorlardı ki: Kıble
ehlinden olan hiçbir kimseden mağfiret dilemeyi esirgemezler.
Mutarrif b. Abdillah dedi ki: Biz Allah'ın kulları arasında Allah'ın kullarının iyiliğini en çok
isteyenlerin melekler olduğunu gördük. Allah'ın kulları arasında da Allah'ın kullarını en çok aldatan
kimsenin şeytan olduğunu görüyoruz; deyip bu âyet-i kerimeyi okumuştur.
Yahya b. Muaz er-Razî de arkadaşlarına bu âyet-i kerime hakkında şöyle demiştir: Bu âyeti iyi
kavrayınız, çünkü dünyada bu âyetten daha çok ümit verici bir kalkan yoktur. Şüphesiz tek bir melek
Yüce Allah'tan bütün mü'minlere mağfiret buyurmasını dileyecek olursa, onlara mağfiret eder. Hele
12
bütün melekler ve Arş'ı taşıyanlar mü'minlere mağfiret diliyorlarsa durum ne olur!
Halef b. Hişam el-Bezzar el-Karî' dedi ki: Ben Süleym b. İsa'ya Kur'ân okuyordum. Yüce
Allah'ın: "Mü'minlere de mağfiret dilerler" buyruğuna ulaşınca ağladı ve sonra da “Ey Halef!” dedi,
“Mü'min Allah katında ne kadar da değerlidir. O döşeğinde uyurken melekler onun için mağfiret
diliyorlar. "Ve ey Rabbimiz, onları da babalarından, eşlerinden ve zürriyetlerinden salih olanları da
kendilerine vaadettiğin Adn cennetlerine girdir." Rivayet olunduğuna göre Ömer b. el-Hattab, Kab
el-Ahbar'a: Adn cennetleri nedir? diye sormuş, o da şöyle demiş: Bunlar cennette altından köşklerdir.
Bunlara peygamberler, sıddîklar, şehitler ve âdil devlet yöneticileri girecektir.3
Arş'ı Taşıyan Melekler:
Birinci Kısım: Arş'ın taşıyıcısı olan melekler... Cenâb-ı Hak, Kıyamette, Arş'ı taşıyanların sekiz
melek olduğunu bildirmiştir. Binaenaleyh, "Şu anda Arş'ı taşıyan melekler, Kıyamet gününde onu
taşıyacak olan meleklerdir" denilmesi mümkündür. Arş'ı taşıyanların, meleklerin en kıymetlileri ve
en büyüklerinden olduklarında ise şüphe yoktur. Keşşaf sahibi şunu rivayet etmiştir: "Arş'ı taşıyan o
meleklerin ayakları, yedi kat yerin altında olup başları da Arş'ın üzerindedir. Bunlar, gözkapaklarını
hiç kaldırmaksızın, huşu ve hudû içindedirler. Hz. Peygamber (s.a.s)'in de "Rabbinizin azameti
hususunda düşünmeyin! Fakat siz, Rabbinizin yarattığı melekler hakkında düşünün. Çünkü
meleklerden, kendisine İsrafil adı verilen bir yaratık vardır ki, Arş'ın köşelerinden birisi onun
omuzları üzerinde olup, onun iki ayağı yedi kat yerin altında, başı da yedi kat gökleri delip geçmiştir.
Ama buna rağmen o, Allah'ın azameti karşısında âdeta küçük bir kuş olacak denli küçülür buyurduğu
rivayet edilmiştir. “ ‫الوضع‬el Vaz’u” kelimesinin küçük kuş anlamına geldiği söylenmiştir. Rivayet
olunduğuna göre, Allah Teâlâ, bütün meleklere, onların diğer meleklerden üstün olduğunu belirtmek
için, Arş'ı taşıyan meleklere, sabah akşam bol bol selâm vermelerini emretmiştir. Yine, Allah'ın,
Arş'ı, yeşil bir cevherden yarattığı; onun iki sütunu arasının, hızlı uçan kuşlara nispetle seksen bin
yıllık bir mesafe olduğu da söylenmiştir. Yine, Arş'ın etrafında, Cenâb-ı Hakk'a tehlil ve tekbirde
bulunarak [Lâ İlahe illallah; Allahu Ekber diyerek] tavaf eden yetmiş bin saf meleğin; bunların
arkasında da, ayakta oldukları halde, ellerini öncekilerin omuzlarına koymuş olan tehlîl ve tekbir
getirerek seslerini yükselten ve nihayet bunların arkasında da, sağ ellerini sol elleri üzerine koymuş,
yüz bin saf meleğin bulunduğu; onlardan herbirinin de, diğerinin yaptığı tesbihten başka bir tesbihle
tesbihatta bulunduğu ileri sürülmüştür. Bu haberleri Keşşaftan naklettim.
İkinci Kısım: Cenâb-ı Hakk'ın bu ayette zikrettiği meleklerin ikinci kısmı ise, Cenâb-ı Hakk'ın
"bir de onun etrafında bulunanlar" ayetinin ifade ettiği husustur. Oldukça açık ve zahir olan şudur
ki, bunlardan murad edilen, Cenâb-ı Hakk'ın, "Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile teşbih
ederek Arş'ın etrafını kuşatmışlardır (Zümer/75)” ayetinde zikrettiğidir. Ben derim ki: Akıl, Arş'ı
taşıyan melekler ile Arş'ın etrafını kuşatmış olan meleklerin, meleklerin en üstünleri olduğuna delâlet
eder. Bu böyledir, çünkü ruhların ruhlara nispeti, bedenlerin bedenlere nispeti gibidir. Arş, maddî-
cismanî varlıkların en kıymetlisi ve üstünü olunca, Arş'ın tedbir ve idaresiyle ilgilenen ruhların da,
bedenleri yöneten ruhlardan daha faziletli ve üstün olması gerekir. Yine burada, Arş'ın cismini
taşıyan başka ruhlar da var gibidir. Sonra ise, Arş'ın cismini istilâ etmiş olan bu kâhir ve ezici
ruhlardan, aynı cinsten olmak üzere, başka ruhlar meydana gelir. Bunlar da, Arş'ın etraf ve
kenarlarına tutunmuşlardır. Cenâb-ı Hakk'ın, "Melekleri görürsün ki, ... Arş'ın etrafını kuşatmışlardır
(Zümer/75)” hitabıyla da bunlara işaret edilmektedir. Kısaca, gerek yakînî delillerle, gerekse gerçek
ve sadık mükaşefe yoluyla şu hakikat açık ve aşikâr olmuştur: Bedenler âlemi, ruhlar âlemine nispet
edilemez. Binâenaleyh, müşahede ettiğin her şey, bedenler âleminin, farklı farklı mertebelerinde
olarak, şu maddî görme gözüyledir. O halde senin bunu, ruhlar âleminin farklı farklı mertebelerinde
olarak, basîret gözüyle müşahede etmen gerekir.4
ARŞIN DIŞ KENARINDAN OLAN KİMSELER
7. ayette bu sanatsal ifadeyle tanıtılan kimseler, “ulülelbab [akıllı, bilinçli]”
olma niteliğine ulaşmış müminlerdir. Bunlar arşın sahibi tarafından elçi olarak
gönderilmedikleri halde müminler için istiğfarda bulunmakta, dua etmektedirler.
Bunu iman borcu olarak yapmaktadırlar:
3
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
4
(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
13
10
Ve Peygamber dönemindeki inananlardan sonra gelen kimseler, “Rabbimiz! Bizi ve iman ile
bizi öne geçmiş kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde iman etmiş kimseler için kin oluşturma!
Rabbimiz! Şüphesiz Sen çok şefkat ve merhamet gösteren, çok esirgeyen, kolaylık sağlayansın,
engin merhamet sahibisin!” derler.
(Haşr/10)
109
Şüphesiz Benim kullarımdan bir grup: “Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize
merhamet et, Sen merhametlilerin en iyisisin” diyorlardı.
(Müminun/109)
190-194
Göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşunda, gecenin ve gündüzün ardarda gelişinde, elbette,
ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anan; göklerin ve yerin oluşturuluşu
üzerinde: “Rabbimiz! Sen, bunu boş yere oluşturmadın, Sen, tüm noksanlıklardan arınıksın. Artık bizi
Ateş'in azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, kimi o ateşe girdirirsen artık onu kesinlikle rezil
etmişsindir. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için yardımcılardan da hiç kimse
yoktur. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, “Rabbinize inanın!” diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen
inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi “iyi adamlar” ile
birlikte, geçmişte yaptıklarımızı ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızı bir bir hatırlattır/öldür.
Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver, kıyâmet günü bizi rezil etme. Şüphesiz
Sen, verdiğin sözden dönmezsin” diye iyiden iyiye düşünen kavrama yetenekleri olanlar için nice
alâmetler/göstergeler vardır.
(Al-i Imran/190- 194)
10
Şüphesiz kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan
o kimselere seslenilir: “Elbette Allah'ın buğzu, kendinize buğzunuzdan daha
büyüktür. Zira siz imana davet olunurdunuz da küfrederdiniz; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeder dururdunuz.”
11
Kâfirler dediler ki: “Rabbimiz! Sen, bizi iki kere öldürdün, iki kere
dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?”
12
İşte bu, şu sebeptendir: Siz, “bir ve tek” olarak Allah'a davet edildiğiniz
zaman küfrettiniz; inanmadınız. O'na ortak koşulunca da inandınız. Artık
hüküm, o çok yüce ve çok büyük Allah'ındır.
Bu ayet gurubunda, 4. ayette konu edilen “Allah’ın ayetleri hakkında mücadele
edenler”in [müşriklerin] ahirette yaşayacakları bir sahne canlandırılmaktadır.
Bir ses onlara:
— “Elbette Allah'ın buğzu, kendinize buğzunuzdan daha büyüktür. Zira siz
imana davet olunurdunuz da küfreder dururdunuz” diye seslenmektedir.
Onlar da, günahlarını ve başlarına gelen o azabı hak ettiklerini itiraf ederek:
— “Rabbimiz! Sen bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Artık günahlarımızı
itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?” diyerek yapamadıkları şeyleri telafi etmek
üzere yeniden dünyaya dönmeyi istediklerini ifade etmektedirler.
Bu talepleri kabul edilmemekte ve onlara:
— “İşte bu, şu sebeptendir: Siz, ‘bir ve tek’ olarak Allah'a davet edildiğiniz
zaman inkâr ettiniz. O'na ortak koşulunca da inandınız. Artık hüküm, o çok yüce ve
çok büyük Allah'ındır” diye karşılık verilmektedir.
Bilindiği üzere, Allah’ın ayetlerini bile bile inkâr eden ve onlar hakkında
herhangi bir bilgi ve belgeye dayanmadan mücadele eden o kâfirler, dünyadaki
yaşamlarındayken öldükten sonra dirilmeyi kabul etmiyorlardı. Ahirette ise ölümü
ve dirilmeyi bizzat yaşamış olduklarından, artık öldükten sonra dirilmeyi kabul
etmek, buna inanmak onlar için herhangi bir bahane bulunamayacak bir gerçeklik
14
haline gelmiştir. Onun için itiraf etmek suretiyle “Rabbimiz! Sen bizi iki kere
öldürdün, iki kere dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var
mı?” diye sormaktadırlar.
Aslında bu sorularına kısaca “var” veya” yok” diye cevap verilmesi gerekirken
Rabbimiz, onlara cehennemden çıkmalarının imkânsız olduğuna da delalet eden
gerekçeli bir cevap vermektedir. Bu cevapla hem çıkışlarının olmayacağı, hem de
neden çıkamayacakları kendilerine bildirilmiş olmaktadır.
Kâfirlerin çıkışının olmayacağı birçok ayette (Zuhruf/77, İbrahim/21, 22, Fatır/37,
Zümer/55- 58, Şura/44, 45, Secde/12, En’am/27, 28, Mü'minun/107, 108) yer almıştır:
11. ayette kâfirlerin “Rabbimiz! Sen bizi iki kerre öldürdün, iki kere dirilttin”
dedikleri nakledilmektedir. Bu ifade geçmişte farklı şekillerde yorumlanmıştır.
Kimisi “Bunlar önce babalarının sulplerinde ölü idiler. Sonra Allah onları diriltti,
sonra dünyada kaçınılmaz olan ölüm ile onları öldürdü. Sonra ahiret hayatı için
onları diriltti. İşte iki hayat ve iki ölüm bunlardır”; kimisi de “Kabirde de dirildiler,
sonra öldürülüp tekrar mahşerde diriltildiler” demiştir. Bu yorumlarla ortaya bir de
“kabir hayatı” denen bir hayat çıkarılmıştır.
Bu ayeti iyi anlayabilmemiz için önce şu ayetlere dikkat edilmelidir.
28
Siz, nasıl küfredersiniz; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini nasıl bilerek reddedersiniz? Oysa siz,
ölüler idiniz de sizlere O hayat verdi. Sonra O, sizleri öldürecek, sonra canlandıracaktır. Sonra da
Kendisine döndürüleceksiniz.
(Bakara/28)
2
O, hanginizin amelce daha iyi-güzel olduğunu sınamak için ölümü ve hayatı oluşturdu. O, en
üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, kullarının
günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır.
(Mülk/2)
Dikkat edilirse, Allah’ın önce ölümü yarattığı, sonra da hayatı yarattığı
bildirilmektedir. İlk ölüm, insanın ilk “toprak [cansız madde]” hali olup, ikinci ölüm
bu dünyadaki ölümüdür. İlk dirilme insanın dünyaya gelmesi, ikinci dirilme de
ahiretteki “ba’s” [yeniden dirilme] halidir. Bunlar, iki ölüm ve iki hayattır. Kâfirler,
her şeyi açıkça görünce, bizzat yaşayınca ve de karşılarında azabı açıkça görünce,
merhamet dileme ve Allah'ın rızasına tevessül yoluyla böyle yalvarmaktadırlar.
13
Allah, size alâmetlerini/göstergelerini gösteren, sizin için gökten bir rızık
indirendir. Ve ancak gönülden yönelenler öğüt alırlar.
14
Öyleyse, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler
hoşlanmasa da dini sadece Kendisine ait kılarak Allah'a dua edin.
15
O, dereceleri yükseltendir, en büyük tahtın/en yüksek mevkiin sahibidir:
O, buluşma günü hakkında uyarmak için Kendi emrinden/ Kendi işinden olan
vahyi kullarından dilediğine bırakır.
Müşrikleri tehdit ettikten sonra, Rabbimiz, bu ayet gurubunda birkaç sıfatını ön
plana çıkararak bir takım gerçekleri açıklamaktadır. Buna göre, Allah:
* Ayetler gösterendir
* Rızk indirendir
* Dereceleri yükseltendir.
15
Rabbimiz insanlar arasındaki fiziksel, zihinsel ve ekonomik dereceleri de
yükseltendir. Bununla insanların birbirlerine göre değişik açılardan fazlalıklı
yaratıldığı gerçeği vurgulanmaktadır. Çünkü insanların gerek zihinsel, gerek
ekonomik, gerekse sosyal bakımlardan birbirlerine göre eksikli veya fazlalıklı
yaratılması Rabbimizin bir sünnetidir ve dünyadaki düzenin sağlığı açısındandır. Bu
konu hakkındaki detay En’âm suresinin tahlilinde verilmiştir.
* Arşın sahibidir.
Bu ifade Allah’ın mutlak yönetim gücünü elinde tuttuğunu belirtmektedir.
Rabbimiz bunu çok farklı şekillerde onlarca ayette açıklamıştır.
* Buluşma günü için vahiy indirendir.
Kur’an’da geçen “ruh” sözcüklerinin “vahy” demek olduğu, daha evvel Kadr
suresinin tahlilinde detaylı olarak verilmişti. Rabbimiz burada çok önemli bir
konuya dikkat çekmektedir. Kendi emrinden olan yani bizzat Kendi işi olan ruh
[vahy] indirmeyi dilediği kimseye yapmaktadır. Yani peygamber olarak
göndereceği kimseyi kendisi seçmekte, bu konuya kimseyi müdahale
ettirmemektedir. Bunu bir başka ayetinde daha açıklamaktadır:
32
Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların
geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların
bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri
şeylerden daha hayırlıdır.
(Zuhruf/32)
Konumuz olan ayet grubunda Rabbimiz bu sıfatlarını zikrederek insanlardan
sadece kendisine kulluk etmelerini, bir takım nesnelere kulluktan uzak durmalarını
istemektedir.
14. ayette “Öyleyse, inkarcılar hoşlanmasa da dini sadece kendisine ait kılarak
Allah’a dua edin” buyrulmaktadır. Ayetteki “inkârcılar hoşlanmasa da”
ifadesinden, dini Allah’a has kılarken bir kesimin buna karşı koyacakları
anlaşılmaktadır.
32
Onlar, Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki Allah, sadece, kâfirler;
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler hoş görmeseler de Kendi nûrunu
tamamlamaya dayatıyor.
(Tevbe/32)
“Dinin Allah’a has kılınması” konusu, bu sure indiği dönemlerde Kur’an’ın
üzerinde sıkça durduğu bir konudur. Hatırlanacağı üzere bundan evvelki surede bu
konuda vurgu üzerine vurgu yapılmıştı:
2
Şüphesiz ki, Biz bu kitabı sana gerçekle indirdik. Öyleyse Din'i sadece O'nun için arındırarak
Allah'a kulluk et.
3
Dikkatli olun, halis din sadece Allah'a aittir. O'nun astlarından birtakım yardımcı, yol gösterici,
koruyucu yakınlar edinenler: “Allah'ın astlarından edindiğimiz yardımcı, yol gösterici, koruyucu
yakınlar, bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” Şüphesiz kendilerinin
ayrılığa/anlaşmazlığa düşüp durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz
Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez.
(Zümer/2- 3).
11,12
De ki: “Ben, kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah'a kulluk etmekle
emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi.”
16
13
De ki: “Şüphesiz Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım.”
14-16
De ki, “Dinimi yalnız Kendisine arındırarak Allah'a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz,
O'nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız.” De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyâmet gününde
kendilerini ve ailelerini ve yakınlarını kayba uğratanlardır.” –Dikkatli olun! İşte bu, apaçık bir kaybın
ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. İşte Allah,
kullarını bununla korkutuyor: Ey kullarım! Benim korumam altına girin.–
(Zümer/11- 16)
16
O buluşma günü, onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey
Allah'a karşı gizli kalmaz. –‘Bugün mülk kimindir?’, ‘Sadece tek ve kahredici
olan Allah'ındır!’–
17
Bugün her kişi kazandığının karşılığını alacaktır. Bugün haksızlık diye
bir şey yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.
Bu ayetlerde, 15. ayette uyarısı yapılan “buluşma günü” açıklanmaktadır.
Buluşma günü, “herkesin meydana çıkarıldığı, hiç kimsenin bir şeyinin Allah’a gizli
kalmadığı, herkesin yaptıklarıyla karşılıklandırıldığı ve haksızlık diye bir şeyin
olmadığı gün”dür. Görülüyor ki, “Buluşma Günü” diye adlandırılan gün, bazı farklı
nitelikleriyle ortaya konan “Kıyamet Günü”dür.
NEDEN BULUŞMA GÜNÜ?
Kıyamet gününün neden “buluşma günü” olarak nitelendiği şu gerekçelerle
açıklanabilir:
* O gün herkes Rabbiyle buluşur.
110
De ki: “Ben ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor.
Onun için her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa sâlih ameli işlesin ve Rabbine kullukta, hiç kimseyi
ortak etmesin.”
(Kehf/110)
43,44
O, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destek verendir. O'nun doğadaki
güçleri/ indirdiği haberci âyetleri destek verirler. Ve O, mü’minlere çok merhametlidir. O'na
kavuşacakları gün onların selâmlaşmaları, “Selâm”dır. Allah, da onlar için saygın bir ödül
hazırlamıştır.
(Ahzab/43,44)
48-51
O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka
yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya
çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır,
yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.
(İbrahim/48-51)
* O gün herkes dünyada işlediği amelleriyle buluşur.
30
O gün her kişi, hayırdan işlediği şeyleri, kötülükten işlediği şeyleri hazırlanmış bulur.
Kendisi ile yaptığı kötülükler arasında şüphesiz çok uzak bir mesafe bulunmasını ister. Allah, sizi
Kendisinden sakındırıyor. Şüphesiz Allah, kullarına çok şefkatlidir.
(Al-i Imran/30)
* O gün herkes birbiriyle buluşur, yüzleşir. Onlarca ayette belirtildiği gibi,
tapınılan sahte ilahlar ile onlara tapan akılsızlar bir araya, karşı karşıya getirilirler.
Ayetteki “Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz” ifadesi, insanların
17
tüm eylem ve davranışlarının orada ortaya konup teşhir edileceği anlamındadır.
Allah’tan hiçbir şeyin gizli kalmayacağının vurgulanmasının nedeni, akıllı geçinen
nice insanın gaybde yaptıklarından Allah’ın haberinin olmadığını sanmaları, en
azından tüm gizli suç ve günahları Allah’ın eksiksiz bildiği konusunda yeterli
bilinçte olmamalarıdır.
21-23
Ve onlar kendi derilerine, “Niye aleyhimize şâhitlik ettiniz?” dediler. Onlar dediler ki. “Her
şeyi konuşturan Allah, bizi konuşturdu ve sizi ilk defa O oluşturdu ve O'na döndürülmektesiniz.
Siz, işitme, görme duyularınız ve derileriniz aleyhinize şâhitlik eder diye gizlenmiyordunuz.
Velâkin yapmakta olduklarınızdan birçoğunu Allah'ın bilmeyeceğine inandınız. İşte sizin bu
inancınız; Rabbiniz hakkında beslediğiniz inancınız, sizi bir yıkıma uğrattı, böylelikle zarara, kayba
uğrayıp acı çekenlerden oldunuz.”
(Fussılet/21,23)
48-51
O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka
yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya
çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır,
yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.
(İbrahim/48)
108
Onlar, insanlardan gizlemek isterler de Allah'tan gizlemek istemezler. Hâlbuki Allah, söz
olarak/ karar olarak Kendisinin razı olmadığı şeyleri onlar gece plânlarlarken kendileriyle beraberdir.
Ve Allah, onların yaptıklarını kuşatıcıdır.
(Nisa/108)
Ve Şura/24, 25, Hakka/18, Zilzâl/4, 5, Tarık/8, 9, Âdiyât/9- 11.
Ayette parantez cümlesi olarak yer alan “Bugün mülk kimindir? Sadece tek ve
kahhar olan Allah'ındır!” ifadesi, Allah’ın dünyada verdiği nimetler sayesinde
şımararak benlikleri kabaran, kendilerini kral, otorite, hükümdar sanan müşriklere
karşı bir ilahi tokat mahiyetindedir. Onlar yüzlerine vurulan bu ilahi tokatla rezil
rüsva olmaktadırlar.
Konumuz olan 16. ayetle ilgili olarak Mevdudî tarihten şöyle bir anekdot
nakletmektedir:
Samanî hanedanından bir hükümdar olan Nasır b. Ahmed [H. 301'den 331'e kadar], Nişabur'u
fethettikten sonra meclisin toplanmasını emretti ve tahtına çıktıktan sonra, Kur'an okunarak
toplantının açılmasını istedi. Salih bir şahıs öne çıktı ve Kur'an'ın yukarıda sözü edilen bölümünü
okudu. Nasır bu ayeti işitince dehşetle irkildi ve titremeye başladı. Hemen tahttan indi ve tacını
başından çıkarıp "Ey Allah'ım! Hükümranlık bana değil sana aittir" diyerek secdeye kapandı5
.
5
(Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)
18
18
Yaklaşan gün hakkında da onları uyar. O zaman kalpler yutkunarak;
dehşetten ürpererek gırtlaklara dayanmıştır. Şirk koşmak suretiyle yanlış;
kendi zararlarına iş yapan kimse için ne sıcak bir dost vardır, ne de itaat
edilecek bir destekçi, yardımcı, iltimasçı...
Rabbimiz yaklaşmakta olan ölüm/kıyamet gününün bazı korkunç ve dehşetli
niteliklerini ön plana çıkararak elçisinden o zalim müşrikleri, özellikle de bu surenin
4- 6. ayetlerinde konu edilen kimseleri uyarmasını istemektedir. 15. ayette “ ‫تال ق‬ّ‫ل‬‫ال‬
telak [buluşma]” günü ile uyarı yapılmıştı. Bu ayette ise aynı uyarı “Yaklaşan Gün”
ifadesiyle yapılmaktadır. O ölüm gününde kimsenin sözü geçmez, korkudan insanın
yüreği ağzına gelir, kimse kimseye yardım edemez.
Ayetteki “yaklaşan gün” ifadesini hem ölüm hem de kıyamet günü olarak
anlayabiliriz. Kıyametin saatini Rabbimiz kendi ilminde tutup kimseye
bildirmemiştir. Buna karşılık o günün daima çok yakın olduğundan bahsetmiş,
insanlara “bir saniye bile kaybetmeden kendinize gelin” diye ihtar etmiştir.
57
Yaklaşacak olan; kıyâmet, ölüm yaklaştı. 58
Onu Allah'ın astlarından kaldıracak/ buna engel
olacak kimse yoktur.
(Necm/57, 58)
1
İnsanlar için hesapları yaklaştı. Onlar ise aldırmazlık içinde, mesafeli duran kimselerdir.
(Enbiya/1)
97
Ve gerçek vaat yaklaştığı zaman kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş
olan o kişilerin gözleri dönüverir: “Eyvah bizlere! Kesinlikle biz bundan bilgisizlik/duyarsızlık
içindeydik. Aslında biz yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler idik.”
(Enbiya/97)
1
O saat/kıyâmetin kopuş anı yaklaştırıldı. Ve her şey açığa çıkarıldı.
(Kamer/1)
Ayetteki “O zaman kalpler yutkunarak gırtlaklara dayanmıştır” ifadesi, sıkıntı
ve bunalımı, aynı zamanda korkuyu ifade eden bir deyimdir. Yoksa gerçekten
kalpler kopup ağza gelmez.
Bu ifadeyi pekiştiren birçok ayet vardır:
10
Hani onlar, üst tarafınızdan ve sizden daha aşağıdan size gelmişlerdi. Ve hani gözler
kaymıştı, yürekler gırtlaklara ulaşmıştı. Ve siz Allah hakkında zan yaptıkça zan yapıyordunuz.
(Ahzab/10)
83-85
Ancak can boğaza gelip dayandığı zaman, siz de o zaman, onun karşısında bekliyorsunuz,
Biz ise ona sizden daha yakınız. Velâkin siz görmezsiniz.
(Vakıa/83- 85)
24
Ve yüzler de var ki, o gün asıktırlar; 25
zannederler ki kendilerine “Belkıran” yapılıyor.
26-30
Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Köprücük kemiklerine dayandığı, “Çare bulan
kimdir!” denildiği ve can çekişen kişi bunun o ayrılık anı olduğunu anladığı ve bacak bacağa dolaştığı
zaman; işte o gün sürülüp götürülmek, sadece Rabbinedir.
(Kıyamet/24- 30)
Ayetin son cümlesindeki “zalimler” ifadesi ile kastedilenler ise müşriklerdir.
19
19
Allah, gözlerin hainliğini ve göğüslerin gizlediğini bilir.
20
Ve Allah hakkı gerçekleştirir. Onların O'nun astlarından yalvardıkları
kimseler hiçbir şeyi gerçekleştiremezler. Şüphesiz Allah, en iyi işitenin, en iyi
görenin ta kendisidir.
Ölüm ve sonrasında gerçekleşecek olan olaylarla uyarı yapıldıktan sonra
Rabbimiz bu iki ayette de gözlerin hainliğini ve akıllarda tasarlanmış ama dışa
vurulmamış olanları da bildiğini bildirerek uyarısına devam etmektedir. O’ndan
herhangi bir şeyi saklamanın, O’ndan kaçmanın, saklanmanın imkânı yoktur.
Öyleyse bu gerçeği göz ardı etmeden hareket etmelidir.
Ayetteki “gözlerin hainliği” ifadesi dikkat çekicidir. İnsanlar açısından en kapalı
suç, gözle yapılan suçtur. Öyle ki, bu suçlar başkaları tarafından teşhis ve tespit
edilemezler. Allah ise bunları da bilmektedir. Bunları bilen, el ve ayak gibi
organlardan ortaya çıkan kusurları, ihanetleri zaten bilir.
“Gözlerin hainliği” ifadesini müşriklerin Resulullah ve müminlere olan kinli ve
ihanet içeren bakışları olarak da anlamak mümkündür.
51
Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler, o öğüdü/Kur’ân'ı işittikleri
zaman az daha seni bakışlarıyla gerçekten devirecekler; sana yiyeceklermiş gibi bakacaklar ve “O
şüphesiz bir delidir/gizli güçlerin desteklediği biridir” diyecekler.
(Kalem/51)
6
Peki, onlar üstlerindeki göğe bakmadılar mı ki, onu Biz hiç yarığı olmadan nasıl bina etmişiz
ve süslemişiz!
(Kaf/16)
Allah’ın göğüslerde olanları da bildiğini ifade eden onlarca ayet mevcuttur.
Müşriklerin Allah’ın astlarından dua edip durdukları varlıklar ise herhangi bir
şeyi gerçekleştiremezler. Bu hususu bildiren çok sayıda ayet vardır.
20. ayet Rabbimizin “ ‫سيميع‬‫س‬‫س‬ّ‫ل‬ ‫ال‬Semî’” ve “ ‫سير‬‫س‬‫البص‬Basîr” sıfatı ile bitmektedir.
Burada sanki insanlara “Allah, sizin veli edindiğiniz ilahlar gibi kör ve sağır
değildir. Dolayısıyla bir kimseyi yargılarken O'ndan bazı ayrıntılar gizli kalmaz”
şeklinde bir mesaj verilmektedir.
21
Onlar yeryüzünde gezmediler mi ki kendilerinden önceki kişilerin sonları
nasıl olmuş görsünler. Onlar, yeryüzünde kuvvetçe ve eserce kendilerinden
daha çetin idiler. Yine de Allah onları günahları sebebiyle alıverdi. Ve
kendileri için Allah'tan koruyan biri olmadı.
22
İşte bu, şu sebepledir: Kendilerine elçileri apaçık delillerle geliyorlardı da
onlar küfrettiler; inanmadılar. Bunun üzerine Allah da kendilerini alıverdi.
Şüphesiz O, güçlüdür, cezalandırması çok çetindir.
20
Bu ayetlerde müşrikler, gelip geçtikleri yerlerde gördükleri eski uygarlıkların
kalıntılarından ibret almaya davet edilmektedir. Akıllı insan, tarihi olgulardan ibret
alandır. Çünkü geçmiş kâfirler, şimdiki kâfirlerden daha kuvvetli ve yeryüzünde
daha tesirli idiler.
21. ayetin başlangıcındaki “Onlar yeryüzünde gezmediler mi?” sorusu bir
“istifham-ı inkari” olup “bunları görüp duruyorlar da niçin ibret almıyorlar?”
demektir.
128
Meskenlerinde gezip durdukları şu kendilerinden önce yok ettiğimiz bunca nesiller, onlar
için kılavuz olmadı mı? Şüphesiz ki bunda akıl sahibi olanlar için nice deliller vardır.
(Ta Ha/128)
46
Peki onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, akıl edecekleri kalpleri ve işitecekleri
kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur.
(Hacc/46)
Kur’an’da eski medeniyetler ile ilgili bilgi edinip onlardan ibret almayı
öğütleyen daha pek çok ayet vardır.
23,24
Andolsun Mûsâ'yı Firavun'a, Hâmân'a ve Karun'a âyetlerimizle ve açık
bir delil ile elçi olarak gönderdik de onlar: “Bu bir sihirbaz, büyük bir
yalancıdır” dediler.
25
Böylece Mûsâ, katımızdan kendilerine bir hak ile geldiği zaman onlar:
“Mûsâ ile birlikte iman etmiş kişilerin oğullarını katledin; eğitimsiz,
öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirin, kadınlarını
ise sağ bırakın” dediler. Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddedenlerin düzeni, boşa çıkmakta olandan başkası da değildir.
26
Ve Firavun: “Bırakın beni, öldüreyim Mûsâ'yı, o da Rabbini çağırsın.
Şüphesiz ben o'nun, sizin dininizi değiştirmesinden veyahut yeryüzünde
kargaşa çıkarmasından korkuyorum” dedi.
27
Mûsâ da: “Şüphesiz ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim
Rabbim ve sizin Rabbiniz'e sığınırım” dedi.
Geçmiş medeniyetlerin araştırılıp ibret alınması istendikten sonra, ortaya hemen
bir ibret tablosu konmuştur. Bu tablo, 23- 46. ayetlerde anlatılan “Musa’nın tebliği,
Firavun ve çevresindekilerin Musa’ya karşı koyuşları ve karşı koyanların helaki”
tablosudur.
Ayetlerde söz konusu olaylara çok kısa değinilmiştir. Bu olaylarla ilgili detay
geçmiş surelerde [A’raf, Ta Ha, Şuara ve Kasas’ta] bulunmaktadır.
Firavun, Musa (as) kendisine gelip de Allah’ın elçisi olduğunu duyurunca,
Allah’ın elçisini sihirbazlıkla ve yalancılıkla itham etmiştir. Elçi Allah’ın ayetlerini
ulaştırdıktan sonra da Allah’ın gücü karşısında dayanamayacağını hesap etmeden
““Mûsâ ile birlikte iman etmiş kişilerin oğullarını katledin; eğitimsiz-
öğretimsiz, mesleksiz bırakarak güçsüzleştirin; kadınlarını ise sağ bırakın”
dediler. Bırakın beni, öldüreyim Musa'yı, o da Rabbini çağırsın!” diyerek
güçsüzleştirme, direnci kırma planları yapmış, bu şeni planını da “Şüphesiz ben
onun sizin dininizi değiştirmesinden veyahut yeryüzünde kargaşa çıkarmasından
korkuyorum” sözleriyle gerekçelendirmiştir.
Not:
21
Firavunun uyguladığı güçsüzleştirme programını ifade eden ayetlerde geçen
“katl” ve “zebh” sözcükleri mecazidir. Bu konuda A’raf suresinin 141. Ayetinin
tahlilinde ayrıntılı açıklama yapılmıştır.
Sözü edilen bu plan, Firavun yönetiminin İsrailoğulları’na yönelik tasarladığı
ikinci güçsüzleştirme planıdır. Birincisi, Kasas/4’te anlatıldığı üzere, Musa’nın (as)
doğduğu yıllarda olmuştu. Allah’ın Musa’nın (as) annesine vahyi sayesinde Musa
(as) suya bırakılıp Firavun ailesine buldurularak sarayda şehzade olarak
yetiştirilmişti.
Firavun’dan nakledilen “Bırakın beni, öldüreyim Musa'yı” ifadesi, Firavun’un
Musa’yı (as) öldürmesine adamları tarafından mani olunduğu intibaını vermektedir.
Anlaşılan o ki, Firavun’un çevresinde ya Musa’ya (as) inanmış kimseler vardı, ya
da en yakınındaki adamları Firavun’a “Musa'yı öldürme, çünkü o, güçsüz bir
sihirbazdır. Onun sihri ile sana üstün gelmesi mümkün değildir. Bu nedenle, eğer
onu öldürürsen, insanların kafasına ve kalplerine bir şüphe sokmuş olursun. Sonra
da onlar, ‘Musa haklı idi. Firavun ve taraftarları ona karşılık veremedikleri için onu
öldürdüler’ derler” demekteydiler. Belki de onlar, Firavun’un Musa (as) ile boğuşup
durmasının işlerine yarayacağını, ikisi arasındaki mücadele devam ederken
yönetimde istedikleri gibi rahat davranacaklarını düşünmüşlerdi.
Firavun’un “Bırakın beni, öldüreyim Musa'yı” demesinin şöyle bir nedeninin
olması da ihtimal dâhilindedir: Belki de Firavun Musa’dan (as) korkuyor, ona
herhangi bir saldırı anında Allah’ın onu koruyacağına inanıyordu. Bu nedenle de,
durumu kurtarmak için etrafındakilerin kendisini engellediği görüntüsünü
veriyordu.
Firavun’dan nakledilen “Şüphesiz ben onun sizin dininizi değiştirmesinden veyahut
yeryüzünde kargaşa çıkarmasından korkuyorum” ifadesinden, Musa’nın (as) halktan kendine
taraftarlar bulacağı, Mısır’da anarşi yaratacağı ve iktidara tehdit oluşturacağı yönünde
Firavun’da büyük bir kaygı oluştuğu anlaşılmaktadır.
DİN NEDİR?
“Din” sözcüğü, yukarıdaki ayette, Mâûn suresinde gördüğümüz “ceza/karşılık”
anlamından ayrı olarak “toplum nizamı, yaşam kurallarının bütünü, yani şeriat”
anlamında kullanılmıştır. Ancak bu sözcük ile kastedilen düzen, sadece Allah'ın
koyduğu ilkeleri kapsayan Hakk Düzen'den ibaret olmayıp insanlar tarafından
kurulan beşeri düzenleri de kapsamaktadır. Bu anlamda din, ister hak ister batıl
olsun, ister Allah ister insanlar tarafından kurulmuş olsun, her türlü toplum nizamı,
yaşam kurallarının bütünü demektir.
Bu durumda gerek Mekkelilerin ve Mısırlıların oluşturdukları düzenler,
gerekse bugünkü toplumlarda oluşmuş bulunan kapitalizm, sosyalizm, liberalizm,
komünizm gibi ekonomik düzenler de birer din sayılmalıdır.
Kurallarını Allah'ın koyduğu Hakk Din ise Kur'an'da “Allah'a ait din”, “Ed-
Dinü’l-Hanif”, “Ed-Dinü’l-Kayyim”, “Muhlisine lehü’d-Din”, “Ed-Dinü’l-Halis”
ve “İslâm” adlarıyla yer almıştır.
Kelâm bilginleri “Hakk Din”i şöyle tarif etmişlerdir: “Hakk Din, Yüce Allah'ın
kullarını hakka ulaştırmak üzere peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara
tebliğ ettiği, onları dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah'ın
koyduğu hükümlerdir.”
22
Hakk Din ile diğer beşeri dinler, yasama ve yürütme açısından birbirlerinden
farklıdırlar, ayrıktırlar; birleşemezler, kesişemezler. Zaten birleşmemeli ve
kesişmemelidirler.
Hakk Din'in Allah tarafından belirlenmiş, siyasî, iktisadî, hukukî ana ilkeleri
vardır. Doğal olarak beşerî dinlerin de bu konularda ilkeleri vardır. Bu noktada
Müslüman kendi dinini, Müslüman olmayan da kendi dinini/düzenini yaşamalıdır.
Kimse bir diğerininkine karışmamalıdır. Fitne olmadığı sürece Müslüman,
Müslüman olmayana zor kullanmamalıdır. Müslüman da İslam’ın ilkelerinin
tamamını kabullenmeli, saf dinine yapay dinlerin ilkelerinden karıştırmamalıdır.
Hak Din’deki herhangi bir ilkenin yerine yapay dinlerden bir ilke benimsenmesi,
Rabbimizin Bakara/85’deki beyanı gereği kâfirliktir. Herkesin mertçe, sonucuna
katlanmak kaydıyla mümin veya kâfir olma özgürlüğü vardır.
Bu konu hakkında Kafirûn suresinin tahlilinde açıklama yapıldığından, detayın
oradan okunmasını öneriyoruz.
28,29
Ve Firavun ailesinden imanını saklayan bir babayiğit adam: “Bir
adamı, Rabbim Allah dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o, kesinlikle size
Rabbinizden delillerle gelmiştir. Ve eğer o, bir yalancı ise bir bakarsın ki o'nun
yalanı kendi aleyhine oluvermiştir. Ve eğer doğru ise size yaptığı tehditlerin bir
kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, aşırı giden bir yalancı kişiye kılavuz
olmaz. Ey toplumum! Yeryüzünde açığa çıkmış olarak bugün yönetim sizindir.
Peki, eğer gelecek olursa Allah'ın hışmından bizi kim yardım edip kurtarır?”
dedi.
Firavun: “Ben size görüşümden başkasını göstermiyorum ve ben sadece
size reşitliğin/akıllı olmanın yoluna kılavuzluk ediyorum” dedi.
30-35
Yine o iman etmiş olan kimse: “Ey toplumum! Şüphesiz ben, sizin
hakkınızda Ahzâb'ın günü benzerinden; Nûh toplumunun, Âd'ın, Semûd'un ve
daha sonrakilerin maceralarının benzerinden korkuyorum. Ve Allah, kulları
için bir haksızlık, yanlışlık istemez. Ey toplumum! Şüphesiz ben, size gelecek o
çağrışma-bağrışma/ kaçışma gününden; arkanıza dönüp kaçacağınız günden
korkuyorum. Sizin için Allah'tan koruyan biri yoktur. Her kimi de Allah
şaşırtırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. Ve andolsun ki, bundan önce
size Yûsuf delillerle gelmişti. O zaman da o'nun size getirdiği şeylerde şüphe
edip durmuştunuz. Sonunda o öldüğünde de, “Bundan sonra Allah, asla elçi
göndermez” dediniz. Allah, şu kendilerine gelmiş bir güç olmaksızın, Allah'ın
âyetleri/alâmetleri/göstergeleri hakkında mücâdele eden, aşırı giden, şüpheci
olan kişileri işte böyle şaşırtır. Bu durum, Allah katında ve iman edenler
yanında buğz olarak büyüktür. İşte Allah, her böbürlenen zorbanın kalbi
üzerine damga basar” dedi.
Bu ayet grubunda, Firavun’un yakınlarından iman etmiş, o güne kadar da
imanını gizlemiş mümin bir kişinin Firavun ile Musa’nın (as) mücadelesi anında
ortaya çıkarak Firavun ve çevresini uyardığı, çok makul ve mantıklı gerekçeler
anlatarak onlara öğütler verdiği, Musa’yı (as) en güzel biçimde savunarak
Firavun’dan gelecek sıkıntıları bertaraf etmeye gayret ettiği beyan edilmiştir.
Anlıyoruz ki, Rabbimiz bu aşamada başka bir salih kulunu devreye sokmuştur.
Mümin kulun beyanlarından anlaşıldığına göre, bu kul sıradan biri olmayıp ilahiyat
konusunda ileri derecede bilgiye ve inanca sahiptir. Dünya ve ahirete dair birçok
şey bilmektedir. İyilik ve kötülüğün karşılığının ahirette tastamam alınacağı
konusunda son derece bilinçli ve inançlıdır.
23
Mümin kişinin ağzından nakledilen ifadeler, İslami ilkeleri içeren gayet açık ve
beliğ bir hitabe örneğidir.
Firavun’un ehlinden olan bu şahsın kim olduğu açıklanmamıştır. Klasik
eserlerde onun Firavun’un amcasının oğlu olduğu, Firavun adına hareket etme
yetkisine sahip olduğu ve emniyet müdürlüğü yaptığı, Kıpti bir kimse olduğu,
ayrıca Kasas/20’de “Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey
Musa! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında müzakere ediyorlar. Derhal çık!
Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim” şeklinde konuşan kişinin de o olduğu yönünde
yorumlar mevcuttur.6
Bir başka tarihçi7
bu kişinin adının “Habrek” olduğunu yazar.
Bir başka tefsirci8
ise “Sem'ân” ya da “Habib” olduğunu veya kendisine “Harbil”
veya “Hazbil” dendiğini söyler. Ne var ki, bu yorumlardan hiçbirisi de kesin bilgiye
dayanmamaktadır. Suredeki pasajdan anlaşılacağı üzere, o, Firavun’un ehlinden ve
sarayda divan toplantılarına katılan birisidir. Yusuf suresinde “racül” sözcüğünün
mutlak “erkek” demek olmayıp “olgun insan” demek olduğunu açıklamıştık.
Buradan hareketle, imanını o safhaya kadar gizleyip de Musa’yı savunmak için
ortaya çıkan bu kişinin Firavun’un eşi olması mümkündür.
TENÂD [ÇAĞIRIŞMA-BAĞRIŞMA/KAÇIŞMA]GÜNÜ
“Mümin kul”un Firavun ve avenesine yaptığı hitabede kıyamet günü “ ‫ساد‬‫س‬‫التن‬
Tenâd” günü olarak nitelenmiştir.
“Ninda” kökünden gelmiş olan “ ‫ساد‬‫س‬‫التن‬tenâd” sözcüğü “bağrışma- çağrışma”
anlamına gelir. Kur’an’daki bu sözcük “ ‫د‬ّ‫ل‬‫تنا‬tenâdd” şeklinde de okunmuştur. Bu
kıraat dikkate alındığında ise kelimenin kökü “‫د‬ ‫د‬ ‫ن‬ ndd” olup “kaçışma” anlamına
gelir.9
Asıl kıraate göre kıyamet gününe “tenad” adının verilmesi, insanların o gün
birbirlerine yüksek sesle çağrışacaklarından dolayıdır. Kur’an’da insanların
birbirine çağırmasını, bağırmasını konu eden birçok ayet (Araf/42, 45, 50,
Müddessir/38-48, İsra/71, Furkan/13, 14, Furkan/27-29, Kehf/49, Hakka/19, 20, 25, 26,
Enbiya/97,14, 46, Ya sin/52, Saffat/19, 20, Kalem/31, Abese/34, 36) vardır.
“Mümin kul”un yine aynı hitabesinde “İşte Allah, her böbürlenen zorbanın
kalbi üzerine damga basar” dediği görülmektedir. Allah’ın kalpleri mühürlemesi,
kişilerin hakikate karşı gözlerini ve kulaklarını kapatmaları ve ondan kaçmalarıdır.
Bu konudaki açıklamalarımız Tin suresinin tahlilinde verildiğinden, detayın oradan
okunmasını öneriyoruz.
Firavun’un ayette nakledilen “ben sadece size reşadın yoluna kılavuzluk
ediyorum” şeklindeki ifadesine göre, Firavun Musa’nın (as) tebliğ ettiği yolu “kötü
yol” olarak kabul etmekte, kendi yolunun da “doğru yol” olduğunu ileri
sürmektedir. Bu, Firavun’un ve çevresindeki şeytanların şakşakçılığından
kaynaklanmaktadır. Onlara kendi yollarını şeytan süslü göstermektedir:
43
Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri
katılaştı ve şeytan onlara yapmakta oldukları şeyleri çekici gösterdi.
(En’am/43)
6
(Mukatil
7
(Taberi)
8
(Zemahşeri; Keşşaf; c. 3 s. 424)
9
(Lisanü’l Arab, c. 8, s.509 “nida mad.)
24
48,49
Hani o münâfıklar ve kalplerinde hastalık bulunan; zihniyeti bozuk kimseler, “Şu adamları
dinleri aldattı” dedikleri sırada, o kötü niyetli komutan, onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara,
“Bugün sizi insanlardan bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım” demişti.
Sonra da, ne zaman ki iki topluluk birbirini görür oldu, o, iki topuğu üstünde geri döndü ve:
“Şüphesiz ben sizden uzağım. Şüphesiz ben, sizin görmediğinizi görmekteyim, şüphesiz ben,
Allah'tan korkmaktayım” dedi. Ve Allah, sonuçlandırması/ cezalandırması pek şiddetli olandır. Ve
her kim Allah'a işin sonucunu havale ederse bilsin ki şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli,
mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapandır.
(Enfal/48, 49)
103
De ki: “Ameller bakımından en çok zarara uğrayanları haber verelim mi? 104
Onlar, yapay
olarak, güzellik ürettiklerini sanırken, dünyadaki çalışmaları da boşa gitmiş olan kimselerdir.”
(Kehf/103, 104)
7
Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler; onlar için şiddetli
bir azap vardır. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işleri yapmış kişiler; onlar için bir bağışlanma ve
büyük bir ödül vardır. 8
Onun için, kötü ameli kendisine süslü gösterilen sonra da onu güzel gören
kişi mi? Şüphe yok ki Allah dilediğini/dileyeni şaşırtır, dilediğine/dileyene de kılavuzluk eder.
Onun için canın onlara karşı hasretlerle/ üzüntülerle sıkılıp gitmesin. Şüphesiz Allah, onların
yapmakta olduklarını çok iyi bilir.
(Fâtır/7, 8)
36,37
Ve Firavun: “Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için
bana bir kule yap da Mûsâ'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım. Ve şüphesiz
ben o'nun yalancı olduğu kanısındayım” dedi. İşte böylece Firavun'a amelinin
kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni, yalnızca
kayba/ zarara uğratıp acı çekme içindedir.
İman etmiş kişinin yaptığı uyarıdan sonra çevresindekilerin bu sözlerden
etkileneceğinden korkan Firavun, Musa’nın (as) getirdiği tevhidi sınayacağını ve
eğer doğru olduğu ortaya çıkarsa bunu çevresindekilerden gizlemeyeceğini; doğru
olmadığı ortaya çıkarsa da dinleri üzerinde sabit kalmalarını sağlayacağını his-
settirmek maksadı ile aklı sıra saldırmaya başlamış, veziri Haman’a “Ey Hâmân!
Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Musa’nın
ilahına muttali olayım [Musa'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım]. Ve şüphesiz ben
onun yalancı olduğuna kaniyim” diyerek akla aykırı sözler söylemiştir.
Firavunun Haman’dan bu talebi Kasas suresinde şöyle yer almıştı:
38
Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim
için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana
bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi.
(Kasas/38)
Burada kısaca değinilen olaylar, Şuara suresinde şöyle anlatılmıştı:
23
Firavun: “Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir ki?” dedi.
24
Mûsâ: “Eğer yakinen bilmiş olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin
Rabbidir.”
25
Firavun, yanı başında bulunanlara “İşitmiyor musunuz?” dedi.
26
Mûsâ: “O, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir” dedi.
27
Firavun: “Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle gizli güçlerce desteklenen/delinin biridir”
dedi.
28
Mûsâ: “Şâyet aklınızı kullansanız, O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların
Rabbidir” dedi.
25
29
Firavun: “Benden başka ilâh edinirsen, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan yaparım”
dedi.
(Şuara/23-29)
Firavun Haman’a o sözleri söylerken böyle bir tanrının olmadığını, Musa’nın
yalan söylediğini ima etmek istiyordu.
Firavun’un Haman’a böyle bir yapı [rasathane] yaptırıp yaptırmadığı
açıklanmamıştır.
Haman ile ilgili açıklamamızı Kasas suresinin tahlilinde yaptığımızdan, detayın
oradan okunmasını öneriyoruz.
38-44
Yine iman etmiş olan o kimse: “Ey toplumum! Bana uyun ki size akıllı
olmanın yoluna kılavuzluk edeyim. Ey toplumum! Bu bayağı hayat ancak
geçici bir kazanımdır. Âhiret ise kesinlikle durulacak yurdun ta kendisidir.
Her kim bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir. Ve
erkek veya kadın, her kim mü’min olarak düzeltmeye yönelik iş işlerse, artık
onlar, orada hesapsızca rızıklanmak üzere cennete girerler.” Yine: “Ey
toplumum! Bana ne oluyor ki, siz beni ateşe davet ediyorken ben sizi kurtuluşa
davet ediyorum! Siz, beni, Allah'a inanmamaya ve benim için hiç bilgi
olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya davet ediyorsunuz. Ben ise sizi o çok
güçlü ve çok bağışlayıcı olan Allah'a davet ediyorum. Hiç inkâr edilemez ki,
gerçekten sizin beni kendisine davet ettiğiniz şey, dünya ve âhirette kendisine
bir çağrı olmayan şeydir. Ve şüphesiz dönüşümüz Allah'adır. Ve şüphesiz
sınırı aşanlar, cehennem ashâbının ta kendileridir. Artık siz benim, sizin için
söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ve ben işimi Allah'a havale
ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını en iyi görendir” dedi.
Firavun’un yakınlarından olup o güne kadar imanlı olduğunu gizlemiş olan kişi
yeniden devreye girerek Firavun ve çevresine öğüt vermeye devam etmiştir. Bu ayet
grubunda o öğütler nakledilmiştir.
“YAKINDA ANACAKSINIZ!”
İnançlı kişi sözlerini “Artık siz, benim sizin için söylediklerimi yakında
anacaksınız” diye bitirmiştir. Bu sözler tehdit içeren bir nitelik taşımaktadır.
Gerçekleşeceği belirtilen “anma, hatırlama” olayı Firavun ve avenesinin “boğulma”
vakti olabileceği gibi, kıyamette insanın kıyamet dehşetlerini bizzat yaşadığı an da
olabilir.
45,46
Sonra Allah o mü’mini onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden
korudu. Firavun'un yakınlarını ise, azabın kötüsü; ateş kuşattı. Onlar sürekli
olarak ateşe arz olunurlar. Kıyâmet kopacağı gün ise: “Firavun'un yakınlarını
azabın en şiddetlisine sokun!”
Bu ayetlerde, işini Allah’a havale eden mümin kişi ile onun karşısındaki
Firavun, Haman ve Karun gibi inançsızların akıbetleri hakkında bilgi verilmektedir.
Bu ayetler ile Allah yolunda olanların daima kurtulacakları, karşı duranların ise
helak olacakları, dünya ve ahirette azaba çarptırılacakları mesajı verilmektedir.
Ayetteki “Allah onu [o mümini], onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden
korudu” ifadesinden anlaşıldığına göre, Firavun bu mümin kişiye açıkça bir kötülük
26
yapamamış, ona açıkça zarar vermeyi göze alamamış ve onu hile ile ortadan
kaldırmayı düşünmüştür. Buradan da bu kişinin Firavun’a çok yakın bir kimse
olduğu anlaşılmaktadır. Allah onların tüm planlarını altüst etmiştir.
Bu ayetler “kabir azabı” inancına malzeme yapılmıştır. Halbuki bu ayetler
Firavun’un dünyada çektiği sıkıntıları ve ahirette çekeceği cezayı nakletmektedir.
Not:
Sabah-akşam ifadeleri devamlılıktan, süreklilikten kinayedir. Gece-gündüz
ifadeleri de aynıdır.
47
Ve onlar, ateş içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük
taslayanlara: “Şüphesiz bizler size uyan kimseler idik. Şimdi siz bizden, ateşten
bir bölümü savabiliyor musunuz?” derler.
48
Büyüklük taslayanlar: “Şüphesiz hep onun içindeyiz. Şüphesiz Allah,
kullar arasında hükmünü vermiştir” dediler.
49
Ve ateş içindeki kimseler, cehennem bekçilerine: “Rabbinize dua edin de
bir gün olsun bizden azaptan biraz hafifletsin” dediler.
50
Bekçiler: “Size elçileriniz açık kanıtları getirmediler miydi?” diye
sorarlar. Onlar: “Evet, getirmişlerdi” derler. Bekçiler: “Öyle ise kendiniz
yakarın” derler. Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddedenlerin yakarması sadece şaşkınlıktadır/ boşa çıkmıştır.
Bu ayetlerde ahirete ait bir tartışma sahnesi aktarılmaktadır. Sahnede Firavun
gibi büyüklük taslayanlar ile İsrailoğulları gibi zayıf düşürülmüşler yer almıştır.
Buna benzer sahneler daha önce de birçok kez nakledilmişti. Ancak buradaki
anlatım biraz daha detaylıdır. Müstekbirler [kibirli zalimler] ile mustazaflar
[ezilenler] kendi aralarında şöyle tartışmaktadırlar:
— Şüphesiz bizler size uyan kimseler idik. Şimdi siz bizden, ateşten bir bölümü
savabiliyor musunuz?
—Şüphesiz hep onun içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında hükmünü
vermiştir.”
Bu tartışmanın detayı A’raf suresinde verilmişti.
38
Allah, “Sizden önce geçmiş tanıdığınız-tanımadığınız ateş içindeki önderli toplumların içine
girin!” der. Her toplum girdikçe kardeşini dışlayıp gözden çıkarır. Sonunda hepsi oraya
toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında, “Rabbimiz! İşte şunlar bizi saptırdı. Onlara ateşten kat
kat azap ver” derler. Allah, “Herkese kat kattır, fakat siz bilmiyorsunuz” der.
39
Öncekiler de sonrakilere, “Sizin bize karşı fazlalığınız yoktur. O hâlde yaptıklarınızdan
dolayı azabı tadın” derler.
40
Âyetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenen şu kimselere, işte onlara göğün kapıları
açılmayacak ve deve/halat iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete girmeyeceklerdir. Biz suçluları
işte böyle cezalandırırız. 41
Onlar için cehennemden yataklar, üstlerinden de örtüler vardır. Ve Biz,
zâlimleri işte böyle cezalandırırız.
(A’raf/38- 41)
49 ve 50. ayetlerde ise başka bir sahne yer almaktadır. Cehennemin ortasındaki
suçlular ile cehennemin bekçileri arasında şu diyalog geçer:
— Rabbinize dua edin de bir gün olsun bizden azaptan hafifletsin.
— Size elçileriniz açık kanıtları getirmediler miydi?” diye sorarlar.
Onlar:
— Evet [getirmişlerdi].
27
— Öyle ise kendiniz dua edin!
Diyalogdan anlaşıldığına göre, ateş içindeki suçlular doğrudan Allah’a
yalvarmayıp bekçilerden Allah’a aracı olmalarını istemektedirler. Bunun nedeni,
Allah’a yüzlerinin olmayışı, 52. ayette de görüleceği gibi, Yüce Allah’ın onları
lanetlemiş olmasıdır.
101
Artık Sûr'a üflendiği zaman, işte o gün aralarında soy-sop ilişkisi yoktur, kimse kimseden bir
şey isteyemez de.
102
Böylece kimlerin tartıları ağır basarsa, işte onlar asıl kurtuluşa erenlerdir.
103
Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir; cehennemde
sürekli kalıcıdırlar.
104
Orada onlar, dişleri sırıtır hâlde iken ateş yüzlerini yalar.
105
Benim âyetlerim size okunmadı mı? Siz de onları yalanlıyor muydunuz?
106,107
Dediler ki: “Rabbimiz! Azgınlığımız bizi yendi ve biz, bir sapıklar topluluğu olduk.
Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha aynısını yaparsak işte o zaman gerçekten biz yanlış;
kendi zararlarına iş yapanlarız.”
108
Allah dedi ki: “Sinin oraya! Bana konuşmayın da. 109
Şüphesiz Benim kullarımdan bir grup:
“Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize merhamet et, Sen merhametlilerin en iyisisin”
diyorlardı. 110
İşte siz onları alaya aldınız; sonunda da onlar, size Benim anılmamı, öğüdümü
unutturdu/terk ettirdi. Ve siz onlara gülüyordunuz. 111
Şüphesiz ki bugün Ben, sabretmelerine karşılık,
onları ödüllendirdim; onlar, kazançlı çıkanların ta kendileridir.”
(Müminun/101- 110)
51
Şüphesiz Biz, elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit dünya yaşamında
ve şâhitlerin kalktığı/şâhitlik edecekleri günde kesinlikle yardım ederiz.
52
O gün şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapan kimselere özür
dilemeleri yarar sağlamaz. Ve onlara dışlanarak mahrum bırakılma vardır,
yurdun en kötüsü de onlar içindir.
Rabbimiz elçilere ve inanmış kişilere dünya hayatında ve şahitlerin kalktığı gün
[ahiret günü] yardım edecek, tanıkların ayağa kalktığı gün müşriklerin mazeretleri
kendilerine hiçbir fayda vermeyecektir. Rabbimiz onları rahmetinden uzak tutup
kendilerine yurtların kötüsünü [cehennemi] verecektir.
21
Allah: “Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye
gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır.
(Mücadile/21)
7
Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz, Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve
ayaklarınızı sabit tutar.
(Muhammed/7)
4
O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye mü’minlerin kalplerine kalbi teskin
eden güven ve yatışma duygusu/moral indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah'ındır.
Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.
(Fetih/4)
139
Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz.
(Al-i Imran/139)
171-173
Ve andolsun ki gönderilen kullarımız/ elçilerimiz hakkında bizim sözümüz geçmiştir:
“Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip
gelenlerin ta kendisidir.”
(Saffat/171- 173)
28
52. ayette konu edilen “zalimler”, birçok yerde ifade ettiğimiz gibi,
müşriklerdir. “... zalimlere özür dilemeleri fayda vermez” ifadesi, müşriklerin orada
rahmet edilmeyeceğine, kesinlikle cehennemden çıkarılmayacağına delalet
etmektedir.
LÂNET [LA‘NET]: ‫اللعنة‬ [la‘net], “kovmak, uzaklaştırmak, iyilik ve faydadan
mahrum bırakmak” anlamındaki la‘n sözcüğünden türemiş bir sözcüktür. Eski
Araplar bu sözcüğü “ailenin veya sülalenin bir ferdinin dışlanması” anlamına
kullanırlardı. ‫لعين‬ [la‘în] ve ‫ملعون‬ [mel‘ûn] sözcükleri de buradan gelmiştir. La‘net
Allah tarafından olursa, “dünyada iyilikten, âhirette de lütuf ve merhametten
mahrum bırakma”; insanlar tarafından olursa, “küfür, dışlama, sövme, hakaret ve
beddua” anlamında kullanılır.10
Rabbimizin insanları sınaması, öğretmek için değil, dünya ve ahırete tanık
oluşturmak içindir. Kimmse hakkındaki karara itiraz edemesin. Tıpkı okullardaki
öğretmenlerin öğrencilerini sıvav yapma amacının, öğrencilerden öğrenmek
olmayıp sınava giren öğrencilerin durumunun belirlenmesi, şahitlendirilmesi
olduğu gibi.
Kıyamet gününde insanlar için, kendi nefsi, yakınları, toplumu, elçiler ve vahyler tanıklık
edecektir.
Bu konuyla ilgili şu ayetlere de bakılabilir.
Bakara/ 143, Hacc 78, Fecr/21-23, , Nisa/ 41, 159, Nahl /84, 89, Kaf/ 21,
Mü’min /51, Hud/18, 19, Kasas/ 75, Fussılet /20-22, Nur/ 24, Ya Sin/ 65,
Furkan/30, Maide/116-118.
53,54
Ve andolsun ki Biz, temiz akıl sahiplerine bir yol gösterici ve bir
hatırlatma olmak üzere Mûsâ'ya “yol gösterme” verdik ve İsrâîloğulları'na o
kitabı miras bıraktık.
55
O hâlde sabret. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Günahın için affedilme
iste, sürekli olarak Rabbinin övgüsüyle birlikte Kendisini tüm noksanlıklardan
arındır.
Bu ayet gurubunda, Musa peygamber de hatırlatılarak peygamberimiz teselli
edilmiş ve kendisinden görevini sabırla sürdürmesi, günahı için affedilme istemesi,
sürekli Rabbini överek tesbih etmesi istenmiştir.
56
Şüphesiz kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın
âyetleri/alâmetleri/göstergeleri hakkında mücâdele edenler; onların
göğüslerinde ancak yetişemeyecekleri bir kibir vardır. Sen hemen Allah'a
sığın. Şüphesiz O, en iyi işiten ve en iyi görendir.
Bu ayette müşriklerin ne kadar zavallı oldukları anlatılarak ellerinde hiçbir
kanıtları, güçleri olmadan Allah’a karşı çıkmaları kınanmaktadır. Kuru bir kibir
sahibidirler ve delilsiz hareket etmektedirler. Kur’an’da bir eksiklik, yetersizlik,
tutarsızlık buldukları için değil, kibirlerinden dolayı, Elçi’yi kıskandıkları için böyle
yapmaktadırlar.
10
(Lisanü’l Arab; c.8, s. 91, 92)
29
Bizim baz aldığımız Mushaf'ta bu ayetin Medeni olduğu zikredilir. Bazı müfessirler bu
ayetin Yahudilerin büyüklenerek Peygamber'e Mesih Dcccal'ın sahipleri olduğunu, sonra onun
ortaya çıkarak dünyaya hakim olacağını, düşmanlarını ortadan kaldıracağını, Yahudilerin geçmiş
otorite ve krallıklarını geri getireceğini söylemeleri üzerine indirildiğini rivayet ederler. Bunu
rivayet eden müfessirler, Allah'ın Peygamber'e, onun fitnesinden kendine sığınmasını emrettiğini
söylerler.11
Hâlbuki bu ayette verilen mesaj yukarıda 34. ayette de verilmişti. Ayetlerde
bahsedilen konu Mekke’de cereyan eden olaylardır. O nedenle bu ayetin Medeni
olması uzak bir ihtimaldir.
57
Elbette göklerin ve yerin oluşturulması, insanların oluşturulmasından
daha büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar.
58
Ve kör ile gören eşit olmaz. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış
olanlar ve kötülük yapanlar da eşit değildir. Ne kadar da az düşünüyorsunuz!
59
Şüphesiz o kıyâmet kopuş anı, elbette gelecektir. Onda hiç şüphe yoktur.
Fakat insanların çoğu inanmıyorlar.
Bu ayet gurubunda inkârcılara ahiretin kesinlikle olacağı delillerle ispat
edilmekte ve bu delilleri idrak edemeyenler kör olarak nitelenmektedir.
124-126
Kim Benim anılmamdan/ Benim öğüdümden mesafeli durursa, hiç şüphesiz onun için zor,
sıkıcı bir geçim/ yaşam vardır. Kıyâmet günü de onu kör olarak kıyâmet günü toplantı alanına
toplarız. O der ki: “Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak bu yere çıkardın?”
Allah der ki: “Bu böyledir, âyetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde
sen terk ediliyorsun/cezalandırılıyorsun.”
(Ta Ha/124- 126)
57. ayette, öldükten sonra dirilişi inkâr edenlere karşı getirilen akli bir delil söz
konusudur. Sanki müşriklere: “Göklerin ve yerin yaratılması, insanların ya-
ratılışının tekrarlanmasından daha büyüktür, zordur ve karmaşıktır. dolayısıyle
gökleri ve yeryüzünü yaratabilen Allah insanı yeniden niye yaratamasın?”
denilmektedir.
36
Yoksa o insan başıboş bırakılacağını mı sanır? 37
O, ayarlanmış meniden bir nutfe değil
miydi? 38
Sonra bir embriyon idi de sonra onu oluşturmuş, sonra da düzene koymuştur; 39
ki ondan da
iki eşi; erkek ve dişiyi var etmiştir.
40
Peki, bütün bunları yapan, ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir?
(Kıyamet/36- 40)
60
Ve sizin Rabbiniz: “Bana yalvarın, dua edin ki size karşılık vereyim.
Şüphesiz Bana kulluk etmekten büyüklenen kimseler yakında horlanmış
olarak cehenneme gireceklerdir” dedi.
Rabbimiz bu ayetinde herhangi bir şarta bağlamadan kullarının kendisine dua ve
yalvarışta bulunmalarını istemekte; dua edenlere karşılık vereceğini, kendisine
ibadet ve dua etmekten büyüklenenleri ise aşağılanmış olarak cehenneme
sokacağını bildirmektedir. Ayette dolaylı olarak verilen diğer bir mesaj da,
11
(Derveze; et-Tefsirü’l Hadis)
30
insanların dua ve ibadetlerinde sadece Allah’a yönelmeleri gerektiğidir.
186
Ve kullarım sana Benden sordukları zaman, biliniz ki şüphesiz Ben çok yakınımdır. Bana
yakarınca, yakaranın yakarışına cevap veririm. O hâlde rüşte ermeleri için, onlar da Bana karşılık
versinler ve Bana inansınlar.
(Bakara/186)
77
De ki: “Yakarışınız olmasa, Rabbim size değer verir mi ki de siz, kesinkes yakarmadınız,
yalanladınız? Artık yakarmama, yalanlama sizin ayrılmazınız olacaktır; kendinizi bu durumdan
kurtaramayacaksınız.”
(Furkan/77)
Görüldüğü gibi, Rabbimiz kullarına vereceği karşılığı “Bana dua edin ki size
karşılık vereyim” hükmüyle doğrudan kendisine dua edilmesi, yani kendisinden
istenmesi şartına bağlamıştır. Buradan çıkarılması gereken sonuç, duayı ancak
Allah’ı hakkıyla takdir edenlerin yapabileceği gerçeğidir. Çünkü kişinin önce nasıl
bir ilaha yalvaracağını bilmesi, sonra da O’ndan istemesi gerekmektedir. Böyle
yapılmayan dualar yanlış adrese gönderilen dilekçelere benzer. Hem yerine ulaşmaz
hem de alan hiçbir şey yapmaz. Allahın dışında hiç kimse; peygamberler, yatırlar,
şeyhler, ağabeyler, üstatlar insanın duasını duymaz ve yardımcı olmazlar.
61
Allah, içinde dinlenesiniz diye geceyi, göz açıcı bir aydınlık olarak da
gündüzü sizin için ayarlayandır. Şüphesiz Allah insanlara karşı bir armağan
sahibidir. Velâkin insanların çoğu verilen nimetlerin karşılığını ödemezler.
62
İşte, her şeyin oluşturucusu Rabbiniz Allah budur. O'ndan başka ilâh
diye bir şey yoktur. O hâlde nasıl oluyor da döndürülüyorsunuz!
63
İşte Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr eden kimseler böyle çevriliyorlar.
64
Allah, sizin için yeryüzünü bir karargâh, göğü de bir bina yapan, size
şekil veren, –ki şekillerinizi ne de güzel vermiştir– ve sizi temiz şeylerden
rızıklandırandır. İşte O, Rabbiniz Allah'tır. –İşte, âlemlerin Rabbi olan Allah
ne cömerttir!–
65
O, diridir, O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Bu nedenle, dini sadece
O'nun için arındıranlardan olarak O'na dua edin. Tüm övgüler yalnız
âlemlerin Rabbi Allah'adır; başkası övülemez.”
Bu ayet grubunda Rabbimiz insanlara verdiği nimetlerden bazılarını sayarak
kendisini tanıtmaktadır. Pasajı bir önceki ayetle irtibatlandırarak bu tanıtmanın
amacının “Niçin sadece Allah’a dua edilmesi gerekir?” şeklindeki zımni bir soruyla
ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki: Rabbimiz kullarına dua etmeyi emredince
kullar da sanki O’na “insanın dua etmeden önce mutlaka dua edeceği gücü tanıması
gerekir. Şu halde, Senin Kadir bir ilah olduğuna dair delil nedir?” diye sormuşlar,
bunun üzerine Rabbimiz de kendi varlığına, kudretine ve tasarruflarına ait birçok
kanıtı orta koymuştur:
* Allah, içinde dinlenesiniz diye geceyi, göz açıcı bir aydınlık olarak da
gündüzü sizin için kılandır.
31
60. gafir suresi
60. gafir suresi
60. gafir suresi
60. gafir suresi
60. gafir suresi

More Related Content

What's hot (20)

107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
58. sebe suresi
58. sebe suresi58. sebe suresi
58. sebe suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
23. necm suresi
23. necm suresi23. necm suresi
23. necm suresi
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
90. ahzab suresi
90. ahzab suresi90. ahzab suresi
90. ahzab suresi
 
55. en'am suresi
55. en'am suresi55. en'am suresi
55. en'am suresi
 
48.neml suresi
48.neml suresi48.neml suresi
48.neml suresi
 
96. ra'd suresi
96. ra'd suresi96. ra'd suresi
96. ra'd suresi
 
39. araf
39. araf39. araf
39. araf
 
42.furkan suresi
42.furkan suresi42.furkan suresi
42.furkan suresi
 
61. fussilet suresi
61. fussilet suresi61. fussilet suresi
61. fussilet suresi
 
47. şuara suresi
47. şuara suresi47. şuara suresi
47. şuara suresi
 
63. zuhruf suresi
63. zuhruf suresi63. zuhruf suresi
63. zuhruf suresi
 
94. hadid suresi
94. hadid suresi94. hadid suresi
94. hadid suresi
 
41.yasin suresi
41.yasin suresi41.yasin suresi
41.yasin suresi
 
73. enbiya suresi
73. enbiya suresi73. enbiya suresi
73. enbiya suresi
 
77. mülk suresi
77. mülk suresi77. mülk suresi
77. mülk suresi
 
70. nahl suresi
70. nahl suresi70. nahl suresi
70. nahl suresi
 

Similar to 60. gafir suresi (14)

72. ibrahim suresi
72. ibrahim suresi72. ibrahim suresi
72. ibrahim suresi
 
65. casiye suresi
65. casiye suresi65. casiye suresi
65. casiye suresi
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
59. zümer suresi
59. zümer suresi59. zümer suresi
59. zümer suresi
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
43.fatır suresi
43.fatır suresi43.fatır suresi
43.fatır suresi
 
84.rum suresi
84.rum suresi84.rum suresi
84.rum suresi
 
62. şura suresi
62. şura suresi62. şura suresi
62. şura suresi
 
91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi
 
54. hicr suresi
54. hicr suresi54. hicr suresi
54. hicr suresi
 
74. müminun suresi
74. müminun suresi74. müminun suresi
74. müminun suresi
 
Kuran-ı kerim Diyanet Meali
Kuran-ı kerim Diyanet MealiKuran-ı kerim Diyanet Meali
Kuran-ı kerim Diyanet Meali
 
64. duhan suresi
64. duhan suresi64. duhan suresi
64. duhan suresi
 
Mü'minlere Nizamı İlahiden Bir Katre ! İnkârcılara Allah Kelamı ile Uyarı !
Mü'minlere Nizamı İlahiden Bir Katre !  İnkârcılara Allah Kelamı ile Uyarı !Mü'minlere Nizamı İlahiden Bir Katre !  İnkârcılara Allah Kelamı ile Uyarı !
Mü'minlere Nizamı İlahiden Bir Katre ! İnkârcılara Allah Kelamı ile Uyarı !
 

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN (19)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 
99. talak suresi
99. talak suresi99. talak suresi
99. talak suresi
 
98. insan suresi
98. insan suresi98. insan suresi
98. insan suresi
 
97. rahman suresi
97. rahman suresi97. rahman suresi
97. rahman suresi
 
95. muhammed suresi
95. muhammed suresi95. muhammed suresi
95. muhammed suresi
 
93. zilzal suresi
93. zilzal suresi93. zilzal suresi
93. zilzal suresi
 
92. nisa suresi
92. nisa suresi92. nisa suresi
92. nisa suresi
 

60. gafir suresi

  • 1. 60 MÜ’MİN SURESİ GİRİŞ Mekke’de 60. sırada indiği kabul edilen bu sure, adını 28-45. ayetlerde Firavun ailesinden biri olduğu bildirilen “ ‫مؤمن‬‫م‬‫م‬Mü’min [Bir İnanan Kişi]” sözcüğünden almıştır. Rabbimizin üçüncü ayette geçen “ ‫مافر‬‫م‬‫غ‬Gâfir [Bağışlayan]” sıfatından dolayı sureye “Gâfir suresi” de denilir. Bazıları 56, 57. ayetlerin Medeni olduğunu ileri sürmüşlerdir.1 Surenin ana ekseni -Zümer suresinde olduğu gibi- Kur’an ve tevhid inancıdır. Bu surede de kâfirlerin Kur’an’a karşı inatçı tavırları kınanmış, insanlara sürekli tevhid inancı öğütlenmiş, geçmişten ibretli örnekler verilmiştir. Ayrıca surede ahirete ait korkunç sahneler sergilenmiştir. Sure Zümer suresinin devamı ve tamamlayıcısı durumundadır. Nüzul sırasına uygun olarak resmi mushafta da Zümer suresinin hemen arkasında tertip edilmiştir. 1 (Süyuti; el-İtkan) 1
  • 2. MEAL: RAHMAN RAHIYM ALLAH ADINA “1 Hâ/8”, “Mîm/40”. 2,3 Bu kitabın indirilişi, Çok Güçlü, En İyi Bilen, günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı çok çetin olan, bol nimet; ikram sahibi Allah tarafındandır. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Dönüş yalnızca O'nadır. 4 Allah'ın âyetleri hakkında sadece, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler tartışır. O hâlde onların beldeler içinde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın. 5 Onlardan önce Nûh toplumu ve onlardan sonraki birtakım karşıt grup yalanladı. Her ümmet, kendi elçilerini yakalamak için girişimde bulundu; onunla hakkı bâtılla iptal etmek için mücâdele ettiler. Ben de onları yakalayıverdim. İşte, azabım nasıl oldu? 6 Ve işte böylece kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimseler üzerine Rabbinin “Şüphesiz onlar ateşin ashâbıdır” sözü hak oldu. 7-9 En büyük tahtı taşıyan, bir de en büyük tahtın dış kenarından olan kimseler, Rablerinin övgüsüyle birlikte Kendisini noksan sıfatlardan arındırırlar ve O'na inanırlar. İman etmiş kimseler için bağışlanma dilerler: “Rabbimiz! Sen rahmet ve bilgice her şeyi kuşattın. Onun için tevbe eden ve Senin yoluna uyan kimseleri bağışla ve onları cehennemin azabından koru! Rabbimiz! Onları ve onların atalarından, zevcelerinden ve soylarından sâlih olan kimseleri kendilerine vaat ettiğin Adn cennetlerine girdir. Şüphesiz Sen en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapanın ta kendisisin. Onları kötülüklerden de koru. Ve Sen her kimi kötülüklerden korursan, artık o gün elbette ona rahmet etmişsindir. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.” 10 Şüphesiz kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimselere seslenilir: “Elbette Allah'ın buğzu, kendinize buğzunuzdan daha büyüktür. Zira siz imana davet olunurdunuz da küfrederdiniz; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeder dururdunuz.” 11 Kâfirler dediler ki: “Rabbimiz! Sen, bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?” 12 İşte bu, şu sebeptendir: Siz, “bir ve tek” olarak Allah'a davet edildiğiniz zaman küfrettiniz; inanmadınız. O'na ortak koşulunca da inandınız. Artık hüküm, o çok yüce ve çok büyük Allah'ındır. 13 Allah, size alâmetlerini/göstergelerini gösteren, sizin için gökten bir rızık indirendir. Ve ancak gönülden yönelenler öğüt alırlar. 2
  • 3. 14 Öyleyse, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler hoşlanmasa da dini sadece Kendisine ait kılarak Allah'a dua edin. 15 O, dereceleri yükseltendir, en büyük tahtın/en yüksek mevkiin sahibidir: O, buluşma günü hakkında uyarmak için Kendi emrinden/ Kendi işinden olan vahyi kullarından dilediğine bırakır. 16 O buluşma günü, onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. –‘Bugün mülk kimindir?’, ‘Sadece tek ve kahredici olan Allah'ındır!’– 17 Bugün her kişi kazandığının karşılığını alacaktır. Bugün haksızlık diye bir şey yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. 18 Yaklaşan gün hakkında da onları uyar. O zaman kalpler yutkunarak; dehşetten ürpererek gırtlaklara dayanmıştır. Şirk koşmak suretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimse için ne sıcak bir dost vardır, ne de itaat edilecek bir destekçi, yardımcı, iltimasçı... 19 Allah, gözlerin hainliğini ve göğüslerin gizlediğini bilir. 20 Ve Allah hakkı gerçekleştirir. Onların O'nun astlarından yalvardıkları kimseler hiçbir şeyi gerçekleştiremezler. Şüphesiz Allah, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir. 21 Onlar yeryüzünde gezmediler mi ki kendilerinden önceki kişilerin sonları nasıl olmuş görsünler. Onlar, yeryüzünde kuvvetçe ve eserce kendilerinden daha çetin idiler. Yine de Allah onları günahları sebebiyle alıverdi. Ve kendileri için Allah'tan koruyan biri olmadı. 22 İşte bu, şu sebepledir: Kendilerine elçileri apaçık delillerle geliyorlardı da onlar küfrettiler; inanmadılar. Bunun üzerine Allah da kendilerini alıverdi. Şüphesiz O, güçlüdür, cezalandırması çok çetindir. 23,24 Andolsun Mûsâ'yı Firavun'a, Hâmân'a ve Karun'a âyetlerimizle ve açık bir delil ile elçi olarak gönderdik de onlar: “Bu bir sihirbaz, büyük bir yalancıdır” dediler. 25 Böylece Mûsâ, katımızdan kendilerine bir hak ile geldiği zaman onlar: “Mûsâ ile birlikte iman etmiş kişilerin oğullarını katledin; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirin, kadınlarını ise sağ bırakın” dediler. Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin düzeni, boşa çıkmakta olandan başkası da değildir. 26 Ve Firavun: “Bırakın beni, öldüreyim Mûsâ'yı, o da Rabbini çağırsın. Şüphesiz ben o'nun, sizin dininizi değiştirmesinden veyahut yeryüzünde kargaşa çıkarmasından korkuyorum” dedi. 27 Mûsâ da: “Şüphesiz ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim Rabbim ve sizin Rabbiniz'e sığınırım” dedi. 28,29 Ve Firavun ailesinden imanını saklayan bir babayiğit adam: “Bir adamı, Rabbim Allah dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o, kesinlikle size Rabbinizden delillerle gelmiştir. Ve eğer o, bir yalancı ise bir bakarsın ki o'nun yalanı kendi aleyhine oluvermiştir. Ve eğer doğru ise size yaptığı tehditlerin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, aşırı giden bir yalancı kişiye kılavuz olmaz. Ey toplumum! Yeryüzünde açığa çıkmış olarak bugün yönetim sizindir. Peki, eğer gelecek olursa Allah'ın hışmından bizi kim yardım edip kurtarır?” dedi. Firavun: “Ben size görüşümden başkasını göstermiyorum ve ben sadece size reşitliğin/akıllı olmanın yoluna kılavuzluk ediyorum” dedi. 30-35 Yine o iman etmiş olan kimse: “Ey toplumum! Şüphesiz ben, sizin hakkınızda Ahzâb'ın günü benzerinden; Nûh toplumunun, Âd'ın, Semûd'un ve 3
  • 4. daha sonrakilerin maceralarının benzerinden korkuyorum. Ve Allah, kulları için bir haksızlık, yanlışlık istemez. Ey toplumum! Şüphesiz ben, size gelecek o çağrışma-bağrışma/ kaçışma gününden; arkanıza dönüp kaçacağınız günden korkuyorum. Sizin için Allah'tan koruyan biri yoktur. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. Ve andolsun ki, bundan önce size Yûsuf delillerle gelmişti. O zaman da o'nun size getirdiği şeylerde şüphe edip durmuştunuz. Sonunda o öldüğünde de, “Bundan sonra Allah, asla elçi göndermez” dediniz. Allah, şu kendilerine gelmiş bir güç olmaksızın, Allah'ın âyetleri/alâmetleri/göstergeleri hakkında mücâdele eden, aşırı giden, şüpheci olan kişileri işte böyle şaşırtır. Bu durum, Allah katında ve iman edenler yanında buğz olarak büyüktür. İşte Allah, her böbürlenen zorbanın kalbi üzerine damga basar” dedi. 36,37 Ve Firavun: “Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Mûsâ'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım. Ve şüphesiz ben o'nun yalancı olduğu kanısındayım” dedi. İşte böylece Firavun'a amelinin kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni, yalnızca kayba/ zarara uğratıp acı çekme içindedir. 38-44 Yine iman etmiş olan o kimse: “Ey toplumum! Bana uyun ki size akıllı olmanın yoluna kılavuzluk edeyim. Ey toplumum! Bu bayağı hayat ancak geçici bir kazanımdır. Âhiret ise kesinlikle durulacak yurdun ta kendisidir. Her kim bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir. Ve erkek veya kadın, her kim mü’min olarak düzeltmeye yönelik iş işlerse, artık onlar, orada hesapsızca rızıklanmak üzere cennete girerler.” Yine: “Ey toplumum! Bana ne oluyor ki, siz beni ateşe davet ediyorken ben sizi kurtuluşa davet ediyorum! Siz, beni, Allah'a inanmamaya ve benim için hiç bilgi olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya davet ediyorsunuz. Ben ise sizi o çok güçlü ve çok bağışlayıcı olan Allah'a davet ediyorum. Hiç inkâr edilemez ki, gerçekten sizin beni kendisine davet ettiğiniz şey, dünya ve âhirette kendisine bir çağrı olmayan şeydir. Ve şüphesiz dönüşümüz Allah'adır. Ve şüphesiz sınırı aşanlar, cehennem ashâbının ta kendileridir. Artık siz benim, sizin için söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ve ben işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını en iyi görendir” dedi. 45,46 Sonra Allah o mü’mini onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun'un yakınlarını ise, azabın kötüsü; ateş kuşattı. Onlar sürekli olarak ateşe arz olunurlar. Kıyâmet kopacağı gün ise: “Firavun'un yakınlarını azabın en şiddetlisine sokun!” 47 Ve onlar, ateş içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara: “Şüphesiz bizler size uyan kimseler idik. Şimdi siz bizden, ateşten bir bölümü savabiliyor musunuz?” derler. 48 Büyüklük taslayanlar: “Şüphesiz hep onun içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında hükmünü vermiştir” dediler. 49 Ve ateş içindeki kimseler, cehennem bekçilerine: “Rabbinize dua edin de bir gün olsun bizden azaptan biraz hafifletsin” dediler. 50 Bekçiler: “Size elçileriniz açık kanıtları getirmediler miydi?” diye sorarlar. Onlar: “Evet, getirmişlerdi” derler. Bekçiler: “Öyle ise kendiniz yakarın” derler. Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin yakarması sadece şaşkınlıktadır/ boşa çıkmıştır. 51 Şüphesiz Biz, elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit dünya yaşamında ve şâhitlerin kalktığı/şâhitlik edecekleri günde kesinlikle yardım ederiz. 4
  • 5. 52 O gün şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapan kimselere özür dilemeleri yarar sağlamaz. Ve onlara dışlanarak mahrum bırakılma vardır, yurdun en kötüsü de onlar içindir. 53,54 Ve andolsun ki Biz, temiz akıl sahiplerine bir yol gösterici ve bir hatırlatma olmak üzere Mûsâ'ya “yol gösterme” verdik ve İsrâîloğulları'na o kitabı miras bıraktık. 55 O hâlde sabret. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Günahın için affedilme iste, sürekli olarak Rabbinin övgüsüyle birlikte Kendisini tüm noksanlıklardan arındır. 56 Şüphesiz kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın âyetleri/alâmetleri/göstergeleri hakkında mücâdele edenler; onların göğüslerinde ancak yetişemeyecekleri bir kibir vardır. Sen hemen Allah'a sığın. Şüphesiz O, en iyi işiten ve en iyi görendir. 57 Elbette göklerin ve yerin oluşturulması, insanların oluşturulmasından daha büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar. 58 Ve kör ile gören eşit olmaz. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış olanlar ve kötülük yapanlar da eşit değildir. Ne kadar da az düşünüyorsunuz! 59 Şüphesiz o kıyâmet kopuş anı, elbette gelecektir. Onda hiç şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu inanmıyorlar. 60 Ve sizin Rabbiniz: “Bana yalvarın, dua edin ki size karşılık vereyim. Şüphesiz Bana kulluk etmekten büyüklenen kimseler yakında horlanmış olarak cehenneme gireceklerdir” dedi. 61 Allah, içinde dinlenesiniz diye geceyi, göz açıcı bir aydınlık olarak da gündüzü sizin için ayarlayandır. Şüphesiz Allah insanlara karşı bir armağan sahibidir. Velâkin insanların çoğu verilen nimetlerin karşılığını ödemezler. 62 İşte, her şeyin oluşturucusu Rabbiniz Allah budur. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. O hâlde nasıl oluyor da döndürülüyorsunuz! 63 İşte Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr eden kimseler böyle çevriliyorlar. 64 Allah, sizin için yeryüzünü bir karargâh, göğü de bir bina yapan, size şekil veren, –ki şekillerinizi ne de güzel vermiştir– ve sizi temiz şeylerden rızıklandırandır. İşte O, Rabbiniz Allah'tır. –İşte, âlemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir!– 65 O, diridir, O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Bu nedenle, dini sadece O'nun için arındıranlardan olarak O'na dua edin. Tüm övgüler yalnız âlemlerin Rabbi Allah'adır; başkası övülemez.” 66 De ki: “Bana Rabbimden apaçık deliller geldiği zaman, şüphesiz ben, sizin Allah'ı bırakıp o taptıklarınıza kulluk yapmaktan kesinlikle men edildim ve ben âlemlerin Rabbine teslim olmamla emrolundum. 67 O, sonra güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlar olmanız, adı konmuş bir süreye ermeniz ve de aklınızı kullanmanız için sizi bir topraktan, sonra bir nutfeden, sonra bir embriyodan oluşturandır. –Sonra O, sizi zayıf, ufak-tefek bir çocuk olarak çıkarır. Sizden kimi de, daha önce vefat ettiriliyor; geçmişte yaptıklarınız ve yapmanız gerekirken yapmadıklarınız bir bir hatırlatılıyor.– 68 O, yaşatır ve öldürür. Artık O, bir emir gerçekleştirince artık ona sadece ‘Ol!’ der de o, hemen olur.” 69-76 Allah'ın âyetleri üzerinde tartışanları görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Nasıl da döndürülüyorlar? Kitabı ve elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette ileride, boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülüp, sonra ateşte yakılırlarken bileceklerdir. Sonra onlara: 5
  • 6. “Allah'ın astlarından ortaklar koştuğunuz şeyler nerededir?” denir. Onlar: “Bizden kaybolup gittiler; aslında biz zaten önceleri hiçbir şeye yakarmıyorduk” derler. İşte Allah, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri böyle saptırır: “İşte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Orada sürekli kalmak üzere cehennem kapılarına girin!” –İşte, büyüklenenlerin durağı ne de kötüdür!– 77 Artık sen sabret, şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Artık onlara yapıp durduğumuz tehdidin bir kısmını sana göstersek de veya seni vefat ettirsek; geçmişte yaptıklarını ve yapman gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırsak da onlar, yalnızca Bize döndürüleceklerdir. 78 Ve andolsun ki Biz senin önünden nice elçiler gönderdik. Onlardan kimini sana anlattık, onlardan kimini de anlatmadık. Hiçbir elçi, Allah'ın izni/ bilgisi olmaksızın bir alâmet/ gösterge getiremez. Artık Allah'ın emri gelince de hak ile gerçekleştirilir. Bâtılcılar, işte burada kayba, zarara uğrayıp acı çektiler. 79,80 Allah, onlardan bir kısmına binesiniz diye sizin için hayvanları yaratan, ayarlayandır. Onların bir kısmından da yiyorsunuz. Ve sizin için onlarda daha nice menfaatler vardır. Ve Allah onların üzerinde gönüllerinizdeki bir arzuya erersiniz diye hayvanları yaratandır, ayarlayandır. Ve siz, onlar üzerinde ve gemiler üzerinde taşınırsınız. 81 Ve Allah size alâmetlerini/ göstergelerini gösteriyor. Peki, şimdi Allah'ın alâmetlerinin/ göstergelerinin hangisini tanınmaz hâle getirirsiniz? 82 Daha yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir bakmazlar mı? Onlar kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından daha çetin idiler. Öyle iken o kazandıkları şeyler, kendilerine yarar sağlamadı. 83 Ne zaman ki elçileri onlara açık delillerle geldi, kendilerinde bulunan bilgiden dolayı şımarıklık etmişlerdi. Hâlbuki o, alay ettikleri şey onları kuşatmıştı. 84 Sonra da ne zaman hışmımızı gördüler: “Allah'ın birliğine inandık ve O'na ortak koştuğumuz şeyleri kabul etmedik” dediler. 85 Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine yarar sağlayacak değildi. –Allah'ın, kulları hakkındaki sürüp giden tutumu...– İşte kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler burada kaybettiler, zarara uğradılar. 6
  • 7. TAHLİL: “1 Hâ/8”, “Mîm/40”. Surenin birinci ayeti “ ‫ح‬Ha” ve “‫م‬ Mim” kesik harflerinden oluşmuştur. Kesik harfler ile ilgili detaylı bilgiyi ve bu konudaki kanaatimizi bundan evvel geçen mukatta’ harfleri açıklarken dile getirmiştik. Kısaca hatırlatmak gerekirse; bu harflerin anlamı henüz kesin olarak tespit edilmiş değildir. Bir anlamları olabileceği gibi, Kur’an’ın korunmasına yönelik birer öge veyahut dikkat çekmek için kullanılmış birer edat olmaları da mümkündür. Diğer kesik harfler hakkında olduğu gibi, “Ha, Mim” kesik harfleri ile ilgili olarak da geçmişte bir takım yakıştırmalar yapılmıştır. Bu konudaki en geniş açıklama Kurtubi tarafından yapılmıştır: “Hâ, Mîm” harflerinin anlamı hakkında farklı görüşler vardır. İkrime dedi ki: Peygamber (sav) buyurdu ki: "Hâ, Mîm Yüce Allah'ın isimlerinden bir isimdir. Bunlar Rabbinin hazinelerinin anahtarlarıdır." İbn Abbas dedi ki: "Hâ, Mîm" Allah'ın İsm-i Azam’ıdır. Yine ondan rivayete göre "Elif, Lam, Ra", "Hâ, Mîm" ile "Nun" er-Rahman isminin mukatta' harfleridir. Yine ondan rivayete göre "Hâ, Mîm" Yüce Allah'ın isimlerinden bir isim olup onunla yemin etmiştir. Katade: Hâ, Mîm Kur'ân isimlerinden bir isimdir; Mücahid: Sûrelerin başlangıcıdır, demişlerdir. Ata el-Horasanî de der ki: Ha, Yüce Allah'ın Hamîd, Hannan, Halim ve Hakim isimlerinin başıdır. Mim ise Yüce Allah'ın Melik, Mecid, Mennan, Mütekebbir ve Musavvir isimlerinin başıdır. Buna şu rivayet de delil teşkil etmektedir: Enes'ten rivayete göre bedevî bir Arap, Peygamber (sav)'e: "Hâ, Mîm nedir? Biz dilimizde böyle bir şey bilmiyoruz” diye sormuş. Peygamber (sav) ona şöyle demiştir: "Birtakım isimlerin başı ve bazı sûrelerin de başlangıcıdır. " ed-Dahhak ve el-Kisaî dedi ki: Bu, olacak olan şeyler hükme bağlanmıştır, demektir. O bununla sanki "Hâ, Mîm"in hece harfi olduklarına işaret etmektedir. Çünkü bu harfler "ha" harfi ötreli, "mim" harfi de şeddeli okunduğu takdirde “ ‫م‬ّ H‫ح‬ُ Humme” şeklini alır ki; bu da "hükme bağlandı ve meydana geldi" demektir. Ka'b b. Malik dedi ki: "Karşı karşıya gelip de aramızda savaş başlayınca, Allah'ın hükme bağladığı bir işi kimse geri 7
  • 8. çeviremez." Yine ondan gelen rivayete göre: "Allah'ın emri yakındır" anlamındadır. Şairin şu beytinde olduğu gibi: "Benim günüm yaklaştı, sevindi birtakım kimseler... Gaflet içinde ve uykuda olan kimseler." "Humma" ismi de buradan gelmektedir. Çünkü bu ölüme yakın gelir. Bu Bedir gününde olduğu gibi, Allah'ın dostlarına yardım ve zaferi, düşmanlarından da intikam alması zamanı yakındır, demektir.2 Yukarıdaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi, bu konudaki görüşler birer yakıştırmadan ibaret olup ciddi dayanaktan yoksundurlar. 2,3 Bu kitabın indirilişi, Çok Güçlü, En İyi Bilen, günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı çok çetin olan, bol nimet; ikram sahibi Allah tarafındandır. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Dönüş yalnızca O'nadır. Sure, kesik harflerden sonra Kur’an’ın ön plânda tutulduğu bu ayetlerle başlamaktadır. Bu iki ayette Kur’an’ı peygamberin yazmadığına işaret edilerek onun Azîz, Alîm, Gâfir, tövbeleri kabul eden, azabı çok çetin, nimeti bol, kendisinden başka ilah diye bir şey olmayan ve dönüş sadece kendisine olan Allah tarafından indirildiği vurgulanmıştır. Kur’an’a sarılanların veya karşı duranların, Kur’an’ın arkasındaki bu nitelikli gücü akıllarından kesinlikle çıkarmamaları gerekmektedir. Ve hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın, ayrılmayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O [Allah], kalpleriniz arasında ülfet oluşturdu. Sonra da siz O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah doğru yolu bulasınız diye ayetlerini sizin için böyle ortaya koyar. (Al-i Imran/103) YÜCE ALLAH'IN BURADA KONU EDİLEN SEKİZ SIFATI 1- El Azîz (Çok Güçlü) 2- El AlÎM (En İyi Bilen) 3- ‫ذبنب‬ّ‫ن‬‫ال‬ ‫غافر‬Gâfirü'z-Zenb [Günahları Bağışlayan] Surenin bir ismi de Rabbimizin bu ayette yer alan bu sıfatından gelmektedir. Rabbimiz bu sıfatı ile günahların bağışlayıcısı olduğunu bildirerek herkesi doğru yoluna davet etmektedir. Bir insan şirk koşmadığı takdirde bir takım hatalar işlemiş olsa da Rabbimiz onu affedicidir. 48 Şüphesiz Allah, Kendisine ortak kabul edilmesini asla bağışlamaz. Bunun altındaki günahları dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah'a ortak tanırsa, şüphesiz pek büyük bir günah işlemiş olur. (Nisa/48) 116 Hiç şüphesiz, Allah, Kendisine ortak kabul edenleri bağışlamaz. Bunun aşağısında kalanları ise, onlardan dilediğini bağışlar. Kim, Allah'a ortak kabul ederse elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır. (Nisa/116) 2 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 8
  • 9. 53 De ki: “Ey nefislerine karşı sınırı aşmış olan kullar! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. (Zümer/53) 4- ‫تبوب‬ّ‫ن‬‫ال‬ ‫قابل‬Kabilü't-Tevb [Tevbeyi Kabul Eden] Yüce Allah, tevbeyi kabul edendir. “ ‫تبوبة‬ّ H‫ال‬Tevbe”, “dönüş” demek olup şirk, küfür, fisk, fücur gibi her türlü negatif inanç ve amelden dönmeyi kapsamaktadır. Rabbimiz, geçmişte ne yapmış olursa olsun, kötü geçmişinden dönenlerin dönüşlerini kabul eder. Kur’an’da tevbeyi konu eden birçok ayet vardır. 5- ‫العقاب‬ ‫شديد‬Şedidu'l-İkab [Azabı Çok Çetin Olan] Bu sıfat, Rabbimizin inatçı müşriklere, batıl inanç ve amel sahiplerine yönelik bir celâl sıfatıdır. Konumuz olan ayette Rabbimiz celâl ve cemal sıfatlarını kul “ümit” ve “korku” arasında kalsın diye bir arada zikretmiştir. 49,50 Kullarıma, hiç şüphesiz Benim çok bağışlayıcı ve pek merhamet edicinin ta kendisi olduğumu, Benim azabımın da, çok acıklı bir azabın ta kendisi olduğunu önemle haber ver! (Hıcr/49, 50) 6- Zi't-Tavl [Bol Nimet, İkram Sahibi] 7- Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan 8- ‫المصير‬ ‫اليه‬İleyhi'l-Masîr [Dönüş Kendisine Olan] Rabbimiz bu sıfatını Kur’an’da yüzlerce kez ön plâna çıkararak insanları imana davet etmiş ve uyarı yapmıştır. Herkes mutlaka ölecek, ister istemez Rabbine dönecek ve yaptıklarının hesabını verecektir. 32-34 Allah, gökleri ve yeri oluşturan, gökten su indirip de onunla size rızık olarak çeşitli meyveler çıkarandır. Ve Allah, emri gereğince denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi/ sizin yararlanacağınız özelliklerde yarattı, ırmakları da emrinize verdi. Sürekli olarak dönüş hâlinde olan güneşi ve ayı da emrinize verdi/ onları da yararlanacağınız özelliklerde yarattı. Geceyi ve gündüzü de sizin emrinize verdi. Ve O, Kendisinden istediğiniz her şeyden size verdi. Allah'ın nimetini saymak isterseniz de sayamazsınız! Şüphesiz insan kesinlikle çok yanlış; kendi zararına iş yapan, çok iyilikbilmez biridir. (İbrahim/32,34) 41 Ve onlar, şüphesiz Bizim yeryüzüne geldiğimizi, onu etrafından noksanlaştırdığımızı görmediler mi? Allah hükmeder. O'nun hükmünü engelleyecek hiçbir kimse yoktur. Ve O, hesabı çok hızlı görendir. (Ra'd/41) 4 Allah'ın âyetleri hakkında sadece, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler tartışır. O hâlde onların beldeler içinde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın. 9
  • 10. Önceki ayetlerde Kur’an’ın Allah tarafından indirildiği, Kur’an’ın sahibinin yenilmez, baş edilemez bir güç olduğu bildirildikten sonra, bu ayetlerde de böyle bir güç tarafından gönderilen mesajın aslında kulların yararına olduğu mesajı verilmekte ve Kur’an’a “sihirdir”, “şiirdir”, “kâhinlerin sözüdür”, “evvelkilerin masallarıdır”, “onu bir beşer talim etmiş ve uydurmuştur” gibi yersiz ve anlamsız itirazlar yönelterek karşı duranların, saldırmaya kalkışanların sadece küfredenler olduğu bildirilmektedir. Yani normal bir insanın böyle içerikli, böyle özellikli bir mesajı inkâr etmesinin ya da görmezlikten gelmesinin mümkün olmadığı; bunu ancak gerçeği örtmeye çalışan inkârcı birinin yapabileceği açıklanmaktadır. Kur’an’da Allah’ın ayetleri hakkında tartışanların sadece küfredenler [gerçeği görmezden gelenler] olduğuna birçok yerde (Bakara/258, Bakara/176, Zuhruf/58, Kehf/56, En’am/121) değinilmiştir. Allah’ın ayetleri hakkında ancak inkârcıların tartışabileceği açıklandıktan sonra, peygamberimize onların ortalıkta gezip durmalarının yani hemen cezalandırılmamış olmalarının kendisini aldatmaması gerektiği mesajı verilmiştir. İnkârcılar şimdi ortalıkta gezip dursalar, çeşitli şekillerde tasarruflarda bulunsalar bile, vakti geldiğinde mutlaka cezalandırılacaklardır. 196,197 Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişilerin beldelerde dolaşmaları, çok az bir kazanım, sakın seni aldatmasın. Sonra onların varacakları yer cehennemdir ve o, ne kötü bir yataktır! (Al-i Imran/196, 197) 24 Biz onları biraz yararlandırırız. Sonra kendilerini yoğun bir azaba doğru zorlarız. (Lokman/24) Konumuz olan ayet aynı zamanda peygamberimizi teselli, kâfirleri ise şiddetli bir şekilde tehdit etmektedir 5 Onlardan önce Nûh toplumu ve onlardan sonraki birtakım karşıt grup yalanladı. Her ümmet, kendi elçilerini yakalamak için girişimde bulundu; onunla hakkı bâtılla iptal etmek için mücâdele ettiler. Ben de onları yakalayıverdim. İşte, azabım nasıl oldu? 6 Ve işte böylece kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimseler üzerine Rabbinin “Şüphesiz onlar ateşin ashâbıdır” sözü hak oldu. Bu ayetler, 4. ayette geçen “O halde onların beldeler içinde dönüp dolaşmaları seni aldatmasın” ifadesinin açıklamasıdır. Allah’ın ayetlerini saklayan ve Allah’ın ayetleri hakkında tartışmaya yeltenen kimselerin akıbetlerinin nasıl olduğu, geçmişteki benzerleri ile açıklanmıştır. Gerek Nuh kavmi, gerekse onun arkasından gelen nice gruplar elçilik misyonunu yalanladılar, elçiyi etkisiz kılmak için var güçleriyle karşı koydular fakat sonları daima kötü oldu. Allah onları yakalayıp cezalandırdı, hepsi de cehennemin ashabı oldular. Ayetteki “Her ümmet, kendi elçilerini yakalamak için teşebbüste bulundu; onunla hakkı batılla iptal etmek için mücadele ettiler” ifadesi, toplumların kendi elçilerini hapse atmak, işkence etmek veya taşlayarak öldürmek gibi kötü niyetlerle hareket ettiklerine işaret etmektedir. 10
  • 11. Ayetin sonundaki “Ben de onları yakalayıverdim. İşte, azabım nasıl oldu?” ifadesi ise yalanlayan ümmetlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna dikkat çekmektedir. 12,13 Onlardan önce Nûh'un toplumu, Âd, kazıklar sahibi; muhteşem orduları olan/ görülmemiş işkenceler eden Firavun, Semûd, Lût'un toplumu ve Eyke ashâbı da yalanladılar. İşte onlar, ayrı ayrı baş çeken gruplardır. (Sad/12, 13) 42-44 Ve eğer onlar, seni yalanlıyorlarsa bil ki onlardan önce Nûh'un toplumu, Âd, Semûd, İbrâhîm'in toplumu, Lût'un toplumu, Medyen ashâbı da yalanlamışlardı. Mûsâ da yalanlandı da Ben, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselere bir süre verdim. Sonra da onları yakalayıverdim. Peki, Beni tanımamak nasılmış! (Hac/44) 7-9 En büyük tahtı taşıyan, bir de en büyük tahtın dış kenarından olan kimseler, Rablerinin övgüsüyle birlikte Kendisini noksan sıfatlardan arındırırlar ve O'na inanırlar. İman etmiş kimseler için bağışlanma dilerler: “Rabbimiz! Sen rahmet ve bilgice her şeyi kuşattın. Onun için tevbe eden ve Senin yoluna uyan kimseleri bağışla ve onları cehennemin azabından koru! Rabbimiz! Onları ve onların atalarından, zevcelerinden ve soylarından sâlih olan kimseleri kendilerine vaat ettiğin Adn cennetlerine girdir. Şüphesiz Sen en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapanın ta kendisisin. Onları kötülüklerden de koru. Ve Sen her kimi kötülüklerden korursan, artık o gün elbette ona rahmet etmişsindir. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.” Bilindiği gibi, Rabbimiz Kur’an’da kendisini birçok kez Arap örfü üzerine tanıtmıştır. Arş sahibi, arşa istiva, kürsü sahibi, melik, muktedir (Kasas 55) gibi... Arş, Rabbimizin yönetim gücünün simgesidir. O’nun Rabliğini, “yerin göğün tek hâkimi ve yöneticisi” olduğunu simgelemektedir. Arş ve Arş’a istiva ile ilgili olarak A’râf/54’ün tahlilinde daha evvel de bilgi verilmişti. ARŞ’I TAŞIYANLAR Burada bu ifade ile kastedilenler, “Allah ile ilgi bilgileri taşıyanlar”dır. Bunlar, Arş’ın sahibi tarafından görevlendirilmek suretiyle Allah bilgisini, “tevhid”i bir yerden bir yere götürenler, Allah’ı tanıtıp öğreten peygamberlerdir. Çünkü sürekli Rablerini tesbih eden, inanan ve inananlar için bağışlanma dileyen, onların ve yakınlarının cennetlere girmesini isteyenlerin bir bölümü bunlardır: 26-28 Ve Nûh dedi ki: “Bu yerde dolaşan kâfirlerden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki Sen onları bırakırsan, kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece din-iman tanımayıp kötülüğe batan ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden çocuklar doğururlar. Rabbim! Benim için, anam-babam için, mü’min olarak evime giren kişiler için ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret et/bağışla hepimizi! Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara da sadece yok oluşu arttır.” (Nuh/26-28) 64 Ve Biz, her elçiyi sadece, Allah'ın izniyle/ bilgisi ile itaat olunsun diye gönderdik. Ve eğer onlar şirk koşmak sûretiyle kendilerine haksızlık ettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmalarını isteselerdi, sen de onlar için bağışlanma isteseydin, kesinlikle Allah'ı tevbeleri çokça kabul eden, çok tevbe fırsatı veren, çok merhamet eden olarak bulurlardı. 11
  • 12. (Nisa/64) 24 Dâvûd dedi ki: “Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle o sana haksızlık etmiştir. Gerçekten de ortakların, bir toplulukta yaşayanların çoğu kesinlikle birbirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edenler ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler haksızlık etmezler. Ama onlar da ne kadar azdır!” Ve Dâvûd, Bizim kendisini birtakım sıkıntılarla imtihan ederek arı-duru hâle getirdiğimize/olgunlaştırdığımıza kesin kanaat getirdi ve anladı. Hemen Rabbinden bağışlanma diledi, ortak koşmaktan uzak olarak yere kapandı ve döndü. (Sad/24) Ve Yusuf/97, Münafikun/5, Maide/118, İbrahim/41. Klasik eserlerde Arş’ı taşıyanlar ile ilgili olarak şu görüşler serdedilmiştir: Yine denildiğine göre, Arş’ın etrafında yetmiş bin saf melek vardır. Bunlar tehlil ve tekbir getirerek Arş’ın etrafında tavaf ederler. Onların arkasında da yetmiş bin saf ayakta dururlar, ellerini omuzlarına koymuşlar, seslerini tehlil ve tekbir ile yükseltmişlerdir. Onların arkasında yüz bin saf sağ ellerini, sol ellerine koymuşlar ve onların her biri mutlaka diğerinden ayrı bir tesbih ile tesbih edip dururlar. İbn Abbas "Arş"ı ayn harfini ötreli olarak "el-urş" diye okumuştur. Bütün bunları ez-Zemahşerî zikretmiş bulunmaktadır. Denildi ki: Kâfirlerden söz edildikten sonra Arş'tan söz edilmesi -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır- anlamın şöyle oluşundan dolayıdır: "Şu Arş'ı yüklenenler ve etrafında bulunanlar" kâfirlerin söylediklerinden Yüce Allah'ı tenzih ederler. "Ve mü'minlere de mağfiret dilerler." Yani Allah'tan onlar için günahlarının bağışlanmasını isterler. Tefsir âlimlerinin açıklamalarına göre, Arş, serir [taht] ile aynı şeydir. O Yüce Allah tarafından yaratılmış mücessem bir cisimdir. Meleklere onu taşımalarını emretmiş, onu tazim etmek, etrafında dolaşmakla kendisine ibadet etmelerini dilemiştir. Nitekim yeryüzünde bir Beyt [Kâbe] yaratıp Âdemoğullarına etrafını tavaf etmelerini emredip namazda da ona dönmelerini istediği gibi. İbn Tahman, Musa b. Ukbe'den rivayet ediyor. O Muhammed b. el-Mün-kedir'den, o Cabir b. Abdillah el-Ensarî'den dedi ki: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Bana Arş'ın taşıyıcılarından olup Allah'ın meleklerinden bir melek hakkında (sizlere) sözetmem için izin verildi. Onun kulağının yumuşağı ile omuzu arasındaki mesafe yedi yüz yıldır." Bunu el-Beyhakî zikretmiş olup daha önceden Bakara Sûresi'nde (2/255) yer alan Ayete'l-Kürsî'de, Arş'ın büyüklüğü ve onun yaratılmışların en büyüğü olduğuna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Sevr b. Yezid, Halid b. Ma'dan'dan, o Ka'b el-Ahbar'dan rivayetine göre, Ka’b şöyle demiştir: Yüce Allah Arş'ı yaratınca “Allah benden daha büyük bir yaratık yaratmayacaktır” dedi ve sarsıldı. Yüce Allah onun etrafına bir yılan doladı. O yılanın yetmiş bin kanadı vardır. Her bir kanatta yetmiş bin tüy vardır. Her bir tüyde yetmiş bin yüz vardır. Her bir yüzde yetmiş bin ağız vardır. Her bir ağızda da yetmiş bin dil vardır. Onun dillerinden her gün yağmur damlaları sayısınca, ağaç yapraklan sayısınca, çakıl ve toprak taneleri sayısınca, dünya günleri sayısınca ve bütün melekler sayısınca tesbihler dökülmektedir. Bu yılan Arş'ın etrafına dolandı, Arş bu yılanın yarısına kadar ulaşıyor ve bu yılan onun etrafını sarmış bulunuyor. Mücahid dedi ki: Yedinci sema ile Arş arasında yetmiş bin hicab vardır. Bir hicap nur ve bir hicap karanlık, bir hicap nur ve bir hicap karanlıktır. Derler ki: "Rabbimiz! Rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır." Rahmetin ve ilmin her şeyi kapsamıştır. Fiil, rahmet ve ilim üzerinde amel etmeyince bunlar temyiz olarak nasbedilmişlerdir. "Tevbe edenlere" şirk ve masiyetlerden dönenlere "ve senin yolunu" İslâm dinini "izleyenlere mağfiret buyur ve onları cehennem azabından koru!" Bu azabı onlardan çevir ki, onlara ulaşmasın. İbrahim en-Nehaî dedi ki: Abdullah b. Mesud'un arkadaşları şöyle diyorlardı: Melekler İbnu'l- Kevva’dan [şeytandan] hayırlıdırlar. Çünkü onlar yeryüzünde bulunanlar için mağfiret dilerler. İbnu'I-Kevvâ ise onların aleyhine kâfirlik ile şahitlik eder. İbrahim dedi ki: Yine diyorlardı ki: Kıble ehlinden olan hiçbir kimseden mağfiret dilemeyi esirgemezler. Mutarrif b. Abdillah dedi ki: Biz Allah'ın kulları arasında Allah'ın kullarının iyiliğini en çok isteyenlerin melekler olduğunu gördük. Allah'ın kulları arasında da Allah'ın kullarını en çok aldatan kimsenin şeytan olduğunu görüyoruz; deyip bu âyet-i kerimeyi okumuştur. Yahya b. Muaz er-Razî de arkadaşlarına bu âyet-i kerime hakkında şöyle demiştir: Bu âyeti iyi kavrayınız, çünkü dünyada bu âyetten daha çok ümit verici bir kalkan yoktur. Şüphesiz tek bir melek Yüce Allah'tan bütün mü'minlere mağfiret buyurmasını dileyecek olursa, onlara mağfiret eder. Hele 12
  • 13. bütün melekler ve Arş'ı taşıyanlar mü'minlere mağfiret diliyorlarsa durum ne olur! Halef b. Hişam el-Bezzar el-Karî' dedi ki: Ben Süleym b. İsa'ya Kur'ân okuyordum. Yüce Allah'ın: "Mü'minlere de mağfiret dilerler" buyruğuna ulaşınca ağladı ve sonra da “Ey Halef!” dedi, “Mü'min Allah katında ne kadar da değerlidir. O döşeğinde uyurken melekler onun için mağfiret diliyorlar. "Ve ey Rabbimiz, onları da babalarından, eşlerinden ve zürriyetlerinden salih olanları da kendilerine vaadettiğin Adn cennetlerine girdir." Rivayet olunduğuna göre Ömer b. el-Hattab, Kab el-Ahbar'a: Adn cennetleri nedir? diye sormuş, o da şöyle demiş: Bunlar cennette altından köşklerdir. Bunlara peygamberler, sıddîklar, şehitler ve âdil devlet yöneticileri girecektir.3 Arş'ı Taşıyan Melekler: Birinci Kısım: Arş'ın taşıyıcısı olan melekler... Cenâb-ı Hak, Kıyamette, Arş'ı taşıyanların sekiz melek olduğunu bildirmiştir. Binaenaleyh, "Şu anda Arş'ı taşıyan melekler, Kıyamet gününde onu taşıyacak olan meleklerdir" denilmesi mümkündür. Arş'ı taşıyanların, meleklerin en kıymetlileri ve en büyüklerinden olduklarında ise şüphe yoktur. Keşşaf sahibi şunu rivayet etmiştir: "Arş'ı taşıyan o meleklerin ayakları, yedi kat yerin altında olup başları da Arş'ın üzerindedir. Bunlar, gözkapaklarını hiç kaldırmaksızın, huşu ve hudû içindedirler. Hz. Peygamber (s.a.s)'in de "Rabbinizin azameti hususunda düşünmeyin! Fakat siz, Rabbinizin yarattığı melekler hakkında düşünün. Çünkü meleklerden, kendisine İsrafil adı verilen bir yaratık vardır ki, Arş'ın köşelerinden birisi onun omuzları üzerinde olup, onun iki ayağı yedi kat yerin altında, başı da yedi kat gökleri delip geçmiştir. Ama buna rağmen o, Allah'ın azameti karşısında âdeta küçük bir kuş olacak denli küçülür buyurduğu rivayet edilmiştir. “ ‫الوضع‬el Vaz’u” kelimesinin küçük kuş anlamına geldiği söylenmiştir. Rivayet olunduğuna göre, Allah Teâlâ, bütün meleklere, onların diğer meleklerden üstün olduğunu belirtmek için, Arş'ı taşıyan meleklere, sabah akşam bol bol selâm vermelerini emretmiştir. Yine, Allah'ın, Arş'ı, yeşil bir cevherden yarattığı; onun iki sütunu arasının, hızlı uçan kuşlara nispetle seksen bin yıllık bir mesafe olduğu da söylenmiştir. Yine, Arş'ın etrafında, Cenâb-ı Hakk'a tehlil ve tekbirde bulunarak [Lâ İlahe illallah; Allahu Ekber diyerek] tavaf eden yetmiş bin saf meleğin; bunların arkasında da, ayakta oldukları halde, ellerini öncekilerin omuzlarına koymuş olan tehlîl ve tekbir getirerek seslerini yükselten ve nihayet bunların arkasında da, sağ ellerini sol elleri üzerine koymuş, yüz bin saf meleğin bulunduğu; onlardan herbirinin de, diğerinin yaptığı tesbihten başka bir tesbihle tesbihatta bulunduğu ileri sürülmüştür. Bu haberleri Keşşaftan naklettim. İkinci Kısım: Cenâb-ı Hakk'ın bu ayette zikrettiği meleklerin ikinci kısmı ise, Cenâb-ı Hakk'ın "bir de onun etrafında bulunanlar" ayetinin ifade ettiği husustur. Oldukça açık ve zahir olan şudur ki, bunlardan murad edilen, Cenâb-ı Hakk'ın, "Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile teşbih ederek Arş'ın etrafını kuşatmışlardır (Zümer/75)” ayetinde zikrettiğidir. Ben derim ki: Akıl, Arş'ı taşıyan melekler ile Arş'ın etrafını kuşatmış olan meleklerin, meleklerin en üstünleri olduğuna delâlet eder. Bu böyledir, çünkü ruhların ruhlara nispeti, bedenlerin bedenlere nispeti gibidir. Arş, maddî- cismanî varlıkların en kıymetlisi ve üstünü olunca, Arş'ın tedbir ve idaresiyle ilgilenen ruhların da, bedenleri yöneten ruhlardan daha faziletli ve üstün olması gerekir. Yine burada, Arş'ın cismini taşıyan başka ruhlar da var gibidir. Sonra ise, Arş'ın cismini istilâ etmiş olan bu kâhir ve ezici ruhlardan, aynı cinsten olmak üzere, başka ruhlar meydana gelir. Bunlar da, Arş'ın etraf ve kenarlarına tutunmuşlardır. Cenâb-ı Hakk'ın, "Melekleri görürsün ki, ... Arş'ın etrafını kuşatmışlardır (Zümer/75)” hitabıyla da bunlara işaret edilmektedir. Kısaca, gerek yakînî delillerle, gerekse gerçek ve sadık mükaşefe yoluyla şu hakikat açık ve aşikâr olmuştur: Bedenler âlemi, ruhlar âlemine nispet edilemez. Binâenaleyh, müşahede ettiğin her şey, bedenler âleminin, farklı farklı mertebelerinde olarak, şu maddî görme gözüyledir. O halde senin bunu, ruhlar âleminin farklı farklı mertebelerinde olarak, basîret gözüyle müşahede etmen gerekir.4 ARŞIN DIŞ KENARINDAN OLAN KİMSELER 7. ayette bu sanatsal ifadeyle tanıtılan kimseler, “ulülelbab [akıllı, bilinçli]” olma niteliğine ulaşmış müminlerdir. Bunlar arşın sahibi tarafından elçi olarak gönderilmedikleri halde müminler için istiğfarda bulunmakta, dua etmektedirler. Bunu iman borcu olarak yapmaktadırlar: 3 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 4 (Razi; el Mefatihu’l Gayb) 13
  • 14. 10 Ve Peygamber dönemindeki inananlardan sonra gelen kimseler, “Rabbimiz! Bizi ve iman ile bizi öne geçmiş kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde iman etmiş kimseler için kin oluşturma! Rabbimiz! Şüphesiz Sen çok şefkat ve merhamet gösteren, çok esirgeyen, kolaylık sağlayansın, engin merhamet sahibisin!” derler. (Haşr/10) 109 Şüphesiz Benim kullarımdan bir grup: “Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize merhamet et, Sen merhametlilerin en iyisisin” diyorlardı. (Müminun/109) 190-194 Göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşunda, gecenin ve gündüzün ardarda gelişinde, elbette, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anan; göklerin ve yerin oluşturuluşu üzerinde: “Rabbimiz! Sen, bunu boş yere oluşturmadın, Sen, tüm noksanlıklardan arınıksın. Artık bizi Ateş'in azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, kimi o ateşe girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için yardımcılardan da hiç kimse yoktur. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, “Rabbinize inanın!” diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi “iyi adamlar” ile birlikte, geçmişte yaptıklarımızı ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızı bir bir hatırlattır/öldür. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver, kıyâmet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen, verdiğin sözden dönmezsin” diye iyiden iyiye düşünen kavrama yetenekleri olanlar için nice alâmetler/göstergeler vardır. (Al-i Imran/190- 194) 10 Şüphesiz kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimselere seslenilir: “Elbette Allah'ın buğzu, kendinize buğzunuzdan daha büyüktür. Zira siz imana davet olunurdunuz da küfrederdiniz; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeder dururdunuz.” 11 Kâfirler dediler ki: “Rabbimiz! Sen, bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?” 12 İşte bu, şu sebeptendir: Siz, “bir ve tek” olarak Allah'a davet edildiğiniz zaman küfrettiniz; inanmadınız. O'na ortak koşulunca da inandınız. Artık hüküm, o çok yüce ve çok büyük Allah'ındır. Bu ayet gurubunda, 4. ayette konu edilen “Allah’ın ayetleri hakkında mücadele edenler”in [müşriklerin] ahirette yaşayacakları bir sahne canlandırılmaktadır. Bir ses onlara: — “Elbette Allah'ın buğzu, kendinize buğzunuzdan daha büyüktür. Zira siz imana davet olunurdunuz da küfreder dururdunuz” diye seslenmektedir. Onlar da, günahlarını ve başlarına gelen o azabı hak ettiklerini itiraf ederek: — “Rabbimiz! Sen bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?” diyerek yapamadıkları şeyleri telafi etmek üzere yeniden dünyaya dönmeyi istediklerini ifade etmektedirler. Bu talepleri kabul edilmemekte ve onlara: — “İşte bu, şu sebeptendir: Siz, ‘bir ve tek’ olarak Allah'a davet edildiğiniz zaman inkâr ettiniz. O'na ortak koşulunca da inandınız. Artık hüküm, o çok yüce ve çok büyük Allah'ındır” diye karşılık verilmektedir. Bilindiği üzere, Allah’ın ayetlerini bile bile inkâr eden ve onlar hakkında herhangi bir bilgi ve belgeye dayanmadan mücadele eden o kâfirler, dünyadaki yaşamlarındayken öldükten sonra dirilmeyi kabul etmiyorlardı. Ahirette ise ölümü ve dirilmeyi bizzat yaşamış olduklarından, artık öldükten sonra dirilmeyi kabul etmek, buna inanmak onlar için herhangi bir bahane bulunamayacak bir gerçeklik 14
  • 15. haline gelmiştir. Onun için itiraf etmek suretiyle “Rabbimiz! Sen bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?” diye sormaktadırlar. Aslında bu sorularına kısaca “var” veya” yok” diye cevap verilmesi gerekirken Rabbimiz, onlara cehennemden çıkmalarının imkânsız olduğuna da delalet eden gerekçeli bir cevap vermektedir. Bu cevapla hem çıkışlarının olmayacağı, hem de neden çıkamayacakları kendilerine bildirilmiş olmaktadır. Kâfirlerin çıkışının olmayacağı birçok ayette (Zuhruf/77, İbrahim/21, 22, Fatır/37, Zümer/55- 58, Şura/44, 45, Secde/12, En’am/27, 28, Mü'minun/107, 108) yer almıştır: 11. ayette kâfirlerin “Rabbimiz! Sen bizi iki kerre öldürdün, iki kere dirilttin” dedikleri nakledilmektedir. Bu ifade geçmişte farklı şekillerde yorumlanmıştır. Kimisi “Bunlar önce babalarının sulplerinde ölü idiler. Sonra Allah onları diriltti, sonra dünyada kaçınılmaz olan ölüm ile onları öldürdü. Sonra ahiret hayatı için onları diriltti. İşte iki hayat ve iki ölüm bunlardır”; kimisi de “Kabirde de dirildiler, sonra öldürülüp tekrar mahşerde diriltildiler” demiştir. Bu yorumlarla ortaya bir de “kabir hayatı” denen bir hayat çıkarılmıştır. Bu ayeti iyi anlayabilmemiz için önce şu ayetlere dikkat edilmelidir. 28 Siz, nasıl küfredersiniz; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini nasıl bilerek reddedersiniz? Oysa siz, ölüler idiniz de sizlere O hayat verdi. Sonra O, sizleri öldürecek, sonra canlandıracaktır. Sonra da Kendisine döndürüleceksiniz. (Bakara/28) 2 O, hanginizin amelce daha iyi-güzel olduğunu sınamak için ölümü ve hayatı oluşturdu. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır. (Mülk/2) Dikkat edilirse, Allah’ın önce ölümü yarattığı, sonra da hayatı yarattığı bildirilmektedir. İlk ölüm, insanın ilk “toprak [cansız madde]” hali olup, ikinci ölüm bu dünyadaki ölümüdür. İlk dirilme insanın dünyaya gelmesi, ikinci dirilme de ahiretteki “ba’s” [yeniden dirilme] halidir. Bunlar, iki ölüm ve iki hayattır. Kâfirler, her şeyi açıkça görünce, bizzat yaşayınca ve de karşılarında azabı açıkça görünce, merhamet dileme ve Allah'ın rızasına tevessül yoluyla böyle yalvarmaktadırlar. 13 Allah, size alâmetlerini/göstergelerini gösteren, sizin için gökten bir rızık indirendir. Ve ancak gönülden yönelenler öğüt alırlar. 14 Öyleyse, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler hoşlanmasa da dini sadece Kendisine ait kılarak Allah'a dua edin. 15 O, dereceleri yükseltendir, en büyük tahtın/en yüksek mevkiin sahibidir: O, buluşma günü hakkında uyarmak için Kendi emrinden/ Kendi işinden olan vahyi kullarından dilediğine bırakır. Müşrikleri tehdit ettikten sonra, Rabbimiz, bu ayet gurubunda birkaç sıfatını ön plana çıkararak bir takım gerçekleri açıklamaktadır. Buna göre, Allah: * Ayetler gösterendir * Rızk indirendir * Dereceleri yükseltendir. 15
  • 16. Rabbimiz insanlar arasındaki fiziksel, zihinsel ve ekonomik dereceleri de yükseltendir. Bununla insanların birbirlerine göre değişik açılardan fazlalıklı yaratıldığı gerçeği vurgulanmaktadır. Çünkü insanların gerek zihinsel, gerek ekonomik, gerekse sosyal bakımlardan birbirlerine göre eksikli veya fazlalıklı yaratılması Rabbimizin bir sünnetidir ve dünyadaki düzenin sağlığı açısındandır. Bu konu hakkındaki detay En’âm suresinin tahlilinde verilmiştir. * Arşın sahibidir. Bu ifade Allah’ın mutlak yönetim gücünü elinde tuttuğunu belirtmektedir. Rabbimiz bunu çok farklı şekillerde onlarca ayette açıklamıştır. * Buluşma günü için vahiy indirendir. Kur’an’da geçen “ruh” sözcüklerinin “vahy” demek olduğu, daha evvel Kadr suresinin tahlilinde detaylı olarak verilmişti. Rabbimiz burada çok önemli bir konuya dikkat çekmektedir. Kendi emrinden olan yani bizzat Kendi işi olan ruh [vahy] indirmeyi dilediği kimseye yapmaktadır. Yani peygamber olarak göndereceği kimseyi kendisi seçmekte, bu konuya kimseyi müdahale ettirmemektedir. Bunu bir başka ayetinde daha açıklamaktadır: 32 Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. (Zuhruf/32) Konumuz olan ayet grubunda Rabbimiz bu sıfatlarını zikrederek insanlardan sadece kendisine kulluk etmelerini, bir takım nesnelere kulluktan uzak durmalarını istemektedir. 14. ayette “Öyleyse, inkarcılar hoşlanmasa da dini sadece kendisine ait kılarak Allah’a dua edin” buyrulmaktadır. Ayetteki “inkârcılar hoşlanmasa da” ifadesinden, dini Allah’a has kılarken bir kesimin buna karşı koyacakları anlaşılmaktadır. 32 Onlar, Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki Allah, sadece, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler hoş görmeseler de Kendi nûrunu tamamlamaya dayatıyor. (Tevbe/32) “Dinin Allah’a has kılınması” konusu, bu sure indiği dönemlerde Kur’an’ın üzerinde sıkça durduğu bir konudur. Hatırlanacağı üzere bundan evvelki surede bu konuda vurgu üzerine vurgu yapılmıştı: 2 Şüphesiz ki, Biz bu kitabı sana gerçekle indirdik. Öyleyse Din'i sadece O'nun için arındırarak Allah'a kulluk et. 3 Dikkatli olun, halis din sadece Allah'a aittir. O'nun astlarından birtakım yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinenler: “Allah'ın astlarından edindiğimiz yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar, bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” Şüphesiz kendilerinin ayrılığa/anlaşmazlığa düşüp durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez. (Zümer/2- 3). 11,12 De ki: “Ben, kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah'a kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi.” 16
  • 17. 13 De ki: “Şüphesiz Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım.” 14-16 De ki, “Dinimi yalnız Kendisine arındırarak Allah'a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz, O'nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız.” De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyâmet gününde kendilerini ve ailelerini ve yakınlarını kayba uğratanlardır.” –Dikkatli olun! İşte bu, apaçık bir kaybın ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: Ey kullarım! Benim korumam altına girin.– (Zümer/11- 16) 16 O buluşma günü, onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. –‘Bugün mülk kimindir?’, ‘Sadece tek ve kahredici olan Allah'ındır!’– 17 Bugün her kişi kazandığının karşılığını alacaktır. Bugün haksızlık diye bir şey yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. Bu ayetlerde, 15. ayette uyarısı yapılan “buluşma günü” açıklanmaktadır. Buluşma günü, “herkesin meydana çıkarıldığı, hiç kimsenin bir şeyinin Allah’a gizli kalmadığı, herkesin yaptıklarıyla karşılıklandırıldığı ve haksızlık diye bir şeyin olmadığı gün”dür. Görülüyor ki, “Buluşma Günü” diye adlandırılan gün, bazı farklı nitelikleriyle ortaya konan “Kıyamet Günü”dür. NEDEN BULUŞMA GÜNÜ? Kıyamet gününün neden “buluşma günü” olarak nitelendiği şu gerekçelerle açıklanabilir: * O gün herkes Rabbiyle buluşur. 110 De ki: “Ben ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa sâlih ameli işlesin ve Rabbine kullukta, hiç kimseyi ortak etmesin.” (Kehf/110) 43,44 O, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destek verendir. O'nun doğadaki güçleri/ indirdiği haberci âyetleri destek verirler. Ve O, mü’minlere çok merhametlidir. O'na kavuşacakları gün onların selâmlaşmaları, “Selâm”dır. Allah, da onlar için saygın bir ödül hazırlamıştır. (Ahzab/43,44) 48-51 O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48-51) * O gün herkes dünyada işlediği amelleriyle buluşur. 30 O gün her kişi, hayırdan işlediği şeyleri, kötülükten işlediği şeyleri hazırlanmış bulur. Kendisi ile yaptığı kötülükler arasında şüphesiz çok uzak bir mesafe bulunmasını ister. Allah, sizi Kendisinden sakındırıyor. Şüphesiz Allah, kullarına çok şefkatlidir. (Al-i Imran/30) * O gün herkes birbiriyle buluşur, yüzleşir. Onlarca ayette belirtildiği gibi, tapınılan sahte ilahlar ile onlara tapan akılsızlar bir araya, karşı karşıya getirilirler. Ayetteki “Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz” ifadesi, insanların 17
  • 18. tüm eylem ve davranışlarının orada ortaya konup teşhir edileceği anlamındadır. Allah’tan hiçbir şeyin gizli kalmayacağının vurgulanmasının nedeni, akıllı geçinen nice insanın gaybde yaptıklarından Allah’ın haberinin olmadığını sanmaları, en azından tüm gizli suç ve günahları Allah’ın eksiksiz bildiği konusunda yeterli bilinçte olmamalarıdır. 21-23 Ve onlar kendi derilerine, “Niye aleyhimize şâhitlik ettiniz?” dediler. Onlar dediler ki. “Her şeyi konuşturan Allah, bizi konuşturdu ve sizi ilk defa O oluşturdu ve O'na döndürülmektesiniz. Siz, işitme, görme duyularınız ve derileriniz aleyhinize şâhitlik eder diye gizlenmiyordunuz. Velâkin yapmakta olduklarınızdan birçoğunu Allah'ın bilmeyeceğine inandınız. İşte sizin bu inancınız; Rabbiniz hakkında beslediğiniz inancınız, sizi bir yıkıma uğrattı, böylelikle zarara, kayba uğrayıp acı çekenlerden oldunuz.” (Fussılet/21,23) 48-51 O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48) 108 Onlar, insanlardan gizlemek isterler de Allah'tan gizlemek istemezler. Hâlbuki Allah, söz olarak/ karar olarak Kendisinin razı olmadığı şeyleri onlar gece plânlarlarken kendileriyle beraberdir. Ve Allah, onların yaptıklarını kuşatıcıdır. (Nisa/108) Ve Şura/24, 25, Hakka/18, Zilzâl/4, 5, Tarık/8, 9, Âdiyât/9- 11. Ayette parantez cümlesi olarak yer alan “Bugün mülk kimindir? Sadece tek ve kahhar olan Allah'ındır!” ifadesi, Allah’ın dünyada verdiği nimetler sayesinde şımararak benlikleri kabaran, kendilerini kral, otorite, hükümdar sanan müşriklere karşı bir ilahi tokat mahiyetindedir. Onlar yüzlerine vurulan bu ilahi tokatla rezil rüsva olmaktadırlar. Konumuz olan 16. ayetle ilgili olarak Mevdudî tarihten şöyle bir anekdot nakletmektedir: Samanî hanedanından bir hükümdar olan Nasır b. Ahmed [H. 301'den 331'e kadar], Nişabur'u fethettikten sonra meclisin toplanmasını emretti ve tahtına çıktıktan sonra, Kur'an okunarak toplantının açılmasını istedi. Salih bir şahıs öne çıktı ve Kur'an'ın yukarıda sözü edilen bölümünü okudu. Nasır bu ayeti işitince dehşetle irkildi ve titremeye başladı. Hemen tahttan indi ve tacını başından çıkarıp "Ey Allah'ım! Hükümranlık bana değil sana aittir" diyerek secdeye kapandı5 . 5 (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an) 18
  • 19. 18 Yaklaşan gün hakkında da onları uyar. O zaman kalpler yutkunarak; dehşetten ürpererek gırtlaklara dayanmıştır. Şirk koşmak suretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimse için ne sıcak bir dost vardır, ne de itaat edilecek bir destekçi, yardımcı, iltimasçı... Rabbimiz yaklaşmakta olan ölüm/kıyamet gününün bazı korkunç ve dehşetli niteliklerini ön plana çıkararak elçisinden o zalim müşrikleri, özellikle de bu surenin 4- 6. ayetlerinde konu edilen kimseleri uyarmasını istemektedir. 15. ayette “ ‫تال ق‬ّ‫ل‬‫ال‬ telak [buluşma]” günü ile uyarı yapılmıştı. Bu ayette ise aynı uyarı “Yaklaşan Gün” ifadesiyle yapılmaktadır. O ölüm gününde kimsenin sözü geçmez, korkudan insanın yüreği ağzına gelir, kimse kimseye yardım edemez. Ayetteki “yaklaşan gün” ifadesini hem ölüm hem de kıyamet günü olarak anlayabiliriz. Kıyametin saatini Rabbimiz kendi ilminde tutup kimseye bildirmemiştir. Buna karşılık o günün daima çok yakın olduğundan bahsetmiş, insanlara “bir saniye bile kaybetmeden kendinize gelin” diye ihtar etmiştir. 57 Yaklaşacak olan; kıyâmet, ölüm yaklaştı. 58 Onu Allah'ın astlarından kaldıracak/ buna engel olacak kimse yoktur. (Necm/57, 58) 1 İnsanlar için hesapları yaklaştı. Onlar ise aldırmazlık içinde, mesafeli duran kimselerdir. (Enbiya/1) 97 Ve gerçek vaat yaklaştığı zaman kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kişilerin gözleri dönüverir: “Eyvah bizlere! Kesinlikle biz bundan bilgisizlik/duyarsızlık içindeydik. Aslında biz yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler idik.” (Enbiya/97) 1 O saat/kıyâmetin kopuş anı yaklaştırıldı. Ve her şey açığa çıkarıldı. (Kamer/1) Ayetteki “O zaman kalpler yutkunarak gırtlaklara dayanmıştır” ifadesi, sıkıntı ve bunalımı, aynı zamanda korkuyu ifade eden bir deyimdir. Yoksa gerçekten kalpler kopup ağza gelmez. Bu ifadeyi pekiştiren birçok ayet vardır: 10 Hani onlar, üst tarafınızdan ve sizden daha aşağıdan size gelmişlerdi. Ve hani gözler kaymıştı, yürekler gırtlaklara ulaşmıştı. Ve siz Allah hakkında zan yaptıkça zan yapıyordunuz. (Ahzab/10) 83-85 Ancak can boğaza gelip dayandığı zaman, siz de o zaman, onun karşısında bekliyorsunuz, Biz ise ona sizden daha yakınız. Velâkin siz görmezsiniz. (Vakıa/83- 85) 24 Ve yüzler de var ki, o gün asıktırlar; 25 zannederler ki kendilerine “Belkıran” yapılıyor. 26-30 Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Köprücük kemiklerine dayandığı, “Çare bulan kimdir!” denildiği ve can çekişen kişi bunun o ayrılık anı olduğunu anladığı ve bacak bacağa dolaştığı zaman; işte o gün sürülüp götürülmek, sadece Rabbinedir. (Kıyamet/24- 30) Ayetin son cümlesindeki “zalimler” ifadesi ile kastedilenler ise müşriklerdir. 19
  • 20. 19 Allah, gözlerin hainliğini ve göğüslerin gizlediğini bilir. 20 Ve Allah hakkı gerçekleştirir. Onların O'nun astlarından yalvardıkları kimseler hiçbir şeyi gerçekleştiremezler. Şüphesiz Allah, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir. Ölüm ve sonrasında gerçekleşecek olan olaylarla uyarı yapıldıktan sonra Rabbimiz bu iki ayette de gözlerin hainliğini ve akıllarda tasarlanmış ama dışa vurulmamış olanları da bildiğini bildirerek uyarısına devam etmektedir. O’ndan herhangi bir şeyi saklamanın, O’ndan kaçmanın, saklanmanın imkânı yoktur. Öyleyse bu gerçeği göz ardı etmeden hareket etmelidir. Ayetteki “gözlerin hainliği” ifadesi dikkat çekicidir. İnsanlar açısından en kapalı suç, gözle yapılan suçtur. Öyle ki, bu suçlar başkaları tarafından teşhis ve tespit edilemezler. Allah ise bunları da bilmektedir. Bunları bilen, el ve ayak gibi organlardan ortaya çıkan kusurları, ihanetleri zaten bilir. “Gözlerin hainliği” ifadesini müşriklerin Resulullah ve müminlere olan kinli ve ihanet içeren bakışları olarak da anlamak mümkündür. 51 Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler, o öğüdü/Kur’ân'ı işittikleri zaman az daha seni bakışlarıyla gerçekten devirecekler; sana yiyeceklermiş gibi bakacaklar ve “O şüphesiz bir delidir/gizli güçlerin desteklediği biridir” diyecekler. (Kalem/51) 6 Peki, onlar üstlerindeki göğe bakmadılar mı ki, onu Biz hiç yarığı olmadan nasıl bina etmişiz ve süslemişiz! (Kaf/16) Allah’ın göğüslerde olanları da bildiğini ifade eden onlarca ayet mevcuttur. Müşriklerin Allah’ın astlarından dua edip durdukları varlıklar ise herhangi bir şeyi gerçekleştiremezler. Bu hususu bildiren çok sayıda ayet vardır. 20. ayet Rabbimizin “ ‫سيميع‬‫س‬‫س‬ّ‫ل‬ ‫ال‬Semî’” ve “ ‫سير‬‫س‬‫البص‬Basîr” sıfatı ile bitmektedir. Burada sanki insanlara “Allah, sizin veli edindiğiniz ilahlar gibi kör ve sağır değildir. Dolayısıyla bir kimseyi yargılarken O'ndan bazı ayrıntılar gizli kalmaz” şeklinde bir mesaj verilmektedir. 21 Onlar yeryüzünde gezmediler mi ki kendilerinden önceki kişilerin sonları nasıl olmuş görsünler. Onlar, yeryüzünde kuvvetçe ve eserce kendilerinden daha çetin idiler. Yine de Allah onları günahları sebebiyle alıverdi. Ve kendileri için Allah'tan koruyan biri olmadı. 22 İşte bu, şu sebepledir: Kendilerine elçileri apaçık delillerle geliyorlardı da onlar küfrettiler; inanmadılar. Bunun üzerine Allah da kendilerini alıverdi. Şüphesiz O, güçlüdür, cezalandırması çok çetindir. 20
  • 21. Bu ayetlerde müşrikler, gelip geçtikleri yerlerde gördükleri eski uygarlıkların kalıntılarından ibret almaya davet edilmektedir. Akıllı insan, tarihi olgulardan ibret alandır. Çünkü geçmiş kâfirler, şimdiki kâfirlerden daha kuvvetli ve yeryüzünde daha tesirli idiler. 21. ayetin başlangıcındaki “Onlar yeryüzünde gezmediler mi?” sorusu bir “istifham-ı inkari” olup “bunları görüp duruyorlar da niçin ibret almıyorlar?” demektir. 128 Meskenlerinde gezip durdukları şu kendilerinden önce yok ettiğimiz bunca nesiller, onlar için kılavuz olmadı mı? Şüphesiz ki bunda akıl sahibi olanlar için nice deliller vardır. (Ta Ha/128) 46 Peki onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, akıl edecekleri kalpleri ve işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur. (Hacc/46) Kur’an’da eski medeniyetler ile ilgili bilgi edinip onlardan ibret almayı öğütleyen daha pek çok ayet vardır. 23,24 Andolsun Mûsâ'yı Firavun'a, Hâmân'a ve Karun'a âyetlerimizle ve açık bir delil ile elçi olarak gönderdik de onlar: “Bu bir sihirbaz, büyük bir yalancıdır” dediler. 25 Böylece Mûsâ, katımızdan kendilerine bir hak ile geldiği zaman onlar: “Mûsâ ile birlikte iman etmiş kişilerin oğullarını katledin; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirin, kadınlarını ise sağ bırakın” dediler. Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin düzeni, boşa çıkmakta olandan başkası da değildir. 26 Ve Firavun: “Bırakın beni, öldüreyim Mûsâ'yı, o da Rabbini çağırsın. Şüphesiz ben o'nun, sizin dininizi değiştirmesinden veyahut yeryüzünde kargaşa çıkarmasından korkuyorum” dedi. 27 Mûsâ da: “Şüphesiz ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim Rabbim ve sizin Rabbiniz'e sığınırım” dedi. Geçmiş medeniyetlerin araştırılıp ibret alınması istendikten sonra, ortaya hemen bir ibret tablosu konmuştur. Bu tablo, 23- 46. ayetlerde anlatılan “Musa’nın tebliği, Firavun ve çevresindekilerin Musa’ya karşı koyuşları ve karşı koyanların helaki” tablosudur. Ayetlerde söz konusu olaylara çok kısa değinilmiştir. Bu olaylarla ilgili detay geçmiş surelerde [A’raf, Ta Ha, Şuara ve Kasas’ta] bulunmaktadır. Firavun, Musa (as) kendisine gelip de Allah’ın elçisi olduğunu duyurunca, Allah’ın elçisini sihirbazlıkla ve yalancılıkla itham etmiştir. Elçi Allah’ın ayetlerini ulaştırdıktan sonra da Allah’ın gücü karşısında dayanamayacağını hesap etmeden ““Mûsâ ile birlikte iman etmiş kişilerin oğullarını katledin; eğitimsiz- öğretimsiz, mesleksiz bırakarak güçsüzleştirin; kadınlarını ise sağ bırakın” dediler. Bırakın beni, öldüreyim Musa'yı, o da Rabbini çağırsın!” diyerek güçsüzleştirme, direnci kırma planları yapmış, bu şeni planını da “Şüphesiz ben onun sizin dininizi değiştirmesinden veyahut yeryüzünde kargaşa çıkarmasından korkuyorum” sözleriyle gerekçelendirmiştir. Not: 21
  • 22. Firavunun uyguladığı güçsüzleştirme programını ifade eden ayetlerde geçen “katl” ve “zebh” sözcükleri mecazidir. Bu konuda A’raf suresinin 141. Ayetinin tahlilinde ayrıntılı açıklama yapılmıştır. Sözü edilen bu plan, Firavun yönetiminin İsrailoğulları’na yönelik tasarladığı ikinci güçsüzleştirme planıdır. Birincisi, Kasas/4’te anlatıldığı üzere, Musa’nın (as) doğduğu yıllarda olmuştu. Allah’ın Musa’nın (as) annesine vahyi sayesinde Musa (as) suya bırakılıp Firavun ailesine buldurularak sarayda şehzade olarak yetiştirilmişti. Firavun’dan nakledilen “Bırakın beni, öldüreyim Musa'yı” ifadesi, Firavun’un Musa’yı (as) öldürmesine adamları tarafından mani olunduğu intibaını vermektedir. Anlaşılan o ki, Firavun’un çevresinde ya Musa’ya (as) inanmış kimseler vardı, ya da en yakınındaki adamları Firavun’a “Musa'yı öldürme, çünkü o, güçsüz bir sihirbazdır. Onun sihri ile sana üstün gelmesi mümkün değildir. Bu nedenle, eğer onu öldürürsen, insanların kafasına ve kalplerine bir şüphe sokmuş olursun. Sonra da onlar, ‘Musa haklı idi. Firavun ve taraftarları ona karşılık veremedikleri için onu öldürdüler’ derler” demekteydiler. Belki de onlar, Firavun’un Musa (as) ile boğuşup durmasının işlerine yarayacağını, ikisi arasındaki mücadele devam ederken yönetimde istedikleri gibi rahat davranacaklarını düşünmüşlerdi. Firavun’un “Bırakın beni, öldüreyim Musa'yı” demesinin şöyle bir nedeninin olması da ihtimal dâhilindedir: Belki de Firavun Musa’dan (as) korkuyor, ona herhangi bir saldırı anında Allah’ın onu koruyacağına inanıyordu. Bu nedenle de, durumu kurtarmak için etrafındakilerin kendisini engellediği görüntüsünü veriyordu. Firavun’dan nakledilen “Şüphesiz ben onun sizin dininizi değiştirmesinden veyahut yeryüzünde kargaşa çıkarmasından korkuyorum” ifadesinden, Musa’nın (as) halktan kendine taraftarlar bulacağı, Mısır’da anarşi yaratacağı ve iktidara tehdit oluşturacağı yönünde Firavun’da büyük bir kaygı oluştuğu anlaşılmaktadır. DİN NEDİR? “Din” sözcüğü, yukarıdaki ayette, Mâûn suresinde gördüğümüz “ceza/karşılık” anlamından ayrı olarak “toplum nizamı, yaşam kurallarının bütünü, yani şeriat” anlamında kullanılmıştır. Ancak bu sözcük ile kastedilen düzen, sadece Allah'ın koyduğu ilkeleri kapsayan Hakk Düzen'den ibaret olmayıp insanlar tarafından kurulan beşeri düzenleri de kapsamaktadır. Bu anlamda din, ister hak ister batıl olsun, ister Allah ister insanlar tarafından kurulmuş olsun, her türlü toplum nizamı, yaşam kurallarının bütünü demektir. Bu durumda gerek Mekkelilerin ve Mısırlıların oluşturdukları düzenler, gerekse bugünkü toplumlarda oluşmuş bulunan kapitalizm, sosyalizm, liberalizm, komünizm gibi ekonomik düzenler de birer din sayılmalıdır. Kurallarını Allah'ın koyduğu Hakk Din ise Kur'an'da “Allah'a ait din”, “Ed- Dinü’l-Hanif”, “Ed-Dinü’l-Kayyim”, “Muhlisine lehü’d-Din”, “Ed-Dinü’l-Halis” ve “İslâm” adlarıyla yer almıştır. Kelâm bilginleri “Hakk Din”i şöyle tarif etmişlerdir: “Hakk Din, Yüce Allah'ın kullarını hakka ulaştırmak üzere peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara tebliğ ettiği, onları dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah'ın koyduğu hükümlerdir.” 22
  • 23. Hakk Din ile diğer beşeri dinler, yasama ve yürütme açısından birbirlerinden farklıdırlar, ayrıktırlar; birleşemezler, kesişemezler. Zaten birleşmemeli ve kesişmemelidirler. Hakk Din'in Allah tarafından belirlenmiş, siyasî, iktisadî, hukukî ana ilkeleri vardır. Doğal olarak beşerî dinlerin de bu konularda ilkeleri vardır. Bu noktada Müslüman kendi dinini, Müslüman olmayan da kendi dinini/düzenini yaşamalıdır. Kimse bir diğerininkine karışmamalıdır. Fitne olmadığı sürece Müslüman, Müslüman olmayana zor kullanmamalıdır. Müslüman da İslam’ın ilkelerinin tamamını kabullenmeli, saf dinine yapay dinlerin ilkelerinden karıştırmamalıdır. Hak Din’deki herhangi bir ilkenin yerine yapay dinlerden bir ilke benimsenmesi, Rabbimizin Bakara/85’deki beyanı gereği kâfirliktir. Herkesin mertçe, sonucuna katlanmak kaydıyla mümin veya kâfir olma özgürlüğü vardır. Bu konu hakkında Kafirûn suresinin tahlilinde açıklama yapıldığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. 28,29 Ve Firavun ailesinden imanını saklayan bir babayiğit adam: “Bir adamı, Rabbim Allah dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o, kesinlikle size Rabbinizden delillerle gelmiştir. Ve eğer o, bir yalancı ise bir bakarsın ki o'nun yalanı kendi aleyhine oluvermiştir. Ve eğer doğru ise size yaptığı tehditlerin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, aşırı giden bir yalancı kişiye kılavuz olmaz. Ey toplumum! Yeryüzünde açığa çıkmış olarak bugün yönetim sizindir. Peki, eğer gelecek olursa Allah'ın hışmından bizi kim yardım edip kurtarır?” dedi. Firavun: “Ben size görüşümden başkasını göstermiyorum ve ben sadece size reşitliğin/akıllı olmanın yoluna kılavuzluk ediyorum” dedi. 30-35 Yine o iman etmiş olan kimse: “Ey toplumum! Şüphesiz ben, sizin hakkınızda Ahzâb'ın günü benzerinden; Nûh toplumunun, Âd'ın, Semûd'un ve daha sonrakilerin maceralarının benzerinden korkuyorum. Ve Allah, kulları için bir haksızlık, yanlışlık istemez. Ey toplumum! Şüphesiz ben, size gelecek o çağrışma-bağrışma/ kaçışma gününden; arkanıza dönüp kaçacağınız günden korkuyorum. Sizin için Allah'tan koruyan biri yoktur. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. Ve andolsun ki, bundan önce size Yûsuf delillerle gelmişti. O zaman da o'nun size getirdiği şeylerde şüphe edip durmuştunuz. Sonunda o öldüğünde de, “Bundan sonra Allah, asla elçi göndermez” dediniz. Allah, şu kendilerine gelmiş bir güç olmaksızın, Allah'ın âyetleri/alâmetleri/göstergeleri hakkında mücâdele eden, aşırı giden, şüpheci olan kişileri işte böyle şaşırtır. Bu durum, Allah katında ve iman edenler yanında buğz olarak büyüktür. İşte Allah, her böbürlenen zorbanın kalbi üzerine damga basar” dedi. Bu ayet grubunda, Firavun’un yakınlarından iman etmiş, o güne kadar da imanını gizlemiş mümin bir kişinin Firavun ile Musa’nın (as) mücadelesi anında ortaya çıkarak Firavun ve çevresini uyardığı, çok makul ve mantıklı gerekçeler anlatarak onlara öğütler verdiği, Musa’yı (as) en güzel biçimde savunarak Firavun’dan gelecek sıkıntıları bertaraf etmeye gayret ettiği beyan edilmiştir. Anlıyoruz ki, Rabbimiz bu aşamada başka bir salih kulunu devreye sokmuştur. Mümin kulun beyanlarından anlaşıldığına göre, bu kul sıradan biri olmayıp ilahiyat konusunda ileri derecede bilgiye ve inanca sahiptir. Dünya ve ahirete dair birçok şey bilmektedir. İyilik ve kötülüğün karşılığının ahirette tastamam alınacağı konusunda son derece bilinçli ve inançlıdır. 23
  • 24. Mümin kişinin ağzından nakledilen ifadeler, İslami ilkeleri içeren gayet açık ve beliğ bir hitabe örneğidir. Firavun’un ehlinden olan bu şahsın kim olduğu açıklanmamıştır. Klasik eserlerde onun Firavun’un amcasının oğlu olduğu, Firavun adına hareket etme yetkisine sahip olduğu ve emniyet müdürlüğü yaptığı, Kıpti bir kimse olduğu, ayrıca Kasas/20’de “Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için hakkında müzakere ediyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim” şeklinde konuşan kişinin de o olduğu yönünde yorumlar mevcuttur.6 Bir başka tarihçi7 bu kişinin adının “Habrek” olduğunu yazar. Bir başka tefsirci8 ise “Sem'ân” ya da “Habib” olduğunu veya kendisine “Harbil” veya “Hazbil” dendiğini söyler. Ne var ki, bu yorumlardan hiçbirisi de kesin bilgiye dayanmamaktadır. Suredeki pasajdan anlaşılacağı üzere, o, Firavun’un ehlinden ve sarayda divan toplantılarına katılan birisidir. Yusuf suresinde “racül” sözcüğünün mutlak “erkek” demek olmayıp “olgun insan” demek olduğunu açıklamıştık. Buradan hareketle, imanını o safhaya kadar gizleyip de Musa’yı savunmak için ortaya çıkan bu kişinin Firavun’un eşi olması mümkündür. TENÂD [ÇAĞIRIŞMA-BAĞRIŞMA/KAÇIŞMA]GÜNÜ “Mümin kul”un Firavun ve avenesine yaptığı hitabede kıyamet günü “ ‫ساد‬‫س‬‫التن‬ Tenâd” günü olarak nitelenmiştir. “Ninda” kökünden gelmiş olan “ ‫ساد‬‫س‬‫التن‬tenâd” sözcüğü “bağrışma- çağrışma” anlamına gelir. Kur’an’daki bu sözcük “ ‫د‬ّ‫ل‬‫تنا‬tenâdd” şeklinde de okunmuştur. Bu kıraat dikkate alındığında ise kelimenin kökü “‫د‬ ‫د‬ ‫ن‬ ndd” olup “kaçışma” anlamına gelir.9 Asıl kıraate göre kıyamet gününe “tenad” adının verilmesi, insanların o gün birbirlerine yüksek sesle çağrışacaklarından dolayıdır. Kur’an’da insanların birbirine çağırmasını, bağırmasını konu eden birçok ayet (Araf/42, 45, 50, Müddessir/38-48, İsra/71, Furkan/13, 14, Furkan/27-29, Kehf/49, Hakka/19, 20, 25, 26, Enbiya/97,14, 46, Ya sin/52, Saffat/19, 20, Kalem/31, Abese/34, 36) vardır. “Mümin kul”un yine aynı hitabesinde “İşte Allah, her böbürlenen zorbanın kalbi üzerine damga basar” dediği görülmektedir. Allah’ın kalpleri mühürlemesi, kişilerin hakikate karşı gözlerini ve kulaklarını kapatmaları ve ondan kaçmalarıdır. Bu konudaki açıklamalarımız Tin suresinin tahlilinde verildiğinden, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. Firavun’un ayette nakledilen “ben sadece size reşadın yoluna kılavuzluk ediyorum” şeklindeki ifadesine göre, Firavun Musa’nın (as) tebliğ ettiği yolu “kötü yol” olarak kabul etmekte, kendi yolunun da “doğru yol” olduğunu ileri sürmektedir. Bu, Firavun’un ve çevresindeki şeytanların şakşakçılığından kaynaklanmaktadır. Onlara kendi yollarını şeytan süslü göstermektedir: 43 Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta oldukları şeyleri çekici gösterdi. (En’am/43) 6 (Mukatil 7 (Taberi) 8 (Zemahşeri; Keşşaf; c. 3 s. 424) 9 (Lisanü’l Arab, c. 8, s.509 “nida mad.) 24
  • 25. 48,49 Hani o münâfıklar ve kalplerinde hastalık bulunan; zihniyeti bozuk kimseler, “Şu adamları dinleri aldattı” dedikleri sırada, o kötü niyetli komutan, onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara, “Bugün sizi insanlardan bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım” demişti. Sonra da, ne zaman ki iki topluluk birbirini görür oldu, o, iki topuğu üstünde geri döndü ve: “Şüphesiz ben sizden uzağım. Şüphesiz ben, sizin görmediğinizi görmekteyim, şüphesiz ben, Allah'tan korkmaktayım” dedi. Ve Allah, sonuçlandırması/ cezalandırması pek şiddetli olandır. Ve her kim Allah'a işin sonucunu havale ederse bilsin ki şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. (Enfal/48, 49) 103 De ki: “Ameller bakımından en çok zarara uğrayanları haber verelim mi? 104 Onlar, yapay olarak, güzellik ürettiklerini sanırken, dünyadaki çalışmaları da boşa gitmiş olan kimselerdir.” (Kehf/103, 104) 7 Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler; onlar için şiddetli bir azap vardır. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işleri yapmış kişiler; onlar için bir bağışlanma ve büyük bir ödül vardır. 8 Onun için, kötü ameli kendisine süslü gösterilen sonra da onu güzel gören kişi mi? Şüphe yok ki Allah dilediğini/dileyeni şaşırtır, dilediğine/dileyene de kılavuzluk eder. Onun için canın onlara karşı hasretlerle/ üzüntülerle sıkılıp gitmesin. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını çok iyi bilir. (Fâtır/7, 8) 36,37 Ve Firavun: “Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Mûsâ'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım. Ve şüphesiz ben o'nun yalancı olduğu kanısındayım” dedi. İşte böylece Firavun'a amelinin kötülüğü süslü gösterildi ve yoldan çıkarıldı. Ve Firavun düzeni, yalnızca kayba/ zarara uğratıp acı çekme içindedir. İman etmiş kişinin yaptığı uyarıdan sonra çevresindekilerin bu sözlerden etkileneceğinden korkan Firavun, Musa’nın (as) getirdiği tevhidi sınayacağını ve eğer doğru olduğu ortaya çıkarsa bunu çevresindekilerden gizlemeyeceğini; doğru olmadığı ortaya çıkarsa da dinleri üzerinde sabit kalmalarını sağlayacağını his- settirmek maksadı ile aklı sıra saldırmaya başlamış, veziri Haman’a “Ey Hâmân! Sebeplere; göklerin sebeplerine ulaşmam için bana bir kule yap da Musa’nın ilahına muttali olayım [Musa'nın ilâhının ne olduğunu anlayayım]. Ve şüphesiz ben onun yalancı olduğuna kaniyim” diyerek akla aykırı sözler söylemiştir. Firavunun Haman’dan bu talebi Kasas suresinde şöyle yer almıştı: 38 Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi. (Kasas/38) Burada kısaca değinilen olaylar, Şuara suresinde şöyle anlatılmıştı: 23 Firavun: “Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir ki?” dedi. 24 Mûsâ: “Eğer yakinen bilmiş olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbidir.” 25 Firavun, yanı başında bulunanlara “İşitmiyor musunuz?” dedi. 26 Mûsâ: “O, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir” dedi. 27 Firavun: “Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle gizli güçlerce desteklenen/delinin biridir” dedi. 28 Mûsâ: “Şâyet aklınızı kullansanız, O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir” dedi. 25
  • 26. 29 Firavun: “Benden başka ilâh edinirsen, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan yaparım” dedi. (Şuara/23-29) Firavun Haman’a o sözleri söylerken böyle bir tanrının olmadığını, Musa’nın yalan söylediğini ima etmek istiyordu. Firavun’un Haman’a böyle bir yapı [rasathane] yaptırıp yaptırmadığı açıklanmamıştır. Haman ile ilgili açıklamamızı Kasas suresinin tahlilinde yaptığımızdan, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. 38-44 Yine iman etmiş olan o kimse: “Ey toplumum! Bana uyun ki size akıllı olmanın yoluna kılavuzluk edeyim. Ey toplumum! Bu bayağı hayat ancak geçici bir kazanımdır. Âhiret ise kesinlikle durulacak yurdun ta kendisidir. Her kim bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir. Ve erkek veya kadın, her kim mü’min olarak düzeltmeye yönelik iş işlerse, artık onlar, orada hesapsızca rızıklanmak üzere cennete girerler.” Yine: “Ey toplumum! Bana ne oluyor ki, siz beni ateşe davet ediyorken ben sizi kurtuluşa davet ediyorum! Siz, beni, Allah'a inanmamaya ve benim için hiç bilgi olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya davet ediyorsunuz. Ben ise sizi o çok güçlü ve çok bağışlayıcı olan Allah'a davet ediyorum. Hiç inkâr edilemez ki, gerçekten sizin beni kendisine davet ettiğiniz şey, dünya ve âhirette kendisine bir çağrı olmayan şeydir. Ve şüphesiz dönüşümüz Allah'adır. Ve şüphesiz sınırı aşanlar, cehennem ashâbının ta kendileridir. Artık siz benim, sizin için söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ve ben işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını en iyi görendir” dedi. Firavun’un yakınlarından olup o güne kadar imanlı olduğunu gizlemiş olan kişi yeniden devreye girerek Firavun ve çevresine öğüt vermeye devam etmiştir. Bu ayet grubunda o öğütler nakledilmiştir. “YAKINDA ANACAKSINIZ!” İnançlı kişi sözlerini “Artık siz, benim sizin için söylediklerimi yakında anacaksınız” diye bitirmiştir. Bu sözler tehdit içeren bir nitelik taşımaktadır. Gerçekleşeceği belirtilen “anma, hatırlama” olayı Firavun ve avenesinin “boğulma” vakti olabileceği gibi, kıyamette insanın kıyamet dehşetlerini bizzat yaşadığı an da olabilir. 45,46 Sonra Allah o mü’mini onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun'un yakınlarını ise, azabın kötüsü; ateş kuşattı. Onlar sürekli olarak ateşe arz olunurlar. Kıyâmet kopacağı gün ise: “Firavun'un yakınlarını azabın en şiddetlisine sokun!” Bu ayetlerde, işini Allah’a havale eden mümin kişi ile onun karşısındaki Firavun, Haman ve Karun gibi inançsızların akıbetleri hakkında bilgi verilmektedir. Bu ayetler ile Allah yolunda olanların daima kurtulacakları, karşı duranların ise helak olacakları, dünya ve ahirette azaba çarptırılacakları mesajı verilmektedir. Ayetteki “Allah onu [o mümini], onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu” ifadesinden anlaşıldığına göre, Firavun bu mümin kişiye açıkça bir kötülük 26
  • 27. yapamamış, ona açıkça zarar vermeyi göze alamamış ve onu hile ile ortadan kaldırmayı düşünmüştür. Buradan da bu kişinin Firavun’a çok yakın bir kimse olduğu anlaşılmaktadır. Allah onların tüm planlarını altüst etmiştir. Bu ayetler “kabir azabı” inancına malzeme yapılmıştır. Halbuki bu ayetler Firavun’un dünyada çektiği sıkıntıları ve ahirette çekeceği cezayı nakletmektedir. Not: Sabah-akşam ifadeleri devamlılıktan, süreklilikten kinayedir. Gece-gündüz ifadeleri de aynıdır. 47 Ve onlar, ateş içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara: “Şüphesiz bizler size uyan kimseler idik. Şimdi siz bizden, ateşten bir bölümü savabiliyor musunuz?” derler. 48 Büyüklük taslayanlar: “Şüphesiz hep onun içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında hükmünü vermiştir” dediler. 49 Ve ateş içindeki kimseler, cehennem bekçilerine: “Rabbinize dua edin de bir gün olsun bizden azaptan biraz hafifletsin” dediler. 50 Bekçiler: “Size elçileriniz açık kanıtları getirmediler miydi?” diye sorarlar. Onlar: “Evet, getirmişlerdi” derler. Bekçiler: “Öyle ise kendiniz yakarın” derler. Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin yakarması sadece şaşkınlıktadır/ boşa çıkmıştır. Bu ayetlerde ahirete ait bir tartışma sahnesi aktarılmaktadır. Sahnede Firavun gibi büyüklük taslayanlar ile İsrailoğulları gibi zayıf düşürülmüşler yer almıştır. Buna benzer sahneler daha önce de birçok kez nakledilmişti. Ancak buradaki anlatım biraz daha detaylıdır. Müstekbirler [kibirli zalimler] ile mustazaflar [ezilenler] kendi aralarında şöyle tartışmaktadırlar: — Şüphesiz bizler size uyan kimseler idik. Şimdi siz bizden, ateşten bir bölümü savabiliyor musunuz? —Şüphesiz hep onun içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında hükmünü vermiştir.” Bu tartışmanın detayı A’raf suresinde verilmişti. 38 Allah, “Sizden önce geçmiş tanıdığınız-tanımadığınız ateş içindeki önderli toplumların içine girin!” der. Her toplum girdikçe kardeşini dışlayıp gözden çıkarır. Sonunda hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında, “Rabbimiz! İşte şunlar bizi saptırdı. Onlara ateşten kat kat azap ver” derler. Allah, “Herkese kat kattır, fakat siz bilmiyorsunuz” der. 39 Öncekiler de sonrakilere, “Sizin bize karşı fazlalığınız yoktur. O hâlde yaptıklarınızdan dolayı azabı tadın” derler. 40 Âyetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenen şu kimselere, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve/halat iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete girmeyeceklerdir. Biz suçluları işte böyle cezalandırırız. 41 Onlar için cehennemden yataklar, üstlerinden de örtüler vardır. Ve Biz, zâlimleri işte böyle cezalandırırız. (A’raf/38- 41) 49 ve 50. ayetlerde ise başka bir sahne yer almaktadır. Cehennemin ortasındaki suçlular ile cehennemin bekçileri arasında şu diyalog geçer: — Rabbinize dua edin de bir gün olsun bizden azaptan hafifletsin. — Size elçileriniz açık kanıtları getirmediler miydi?” diye sorarlar. Onlar: — Evet [getirmişlerdi]. 27
  • 28. — Öyle ise kendiniz dua edin! Diyalogdan anlaşıldığına göre, ateş içindeki suçlular doğrudan Allah’a yalvarmayıp bekçilerden Allah’a aracı olmalarını istemektedirler. Bunun nedeni, Allah’a yüzlerinin olmayışı, 52. ayette de görüleceği gibi, Yüce Allah’ın onları lanetlemiş olmasıdır. 101 Artık Sûr'a üflendiği zaman, işte o gün aralarında soy-sop ilişkisi yoktur, kimse kimseden bir şey isteyemez de. 102 Böylece kimlerin tartıları ağır basarsa, işte onlar asıl kurtuluşa erenlerdir. 103 Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine yazık etmişlerdir; cehennemde sürekli kalıcıdırlar. 104 Orada onlar, dişleri sırıtır hâlde iken ateş yüzlerini yalar. 105 Benim âyetlerim size okunmadı mı? Siz de onları yalanlıyor muydunuz? 106,107 Dediler ki: “Rabbimiz! Azgınlığımız bizi yendi ve biz, bir sapıklar topluluğu olduk. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha aynısını yaparsak işte o zaman gerçekten biz yanlış; kendi zararlarına iş yapanlarız.” 108 Allah dedi ki: “Sinin oraya! Bana konuşmayın da. 109 Şüphesiz Benim kullarımdan bir grup: “Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize merhamet et, Sen merhametlilerin en iyisisin” diyorlardı. 110 İşte siz onları alaya aldınız; sonunda da onlar, size Benim anılmamı, öğüdümü unutturdu/terk ettirdi. Ve siz onlara gülüyordunuz. 111 Şüphesiz ki bugün Ben, sabretmelerine karşılık, onları ödüllendirdim; onlar, kazançlı çıkanların ta kendileridir.” (Müminun/101- 110) 51 Şüphesiz Biz, elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit dünya yaşamında ve şâhitlerin kalktığı/şâhitlik edecekleri günde kesinlikle yardım ederiz. 52 O gün şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapan kimselere özür dilemeleri yarar sağlamaz. Ve onlara dışlanarak mahrum bırakılma vardır, yurdun en kötüsü de onlar içindir. Rabbimiz elçilere ve inanmış kişilere dünya hayatında ve şahitlerin kalktığı gün [ahiret günü] yardım edecek, tanıkların ayağa kalktığı gün müşriklerin mazeretleri kendilerine hiçbir fayda vermeyecektir. Rabbimiz onları rahmetinden uzak tutup kendilerine yurtların kötüsünü [cehennemi] verecektir. 21 Allah: “Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır. (Mücadile/21) 7 Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz, Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar. (Muhammed/7) 4 O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye mü’minlerin kalplerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusu/moral indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah'ındır. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır. (Fetih/4) 139 Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz. (Al-i Imran/139) 171-173 Ve andolsun ki gönderilen kullarımız/ elçilerimiz hakkında bizim sözümüz geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip gelenlerin ta kendisidir.” (Saffat/171- 173) 28
  • 29. 52. ayette konu edilen “zalimler”, birçok yerde ifade ettiğimiz gibi, müşriklerdir. “... zalimlere özür dilemeleri fayda vermez” ifadesi, müşriklerin orada rahmet edilmeyeceğine, kesinlikle cehennemden çıkarılmayacağına delalet etmektedir. LÂNET [LA‘NET]: ‫اللعنة‬ [la‘net], “kovmak, uzaklaştırmak, iyilik ve faydadan mahrum bırakmak” anlamındaki la‘n sözcüğünden türemiş bir sözcüktür. Eski Araplar bu sözcüğü “ailenin veya sülalenin bir ferdinin dışlanması” anlamına kullanırlardı. ‫لعين‬ [la‘în] ve ‫ملعون‬ [mel‘ûn] sözcükleri de buradan gelmiştir. La‘net Allah tarafından olursa, “dünyada iyilikten, âhirette de lütuf ve merhametten mahrum bırakma”; insanlar tarafından olursa, “küfür, dışlama, sövme, hakaret ve beddua” anlamında kullanılır.10 Rabbimizin insanları sınaması, öğretmek için değil, dünya ve ahırete tanık oluşturmak içindir. Kimmse hakkındaki karara itiraz edemesin. Tıpkı okullardaki öğretmenlerin öğrencilerini sıvav yapma amacının, öğrencilerden öğrenmek olmayıp sınava giren öğrencilerin durumunun belirlenmesi, şahitlendirilmesi olduğu gibi. Kıyamet gününde insanlar için, kendi nefsi, yakınları, toplumu, elçiler ve vahyler tanıklık edecektir. Bu konuyla ilgili şu ayetlere de bakılabilir. Bakara/ 143, Hacc 78, Fecr/21-23, , Nisa/ 41, 159, Nahl /84, 89, Kaf/ 21, Mü’min /51, Hud/18, 19, Kasas/ 75, Fussılet /20-22, Nur/ 24, Ya Sin/ 65, Furkan/30, Maide/116-118. 53,54 Ve andolsun ki Biz, temiz akıl sahiplerine bir yol gösterici ve bir hatırlatma olmak üzere Mûsâ'ya “yol gösterme” verdik ve İsrâîloğulları'na o kitabı miras bıraktık. 55 O hâlde sabret. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Günahın için affedilme iste, sürekli olarak Rabbinin övgüsüyle birlikte Kendisini tüm noksanlıklardan arındır. Bu ayet gurubunda, Musa peygamber de hatırlatılarak peygamberimiz teselli edilmiş ve kendisinden görevini sabırla sürdürmesi, günahı için affedilme istemesi, sürekli Rabbini överek tesbih etmesi istenmiştir. 56 Şüphesiz kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın âyetleri/alâmetleri/göstergeleri hakkında mücâdele edenler; onların göğüslerinde ancak yetişemeyecekleri bir kibir vardır. Sen hemen Allah'a sığın. Şüphesiz O, en iyi işiten ve en iyi görendir. Bu ayette müşriklerin ne kadar zavallı oldukları anlatılarak ellerinde hiçbir kanıtları, güçleri olmadan Allah’a karşı çıkmaları kınanmaktadır. Kuru bir kibir sahibidirler ve delilsiz hareket etmektedirler. Kur’an’da bir eksiklik, yetersizlik, tutarsızlık buldukları için değil, kibirlerinden dolayı, Elçi’yi kıskandıkları için böyle yapmaktadırlar. 10 (Lisanü’l Arab; c.8, s. 91, 92) 29
  • 30. Bizim baz aldığımız Mushaf'ta bu ayetin Medeni olduğu zikredilir. Bazı müfessirler bu ayetin Yahudilerin büyüklenerek Peygamber'e Mesih Dcccal'ın sahipleri olduğunu, sonra onun ortaya çıkarak dünyaya hakim olacağını, düşmanlarını ortadan kaldıracağını, Yahudilerin geçmiş otorite ve krallıklarını geri getireceğini söylemeleri üzerine indirildiğini rivayet ederler. Bunu rivayet eden müfessirler, Allah'ın Peygamber'e, onun fitnesinden kendine sığınmasını emrettiğini söylerler.11 Hâlbuki bu ayette verilen mesaj yukarıda 34. ayette de verilmişti. Ayetlerde bahsedilen konu Mekke’de cereyan eden olaylardır. O nedenle bu ayetin Medeni olması uzak bir ihtimaldir. 57 Elbette göklerin ve yerin oluşturulması, insanların oluşturulmasından daha büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar. 58 Ve kör ile gören eşit olmaz. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış olanlar ve kötülük yapanlar da eşit değildir. Ne kadar da az düşünüyorsunuz! 59 Şüphesiz o kıyâmet kopuş anı, elbette gelecektir. Onda hiç şüphe yoktur. Fakat insanların çoğu inanmıyorlar. Bu ayet gurubunda inkârcılara ahiretin kesinlikle olacağı delillerle ispat edilmekte ve bu delilleri idrak edemeyenler kör olarak nitelenmektedir. 124-126 Kim Benim anılmamdan/ Benim öğüdümden mesafeli durursa, hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim/ yaşam vardır. Kıyâmet günü de onu kör olarak kıyâmet günü toplantı alanına toplarız. O der ki: “Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak bu yere çıkardın?” Allah der ki: “Bu böyledir, âyetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun/cezalandırılıyorsun.” (Ta Ha/124- 126) 57. ayette, öldükten sonra dirilişi inkâr edenlere karşı getirilen akli bir delil söz konusudur. Sanki müşriklere: “Göklerin ve yerin yaratılması, insanların ya- ratılışının tekrarlanmasından daha büyüktür, zordur ve karmaşıktır. dolayısıyle gökleri ve yeryüzünü yaratabilen Allah insanı yeniden niye yaratamasın?” denilmektedir. 36 Yoksa o insan başıboş bırakılacağını mı sanır? 37 O, ayarlanmış meniden bir nutfe değil miydi? 38 Sonra bir embriyon idi de sonra onu oluşturmuş, sonra da düzene koymuştur; 39 ki ondan da iki eşi; erkek ve dişiyi var etmiştir. 40 Peki, bütün bunları yapan, ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir? (Kıyamet/36- 40) 60 Ve sizin Rabbiniz: “Bana yalvarın, dua edin ki size karşılık vereyim. Şüphesiz Bana kulluk etmekten büyüklenen kimseler yakında horlanmış olarak cehenneme gireceklerdir” dedi. Rabbimiz bu ayetinde herhangi bir şarta bağlamadan kullarının kendisine dua ve yalvarışta bulunmalarını istemekte; dua edenlere karşılık vereceğini, kendisine ibadet ve dua etmekten büyüklenenleri ise aşağılanmış olarak cehenneme sokacağını bildirmektedir. Ayette dolaylı olarak verilen diğer bir mesaj da, 11 (Derveze; et-Tefsirü’l Hadis) 30
  • 31. insanların dua ve ibadetlerinde sadece Allah’a yönelmeleri gerektiğidir. 186 Ve kullarım sana Benden sordukları zaman, biliniz ki şüphesiz Ben çok yakınımdır. Bana yakarınca, yakaranın yakarışına cevap veririm. O hâlde rüşte ermeleri için, onlar da Bana karşılık versinler ve Bana inansınlar. (Bakara/186) 77 De ki: “Yakarışınız olmasa, Rabbim size değer verir mi ki de siz, kesinkes yakarmadınız, yalanladınız? Artık yakarmama, yalanlama sizin ayrılmazınız olacaktır; kendinizi bu durumdan kurtaramayacaksınız.” (Furkan/77) Görüldüğü gibi, Rabbimiz kullarına vereceği karşılığı “Bana dua edin ki size karşılık vereyim” hükmüyle doğrudan kendisine dua edilmesi, yani kendisinden istenmesi şartına bağlamıştır. Buradan çıkarılması gereken sonuç, duayı ancak Allah’ı hakkıyla takdir edenlerin yapabileceği gerçeğidir. Çünkü kişinin önce nasıl bir ilaha yalvaracağını bilmesi, sonra da O’ndan istemesi gerekmektedir. Böyle yapılmayan dualar yanlış adrese gönderilen dilekçelere benzer. Hem yerine ulaşmaz hem de alan hiçbir şey yapmaz. Allahın dışında hiç kimse; peygamberler, yatırlar, şeyhler, ağabeyler, üstatlar insanın duasını duymaz ve yardımcı olmazlar. 61 Allah, içinde dinlenesiniz diye geceyi, göz açıcı bir aydınlık olarak da gündüzü sizin için ayarlayandır. Şüphesiz Allah insanlara karşı bir armağan sahibidir. Velâkin insanların çoğu verilen nimetlerin karşılığını ödemezler. 62 İşte, her şeyin oluşturucusu Rabbiniz Allah budur. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. O hâlde nasıl oluyor da döndürülüyorsunuz! 63 İşte Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr eden kimseler böyle çevriliyorlar. 64 Allah, sizin için yeryüzünü bir karargâh, göğü de bir bina yapan, size şekil veren, –ki şekillerinizi ne de güzel vermiştir– ve sizi temiz şeylerden rızıklandırandır. İşte O, Rabbiniz Allah'tır. –İşte, âlemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir!– 65 O, diridir, O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Bu nedenle, dini sadece O'nun için arındıranlardan olarak O'na dua edin. Tüm övgüler yalnız âlemlerin Rabbi Allah'adır; başkası övülemez.” Bu ayet grubunda Rabbimiz insanlara verdiği nimetlerden bazılarını sayarak kendisini tanıtmaktadır. Pasajı bir önceki ayetle irtibatlandırarak bu tanıtmanın amacının “Niçin sadece Allah’a dua edilmesi gerekir?” şeklindeki zımni bir soruyla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki: Rabbimiz kullarına dua etmeyi emredince kullar da sanki O’na “insanın dua etmeden önce mutlaka dua edeceği gücü tanıması gerekir. Şu halde, Senin Kadir bir ilah olduğuna dair delil nedir?” diye sormuşlar, bunun üzerine Rabbimiz de kendi varlığına, kudretine ve tasarruflarına ait birçok kanıtı orta koymuştur: * Allah, içinde dinlenesiniz diye geceyi, göz açıcı bir aydınlık olarak da gündüzü sizin için kılandır. 31