SlideShare a Scribd company logo
1 of 47
59 ZÜMER [GURUPLAR] SURESİ
GİRİŞ:
Adını 71 ve 73. ayette geçen “ ‫مر‬‫م‬‫زم‬zümer [guruplar]” sözcüğünden alan bu
surenin, Mekke’de 59. sırada indiği kabul edilir. 20. ayetteki “ ‫غرف‬guref [köşkler]”
sözcüğüne binaen, “guref [köşkler]” suresi de denilir. Bazı kaynaklarda 53- 55.
ayetlerin Medenî olduğu ileri sürülse1
de, mesaj bütünlüğüne bakıldığında bu
görüşün isabetsiz olduğu anlaşılmaktadır.
Sure, Kur’an’ın tanıtımı ile başlamakta ve Allah’a hamd ile bitmektedir. Surenin
ana ekseni iman ve tevhiddir. Gerçek iman ve gerçek imanın yansıması detaylı bir
şekilde açıklanmakta, imana ulaşılması için gerek dış dünyadaki gerekse insan
bedenindeki birçok ayete dikkat çekilmektedir. Bu bağlamda kısa ve öz olarak akıl,
düşünce, bilginin önemi, iman-amel ilişkisi, kıyametin kopuşu gibi olaylara da
değinilmekte, inananlar ile inançsızların mukayesesi yapılmaktadır.
Surede mahşere ait birçok sahneye yer verilmiştir. Özellikle mahşerden [toplantı
alanından] cennet ve cehenneme yapılan guruplar halindeki sevk sahnesi çok dikkat
çekicidir. Ayrıca inanmayanların ahiretteki perişanlıklarından da birçok kesit
gösterilmektedir.
Surenin düzenli bir hitabe örneği konumunda oluşu, onun ya bir kerede indiğini,
ya da kısa zaman aralıklarıyla inen necmlerden oluştuğunu düşündürmektedir.
1
(Süyuti; el-İtkan)
1
MEAL:
RAHMAN RAHİM ALLAH ADINA
1
Bu kitabın indirilmesi, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi
mümkün olmayan; mutlak galip, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapan Allah'tandır.
2
Şüphesiz ki, Biz bu kitabı sana gerçekle indirdik. Öyleyse Din'i sadece
O'nun için arındırarak Allah'a kulluk et.
3
Dikkatli olun, halis din sadece Allah'a aittir. O'nun astlarından birtakım
yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinenler: “Allah'ın astlarından
edindiğimiz yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar, bizi Allah'a daha fazla
yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” Şüphesiz kendilerinin
ayrılığa/anlaşmazlığa düşüp durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm
verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere
kılavuzluk etmez.
4
Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, kesinlikle oluşturacağından,
dileyeceğini seçecekti. O, bundan arınıktır. O, bir tek, kahredici Allah'tır.
5
Bir tek, kahredici Allah, gökleri ve yeri hak ile oluşturdu, geceyi gündüzün
üstüne bürüyor, gündüzü de gecenin üstüne bürüyor. Güneşi ve ay'ı yararınıza
olan yapı ve işleyişte yaratarak hizmetinize sunmuştur. Hepsi de adı konmuş bir
süre sonuna akıp gitmektedir. İyi bilin ki O, çok güçlü ve çok bağışlayıcıdır.
6
O, sizi tek bir nefisten oluşturdu, sonra ondan eşini yaptı ve sizin için
hayvanlardan sekiz eş indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık
içinde, oluşturluştan sonra bir oluşturuluşla oluşturuyor. İşte bu, sahiplik,
yönetim yalnız Kendisinin olan Rabbiniz Allah'tır. O'ndan başka ilâh diye bir
şey yoktur. Öyleyse, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?
7
Eğer küfredecek; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedecek/
iyilikbilmezlik edecek olursanız, biliniz ki, şüphesiz Allah size hiçbir ihtiyacı
olmayandır ve O, kulları için, küfre; Kendisinin ilâhlığının ve rabliğinin
bilerek reddedilmesine/ nankörlüğe rıza göstermez. Ve eğer kendinize verilen
nimetlerin karşılığını öderseniz, sizin için ona razı olur. Hiç bir taşıyıcı, bir
başkasının yükünü çekmez. Sonra dönüşünüz yalnızca Rabbinizedir. Böylece
yapmış olduklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı
olanı iyi bilendir.
8
İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, bütün gönlünü O'na vererek
Rabbine yakarır. Sonra kendisine tarafından bir nimet lütfettiği zaman da
önceden O'na yakardığı hâli unutur da Allah'ın yolundan saptırmak için
O'na ortaklar oluşturur. De ki: “Küfrünle; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddedişinle biraz yararlan! Şüphesiz sen ateşin ashâbındansın.”
9
Ya da gece saatlerinde kalkan, boyun eğip teslimiyet göstererek, dikelerek,
ahretten çekinerek daima saygıda duran ve Rabbinin rahmetini uman o kimse,
öyle yapmayan gibi midir? De ki: “Hiç bilen kimseler ve bilmeyen kimseler eşit
olur mu?” Kesinlikle sadece temiz akıl sahibi olanlar öğüt alırlar/gereği gibi
düşünürler.
10
De ki: “Ey iman etmiş olan kullar! Rabbinizin koruması altına girin. Bu
dünyada iyilik-güzellik yapanlara bir güzellik vardır. Şüphesiz Allah'ın yeryüzü
geniştir. Ancak sabredenler, ödüllerini hesapsız tastamam alacaklardır.”
2
11,12
De ki: “Ben, kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah'a
kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir
verildi.”
13
De ki: “Şüphesiz Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından
korkarım.”
14-16
De ki, “Dinimi yalnız Kendisine arındırarak Allah'a kulluk ediyorum.
Buna rağmen siz, O'nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız.” De ki:
“Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyâmet gününde kendilerini ve ailelerini ve
yakınlarını kayba uğratanlardır.” –Dikkatli olun! İşte bu, apaçık bir kaybın ta
kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır.
İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: Ey kullarım! Benim korumam altına
girin.–
17,18
Ve tağuta kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yönelen kimseler,
kendileri için müjde olanlardır. Haydi, müjdele, sözü dinleyip de en güzeline
uyan kullarımı! İşte onlar, Allah'ın kendilerine doğru yol kılavuzu verdiği
kimselerdir. Ve işte onlar, kavrama yeteneği/temiz akıl sahibi olanların ta
kendileridir.
19
Peki, üzerine “azap kelimesi” hak olmuş kimse de mi? Artık ateşteki o
kimseyi sen mi kurtaracaksın?
20
Lâkin Rablerinin koruması altına girmiş olan o kişiler, kendileri için
Allah'ın vaadi olarak altlarından ırmaklar akan, kat kat köşkler olanlardır.
Allah vaadinden caymaz.
21
Sen, şüphesiz Allah'ın gökten bir su indirip de onu bir yoluyla
yeryüzündeki pınarlara koyduğunu, sonra onunla renkleri değişik bir ekin
çıkardığını, sonra onun olgunlaşıp da senin onu sararmış gördüğünü, sonra da
onu bir çöpe çevirdiğini görmedin mi/ hiç düşünmedin mi? Şüphesiz, bunda
kavrama yeteneği olanlar; temiz akıl sahipleri için kesinlikle bir öğüt/
hatırlatma vardır.
22
Peki, Allah kimin göğsünü İslâm'a açarsa, o zaman o, Rabbinden bir ışık
üzerinde olmaz mı? Öyleyse Allah'ı anmaya karşı kalpleri katılaşmış olanlara
yazıklar olsun! İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.
23
Allah, sözün en güzelini benzeşen anlamlı olarak, ikişerli bir kitap hâlinde
indirmiştir. Ondan, Rablerine saygısı olanların tüyleri ürperir. Sonra derileri ve
kalpleri Allah'ın anılmasına karşı yumuşar. İşte bu, Allah'ın rehberidir. Allah,
onunla dilediğini kılavuzlar. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu
gösteren biri yoktur.
24
Peki, kıyâmet günü şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara:
“Kazanmış olduğunuzun karşılığını tadın!” denilmişken, kendini azabın
kötülüğünden korumaya çalışan kimse mi daha hayırlıdır, yoksa kıyâmet günü
güven içinde gelecek kişi mi?
25,26
Onlardan önceki kimseler yalanladılar da kendilerine düşünemedikleri
yönden azap geliverdi. Sonra da Allah, onlara basit dünya hayatında rüsvalığı
tattırdı. Âhiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilir olsalardı!
27,28
Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir
okuma olarak; Allah'ın koruması altına girsinler diye bu Kur’ân'da insanlar
için her türlüsünden örnek verdik.
29
Allah, çekişip duran birtakım ortakları olan bir adam ile yalnız bir kişiye
bağlı selâmet içinde olan bir adamı örnek verdi. Bu ikisinin hâli hiç eşit olur
mu? –Tüm övgüler Allah'ındır; başkası övülemez.– Aksine olarak onların çoğu
bilmezler.
3
30
Şüphesiz sen kesinlikle öleceksin, şüphesiz onlar da kesinlikle
öleceklerdir.
31
Sonra şüphesiz siz kıyâmet gününde Rabbinizin huzurunda
tartışacaksınız.
32
Öyleyse Allah'a karşı yalan söyleyen ve doğru kendisine geldiği zaman
onu yalanlayandan daha yanlış; kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? O
kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için cehennemde
bir sığınak yok mu!?
33
Ve doğruyu getiren ve onu tasdik eden kişi; işte onlar, Allah'ın koruması
altına girmiş olan kişilerin ta kendileridir.
34,35
Onlar için Rableri nezdinde diledikleri şeyler vardır. İşte bu, Allah'ın,
onların önceden yaptıklarının en kötüsünü örtmesi, işlemekte bulunduklarının
en güzeline, ecirlerini karşılık olarak vermesi için iyilik-güzellik üretenlerin
karşılığıdır.
36
Allah, kuluna kâfi değil midir? Onlar ise seni, O'nun astlarından kimseler
ile korkutuyorlar. Ve Allah kimi şaşırtırsa, artık ona kılavuz olan biri yoktur.
37
Kime de Allah kılavuz olursa, artık onu da şaşırtan biri yoktur. Allah, çok
güçlü, suçluyu yakalayıp, cezalandırarak adalet sağlayan değil midir?
38
Ve sen, gerçekten onlara: “O gökleri ve yeri kim oluşturdu?” diye sormuş
olsan, kesinlikle “Allah!” diyeceklerdir. De ki: “Öyleyse Allah'ın astlarından
çağırdıklarınızı hiç düşündünüz mü? Eğer Allah, bana bir zarar vermek
istediyse, onlar O'nun zararını giderebilen kimseler midirler? Yahut bana bir
rahmet dilediyse, onlar O'nun rahmetini engelleyebilen kimseler midirler? De
ki: “Allah, bana yeter. Sonucu bırakanlar, yalnızca O'na sonucu bıraksınlar.”
39,40
De ki: “Ey toplumum! Siz bulunduğunuz yer üzere çalışın. Şüphesiz ben
de çalışan biriyim. Artık kendisini rüsva edecek azabın kime geleceğini ve kalıcı
bir azabın kimin üzerine yerleşeceğini yakında bileceksiniz.”
41
Şüphesiz Biz bu kitabı sana, insanlar için hak ile indirdik. O hâlde kim
kılavuzlandığı doğru yolu bulduysa artık kendi lehinedir. Kim de saptıysa artık
o, sırf kendi aleyhine olarak sapar. Ve sen onların üzerine onları ayakta tutan
bir sorumlu değilsin.
42
Allah, o nefisleri, ölmeleri sırasında, onlara geçmişte yaptıklarını ve
yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlatırır. Ölmeyenleri de
uyuduklarında; artık haklarında ölüm gerçekleştirdiklerini alıkoyar, diğerlerini
de adı konmuş bir süre sonuna kadar salıverir. Şüphesiz bunda düşünen bir
toplum için nice alâmetler/göstergeler vardır.
43
Yoksa onlar, Allah'ın astlarından birtakım destekçi, yardımcı, torpilciler
mi edindiler? De ki: “Onlar hiçbir şeye güç yetiremez ve akıl erdiremezse de mi
böyle yapacaksınız?”
44
De ki: “Bütün yardım, destek, kayırma Allah'ındır. Göklerin ve yerin
mülkü yalnızca O'nundur. Sonra yalnızca O'na döndürülürsünüz.”
45
Ve Allah, “bir tek” olarak anıldığı zaman âhirete inanmayan kişilerin
yürekleri burkulur da, O'nun astlarından olan kimseler anıldığı zaman derhal
yüzleri gülüverir.
46
De ki: “Ey göklerin ve yerin yoktan yaratıcısı/parçalayıcısı, görülmeyeni,
duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği ve varlıkların akıl ve duyularla
gözlenenlerini bilen Allah'ım! Kulların arasında, çekişip durdukları o şeyler
hakkında Sen hüküm vereceksin.”
47
Ve eğer bütün yeryüzündekiler ve onunla birlikte bir o kadarı da şirk
koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kişilerin olsaydı, kıyâmet günü
4
azabın kötülüğünden kurtulmak için onu kesinlikle kurtulmalık verirlerdi. Ve
onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah tarafından onlar için meydana
çıkarılır.
48
Ve kazandıklarının kötülükleri onlar için meydana çıkmış ve kendisiyle
alay edip durdukları şeyler, kendilerini çepeçevre sarmıştır.
49
İşte, insana bir sıkıntı dokunuverince Bize yalvarır, sonra kendisine
tarafımızdan bir nimet bahşettiğimiz zaman da: “O, bana bir bilgi üzerine
verildi” der. Aslında verilen nimetler, bir imtihan aracıdır. Velâkin onların
çoğu bilmezler.
50
Gerçekten “O bana bir bilgi üzerine verildi” sözünü, bunlardan önceki
kimseler de söyledi de o kazandıkları şeyler, kendilerine yarar sağlamadı.
51
Sonunda kazandıkları şeylerin kötülükleri, kendilerine isabet etti.
Şunlardan şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış olan o kimseler;
onların da kazandıkları şeylerin kötülükleri kendilerine isabet edecektir. Ve
onlar âciz bırakanlar değildir.
52
Hâlâ, şüphesiz Allah'ın, rızkı dilediğine yaydığını ve ölçülendirdiğini
bilmediler mi? Şüphesiz bunda iman edecek bir toplum için kesinlikle nice
alâmetler/göstergeler vardır.
53
De ki: “Ey nefislerine karşı sınırı aşmış olan kullar! Allah'ın rahmetinden
ümit kesmeyin. Şüphesiz Allah, günahları tümden bağışlar. Şüphesiz O, çok
bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
54
Ve size azap gelmeden önce Rabbinize yönelin ve O'na teslim olun. Sonra
yardım edilmezsiniz.
55-58
Ve ansızın azap gelmeden,
kişinin, “Allah'ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık bana!
Doğrusu ben alay edenlerdendim” demesinden
yahut “Allah, bana doğru yolu gösterseydi, her hâlde ben Allah'ın
koruması altına girmiş kimselerden olurdum” demesinden
veya azabı gördüğü zaman, “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik-
güzellik üretenlerden olsaydım” demesinden önce Rabbinizden size indirilenin
en güzelini izleyin.”
59
Tam tersi, sana âyetlerim geldi de sen onları hemen yalanladın,
büyüklük tasladın ve kâfirlerden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddedenlerden oldun.
60
Ve o kıyâmet günü, Allah'a karşı yalan söyleyen kişileri yüzleri kararmış
olarak göreceksin. -Kibirlenenler için cehennemde yer yok mu?-
61
Allah'ın koruması altına girmiş olan kişileri de Allah başarıları
sebebiyle/korunaklarında kurtarır. Onlara fenalık dokunmaz ve onlar
üzülmezler de.
62
Allah, her şeyin oluşturucusudur. O, her şeyin “belirli bir programa göre
ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan”ıdır.
63
Bütün göklerin ve yerin anahtarları yalnızca O'nundur. Allah'ın
âyetlerini örtbas eden kimseler; işte onlar, zarara uğrayanların ta kendileridir.
64
De ki: “Buna rağmen siz, bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi
emrediyorsunuz, ey cahiller!”
65,66
Ve andolsun ki sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi: “Andolsun ki
eğer ortak koşarsan amelin kesinlikle boşa gidecek ve kesinlikle kaybedenlerden
olacaksın. Onun için, tam aksine, yalnız Allah'a kulluk et ve sahip olduğu
nimetlerin karşılığını ödeyenlerden ol.”
5
67
Ve onlar Allah'ı hakkıyla takdir etmediler/değerlendirme yapamadılar.
Ve yeryüzü toptan, kıyâmet günü O'nun avucundadır. Gökler de O'nun
kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından arınık ve çok yücedir.
68
Ve sûra üflenmiştir de Allah'ın dilediği hariç, göklerde kim var, yerde
kim varsa çarpılıp yıkılıvermiştir. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir de
onlar kalkmışlar karşıda bakıp duruyorlar.
69
Ve yeryüzü Rabbinin nûruyla aydınlanmış, kitap konulmuş,
peygamberler ve tanıklar getirilmiş ve aralarında hak ile karar verilmiştir. Ve
onlara haksızlık edilmez.
70
Ve Allah, ne amel yaptıysa herkese karşılığını kesinlikle tam olarak
ödeyecek. Ve Allah, onların yaptıklarını en iyi şekilde bilendir.
71
Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olanlar,
kesinlikle bölük bölük cehenneme sevk olunacak. Sonunda oraya
vardıklarında kapıları açılacak. Ve onun bekçileri onlara: “İçinizden size
Rabbinizin âyetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi
uyaran elçiler gelmedi mi?” diyecekler. Onlar: “Evet geldi” diyecekler. –
Velâkin kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden üzerine azap
kelimesi hak oldu.–
“72
Sürekli olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından”
denildi. –Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!–
73
Rablerine karşı Allah'ın koruması altına girmiş olan kişiler de kesinlikle
cennete bölük bölük sevk edilecek. Sonunda oraya vardıkları, kapıları açıldığı
ve bekçileri onlara: “Selâm sizlere, tertemiz geldiniz!” dediği zaman “Sonsuz
olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!” denilecek.
74
Onlar da: “Tüm övgüler, bize vaadini doğru çıkaran ve bizi bu arza vâris
yapan ve cennette bizi istediğimiz yerde konup göçürten o Allah'adır” dediler. –
İşte, çalışanların ödülü ne güzeldir!–
75
Ve sen, evrendeki tüm güçleri en büyük tahtın bir kenarından dolaşanlar
olarak, Rablerinin övgüsüyle birlikte Allah'ı noksan sıfatlardan arındırdıklarını
görürsün. Ve onların aralarında ödül, ceza hak ile gerçekleştirilmiştir. Ve “Tüm
övgüler âlemlerin Rabbi Allah'adır” denilmektedir.
6
TAHLİL:
1
Bu kitabın indirilmesi, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi
mümkün olmayan; mutlak galip, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapan Allah'tandır.
Surede Kur’an’a dikkat çekerek başlamakta ve Kur’an’ın mutlak üstün, galip,
yenilmez ve en iyi yasa koyan Allah tarafından indirildiği vurgulanmaktadır.
Bununla Kur’an’ın bir beşer ürünü olmadığı vurgulanırken aynı zamanda onu
indirenin yenilmezliğine ve yersiz iş yapmayışına da dikkat çekilmektedir. Dikkat
çekilen bu niteliklerle hem O’na kimsenin engel olamayacağı, hem de Kur’an’ın
içerisindeki yasaların insanlık için en iyi yasalar olduğu mesajı verilmektedir.
Hakîm sıfatı daha evvel Lokman suresinde Kur’an’ın sıfatı olarak kullanılmıştı.
Burada ise Allah’ın sıfatı olarak yer almıştır. Ya Sin ve Lokman surelerinde
“hikmetler içeren” anlamında “mef’ul/ edilgen” isim olarak yer almışken, burada “en
iyi yasa koyan” anlamında “fail/etken” isim olarak kullanılmıştır.
Rabbimiz Kur’an’ı bizzat kendisinin indirdiğini, vahyettiğini değişik ayetlerde
değişik sıfatlarla birçok kez (Şuara/192-195, Fussılet/41, 42, Fussilet/2, Hıcr/9, İsra/105) ön
plâna çıkarmıştır.
2
Şüphesiz ki, Biz bu kitabı sana gerçekle indirdik. Öyleyse Din'i sadece
O'nun için arındırarak Allah'a kulluk et.
3
Dikkatli olun, halis din sadece Allah'a aittir. O'nun astlarından birtakım
yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinenler: “Allah'ın astlarından
edindiğimiz yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar, bizi Allah'a daha fazla
yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” Şüphesiz kendilerinin
ayrılığa/anlaşmazlığa düşüp durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm
verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere
kılavuzluk etmez.
Kur’an’ın Aziz ve Hakîm Allah tarafından indirilmiş olduğu açıklandıktan sonra
Kur’an’ın içeriğine dikkat çekilmiş, din adına ne varsa hakk olan Kur’an kaynaklı
olması istenmiştir. Sonra da din adına haktan uzak olan anlayış; Allah’a
yakınlaştırsınlar diye bir takım nesneleri veya kişileri evliya edinme inancı
kınanmıştır.
Burada konu edilen, dine hiçbir şeyin karışmaması, Allah’tan geldiği gibi
tertemiz olması, içinde Allah’ın koymadığı hiç bir inanç ve amelin bulunmamasıdır.
Bu ayette bazılarının yorumladığı gibi “Riya”nın karşıtı olan “İhlâs”tan
bahsedilmemektedir. Yani burada kişilerin tavrından değil, dinin mahiyetinden
bahsedilmektedir. Kur’an bu konuya ciddî olarak değinmiştir:
7
11,12
De ki: “Ben, kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah'a kulluk etmekle
emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi.”
13
De ki: “Şüphesiz Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım.”
14-16
De ki, “Dinimi yalnız Kendisine arındırarak Allah'a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz,
O'nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız.” De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyâmet gününde
kendilerini ve ailelerini ve yakınlarını kayba uğratanlardır.” –Dikkatli olun! İşte bu, apaçık bir kaybın
ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. İşte Allah,
kullarını bununla korkutuyor: Ey kullarım! Benim korumam altına girin.–
(Zümer/11-16)
14
Öyleyse, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler hoşlanmasa da dini
sadece Kendisine ait kılarak Allah'a dua edin.
(Mü’min/14)
65
O, diridir, O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Bu nedenle, dini sadece O'nun için
arındıranlardan olarak O'na dua edin. Tüm övgüler yalnız âlemlerin Rabbi Allah'adır; başkası
övülemez.”
(Mü’min/65)
5
Oysa ki onlara sadece, dini yalnız Allah için arındıran kişiler hâlinde sadece Allah'a kulluk
etmeleri, salâtı ikame etmeleri [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma
kurumları oluşturmaları, ayakta tutmaları], zekâtı/vergiyi vermeleri emredilmişti. Ve işte bu,
doğru/eksiksiz/aşınmaz dindir.
(Beyyine/5)
Ayette “Allah’ın astlarından edinilen veliler” ifadesi ile “ilâh edinilen canlı ve
cansız nesneler” kastedilmiştir. Bunların başında İsa (as), Üzeyr ve melekler
gelmektedir. Pek çok kimse güneşe, aya, yıldızlara taparken kimileri de Lat, Uzza,
Menat, Hubel gibi nesneleri put edinmişlerdir. Buna benzer sapkınlıklar, geçmişte
olduğu gibi bugün de devam etmektedir. Öyle ki, bazı ideolojiler, bazı devlet
büyükleri, bazı din adamları toplumlar tarafından ilah, mabut konumuna
sokulmuştur.
İnsanların aracı ilahlar edinme sapkınlığı, onlarda bir takım görünmez güçlerin,
fonksiyonların olduğuna, onların Allah’ın yakınları, hatırlı kulları olduğuna
inanmalarından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, ihtiyaçlarını Allah’tan isterken
kendileri ile Allah arasında bu sözde hatırlı varlıkları devreye sokarlar. Onların aracı
olmasını, kendilerini Allah’a yaklaştırmasını isterler.
Allah’tan istekte bulunurken birini aracı koymak kişiyi şirke sokacak
davranışlardandır. Gerçek mümin “Biz sadece sana kulluk eder ve sadece senden
yardım isteriz” inancını korumak zorundadır. Allah’a dua ve kullukta araya birilerini
sokmak hem Allah’ı takdir edememek, hem de Allah’a ait olmayan şeyleri dine
katmak demektir. Duada aracı yapılan kişilerin Allah katında değeri olduğu
kabulünün hiçbir aklî ve nakli delili yoktur. Allah, mahlûklarına kendilerinden daha
yakın, kalplerinden geçenleri en iyi bilendir. Bu nedenle, ibadette bir aracıya ihtiyaç
hissetmek halis din anlayışına tamamen aykırı bir davranıştır.
27,28
Kesinlikle, Biz kendi komşularınız olan memleketleri değişime/ yıkıma uğrattık. Âyetleri,
onlar dönsünler diye tekrar tekrar açıkladık. Öyleyse Allah'ın astlarından güya O'na yakınlığa vesile
edindikleri düzme tanrılar, onların azabını savmaya yardım etmeli değil miydi? Tersine o düzme
tanrılar kendilerinden ayrılıp kayboldular. Bu, onların yalanlarıdır/ uydurmakta oldukları şeydir.
(Ahkaf/27, 28)
145,146
Şüphesiz ki münâfıklar –tevbe edenler, düzeltenler, Allah'a sıkıca sarılanlar ve dinlerini
Allah için arıtan kimseler müstesna; artık bunlar, mü’minlerle beraberdirler ve Allah, mü’minlere
büyük bir ecir verecektir –, Ateş'ten, en aşağı tabakadadırlar. Sen de onlara bir yardım edici bulamazsın.
8
(Nisa/145, 146)
110
De ki: “Ben ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor.
Onun için her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa sâlih ameli işlesin ve Rabbine kullukta, hiç kimseyi
ortak etmesin.”
(Kehf/110)
3. ayette konu edilen “veli” sözcüğü “yakın olan, yakın duran; yardım eden,
yol gösteren, aydınlatan, koruyan” demektir. Bu sözcükle ilgili detay daha evvel
A’raf suresinde verilmiştir.
Aynı ayette “Şüphesiz kendilerinin ihtilaf edip durdukları şeylerde, onların
arasında Allah hüküm verecektir” buyrulmuştur. Bundan anlaşıldığına göre,
Rabbimiz kıyamet gününde her şeyi apaçık ortaya koyacaktır. Bunu konumuz olan
“Dini Allah’a has kılma” tavrı ile bağlantılandıracak olursak; şirk koşanlar ile
onların ilâh ve rabb edindikleri ruhanî liderler, efendiler, büyükler veya insanî
tanrılar hakkında hükmünü verecektir.
40
De ki: “Allah'ın astlarından yakarıp durduğunuz ortak koştuğunuz kimseleri hiç düşündünüz
mü? Gösterin bana, yeryüzünden neyi oluşturmuşlar? Ya da onlar için göklerde bir ortaklık mı var?
Ya da Biz kendilerine bir kitap vermişiz de onlar, ondan bir delil üzerinde midirler?” Tam tersi, şirk
koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler, birbirlerine, aldatmadan başka bir vaatte
bulunmuyorlar.
(Fatır/40)
31
Ve şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kimseler, “Biz kesin olarak,
bu Kur’ân'a inanmayız, ondan öncekine de...” dediler. Sen şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi
zararlarına iş yapan o kimseleri Rableri huzurunda tutuklanmış, sözü bazısının bazısına geri
çevirdiğini bir görsen! Zaafa uğratılan kimseler, büyüklük taslayan kimselere, “Eğer sizler
olmasaydınız, kesinlikle bizler mü’min kimseler olurduk” diyecekler.
32
Büyüklük taslayan kimseler, zayıf düşürülen kimselere: “Size kılavuz geldikten sonra, sizi
ondan biz mi çevirdik? Tam tersi, siz kendiniz suçlular oldunuz” derler.
33
O zayıf düşürülen kimseler de o büyüklük taslayan kimselere: “Tam tersi gecenin ve
gündüzün tuzağı! Siz bize Allah'a inanmamamızı ve O'na birtakım eşler edinmenizi
emrediyordunuz” derler. Bunlar azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını gizleyeceklerdir. Biz de o
kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimselerin boyunlarına demir
halkalar geçirmişizdir. Onlar sadece yapmış olduklarının karşılığını görüyorlar.
(Sebe'/31-33)
22,23
Toplayın o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları, eşlerini ve Allah'ın
astlarından tapmış oldukları şeyleri. Sonra da onları cehennemin yoluna kılavuzlayın. 24,25
Ve durdurun
onları, şüphesiz onlar sorguya çekilecekler: “Ne oldu sizlere de yardımlaşmıyorsunuz?”
(Saffat/22-25)
Ve Sad/59-64, Sebe’/40, 41.
3. ayetin sonunda “Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan
kişilere kılavuzluk etmez” buyrulmaktadır. Buradan anlaşılması gereken odur ki,
Allah canının istediğini saptırıyor, canının istediğini de hidayete erdiriyor değildir.
Tam tersine, bu ifade, “kim yalanda ve küfürde ısrar ederse, o kimse hidayetten
mahrum kalır" mesajını vermektedir. Müşriklerin yalancılıkla nitelenmesinin nedeni,
o putları kendi elleriyle yonttukları, üzerlerinde tasarrufta bulundukları ve değersiz,
cansız nesneler olduklarını bildikleri halde onları ibadete müstahak ilahlar olarak
tavsif etmiş olmalarıdır.
“Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk
etmez” ifadesiyle aynı zamanda müşriklere kötü duruma bizzat kendi yaptıkları
9
yüzünden düştükleri mesajı verilmekte ve suçu Allah’a atma çabalarının kendilerinin
uydurduğu bir şey olduğu açıklanmaktadır. Allah şirke, küfre ne izin vermiş, ne de
razı olmuştur. Aksine bu tavırlara buğzetmiş ve onları bundan men etmiştir.
36
Ve andolsun ki Biz her ümmete, “Allah'a kulluk edin ve tağuttan sakının” diye bir elçi
gönderdik. Artık Allah, bu ümmetlerden bir kısmına doğru yolu gösterdi, bir kısmına da sapıklık hak
olmuştur. Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş?
(Nahl/36)
25
Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki ona: “Gerçek şu ki, Benden başka ilâh diye
bir şey yoktur. Onun için Bana kulluk edin” diye vahyetmiş olmayalım.
(Enbiyâ/25)
Hidayetin [doğruya ulaşmanın] Allah’ın iradesine bağlı olduğu Kur’an’da
birçok yerde konu edilmiştir. Allah’ın kudret sıfatı öne çıkarılarak Allah’ın dilediğini
saptırdığı, dilediğini de doğru yola ilettiği birçok ayette dile getirilmiştir. Ancak
dikkat edilirse bu ayetler rasgeleliği değil, bir seçimi [meşîeti/irâdeyi] ifade ederler.
“Meşiet” kavramını tüm boyutları ile incelememiş olanlar, saptırma ve hidayet
konusunda yanılmakta ve “dalâlet ve hidayetin herhangi bir esasa ve kurala bağlı
olmadığını, Allah’ın rasgele birilerini saptırdığını, kimilerini de rasgele hidayete
erdirdiğini” ileri sürebilmektedirler. Oysa Allah’ın durup dururken bir kimseyi
saptıracağını iddia etmek, Allah’a zulüm yakıştırmak olur ki, Allah hakkında böyle
bir şey düşünülemez. Ayetlere doğru bakılırsa, Yüce Allah’ın saptırma ve hidayete
erdirmeyi rasgele dilemediği açıkça görülür.
Bu konu detaylı olarak Tekvir suresinin sonunda işlenmiş ve Kur’an ayetleri
esas alınarak hem “Allah’ın hidayet edeceği kimseler” hem de “Allah’ın saptıracağı
kimseler” maddeler halinde sıralanmıştı. Bu nedenle konuyu sadece hatırlatmakla
yetiniyor, öneminden dolayı o bölümün tekrar okunmasını öneriyoruz.
4
Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, kesinlikle oluşturacağından,
dileyeceğini seçecekti. O, bundan arınıktır. O, bir tek, kahredici Allah'tır.
Bir önceki pasajda bazı akılsızların Allah’a yaklaştırmaları ve şefaat etmeleri
umuduyla yalan yere bir takım ilahlar edindikleri anlatılıp bu sapkınlıkları
kınanmıştı. Bu ayette de onlara “Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, kesinlikle
yaratacağından, dileyeceğini seçecekti. O, bundan münezzehtir. O, bir tek, kahredici
Allah'tır” denilerek bilgisizlikleri ve düşüncesizlikleri ortaya konmakta, dolayısıyla
akıllarını başlarına almaları uyarısında bulunulmaktadır.
Bu tarz ifadenin amacı, Allah’ın çocuk edinebileceğini değil, edinmesinin söz
konusu olmadığını, olamayacağını vurgulamaktır. Kur’an’da ifade tarzı bu ayete
benzeyen başka ayetler de vardır.
17
Eğer Biz, bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu Kendi katımızdan edinirdik, eğer Biz,
yapanlar olsaydık.
(Enbiya/17)
26-28
Ve onlar: “Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], çocuk
edindi” dediler. Rahmân, bundan arınıktır. Aksine onlar armağanlar verilmiş kullardır. Onlar, O'nun
sözünün önüne geçemezler; onlar, yalnız O'nun emriyle iş yaparlar. O, Rahmân'ın çocukları
saydıkları şeylerin önlerinde olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve onlar, O'nun hoşnut olduğu
kimselerden başkasına yardımda/destekte bulunmazlar. Bununla birlikte onlar O'na duydukları derin
saygı ve sevgiden dolayı ondan uzaklaşma korkusundan tir tir titrerler.
(Enbiya/26-28)
10
Kısaca Rabbimiz 2, 3 ve 4. ayetlerden oluşan bu paragrafta dua, ibadet, dini
Allah’a has kılmak ve Allah’tan başkasını veli edinip onları aracı kılmak konularını
açıklamış; Kendisinin çocuk edinmekten münezzeh olduğunu, böyle bir iddianın
çirkin ve tehlikeli olduğunu bildirmiştir. Bu konunun şu ayetlerde de üzerinde
durulmuştur:
81
De ki: “Eğer Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] için bir
çocuk olsaydı, o takdirde kulluk edenlerin ilki ben olurdum.”
82
Göklerin ve yerin Rabbi, en büyük tahtın Rabbi onların niteledikleri şeylerden arınıktır.
(Zuhruf/81, 82)
Evet, din Allah’ındır. O’nun dine katkı yapacak, müdahale edecek ne çoluğu ne
de çocuğu vardır:
34
İşte bu, hak söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları, “30
Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O
bana kitabı verdi ve beni bir peygamber yaptı. 31
Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı.
Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu
aydınlatmayı] ve zekâtı/vergiyi yükümlülük olarak ulaştırdı. 32
Ve beni, anneme iyi davranan bir
kimse yaptı. Ve beni bir zorba, mutsuz biri yapmadı. 33
Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri
olarak yeniden diriltileceğim gün, selâm benim üzerimedir. 36
Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir,
sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na kulluk edin, işte bu, dosdoğru yoldur” 34
diyen Meryem oğlu
Îsâ'dır.
35
Allah için çocuk edinmek diye bir şey yoktur. O, bundan arınıktır. O, bir şeye hükmederse,
ona sadece “Ol” der, o da oluverir.
37
Sonra da kendi aralarından çıkan tutarsız gruplar, ihtilâfa düştüler. İşte o büyük günün
tanıklığından, duruşmasından o kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o
kişilerin vay haline!
(Meryem/34-37)
88
Ve onlar, “Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] çocuk
edindi” dediler.
89
Andolsun ki siz çok çirkin bir şey söylediniz.
90,91
Az kalsın bundan; Rahmân'a çocuk isnat ettiler diye; gökler çatlayacak, yer yarılacak ve
dağlar parçalanıp dağılacaktı.
92
Hâlbuki Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] için çocuk
edinmek yaraşmaz. 93
Göklerde ve yerde bulunan bütün herkes, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara
dünyada çokça merhamet eden Allah'a], yalnızca kul olarak gelecektir.
(Meryem/88-93)
5
Bir tek, kahredici Allah, gökleri ve yeri hak ile oluşturdu, geceyi gündüzün
üstüne bürüyor, gündüzü de gecenin üstüne bürüyor. Güneşi ve ay'ı yararınıza
olan yapı ve işleyişte yaratarak hizmetinize sunmuştur. Hepsi de adı konmuş bir
süre sonuna akıp gitmektedir. İyi bilin ki O, çok güçlü ve çok bağışlayıcıdır.
6
O, sizi tek bir nefisten oluşturdu, sonra ondan eşini yaptı ve sizin için
hayvanlardan sekiz eş indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık
içinde, oluşturluştan sonra bir oluşturuluşla oluşturuyor. İşte bu, sahiplik,
yönetim yalnız Kendisinin olan Rabbiniz Allah'tır. O'ndan başka ilâh diye bir
şey yoktur. Öyleyse, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?
Rabbimiz çocuk edinmesinin söz konusu olmadığını, olamayacağını, bundan
münezzeh olduğunu bildirip eşsiz ve kahhar olduğunu açıkladıktan sonra kendisini
tanıtmaya devam etmiştir. 6. ayetin sonunda ise “öyleyse nasıl oluyor da
çevriliyorsunuz?” diyerek birilerinin dümen suyunda giderek doğru yoldan ayrılıp
akıl ve gerçek dışı inanca sahip olanları kınamaktadır.
11
5. ayetin sonundaki “İyi bilin ki, O, çok güçlü ve çok bağışlayıcıdır” ifadesinde
Rabbimizin bazı sıfatları ön plana çıkarılmıştır. Kudretinin vurgulanması, Allah’a
haşyet duymaya; affediciliğinin vurgulanması ise ümide, tövbeye ve af dilemeye
teşvik etmektedir.
6. ayetteki “O, sizi tek bir nefisten yarattı, sonra ondan eşini kıldı [yaptı]”
ifadesiyle açıkça ilk üremenin eşeysiz olarak başlatıldığı vurgulanmıştır. Bu vurguyu
Kur’an’da birçok yerde görmekteyiz:
189
O, sizi bir candan oluşturan ve ondan da, kendisine ısınsın diye eşini yapandır. Ne zaman ki
o, onu örtüp bürüdü, o zaman o hafif bir yük yüklendi. Ve bununla gidip geldi. Ne zamanki hanım
ağırlaştı, hemen o ikisi Rablerine dua ettiler: “Eğer bize sağlıklı bir çocuk verirsen, andolsun ki
kesinlikle karşılığını ödeyenlerden olacağız.”
190
Ne zaman ki o ikisine sağlıklı bir çocuk verdi, o ikisine verdiği şey hakkında O'nun için
ortaklar edindiler. Onların ortak koştuğu şeylerden Allah arınıktır, yücedir.
(A’raf/189, 190)
Mevcut meal ve tefsirlerin tümünde ilk insanın Âdem olduğu, Havva’nın ondan
[kaburga kemiğinden] yaratıldığı, Âdem’in kaburga kemiklerinin Havva’nınkinden
bir adet noksan olmasının da bundan kaynaklandığı ya açıkça yazmakta, ya da ima
edilmektedir. Bu yorumların Kitab-ı Mukaddes’teki anlatımlara atfen yapıldığını
söylemek mümkündür. Çünkü Zümer/6’nın ve Nisa/1’in lâfızlarında Âdem ve Havva
diye birilerinden söz edilmediği gibi, bu ikisine ima yollu bir işaret dahi
yapılmamaktadır.
Ayette önce cinsiyeti belirtilmeyen bir canlıdan bahsedilmekte, sonra da bu
canlıdan onun eşinin yaratıldığı bildirilmektedir. Bu yaratılış tarzının bugünkü
“klonlama”ya benzediği söylenebilir. Rabbimiz, insanın eşinin kendisinden
yaratılmasının gerekçesini de göstermiş, bu yaratmanın ikisinin arasında bir
sıcaklığın, yakınlığın, sevginin, sükûnetin [yatıştırmanın] doğması için olduğunu
açıklamıştır. İnsanlar görünüm olarak erkek ve dişi olarak ayrılsalar da, yaratılışta tek
canlıdan türedikleri için aynı özellikleri taşımaktadırlar. Bu da özde birbirlerinden
farkları olmadıkları anlamına gelmektedir. Erkeklik ve dişilik farkına gelince; bu fark
ilk yaratılışta değil, Nisa/1’den anlaşıldığına göre yaratılışın üçüncü aşamasından
sonra oluşmuştur.
1
Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten oluşturan, ondan eşini oluşturan ve her ikisinden birçok erkek
ve kadın türetip yayan Rabbinizin koruması altına girin. Ve kendisiyle birbirinizle dilekleştiğiniz
Allah'ın ve akrabalığın koruması altına girin. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir.
(Nisa/1)
SEKİZ EŞ İNDİRME
Ayette insanlara rızkı verenin Allah olduğu ve insanın her halükarda Allah’a
bağımlı olduğu hatırlatılarak “Ve sizin için hayvanlardan [çifte tırnaklı, ot obur,
geviş getiren ve dört ayaklı hayvanlar] sekiz eş indirdi” buyrulmuştur. Burada konu
edilen “en’amdan sekiz eş”in, En’am/143, 144’ün beyanı ile deve, sığır, koyun ve
keçi olduğunu anlıyoruz. İndirme konusuna gelince; buradaki “ ‫مزل‬‫م‬‫ان‬enzele” fiili
“vahy” indirmedeki gibi “ ‫ب‬be” ve “ ‫على‬ala” edatı ile gelmemiştir. Yani “yukarıdan
inme, kalbe yerleştirme” anlamlarında kullanılmamıştır. O nedenle “Ve sizin için
hayvanlardan sekiz eş indirdi” ifadesini aşağıdaki şekillerde tevil etmenin ve bu ayeti
Hadid/25 ve A’raf/26 ile mukayese etmenin gereği yoktur:
a- Allah'ın hükmü, takdiri ve kaderi, Levh-i Mahfuz'da olacak her şey yazılı
olduğu için, "gökten inme" ile ifade edilmiştir.
b- Her canlı hayatiyetini bitki ile sürdürür. Bitkiler de ancak su ve toprak ile
12
hayatiyetlerini sürdürebilirler. Su ise esas olarak gökten iner. Bu itibarla, söz konusu
hayvanlar da sanki gökten inmiş gibidir.
c- Allah Teâlâ bu hayvanları önce cennette yarattı, daha sonra yere indirdi.2
Burada “ ‫نزل‬‫ن‬‫ان‬ enzele” fiili “ ‫”ل‬ edatı ile kullanılmıştır. Anlamı “sizin için
indirdi” demektir. Bu da bu hayvanların zelil, emre amade kılındığını ifade
etmektedir. Bu konu daha evvel Ya Sin suresinde şöyle yer almıştı:
71
Ve onlar görmediler mi ki, Biz şüphesiz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden
birtakım hayvanlar oluşturduk da onlar, onlara sahip bulunuyorlar.
72
Ve onları, kendileri için aşağı tutulan varlıklar yaptık. Bu yüzden binekleri onlardandır.
Onlardan yiyip duruyorlar da.
73
Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ kendilerine verilen nimetlerin
karşılığını ödemeyip nankörlük mü edecekler?
(Ya Sin/71, 73)
Ayetteki “Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, yaratılıştan sonra
bir yaratılışla yaratıyor” ifadesiyle de insanın yaratılış ve oluşturuluş aşamaları
bildirilmektedir. Bu konu başka ayetlerde detaylıca verilmiştir.
12-16
Ve andolsun ki Biz, insanı seçilmiş bir çamurdan oluşturduk. Sonra onu çok dayanıklı bir
karargâhta bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir embriyon oluşturduk. Sonra o embriyoyu bir et
parçası oluşturduk. Sonra o bir et parçasını kemikler olarak oluşturdukk. Sonunda o kemiklere de bir
et giydirdik. Sonra onu bir başka oluşumda yeniden kurduk. İşte, oluşturanların en güzeli Allah ne
cömerttir! Sonra şüphesiz sizler, bunların ardından kesinlikle öleceksiniz. Sonra şüphesiz siz, kıyâmet
gününde diriltileceksiniz.
(Mü’minun/12-16)
ÜÇ KARANLIKTA YARATILIŞ ve yaratılıştan yaratılışa geçiş ile ilgili bilim teknik
kitaplarında ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır.
6. ayetin sonunda “Öyleyse, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?” buyrulmuştur.
Dikkat edilirse, “dönüyorsunuz” değil, “çevriliyorsunuz, döndürülüyorsunuz”
denilmiştir. Buradan anlaşılıyor ki, onları doğru yoldan çıkaran başkalarıdır; o
kimselerin söylediklerine uyarak en doğru şeyleri bile görememektedirler. Ekâbir,
mütref ve mele’ler gibi bu işten çıkarları olmayan zavallı ve kandırılmış kimselerdir.
Ne var ki, böyle olsalar bile akıllarını kullanmadıkları için suçludurlar.
7
Eğer küfredecek; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedecek/
iyilikbilmezlik edecek olursanız, biliniz ki, şüphesiz Allah size hiçbir ihtiyacı
olmayandır ve O, kulları için, küfre; Kendisinin ilâhlığının ve rabliğinin
bilerek reddedilmesine/ nankörlüğe rıza göstermez. Ve eğer kendinize verilen
nimetlerin karşılığını öderseniz, sizin için ona razı olur. Hiç bir taşıyıcı, bir
başkasının yükünü çekmez. Sonra dönüşünüz yalnızca Rabbinizedir. Böylece
yapmış olduklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı
olanı iyi bilendir.
Bu ayette, Allah’ın insanların kulluğuna ihtiyacı olmadığı, kulluğun kulların
kendi yararına olduğu mesajı verilmektedir:
2
(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
13
8
Yine Mûsâ dedi ki: “Eğer küfreferseniz; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederseniz/
iyilikbilmezlik ederseniz; siz ve yeryüzündeki kimseler, topluca hepiniz iyi biliniz ki Allah
kesinlikle çok zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayandır, övülen, övgüye lâyık bulunandır.”
(İbrahim/8)
Gerek inanmak, doğru yola gitmek, salihatı işlemek gibi iyi davranışlar, gerekse
inkâr etmek, şirk koşmak, fısku fücur işlemek gibi kötü davranışlar insanın kendi
seçimi ve kazanımıdır. Rabbimiz küfür/nankörlük ve günahı hiç kimse için istemez.
Bunu kendi çıkarı için değil, kullarının iyiliği için yapmaz. Çünkü küfür Allah için
değil, insanlar için zararlıdır. Kullarının inkârına razı olmaması, onlara yarar
sağlamak ve zararlarını gidermek içindir. Yoksa kullarının inkârından Kendisi zarar
gördüğü için değil... Kulların şükrüne razı olması da yine bunun kulların
menfaatlerine olmasından dolayıdır. Yoksa onların şükründen yarar sağlayacağı için
değil... Şükür, sonuçları itibariyle kulların dünya ve ahirette bol nimete
kavuşmalarına vesile olacak bir tavırdır.
6,7
Ve hani Mûsâ toplumuna demişti ki: “Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O, sizi
işkencenin kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir
kitle oluşturarak güçsüzleştirien ve kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden kurtardı. Ve işte
bunda Rabbinizden size çok büyük yıpranarak bir sınav vermek vardır. Ve hani Rabbiniz ilan etmişti:
“Andolsun ki sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını öderseniz, elbette size artırırım ve eğer
iyilikbilmezlik ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.”
(İbrahim/6,7)
Rabbimiz insanı seçme özgürlüğüne sahip bir varlık olarak yaratmıştır. Eğer
insan küfrü seçer ve onda ısrar ederse, Allah da küfrü yaratıverir. Allah hiç kimseyi
zorla mü'min yapmaz.
29
Ve de ki: “O gerçek, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek reddetsin
/ inanmasın.” Şüphesiz Biz, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar için duvarları, çepeçevre
onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri
haşlayan bir su yağdırılır. O, ne kötü bir içecektir! Dayanma/ sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür!
(Kehf/ 29)
Konumuz olan 7. ayette küfrün karşıtı olarak iman değil, şükür kelimesi
kullanılmıştır. Şükrün karşıtı “nankörlük” olduğundan, ayetteki “küfür” sözcüğünü
de “nankörlük” olarak çevirdik.
Ayetteki “Hiç bir günahkâr bir başkasının günah yükünü yüklenmez” ifadesi
Kur’an’da birçok yerde [En’am/164, İsra/15, Fatır/18, Necm/38] yer almıştır. Bu
ifade, dünya ve ahirette suçun ve sorumluluğun şahsiliği ilkesini açıkça ortaya koyan
bir ifadedir. Suç ve sorumluluğun şahsiliği ilkesi, aynı zamanda, batıl inanışlarda
görülen “vekâleten kefaret” ve aracıların suç üstlenme inanışlarını da reddeden bir
içeriğe sahiptir.
“Şükür”, “insanların Allah’ın kendilerine verdiği nimetlere karşı nimetin
karşılığını Allah’a vermeleri” demektir. Bu önemli kavram ile ilgili detay daha evvel
verilmiştir.
8
İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, bütün gönlünü O'na vererek
Rabbine yakarır. Sonra kendisine tarafından bir nimet lütfettiği zaman da
önceden O'na yakardığı hâli unutur da Allah'ın yolundan saptırmak için
O'na ortaklar oluşturur. De ki: “Küfrünle; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddedişinle biraz yararlan! Şüphesiz sen ateşin ashâbındansın.”
14
Bu ayette insanın değişken psikolojisine, insan hayatındaki konjonktürel
çelişkilere değinilmiştir. İnsan bir sıkıntıyla karşılaştığında gönülden Rabbine
yönelerek O’na dua eder. Bir nimete eriştiğinde ise önceden O’na dua ettiği hali
unutur da Allah’ın yolundan sapıtmak için O’na ortaklar koşar.
Görülüyor ki, insan sıkıntı ve ihtiyaç halindeyken tek ve ortağı olmayan Allah’a
yalvararak O’ndan yardım dilemeye yönelmektedir. Bu da sıkıntı ve zorlukların
insanı Allah’a yönelten bir işlev gördüğünü göstermektedir. Rahatlık, mal-mülk,
servet ve yakınların çokluğu ise insanı şımartıp azdırmaktadır. Zorluk anında Allah’ı
hatırlayan, refah anında ise takva ve hak yolundan saparak O'nu unutan kimseler, bu
psikolojik işleyişi dikkate almayarak kendilerini felakete sürüklemiş olmaktadırlar.
Akıllı insan, bu psikolojik tuzağa düşmemeyi, sıkıntı anlarında olduğu gibi rahatlık
ve mutluluk anlarında da Rabbine bağlı kalmayı beceren insandır. Bu ayette, bunu
beceremeyenlere tehdit vardır.
İnsanın bu temel psikolojik zaafına birçok ayette (Alak/6-8) (İsrâ/67) (Yûnus/12)
Değinilmiştir.
Konumuz olan ayetin son kısmındaki “Küfrünle biraz yararlan! Şüphesiz sen
ateşin ashabındansın” ifadesi, küfredenlere yöneltilen çok şiddetli ve güçlü bir
tehdittir. Bu ifadelerin benzeri Kur’an’da çoktur:
30
Ve nankörler, O'nun yolundan saptırmak için Allah'a eşler oluşturdular. De ki: “Yararlanınız,
artık, şüphesiz dönüşünüz ateşedir.”
(İbrahim/30)
24
Biz onları biraz yararlandırırız. Sonra kendilerini yoğun bir azaba doğru zorlarız.
(Lokman/24)
9
Ya da gece saatlerinde kalkan, boyun eğip teslimiyet göstererek, dikelerek,
ahretten çekinerek daima saygıda duran ve Rabbinin rahmetini uman o kimse,
öyle yapmayan gibi midir? De ki: “Hiç bilen kimseler ve bilmeyen kimseler eşit
olur mu?” Kesinlikle sadece temiz akıl sahibi olanlar öğüt alırlar/gereği gibi
düşünürler.
Bu ayette, sıkıntı karşısında Allah’a yönelen, nimete erişince de şımarıp azan
insan tipine karşılık, bu psikolojik zaafını bilen, bildiği için de o tuzağa düşmekten
kaçınan, sıkıntılı zamanlarda olduğu gibi iyi günlerde de Rabbine bağlı kalmayı
başaran imanlı, sorumlu, mutmain olmuş insan tipinden bahsedilmekte ve bu iki tip
arasında bir mukayese yapılmaktadır.
Rabbimiz grubun birini âlim, diğerini ise cahil olarak nitelemektedir. Bilgin
olarak nitelenen gurup, yüksek öğrenim görmeseler de bilgindirler. Bunlar evren
kitabını iyi okuyup anlayan kimselerdir. İkinciler ise temel hakikat olan “varlığın
Allah ile olan bağı”nı kavrayamamış, cahil kimselerdir. Bu iki grubun eşit olması
mümkün müdür? Mümkün olmayacağı bir istifham sanatıyla belleklere
kazınmaktadır:
“Gece saatlerinde kalkan, secde ederek, kıyam durarak, daima saygıda duran
ve Rabbinin rahmetini uman kimse ... (öyle yapmayan gibi midir)?”
Sonra da “Hiç bilen kimseler ve bilmeyen kimseler eşit olur mu?” buyrularak
zımnen bilenle bilmeyenin bir olmayacağı ve sadece sağduyu sahiplerinin
Kur’an’dan ilimle yararlanacağı kesin bir dille ifade edilmektedir.
15
Bu iki tip insanın eşit olmadığı ve olamayacağı Ehl-i Kitab’a yönelik
anlatımlarda da yer almıştır:
113,114
Hepsi bir değildirler. Kitap Ehli içinde doğruluk üzere bulunan bir önderli topluluk vardır
ki onlar, gecenin saatlerinde boyun eğip teslimiyet göstererek Allah'ın âyetlerini okurlar. Allah'a ve
âhiret gününe inanırlar, herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emrederler, herkesçe kötülüğü kabul edilen
şeylerden vazgeçirmeye çalışırlar, hayırlarda da birbirleriyle yarışırlar. Ve işte onlar, iyi
insanlardandırlar.
(Al-i Imran/113, 114)
Ayette ayrıca gece ibadetine de dikkat çekilmiştir. Bu, gece ibadetlerinin
gündüz yapılanlardan farklı olduğuna da bir işarettir. Gece ibadeti gözlerden uzaktır;
dolayısıyla riya ve gösterişten de uzak olur. Bu özelliğiyle gece ibadeti, Rahman’a
gaybde imanın tam bir göstergesidir. Gecenin sessizliği ve iş telâşının olmayışı
zihinsel konsantrasyonun sağlanmasını daha da kolaylaştıran bir durumdur. Ayrıca
ibadetin uykuya tercih edilmesi, kişinin zor olanı göğüsleyerek iç dünyasını daha iyi
denetlemesini sağlamaktadır. Bütün bu sebeplerden dolayı gece ibadeti hayır
bakımından gündüzdekilerden daha fazlalıklıdır.
6
Gecenin yeni oluşum etkinliği, rahat rahat çalışabilme bakımından daha güçlü, söz
bakımından daha etkilidir.
(Müzemmil/6)
10
De ki: “Ey iman etmiş olan kullar! Rabbinizin koruması altına girin. Bu
dünyada iyilik-güzellik yapanlara bir güzellik vardır. Şüphesiz Allah'ın yeryüzü
geniştir. Ancak sabredenler, ödüllerini hesapsız tastamam alacaklardır.”
Bu ayette Rabbimiz Resulullah’a yakın çevresine, o dönemde sahibi olduğu
kölelerine/ tüm kullara, Allah’a karşı takvalı olmalarını söylemesini buyurarak bu
dünyada iyilik-güzellik üretenlere bir güzellik olduğunu, Allah’ın yeryüzünün geniş
olduğunu ve sabredenlerin ecirlerinin tastamam ödeneceğini ilân ettirmektedir. Bu
ayet tüm insanlığa yönelik bir beyannamedir.
Suredeki bu ve 53. ayetin teknik yapısı bir takım sorunları ortaya koymaktadır.
Şöyle ki:
Her iki ayet de “ ‫قل‬Qul [De ki]” emri ile başlamakta ve hemen ardından gelen
nida cümleleri de bu ‘Qul’ emir fiiline mef’ulu bih olmaktadır. Ayetlerdeki “ ‫يا‬
‫لزين‬ّ‫ز‬‫دا‬ِ‫ا‬‫عبنننا‬ yâ ıbâdillezîne” ve “ ‫لزينننن‬ّ‫ز‬‫ا‬ ‫ى‬َ  ‫عبننناد‬ ‫ينننا‬yâ ıbâdiyellezîne” terkiplerine
baktığımızda, birinci olarak, harf-i nidayı dikkate almadan, sahih bir kelimenin [ıbâd
sözcüğünün] “yâ-i mütekellim”e muzaf olduğunu, bu nedenle de “yâ-i
mütekellim”den önceki sahih kelimenin son harfinin [dal harfinin] harekesinin
esreleştiğini görüyoruz. İkinci olarak, başına harf-i nidanın gelmesiyle bu izafet
terkibinin münâdâ makamında olduğunu, bu durumlarda terkibi “yâ ıbâdiye!”, “yâ
ıbâdî!”, “yâ ıbâdi!” ve “yâ ıbâdâ!”” olmak üzere dört vecihte de okumanın mümkün
olabileceğini biliyoruz. Üçüncü olarak da, konumuz olan 10. ayette “yâ-i
mütekellim”in ıskatını ve kesre ile iktifa edildiğini görüyoruz. Kısaca özetlersek, her
iki ayette de “yâ-i mütekellim” mevcut olup birinde bariz, ötekinde ise sakıttır.
Anlatmak istediğimiz bunların beyanı değil, bu terkiplerden anlaşılan lafzî mânâdır.
Lafzî mânâya göre, “kullarım!” nidasındaki ‘kullar’ peygamberin kulları olmaktadır.
Yani “Ey .... kullarım!” diyen ya da diyecek olan, emrin muhatabı olan
peygamberdir. Bu durumda peygamberin muhatabı olan insanlar peygambere kul
olmaktadır. Yani Peygamber insanlara “Ey kullarım!” [Peygamberin kendi kulları,
Allah’ın kulları değil] dedirtilmektedir.
16
“Qul” emri ile başlayan diğer tüm ayetlerde ise durum lâfzî mânâ ile uyumludur.
Herhangi bir dikkat çekici unsur söz konusu değildir. Aynı surenin 11, 13, 14.
ayetlerinde ve İhlas, Kafirun, Muavvezeteyn (Felak ve Nas) surelerinde ve diğer tüm
benzer ayetlerde olduğu gibi...
Durum böyle olunca, böyle bir mânâ tüm İslam ilkelerine, fıtrata ters
düşmektedir.
79
Allah'ın ölümlü kimselerden, kendisine kitap, yasama-yürütme ve peygamberlik verdiği
hiçbir kimse için, insanlara: “Allah'ın astlarından olan bana, kul/köle olun” demek yakışmaz. Fakat:
“Öğrettiğiniz ve ders aldığınız/okuduğunuz kitap gereğince Rabbe içtenlikli kullar olunuz” demesi
yaraşır.
(Al-i Imran/79)
Gerçek bu iken Kur’an meali yapanlar ve sözde tefsir yazanlar bu gerçeği örtbas
edip geçmektedirler ya da farkına varamamaktadırlar. Farkında olanların bazısı da
araya “(Benim adıma) de ki:” tarzında bir parantez sokuşturarak meseleyi çözmeyi
yeğlemektedirler. Bu tavır, çelişkinin, tutarsızlığın itirafından başka bir şey değildir.
Bu aciz, fakir kul Hakkı Yılmaz ise bu sorunu iki yönlü olarak çözme gayretini
göstermiştir.
ÇÖZÜM
Birinci Yol: “ ‫عباد‬Ibad” sözcüğünün “kullar” yerine “köleler” diye çevrilmesidir.
Biliyoruz ki “ ‫عبنند‬abd” sözcüğü “kul, köle” demektir. Nitekim Bakara ve Nur
surelerinde bu anlama ilişkin tekil ve çoğul örnekler mevcuttur:
221
Ve ortak koşan kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın. İman etmiş, kâfirlerin
himayesindeki bir köle kadın, –sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– ortak koşan bir kadından daha
hayırlıdır. Ortak koşan erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman etmiş bir erkek köle, –
sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Ortak koşanlar ateşe
çağırırlar, Allah ise Kendi bilgisi ile cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, öğüt alıp düşünürler diye
insanlara âyetlerini ortaya koyar.
(Bakara/221)
32
Ve sizden eşi olmayanları, erkek kölelerinizden ve kadın kölelerinizden iyi olanları
evlendirin. Eğer bunlar, fakir iseler, Allah Kendi fazlından onları zenginleştirir. Şüphesiz ki Allah,
bilgisi ve rahmeti geniş ve sınırsız olandır, en iyi bilendir.
(Nur/32)
Bu örnek ayetlerdeki anlamdan hareketle, konumuz olan 10. ve 53. ayetlerdeki
“Ya ibadiye” sözcüğünü peygamberimize ailesinden intikal eden birkaç kişiye
indirgeyerek “kölelerim” diye anlamlandırmak, bu ayetlerdeki evrensel çağrıyı göz
ardı etmek ve anlamı daraltmak demektir. Sözcüğü “köle” anlamıyla ele alarak ayete
“Ey kölelerim!” diye anlam vermek her ne kadar mümkün olsa da, mesajı
evrensellikten mevziiliğe indiren bu anlamlandırmanın iyi bir çözüm olduğu
söylenemez.
İkinci Yol: Mushafın Kopyalanması Sırasında Kâtip Hatası Olduğunu
Kabul Etmek:
Arşivlerde korunan ve II. Halife Osman’a nispet edilen mushafların aslında ona
ait olmadığı, Halife Osman’dan 60-80 yıl sonraki döneme ait istinsahlar olduğu bilim
adamlarınca tespit edilmiştir. İlk mushaflar karşılaştırıldığında, bazı kelimelerin hem
17
aynı mushaf içerisinde, hem de birine göre diğerinde farklı imlalarla yazıldığı
görülmektedir. Ayetlerin teknik ve semantik yapılarına bakıldığında, gerek ilk
metindeki kâtip sehivleri, gerekse sonraki kâtiplerin sehivleri olmak üzere bu
yazımların birçoğunun istinsah edenler [kopya çıkaranlar] tarafından yapıldığı
anlaşılmaktadır.
Konumuz olan 53. ayet bazı nüshalarda “ ‫قننل‬ ‫و‬ve kul [Ve de ki!]” diye
başlamaktadır. Ancak bu bizim üzerinde durduğumuz sorunu çözmemektedir.
Bizden evvel bu konuda çalışma yapanlar Zuhruf suresinin 68. ayetindeki “ ‫يا‬
‫عباد‬ ya ıbad” sözcüğünün farklı yazıldığını tespit etmişlerdir. Bu tespit daha evvel
ilim camiasına sunulmuştur.
Zuhruf suresinin 68. ayetindeki “ ‫عباد‬ ‫يا‬ya ıbad” ifadesi, Osman mushafı olarak
bilinen mushaflardan Mekke, Kufe, Basra, Kahire, TİAM mushaflarında “ ‫د‬َ ‫عبا‬ ‫يا‬Ya
ıbade” olarak yazılı iken, Medine, Şam, Topkapı Mushaflarında “ ‫عبادى‬ ‫يا‬Ya ıbadiye”
şeklinde yazılıdır.3
Bizim iddiamız şudur: Zümer/53’deki “ ‫عبننادى‬ ‫يننا‬Yâ ıbâdiye” sözcüğünün
sonundaki “ ‫ى‬ye” harfi, kopya çıkaran [müstensih] kâtip tarafından sehven
yazılmıştır. Orada da 10. ayetteki gibi “ ‫ى‬ye” harfi olmamalıdır. Bu durumda her iki
ayetteki “ ‫عباد‬ıbad” sözcüğü dilbilgisi kurallarına uygun olarak “ ‫د‬َ ‫نا‬‫ن‬‫عب‬ıbâde” diye
kıraat edilmelidir. Buna göre cümlenin anlamı “Ey … kullar!” şekline dönecektir.
Böylece de ortadaki sorun ortadan kalkacaktır. Sorunun çözümüne yönelik bu ikinci
şık diğerine göre daha makul bir çözümdür.
Ayetteki “Bu dünyada iyilik-güzellik yapanlara bir güzellik vardır” ifadesi, bu
güzelliğin hem dünyada hem de ahirette olabileceği yönünde anlaşılmalıdır.
Rabbimiz kullarına hem dünya hem de ahiret için hasene [iyilik- güzellik] istemeleri
gerektiğini öğretmekte, iyiliğin iyilikten başka karşılığının olmayacağını
bildirmektedir.
201
Yine onlardan, “Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik-iyilik ve âhirette de bir güzellik-iyilik
ver ve bizi ateşin azabından koru!” diyenler vardır.
(Bakara/201)
60
İyilileştirmenin-güzelleştirmenin karşılığı, iyileştirme-güzelleştirmeden başka olabilir mi?
(Rahman/60)
Ayetteki “Şüphesiz Allah’ın arzı [yeryüzü] geniştir” ifadesi ise şu mesajı
vermektedir:
Müminler, inanç ve ibadet özgürlüğünü yaşayamadıkları, İslam’ın değerlerini
hayata geçiremedikleri sosyal ortamlarda bulunduklarında bu ortama uymayıp hicret
etmeli, bu sıkıntının olmadığı yerlere gitmelidirler. Nitekim zorbaların elinde ve
yurdunda kalıp da dinini yaşamayanlar kınanmış, akıbetleri ile ilgili ibret dolu
sahneler nakledilmiştir:
3
(Mushaf-ı Şerif; Arapça s.152, Türkçe; s. 135. 6. sıra. Dr. Tayyar Altıkulaç,
İSAM Yayınları)
18
97,98
Kesinlikle görevli güçlerin, kendilerine haksızlık ederlerken, geçmişte yaptıklarını ve
yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırdıkları şu kimselerin durumuna gelince; görevli
güçler, “Ne işte idiniz?” derler. Onlar: “Biz, yeryüzünde güçsüzleştirilmiş kimselerdik” derler. Görevli
güçler: “Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi, siz, orada hicret etseydiniz ya?” derler. Artık, –
erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan göçe güç yetiremeyen, kılavuzlandıkları doğru yolu
bulamayan kimseler hariç– işte bunların varacakları yer cehennemdir. Ve o ne kötü gidiş yeridir!
(Nisa/97, 98)
11,12
De ki: “Ben, kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah'a
kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir
verildi.”
13
De ki: “Şüphesiz Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından
korkarım.”
14-16
De ki, “Dinimi yalnız Kendisine arındırarak Allah'a kulluk ediyorum.
Buna rağmen siz, O'nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız.” De ki:
“Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyâmet gününde kendilerini ve ailelerini ve
yakınlarını kayba uğratanlardır.” –Dikkatli olun! İşte bu, apaçık bir kaybın ta
kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır.
İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: Ey kullarım! Benim korumam altına
girin.–
Rabbimiz insanlığa olan mesajlarını bu ayetlerde de yine elçisinin ağzıyla
iletmeye devam etmektedir. Herkes kulluğunu dini Allah’a özgü kılarak yapmalı,
Kur’an mesajını alır almaz teslimiyet göstermelidir. Allah’a karşı gelenler büyük
günün azabından korkmalı, kişi kendisini ve yakınlarını ahirette perişan edecek
davranışlardan, yönlendirmelerden kaçınmalıdır. Böyle yapmayanlar cehennemde
altlarından tabakalar, üstlerinden tabakalar olduğunu bilmelidirler. Herkes kurtuluşun
takvada olduğunu bilip Allah’a takvalı davranmalıdır.
16. ayetin son cümlesi olan “İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor” sözleri
bizzat Allah’ın kendi ifadesi olup mesaj aracısız verilmiştir.
“Esbab-ı Nüzul” kayıtlarında bu ayet gurubu ile ilgili olarak şöyle bir nakil söz
konusudur:
"Kureyş kâfirleri Hz. Peygamber (s.a.s)'e, "Seni, bize getirdiğin bu dine sevk eden şey ne?
Babanın, dedenin ve kavminin ulularının dinine baksana! Onlar Lât’a ve Uzza'ya tapmaktalar" dediler.
Allah Teâlâ bunun üzerine bu ayeti indirerek "Ey Muhammed, de ki: "Ben Allah'a O'nun dininde ihlas
edici olarak ibadet etmekle emrolundum" buyurdu.4
Nakledilen bu olay tarihte bir kez olmuş değildir; tarihin her döneminde her
ülkede, her dönemde olabilecek bir olaydır. Merhum Mukatil ilk tefsir yazan kişi
olduğundan, olayı ve kişileri özelleştirmiş bulunmaktadır.
“Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi” ifadesinde Resulullah’a,
vazifeli olarak gönderildiği dine sımsıkı sarılması ve Kur’an’ın içeriğini ilk yaşayan,
ilk uygulayan olması emredilmiştir. Bu sözlerle sanki “Ben, kendileri yapmadıkları
halde insanlara birtakım şeyler emreden zorba krallardan değilim. Aksine, size
emrettiği her şeyi önce kendi yapmak zorunda olan ve zaten de böyle yapan biriyim”
demesi istenmiştir:
Yine elçiye dedirtilen “Dinimi yalnız kendisine özgü kılarak Allah’a kulluk
ediyorum” ifadesiyle de peygamberimizin dine hiçbir şey karıştıramayacağı,
karıştırılmasına da müsaade etmemesi gerektiği mesajı verilmiştir. Din, Allah’ın
4
(Mukatil)
19
gönderdiği özgün haliyle kalmalıdır. Mezhep imamlarının, âlimlerin, fakihlerin ve
benzer kimselerin dine bir şey katmaları söz konusu edilemez. Beşer tarafından bir
şeylerin katıldığı din “Saf Din” değildir.
Tehdit içerikli “Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar
vardır” ifadesine gelince: Bu sözle müşriklerin mahrumiyet ve zarara uğramakla
kalmayıp büyük bir azabı, dehşetli bir cezayı da hak ettikleri ve cehennemin
kendilerini her taraftan kuşatacağı mesajı verilmiştir. Benzer mesaj veren başka
ayetler de vardır:
54,55
Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Şüphesiz cehennem de kesinlikle, kendilerini üstlerinden
ve ayaklarının altından bürüdüğü günde kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddedenleri kuşatıcıdır. Ve O, “Yapmış olduklarınızı tadın!” der.
(Ankebut/54, 55)
41
Onlar için cehennemden yataklar, üstlerinden de örtüler vardır. Ve Biz, zâlimleri işte böyle
cezalandırırız.
(A'raf/41)
“Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyamet gününde kendilerini ve ehillerini [ailelerini
ve yakınlarını] kayba uğratanlardır.” Dikkatli olun, işte bu, apaçık bir kaybın ta
kendisidir” ifadesiyle de Allah'ın verdiği ömür, akıl ve diğer nimetlerin boşa
harcanmaması öğütlenmektedir.
Bu pasajın tahlil edilmesi gereken kavramlarından biri de “takva”dır. “Takvâ,
iman etmek, şirkten uzak durmak, Allah'ı unutmamak, Allah ve elçilerine boyun
eğmek, inkârcılarla mücâdele etmek, bollukta ve darlıkta sahip olunan mallardan
bağışta bulunmak, salatı ikame etmek, zekât vermek, verilmiş sözlerde durmak,
sıkıntılara sabretmek, açgözlü olmamak, ana-babaya iyi davranmak, hiçbir zaman
kendini temize çıkarmaya çalışmamak, tövbe etmek, yanlışlarda ısrar etmemek,
yaptıklarının affını dilemek, öfkeye hâkim olmamak, başkalarını bağışlamak, adaletli
olmak ve adaleti ayakta tutmaya gayret etmektir.”
Bütün bu tariflere dayanarak özlü bir ifade ile takvâ'nın “iman ve onun
yansıması” olduğunu söylemek mümkündür. Kur'an'da değişik ayetlerde takvanın
imandan ayrılmaz bir parça olduğu vurgulanmaktadır.
“Takva” kavramını daha evvel A’raf suresinin tahlilinde ele aldığımızdan
konunun oradaki özetiyle yetiniyor, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
17,18
Ve tağuta kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yönelen kimseler,
kendileri için müjde olanlardır. Haydi, müjdele, sözü dinleyip de en güzeline
uyan kullarımı! İşte onlar, Allah'ın kendilerine doğru yol kılavuzu verdiği
kimselerdir. Ve işte onlar, kavrama yeteneği/temiz akıl sahibi olanların ta
kendileridir.
Bu ayetlerde gerçek akla sahip olanlar tanıtılarak aklın insanı nasıl cennete
götüreceği açıklanmaktadır. Gerçek akla sahip olmak, tağutu tanımayıp tamamen
Allah’a yönelmektir.
“Tâğût” sözcüğü tuğyan/azma sözcüğünden türemiştir. Tuğyan, "haddi aşma,
zulüm, azgınlık, sapıklık, isyan, küfür" demektir. “Tağâ [azdı, taştı, zulmetti] fiilinin
mastarı olarak Kur’an'da dokuz yerde geçer. Ayrıca "haddi aşıp azgınlık yapan kişi
ve topluluklar" manasında [tağî] altı yerde; insanları yoldan çıkaran, azdıran
"şeytan", "put" ve "kâhin" anlamında [tâğût] sekiz yerde geçer. Mastar ve diğer
türevleriyle birlikte bu kelime Kur’an'da toplam otuz dokuz yerde zikredilir.
20
Tuğyan, insanın tabiatında vardır. Vahye kulağını tıkayan, kendi aklını yegâne
rehber kabul ederek kendini beğenen bencil insan, bir de çok mal sahibi olup kendini
ihtiyaçtan uzak görmeye başladı mı, tuğyan içine düşmüş olur.
İnsan, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek hissettiği
zaman artık Allah'ı unutur; gerçek kudret, gerçek ilim, gerçek dileme, gerçek güç ve
irade sahibinin yalnızca Allah olduğunu aklından çıkarır. Bu durum insan için
tuğyana açılan bir kapıdır; artık dilediğini yapar, hak-hukuk ve sınır tanımaz. Allah'a
ortak koşmaya, nefsini O'nun yerine geçirip hevâ ve heveslerinin peşinden gitmeye
başlar. İşte bu hâl, tuğyan hâlidir ve bu tür insanlar da Kur’an'ın diliyle "tağî'dir.
Tuğyan'ın temelinde kibir ve bencillik yatar. Şeytanın da azgınlığının sebebi
kibir ve bencilliktir. Bu bakımdan Nisâ/51'de tâğût, şeytanı [İblisi] da kapsamaktadır.
Tâğût, "azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthâne,
kâhin, sihirbaz, Allah'ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluş" anlamlarına gelir.
Arapça tağa kökünden türetilmiştir. Tağâ fiilinin mastarı olan tuğyan, "Yüce Allah'a
isyan etmek" demektir.
Tuğyan ile aynı kökten gelen tâğût kelimesi; "azgın, insanlara zorla hükmeden,
kâfir, zorba kişi"yi ifade eder.
Kur’an'da Allah müminlerin dostu ve yardımcısı; tâğût ise kâfirlerin dostu ve
yardımcısı olarak gösterilmiş, müminlerin "Allah yolunda savaştıkları", kâfirlerin ise
"tâğût yolunda savaştıkları" ifade edilmiştir:
257
Allah, inananların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınıdır; onları karanlıklardan
aydınlığa çıkarır. Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere gelince; onların
yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınları tâğûttur ki kendilerini aydınlıktan karanlıklara çıkarır.
Bunlar, cehennem ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar.
(Bakara/257)
Allah'ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve onların yerine geçmek üzere
hükümler icat eden her kişi ve kurum “tâğût”tur.
Tâğût, Allah'a karşı isyan etmesinin yanı sıra, O'nun kullarını kendisine kul
edinmek gayretinde olandır. Bu işleviyle o, şeytân, papaz, dînî veya siyasî bir lider
olabilir.
Her ne şekilde olursa olsun, insanlar tarafından Allah'ın hükümlerine muhalefet
edecek şekilde konulan hükümler, "tâğûtî hükümler" olarak isimlendirilirler.
Tâğûtların devri kapanmış değildir. Peygamber bulunsun veya bulunmasın, her
dönemde tâğûtlar var olmaya devam etmiştir. Onlar sadece eski kavimlerde ortaya
çıkıp yaşama imkânı bulan güçler değil; bugün de Müslümanlara en büyük
düşmanlığı ve en yıkıcı propagandaları reva gören kişi, odak veya
organizasyonlardır. Tâğût, ekonomik, sosyal ve kültürel güç kaynaklarını ele
geçirmiş, dini ve ahlâkî değerleri toplumların gözünde itibarsız ve taraftarı olmaktan
çekinilen bir duruma düşürmeyi göze alacak kadar düşmanlığını ilerletmiştir.
Konumuz olan ayette geçen “tağuta kulluk etmekten kaçınma” ifadesinin
anlamı, Bakara/256'dan anladığımız üzere, onu inkâr etmek, gönülden uzak
tutmaktır.
Tuğyan ve tâğût kavramları daha evvel Alak suresinin tahlilinde ele
alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
Rabbimiz elçisine “Haydi, müjdele, sözü dinleyip de en güzeline uyan
kullarımı!” diye direktif vermektedir. Bu müjdenin ne zaman gerçekleşeceği
Kur’an’ın değişik ayetlerinden anlaşılmaktadır. Birçok ayetin ifadesine göre bu
müjde dünya hayatında, ölüm anında, mahşerde ve cennette; hepsinde
21
gerçekleşecektir:
30-32
Şüphesiz, “Rabbimiz Allah'tır” deyip sonra dosdoğru olanlar; onların üzerine, haberci
âyetler sürekli iner; “Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında
ve âhirette sizin yol gösterenleriniz, yardımcılarınız, koruyanlarınızız. Cennette, kullarının
günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olan, engin merhamet sahibinden bir
ikram olarak sizin için nefislerinizin arzuladığı her şey var. Orada istediğiniz şeyler de sizin içindir.”
(Fussılet/30-32)
12
O gün, inanan erkekleri ve inanan kadınları, ellerinin arasında ve sağlarında ışıkları olduğu
hâlde koşar göreceksin. –Bugün müjdeniz, altlarından ırmaklar akan, içlerinde sonsuza dek
kalacağınız cennetlerdir. İşte bu, çok büyük kurtuluşun ta kendisidir!–
(Hadid/12)
71-73
-Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır.
Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli
kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz
cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz.”
(Zuhruf/71-73)
30-32
Ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselere: “Rabbiniz ne indirdi?” denilince onlar:
“Hayır” derler. Bu dünyada güzelleştirenlere-iyileştirenlere iyilik-güzellik vardır. Âhiret yurdu ise
kesinlikle daha hayırlıdır. Ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselerin yurdu; Adn cennetleri ne
güzeldir! Onlar, oraya girecekler. Onun altından ırmaklar akar. Orada, onlar için diledikleri şeyler
vardır. Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri işte böyle karşılıklandırır. Allah'ın koruması
altına girmiş kişiler o kimselerdir ki, melekler onları hoş ve rahat ettirerek onlara geçmişte yaptıklarını
ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırlar. “Selâm size, yapmış olduğunuz işlerin
karşılığı olarak girin cennete!” derler.
(Nahl/30-32)
19-24
Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse
gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler;
Allah'a verdiği sözleri yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan,
Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi; iman ve ameli birleştiren,
Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler,
Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş,
salâtı ikame etmiş [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları
oluşturmuş, ayakta tutmuş],
kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık Allah yolunda harcamış
ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun
âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih
olanlar Adn cennetlerine gireceklerdir. Görevli güçler/ haberci âyetler de her kapıdan yanlarına
girerler: “Sabretmiş olduğunuz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!”
(Ra'd/19-24)
43,44
O, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destek verendir. O'nun doğadaki
güçleri/ indirdiği haberci âyetleri destek verirler. Ve O, mü’minlere çok merhametlidir. O'na
kavuşacakları gün onların selâmlaşmaları, “Selâm”dır. Allah, da onlar için saygın bir ödül
hazırlamıştır.
(Ahzâb/43,44)
KUR’AN’IN EN GÜZEL SÖZ OLMASI
Ayette Kur’an “sözlerin en güzeli” olarak nitelenmiştir. Çünkü incelendiğinde,
Kur’an’ın gerek edebi sanatlar açısından, gerekse içerisinde çelişki, tutarsızlık, akıl
ve fıtrata aykırılık olmaması bakımından gerçekten de sözlerin en güzeli olduğu
açıkça görülmektedir. İçerisindeki her şeyin insanlığın yararına olması ve geleceğe
ait mutluluk vaat etmesi gibi özellikleri de dikkate alındığında tartışmasız bu niteliği
hak etmektedir. İndiği günden bu yana ondan daha güzel bir söz söylenmediği gibi,
22
kıyamete kadar da söylenmesi söz konusu olmayacaktır.
19
Peki, üzerine “azap kelimesi” hak olmuş kimse de mi? Artık ateşteki o
kimseyi sen mi kurtaracaksın?
Akılları sayesinde kendilerini kurtaran gerçek akıl sahipleri anlatıldıktan sonra,
akıllarını kullanmayarak ömürlerinin sonuna kadar müşrik kalıp cehenneme
gidecekleri ve oradan kurtulma imkânına sahip olamayacakları hükmü verilmiş
kimselere gönderme yapılmış ve istifham-ı inkari ile “Artık o ateşteki kimseyi sen mi
kurtaracaksın?” diye sorulmuştur. Bunun anlamı, “Bu insanı ne sen, ne de başkaları
kurtarabilir” demektir.
Bu dünyada en büyük günah şirk koşmaktır. Şirk, affolunmayacak tek günahtır.
48
Şüphesiz Allah, Kendisine ortak kabul edilmesini asla bağışlamaz. Bunun altındaki günahları
dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah'a ortak tanırsa, şüphesiz pek büyük bir günah işlemiş olur.
(Nisa/48)
116
Hiç şüphesiz, Allah, Kendisine ortak kabul edenleri bağışlamaz. Bunun aşağısında kalanları
ise, onlardan dilediğini bağışlar. Kim, Allah'a ortak kabul ederse elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır.
(Nisa/116)
20
Lâkin Rablerinin koruması altına girmiş olan o kişiler, kendileri için
Allah'ın vaadi olarak altlarından ırmaklar akan, kat kat köşkler olanlardır.
Allah vaadinden caymaz.
Önceki ayetlerde “temiz akıl sahipleri” diye nitelenen kimseler, bu ayette de
“Rablerine takvalı davrananlar” diye nitelenmiştir. Bu niteliğe sahip olanlar,
“Kendileri için Allah’ın vaadi olarak altlarından ırmaklar akan, gurfe üstüne
yapılmış gurfeler [köşk üstünde köşkler] olanlardır” şeklindeki bir müjdeyle taltif
edilmişlerdir.
Konunun bütünü göz önüne alındığında, “temiz akıl sahipleri” ile “kendilerini
akıllı sanan zavallılar”ın 19 ve 20. ayetlerde karşıtlık metodu ile ortaya konulduğu
görülmektedir.
21
Sen, şüphesiz Allah'ın gökten bir su indirip de onu bir yoluyla
yeryüzündeki pınarlara koyduğunu, sonra onunla renkleri değişik bir ekin
çıkardığını, sonra onun olgunlaşıp da senin onu sararmış gördüğünü, sonra da
onu bir çöpe çevirdiğini görmedin mi/ hiç düşünmedin mi? Şüphesiz, bunda
kavrama yeteneği olanlar; temiz akıl sahipleri için kesinlikle bir öğüt/
hatırlatma vardır.
Bu ayette, temiz akıl sahipleri ile sözde akıllı geçinenlerin dünyayı farklı
değerlendirmelerine değinilmektedir. Ayrıca 20. ayette konu edilen ahiretin ebedi
nimetine karşılık dünyadaki nimetlerin değersizliği ortaya konmaktadır.
Gerçek akıl sahipleri, gözlemlemek suretiyle dünyadaki her olup bitenden
ibretler almakta, dünyanın geçiciliğini doğru değerlendirmektedirler. Çünkü her
baharın kışı, her kemalin bir zevali, her başlangıcın bir sonu vardır. Her genci yaşlılık
ve sonunda ölüm beklemektedir. Dolayısıyla, dünya denen şey insana Allah’ı
unutturacak ve ahiretini mahvettirecek kadar değerli değildir. Sözde akıllı geçinen
kimse ise ona bağlanıp kalmaktadır.
23
45
Ve sen, onlara basit dünya hayatının misalini ver: O basit dünya hayatı, gökten indirdiğimiz
bir su gibidir ki, bu su sebebiyle yeryüzünün bitkileri birbirine karışmış, sonra da rüzgârın savurup
durduğu bir çöp kırıntısı oluvermiştir. Ve Allah, her şeye gücünü kabul ettirendir.
(Kehf/45)
22
Peki, Allah kimin göğsünü İslâm'a açarsa, o zaman o, Rabbinden bir ışık
üzerinde olmaz mı? Öyleyse Allah'ı anmaya karşı kalpleri katılaşmış olanlara
yazıklar olsun! İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.
Allah’ın yeryüzündeki ayetlerini tetkik etmiş, gerekli gözlemini yapmış, ibret ve
öğüdünü almış, bunun sonucunda da göğsü İslam’a açılmış kimsenin sonu nasıl olur?
O, Allah’ın nuru üzerindedir. O artık aydınlık yolun, cennetin yolcusudur. Oysa
kalpleri katılaşmış olanlar, yani Allah’ın zikrine, mesajına, öğüdüne kalplerini
kapamış olanlar apaçık bir sapıklık içindedirler. Bunlar cennete giden aydınlık
yoldan sapmış ve karanlıklarda kaybolmuşlardır. Artık cennetin yolunu bulamazlar.
Kalplerin katılaşması, “kişilerin kendi hevalarına uymaları, elçiye kulak
vermemeleri, kalplerini ve kulaklarını kendi inançlarından başka bir inanca kapalı
tutmaları, yapılan uyarıdan etkilenmemeleri” demektir. Böyleleri kalpleri taşlaşmış
hatta taştan daha beter bir katılık kazanmış kimselerdir.
Kalplerin mühürlenmesi, katılaşması ile ilgili detay daha evvel Tin suresinin
tahlilinde sunulmuştur.
“Allah göğsünü İslâm'a açar” ifadesi, "Allah İslâm hakkındaki her tür kuşku,
tereddüt ve kararsızlığı zihninden gidererek onu İslâm gerçeği konusunda iyice ikna
eder, kalbini mutlu, huzurlu kılar" demektir. Göğsün açılması konusu ile ilgili detay
İnşirah suresinde verilmiştir.
23
Allah, sözün en güzelini benzeşen anlamlı olarak, ikişerli bir kitap hâlinde
indirmiştir. Ondan, Rablerine saygısı olanların tüyleri ürperir. Sonra derileri ve
kalpleri Allah'ın anılmasına karşı yumuşar. İşte bu, Allah'ın rehberidir. Allah,
onunla dilediğini kılavuzlar. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu
gösteren biri yoktur.
18. ayette, temiz akıl sahibi müminlerin “sözün en güzeli”ne uydukları
açıklanmıştı. Bu ayette ise insanlara “sözün en güzeli” tanıtılmaktadır. Sözün en
güzeli, Allah’ın indirdiği Kitap’tır, yani Kur’an’dır.
Ayette Kur’an’ın özellikleri anlatılmış ve karşıtlık metodu ile insanların Kur’an
karşısındaki ikili tutumlarına işaret edilmiştir. Rablerine saygısı olanlar ondan
istifade ederken, Rableri hakkında yanlış inanç taşıyanlar ise bu tavırlarıyla ondan
yararlanamayacak şekilde doğru yoldan uzaklaşırlar. Bir önceki ayette “Öyleyse
Allah’ı anmaya karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun!” denilirken, burada
“Ondan, Rablerine saygısı olanların derileri ürperir. Sonra derileri ve kalpleri
Allah'ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu, Allah'ın rehberidir. O [Allah], onunla
dilediğini kılavuzlar. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösteren biri
yoktur” buyrularak Zikir [Allah’ın vahyi] ile insanların etkileneceğine, kalplerin
yumuşayacağına ve Zikr’in [vahyin] yegâne kılavuz olduğuna, Allah’ın insanları
onunla kılavuzladığına dikkat çekilmiştir.
Ayetin son bölümündeki “O [Allah], onunla dilediğini kılavuzlar. Her kimi de
Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösteren biri yoktur” ifadesiyle ilgili olarak
“Hidayetin de, Dalâletin de Allah’tan olduğu” konusu Tekvir suresinin tahlilinde
detaylı olarak ele alındığından, konunun oradan okunmasını öneriyoruz.
24
Kur'ân bu ayette de bir takım sıfatlar ile tanıtılmıştır. Bu vesileyle Kur’an’ın
niteliği ile ilgili bilgileri tekrar hatırlatıyoruz:
* Hadis Olması [sonradan meydana gelme, yaratılmış olma]:
33,34
Yahut vahyedilenleri, “Kendi uydurup söyledi” mi diyorlar? Aslında onlar inanmıyorlar.
Peki, onun gibi bir sözü onlar getirsinler, eğer doğru kimseler iseler.
(Tur/33,34)
81
Peki, şimdi siz bu Söz'ü/Kur’ân'ı mı küçümsüyorsunuz?
(Vakıa/81)
* Kitap olması:
Rabbimiz Kur’an’ı “kitap” diye nitelemiştir. “ ‫الكتاب‬el-Kitap”, “içinde yazı olan
şey” demektir.5
Kitap sözcüğü, “toplanmak, bir araya gelmek” manasına gelen “
‫كتب‬ketb” mastarından türemiştir. Bu durum, Kur’an’ın bir takım harfler ile meydana
getirilmiş bir eser olmasını ifade ettiği gibi, bilgi, yasa, öğüt gibi insanlık yararına
olan şeylerin toplandığı bir eser olmasını da ifade etmektedir. Ancak bu ayetteki
“Kitap” ifadesi ile Kur’an’ın tümü kastedilmiş olamaz. Çünkü bu ayet indiğinde
Kur’an’ın tamamı inmiş değildi.
Kur’an’ın tümü kitap olduğu gibi, bir ayetine, bir paragrafına ve bir pasajına da
kitap denir.
"Kitap" sözcüğü; "yazılan-okunan" anlamına geldiği için, bir defa buradan
hemen anlıyoruz ki, Kur'an ayetleri ilk vahyden itibaren yazıya geçirilmiştir. İkinci
olarak; Kur'an'nın henüz tamamlanmadığı dönemlerde eldeki mevcut olan bölümler
de Kur'an'da "kitap" olarak tanımlandığı için anlıyoruz ki, "kitap" sözcüğü Kur'an'ın
tamamını temsil etmemektedir. Nitekim yukarıda sunduğumuz ayetlerin
bazılarındaki "kitap ve hikmet" kalıbına karşılık, Ahzab suresinin 34. ayetinde;
"...Allah'ın ayetlerini ve hikmeti anın" şeklinde "ayetler" sözcüğü kullanılarak bir
kalıp oluşturulmuştur. Yani "kitap" ve "ayetler" sözcükleri, Kur'an'ın bölümleri için
kullanılmıştır.
Bizim görüşümüze göre "kitap ve hikmet" kalıbıyla verilen ayetlerdeki "kitap";
Zümer suresinin 23. ayetinde bahsedilen "müteşabih kitap"tır. Yani mucize
nitelikli, anlamları gayet açık olmasına rağmen birbiriyle benzeşen birçok anlamı
ifade edebilen eşsiz sanat mucizeleri konumundaki müteşabih ayetlerin oluşturduğu
metindir.
Bilindiği üzere Kur’an indiği dönemde Araplar arasında henüz kültür ve
edebiyat, yazılı konumda değildi. Arap dil ve edebiyat bilginlerinin eserleri dilden
dile dolaşmaktaydı. Arap dili gramer ve edebiyat açısından henüz
kuramlaştırılmamıştı. Gramer ve edebiyat bilgileri ediplerin kasidelerinde, halk
deyimlerinde kendini göstermekteydi.
Arapçaya ait bu günkü dilbilgisi kuralları Kur'ân'ın inişinden yaklaşık 150–200
sene sonra Sibeveyh, Ahfeş (ölümü H. 177 M. 793), Kisâî, Îsâ b. Ömer, Yûnus b.
Habib ve Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsenna gibi bilginlerce Kur’an metinleri ve
İmruü'l-Kays, Tarafe ibnü'l-Abd (539-564), Haris bin Hilliza (veya A'şa)., Amr bin
Kulsum, Antere bin Şeddad (veya Nabiğa), Züheyr bin Ebu Sulme, Lebid ve diğer
ediplerin eserleri dikkate alınarak oluşturuldu.
5
(Lisan’ül Arab; c.7 S.588, ktb mad.)
25
Kur’an’ın metni Arap dilinin gramer ve edebiyat ilkelerini kuramlaşmış haliyle
insanlığa sunmuş ve derli toplu olarak göstermiştir. Hem de Arap dili gramer ve
edebiyatını bilmeyen birisi tarafından. Kur’an’ın nüzulünden sonra Arap dil ve
edebiyatının temel kaynağı artık Kur’an metni (Kitap) olmuştur. İşte Kur’an’da
“Kitap” diye konu edilen, Kur’an’ın yazılı metnidir, içeriği de Hikmet olarak yer
almaktadır. Bunu, A’raf/2, Yûnus/1, Hûd/1, Yûsuf/1, Ra’d/1, İbrahim/1, Hıcr/1,
Kehf/1, Şûra/2, Neml/1, Kasas/2, Lokman/2, Secde/2, Sâd/29, Zümer/ 1, 2, 23, 41
Mü’min/ 2, Fussıllet/3, Zuhruf/2, Duhan/2, Câsiye/2, Ahkaf72 ve Bakara/151’de
görmekteyiz.
* “En Güzel Söz” Olması:
Kur’an’ın niçin sözlerin en güzeli olduğu 18. ayette açıklanmıştı.
* Müteşâbih:
Müteşabih ayetler birden çok, birbirine benzer, birbirinden güzel anlamlar
içeren ve her bir anlamı da açık olarak anlaşılan ayetler demektir. Bu ayetler mecaz,
kinaye ve diğer edebî sanatların da kullanıldığı; ancak yapılan benzetme ve
örneklemelerden dolayı kültür seviyesi en alt düzeyde olanların bile anlayabileceği
ayetlerdir. Bu ayetler de tıpkı “muhkem ayetler” gibi açık, seçik, anlaşılır ayetlerdir.
Kesinlikle kapalı, müşkil ve anlaşılmaz değildirler. Müteşabih ayetler kapalı, müşkil
ve anlaşılmaz ayetler olarak kabul edildiği takdirde Zümer/23’te “Sözün en güzeli”
olarak nitelenen Kur'an, aynı zamanda kapalı, anlaşılmaz ayetler de içeriyor
olacaktır. Bu ise kapalı, anlaşılmaz ayetlerin “sözün en güzeli” olması anlamına gelir
ki, Kur'an ile böyle bir tuhaflığın bağdaşması mümkün değildir.
İşin doğrusu, müteşabih ayetler anlaşılır, birden çok ve birbirinden güzel
anlamlar içeren, kim hangisini anlarsa anlasın, bu anlamların hepsinin de doğru
olduğu ayetlerdir.
* Mesani:
“Mesani” sözcüğünün ikilerli, katmerli” demek olduğunu açıklamıştık.
Kur’an’ın “mesani [ikilerlilik ve katmerlilik]” özelliğini kısaca şöyle açıklamak
mümkündür:
a- Karşıtlık Metodu: Kur’an incelendiğinde, konumuz olan Zümer/22, 23’te de
görüldüğü üzere, ayetlerde pozitif ve negatif olgular daima bir arada karşıtlık
metoduyla verilmektedir. Ebrar-Füccar, iyiler- kötüler, yer-gök, ins-cinn, hakk-batıl,
cennet-cehennem, uyarı-müjde gibi...
b- İletilen mesajın mutlaka ikinci bir vurgusunun varlığı: Buna namaz
vakitlerini bildiren ayetleri örnek verebiliriz. Hem Hud suresinde hem de İsra
suresinde farklı ifadeler ile aynı mesaj verilmiştir.
“Mesani” sözcüğü Hıcr suresinin tahlilinde “Seb’an mine’l-Mesanî” başlığı
altında ayrıca ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
* Derilerin Ürpermesi [Şiddetle Etkilenme]:
26
Kur’an’ın [Arapça orijinalinin] ulaşılmaz bir belağat örneği olduğu, inanan,
inanmayan herkes tarafından kabul edilmektedir. Kur’an aynı zamanda içerdiği
ilkeler, verdiği haber ve bilgiler ile de en uç noktadaki bir huccet [kanıt, belge]
durumundadır. Kıyamet ve ahiretle ilgili sahneleri ise anlatılması zor, çarpıcı bir
nitelik taşımaktadır. Bundan dolayıdır ki, Kur’an’ı tanıyan herkesin onun heybeti
karşısında derileri ürperir, tüyleri diken diken olur. Bu psikolojiye giren bir insanın
Allah’a saygı duyan biri haline gelmesi ise çok kolaydır. Zaten kâfirlerin Kur’an’ın
dinlenilmesini istememeleri ve dinleyenleri de engellemeye çalışmaları bu yüzdendir.
21
Eğer Biz, bu Kur’ân'ı bir dağa/çok iri cüsseli bir yükümlü varlığa indirseydik, Allah'a olan
saygıyla, sevgiyle ve bilgiyle ürpertiden onu samimiyetle saygı duyar, baş eğer ve parça parça
olmuş görürdün. Ve Biz, bu örnekleri iyiden iyiye düşünürler diye insanlara veriyoruz.
(Haşr/21)
2-4
Hiç şüphesiz mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen,
O'nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, iman açısından güç kazanan ve yalnızca
Rablerine sonucu havale eden,
salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma
kurumlarını oluşturan, ayakta tutan]
ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir.
İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir. Onlara Rableri katında dereceler, bağışlama ve
saygın bir rızık vardır.
(Enfal/2-4)
73
Ve Rahmân'ın kulları, kendilerine Rablerinin alâmetleri/ göstergeleri hatırlatıldığında ise,
onlar üzerine sağırca ve körce davranmazlar.
(Furkan/73)
24
Peki, kıyâmet günü şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara:
“Kazanmış olduğunuzun karşılığını tadın!” denilmişken, kendini azabın
kötülüğünden korumaya çalışan kimse mi daha hayırlıdır, yoksa kıyâmet günü
güven içinde gelecek kişi mi?
25,26
Onlardan önceki kimseler yalanladılar da kendilerine düşünemedikleri
yönden azap geliverdi. Sonra da Allah, onlara basit dünya hayatında rüsvalığı
tattırdı. Âhiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilir olsalardı!
Bu ayet gurubunda, bahusus akıllı geçinip de ahireti, peygamberi yalanlayan
kişilerin dünya ve ahiretteki durumları sergilenmektedir. Onlar dünyada rüsvalık
azabı ile cezalandırılmışlardır. Ahiret cezaları ise daha ağır, daha korkunç olacaktır.
Ama onlar bunu bilmemektedirler.
“Yüzünü azabın kötülüğünden koruyan” ifadesiyle “cüz’iyyyet mecaz-ı mürseli”
yapılmıştır. Yani bedenin bir parçası anılıp bütünü kastedilmiştir. Bu durumda anlam
“kendini azabın kötüsünden koruyan” şeklinde olmaktadır. Yüz, rüsvalığı en iyi
yansıtan organdır. İçinde bulunulan ortam insanın yüzünden okunur. Yüzü güller
açmış olmak, suratı mahkeme duvarına benzemek gibi deyimler bunu ifade eder.
İnsanın yüz ifadesi, korku, ürperti, mutluluk ya da karamsarlık gibi ruh hallerini
açıkça ortaya koyar.
İçindeki “yüz” ifadesinden hareket ederek ayet hakkında “Böyle bir kimse
elleri, kolları bağlanmış olarak cehennem ateşine atılır. Vücudundan ateşe değecek
ilk bölüm onun yüzü olacaktır”, “Cehennem ateşinde yüzü üstü sürüklenecektir”,
“Kâfir elleri boynuna bağlanmış olarak, boynunda da kibritten oldukça büyük bir
dağ gibi muazzam bir kaya parçası olduğu halde cehennem ateşine atılacak. O ateş,
27
boynuna asılı bulunduğu halde o taş parçasını yakacak. Onun hararet ve alevi de
onun yüzünü örtecek. Elleri boynuna bağlı bulunduğundan ötürü de bu alevi ve ateşi
yüzünden uzaklaştıramayacak” şeklinde bir takım yorumlar yapılmış olsa da, bütün
bu yorumlar birer varsayımdan ibarettir.
Ayetteki “yüz” ifadesini Kamer ve Mülk surelerindeki ayetlerden hareketle
“yüzüstü sürünmek” şeklinde anlamak da mümkündür.
Bu iki ayette verilen mesaj şu ayetlerde gayet detaylıdır:
114
Ve Allah'ın tanıtıldığı-öğretildiği okullarını, içlerinde Allah'ın adı anılmasın diye engelleyen
ve onların yıkımı için uğraşan kişiden daha kendi benliğine haksızlık eden kim olabilir?!..
Böylelerinin, Allah'ın tanıtıldığı-öğretildiği o okullara girmeleri ancak korka korka olacaktır. Onlar
için dünyada bir rezillik vardır. Bunlar için âhirette de büyük bir azap vardır.
(Bakara/114)
22
Şimdi yüz üstü kapanarak yürüyen mi daha doğru gider, yoksa dosdoğru yolda dümdüz
yürüyen mi?
(Mülk/22)
48
O gün yüzleri üzere ateşte sürüklenirler: “Cehennemin beyinleri kaynatan sıcağının
dokunuşunu tadın!”
(Kamer/48)
24. ayette cümledeki haber [yüklem] hazfedilmiştir. Ayetin takdiri şöyle
yapılabilir: “Yüzünü [kendini] azabın kötülüğünden koruyan kimse mi daha üstündür
yoksa mutlu olan kimse mi?”
Bu ayetin bir benzeri de şudur:
40
Şüphesiz alâmetlerimiz/ göstergelerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp inkâra sapan kimseler
Bize gizli kalmazlar. O hâlde ateşe atılacak olan kişi mi daha hayırlıdır, yoksa kıyâmet günü güven
içinde gelecek kişi mi? İstediğinizi yapın. Şüphesiz ki Allah, yaptığınız şeyleri en iyi görendir.
(Fussılet/40)
Daha evvel birçok yerde konu edildiği üzere, ayette sözü edilen “zalimler”
müşriklerdir. Ayette anlatılan sahne, mahşerde yaşanacak olayları göstermektedir.
Şirkleri nedeniyle o kimselere “Kazanmış olduğunuzun karşılığını tadın!”
denilecektir.
Benzer bir ayet de şudur:
35
O gün, biriktirdikleri altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla
alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: “İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir.
Haydi, şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri!”
(Tevbe/35)
Bu kimseler, kıyamet gününde kendi yüzlerini kötü azaptan korumaya
çalışacaklar ama bunu beceremeyeceklerdir.
26
Şüphesiz onlardan önceki kimseler tuzak kurdular da Allah, onların duvarlarına
temellerinden vurdu. Sonra da çatı tepelerinden üzerlerine çöktü. Ve onlara azap akledemedikleri bir
yönden geldi.
(Nahl/26)
Allah’ın dinine karşı direnen, Elçi ile mücadele eden, gönderdiği mesajları
yalanlamaya çalışan kimseler hem dünyada hem de ahirette cezalandırılacaktır.
Çünkü dünyadaki rüsvalık cezası, işledikleri suçun karşılığı olmaktan uzaktır.
28
Suçlarına denk bir ceza ancak ahirette verilecek ceza olacaktır.
27,28
Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir
okuma olarak; Allah'ın koruması altına girsinler diye bu Kur’ân'da insanlar
için her türlüsünden örnek verdik.
Bu ayetlerde, Rabbimiz insanlar düşünüp öğüt alsınlar diye, rahatça anlayıp
uygulayacakları bir kitap, takvalı davranarak kendilerini kurtarmaları, korumaları
için de her türlü ikna edici örnekler verdiğini beyan etmektedir.
Kur’an’ın pürüzsüz bir Arapça ile indirilmiş olması hakkındaki vurgusu iyi
değerlendirilmelidir. Ayetteki vurgu Kur’an’ın salt Arapça indirilmiş olmasına değil,
kolayca anlaşılıp öğüt alınması için o toplumun dili olan Arapça ile indirilmiş
olmasınadır. Kur’an’ın ilk muhatabı olan toplumun anadilinin Arapça olması, onlara
iletilen ilahi mesajın da aynı dilde olmasının temel nedenidir. Bu, Allah’ın herhangi
bir topluma elçi gönderirken uyguladığı genel ilkesidir.
Kur’an'ın daveti bütün insanlık için genel bir davettir. Birçok ayetten Kur'an’ın
Arap, Acem, Türk, Kürt, Avrupalı, Amerikalı, Afrikalı insanları hakka davet ettiğini
öğrenmiş bulunuyoruz. Bu durumda, Kur’an’ın tüm dünya dillerine çevrilmesi, her
milletin Allah’ın mesajlarını kendi anadilleriyle algılamalarını sağlamak bakımından
zorunlu bir görev olarak ortaya çıkmaktadır.
Ayetteki "‫عوج‬ ‫ذى‬ ‫غير‬ Gayra zî Ivec" "her türlü tenakuz ve ihtilaftan uzak"
ifadesiyle Kur'ân'ın çelişki ve tenakuzdan uzak ve berî oluşu anlatılmak istenmiştir.
Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
82
Onlar hâlâ, Kur’ân'ı gereği gibi düşünmezler mi? Eğer ki o, Allah'tan başkası tarafından
olsaydı, kesinlikle onun içinde birçok karışıklıklar bulurlardı.
(Nisa/82)
38
Ve yeryüzünde hiçbir irili-ufaklı kıpırdayan canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki,
sizin gibi önderli topluluklar olmasın. Biz Kitapta hiçbir şeyi noksan/yetersiz bırakmadık. Sonra onlar
Rablerine toplanacaklardır.
(En'am/38)
28
Allah, size kendinizden bir örnek veriyor: Hiç size rızık olarak verdiğimiz şeylerde yasa ile
size teslim edilen kişilerden ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur ve kendinize çekindiğiniz/
değer verdiğiniz gibi onlarla da karşılıklı çekinir misiniz/ birbirinize aynı değeri verir misiniz, eşit
olur musunuz? İşte Biz, aklını kullanan bir toplum için âyetleri böyle açıklarız.
(Rûm/28)
43
Ve Biz, bu örnekleri insanlara veriyoruz. Onlara da bilginlerden başkası akıl erdiremez.
(Ankebut/43)
29
Allah, çekişip duran birtakım ortakları olan bir adam ile yalnız bir kişiye
bağlı selâmet içinde olan bir adamı örnek verdi. Bu ikisinin hâli hiç eşit olur
mu? –Tüm övgüler Allah'ındır; başkası övülemez.– Aksine olarak onların çoğu
bilmezler.
Bu ayette, tek bir Allah’a inanan mümin tek efendiye bağlı bir kimseye, birçok
tanrı edinmiş müşrik de birkaç efendiye bağlı bir kimseye benzetilerek şirkin insan
için zararlı bir durum olduğuna işaret edilmiştir. Çünkü birbirine rakip birçok sahibi
olan ve her sahibin kendisine hizmet etmesini istediği bir kölenin o sahiplerden
hiçbirini memnun etmesi, kendisinin de onlardan hoşnut kalması mümkün değildir.
29
59. zümer suresi
59. zümer suresi
59. zümer suresi
59. zümer suresi
59. zümer suresi
59. zümer suresi
59. zümer suresi
59. zümer suresi
59. zümer suresi
59. zümer suresi
59. zümer suresi
59. zümer suresi
59. zümer suresi
59. zümer suresi
59. zümer suresi
59. zümer suresi
59. zümer suresi
59. zümer suresi

More Related Content

What's hot (20)

Kaza ve Kadere İman
Kaza ve Kadere İmanKaza ve Kadere İman
Kaza ve Kadere İman
 
70. nahl suresi
70. nahl suresi70. nahl suresi
70. nahl suresi
 
Ali Sırrı Efendiye mektup
Ali Sırrı Efendiye mektupAli Sırrı Efendiye mektup
Ali Sırrı Efendiye mektup
 
İmam gazali tevhid ve ledün risaleleri
İmam gazali   tevhid ve ledün risaleleriİmam gazali   tevhid ve ledün risaleleri
İmam gazali tevhid ve ledün risaleleri
 
Lise kader
Lise kaderLise kader
Lise kader
 
96. ra'd suresi
96. ra'd suresi96. ra'd suresi
96. ra'd suresi
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
 
90. ahzab suresi
90. ahzab suresi90. ahzab suresi
90. ahzab suresi
 
İmam gazali itikatta sözün özü
İmam gazali   itikatta sözün özüİmam gazali   itikatta sözün özü
İmam gazali itikatta sözün özü
 
İmam gazali hikmetler kitabı
İmam gazali   hikmetler kitabıİmam gazali   hikmetler kitabı
İmam gazali hikmetler kitabı
 
Dinde Üç Temel Esas ve ‎Delilleri
Dinde Üç Temel Esas ve ‎DelilleriDinde Üç Temel Esas ve ‎Delilleri
Dinde Üç Temel Esas ve ‎Delilleri
 
Nefs
NefsNefs
Nefs
 
Nefsin Mertebeleri
Nefsin MertebeleriNefsin Mertebeleri
Nefsin Mertebeleri
 
57. lokman suresi
57. lokman suresi57. lokman suresi
57. lokman suresi
 
248. Kur'an Buluşması
248. Kur'an Buluşması248. Kur'an Buluşması
248. Kur'an Buluşması
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
İmam gazali dinde kırk prensip
İmam gazali   dinde kırk prensipİmam gazali   dinde kırk prensip
İmam gazali dinde kırk prensip
 
47. şuara suresi
47. şuara suresi47. şuara suresi
47. şuara suresi
 
Sabir ve Namaz
Sabir ve NamazSabir ve Namaz
Sabir ve Namaz
 
Esma i hüsna -77 er-rezzâk
Esma i hüsna -77  er-rezzâkEsma i hüsna -77  er-rezzâk
Esma i hüsna -77 er-rezzâk
 

Similar to 59. zümer suresi (20)

66. ahkaf suresi
66. ahkaf suresi66. ahkaf suresi
66. ahkaf suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
95. muhammed suresi
95. muhammed suresi95. muhammed suresi
95. muhammed suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
43.fatır suresi
43.fatır suresi43.fatır suresi
43.fatır suresi
 
61. fussilet suresi
61. fussilet suresi61. fussilet suresi
61. fussilet suresi
 
55. en'am suresi
55. en'am suresi55. en'am suresi
55. en'am suresi
 
58. sebe suresi
58. sebe suresi58. sebe suresi
58. sebe suresi
 
51.yunus suresi
51.yunus suresi51.yunus suresi
51.yunus suresi
 
84.rum suresi
84.rum suresi84.rum suresi
84.rum suresi
 
60. gafir suresi
60. gafir suresi60. gafir suresi
60. gafir suresi
 
Kuran-ı kerim Diyanet Meali
Kuran-ı kerim Diyanet MealiKuran-ı kerim Diyanet Meali
Kuran-ı kerim Diyanet Meali
 
52. hud suresi
52. hud suresi52. hud suresi
52. hud suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
72. ibrahim suresi
72. ibrahim suresi72. ibrahim suresi
72. ibrahim suresi
 
77. mülk suresi
77. mülk suresi77. mülk suresi
77. mülk suresi
 
42.furkan suresi
42.furkan suresi42.furkan suresi
42.furkan suresi
 
99. talak suresi
99. talak suresi99. talak suresi
99. talak suresi
 
73. enbiya suresi
73. enbiya suresi73. enbiya suresi
73. enbiya suresi
 

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN (20)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 
98. insan suresi
98. insan suresi98. insan suresi
98. insan suresi
 
97. rahman suresi
97. rahman suresi97. rahman suresi
97. rahman suresi
 
93. zilzal suresi
93. zilzal suresi93. zilzal suresi
93. zilzal suresi
 
92. nisa suresi
92. nisa suresi92. nisa suresi
92. nisa suresi
 
91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi
 

59. zümer suresi

  • 1. 59 ZÜMER [GURUPLAR] SURESİ GİRİŞ: Adını 71 ve 73. ayette geçen “ ‫مر‬‫م‬‫زم‬zümer [guruplar]” sözcüğünden alan bu surenin, Mekke’de 59. sırada indiği kabul edilir. 20. ayetteki “ ‫غرف‬guref [köşkler]” sözcüğüne binaen, “guref [köşkler]” suresi de denilir. Bazı kaynaklarda 53- 55. ayetlerin Medenî olduğu ileri sürülse1 de, mesaj bütünlüğüne bakıldığında bu görüşün isabetsiz olduğu anlaşılmaktadır. Sure, Kur’an’ın tanıtımı ile başlamakta ve Allah’a hamd ile bitmektedir. Surenin ana ekseni iman ve tevhiddir. Gerçek iman ve gerçek imanın yansıması detaylı bir şekilde açıklanmakta, imana ulaşılması için gerek dış dünyadaki gerekse insan bedenindeki birçok ayete dikkat çekilmektedir. Bu bağlamda kısa ve öz olarak akıl, düşünce, bilginin önemi, iman-amel ilişkisi, kıyametin kopuşu gibi olaylara da değinilmekte, inananlar ile inançsızların mukayesesi yapılmaktadır. Surede mahşere ait birçok sahneye yer verilmiştir. Özellikle mahşerden [toplantı alanından] cennet ve cehenneme yapılan guruplar halindeki sevk sahnesi çok dikkat çekicidir. Ayrıca inanmayanların ahiretteki perişanlıklarından da birçok kesit gösterilmektedir. Surenin düzenli bir hitabe örneği konumunda oluşu, onun ya bir kerede indiğini, ya da kısa zaman aralıklarıyla inen necmlerden oluştuğunu düşündürmektedir. 1 (Süyuti; el-İtkan) 1
  • 2. MEAL: RAHMAN RAHİM ALLAH ADINA 1 Bu kitabın indirilmesi, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah'tandır. 2 Şüphesiz ki, Biz bu kitabı sana gerçekle indirdik. Öyleyse Din'i sadece O'nun için arındırarak Allah'a kulluk et. 3 Dikkatli olun, halis din sadece Allah'a aittir. O'nun astlarından birtakım yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinenler: “Allah'ın astlarından edindiğimiz yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar, bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” Şüphesiz kendilerinin ayrılığa/anlaşmazlığa düşüp durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez. 4 Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, kesinlikle oluşturacağından, dileyeceğini seçecekti. O, bundan arınıktır. O, bir tek, kahredici Allah'tır. 5 Bir tek, kahredici Allah, gökleri ve yeri hak ile oluşturdu, geceyi gündüzün üstüne bürüyor, gündüzü de gecenin üstüne bürüyor. Güneşi ve ay'ı yararınıza olan yapı ve işleyişte yaratarak hizmetinize sunmuştur. Hepsi de adı konmuş bir süre sonuna akıp gitmektedir. İyi bilin ki O, çok güçlü ve çok bağışlayıcıdır. 6 O, sizi tek bir nefisten oluşturdu, sonra ondan eşini yaptı ve sizin için hayvanlardan sekiz eş indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, oluşturluştan sonra bir oluşturuluşla oluşturuyor. İşte bu, sahiplik, yönetim yalnız Kendisinin olan Rabbiniz Allah'tır. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Öyleyse, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? 7 Eğer küfredecek; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedecek/ iyilikbilmezlik edecek olursanız, biliniz ki, şüphesiz Allah size hiçbir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için, küfre; Kendisinin ilâhlığının ve rabliğinin bilerek reddedilmesine/ nankörlüğe rıza göstermez. Ve eğer kendinize verilen nimetlerin karşılığını öderseniz, sizin için ona razı olur. Hiç bir taşıyıcı, bir başkasının yükünü çekmez. Sonra dönüşünüz yalnızca Rabbinizedir. Böylece yapmış olduklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı iyi bilendir. 8 İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, bütün gönlünü O'na vererek Rabbine yakarır. Sonra kendisine tarafından bir nimet lütfettiği zaman da önceden O'na yakardığı hâli unutur da Allah'ın yolundan saptırmak için O'na ortaklar oluşturur. De ki: “Küfrünle; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedişinle biraz yararlan! Şüphesiz sen ateşin ashâbındansın.” 9 Ya da gece saatlerinde kalkan, boyun eğip teslimiyet göstererek, dikelerek, ahretten çekinerek daima saygıda duran ve Rabbinin rahmetini uman o kimse, öyle yapmayan gibi midir? De ki: “Hiç bilen kimseler ve bilmeyen kimseler eşit olur mu?” Kesinlikle sadece temiz akıl sahibi olanlar öğüt alırlar/gereği gibi düşünürler. 10 De ki: “Ey iman etmiş olan kullar! Rabbinizin koruması altına girin. Bu dünyada iyilik-güzellik yapanlara bir güzellik vardır. Şüphesiz Allah'ın yeryüzü geniştir. Ancak sabredenler, ödüllerini hesapsız tastamam alacaklardır.” 2
  • 3. 11,12 De ki: “Ben, kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah'a kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi.” 13 De ki: “Şüphesiz Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım.” 14-16 De ki, “Dinimi yalnız Kendisine arındırarak Allah'a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz, O'nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız.” De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyâmet gününde kendilerini ve ailelerini ve yakınlarını kayba uğratanlardır.” –Dikkatli olun! İşte bu, apaçık bir kaybın ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: Ey kullarım! Benim korumam altına girin.– 17,18 Ve tağuta kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yönelen kimseler, kendileri için müjde olanlardır. Haydi, müjdele, sözü dinleyip de en güzeline uyan kullarımı! İşte onlar, Allah'ın kendilerine doğru yol kılavuzu verdiği kimselerdir. Ve işte onlar, kavrama yeteneği/temiz akıl sahibi olanların ta kendileridir. 19 Peki, üzerine “azap kelimesi” hak olmuş kimse de mi? Artık ateşteki o kimseyi sen mi kurtaracaksın? 20 Lâkin Rablerinin koruması altına girmiş olan o kişiler, kendileri için Allah'ın vaadi olarak altlarından ırmaklar akan, kat kat köşkler olanlardır. Allah vaadinden caymaz. 21 Sen, şüphesiz Allah'ın gökten bir su indirip de onu bir yoluyla yeryüzündeki pınarlara koyduğunu, sonra onunla renkleri değişik bir ekin çıkardığını, sonra onun olgunlaşıp da senin onu sararmış gördüğünü, sonra da onu bir çöpe çevirdiğini görmedin mi/ hiç düşünmedin mi? Şüphesiz, bunda kavrama yeteneği olanlar; temiz akıl sahipleri için kesinlikle bir öğüt/ hatırlatma vardır. 22 Peki, Allah kimin göğsünü İslâm'a açarsa, o zaman o, Rabbinden bir ışık üzerinde olmaz mı? Öyleyse Allah'ı anmaya karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. 23 Allah, sözün en güzelini benzeşen anlamlı olarak, ikişerli bir kitap hâlinde indirmiştir. Ondan, Rablerine saygısı olanların tüyleri ürperir. Sonra derileri ve kalpleri Allah'ın anılmasına karşı yumuşar. İşte bu, Allah'ın rehberidir. Allah, onunla dilediğini kılavuzlar. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösteren biri yoktur. 24 Peki, kıyâmet günü şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara: “Kazanmış olduğunuzun karşılığını tadın!” denilmişken, kendini azabın kötülüğünden korumaya çalışan kimse mi daha hayırlıdır, yoksa kıyâmet günü güven içinde gelecek kişi mi? 25,26 Onlardan önceki kimseler yalanladılar da kendilerine düşünemedikleri yönden azap geliverdi. Sonra da Allah, onlara basit dünya hayatında rüsvalığı tattırdı. Âhiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilir olsalardı! 27,28 Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir okuma olarak; Allah'ın koruması altına girsinler diye bu Kur’ân'da insanlar için her türlüsünden örnek verdik. 29 Allah, çekişip duran birtakım ortakları olan bir adam ile yalnız bir kişiye bağlı selâmet içinde olan bir adamı örnek verdi. Bu ikisinin hâli hiç eşit olur mu? –Tüm övgüler Allah'ındır; başkası övülemez.– Aksine olarak onların çoğu bilmezler. 3
  • 4. 30 Şüphesiz sen kesinlikle öleceksin, şüphesiz onlar da kesinlikle öleceklerdir. 31 Sonra şüphesiz siz kıyâmet gününde Rabbinizin huzurunda tartışacaksınız. 32 Öyleyse Allah'a karşı yalan söyleyen ve doğru kendisine geldiği zaman onu yalanlayandan daha yanlış; kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? O kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için cehennemde bir sığınak yok mu!? 33 Ve doğruyu getiren ve onu tasdik eden kişi; işte onlar, Allah'ın koruması altına girmiş olan kişilerin ta kendileridir. 34,35 Onlar için Rableri nezdinde diledikleri şeyler vardır. İşte bu, Allah'ın, onların önceden yaptıklarının en kötüsünü örtmesi, işlemekte bulunduklarının en güzeline, ecirlerini karşılık olarak vermesi için iyilik-güzellik üretenlerin karşılığıdır. 36 Allah, kuluna kâfi değil midir? Onlar ise seni, O'nun astlarından kimseler ile korkutuyorlar. Ve Allah kimi şaşırtırsa, artık ona kılavuz olan biri yoktur. 37 Kime de Allah kılavuz olursa, artık onu da şaşırtan biri yoktur. Allah, çok güçlü, suçluyu yakalayıp, cezalandırarak adalet sağlayan değil midir? 38 Ve sen, gerçekten onlara: “O gökleri ve yeri kim oluşturdu?” diye sormuş olsan, kesinlikle “Allah!” diyeceklerdir. De ki: “Öyleyse Allah'ın astlarından çağırdıklarınızı hiç düşündünüz mü? Eğer Allah, bana bir zarar vermek istediyse, onlar O'nun zararını giderebilen kimseler midirler? Yahut bana bir rahmet dilediyse, onlar O'nun rahmetini engelleyebilen kimseler midirler? De ki: “Allah, bana yeter. Sonucu bırakanlar, yalnızca O'na sonucu bıraksınlar.” 39,40 De ki: “Ey toplumum! Siz bulunduğunuz yer üzere çalışın. Şüphesiz ben de çalışan biriyim. Artık kendisini rüsva edecek azabın kime geleceğini ve kalıcı bir azabın kimin üzerine yerleşeceğini yakında bileceksiniz.” 41 Şüphesiz Biz bu kitabı sana, insanlar için hak ile indirdik. O hâlde kim kılavuzlandığı doğru yolu bulduysa artık kendi lehinedir. Kim de saptıysa artık o, sırf kendi aleyhine olarak sapar. Ve sen onların üzerine onları ayakta tutan bir sorumlu değilsin. 42 Allah, o nefisleri, ölmeleri sırasında, onlara geçmişte yaptıklarını ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlatırır. Ölmeyenleri de uyuduklarında; artık haklarında ölüm gerçekleştirdiklerini alıkoyar, diğerlerini de adı konmuş bir süre sonuna kadar salıverir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için nice alâmetler/göstergeler vardır. 43 Yoksa onlar, Allah'ın astlarından birtakım destekçi, yardımcı, torpilciler mi edindiler? De ki: “Onlar hiçbir şeye güç yetiremez ve akıl erdiremezse de mi böyle yapacaksınız?” 44 De ki: “Bütün yardım, destek, kayırma Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü yalnızca O'nundur. Sonra yalnızca O'na döndürülürsünüz.” 45 Ve Allah, “bir tek” olarak anıldığı zaman âhirete inanmayan kişilerin yürekleri burkulur da, O'nun astlarından olan kimseler anıldığı zaman derhal yüzleri gülüverir. 46 De ki: “Ey göklerin ve yerin yoktan yaratıcısı/parçalayıcısı, görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği ve varlıkların akıl ve duyularla gözlenenlerini bilen Allah'ım! Kulların arasında, çekişip durdukları o şeyler hakkında Sen hüküm vereceksin.” 47 Ve eğer bütün yeryüzündekiler ve onunla birlikte bir o kadarı da şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kişilerin olsaydı, kıyâmet günü 4
  • 5. azabın kötülüğünden kurtulmak için onu kesinlikle kurtulmalık verirlerdi. Ve onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah tarafından onlar için meydana çıkarılır. 48 Ve kazandıklarının kötülükleri onlar için meydana çıkmış ve kendisiyle alay edip durdukları şeyler, kendilerini çepeçevre sarmıştır. 49 İşte, insana bir sıkıntı dokunuverince Bize yalvarır, sonra kendisine tarafımızdan bir nimet bahşettiğimiz zaman da: “O, bana bir bilgi üzerine verildi” der. Aslında verilen nimetler, bir imtihan aracıdır. Velâkin onların çoğu bilmezler. 50 Gerçekten “O bana bir bilgi üzerine verildi” sözünü, bunlardan önceki kimseler de söyledi de o kazandıkları şeyler, kendilerine yarar sağlamadı. 51 Sonunda kazandıkları şeylerin kötülükleri, kendilerine isabet etti. Şunlardan şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış olan o kimseler; onların da kazandıkları şeylerin kötülükleri kendilerine isabet edecektir. Ve onlar âciz bırakanlar değildir. 52 Hâlâ, şüphesiz Allah'ın, rızkı dilediğine yaydığını ve ölçülendirdiğini bilmediler mi? Şüphesiz bunda iman edecek bir toplum için kesinlikle nice alâmetler/göstergeler vardır. 53 De ki: “Ey nefislerine karşı sınırı aşmış olan kullar! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz Allah, günahları tümden bağışlar. Şüphesiz O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. 54 Ve size azap gelmeden önce Rabbinize yönelin ve O'na teslim olun. Sonra yardım edilmezsiniz. 55-58 Ve ansızın azap gelmeden, kişinin, “Allah'ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim” demesinden yahut “Allah, bana doğru yolu gösterseydi, her hâlde ben Allah'ın koruması altına girmiş kimselerden olurdum” demesinden veya azabı gördüğü zaman, “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik- güzellik üretenlerden olsaydım” demesinden önce Rabbinizden size indirilenin en güzelini izleyin.” 59 Tam tersi, sana âyetlerim geldi de sen onları hemen yalanladın, büyüklük tasladın ve kâfirlerden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerden oldun. 60 Ve o kıyâmet günü, Allah'a karşı yalan söyleyen kişileri yüzleri kararmış olarak göreceksin. -Kibirlenenler için cehennemde yer yok mu?- 61 Allah'ın koruması altına girmiş olan kişileri de Allah başarıları sebebiyle/korunaklarında kurtarır. Onlara fenalık dokunmaz ve onlar üzülmezler de. 62 Allah, her şeyin oluşturucusudur. O, her şeyin “belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan”ıdır. 63 Bütün göklerin ve yerin anahtarları yalnızca O'nundur. Allah'ın âyetlerini örtbas eden kimseler; işte onlar, zarara uğrayanların ta kendileridir. 64 De ki: “Buna rağmen siz, bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz, ey cahiller!” 65,66 Ve andolsun ki sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi: “Andolsun ki eğer ortak koşarsan amelin kesinlikle boşa gidecek ve kesinlikle kaybedenlerden olacaksın. Onun için, tam aksine, yalnız Allah'a kulluk et ve sahip olduğu nimetlerin karşılığını ödeyenlerden ol.” 5
  • 6. 67 Ve onlar Allah'ı hakkıyla takdir etmediler/değerlendirme yapamadılar. Ve yeryüzü toptan, kıyâmet günü O'nun avucundadır. Gökler de O'nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından arınık ve çok yücedir. 68 Ve sûra üflenmiştir de Allah'ın dilediği hariç, göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılıvermiştir. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir de onlar kalkmışlar karşıda bakıp duruyorlar. 69 Ve yeryüzü Rabbinin nûruyla aydınlanmış, kitap konulmuş, peygamberler ve tanıklar getirilmiş ve aralarında hak ile karar verilmiştir. Ve onlara haksızlık edilmez. 70 Ve Allah, ne amel yaptıysa herkese karşılığını kesinlikle tam olarak ödeyecek. Ve Allah, onların yaptıklarını en iyi şekilde bilendir. 71 Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olanlar, kesinlikle bölük bölük cehenneme sevk olunacak. Sonunda oraya vardıklarında kapıları açılacak. Ve onun bekçileri onlara: “İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” diyecekler. Onlar: “Evet geldi” diyecekler. – Velâkin kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden üzerine azap kelimesi hak oldu.– “72 Sürekli olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından” denildi. –Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!– 73 Rablerine karşı Allah'ın koruması altına girmiş olan kişiler de kesinlikle cennete bölük bölük sevk edilecek. Sonunda oraya vardıkları, kapıları açıldığı ve bekçileri onlara: “Selâm sizlere, tertemiz geldiniz!” dediği zaman “Sonsuz olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!” denilecek. 74 Onlar da: “Tüm övgüler, bize vaadini doğru çıkaran ve bizi bu arza vâris yapan ve cennette bizi istediğimiz yerde konup göçürten o Allah'adır” dediler. – İşte, çalışanların ödülü ne güzeldir!– 75 Ve sen, evrendeki tüm güçleri en büyük tahtın bir kenarından dolaşanlar olarak, Rablerinin övgüsüyle birlikte Allah'ı noksan sıfatlardan arındırdıklarını görürsün. Ve onların aralarında ödül, ceza hak ile gerçekleştirilmiştir. Ve “Tüm övgüler âlemlerin Rabbi Allah'adır” denilmektedir. 6
  • 7. TAHLİL: 1 Bu kitabın indirilmesi, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah'tandır. Surede Kur’an’a dikkat çekerek başlamakta ve Kur’an’ın mutlak üstün, galip, yenilmez ve en iyi yasa koyan Allah tarafından indirildiği vurgulanmaktadır. Bununla Kur’an’ın bir beşer ürünü olmadığı vurgulanırken aynı zamanda onu indirenin yenilmezliğine ve yersiz iş yapmayışına da dikkat çekilmektedir. Dikkat çekilen bu niteliklerle hem O’na kimsenin engel olamayacağı, hem de Kur’an’ın içerisindeki yasaların insanlık için en iyi yasalar olduğu mesajı verilmektedir. Hakîm sıfatı daha evvel Lokman suresinde Kur’an’ın sıfatı olarak kullanılmıştı. Burada ise Allah’ın sıfatı olarak yer almıştır. Ya Sin ve Lokman surelerinde “hikmetler içeren” anlamında “mef’ul/ edilgen” isim olarak yer almışken, burada “en iyi yasa koyan” anlamında “fail/etken” isim olarak kullanılmıştır. Rabbimiz Kur’an’ı bizzat kendisinin indirdiğini, vahyettiğini değişik ayetlerde değişik sıfatlarla birçok kez (Şuara/192-195, Fussılet/41, 42, Fussilet/2, Hıcr/9, İsra/105) ön plâna çıkarmıştır. 2 Şüphesiz ki, Biz bu kitabı sana gerçekle indirdik. Öyleyse Din'i sadece O'nun için arındırarak Allah'a kulluk et. 3 Dikkatli olun, halis din sadece Allah'a aittir. O'nun astlarından birtakım yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinenler: “Allah'ın astlarından edindiğimiz yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar, bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” Şüphesiz kendilerinin ayrılığa/anlaşmazlığa düşüp durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez. Kur’an’ın Aziz ve Hakîm Allah tarafından indirilmiş olduğu açıklandıktan sonra Kur’an’ın içeriğine dikkat çekilmiş, din adına ne varsa hakk olan Kur’an kaynaklı olması istenmiştir. Sonra da din adına haktan uzak olan anlayış; Allah’a yakınlaştırsınlar diye bir takım nesneleri veya kişileri evliya edinme inancı kınanmıştır. Burada konu edilen, dine hiçbir şeyin karışmaması, Allah’tan geldiği gibi tertemiz olması, içinde Allah’ın koymadığı hiç bir inanç ve amelin bulunmamasıdır. Bu ayette bazılarının yorumladığı gibi “Riya”nın karşıtı olan “İhlâs”tan bahsedilmemektedir. Yani burada kişilerin tavrından değil, dinin mahiyetinden bahsedilmektedir. Kur’an bu konuya ciddî olarak değinmiştir: 7
  • 8. 11,12 De ki: “Ben, kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah'a kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi.” 13 De ki: “Şüphesiz Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım.” 14-16 De ki, “Dinimi yalnız Kendisine arındırarak Allah'a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz, O'nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız.” De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyâmet gününde kendilerini ve ailelerini ve yakınlarını kayba uğratanlardır.” –Dikkatli olun! İşte bu, apaçık bir kaybın ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: Ey kullarım! Benim korumam altına girin.– (Zümer/11-16) 14 Öyleyse, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler hoşlanmasa da dini sadece Kendisine ait kılarak Allah'a dua edin. (Mü’min/14) 65 O, diridir, O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Bu nedenle, dini sadece O'nun için arındıranlardan olarak O'na dua edin. Tüm övgüler yalnız âlemlerin Rabbi Allah'adır; başkası övülemez.” (Mü’min/65) 5 Oysa ki onlara sadece, dini yalnız Allah için arındıran kişiler hâlinde sadece Allah'a kulluk etmeleri, salâtı ikame etmeleri [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmaları, ayakta tutmaları], zekâtı/vergiyi vermeleri emredilmişti. Ve işte bu, doğru/eksiksiz/aşınmaz dindir. (Beyyine/5) Ayette “Allah’ın astlarından edinilen veliler” ifadesi ile “ilâh edinilen canlı ve cansız nesneler” kastedilmiştir. Bunların başında İsa (as), Üzeyr ve melekler gelmektedir. Pek çok kimse güneşe, aya, yıldızlara taparken kimileri de Lat, Uzza, Menat, Hubel gibi nesneleri put edinmişlerdir. Buna benzer sapkınlıklar, geçmişte olduğu gibi bugün de devam etmektedir. Öyle ki, bazı ideolojiler, bazı devlet büyükleri, bazı din adamları toplumlar tarafından ilah, mabut konumuna sokulmuştur. İnsanların aracı ilahlar edinme sapkınlığı, onlarda bir takım görünmez güçlerin, fonksiyonların olduğuna, onların Allah’ın yakınları, hatırlı kulları olduğuna inanmalarından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, ihtiyaçlarını Allah’tan isterken kendileri ile Allah arasında bu sözde hatırlı varlıkları devreye sokarlar. Onların aracı olmasını, kendilerini Allah’a yaklaştırmasını isterler. Allah’tan istekte bulunurken birini aracı koymak kişiyi şirke sokacak davranışlardandır. Gerçek mümin “Biz sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım isteriz” inancını korumak zorundadır. Allah’a dua ve kullukta araya birilerini sokmak hem Allah’ı takdir edememek, hem de Allah’a ait olmayan şeyleri dine katmak demektir. Duada aracı yapılan kişilerin Allah katında değeri olduğu kabulünün hiçbir aklî ve nakli delili yoktur. Allah, mahlûklarına kendilerinden daha yakın, kalplerinden geçenleri en iyi bilendir. Bu nedenle, ibadette bir aracıya ihtiyaç hissetmek halis din anlayışına tamamen aykırı bir davranıştır. 27,28 Kesinlikle, Biz kendi komşularınız olan memleketleri değişime/ yıkıma uğrattık. Âyetleri, onlar dönsünler diye tekrar tekrar açıkladık. Öyleyse Allah'ın astlarından güya O'na yakınlığa vesile edindikleri düzme tanrılar, onların azabını savmaya yardım etmeli değil miydi? Tersine o düzme tanrılar kendilerinden ayrılıp kayboldular. Bu, onların yalanlarıdır/ uydurmakta oldukları şeydir. (Ahkaf/27, 28) 145,146 Şüphesiz ki münâfıklar –tevbe edenler, düzeltenler, Allah'a sıkıca sarılanlar ve dinlerini Allah için arıtan kimseler müstesna; artık bunlar, mü’minlerle beraberdirler ve Allah, mü’minlere büyük bir ecir verecektir –, Ateş'ten, en aşağı tabakadadırlar. Sen de onlara bir yardım edici bulamazsın. 8
  • 9. (Nisa/145, 146) 110 De ki: “Ben ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa sâlih ameli işlesin ve Rabbine kullukta, hiç kimseyi ortak etmesin.” (Kehf/110) 3. ayette konu edilen “veli” sözcüğü “yakın olan, yakın duran; yardım eden, yol gösteren, aydınlatan, koruyan” demektir. Bu sözcükle ilgili detay daha evvel A’raf suresinde verilmiştir. Aynı ayette “Şüphesiz kendilerinin ihtilaf edip durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir” buyrulmuştur. Bundan anlaşıldığına göre, Rabbimiz kıyamet gününde her şeyi apaçık ortaya koyacaktır. Bunu konumuz olan “Dini Allah’a has kılma” tavrı ile bağlantılandıracak olursak; şirk koşanlar ile onların ilâh ve rabb edindikleri ruhanî liderler, efendiler, büyükler veya insanî tanrılar hakkında hükmünü verecektir. 40 De ki: “Allah'ın astlarından yakarıp durduğunuz ortak koştuğunuz kimseleri hiç düşündünüz mü? Gösterin bana, yeryüzünden neyi oluşturmuşlar? Ya da onlar için göklerde bir ortaklık mı var? Ya da Biz kendilerine bir kitap vermişiz de onlar, ondan bir delil üzerinde midirler?” Tam tersi, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler, birbirlerine, aldatmadan başka bir vaatte bulunmuyorlar. (Fatır/40) 31 Ve şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kimseler, “Biz kesin olarak, bu Kur’ân'a inanmayız, ondan öncekine de...” dediler. Sen şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseleri Rableri huzurunda tutuklanmış, sözü bazısının bazısına geri çevirdiğini bir görsen! Zaafa uğratılan kimseler, büyüklük taslayan kimselere, “Eğer sizler olmasaydınız, kesinlikle bizler mü’min kimseler olurduk” diyecekler. 32 Büyüklük taslayan kimseler, zayıf düşürülen kimselere: “Size kılavuz geldikten sonra, sizi ondan biz mi çevirdik? Tam tersi, siz kendiniz suçlular oldunuz” derler. 33 O zayıf düşürülen kimseler de o büyüklük taslayan kimselere: “Tam tersi gecenin ve gündüzün tuzağı! Siz bize Allah'a inanmamamızı ve O'na birtakım eşler edinmenizi emrediyordunuz” derler. Bunlar azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını gizleyeceklerdir. Biz de o kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimselerin boyunlarına demir halkalar geçirmişizdir. Onlar sadece yapmış olduklarının karşılığını görüyorlar. (Sebe'/31-33) 22,23 Toplayın o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları, eşlerini ve Allah'ın astlarından tapmış oldukları şeyleri. Sonra da onları cehennemin yoluna kılavuzlayın. 24,25 Ve durdurun onları, şüphesiz onlar sorguya çekilecekler: “Ne oldu sizlere de yardımlaşmıyorsunuz?” (Saffat/22-25) Ve Sad/59-64, Sebe’/40, 41. 3. ayetin sonunda “Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez” buyrulmaktadır. Buradan anlaşılması gereken odur ki, Allah canının istediğini saptırıyor, canının istediğini de hidayete erdiriyor değildir. Tam tersine, bu ifade, “kim yalanda ve küfürde ısrar ederse, o kimse hidayetten mahrum kalır" mesajını vermektedir. Müşriklerin yalancılıkla nitelenmesinin nedeni, o putları kendi elleriyle yonttukları, üzerlerinde tasarrufta bulundukları ve değersiz, cansız nesneler olduklarını bildikleri halde onları ibadete müstahak ilahlar olarak tavsif etmiş olmalarıdır. “Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez” ifadesiyle aynı zamanda müşriklere kötü duruma bizzat kendi yaptıkları 9
  • 10. yüzünden düştükleri mesajı verilmekte ve suçu Allah’a atma çabalarının kendilerinin uydurduğu bir şey olduğu açıklanmaktadır. Allah şirke, küfre ne izin vermiş, ne de razı olmuştur. Aksine bu tavırlara buğzetmiş ve onları bundan men etmiştir. 36 Ve andolsun ki Biz her ümmete, “Allah'a kulluk edin ve tağuttan sakının” diye bir elçi gönderdik. Artık Allah, bu ümmetlerden bir kısmına doğru yolu gösterdi, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş? (Nahl/36) 25 Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki ona: “Gerçek şu ki, Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için Bana kulluk edin” diye vahyetmiş olmayalım. (Enbiyâ/25) Hidayetin [doğruya ulaşmanın] Allah’ın iradesine bağlı olduğu Kur’an’da birçok yerde konu edilmiştir. Allah’ın kudret sıfatı öne çıkarılarak Allah’ın dilediğini saptırdığı, dilediğini de doğru yola ilettiği birçok ayette dile getirilmiştir. Ancak dikkat edilirse bu ayetler rasgeleliği değil, bir seçimi [meşîeti/irâdeyi] ifade ederler. “Meşiet” kavramını tüm boyutları ile incelememiş olanlar, saptırma ve hidayet konusunda yanılmakta ve “dalâlet ve hidayetin herhangi bir esasa ve kurala bağlı olmadığını, Allah’ın rasgele birilerini saptırdığını, kimilerini de rasgele hidayete erdirdiğini” ileri sürebilmektedirler. Oysa Allah’ın durup dururken bir kimseyi saptıracağını iddia etmek, Allah’a zulüm yakıştırmak olur ki, Allah hakkında böyle bir şey düşünülemez. Ayetlere doğru bakılırsa, Yüce Allah’ın saptırma ve hidayete erdirmeyi rasgele dilemediği açıkça görülür. Bu konu detaylı olarak Tekvir suresinin sonunda işlenmiş ve Kur’an ayetleri esas alınarak hem “Allah’ın hidayet edeceği kimseler” hem de “Allah’ın saptıracağı kimseler” maddeler halinde sıralanmıştı. Bu nedenle konuyu sadece hatırlatmakla yetiniyor, öneminden dolayı o bölümün tekrar okunmasını öneriyoruz. 4 Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, kesinlikle oluşturacağından, dileyeceğini seçecekti. O, bundan arınıktır. O, bir tek, kahredici Allah'tır. Bir önceki pasajda bazı akılsızların Allah’a yaklaştırmaları ve şefaat etmeleri umuduyla yalan yere bir takım ilahlar edindikleri anlatılıp bu sapkınlıkları kınanmıştı. Bu ayette de onlara “Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, kesinlikle yaratacağından, dileyeceğini seçecekti. O, bundan münezzehtir. O, bir tek, kahredici Allah'tır” denilerek bilgisizlikleri ve düşüncesizlikleri ortaya konmakta, dolayısıyla akıllarını başlarına almaları uyarısında bulunulmaktadır. Bu tarz ifadenin amacı, Allah’ın çocuk edinebileceğini değil, edinmesinin söz konusu olmadığını, olamayacağını vurgulamaktır. Kur’an’da ifade tarzı bu ayete benzeyen başka ayetler de vardır. 17 Eğer Biz, bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu Kendi katımızdan edinirdik, eğer Biz, yapanlar olsaydık. (Enbiya/17) 26-28 Ve onlar: “Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], çocuk edindi” dediler. Rahmân, bundan arınıktır. Aksine onlar armağanlar verilmiş kullardır. Onlar, O'nun sözünün önüne geçemezler; onlar, yalnız O'nun emriyle iş yaparlar. O, Rahmân'ın çocukları saydıkları şeylerin önlerinde olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve onlar, O'nun hoşnut olduğu kimselerden başkasına yardımda/destekte bulunmazlar. Bununla birlikte onlar O'na duydukları derin saygı ve sevgiden dolayı ondan uzaklaşma korkusundan tir tir titrerler. (Enbiya/26-28) 10
  • 11. Kısaca Rabbimiz 2, 3 ve 4. ayetlerden oluşan bu paragrafta dua, ibadet, dini Allah’a has kılmak ve Allah’tan başkasını veli edinip onları aracı kılmak konularını açıklamış; Kendisinin çocuk edinmekten münezzeh olduğunu, böyle bir iddianın çirkin ve tehlikeli olduğunu bildirmiştir. Bu konunun şu ayetlerde de üzerinde durulmuştur: 81 De ki: “Eğer Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] için bir çocuk olsaydı, o takdirde kulluk edenlerin ilki ben olurdum.” 82 Göklerin ve yerin Rabbi, en büyük tahtın Rabbi onların niteledikleri şeylerden arınıktır. (Zuhruf/81, 82) Evet, din Allah’ındır. O’nun dine katkı yapacak, müdahale edecek ne çoluğu ne de çocuğu vardır: 34 İşte bu, hak söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları, “30 Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber yaptı. 31 Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] ve zekâtı/vergiyi yükümlülük olarak ulaştırdı. 32 Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse yaptı. Ve beni bir zorba, mutsuz biri yapmadı. 33 Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden diriltileceğim gün, selâm benim üzerimedir. 36 Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na kulluk edin, işte bu, dosdoğru yoldur” 34 diyen Meryem oğlu Îsâ'dır. 35 Allah için çocuk edinmek diye bir şey yoktur. O, bundan arınıktır. O, bir şeye hükmederse, ona sadece “Ol” der, o da oluverir. 37 Sonra da kendi aralarından çıkan tutarsız gruplar, ihtilâfa düştüler. İşte o büyük günün tanıklığından, duruşmasından o kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kişilerin vay haline! (Meryem/34-37) 88 Ve onlar, “Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] çocuk edindi” dediler. 89 Andolsun ki siz çok çirkin bir şey söylediniz. 90,91 Az kalsın bundan; Rahmân'a çocuk isnat ettiler diye; gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılacaktı. 92 Hâlbuki Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] için çocuk edinmek yaraşmaz. 93 Göklerde ve yerde bulunan bütün herkes, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a], yalnızca kul olarak gelecektir. (Meryem/88-93) 5 Bir tek, kahredici Allah, gökleri ve yeri hak ile oluşturdu, geceyi gündüzün üstüne bürüyor, gündüzü de gecenin üstüne bürüyor. Güneşi ve ay'ı yararınıza olan yapı ve işleyişte yaratarak hizmetinize sunmuştur. Hepsi de adı konmuş bir süre sonuna akıp gitmektedir. İyi bilin ki O, çok güçlü ve çok bağışlayıcıdır. 6 O, sizi tek bir nefisten oluşturdu, sonra ondan eşini yaptı ve sizin için hayvanlardan sekiz eş indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, oluşturluştan sonra bir oluşturuluşla oluşturuyor. İşte bu, sahiplik, yönetim yalnız Kendisinin olan Rabbiniz Allah'tır. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Öyleyse, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? Rabbimiz çocuk edinmesinin söz konusu olmadığını, olamayacağını, bundan münezzeh olduğunu bildirip eşsiz ve kahhar olduğunu açıkladıktan sonra kendisini tanıtmaya devam etmiştir. 6. ayetin sonunda ise “öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?” diyerek birilerinin dümen suyunda giderek doğru yoldan ayrılıp akıl ve gerçek dışı inanca sahip olanları kınamaktadır. 11
  • 12. 5. ayetin sonundaki “İyi bilin ki, O, çok güçlü ve çok bağışlayıcıdır” ifadesinde Rabbimizin bazı sıfatları ön plana çıkarılmıştır. Kudretinin vurgulanması, Allah’a haşyet duymaya; affediciliğinin vurgulanması ise ümide, tövbeye ve af dilemeye teşvik etmektedir. 6. ayetteki “O, sizi tek bir nefisten yarattı, sonra ondan eşini kıldı [yaptı]” ifadesiyle açıkça ilk üremenin eşeysiz olarak başlatıldığı vurgulanmıştır. Bu vurguyu Kur’an’da birçok yerde görmekteyiz: 189 O, sizi bir candan oluşturan ve ondan da, kendisine ısınsın diye eşini yapandır. Ne zaman ki o, onu örtüp bürüdü, o zaman o hafif bir yük yüklendi. Ve bununla gidip geldi. Ne zamanki hanım ağırlaştı, hemen o ikisi Rablerine dua ettiler: “Eğer bize sağlıklı bir çocuk verirsen, andolsun ki kesinlikle karşılığını ödeyenlerden olacağız.” 190 Ne zaman ki o ikisine sağlıklı bir çocuk verdi, o ikisine verdiği şey hakkında O'nun için ortaklar edindiler. Onların ortak koştuğu şeylerden Allah arınıktır, yücedir. (A’raf/189, 190) Mevcut meal ve tefsirlerin tümünde ilk insanın Âdem olduğu, Havva’nın ondan [kaburga kemiğinden] yaratıldığı, Âdem’in kaburga kemiklerinin Havva’nınkinden bir adet noksan olmasının da bundan kaynaklandığı ya açıkça yazmakta, ya da ima edilmektedir. Bu yorumların Kitab-ı Mukaddes’teki anlatımlara atfen yapıldığını söylemek mümkündür. Çünkü Zümer/6’nın ve Nisa/1’in lâfızlarında Âdem ve Havva diye birilerinden söz edilmediği gibi, bu ikisine ima yollu bir işaret dahi yapılmamaktadır. Ayette önce cinsiyeti belirtilmeyen bir canlıdan bahsedilmekte, sonra da bu canlıdan onun eşinin yaratıldığı bildirilmektedir. Bu yaratılış tarzının bugünkü “klonlama”ya benzediği söylenebilir. Rabbimiz, insanın eşinin kendisinden yaratılmasının gerekçesini de göstermiş, bu yaratmanın ikisinin arasında bir sıcaklığın, yakınlığın, sevginin, sükûnetin [yatıştırmanın] doğması için olduğunu açıklamıştır. İnsanlar görünüm olarak erkek ve dişi olarak ayrılsalar da, yaratılışta tek canlıdan türedikleri için aynı özellikleri taşımaktadırlar. Bu da özde birbirlerinden farkları olmadıkları anlamına gelmektedir. Erkeklik ve dişilik farkına gelince; bu fark ilk yaratılışta değil, Nisa/1’den anlaşıldığına göre yaratılışın üçüncü aşamasından sonra oluşmuştur. 1 Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten oluşturan, ondan eşini oluşturan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yayan Rabbinizin koruması altına girin. Ve kendisiyle birbirinizle dilekleştiğiniz Allah'ın ve akrabalığın koruması altına girin. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir. (Nisa/1) SEKİZ EŞ İNDİRME Ayette insanlara rızkı verenin Allah olduğu ve insanın her halükarda Allah’a bağımlı olduğu hatırlatılarak “Ve sizin için hayvanlardan [çifte tırnaklı, ot obur, geviş getiren ve dört ayaklı hayvanlar] sekiz eş indirdi” buyrulmuştur. Burada konu edilen “en’amdan sekiz eş”in, En’am/143, 144’ün beyanı ile deve, sığır, koyun ve keçi olduğunu anlıyoruz. İndirme konusuna gelince; buradaki “ ‫مزل‬‫م‬‫ان‬enzele” fiili “vahy” indirmedeki gibi “ ‫ب‬be” ve “ ‫على‬ala” edatı ile gelmemiştir. Yani “yukarıdan inme, kalbe yerleştirme” anlamlarında kullanılmamıştır. O nedenle “Ve sizin için hayvanlardan sekiz eş indirdi” ifadesini aşağıdaki şekillerde tevil etmenin ve bu ayeti Hadid/25 ve A’raf/26 ile mukayese etmenin gereği yoktur: a- Allah'ın hükmü, takdiri ve kaderi, Levh-i Mahfuz'da olacak her şey yazılı olduğu için, "gökten inme" ile ifade edilmiştir. b- Her canlı hayatiyetini bitki ile sürdürür. Bitkiler de ancak su ve toprak ile 12
  • 13. hayatiyetlerini sürdürebilirler. Su ise esas olarak gökten iner. Bu itibarla, söz konusu hayvanlar da sanki gökten inmiş gibidir. c- Allah Teâlâ bu hayvanları önce cennette yarattı, daha sonra yere indirdi.2 Burada “ ‫نزل‬‫ن‬‫ان‬ enzele” fiili “ ‫”ل‬ edatı ile kullanılmıştır. Anlamı “sizin için indirdi” demektir. Bu da bu hayvanların zelil, emre amade kılındığını ifade etmektedir. Bu konu daha evvel Ya Sin suresinde şöyle yer almıştı: 71 Ve onlar görmediler mi ki, Biz şüphesiz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar oluşturduk da onlar, onlara sahip bulunuyorlar. 72 Ve onları, kendileri için aşağı tutulan varlıklar yaptık. Bu yüzden binekleri onlardandır. Onlardan yiyip duruyorlar da. 73 Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödemeyip nankörlük mü edecekler? (Ya Sin/71, 73) Ayetteki “Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, yaratılıştan sonra bir yaratılışla yaratıyor” ifadesiyle de insanın yaratılış ve oluşturuluş aşamaları bildirilmektedir. Bu konu başka ayetlerde detaylıca verilmiştir. 12-16 Ve andolsun ki Biz, insanı seçilmiş bir çamurdan oluşturduk. Sonra onu çok dayanıklı bir karargâhta bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir embriyon oluşturduk. Sonra o embriyoyu bir et parçası oluşturduk. Sonra o bir et parçasını kemikler olarak oluşturdukk. Sonunda o kemiklere de bir et giydirdik. Sonra onu bir başka oluşumda yeniden kurduk. İşte, oluşturanların en güzeli Allah ne cömerttir! Sonra şüphesiz sizler, bunların ardından kesinlikle öleceksiniz. Sonra şüphesiz siz, kıyâmet gününde diriltileceksiniz. (Mü’minun/12-16) ÜÇ KARANLIKTA YARATILIŞ ve yaratılıştan yaratılışa geçiş ile ilgili bilim teknik kitaplarında ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. 6. ayetin sonunda “Öyleyse, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?” buyrulmuştur. Dikkat edilirse, “dönüyorsunuz” değil, “çevriliyorsunuz, döndürülüyorsunuz” denilmiştir. Buradan anlaşılıyor ki, onları doğru yoldan çıkaran başkalarıdır; o kimselerin söylediklerine uyarak en doğru şeyleri bile görememektedirler. Ekâbir, mütref ve mele’ler gibi bu işten çıkarları olmayan zavallı ve kandırılmış kimselerdir. Ne var ki, böyle olsalar bile akıllarını kullanmadıkları için suçludurlar. 7 Eğer küfredecek; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedecek/ iyilikbilmezlik edecek olursanız, biliniz ki, şüphesiz Allah size hiçbir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için, küfre; Kendisinin ilâhlığının ve rabliğinin bilerek reddedilmesine/ nankörlüğe rıza göstermez. Ve eğer kendinize verilen nimetlerin karşılığını öderseniz, sizin için ona razı olur. Hiç bir taşıyıcı, bir başkasının yükünü çekmez. Sonra dönüşünüz yalnızca Rabbinizedir. Böylece yapmış olduklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı iyi bilendir. Bu ayette, Allah’ın insanların kulluğuna ihtiyacı olmadığı, kulluğun kulların kendi yararına olduğu mesajı verilmektedir: 2 (Razi; el Mefatihu’l Gayb) 13
  • 14. 8 Yine Mûsâ dedi ki: “Eğer küfreferseniz; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederseniz/ iyilikbilmezlik ederseniz; siz ve yeryüzündeki kimseler, topluca hepiniz iyi biliniz ki Allah kesinlikle çok zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayandır, övülen, övgüye lâyık bulunandır.” (İbrahim/8) Gerek inanmak, doğru yola gitmek, salihatı işlemek gibi iyi davranışlar, gerekse inkâr etmek, şirk koşmak, fısku fücur işlemek gibi kötü davranışlar insanın kendi seçimi ve kazanımıdır. Rabbimiz küfür/nankörlük ve günahı hiç kimse için istemez. Bunu kendi çıkarı için değil, kullarının iyiliği için yapmaz. Çünkü küfür Allah için değil, insanlar için zararlıdır. Kullarının inkârına razı olmaması, onlara yarar sağlamak ve zararlarını gidermek içindir. Yoksa kullarının inkârından Kendisi zarar gördüğü için değil... Kulların şükrüne razı olması da yine bunun kulların menfaatlerine olmasından dolayıdır. Yoksa onların şükründen yarar sağlayacağı için değil... Şükür, sonuçları itibariyle kulların dünya ve ahirette bol nimete kavuşmalarına vesile olacak bir tavırdır. 6,7 Ve hani Mûsâ toplumuna demişti ki: “Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O, sizi işkencenin kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirien ve kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden kurtardı. Ve işte bunda Rabbinizden size çok büyük yıpranarak bir sınav vermek vardır. Ve hani Rabbiniz ilan etmişti: “Andolsun ki sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını öderseniz, elbette size artırırım ve eğer iyilikbilmezlik ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.” (İbrahim/6,7) Rabbimiz insanı seçme özgürlüğüne sahip bir varlık olarak yaratmıştır. Eğer insan küfrü seçer ve onda ısrar ederse, Allah da küfrü yaratıverir. Allah hiç kimseyi zorla mü'min yapmaz. 29 Ve de ki: “O gerçek, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek reddetsin / inanmasın.” Şüphesiz Biz, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O, ne kötü bir içecektir! Dayanma/ sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür! (Kehf/ 29) Konumuz olan 7. ayette küfrün karşıtı olarak iman değil, şükür kelimesi kullanılmıştır. Şükrün karşıtı “nankörlük” olduğundan, ayetteki “küfür” sözcüğünü de “nankörlük” olarak çevirdik. Ayetteki “Hiç bir günahkâr bir başkasının günah yükünü yüklenmez” ifadesi Kur’an’da birçok yerde [En’am/164, İsra/15, Fatır/18, Necm/38] yer almıştır. Bu ifade, dünya ve ahirette suçun ve sorumluluğun şahsiliği ilkesini açıkça ortaya koyan bir ifadedir. Suç ve sorumluluğun şahsiliği ilkesi, aynı zamanda, batıl inanışlarda görülen “vekâleten kefaret” ve aracıların suç üstlenme inanışlarını da reddeden bir içeriğe sahiptir. “Şükür”, “insanların Allah’ın kendilerine verdiği nimetlere karşı nimetin karşılığını Allah’a vermeleri” demektir. Bu önemli kavram ile ilgili detay daha evvel verilmiştir. 8 İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, bütün gönlünü O'na vererek Rabbine yakarır. Sonra kendisine tarafından bir nimet lütfettiği zaman da önceden O'na yakardığı hâli unutur da Allah'ın yolundan saptırmak için O'na ortaklar oluşturur. De ki: “Küfrünle; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedişinle biraz yararlan! Şüphesiz sen ateşin ashâbındansın.” 14
  • 15. Bu ayette insanın değişken psikolojisine, insan hayatındaki konjonktürel çelişkilere değinilmiştir. İnsan bir sıkıntıyla karşılaştığında gönülden Rabbine yönelerek O’na dua eder. Bir nimete eriştiğinde ise önceden O’na dua ettiği hali unutur da Allah’ın yolundan sapıtmak için O’na ortaklar koşar. Görülüyor ki, insan sıkıntı ve ihtiyaç halindeyken tek ve ortağı olmayan Allah’a yalvararak O’ndan yardım dilemeye yönelmektedir. Bu da sıkıntı ve zorlukların insanı Allah’a yönelten bir işlev gördüğünü göstermektedir. Rahatlık, mal-mülk, servet ve yakınların çokluğu ise insanı şımartıp azdırmaktadır. Zorluk anında Allah’ı hatırlayan, refah anında ise takva ve hak yolundan saparak O'nu unutan kimseler, bu psikolojik işleyişi dikkate almayarak kendilerini felakete sürüklemiş olmaktadırlar. Akıllı insan, bu psikolojik tuzağa düşmemeyi, sıkıntı anlarında olduğu gibi rahatlık ve mutluluk anlarında da Rabbine bağlı kalmayı beceren insandır. Bu ayette, bunu beceremeyenlere tehdit vardır. İnsanın bu temel psikolojik zaafına birçok ayette (Alak/6-8) (İsrâ/67) (Yûnus/12) Değinilmiştir. Konumuz olan ayetin son kısmındaki “Küfrünle biraz yararlan! Şüphesiz sen ateşin ashabındansın” ifadesi, küfredenlere yöneltilen çok şiddetli ve güçlü bir tehdittir. Bu ifadelerin benzeri Kur’an’da çoktur: 30 Ve nankörler, O'nun yolundan saptırmak için Allah'a eşler oluşturdular. De ki: “Yararlanınız, artık, şüphesiz dönüşünüz ateşedir.” (İbrahim/30) 24 Biz onları biraz yararlandırırız. Sonra kendilerini yoğun bir azaba doğru zorlarız. (Lokman/24) 9 Ya da gece saatlerinde kalkan, boyun eğip teslimiyet göstererek, dikelerek, ahretten çekinerek daima saygıda duran ve Rabbinin rahmetini uman o kimse, öyle yapmayan gibi midir? De ki: “Hiç bilen kimseler ve bilmeyen kimseler eşit olur mu?” Kesinlikle sadece temiz akıl sahibi olanlar öğüt alırlar/gereği gibi düşünürler. Bu ayette, sıkıntı karşısında Allah’a yönelen, nimete erişince de şımarıp azan insan tipine karşılık, bu psikolojik zaafını bilen, bildiği için de o tuzağa düşmekten kaçınan, sıkıntılı zamanlarda olduğu gibi iyi günlerde de Rabbine bağlı kalmayı başaran imanlı, sorumlu, mutmain olmuş insan tipinden bahsedilmekte ve bu iki tip arasında bir mukayese yapılmaktadır. Rabbimiz grubun birini âlim, diğerini ise cahil olarak nitelemektedir. Bilgin olarak nitelenen gurup, yüksek öğrenim görmeseler de bilgindirler. Bunlar evren kitabını iyi okuyup anlayan kimselerdir. İkinciler ise temel hakikat olan “varlığın Allah ile olan bağı”nı kavrayamamış, cahil kimselerdir. Bu iki grubun eşit olması mümkün müdür? Mümkün olmayacağı bir istifham sanatıyla belleklere kazınmaktadır: “Gece saatlerinde kalkan, secde ederek, kıyam durarak, daima saygıda duran ve Rabbinin rahmetini uman kimse ... (öyle yapmayan gibi midir)?” Sonra da “Hiç bilen kimseler ve bilmeyen kimseler eşit olur mu?” buyrularak zımnen bilenle bilmeyenin bir olmayacağı ve sadece sağduyu sahiplerinin Kur’an’dan ilimle yararlanacağı kesin bir dille ifade edilmektedir. 15
  • 16. Bu iki tip insanın eşit olmadığı ve olamayacağı Ehl-i Kitab’a yönelik anlatımlarda da yer almıştır: 113,114 Hepsi bir değildirler. Kitap Ehli içinde doğruluk üzere bulunan bir önderli topluluk vardır ki onlar, gecenin saatlerinde boyun eğip teslimiyet göstererek Allah'ın âyetlerini okurlar. Allah'a ve âhiret gününe inanırlar, herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emrederler, herkesçe kötülüğü kabul edilen şeylerden vazgeçirmeye çalışırlar, hayırlarda da birbirleriyle yarışırlar. Ve işte onlar, iyi insanlardandırlar. (Al-i Imran/113, 114) Ayette ayrıca gece ibadetine de dikkat çekilmiştir. Bu, gece ibadetlerinin gündüz yapılanlardan farklı olduğuna da bir işarettir. Gece ibadeti gözlerden uzaktır; dolayısıyla riya ve gösterişten de uzak olur. Bu özelliğiyle gece ibadeti, Rahman’a gaybde imanın tam bir göstergesidir. Gecenin sessizliği ve iş telâşının olmayışı zihinsel konsantrasyonun sağlanmasını daha da kolaylaştıran bir durumdur. Ayrıca ibadetin uykuya tercih edilmesi, kişinin zor olanı göğüsleyerek iç dünyasını daha iyi denetlemesini sağlamaktadır. Bütün bu sebeplerden dolayı gece ibadeti hayır bakımından gündüzdekilerden daha fazlalıklıdır. 6 Gecenin yeni oluşum etkinliği, rahat rahat çalışabilme bakımından daha güçlü, söz bakımından daha etkilidir. (Müzemmil/6) 10 De ki: “Ey iman etmiş olan kullar! Rabbinizin koruması altına girin. Bu dünyada iyilik-güzellik yapanlara bir güzellik vardır. Şüphesiz Allah'ın yeryüzü geniştir. Ancak sabredenler, ödüllerini hesapsız tastamam alacaklardır.” Bu ayette Rabbimiz Resulullah’a yakın çevresine, o dönemde sahibi olduğu kölelerine/ tüm kullara, Allah’a karşı takvalı olmalarını söylemesini buyurarak bu dünyada iyilik-güzellik üretenlere bir güzellik olduğunu, Allah’ın yeryüzünün geniş olduğunu ve sabredenlerin ecirlerinin tastamam ödeneceğini ilân ettirmektedir. Bu ayet tüm insanlığa yönelik bir beyannamedir. Suredeki bu ve 53. ayetin teknik yapısı bir takım sorunları ortaya koymaktadır. Şöyle ki: Her iki ayet de “ ‫قل‬Qul [De ki]” emri ile başlamakta ve hemen ardından gelen nida cümleleri de bu ‘Qul’ emir fiiline mef’ulu bih olmaktadır. Ayetlerdeki “ ‫يا‬ ‫لزين‬ّ‫ز‬‫دا‬ِ‫ا‬‫عبنننا‬ yâ ıbâdillezîne” ve “ ‫لزينننن‬ّ‫ز‬‫ا‬ ‫ى‬َ ‫عبننناد‬ ‫ينننا‬yâ ıbâdiyellezîne” terkiplerine baktığımızda, birinci olarak, harf-i nidayı dikkate almadan, sahih bir kelimenin [ıbâd sözcüğünün] “yâ-i mütekellim”e muzaf olduğunu, bu nedenle de “yâ-i mütekellim”den önceki sahih kelimenin son harfinin [dal harfinin] harekesinin esreleştiğini görüyoruz. İkinci olarak, başına harf-i nidanın gelmesiyle bu izafet terkibinin münâdâ makamında olduğunu, bu durumlarda terkibi “yâ ıbâdiye!”, “yâ ıbâdî!”, “yâ ıbâdi!” ve “yâ ıbâdâ!”” olmak üzere dört vecihte de okumanın mümkün olabileceğini biliyoruz. Üçüncü olarak da, konumuz olan 10. ayette “yâ-i mütekellim”in ıskatını ve kesre ile iktifa edildiğini görüyoruz. Kısaca özetlersek, her iki ayette de “yâ-i mütekellim” mevcut olup birinde bariz, ötekinde ise sakıttır. Anlatmak istediğimiz bunların beyanı değil, bu terkiplerden anlaşılan lafzî mânâdır. Lafzî mânâya göre, “kullarım!” nidasındaki ‘kullar’ peygamberin kulları olmaktadır. Yani “Ey .... kullarım!” diyen ya da diyecek olan, emrin muhatabı olan peygamberdir. Bu durumda peygamberin muhatabı olan insanlar peygambere kul olmaktadır. Yani Peygamber insanlara “Ey kullarım!” [Peygamberin kendi kulları, Allah’ın kulları değil] dedirtilmektedir. 16
  • 17. “Qul” emri ile başlayan diğer tüm ayetlerde ise durum lâfzî mânâ ile uyumludur. Herhangi bir dikkat çekici unsur söz konusu değildir. Aynı surenin 11, 13, 14. ayetlerinde ve İhlas, Kafirun, Muavvezeteyn (Felak ve Nas) surelerinde ve diğer tüm benzer ayetlerde olduğu gibi... Durum böyle olunca, böyle bir mânâ tüm İslam ilkelerine, fıtrata ters düşmektedir. 79 Allah'ın ölümlü kimselerden, kendisine kitap, yasama-yürütme ve peygamberlik verdiği hiçbir kimse için, insanlara: “Allah'ın astlarından olan bana, kul/köle olun” demek yakışmaz. Fakat: “Öğrettiğiniz ve ders aldığınız/okuduğunuz kitap gereğince Rabbe içtenlikli kullar olunuz” demesi yaraşır. (Al-i Imran/79) Gerçek bu iken Kur’an meali yapanlar ve sözde tefsir yazanlar bu gerçeği örtbas edip geçmektedirler ya da farkına varamamaktadırlar. Farkında olanların bazısı da araya “(Benim adıma) de ki:” tarzında bir parantez sokuşturarak meseleyi çözmeyi yeğlemektedirler. Bu tavır, çelişkinin, tutarsızlığın itirafından başka bir şey değildir. Bu aciz, fakir kul Hakkı Yılmaz ise bu sorunu iki yönlü olarak çözme gayretini göstermiştir. ÇÖZÜM Birinci Yol: “ ‫عباد‬Ibad” sözcüğünün “kullar” yerine “köleler” diye çevrilmesidir. Biliyoruz ki “ ‫عبنند‬abd” sözcüğü “kul, köle” demektir. Nitekim Bakara ve Nur surelerinde bu anlama ilişkin tekil ve çoğul örnekler mevcuttur: 221 Ve ortak koşan kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın. İman etmiş, kâfirlerin himayesindeki bir köle kadın, –sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır. Ortak koşan erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman etmiş bir erkek köle, – sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Ortak koşanlar ateşe çağırırlar, Allah ise Kendi bilgisi ile cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, öğüt alıp düşünürler diye insanlara âyetlerini ortaya koyar. (Bakara/221) 32 Ve sizden eşi olmayanları, erkek kölelerinizden ve kadın kölelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer bunlar, fakir iseler, Allah Kendi fazlından onları zenginleştirir. Şüphesiz ki Allah, bilgisi ve rahmeti geniş ve sınırsız olandır, en iyi bilendir. (Nur/32) Bu örnek ayetlerdeki anlamdan hareketle, konumuz olan 10. ve 53. ayetlerdeki “Ya ibadiye” sözcüğünü peygamberimize ailesinden intikal eden birkaç kişiye indirgeyerek “kölelerim” diye anlamlandırmak, bu ayetlerdeki evrensel çağrıyı göz ardı etmek ve anlamı daraltmak demektir. Sözcüğü “köle” anlamıyla ele alarak ayete “Ey kölelerim!” diye anlam vermek her ne kadar mümkün olsa da, mesajı evrensellikten mevziiliğe indiren bu anlamlandırmanın iyi bir çözüm olduğu söylenemez. İkinci Yol: Mushafın Kopyalanması Sırasında Kâtip Hatası Olduğunu Kabul Etmek: Arşivlerde korunan ve II. Halife Osman’a nispet edilen mushafların aslında ona ait olmadığı, Halife Osman’dan 60-80 yıl sonraki döneme ait istinsahlar olduğu bilim adamlarınca tespit edilmiştir. İlk mushaflar karşılaştırıldığında, bazı kelimelerin hem 17
  • 18. aynı mushaf içerisinde, hem de birine göre diğerinde farklı imlalarla yazıldığı görülmektedir. Ayetlerin teknik ve semantik yapılarına bakıldığında, gerek ilk metindeki kâtip sehivleri, gerekse sonraki kâtiplerin sehivleri olmak üzere bu yazımların birçoğunun istinsah edenler [kopya çıkaranlar] tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır. Konumuz olan 53. ayet bazı nüshalarda “ ‫قننل‬ ‫و‬ve kul [Ve de ki!]” diye başlamaktadır. Ancak bu bizim üzerinde durduğumuz sorunu çözmemektedir. Bizden evvel bu konuda çalışma yapanlar Zuhruf suresinin 68. ayetindeki “ ‫يا‬ ‫عباد‬ ya ıbad” sözcüğünün farklı yazıldığını tespit etmişlerdir. Bu tespit daha evvel ilim camiasına sunulmuştur. Zuhruf suresinin 68. ayetindeki “ ‫عباد‬ ‫يا‬ya ıbad” ifadesi, Osman mushafı olarak bilinen mushaflardan Mekke, Kufe, Basra, Kahire, TİAM mushaflarında “ ‫د‬َ ‫عبا‬ ‫يا‬Ya ıbade” olarak yazılı iken, Medine, Şam, Topkapı Mushaflarında “ ‫عبادى‬ ‫يا‬Ya ıbadiye” şeklinde yazılıdır.3 Bizim iddiamız şudur: Zümer/53’deki “ ‫عبننادى‬ ‫يننا‬Yâ ıbâdiye” sözcüğünün sonundaki “ ‫ى‬ye” harfi, kopya çıkaran [müstensih] kâtip tarafından sehven yazılmıştır. Orada da 10. ayetteki gibi “ ‫ى‬ye” harfi olmamalıdır. Bu durumda her iki ayetteki “ ‫عباد‬ıbad” sözcüğü dilbilgisi kurallarına uygun olarak “ ‫د‬َ ‫نا‬‫ن‬‫عب‬ıbâde” diye kıraat edilmelidir. Buna göre cümlenin anlamı “Ey … kullar!” şekline dönecektir. Böylece de ortadaki sorun ortadan kalkacaktır. Sorunun çözümüne yönelik bu ikinci şık diğerine göre daha makul bir çözümdür. Ayetteki “Bu dünyada iyilik-güzellik yapanlara bir güzellik vardır” ifadesi, bu güzelliğin hem dünyada hem de ahirette olabileceği yönünde anlaşılmalıdır. Rabbimiz kullarına hem dünya hem de ahiret için hasene [iyilik- güzellik] istemeleri gerektiğini öğretmekte, iyiliğin iyilikten başka karşılığının olmayacağını bildirmektedir. 201 Yine onlardan, “Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik-iyilik ve âhirette de bir güzellik-iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru!” diyenler vardır. (Bakara/201) 60 İyilileştirmenin-güzelleştirmenin karşılığı, iyileştirme-güzelleştirmeden başka olabilir mi? (Rahman/60) Ayetteki “Şüphesiz Allah’ın arzı [yeryüzü] geniştir” ifadesi ise şu mesajı vermektedir: Müminler, inanç ve ibadet özgürlüğünü yaşayamadıkları, İslam’ın değerlerini hayata geçiremedikleri sosyal ortamlarda bulunduklarında bu ortama uymayıp hicret etmeli, bu sıkıntının olmadığı yerlere gitmelidirler. Nitekim zorbaların elinde ve yurdunda kalıp da dinini yaşamayanlar kınanmış, akıbetleri ile ilgili ibret dolu sahneler nakledilmiştir: 3 (Mushaf-ı Şerif; Arapça s.152, Türkçe; s. 135. 6. sıra. Dr. Tayyar Altıkulaç, İSAM Yayınları) 18
  • 19. 97,98 Kesinlikle görevli güçlerin, kendilerine haksızlık ederlerken, geçmişte yaptıklarını ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırdıkları şu kimselerin durumuna gelince; görevli güçler, “Ne işte idiniz?” derler. Onlar: “Biz, yeryüzünde güçsüzleştirilmiş kimselerdik” derler. Görevli güçler: “Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi, siz, orada hicret etseydiniz ya?” derler. Artık, – erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan göçe güç yetiremeyen, kılavuzlandıkları doğru yolu bulamayan kimseler hariç– işte bunların varacakları yer cehennemdir. Ve o ne kötü gidiş yeridir! (Nisa/97, 98) 11,12 De ki: “Ben, kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah'a kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi.” 13 De ki: “Şüphesiz Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım.” 14-16 De ki, “Dinimi yalnız Kendisine arındırarak Allah'a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz, O'nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız.” De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyâmet gününde kendilerini ve ailelerini ve yakınlarını kayba uğratanlardır.” –Dikkatli olun! İşte bu, apaçık bir kaybın ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: Ey kullarım! Benim korumam altına girin.– Rabbimiz insanlığa olan mesajlarını bu ayetlerde de yine elçisinin ağzıyla iletmeye devam etmektedir. Herkes kulluğunu dini Allah’a özgü kılarak yapmalı, Kur’an mesajını alır almaz teslimiyet göstermelidir. Allah’a karşı gelenler büyük günün azabından korkmalı, kişi kendisini ve yakınlarını ahirette perişan edecek davranışlardan, yönlendirmelerden kaçınmalıdır. Böyle yapmayanlar cehennemde altlarından tabakalar, üstlerinden tabakalar olduğunu bilmelidirler. Herkes kurtuluşun takvada olduğunu bilip Allah’a takvalı davranmalıdır. 16. ayetin son cümlesi olan “İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor” sözleri bizzat Allah’ın kendi ifadesi olup mesaj aracısız verilmiştir. “Esbab-ı Nüzul” kayıtlarında bu ayet gurubu ile ilgili olarak şöyle bir nakil söz konusudur: "Kureyş kâfirleri Hz. Peygamber (s.a.s)'e, "Seni, bize getirdiğin bu dine sevk eden şey ne? Babanın, dedenin ve kavminin ulularının dinine baksana! Onlar Lât’a ve Uzza'ya tapmaktalar" dediler. Allah Teâlâ bunun üzerine bu ayeti indirerek "Ey Muhammed, de ki: "Ben Allah'a O'nun dininde ihlas edici olarak ibadet etmekle emrolundum" buyurdu.4 Nakledilen bu olay tarihte bir kez olmuş değildir; tarihin her döneminde her ülkede, her dönemde olabilecek bir olaydır. Merhum Mukatil ilk tefsir yazan kişi olduğundan, olayı ve kişileri özelleştirmiş bulunmaktadır. “Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi” ifadesinde Resulullah’a, vazifeli olarak gönderildiği dine sımsıkı sarılması ve Kur’an’ın içeriğini ilk yaşayan, ilk uygulayan olması emredilmiştir. Bu sözlerle sanki “Ben, kendileri yapmadıkları halde insanlara birtakım şeyler emreden zorba krallardan değilim. Aksine, size emrettiği her şeyi önce kendi yapmak zorunda olan ve zaten de böyle yapan biriyim” demesi istenmiştir: Yine elçiye dedirtilen “Dinimi yalnız kendisine özgü kılarak Allah’a kulluk ediyorum” ifadesiyle de peygamberimizin dine hiçbir şey karıştıramayacağı, karıştırılmasına da müsaade etmemesi gerektiği mesajı verilmiştir. Din, Allah’ın 4 (Mukatil) 19
  • 20. gönderdiği özgün haliyle kalmalıdır. Mezhep imamlarının, âlimlerin, fakihlerin ve benzer kimselerin dine bir şey katmaları söz konusu edilemez. Beşer tarafından bir şeylerin katıldığı din “Saf Din” değildir. Tehdit içerikli “Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır” ifadesine gelince: Bu sözle müşriklerin mahrumiyet ve zarara uğramakla kalmayıp büyük bir azabı, dehşetli bir cezayı da hak ettikleri ve cehennemin kendilerini her taraftan kuşatacağı mesajı verilmiştir. Benzer mesaj veren başka ayetler de vardır: 54,55 Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Şüphesiz cehennem de kesinlikle, kendilerini üstlerinden ve ayaklarının altından bürüdüğü günde kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri kuşatıcıdır. Ve O, “Yapmış olduklarınızı tadın!” der. (Ankebut/54, 55) 41 Onlar için cehennemden yataklar, üstlerinden de örtüler vardır. Ve Biz, zâlimleri işte böyle cezalandırırız. (A'raf/41) “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyamet gününde kendilerini ve ehillerini [ailelerini ve yakınlarını] kayba uğratanlardır.” Dikkatli olun, işte bu, apaçık bir kaybın ta kendisidir” ifadesiyle de Allah'ın verdiği ömür, akıl ve diğer nimetlerin boşa harcanmaması öğütlenmektedir. Bu pasajın tahlil edilmesi gereken kavramlarından biri de “takva”dır. “Takvâ, iman etmek, şirkten uzak durmak, Allah'ı unutmamak, Allah ve elçilerine boyun eğmek, inkârcılarla mücâdele etmek, bollukta ve darlıkta sahip olunan mallardan bağışta bulunmak, salatı ikame etmek, zekât vermek, verilmiş sözlerde durmak, sıkıntılara sabretmek, açgözlü olmamak, ana-babaya iyi davranmak, hiçbir zaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak, tövbe etmek, yanlışlarda ısrar etmemek, yaptıklarının affını dilemek, öfkeye hâkim olmamak, başkalarını bağışlamak, adaletli olmak ve adaleti ayakta tutmaya gayret etmektir.” Bütün bu tariflere dayanarak özlü bir ifade ile takvâ'nın “iman ve onun yansıması” olduğunu söylemek mümkündür. Kur'an'da değişik ayetlerde takvanın imandan ayrılmaz bir parça olduğu vurgulanmaktadır. “Takva” kavramını daha evvel A’raf suresinin tahlilinde ele aldığımızdan konunun oradaki özetiyle yetiniyor, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. 17,18 Ve tağuta kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yönelen kimseler, kendileri için müjde olanlardır. Haydi, müjdele, sözü dinleyip de en güzeline uyan kullarımı! İşte onlar, Allah'ın kendilerine doğru yol kılavuzu verdiği kimselerdir. Ve işte onlar, kavrama yeteneği/temiz akıl sahibi olanların ta kendileridir. Bu ayetlerde gerçek akla sahip olanlar tanıtılarak aklın insanı nasıl cennete götüreceği açıklanmaktadır. Gerçek akla sahip olmak, tağutu tanımayıp tamamen Allah’a yönelmektir. “Tâğût” sözcüğü tuğyan/azma sözcüğünden türemiştir. Tuğyan, "haddi aşma, zulüm, azgınlık, sapıklık, isyan, küfür" demektir. “Tağâ [azdı, taştı, zulmetti] fiilinin mastarı olarak Kur’an'da dokuz yerde geçer. Ayrıca "haddi aşıp azgınlık yapan kişi ve topluluklar" manasında [tağî] altı yerde; insanları yoldan çıkaran, azdıran "şeytan", "put" ve "kâhin" anlamında [tâğût] sekiz yerde geçer. Mastar ve diğer türevleriyle birlikte bu kelime Kur’an'da toplam otuz dokuz yerde zikredilir. 20
  • 21. Tuğyan, insanın tabiatında vardır. Vahye kulağını tıkayan, kendi aklını yegâne rehber kabul ederek kendini beğenen bencil insan, bir de çok mal sahibi olup kendini ihtiyaçtan uzak görmeye başladı mı, tuğyan içine düşmüş olur. İnsan, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek hissettiği zaman artık Allah'ı unutur; gerçek kudret, gerçek ilim, gerçek dileme, gerçek güç ve irade sahibinin yalnızca Allah olduğunu aklından çıkarır. Bu durum insan için tuğyana açılan bir kapıdır; artık dilediğini yapar, hak-hukuk ve sınır tanımaz. Allah'a ortak koşmaya, nefsini O'nun yerine geçirip hevâ ve heveslerinin peşinden gitmeye başlar. İşte bu hâl, tuğyan hâlidir ve bu tür insanlar da Kur’an'ın diliyle "tağî'dir. Tuğyan'ın temelinde kibir ve bencillik yatar. Şeytanın da azgınlığının sebebi kibir ve bencilliktir. Bu bakımdan Nisâ/51'de tâğût, şeytanı [İblisi] da kapsamaktadır. Tâğût, "azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthâne, kâhin, sihirbaz, Allah'ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluş" anlamlarına gelir. Arapça tağa kökünden türetilmiştir. Tağâ fiilinin mastarı olan tuğyan, "Yüce Allah'a isyan etmek" demektir. Tuğyan ile aynı kökten gelen tâğût kelimesi; "azgın, insanlara zorla hükmeden, kâfir, zorba kişi"yi ifade eder. Kur’an'da Allah müminlerin dostu ve yardımcısı; tâğût ise kâfirlerin dostu ve yardımcısı olarak gösterilmiş, müminlerin "Allah yolunda savaştıkları", kâfirlerin ise "tâğût yolunda savaştıkları" ifade edilmiştir: 257 Allah, inananların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınıdır; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere gelince; onların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınları tâğûttur ki kendilerini aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Bunlar, cehennem ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar. (Bakara/257) Allah'ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler icat eden her kişi ve kurum “tâğût”tur. Tâğût, Allah'a karşı isyan etmesinin yanı sıra, O'nun kullarını kendisine kul edinmek gayretinde olandır. Bu işleviyle o, şeytân, papaz, dînî veya siyasî bir lider olabilir. Her ne şekilde olursa olsun, insanlar tarafından Allah'ın hükümlerine muhalefet edecek şekilde konulan hükümler, "tâğûtî hükümler" olarak isimlendirilirler. Tâğûtların devri kapanmış değildir. Peygamber bulunsun veya bulunmasın, her dönemde tâğûtlar var olmaya devam etmiştir. Onlar sadece eski kavimlerde ortaya çıkıp yaşama imkânı bulan güçler değil; bugün de Müslümanlara en büyük düşmanlığı ve en yıkıcı propagandaları reva gören kişi, odak veya organizasyonlardır. Tâğût, ekonomik, sosyal ve kültürel güç kaynaklarını ele geçirmiş, dini ve ahlâkî değerleri toplumların gözünde itibarsız ve taraftarı olmaktan çekinilen bir duruma düşürmeyi göze alacak kadar düşmanlığını ilerletmiştir. Konumuz olan ayette geçen “tağuta kulluk etmekten kaçınma” ifadesinin anlamı, Bakara/256'dan anladığımız üzere, onu inkâr etmek, gönülden uzak tutmaktır. Tuğyan ve tâğût kavramları daha evvel Alak suresinin tahlilinde ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. Rabbimiz elçisine “Haydi, müjdele, sözü dinleyip de en güzeline uyan kullarımı!” diye direktif vermektedir. Bu müjdenin ne zaman gerçekleşeceği Kur’an’ın değişik ayetlerinden anlaşılmaktadır. Birçok ayetin ifadesine göre bu müjde dünya hayatında, ölüm anında, mahşerde ve cennette; hepsinde 21
  • 22. gerçekleşecektir: 30-32 Şüphesiz, “Rabbimiz Allah'tır” deyip sonra dosdoğru olanlar; onların üzerine, haberci âyetler sürekli iner; “Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında ve âhirette sizin yol gösterenleriniz, yardımcılarınız, koruyanlarınızız. Cennette, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olan, engin merhamet sahibinden bir ikram olarak sizin için nefislerinizin arzuladığı her şey var. Orada istediğiniz şeyler de sizin içindir.” (Fussılet/30-32) 12 O gün, inanan erkekleri ve inanan kadınları, ellerinin arasında ve sağlarında ışıkları olduğu hâlde koşar göreceksin. –Bugün müjdeniz, altlarından ırmaklar akan, içlerinde sonsuza dek kalacağınız cennetlerdir. İşte bu, çok büyük kurtuluşun ta kendisidir!– (Hadid/12) 71-73 -Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz.” (Zuhruf/71-73) 30-32 Ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselere: “Rabbiniz ne indirdi?” denilince onlar: “Hayır” derler. Bu dünyada güzelleştirenlere-iyileştirenlere iyilik-güzellik vardır. Âhiret yurdu ise kesinlikle daha hayırlıdır. Ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselerin yurdu; Adn cennetleri ne güzeldir! Onlar, oraya girecekler. Onun altından ırmaklar akar. Orada, onlar için diledikleri şeyler vardır. Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri işte böyle karşılıklandırır. Allah'ın koruması altına girmiş kişiler o kimselerdir ki, melekler onları hoş ve rahat ettirerek onlara geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırlar. “Selâm size, yapmış olduğunuz işlerin karşılığı olarak girin cennete!” derler. (Nahl/30-32) 19-24 Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler; Allah'a verdiği sözleri yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan, Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi; iman ve ameli birleştiren, Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler, Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş, salâtı ikame etmiş [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmuş, ayakta tutmuş], kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık Allah yolunda harcamış ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar Adn cennetlerine gireceklerdir. Görevli güçler/ haberci âyetler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabretmiş olduğunuz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!” (Ra'd/19-24) 43,44 O, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destek verendir. O'nun doğadaki güçleri/ indirdiği haberci âyetleri destek verirler. Ve O, mü’minlere çok merhametlidir. O'na kavuşacakları gün onların selâmlaşmaları, “Selâm”dır. Allah, da onlar için saygın bir ödül hazırlamıştır. (Ahzâb/43,44) KUR’AN’IN EN GÜZEL SÖZ OLMASI Ayette Kur’an “sözlerin en güzeli” olarak nitelenmiştir. Çünkü incelendiğinde, Kur’an’ın gerek edebi sanatlar açısından, gerekse içerisinde çelişki, tutarsızlık, akıl ve fıtrata aykırılık olmaması bakımından gerçekten de sözlerin en güzeli olduğu açıkça görülmektedir. İçerisindeki her şeyin insanlığın yararına olması ve geleceğe ait mutluluk vaat etmesi gibi özellikleri de dikkate alındığında tartışmasız bu niteliği hak etmektedir. İndiği günden bu yana ondan daha güzel bir söz söylenmediği gibi, 22
  • 23. kıyamete kadar da söylenmesi söz konusu olmayacaktır. 19 Peki, üzerine “azap kelimesi” hak olmuş kimse de mi? Artık ateşteki o kimseyi sen mi kurtaracaksın? Akılları sayesinde kendilerini kurtaran gerçek akıl sahipleri anlatıldıktan sonra, akıllarını kullanmayarak ömürlerinin sonuna kadar müşrik kalıp cehenneme gidecekleri ve oradan kurtulma imkânına sahip olamayacakları hükmü verilmiş kimselere gönderme yapılmış ve istifham-ı inkari ile “Artık o ateşteki kimseyi sen mi kurtaracaksın?” diye sorulmuştur. Bunun anlamı, “Bu insanı ne sen, ne de başkaları kurtarabilir” demektir. Bu dünyada en büyük günah şirk koşmaktır. Şirk, affolunmayacak tek günahtır. 48 Şüphesiz Allah, Kendisine ortak kabul edilmesini asla bağışlamaz. Bunun altındaki günahları dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah'a ortak tanırsa, şüphesiz pek büyük bir günah işlemiş olur. (Nisa/48) 116 Hiç şüphesiz, Allah, Kendisine ortak kabul edenleri bağışlamaz. Bunun aşağısında kalanları ise, onlardan dilediğini bağışlar. Kim, Allah'a ortak kabul ederse elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır. (Nisa/116) 20 Lâkin Rablerinin koruması altına girmiş olan o kişiler, kendileri için Allah'ın vaadi olarak altlarından ırmaklar akan, kat kat köşkler olanlardır. Allah vaadinden caymaz. Önceki ayetlerde “temiz akıl sahipleri” diye nitelenen kimseler, bu ayette de “Rablerine takvalı davrananlar” diye nitelenmiştir. Bu niteliğe sahip olanlar, “Kendileri için Allah’ın vaadi olarak altlarından ırmaklar akan, gurfe üstüne yapılmış gurfeler [köşk üstünde köşkler] olanlardır” şeklindeki bir müjdeyle taltif edilmişlerdir. Konunun bütünü göz önüne alındığında, “temiz akıl sahipleri” ile “kendilerini akıllı sanan zavallılar”ın 19 ve 20. ayetlerde karşıtlık metodu ile ortaya konulduğu görülmektedir. 21 Sen, şüphesiz Allah'ın gökten bir su indirip de onu bir yoluyla yeryüzündeki pınarlara koyduğunu, sonra onunla renkleri değişik bir ekin çıkardığını, sonra onun olgunlaşıp da senin onu sararmış gördüğünü, sonra da onu bir çöpe çevirdiğini görmedin mi/ hiç düşünmedin mi? Şüphesiz, bunda kavrama yeteneği olanlar; temiz akıl sahipleri için kesinlikle bir öğüt/ hatırlatma vardır. Bu ayette, temiz akıl sahipleri ile sözde akıllı geçinenlerin dünyayı farklı değerlendirmelerine değinilmektedir. Ayrıca 20. ayette konu edilen ahiretin ebedi nimetine karşılık dünyadaki nimetlerin değersizliği ortaya konmaktadır. Gerçek akıl sahipleri, gözlemlemek suretiyle dünyadaki her olup bitenden ibretler almakta, dünyanın geçiciliğini doğru değerlendirmektedirler. Çünkü her baharın kışı, her kemalin bir zevali, her başlangıcın bir sonu vardır. Her genci yaşlılık ve sonunda ölüm beklemektedir. Dolayısıyla, dünya denen şey insana Allah’ı unutturacak ve ahiretini mahvettirecek kadar değerli değildir. Sözde akıllı geçinen kimse ise ona bağlanıp kalmaktadır. 23
  • 24. 45 Ve sen, onlara basit dünya hayatının misalini ver: O basit dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sebebiyle yeryüzünün bitkileri birbirine karışmış, sonra da rüzgârın savurup durduğu bir çöp kırıntısı oluvermiştir. Ve Allah, her şeye gücünü kabul ettirendir. (Kehf/45) 22 Peki, Allah kimin göğsünü İslâm'a açarsa, o zaman o, Rabbinden bir ışık üzerinde olmaz mı? Öyleyse Allah'ı anmaya karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. Allah’ın yeryüzündeki ayetlerini tetkik etmiş, gerekli gözlemini yapmış, ibret ve öğüdünü almış, bunun sonucunda da göğsü İslam’a açılmış kimsenin sonu nasıl olur? O, Allah’ın nuru üzerindedir. O artık aydınlık yolun, cennetin yolcusudur. Oysa kalpleri katılaşmış olanlar, yani Allah’ın zikrine, mesajına, öğüdüne kalplerini kapamış olanlar apaçık bir sapıklık içindedirler. Bunlar cennete giden aydınlık yoldan sapmış ve karanlıklarda kaybolmuşlardır. Artık cennetin yolunu bulamazlar. Kalplerin katılaşması, “kişilerin kendi hevalarına uymaları, elçiye kulak vermemeleri, kalplerini ve kulaklarını kendi inançlarından başka bir inanca kapalı tutmaları, yapılan uyarıdan etkilenmemeleri” demektir. Böyleleri kalpleri taşlaşmış hatta taştan daha beter bir katılık kazanmış kimselerdir. Kalplerin mühürlenmesi, katılaşması ile ilgili detay daha evvel Tin suresinin tahlilinde sunulmuştur. “Allah göğsünü İslâm'a açar” ifadesi, "Allah İslâm hakkındaki her tür kuşku, tereddüt ve kararsızlığı zihninden gidererek onu İslâm gerçeği konusunda iyice ikna eder, kalbini mutlu, huzurlu kılar" demektir. Göğsün açılması konusu ile ilgili detay İnşirah suresinde verilmiştir. 23 Allah, sözün en güzelini benzeşen anlamlı olarak, ikişerli bir kitap hâlinde indirmiştir. Ondan, Rablerine saygısı olanların tüyleri ürperir. Sonra derileri ve kalpleri Allah'ın anılmasına karşı yumuşar. İşte bu, Allah'ın rehberidir. Allah, onunla dilediğini kılavuzlar. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösteren biri yoktur. 18. ayette, temiz akıl sahibi müminlerin “sözün en güzeli”ne uydukları açıklanmıştı. Bu ayette ise insanlara “sözün en güzeli” tanıtılmaktadır. Sözün en güzeli, Allah’ın indirdiği Kitap’tır, yani Kur’an’dır. Ayette Kur’an’ın özellikleri anlatılmış ve karşıtlık metodu ile insanların Kur’an karşısındaki ikili tutumlarına işaret edilmiştir. Rablerine saygısı olanlar ondan istifade ederken, Rableri hakkında yanlış inanç taşıyanlar ise bu tavırlarıyla ondan yararlanamayacak şekilde doğru yoldan uzaklaşırlar. Bir önceki ayette “Öyleyse Allah’ı anmaya karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun!” denilirken, burada “Ondan, Rablerine saygısı olanların derileri ürperir. Sonra derileri ve kalpleri Allah'ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu, Allah'ın rehberidir. O [Allah], onunla dilediğini kılavuzlar. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösteren biri yoktur” buyrularak Zikir [Allah’ın vahyi] ile insanların etkileneceğine, kalplerin yumuşayacağına ve Zikr’in [vahyin] yegâne kılavuz olduğuna, Allah’ın insanları onunla kılavuzladığına dikkat çekilmiştir. Ayetin son bölümündeki “O [Allah], onunla dilediğini kılavuzlar. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösteren biri yoktur” ifadesiyle ilgili olarak “Hidayetin de, Dalâletin de Allah’tan olduğu” konusu Tekvir suresinin tahlilinde detaylı olarak ele alındığından, konunun oradan okunmasını öneriyoruz. 24
  • 25. Kur'ân bu ayette de bir takım sıfatlar ile tanıtılmıştır. Bu vesileyle Kur’an’ın niteliği ile ilgili bilgileri tekrar hatırlatıyoruz: * Hadis Olması [sonradan meydana gelme, yaratılmış olma]: 33,34 Yahut vahyedilenleri, “Kendi uydurup söyledi” mi diyorlar? Aslında onlar inanmıyorlar. Peki, onun gibi bir sözü onlar getirsinler, eğer doğru kimseler iseler. (Tur/33,34) 81 Peki, şimdi siz bu Söz'ü/Kur’ân'ı mı küçümsüyorsunuz? (Vakıa/81) * Kitap olması: Rabbimiz Kur’an’ı “kitap” diye nitelemiştir. “ ‫الكتاب‬el-Kitap”, “içinde yazı olan şey” demektir.5 Kitap sözcüğü, “toplanmak, bir araya gelmek” manasına gelen “ ‫كتب‬ketb” mastarından türemiştir. Bu durum, Kur’an’ın bir takım harfler ile meydana getirilmiş bir eser olmasını ifade ettiği gibi, bilgi, yasa, öğüt gibi insanlık yararına olan şeylerin toplandığı bir eser olmasını da ifade etmektedir. Ancak bu ayetteki “Kitap” ifadesi ile Kur’an’ın tümü kastedilmiş olamaz. Çünkü bu ayet indiğinde Kur’an’ın tamamı inmiş değildi. Kur’an’ın tümü kitap olduğu gibi, bir ayetine, bir paragrafına ve bir pasajına da kitap denir. "Kitap" sözcüğü; "yazılan-okunan" anlamına geldiği için, bir defa buradan hemen anlıyoruz ki, Kur'an ayetleri ilk vahyden itibaren yazıya geçirilmiştir. İkinci olarak; Kur'an'nın henüz tamamlanmadığı dönemlerde eldeki mevcut olan bölümler de Kur'an'da "kitap" olarak tanımlandığı için anlıyoruz ki, "kitap" sözcüğü Kur'an'ın tamamını temsil etmemektedir. Nitekim yukarıda sunduğumuz ayetlerin bazılarındaki "kitap ve hikmet" kalıbına karşılık, Ahzab suresinin 34. ayetinde; "...Allah'ın ayetlerini ve hikmeti anın" şeklinde "ayetler" sözcüğü kullanılarak bir kalıp oluşturulmuştur. Yani "kitap" ve "ayetler" sözcükleri, Kur'an'ın bölümleri için kullanılmıştır. Bizim görüşümüze göre "kitap ve hikmet" kalıbıyla verilen ayetlerdeki "kitap"; Zümer suresinin 23. ayetinde bahsedilen "müteşabih kitap"tır. Yani mucize nitelikli, anlamları gayet açık olmasına rağmen birbiriyle benzeşen birçok anlamı ifade edebilen eşsiz sanat mucizeleri konumundaki müteşabih ayetlerin oluşturduğu metindir. Bilindiği üzere Kur’an indiği dönemde Araplar arasında henüz kültür ve edebiyat, yazılı konumda değildi. Arap dil ve edebiyat bilginlerinin eserleri dilden dile dolaşmaktaydı. Arap dili gramer ve edebiyat açısından henüz kuramlaştırılmamıştı. Gramer ve edebiyat bilgileri ediplerin kasidelerinde, halk deyimlerinde kendini göstermekteydi. Arapçaya ait bu günkü dilbilgisi kuralları Kur'ân'ın inişinden yaklaşık 150–200 sene sonra Sibeveyh, Ahfeş (ölümü H. 177 M. 793), Kisâî, Îsâ b. Ömer, Yûnus b. Habib ve Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsenna gibi bilginlerce Kur’an metinleri ve İmruü'l-Kays, Tarafe ibnü'l-Abd (539-564), Haris bin Hilliza (veya A'şa)., Amr bin Kulsum, Antere bin Şeddad (veya Nabiğa), Züheyr bin Ebu Sulme, Lebid ve diğer ediplerin eserleri dikkate alınarak oluşturuldu. 5 (Lisan’ül Arab; c.7 S.588, ktb mad.) 25
  • 26. Kur’an’ın metni Arap dilinin gramer ve edebiyat ilkelerini kuramlaşmış haliyle insanlığa sunmuş ve derli toplu olarak göstermiştir. Hem de Arap dili gramer ve edebiyatını bilmeyen birisi tarafından. Kur’an’ın nüzulünden sonra Arap dil ve edebiyatının temel kaynağı artık Kur’an metni (Kitap) olmuştur. İşte Kur’an’da “Kitap” diye konu edilen, Kur’an’ın yazılı metnidir, içeriği de Hikmet olarak yer almaktadır. Bunu, A’raf/2, Yûnus/1, Hûd/1, Yûsuf/1, Ra’d/1, İbrahim/1, Hıcr/1, Kehf/1, Şûra/2, Neml/1, Kasas/2, Lokman/2, Secde/2, Sâd/29, Zümer/ 1, 2, 23, 41 Mü’min/ 2, Fussıllet/3, Zuhruf/2, Duhan/2, Câsiye/2, Ahkaf72 ve Bakara/151’de görmekteyiz. * “En Güzel Söz” Olması: Kur’an’ın niçin sözlerin en güzeli olduğu 18. ayette açıklanmıştı. * Müteşâbih: Müteşabih ayetler birden çok, birbirine benzer, birbirinden güzel anlamlar içeren ve her bir anlamı da açık olarak anlaşılan ayetler demektir. Bu ayetler mecaz, kinaye ve diğer edebî sanatların da kullanıldığı; ancak yapılan benzetme ve örneklemelerden dolayı kültür seviyesi en alt düzeyde olanların bile anlayabileceği ayetlerdir. Bu ayetler de tıpkı “muhkem ayetler” gibi açık, seçik, anlaşılır ayetlerdir. Kesinlikle kapalı, müşkil ve anlaşılmaz değildirler. Müteşabih ayetler kapalı, müşkil ve anlaşılmaz ayetler olarak kabul edildiği takdirde Zümer/23’te “Sözün en güzeli” olarak nitelenen Kur'an, aynı zamanda kapalı, anlaşılmaz ayetler de içeriyor olacaktır. Bu ise kapalı, anlaşılmaz ayetlerin “sözün en güzeli” olması anlamına gelir ki, Kur'an ile böyle bir tuhaflığın bağdaşması mümkün değildir. İşin doğrusu, müteşabih ayetler anlaşılır, birden çok ve birbirinden güzel anlamlar içeren, kim hangisini anlarsa anlasın, bu anlamların hepsinin de doğru olduğu ayetlerdir. * Mesani: “Mesani” sözcüğünün ikilerli, katmerli” demek olduğunu açıklamıştık. Kur’an’ın “mesani [ikilerlilik ve katmerlilik]” özelliğini kısaca şöyle açıklamak mümkündür: a- Karşıtlık Metodu: Kur’an incelendiğinde, konumuz olan Zümer/22, 23’te de görüldüğü üzere, ayetlerde pozitif ve negatif olgular daima bir arada karşıtlık metoduyla verilmektedir. Ebrar-Füccar, iyiler- kötüler, yer-gök, ins-cinn, hakk-batıl, cennet-cehennem, uyarı-müjde gibi... b- İletilen mesajın mutlaka ikinci bir vurgusunun varlığı: Buna namaz vakitlerini bildiren ayetleri örnek verebiliriz. Hem Hud suresinde hem de İsra suresinde farklı ifadeler ile aynı mesaj verilmiştir. “Mesani” sözcüğü Hıcr suresinin tahlilinde “Seb’an mine’l-Mesanî” başlığı altında ayrıca ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. * Derilerin Ürpermesi [Şiddetle Etkilenme]: 26
  • 27. Kur’an’ın [Arapça orijinalinin] ulaşılmaz bir belağat örneği olduğu, inanan, inanmayan herkes tarafından kabul edilmektedir. Kur’an aynı zamanda içerdiği ilkeler, verdiği haber ve bilgiler ile de en uç noktadaki bir huccet [kanıt, belge] durumundadır. Kıyamet ve ahiretle ilgili sahneleri ise anlatılması zor, çarpıcı bir nitelik taşımaktadır. Bundan dolayıdır ki, Kur’an’ı tanıyan herkesin onun heybeti karşısında derileri ürperir, tüyleri diken diken olur. Bu psikolojiye giren bir insanın Allah’a saygı duyan biri haline gelmesi ise çok kolaydır. Zaten kâfirlerin Kur’an’ın dinlenilmesini istememeleri ve dinleyenleri de engellemeye çalışmaları bu yüzdendir. 21 Eğer Biz, bu Kur’ân'ı bir dağa/çok iri cüsseli bir yükümlü varlığa indirseydik, Allah'a olan saygıyla, sevgiyle ve bilgiyle ürpertiden onu samimiyetle saygı duyar, baş eğer ve parça parça olmuş görürdün. Ve Biz, bu örnekleri iyiden iyiye düşünürler diye insanlara veriyoruz. (Haşr/21) 2-4 Hiç şüphesiz mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen, O'nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, iman açısından güç kazanan ve yalnızca Rablerine sonucu havale eden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan] ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir. Onlara Rableri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır. (Enfal/2-4) 73 Ve Rahmân'ın kulları, kendilerine Rablerinin alâmetleri/ göstergeleri hatırlatıldığında ise, onlar üzerine sağırca ve körce davranmazlar. (Furkan/73) 24 Peki, kıyâmet günü şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara: “Kazanmış olduğunuzun karşılığını tadın!” denilmişken, kendini azabın kötülüğünden korumaya çalışan kimse mi daha hayırlıdır, yoksa kıyâmet günü güven içinde gelecek kişi mi? 25,26 Onlardan önceki kimseler yalanladılar da kendilerine düşünemedikleri yönden azap geliverdi. Sonra da Allah, onlara basit dünya hayatında rüsvalığı tattırdı. Âhiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilir olsalardı! Bu ayet gurubunda, bahusus akıllı geçinip de ahireti, peygamberi yalanlayan kişilerin dünya ve ahiretteki durumları sergilenmektedir. Onlar dünyada rüsvalık azabı ile cezalandırılmışlardır. Ahiret cezaları ise daha ağır, daha korkunç olacaktır. Ama onlar bunu bilmemektedirler. “Yüzünü azabın kötülüğünden koruyan” ifadesiyle “cüz’iyyyet mecaz-ı mürseli” yapılmıştır. Yani bedenin bir parçası anılıp bütünü kastedilmiştir. Bu durumda anlam “kendini azabın kötüsünden koruyan” şeklinde olmaktadır. Yüz, rüsvalığı en iyi yansıtan organdır. İçinde bulunulan ortam insanın yüzünden okunur. Yüzü güller açmış olmak, suratı mahkeme duvarına benzemek gibi deyimler bunu ifade eder. İnsanın yüz ifadesi, korku, ürperti, mutluluk ya da karamsarlık gibi ruh hallerini açıkça ortaya koyar. İçindeki “yüz” ifadesinden hareket ederek ayet hakkında “Böyle bir kimse elleri, kolları bağlanmış olarak cehennem ateşine atılır. Vücudundan ateşe değecek ilk bölüm onun yüzü olacaktır”, “Cehennem ateşinde yüzü üstü sürüklenecektir”, “Kâfir elleri boynuna bağlanmış olarak, boynunda da kibritten oldukça büyük bir dağ gibi muazzam bir kaya parçası olduğu halde cehennem ateşine atılacak. O ateş, 27
  • 28. boynuna asılı bulunduğu halde o taş parçasını yakacak. Onun hararet ve alevi de onun yüzünü örtecek. Elleri boynuna bağlı bulunduğundan ötürü de bu alevi ve ateşi yüzünden uzaklaştıramayacak” şeklinde bir takım yorumlar yapılmış olsa da, bütün bu yorumlar birer varsayımdan ibarettir. Ayetteki “yüz” ifadesini Kamer ve Mülk surelerindeki ayetlerden hareketle “yüzüstü sürünmek” şeklinde anlamak da mümkündür. Bu iki ayette verilen mesaj şu ayetlerde gayet detaylıdır: 114 Ve Allah'ın tanıtıldığı-öğretildiği okullarını, içlerinde Allah'ın adı anılmasın diye engelleyen ve onların yıkımı için uğraşan kişiden daha kendi benliğine haksızlık eden kim olabilir?!.. Böylelerinin, Allah'ın tanıtıldığı-öğretildiği o okullara girmeleri ancak korka korka olacaktır. Onlar için dünyada bir rezillik vardır. Bunlar için âhirette de büyük bir azap vardır. (Bakara/114) 22 Şimdi yüz üstü kapanarak yürüyen mi daha doğru gider, yoksa dosdoğru yolda dümdüz yürüyen mi? (Mülk/22) 48 O gün yüzleri üzere ateşte sürüklenirler: “Cehennemin beyinleri kaynatan sıcağının dokunuşunu tadın!” (Kamer/48) 24. ayette cümledeki haber [yüklem] hazfedilmiştir. Ayetin takdiri şöyle yapılabilir: “Yüzünü [kendini] azabın kötülüğünden koruyan kimse mi daha üstündür yoksa mutlu olan kimse mi?” Bu ayetin bir benzeri de şudur: 40 Şüphesiz alâmetlerimiz/ göstergelerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp inkâra sapan kimseler Bize gizli kalmazlar. O hâlde ateşe atılacak olan kişi mi daha hayırlıdır, yoksa kıyâmet günü güven içinde gelecek kişi mi? İstediğinizi yapın. Şüphesiz ki Allah, yaptığınız şeyleri en iyi görendir. (Fussılet/40) Daha evvel birçok yerde konu edildiği üzere, ayette sözü edilen “zalimler” müşriklerdir. Ayette anlatılan sahne, mahşerde yaşanacak olayları göstermektedir. Şirkleri nedeniyle o kimselere “Kazanmış olduğunuzun karşılığını tadın!” denilecektir. Benzer bir ayet de şudur: 35 O gün, biriktirdikleri altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: “İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi, şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri!” (Tevbe/35) Bu kimseler, kıyamet gününde kendi yüzlerini kötü azaptan korumaya çalışacaklar ama bunu beceremeyeceklerdir. 26 Şüphesiz onlardan önceki kimseler tuzak kurdular da Allah, onların duvarlarına temellerinden vurdu. Sonra da çatı tepelerinden üzerlerine çöktü. Ve onlara azap akledemedikleri bir yönden geldi. (Nahl/26) Allah’ın dinine karşı direnen, Elçi ile mücadele eden, gönderdiği mesajları yalanlamaya çalışan kimseler hem dünyada hem de ahirette cezalandırılacaktır. Çünkü dünyadaki rüsvalık cezası, işledikleri suçun karşılığı olmaktan uzaktır. 28
  • 29. Suçlarına denk bir ceza ancak ahirette verilecek ceza olacaktır. 27,28 Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir okuma olarak; Allah'ın koruması altına girsinler diye bu Kur’ân'da insanlar için her türlüsünden örnek verdik. Bu ayetlerde, Rabbimiz insanlar düşünüp öğüt alsınlar diye, rahatça anlayıp uygulayacakları bir kitap, takvalı davranarak kendilerini kurtarmaları, korumaları için de her türlü ikna edici örnekler verdiğini beyan etmektedir. Kur’an’ın pürüzsüz bir Arapça ile indirilmiş olması hakkındaki vurgusu iyi değerlendirilmelidir. Ayetteki vurgu Kur’an’ın salt Arapça indirilmiş olmasına değil, kolayca anlaşılıp öğüt alınması için o toplumun dili olan Arapça ile indirilmiş olmasınadır. Kur’an’ın ilk muhatabı olan toplumun anadilinin Arapça olması, onlara iletilen ilahi mesajın da aynı dilde olmasının temel nedenidir. Bu, Allah’ın herhangi bir topluma elçi gönderirken uyguladığı genel ilkesidir. Kur’an'ın daveti bütün insanlık için genel bir davettir. Birçok ayetten Kur'an’ın Arap, Acem, Türk, Kürt, Avrupalı, Amerikalı, Afrikalı insanları hakka davet ettiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Bu durumda, Kur’an’ın tüm dünya dillerine çevrilmesi, her milletin Allah’ın mesajlarını kendi anadilleriyle algılamalarını sağlamak bakımından zorunlu bir görev olarak ortaya çıkmaktadır. Ayetteki "‫عوج‬ ‫ذى‬ ‫غير‬ Gayra zî Ivec" "her türlü tenakuz ve ihtilaftan uzak" ifadesiyle Kur'ân'ın çelişki ve tenakuzdan uzak ve berî oluşu anlatılmak istenmiştir. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmuştur: 82 Onlar hâlâ, Kur’ân'ı gereği gibi düşünmezler mi? Eğer ki o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, kesinlikle onun içinde birçok karışıklıklar bulurlardı. (Nisa/82) 38 Ve yeryüzünde hiçbir irili-ufaklı kıpırdayan canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi önderli topluluklar olmasın. Biz Kitapta hiçbir şeyi noksan/yetersiz bırakmadık. Sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. (En'am/38) 28 Allah, size kendinizden bir örnek veriyor: Hiç size rızık olarak verdiğimiz şeylerde yasa ile size teslim edilen kişilerden ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur ve kendinize çekindiğiniz/ değer verdiğiniz gibi onlarla da karşılıklı çekinir misiniz/ birbirinize aynı değeri verir misiniz, eşit olur musunuz? İşte Biz, aklını kullanan bir toplum için âyetleri böyle açıklarız. (Rûm/28) 43 Ve Biz, bu örnekleri insanlara veriyoruz. Onlara da bilginlerden başkası akıl erdiremez. (Ankebut/43) 29 Allah, çekişip duran birtakım ortakları olan bir adam ile yalnız bir kişiye bağlı selâmet içinde olan bir adamı örnek verdi. Bu ikisinin hâli hiç eşit olur mu? –Tüm övgüler Allah'ındır; başkası övülemez.– Aksine olarak onların çoğu bilmezler. Bu ayette, tek bir Allah’a inanan mümin tek efendiye bağlı bir kimseye, birçok tanrı edinmiş müşrik de birkaç efendiye bağlı bir kimseye benzetilerek şirkin insan için zararlı bir durum olduğuna işaret edilmiştir. Çünkü birbirine rakip birçok sahibi olan ve her sahibin kendisine hizmet etmesini istediği bir kölenin o sahiplerden hiçbirini memnun etmesi, kendisinin de onlardan hoşnut kalması mümkün değildir. 29