SlideShare a Scribd company logo
1 of 30
84 RUM SURESİ
GİRİŞ
Rum suresi Mekke’de 84. sırada inmiş olup adını 2. ayetteki “ ‫رموم‬ّ‫و‬ ‫ل‬‫ل‬‫ال‬er-Rum
[Bizans]” sözcüğünden almıştır. Pasajlarındaki konu bütünlüğü, surenin bir defada
veya yakın aralıklarla indiğini göstermektedir.
Sure, bu ayetler indiği dönemde henüz olmamış, daha sonra meydana gelecek
olan tarihi olayları ve sonuçlarını [Bizanslılarla İranlılar arasında meydana gelecek
savaşta Bizanslıların galip gelmesini] bildirerek başlamaktadır. Verilen bu bilgiler,
surenin inişinden yıllar sonra aynen gerçekleşmiştir. Geleceğe dair bu bilgiler,
Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğinin en büyük kanıtlarındandır.
Surede evrendeki birçok ayet [işaret, delil] gözler önüne serilerek Allah’ın
kudreti vurgulanmaktadır. Dünyaya bel bağlayıp ahireti ihmal eden inançsızlar
kınanmakta, ahirete dair birçok uyarı amaçlı sahne nakledilerek inkârcılar
uyarılmaktadır. Ayrıca Resulullah ve müminler teselli edilmekte ve moralleri
yükseltilmektedir.
1
MEAL
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
1
Elif/1, Lâm/30, Mîm/40.
2-6
Rûmlar/ Bizanslılar, yeryüzünün en alçak/ çukur yerinde yenildiler.
Onlar, bu yenilgilerinin ardından da birkaç yıl içinde galip geleceklerdir.
Bundan önce ve sonra emir Allah'ındır. Ve o gün mü’minler, Allah'ın
yardımıyla sevineceklerdir. Allah, Kendisinin bir vaadi olarak dilediğine
yardım eder, galip kılar. Allah, vaadinden dönmez. Ama insanların çoğu
bilmezler. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün
olmayan/mutlak galip olandır, engin merhamet sahibidir.
7
İnsanların çoğu, basit dünya yaşamından görüneni bilirler. Ve onlar,
âhireti önemsemeyenlerin ta kendileridirler.
8
Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah göklerde, yerde ve bu ikisi
arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için
oluşturmuştur? Ve şüphesiz insanlardan çoğu, Rablerine kavuşmayı kesinlikle
bilerek reddedenlerdir/ inanmayanlardır.
9
Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl
olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü
kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi.
Elçileri de onlara nice açık delilleri getirmişlerdi. O hâlde Allah onlara
haksızlık edecek değildi, fakat onlar şirk koşarak kendilerine haksızlık
etmekteydiler.
10
Sonra Allah'ın âyetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini yalanladıkları için,
kötülük eden o kimselerin âkıbetleri, “en kötü” oldu. Onlar alay da ediyorlardı.
11,12
Allah, oluşturmayı ilkin yapar, sonra onu iade eder. Sonra da O'na
döndürülürsünüz. Kıyametin kopuş anında da suçlular, ümidi keserler.
13
Onlar için ortak koştuklarından, şefaat; yardım, kayırma yapacaklar da
bulunmaz. Ve onlar, ortaklarını reddettiler/ kabul etmeyenler oldular. 14
Ve
Saat'in dikildiği günde de, işte o gün onlar ayrılırlar.
15
Şimdi iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimselere gelince;
artık onlar, bir bahçe içinde neşelendirilirler.
16
Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden, âyetlerimizi
ve âhiret buluşmasını yalanlayan şu kimselere de gelince, işte onlar azap
içinde hazır bulundurulurlar.
17,18
O hâlde, yapmanız gereken, akşama erdiğinizde, sabaha erdiğinizde,
gece sırasında, öğleye erdiğinizde; her zaman Allah'ın tüm noksan sıfatlardan
arındırılmasıdır! Göklerde ve yerde de tüm övgüler sadece O'na aittir; başkası
övülemez.
19
O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır ve yeryüzüne
ölümünden sonra hayat verir. Sizler de işte öyle çıkarılacaksınız.
20
O'nun, sizi bir topraktan oluşturması da Kendisinin alâmetlerinden/
göstergelerindendir. Sonra da siz, şimdi, dağılıp-yayılan bir beşersiniz.
21
Yine O'nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir ki, sizin için
nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler oluşturmuş, aranıza bir sevgi ve
2
merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda iyiden iyiye düşünecek bir toplum
için nice alâmetler/ göstergeler vardır.
22
Yine göklerin ve yerin oluşturuluşu, dillerinizin ve renklerinizin
değişikliği O'nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Şüphesiz bunda bilginler
için nice alâmetler/ göstergeler vardır.
23
Yine gecede ve gündüzde uyumanız ve armağanlarından rızık aramanız
O'nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Şüphesiz bunda kulak verecek bir
toplum için nice alâmetler/ göstergeler vardır.
24
Yine O'nun âyetlerindendir ki, size hem korku ve hem de umut vermek
için şimşeği gösteriyor. Ve gökten bir su indiriyor da onunla yeryüzüne
ölümünden sonra hayat veriyor. Şüphesiz ki bunda aklını kullanacak bir
toplum için nice alâmetler/ göstergeler vardır.
25
Göğün ve yeryüzünün Kendi emriyle durması yine O'nun
alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Sonra sizi yeryüzünden bir tek çağırışla
çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki siz çıkarılıyorsunuz.
46
Size rahmetinden tattırsın, emriyle gemiler akıp gitsin ve sahip
olduğunuz nimetlerin karşılığını ödersiniz diye armağanlarından rızık
aramanız için rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi de O'nun
alâmetlerinden/ göstergelerindendir.
26
Göklerde ve yerde kim varsa hepsi de O'nundur. Hepsi de O'na saygı
duyanlardır.
27
Ve O, oluşturmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu
O'na çok kolaydır. Ve göklerde ve yerde en yüce örnek O'nundur. Ve O, en
üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip
olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır.
28
Allah, size kendinizden bir örnek veriyor: Hiç size rızık olarak
verdiğimiz şeylerde yasa ile size teslim edilen kişilerden ortaklarınız bulunur da
onlarla siz eşit olur ve kendinize çekindiğiniz/ değer verdiğiniz gibi onlarla da
karşılıklı çekinir misiniz/ birbirinize aynı değeri verir misiniz, eşit olur
musunuz? İşte Biz, aklını kullanan bir toplum için âyetleri böyle açıklarız.
29
Tam tersi, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış kimseler,
bilgisizce boş-iğreti arzularına uydular. Peki, Allah'ın şaşırttığını kim yola
getirebilir? Onlar için yardımcılardan da yoktur.
30
O hâlde sen yüzünü, eski inançlarını terk eden biri olarak dine, insanları
üzerine ilk olarak yoktan yaratmış olduğu Allah'ın fıtratına doğrult. Allah'ın
oluşturuşunda değişiklik söz konusu değildir. Dosdoğru/ ayakta tutan din,
budur. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar.
31,32
Kalben O'na yönelenler olarak, Allah'ın koruması altına girin, salâtı
ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma
kurumları oluşturun-ayakta tutun], ortak koşanlardan; dinlerini parça parça
bölmüş, ayrılıkçı gruplara ayrılmış kimselerden de olmayın. –Her ayrılıkçı
grup kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir.–
33,34
İnsanlara bir sıkıntı dokununca da, Rablerine yönelerek O'na
yalvarırlar. Sonra, onlara Kendinden bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki,
içlerinden bir grup, kendilerine verdiğimiz nimetlere iyilikbilmezlik etmek için
Rablerinin ortakları olduğunu kabul ederler. –Haydi, yararlanın bakalım!
Yakında bileceksiniz.–
3
35
Yoksa Biz, onlara bir delil indirmişiz de o delil, onların Allah'a ortak
koştukları şeyleri mi söylüyor?
36
Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman da, onunla şımarırlar.
Ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle kendilerine bir kötülük isabet ederse,
hemen onlar umutsuzluğa düşerler.
37
Onlar, şüphesiz Allah'ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve
ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir toplum
için alâmetler/ göstergeler vardır.
38
Öyleyse, yakınlık sahibine; yurtlarından çıkarılan fakirlere, miskine ve
yolcuya hakkını ver. Bu, Allah'ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. Ve
bunlar durumunu koruyan, zafer kazanan kimselerin ta kendileridir.
39
Ve insanların malları içinde artsınlar diye ribadan verdikleriniz, Allah
yanında artmaz. Allah'ın rızasını dileyerek zekâttan/ vergilerinizden
verdikleriniz… İşte o kimseler, kat kat arttıranların ta kendileridir.
40
Allah, sizi oluşturan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren ve sizi
diriltendir. Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak kimse
var mı? Allah, onların ortak koştuklarından arınık ve çok yücedir.
41
İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler
yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde
kargaşa ortaya çıktı.
42
De ki: “Yeryüzünde gezin de bundan öncekilerin âkıbeti nasıl olmuş bir
bakın. Onların çoğu ortak koşanlar idiler.”
43-45
Öyleyse, Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce
yüzünü dosdoğru/koruyan dine çevir. O gün onlar, Allah'ın, iman eden ve
düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere armağanlarından karşılık vermesi
için bölük bölük ayrılırlar. Şüphesiz O, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını ve
rabliğini bilerek reddedenleri sevmez. Kim küfrederse; Allah'ın ilâhlığını ve
rabliğini bilerek reddederse, artık bu reddi/ inanmayışı kendi aleyhinedir.
Kim de sâlihi işlerse, artık onlar da kendileri için döşek/ rahat bir yer
hazırlamış olurlar.
48
Allah, rüzgârları gönderendir. Sonra rüzgârlar, bir bulutu savururlar.
Sonra Allah, onu gökyüzünde nasıl dilerse öyle yayar ve onu parça parça
yapar. Sonra da sen, onun derinliklerinde yağmur çıkar görürsün. İşte Allah,
onu kullarından dilediği kimselere isabet ettirdiği vakit, onlar müjdelenirler,
mutlu olurlar.
49
Hâlbuki onlar, önceden; daha önce üzerlerine indirilmeden evvel
kesinlikle ümit kesenlerdirler.
50
Öyleyse Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak; yeryüzünü ölümünden
sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, kesinlikle ölüleri diriltir ve O, her şeye
gücü yetendir.
51
Ve andolsun ki Biz, bir rüzgâr göndersek de Allah’ın rahmetinin eseri
olan bitkileri sararmış görseler, kesinlikle onun arkasından küfretmeye;
Bizim ilâhlığımızı ve rabliğimizi bilerek reddetmeye başlarlar.
52
Bu nedenle sen ölülere işittiremezsin. O daveti, arkalarını dönmüş
giderlerken sağırlara da dinletemezsin.
53
Sen körleri de sapıklıklarından doğru yola götüremezsin. Sen ancak
âyetlerimizi, iman edeceklere duyurursun; artık onlar Müslümanlardır.
4
54
Allah, sizi güçsüz olarak oluşturandır. Sonra güçsüzlüğün arkasından
kuvvet getirdi. Sonra kuvvetin arkasından güçsüzlük ve ihtiyarlık getirdi. O,
dilediğini oluşturur. Ve O, en iyi bilendir, en iyi güç yetirendir.
55
Ve kıyâmetin kopacağı gün günahkarlar bir saatten fazla
durmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle döndürülüyorlardı.
56
Kendilerine bilgi ve iman verilen kimseler de diyecekler ki: “Andolsun ki
Allah'ın yazısında, dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, ölümden sonra
dirilme günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz.”
57
Artık o gün şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara
mazeretleri yarar sağlamaz. Onlar, bağışlanmazlar da.
58
Ve andolsun ki Biz, insanlar için bu Kur’ân'da tüm örneklerden
kesinlikle örnekler getirdik. Ve andolsun ki sen, onlara bir âyet de getirsen o
kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimseler:
“Siz, sadece, bâtıl şeyleri ortaya koyanlarsınız” diyeceklerdir.
59
İşte, bilmeyen kimselerin kalpleri üzerine Allah böyle damga vurur.
47
Ve andolsun ki Biz, senden önce birtakım elçileri toplumlarına
gönderdik de, onlar onlara, apaçık delilleri getirdiler. Sonra Biz, günah işleyen
kimseleri yakalayıp cezalandırarak adaleti sağladık. Mü’minlere yardım da,
Bizim üzerimize bir hak idi.
60
Şimdi sen sabırlı ol. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Sakın kesin
inanmamış kimseler, seni hafifleştirmesinler.
TAHLİL
1
Elif/1, Lâm/30, Mîm/40.
Sure “Elif, Lam, Ra” kesik harfleri ile başlamıştır. Kesik [Mukatta’] harfler ile
ilgili daha evvelki surelerin tahlilinde açıklama yapıldığından, detayın oralardan
okunmasını öneriyoruz.
2-6
Rûmlar/ Bizanslılar, yeryüzünün en alçak/ çukur yerinde yenildiler.
Onlar, bu yenilgilerinin ardından da birkaç yıl içinde galip geleceklerdir.
Bundan önce ve sonra emir Allah'ındır. Ve o gün mü’minler, Allah'ın
yardımıyla sevineceklerdir. Allah, Kendisinin bir vaadi olarak dilediğine
yardım eder, galip kılar. Allah, vaadinden dönmez. Ama insanların çoğu
bilmezler. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün
olmayan/mutlak galip olandır, engin merhamet sahibidir.
7
İnsanların çoğu, basit dünya yaşamından görüneni bilirler. Ve onlar,
âhireti önemsemeyenlerin ta kendileridirler.
5
Bu ayetlerde gaybi konulara [Kur’an’ın indiği dönemde henüz olmamış bir
takım tarihi olaylara] değinilerek Kur’an’ın mucizeliği ortaya konurken müminlere
de Allah’ın yardımının geleceği ve zafere erişecekleri müjdelenmektedir. Bu tarihi
olaylar ve arka planları hem klasik eserler hem de çağdaş bilginler tarafından detaylı
olarak ortaya konmuştur. Bunlardan bir kaçını sunuyoruz:
“O günlerde Arabistan'a yakın Bizans yönetimindeki ülkeler Ürdün, Suriye ve Filistin'di ve bu
ülkelerde MS. 615'de Bizanslılar İranlılar'a yenilmişlerdi. O halde büyük bir kesinlikle bu surenin o yıl
nazil olduğu söylenebilir ki, bu, Habeşistan'a hicret edildiği yıldı.
Tarihsel arka plan: Bu surenin ilk ayetlerinde verilen gaybi bilgiler, Kur'an'ın Allah kelamı ve
Hz. Muhammed'in (s.a) Allah'ın Rasûlü olduğunun apaçık delilleridir. Şimdi bu ayetlerle ilgili tarihsel
arka plana bir göz atalım:
Hz. Muhammed'in (s.a) peygamber olarak ortaya çıkışından sekiz yıl önce Phokas, Bizans
İmparator'u Maurice'i tahtından indirip onun yerine kendisini İmparator ilan etti. Phokas, ilk önce
İmparatorun beş oğlunu onun gözleri önünde öldürttü, daha sonra İmparatoru da öldürttü ve başlarını
Konstantinopol [İstanbul] caddelerinde dolaştırdı. Bundan birkaç gün sonra da imparatoriçe ve üç
kızını öldürttü.
Bu olay, İran'ın Sasani Kralı Hüsrev Perviz'e, Bizans'a saldırması için iyi bir fırsat vermiş oldu.
Çünkü İmparator Maurice, Hüsrev'in dostuydu, Hüsrev onun yardım ve desteğiyle tahta geçmişti. Bu
nedenle Kral Hüsrev, tahtı gasp eden Phokas'tan manevî babasının ve onun çocuklarının intikamını
alacağını ilan etti. Bunun üzerine MS. 603'de Bizans'a karşı savaş açtı. Birkaç yıl içinde Phokas'ın
ordularını peş peşe yenilgiye uğratarak bir taraftan Anadolu'da Edessa'ya [bugünkü Urfa], diğer
taraftan Suriye'de Halep ve Antakya'ya kadar ilerledi. Bizanslı yöneticiler Phokas'ın ülkeyi
kurtaramayacağını görünce, Afrika valisinden yardım istediler. O da oğlu Herakliyus'u kuvvetli bir
ordu ile Konstantinopol'e gönderdi. Phokas hemen tahttan indirildi ve Herakliyus imparator ilan
edildi. Herakliyus, Phokas'a aynen onun eski İmparator Maurice'e davrandığı gibi davrandı. Bu olay,
Hz. Muhammed'e (s.a) peygamberliğin geldiği MS. 610 yılında vuku buldu.
Hüsrev Perviz'in savaş açma sebebi, Phokas tahttan indirilip öldürüldükten sonra artık geçerli
değildi. Eğer bu savaşın asıl sebebi dostunu öldürdüğü için Phokas'tan intikam almak olsaydı, Hüsrev,
Phokas'ın ölümünden sonra yeni imparatorla anlaşma yapardı. Fakat o savaşa devam etti ve savaşa
Mecusilik [Ateşperestlik] ve Hıristiyanlık arasındaki bir anlaşmazlık niteliği kazandırdı. Yıllardan beri
resmi kilise yetkilileri tarafından aforoz edilen ve zulmedilen Nasturî ve Yakubî gibi Hıristiyan
mezhepleri de Mecusileri desteklediler. Yahudiler de onlarla birlik oldu. Hatta Hüsrev'in ordusundaki
Yahudilerin sayısı 26.000'e ulaşıyordu.
Herakliyus bu güçlü saldırıyı durduramadı. Tahta geçtikten sonra doğudan aldığı ilk haber,
Antakya'nın İranlılar tarafından işgal edildiği oldu. Bundan sonra MS. 613'de Şam düştü. MS. 614'de
Kudüs'e giren İranlılar Hıristiyan dünyasını da yerle bir ettiler. Doksan bin Hıristiyan öldürülmüş ve
Mescid-i Aksa tahrip edilmişti. Hıristiyan inancına göre Hz. İsa'nın (a.s) üzerinde öldürüldüğü kutsal
haç yerinden sökülmüş ve Medyen'e taşınmıştı. Başrahip Zekeriya esir alınmış, şehrin bütün önemli
kiliseleri yerle bir edilmişti. Hüsrev Perviz'in bu zafer nedeniyle nasıl böbürlendiği, Kudüs'ten
Herakliyus'a yazdığı bir mektuptan anlaşılabilir: "Bütün tanrıların en büyüğü ve tüm dünyanın hâkimi
Hüsrev'den, onun zavallı ve aptal kuluna: "Sen rabbine güvenip dayandığını söylüyorsun. O halde
rabbin neden Kudüs'ü benden kurtarmadı?"
Bu başarıdan sonra bir yıl içinde İran orduları Ürdün, Filistin ve tüm Sina Yarımadası'nı geçip
Mısır sınırlarına ulaştılar. O günlerde Mekke'de daha büyük tarihî sonuçlara yol açacak başka bir
çatışma devam ediyordu.
Bir tek Allah'a inananlar, Hz. Muhammed'in (a.s) önderliğinde, Kureyş'in ileri gelenlerinin
yönetimindeki müşriklere karşı var olma savaşı veriyorlardı. MS. 615 yılında bu savaş öyle bir
dereceye ulaşmıştı ki, müslümanlardan oldukça büyük bir grup yurtlarını terk edip o günlerde
Bizans'ın müttefiki olan Hıristiyan Habeş Krallığına sığınmak zorunda kalmıştı. O günlerde
Sasanilerin Bizanslılara karşı zafer kazanması, Mekke'de çok konuşulan bir konu idi. Müşrikler bu
olaya çok seviniyor ve müminlerle şöyle alay ediyorlardı: "Bakın, İran'ın ateşperestleri zafer
kazanıyor ve vahye, peygamberliğe inanan Hıristiyanların kökü kurutuluyor. Aynı şekilde biz de
Arabistan putperestleri olarak sizi ve dininizi kökten yok edeceğiz."
Rum suresi nazil olduğunda şartlar böyleydi ve surede şöyle bir gaybî haber veriliyordu:
"Rumlar en yakın bir yerde yenildiler, fakat bu yenilgiden kısa bir süre sonra zafere ulaşacaklardır.
İşte o gün müminler Allah'ın lütfettiği zafere sevineceklerdir." Burada bir değil, iki gaybî haber
verilmektedir. Birincisi Rumlar zafer kazanacaklar; ikincisi, aynı zamanda müslümanlar da bir zafer
kazanacaklardır. Görünür şartlar dâhilinde bu iki müjdenin de gerçekleşmesi imkânsız gibiydi. Bir
6
taraftan Mekke'de ezilen, işkence gören bir avuç müslüman vardı ve bu müjdeden sonra sekiz yıl
boyunca bile müminlerin zafer kazanma şansları yokmuş gibi görünüyordu. Diğer taraftan Rumlar her
geçen gün toprak kaybediyorlardı. MS. 619'da Mısır'ın tamamı Sasanilerin eline geçmiş ve Mecusi
orduları Trablusgarb'a kadar ulaşmışlardı. Anadolu'da Rumları Boğaziçi'ne dek sürmüşler ve MS.
617'de Konstantinopol'un tam karşısındaki bölgeyi [bugünkü Kadıköy’ü] ele geçirmişlerdi. İmparator
bunun üzerine Hüsrev'e bütün şartları kabul etmek üzere bir barış yapmaya hazır olduğunu bildiren bir
elçi gönderdi. Fakat Hüsrev şu cevabı verdi: "İmparator, zincirlenmiş halde önüme getirilmedikçe ve
çarmıha gerilmiş tanrısından vazgeçip ateş tanrısına tapmadıkça ona eman vermeyeceğim." Bu
yenilgiden çok üzüntü duyan imparator en sonunda Konstantinopol'den Kartaca'ya [bugünkü Tunus’a]
gitmeye karar verdi. Kısacası, İngiliz tarihçi Gibbon'un da dediği gibi, hiç kimse Kur'an'ın bu müjdeyi
vermesinden sekiz yıl sonra Bizans İmparatorluğu'nun tekrar İran'ı yenilgiye uğratacağını hayal bile
edemezdi. Hatta değil İran'ı yenmek, hiç kimse bu şartlar altında İmparatorluğun hayatını idame
ettirebileceğine ihtimal vermiyordu.
Bu ayetler nazil olduğunda, Mekkeli müşrikler bunlarla çok alay ettiler ve Ubeyy b. Halef, Hz.
Ebu Bekir'le (r.a) Romalılar üç sene içinde zafer kazanması şartıyla on deve üzerinde bahse tutuştu.
Hz. Peygamber (s.a) bu bahsi duyunca şöyle dedi: "Kur'an, Bid'i Sinin- ifadesini kullanıyor.
Arapça "Bid" kelimesi, 10’a kadar olan sayıları kapsar. O halde bahsi on seneye, develerin miktarını
da yüze çıkarın." Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (r.a) Ubeyy'le tekrar konuştu ve bahis on yıl ve yüz
deve üzerinden yapıldı.
MS. 622'de Hz. Peygamber (s.a) Medine'ye hicret ettiğinde, İmparator Herakliyus gizlice
Konstantinopol'dan ayrılıp Trabzon'a, oradan da Karadeniz'e gitti ve İran'a arkadan saldırma
hazırlıklarına girişti. Bunun için Kilise'den para yardımı istedi. Papa Sergius ona Hıristiyanlığı
Ateşperestliğe karşı koruması için Kilise hazinesinden faizle borç para verdi. Herakliyus karşı
saldırısına M.S 623'de başladı. Ertesi yıl MS. 624'de Azerbeycan'a girdi ve Zerdüşt'ün doğum yeri
olan Cloromia'yı yerle bir edip İran'ın en önemli ateş tapınağını yıktı. Allah'ın kudreti ne kadar da
büyük! Aynı yıl müslümanlar da Bedir'de müşriklere karşı ilk defa zafer kazandılar. Böylece Rum
Suresi'nde verilen iki gaybî haber de on yıl içinde gerçekleşmiş oldu.
Bizans kuvvetleri İranlıları püskürtmeye devam ettiler ve Ninova'daki çarpışmada (MS. 627)
onlara en büyük darbeyi vurdular. "Dastagerd"i ele geçirip, o günlerde İran'ın başkenti olan
"Ctesiphon" taraflarına kadar ulaştı. MS. 628'de bir iç ihtilâlde Hüsrev Perviz hapsedildi, on sekiz
oğlu gözleri önünde öldürüldü ve birkaç gün sonra da kendisi hapishanede öldü. Bu, Kur'an'ın "büyük
zafer" diye ifade ettiği Hudeybiye Anlaşmasının imzalandığı yıldı. Aynı yıl Hüsrev'in oğlu II. Kubâd,
işgal edilen Rum topraklarından çekildi. Hakiki çarmıh'ı [Hıristiyanlara göre Hz. İsa'nın (a.s) üzerinde
öldürüldüğü çarmıh] restore edip monte etmek üzere Kudüs'e gitti ve aynı yıl Hz. Muhammed (s.a) ,
Hicret'ten sonra ilk defa "Umret'ül-kaza" yapmak için, Mekke'ye girdi.
Bundan sonra artık Kur'an'ın önceden bildirdiği gaybî haberlerden kimse şüphe edemezdi. Bu
olay birçok Arap putperestin İslâm'ı kabul etmesine neden oldu. Ubeyy b. Halef'in varisleri bahsi
kaybetmişlerdi ve Hz. Ebu Bekir'e yüz deve vermek zorundaydılar. Hz. Ebu Bekir, bahisten kazandığı
develeri Hz. Peygamber'e getirdi. Hz. Peygamber (s.a), bahsin henüz kumar ve şans oyunlarının
yasaklanmadığı bir dönemde yapıldığını, fakat şimdi bunlar yasaklandığı için develerin sadaka olarak
verilmesi gerektiğini söyledi. Bu nedenle cedelci kâfirlerle girilmiş olan bahisten elde edilen malın
alınması kabul edilmiştir, fakat elde edilenin kişisel harcamalarda kullanılmayıp sadaka olarak
harcanması konusunda da talimat verilmiştir.1
Müfessirler dediler ki: Rumların, İranlılara galip gelmesinin sebebi şudur: İranlılar arasında
çocukları hep hükümdar ve kahraman olan bir kadın vardı. Kisra bu kadına şöyle demişti: Ben
Bizanslıların üzerine gitmek üzere hazırladığım bir ordunun başına senin çocuklarından birisini
geçirmek isliyorum. Kadın şöyle dedi: İşte Hürmüz… Çünkü o tilkiden daha kurnaz, kartaldan daha
ihtiyatlıdır. İşte sana Ferruhan… Kılıçtan daha keskin, oktan daha derine işler. İşte Şehr Bazan,
şundan şundan daha tahammülkâr… Bunlardan istediğini seç. Bunun üzerine Kisra o tahammülkâr
olanı seçip kumandan tayin etti. Şehr, İranlılardan hazırlanmış ordu ile Rumların üzerine yürüdü ve
onlara galip geldi. İkrime ve başkaları dedi ki: Şehr Bazan, Bizanslılara galip gelince, körfeze
varıncaya kadar bütün Rum diyarını tahrip etti. Kardeşi Ferruhan ona dedi ki: Ben kendimi Kisra'nın
tahtı üzerinde oturur görüyorum. Bunun üzerine Kisra Şehr Bazan'a mektup yazarak bana Ferruhan'ın
başını gönder dedi, ancak Şehr bunu yapmadı. Bu sefer Kisra, İranlılara şunu yazdı: Ben size
Ferruhan'ı kumandan tayin ettim ve bunun yerine Şehr Bazan'ı da görevden aldım. Ferruhan'a da başa
geçtiği takdirde Şehr Bazan'ı öldürmesi için mektup yazdım, Ferruhan, Şehri öldürmek isteyince, Şehr
ona Kisra'dan kardeşi Ferruhan'ı öldürmesini emreden üç ayrı mektup gösterdi ve Ferruhan'a şunları
1
(Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)
7
söyledi: Kisra bana seni öldürmek üzere üç ayrı mektup yazdı. Ben üçünde de ona: Bu emrini gözden
geçir diye cevap verdim. Şimdi sen beni sadece bir mektup yazdığı için mi öldüreceksin? Bunun üze-
rine Ferruhan tekrar kumandanlığı kardeşine geri verdi. Şehr de Bizans hükümdarı Kayser'e mektup
yazdı ve Kisra'ya karşı birbirleri ile yardımlaştılar. Böylelikle Bizanslılar da, İranlılara galip geldiler
ve Kisra öldü. Buna dair haber Peygamber (sav)'e Hudeybiye günü ulaştı. O da, beraberinde bulunan
müslumanlar da bu işe sevindiler. İşte Yüce Allah'ın: "Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildiler; yakın bir
yerde" buyruğu bunu anlatmaktadır ki; yakın yerden kasıt ise Şam [Suriye] diyarıdır.2
“Ebu îsâ et-Tirmizî der ki: Bize Muhammed b. İsmail'in... Niyâr b. Mükram el-Eslemî’den
rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: «Elif, Lam, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakm bir yerde... Onlar bu
yenilgilerinden sonra gâlip geleceklerdir. Birkaç yıl içinde.» ayetleri nazil olduğunda İranlılar
Rumlara galip idiler. Müslümanlar Rumların onları yenmelerini arzu ediyorlardı. Çünkü kendileri de
onlar da kitap ehli idiler. «O gün mü'minler de sevinecekler. Allah'ın yardımı ile... O, dilediğine
yardım eder ve Azîz'dir, Rahîm'dir» ayeti bunun hakkındadır. Kureyş ise İranlıların galip gelmesini
istiyordu. Çünkü onlar ve İranlılar kitap ehli olmadıkları gibi yeniden diriltilmeye de inanmıyorlardı.
Allah Teâlâ bu ayeti indirdiği zaman Ebubekir çıkıp Mekke'nin muhtelif yerlerinde yüksek sesle:
«Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde... Onlar bu yenilgilerinden sonra galip
geleceklerdir. Birkaç yıl içinde...» ayetlerini okudu. Kureyş'ten bazı kimseler Ebubekir'e: “Bu bizimle
senin arandadır. Arkadaşın Rumların birkaç yıl içinde İranlıları yeneceğini sanıyor. Bunun üzerine
bahse tutuşmaya var mısın?” dediler. Ebubekir: “Evet, tutuşalım” dedi. Bu, bahse girmenin haram
kılınmasından önceydi. Ebubekir ve müşrikler bahse tutuşup bahse konu şeyleri karşılıklı olarak (bir
yed-i emîne) bıraktılar. Ve Ebubekir'e: “Bu birkaç yılı kaç sene yapalım; (birkaç yıl tabiri bizim
aramızda) üç yıldan dokuz yıla kadardır. Bizimle aranda orta bir miktar söyle de onda karar kılalım”
dediler. Aralarında altı yıllık bir süre tespit ettiler. Altı yıl geçtiği halde Rumlar galip gelemediler.
Müşrikler bahsi kazandılar. Yedinci sene girince Rumlar İranlılara galip geldiler. Müslümanlar altı
sene süre koymasından dolayı Ebubekir'i ayıpladılar. Ebubekir: (Altı sene koymuştum), çünkü Allah
Teâlâ: ‘Birkaç yıl içinde...’ buyurmuştu” dedi. İşte o zaman birçok kişi müslüman oldu. Tirmizî, hadîsi
bu ifâdelerle zikrettikten sonra şöyle der: Bu, hasen sahîh bir hadîstir. Sâdece Abdurrahmân İbn Ebu
Zinâd kanalından rivâyetiyle biliyoruz. Hadîsin bir benzeri mürsel olarak İkrime, Şa'bî, Mücâhid,
Katâde, Süddî, Zührî ve başkaları tarafından rivayet edildiği gibi, tabiîn'den bir cemaattan da rivayet
edilmiştir. İfadeleri itibarıyla bundan daha garibi imam Süneyd b. Davud'un tefsirinde rivayet etmiş
olduğu şu hadîstir: Haccâc'ın... İkrime'den rivayetine göre; İran'da bir kadın varmış. Hep kahramanlar
ve krallar doğururmuş. Kisrâ, onu çağırıp: Ben Rumların üzerine bir ordu göndermek istiyorum. Bu
ordunun üzerine senin oğullarından birisini kumandan yapacağım. Bana hangisini kumandan
yapacağım konusunda bir fikir ver, dedi. Kadın: Şu oğlum tilkiden daha zekî, şahin ve doğandan daha
temkinlidir. Şu oğlum Ferhân mızraklardan daha delicidir. Şu oğlum Şehrîrâz ise üç oğlumun en çok
hilim sahibi olanıdır. Onlardan dilediğini kumandan yap, dedi. Kisrâ: Hâlim olanını kumandan yaptım,
deyip Şehrirâz'ı ordunun başına kumandan olarak geçirdi. Şehrirâz İran ordusuyla Rumların üzerine
yürüdü, onlara gâlip gelip çoğunu öldürdü, şehirlerini tahrîp etti, zeytin ağaçlarını kesti. Ebu Bekr İbn
Abdullah der ki: Bu hadîsi Atâ el-Horasânî'ye rivayet ettim de: Şam ülkelerini görmedin mi? diye
sordu. Ben: Hayır, dedim. Şayet oraları görecek olursan mutlaka harâp edilmiş şehirleri ve kesilmiş
zeytin ağaçlarım göreceksin, dedi. Bundan sonra Şam'a gittim ve bunları gördüm. Atâ el-Horasânî der
ki: Bana Yahya İbn Ya'mûr'un rivayetine göre Kayser Rûm ordusu ile Katame denilen bir adamı,
Kisrâ da Şehrîrâz'ı göndermişti. Ezruât ve Busrâ'da karşılaştılar. Orası Şam'ın size en yakın olan
yeridir. Rumlarla karşılaştıklarında İranlılar gâlip geldiler. Kureyş kâfirleri buna sevinirken
müslümanlar üzüldüler. İkrime der ki: Müşrikler Hz. Peygamber (s.a.)in ashabı ile karşılaştılar ve: Siz
kitap ehlisiniz. Hıristiyanlar da kitap ehlidir. Biz ise ümmîleriz. Bizim İranlı kardeşlerimiz sizin kitap
ehli kardeşlerinize üstün geldiler. Şayet siz de bizimle savaşacak olursanız şüphesiz biz size galip
geleceğiz, dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Elif, Lam, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde...
Onlar bu yenilgilerinden sonra gâlib geleceklerdir. Birkaç yıl içinde... Eninde sonunda buyruk
Allah'ındır. O gün mü'minler de sevinecekler. Allah'ın yardımı ile... O, dilediğine yardım eder ve
Azîz'dir, Rahîm'dir» âyetlerini indirdi. Ebubekir es-Sıddîk, kâfirlere karşı çıkıp: Kardeşlerinizin bizim
kardeşlerimize galip gelmesine mi sevindiniz? Hiç sevinmeyin. Allah'a yemin ederim ki, şüphesiz
Allah, Rumları İranlılara galip getirecektir. Bize bunu peygamberimiz (s.a.) haber verdi, dedi. Übeyy
b. Halef, Hz. Ebubekir'in karşısına dikilip: Ey Ebu Fudayl, yalan söyledin, dedi. Ebubekir de ona: Ey
Allah'ın düşmanı, sen daha çok yalancısın, dedi. Übeyy b. Halef: Benden on genç deve, senden de on
genç deve, haydi bahse girelim. Üç seneye kadar eğer Rumlar İranlıları yenerse ben kaybedeceğim,
İranlılar üstün gelirse sen kaybedeceksin, dedi. Sonra Ebubekir Hz. Peygamber (s.a.)e gelip bunu
2
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
8
haber verdi. Allah Rasûlü: Bu, senin söylediğin gibi değildir. (Bizim dilimizdeki) birkaç yıl, üç ilâ
dokuz sene arasıdır. Bahse konu olan şeyleri artır, süreyi de uzat, buyurdu. Ebubekir çıkıp Übeyy'e
rastladı. Übeyy: Herhalde pişman olmuşsundur, dedi. Ebubekir: Hayır dedi, gel bahsi artıralım ve
süreyi uzatalım. Dokuz seneye kadar olmak üzere yüz genç deve benden, yüz genç deve senden, bahse
girelim, dedi. Übeyy de: Pekiyi kabul, dedi. Bu süreden önce Rumlar İranlıları yendiler ve
müslümanlar müşriklere (bahiste) üstün geldiler.
İkrime der ki: İranlılar Rumları yendiği zaman Şehrirâz'ın kardeşi olan Ferhân oturup içmeye
başladı ve arkadaşlarına: Kendimi Kisrâ’nm tahtı üzerinde oturuyormuş gibi gördüm, dedi. Bu
konuşma Kisrâ'ya ulaştığında Şehrirâz'a: Sana bu mektubum geldiği zaman Ferhân'ın kellesini bana
gönder, diye yazdı. Şehrirâz da ona: Ey kral, sen hiç bir zaman Ferhân gibisini bulamayacaksın. O
birçok düşman öldürmüştür ve düşmanlar içinde bir ünü vardır. Böyle yapma, diye yazdı. Kisrâ
Şehrirâz'a: Şüphesiz ki İran halkı içinde ona halef olacaklar vardır. Onun başını bana göndermekte
acele et, diye yazdı. Şehrirâz'm tekrar (kardeşinin affına dâir) müracaatına karşı Kisrâ öfkelenip bu
sefer ona cevap vermedi ve İran ordusuna: Ben Şehrirâz'ı sizin kumandanlığınızdan azlettim ve
Ferhân'ı üzerinize kumandan nasbettim diye bir haberci gönderdi. Haberciye ince, küçük bir kâğıt
verip: Ferhân krallığı devralıp kardeşi ona boyun eğdiğinde ona şu sayfayı ver, dedi. Şehrirâz mektubu
okuyunca başüstüne deyip tahtından indi ve Ferhân tahta oturdu. Haberci kâğıdı kendisine verdi.
Ferhân: Bana Şehrirâz'ı getirin deyip boynu vurulmak üzere onu öne sürdü. Şehrirâz: Vasiyetimi
yazıncaya kadar acele etmeyip müsaade eder misin, dedi. Ferhân’ın evet cevabı üzerine
(mektuplarının içinde bulunduğu) çuvalı getirtti, sayfaları (Kisrâ'nın ve kendisinin mektuplarını)
Ferhân'a verip: Bunların hepsi senin hakkında Kisrâ'ya mürâcaatlanmdır. Sen ise bir tek mektupla beni
öldürmek istedin, dedi. Ferhân krallığı kardeşi Şehrirâz'a geri verdi ve Şehrirâz Rûm kralı Kayser'e şu
mektubu yazdı: Sana ihtiyâcım var. Bu ihtiyâcımı ne haberciler, ne de kâğıtlar taşır. Seninle
buluşalım. Benimle elli Rûmla beraber buluşacaksın. Ben de sana elli İranlı içinde geleceğim. Kayser,
beş yüz bin Rûm askeri içinde geldi, yollara öncü casuslar gönderdi. Bunun kendisi için bir tuzak
olacağından korkuyordu. Casusları gelip de Şehrirâz'ın yanında sadece elli kişi olduğu haberini
getirince rahatladı. İkisi için kurulan atlas bir çadırda bir araya geldiler. İkisinde de sadece birer bıçak
vardı. Aralarında anlaşmak üzere bir tercüman çağırdılar. Şehrirâz şöyle konuştu: Senin şehirlerini hile
ve kahramanlığımızla harap eden ben ve kardeşimdir. Kisrâ bizi çekemedi ve kardeşimi öldürmemi
istedi, ben ise bundan kaçındım. Sonra kardeşime beni öldürmesini emretti. Biz de ikimiz birden onun
emrinden sıyrılıp çıktık. Biz seninle birlik olup onunla savaşacağız. Kayser: İsabet etmişsiniz, dedi.
Sonra onlardan birisi diğerine: Şüphesiz ki söz iki kişi arasındadır. İki kişiyi geçtiği zaman yayılır
değil mi, dedi. Diğeri buna evet cevabını verdi. Hemen birlikte bıçaklarıyla tercümanı öldürdüler.
Allah Teâlâ Kısrâ'yı helak buyurdu. Haber Hudeybiye günü Allah Rasûlü (s.a.)’e ulaştı ve onunla
beraber müslümanlar da buna sevindiler.3
İbn Abbas'tan, diğer sahabe ve tâbiun'dan rivayet edilenlere göre, Bizans'la İran arasındaki bu
savaşta müslümanların Bizans'ı, Mekkeli müşriklerin de İran'ı tuttukları ortaya çıkmaktadır. Bunun
birçok sebebi vardır. Birincisi, İranlılar bu savaşa Mecusilikle Hıristiyanlık arasındaki bir savaş havası
veriyorlar ve bunu siyasî bir fetihten çok Mecusiliği yayma aracı olarak kabul ediyorlardı. Kudüs'ün
fethinden sonra Hüsrev Perviz, İmparator Herakliyus'a yazdığı mektupta bu zaferi Mecusiliğin
doğruluğunun bir delili olarak kabul ettiğini belirtmektedir.
İlke olarak Mecusî inancı, Mekkeli müşriklerin inancına benziyordu, çünkü Mecusiler de tevhidi
inkâr ediyor, iki ilahın varlığına inanıyor ve ateşe tapıyorlardı. İşte bu nedenle Mekkeli müşrikler
savaşta onların tarafını tutuyorlardı. Bunların aksine Hıristiyanlar, tek tanrı inançları ne denli tahrif
olursa olsun bir tek Allah inancını dinin temeli olarak kabul ediyor, ahirete inanıyor, vahiy ve risaleti
hidayetin kaynağı olarak kabul ediyorlardı. Yani, onların dini ilke olarak İslâm'a benziyordu. İşte bu
nedenle müslümanlar, doğal olarak onların tarafını tutuyor ve putperestlerin kendilerine hâkim
olmasını istemiyorlardı. İkincisi, yeni bir peygamberin gelişinden önce, bir önceki peygambere
inananlar yeni peygamberin mesajı kendilerine ulaşıncaya ve onu açıktan reddedinceye dek müslüman
sayılırlar. (bkz. Kasas/73) . O sıralarda, Hz. Muhammed'e (s.a) peygamberlik geleli henüz beş altı yıl
olmuştu ve henüz mesajı Arabistan dışına ulaşmamıştı. Bu nedenle müslümanlar, Hıristiyanlara kâfir
gözüyle bakmıyorlar, fakat Yahudileri Hz. İsa'nın (a.s) peygamberliğini inkâr ettikleri için kâfir olarak
kabul ediyorlardı. Üçüncüsü Kasas/52-55 ve Maide/82-85'de de değinildiği gibi Hıristiyanlar ta
başından beri müslümanlara hoşgörülü davranıyorlar ve içlerinden çoğu hakkın mesajını
açıkgönüllülükle hemen kabul ediyorlardı. Bundan başka Hıristiyan Habeş Kralının kendisine sığınan
müslümanların tarafını tutup Mekkeli müşriklerin müslümanları kendilerine teslim etmesi isteklerini
geri çevirmesi de, müslümanların Mecusilere karşı Hıristiyanların tarafını tutmasını gerektiriyordu.4
3
(İbni Kesir)
4
(Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)
9
Rumların Mağlup Olması Ve Sonraki Durum Hakkındaki Haber:
Müfcssirler bu ayetlerle ilgili birçok rivayet naklctmiştir. Makul çerçevede özeti şudur: Bu
ayetler Arap yarımadasına komşu Şam ve Fırat bölgelerinde Rumlarla Farslar arasında harp olduğu bir
dönemde inmiştir. Bu savaşta İranlılar Rumları mağlup etmişti ve Mekke müşrikleri buna çok
sevinerek müslümanlara karşı sevinçlerini izhar ederek onlarla alay etmeye başladılar. Çünkü
müslümanlar kaynak ve özün bir olduğunu, bunun kendileriyle Ehli Kitap arasını birleştirdiğini
söylüyorlardı ve Hıristiyan Rumlar da onlardandı.
Bu durum müslümanlara çok ağır geldi ve üzüldüler. Bunun üzerine Allah onları bu ayetlerle
müjdeleyerek rahatlattı. Ayetlerin içeriğinde her ne kadar açık olarak Farsların bahsi ve müşriklerin
sevinip alay etmeleri geçmese de, yukarıdaki özet bilgiyi teyit etmektedir.
Bundan başka çeşitli sığalarla gelen birçok rivayete göre müslümanlarla kâfirler arasında
durumun kızıştığı, hatta ayetlerin müjdelediği gibi Rumların hezimete uğramalarından sonra tekrar
galip olacakları müjdesinin doğruluğu üzerinde ödüllü bahislere girildiği ifade edilmektedir. Bunların
birinde bunun Ebu Bekir ile Ümeyye b. Halef arasında olduğu ve onların beş veya altı yıl gibi bir süre
koydukları aktarılmaktadır. Ebu Bekir bunu Peygamber'e bildirdiğinde ona bahis kıymetiyle süreyi
arttırmasını emretti, çünkü “bid'ı [birkaç]” kelimesi üçten dokuza kadar uzayabilmektedir. O da öyle
yaptı ve nihayette Rumlar galip oldu, Ebu Bekir bahsi kazandı ve müşriklerin çoğu müslüman oldu.
Başka bir rivayete göre Ebu Bekir ile Ümeyye'nin tayin ettikleri süre geçmiş ama Rumlar galip
olamamışlardı ve Ebu Bekir bahsi kaybetmişti. Dikkat edilirse bu rivayete göre sûre veya bu ayetlerin
hicretten çok önce inmiş olmaları gerekmektedir. Ancak hemen hemen üzerinde ittifak edilen
nakledilmiş tertiplere göre bu surenin veya ayetlerin nüzulü Mekke döneminin sonlarında olmuştur ve
bu dönemde Kur'an'dan inen son ayetler arasında yer almaktadır; zira bunun inmesinden az bir müddet
sonra Peygamber ve ashabı Medine'ye hicret etmişlerdir.
Her ne olursa olsun Allah vaadini ve müjdesini birkaç yıl içerisinde gerçekleştirmiş ve Rumlar
dönüp İranlıları tarih kayıtlarında sabit olduğu gibi mağlup etmiştir. Müfessirlerin naklettikleri
rivayetler arasında bunun Hicret'ten yaklaşık iki sene sonra Bedir gazvesi esnasında olduğu da ifade
edilmektedir. Bir kısım müfessir de bunun Hudcybiye olayı sırasında olduğunu nakletmektedir; bu
esnada Kureyş'in ileri gelenleri Peygamber ve müslümanlarla bahse girmek zorunda kalmışlardı, bu
Hicret'in altıncı yılında olmuştu, Fetih sûresi ilk ayetinin de vasfettiği gibi bu apaçık bir zaferle
sonuçlanmıştı: "Biz sana apaçık bir fetih verdik. (Fetih/1)” Müslümanlar, kitap ehli olmayan
Mecusilerle birlikte olan müşriklere karşı zafer kazanmışlardı, aynı dönemde kitap ehli olan Rumlar
da Mecusilere karşı zafer kazanmışlardı. Böylece müslümanların sevinci çift olmuş, Kur'an
haberlerinden biri gerçekleşmişti.
Müslümanların Rumların mağlup olmalarından üzülmeleri, galip olmalarından da sevinmeleri
kaynak ve özde birleşmelerinden dolayıdır. Bu daha önce tefsiri geçen, o sırada bizim de dikkat
çektiğimiz birçok surenin çeşitli ayetleriyle de teyit edilmiştir.
Bunlar arasında Peygamber'in üzerine Kur'an vahyinin inmesinden dolayı sevinen kitap ehlinin
bulunduğu haberinin yer aldığı ayetler de vardır. Ra'd sûresinin "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler
sana indirilenden sevinirler..." ve bu indirilenin Allah tarafından olduğuna onlardan yakinen inananlar
olduğunu açıklayan En'am sûresinin 114. ayeti: "Allah, size kitabı açıklanmış olarak indirmiş iken
O'ndan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz, O (Kur'an)'nun gerçekten
Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler..." Açıkça iman ettiklerinin haberini içeren Kasas sûre-
sinin 52. ve 53. ayetleri: "Bundan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, bu Kur'an'a inanırlar. Onlara
Kur'an okunduğu zaman: 'Ona inandık, O Rabbimizden gelen gerçektir... Zaten biz ondan önce de
müslümanlar idik' derler" ve İslam şeriatı ile Önceki peygamberlerin şeriatlarının aynı kök ve özden
olduklarını gösteren Şûra sûresinin 13. ayeti: "O 'Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa
düşmeyin diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi; İbrahim e, Musa'ya ve İsa'ya
vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri' etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere
ağır geldi..." bunlardandır.
Bütün bunlar müşrikleri öfkelendiriyordu. Özellikle de kitap ehlinin Kur'an'a inanıp tasdik
etmeleri karşısında, onların Allah'ın kitabını ve Peygamberini inkâr etmelerinden dolayı Kur'an onları
kınıyordu. Farslar galip geldiğinde bu nedenden sevinip coşmuşlar, müslümanlar da üzülüp
kederlenmişlerdi.
Açıkça ifade etmek gerekir ki, bizim bu açıklamalarımız, Mekke ve Medine'de inen kitap
ehlinden bir grubun, özellikle de Hicaz Yahudilerinin Peygamber'e ve Kur'an'a karşı inkarcı ve
düşmanca bir tavır takındıklarını ifade eden birçok ayetle ters düşmemektedir. Biz önceki
münasebetlerde bunun sebeplerini Kur'an naslanyla da destekleyerek açıklamıştık. Bu açıklamalarımız
10
aynı şekilde daha sonra ortaya çıkıp Peygamber'den sonraki dönemlere kadar uzayan, Peygamber ile
Rumlar arasındaki düşmanlık ve savaş durumuyla da ters düşmemektedir; zira Rum vatandaşları
Peygamber'in elçilerine, Hıristiyan Arap kabileleri de müslümanların kafilelerine saldırmıştı ve bu,
söz konusu neticeye neden olmuştu; yani düşmanlığa başlayan Rum tarafı olmuştu ve böylece
düşmanlığı defetmek de müslümanların hakkı ve görevi haline gelmişti.
Bu arada Kur'an, anlattığı haber ve kıssalarla öğüt vermeyi amaçladığından, vahiy hikmeti bu
hadisenin de buna vesile olmasını murat etmiş ve ayetler Allah'ın yardım edeceğini, zaferi vaat ettiğini
ve sevinme hakkının da müminlere ait olduğunu ifade eden umumî bir müjde ihtiva etmiştir. Gelip
geçici işlerle ilgilenip dış görünüşlere önem vererek aldanan, önemli ve tehlikeli olandan gafil olan
insanlar da ayetlerde kınanmıştır.
Şunu da belirtelim ki, "Ğulibet" kelimesindeki "Ğayn" harfi fetha-üstün, "seyağlibûn"
kelimesindeki "ye" harfi zamme-ötre ile de okunmuştur. Ancak en doğru olanı birincisinde zamme-
ötre, ikincisinde fetha-üstün kıraatidir, çünkü Rumlar peygamberliğin ilk yıllarında mağlup olmuşlar,
sonra da galip gelmişlerdir.5
ROMALILARIN GALİBİYETİ VE EN ALÇAK YER
Romalılar yenilgiye uğradılar.
Dünyanın en alçak yerinde. Ama onlar yenilgilerinin ardından yeneceklerdir.
Üç ile dokuz yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah'ındır. O gün inananlar
sevineceklerdir. (Rum Suresi 2-4)
Kuran ayetlerinin indiği dönemde, Romalılar [Rumlar] Hıristiyan, Persler [İranlılar] ise ortak
koşan [ateşe tapan] topluluklardı. Romalılar'la Persler'in arasında geçen savaşta Persler'in savaşı
kazanması, Hıristiyanlar gibi tek Allah'a inanan Müslümanlar'ı üzmüştü. Ortak koşan bir toplumun
Allah'a inanan bir topluluğa karşı galibiyeti moralleri bozmuştu. Bu durumun üzerine Kuran,
Romalılar'ın [Bizans'ın] yakında galip geleceğini ve inananların bu olay üzerine sevineceğini
müjdelemiştir. 4. ayette geçen "bıdı sinin" ifadesi üç ile dokuz arası sayıları ifade eder. Arapça'da
tekil için ayrı, iki adet için ayrı, ondan fazla sayıları belirtmek için ayrı ifadeler vardır.
Hz. Muhammed dini ilk yaymaya başladığı günden itibaren kendisine inanan insanlar hep var
olmuş, gittikçe bu sayı artmıştır. Eğer Kuran'ın bu ifadesi yanlış çıksaydı hiç şüphesiz Kuran'a ve
Hz. Muhammed'e karşı güven sarsılacak ve birçok kişi dine inanmaktan vazgeçecekti. Yani
Kuran'ın, Allah'ın vahyi olmadığını zanneden bir insan için, Kuran'da geleceğe yönelik böyle bir
haberin verilmesi, bütün bir sistemin tehlikeye atılmasıdır. Peygamberin, haberin yanlış çıkması
halinde kaybedecekleri, haberin doğru çıkması halinde kazanacaklarından çok daha fazladır. Fakat
bu dinin sahibi Allah'tır, bu müjdeyi veren de Allah'tır. Bu yüzden hiçbir tehlike yoktu ve hiçbir
sorun da olmamıştır. O küçük topluluğun Kuran'a duyduğu güven hiç sarsılmamış ve kısa zamanda
tüm bölge inananlarla dolmuştur.
BU NE CESARET!
Bu ne cesaret, bu ne kendine güven, bu ne tereddütsüz bir haber vermedir! Böyle bir cesaret
ya üstün bir bilginin cesaretidir, ya da cahil cesur olur misali cahil cesaretidir. (Sonuçlar hangi
şıkkın doğru olduğunu ispatlıyor.) Bu haberin Allah'ın vahyi olduğunu bilmeyenler, bu haberin tüm
bir sistemin tehlikeye atılması olduğunu zannederler. Üstelik bu haber, olması zor olanın
müjdelenmesidir. Çünkü savaşı kaybetmiş olan bir devletin, yakında kaybettiği topluluğa karşı
savaşı kazanacağı söylenmektedir. Bir de "bıdı sinin" ifadesinden üç ile dokuz sene arasında bu
olayın gerçekleşeceği anlaşılmaktadır.
Bu haber yalan çıksa, hem inananların inancı sarsılacak, hem ortak koşanların dine karşı bir
delilleri olacaktır. Oysa tarih şahittir ki; ortak koşanlar Peygamberimize deli, büyücü, menfaatçi
gibi suçlamalar yapmalarına karşın, hiçbiri Peygamberin şu söylediği yanlış çıktı, Kuran'ın bu vaadi
gerçekleşmedi dememişler, daha doğrusu diyememişlerdir. Oysa bu tarz delile o ortak koşanlar çok
muhtaçtılar. Peygamber'e ve inananlara karşı kılıçlarla savaşıp onları öldürmeye çalışmak zor bir
yoldu. Eğer ortak koşanların, dine karşı bu tarzda deliller ortaya çıkarmaları mümkün olsaydı,
savaşmak gibi zor bir yol yerine, bunu denerlerdi. Zor yolu seçmeleri böyle bir koza sahip
olmadıklarını göstermektedir. Kuran'ın tüm dedikleri çıkmış ve bu noktada ortak koşanlar bile bir
itirazda bulunamamışlardır. Nasıl günümüzde Kuran'ın birçok mucizesine rağmen ve Kuran'a
alternatif hiçbir kitabın, hiçbir sistemin gösterilememesine rağmen hâlâ inanmayanlar varsa ve de
5
(Derveze; et Tefsirü’l Hadis)
11
olacaksa, o dönemde de böyle olmuştur, her türlü delili görmelerine rağmen inanmayanlar olmuştur.
Fakat tüm bu inanmayanlar, daha Peygamberimiz hayattayken yaşadığı bölgeye Kuran'ın hakim
olmasını engelleyememişlerdir.
UMUTSUZLUKTAN ZAFERE
Bizans [Doğu Roma] tarihini okuyanlar Bizans imparatorluğunun en büyük bunalımlarından
birini 7. yüzyılda [Kuran'ın indiği dönemde] yaşadığını, bu bunalımın en önemli sebeplerinden
birinin Persler'le yaşanan sorunlar olduğunu göreceklerdir. Bizans daha sonra sorunlarını aşmış ve
bu bunalımı atlatmıştır. Tarihi bilgiler, Kuran'ın, Bizans tarihi hakkındaki söylediklerinin
doğruluğunu onaylar.
Tarihi kaynaklarda Bizans'ın Persler'le yapılan savaşta uğradığı kayıp yüzünden bir daha
toparlanamayacağının sanıldığı anlatılır. Anlatılanlara göre, Bizans Kralı Heraklius bu bunalımlı
dönemde ordunun masrafları için kiliselerdeki altın ve gümüş süs eşyalarını bile eritip kullanmıştır.
Persler daha önce Bizans'ın olan Mezopotamya, Kilikya, Suriye, Filistin, Mısır ve Ermenistan'ı işgal
etmişlerdir. Umudun olmadığı bir dönemde Kuran, Bizans'ın yakında [3 ila 9 yıl arasında] galip
geleceğini müjdelemiştir. Tarihi kaynaklar bu müjdeden dolayı Peygamber ve etrafındakilerle alay
edildiğini, bu haberin çıkışına ihtimal verilmediğini kaydederler.
Oysa Kuran'ın her haberi gibi bu haberi de doğru çıkacaktır. Bizans, MS. 627 yılında Persler'i
Ninova harabelerinin yakınında yener. Persler işgal ettikleri yerleri Bizans'a geri veren bir anlaşma
imzaladılar (Bakınız Warren Treadgold, A History of the Byzantine State and Society, Stanford
University Press, sayfa 287-299)
DÜNYANIN EN ALÇAK YERİ
Rum Suresi 3. ayette Rumlar'ın Dünya'nın en alçak yerinde yenilgiye uğradıkları geçer.
Arapça Dünya'nın en alçak yeri "Edna el-Ard" olarak ifade edilir. Bu ifadeyi bazı çevirmenler en
yakın yer olarak çevirmişlerdir. Fakat bu çeviri, ayetin ifadesinin temel anlamına uygun değildir, bu
ancak yan bir anlam olarak kabul edilebilir. Ayetin Arapçası'nın temel ifadesi, bu yenilginin
Dünya'nın en alçak [Edna el-Ard] yerinde gerçekleştiği şeklindedir. Anlaşılıyor ki, ayetin temel
anlamıyla neyi ifade ettiğini anlamayan çevirmenler, yan bir anlamlandırmayla ayeti çevirmişlerdir.
Umarız ayetin ortaya koyduğu bir mucizeyi daha açıklayan açıklamamızdan sonra çevirmenler de
gerekli düzeltmeyi yaparlar.
Bizans İmparatorluğunun Persler'e yenildiği bölge Suriye, Filistin ve şimdiki Ürdün
topraklarının kesiştiği bölgede yer alan Lut gölü (ölü deniz) havzasıdır. Deniz seviyesinden 395
metre aşağıda olan Lut gölü çevresi, Dünya'mızın "en alçak" noktasıdır (Dünya'nın en yüksek
noktası Himalayalar, en alçak noktası Lut Gölü [Ölüdeniz] havzasıdır). Rumların ileride savaşı
kazanacağını söyleyerek geleceğe dair hiç tahmin edilmeyen bir haberi vererek bir mucize oluşturan
Kuran, bu ifadesiyle ancak son yüzyılın ölçüm teknikleriyle bilinebilmiş bir bilgiyi önceden
açıklayarak bir mucize daha oluşturmuştur.
MEKKE'Yİ FETHEDECEKSİNİZ
Allah, elçisinin gördüğü rüyanın gerçek olduğunu doğrulamaktadır. Allah dilerse (İnşallah),
siz güven içinde başlarınızı traş etmiş, kısaltmış olarak korkusuzca Mescidi Haram'a muhakkak
gireceksiniz. Sizin bilmediklerinizi bildiği için bundan önce size yakın bir fetih verdi. (48 Fetih
Suresi 27)
Allah, Kuran'da, Peygamber'in rüyasının gerçekleşeceğini ve Mescidi Haram'a saçlar tıraş
edilmiş veya kısaltılmış bir şekilde gireceklerini söyler. Kuran'ın bu mucizesi de bu bölümde
incelediğimiz Rumların yenilgilerinden sonra galip geleceklerini söyleyen ayet gibi gelecekle ilgili
verilen haberlerle ilgili bir mucizedir. Peygamberimizin ve inananların Mekke'den kovulduklarını,
Mekkelilerin sayısal ve askeri güç açısından başta üstün olduklarını, inananları hicrete [göçe]
mecbur ettiklerini biliyoruz.
Birçok Peygamber dini, dini yaydığı topraklara hâkim edemeden vefat etmiştir. Eğer Kuran'ın
müjdesi olmasa Peygamberimiz Mekke'yi fethedeceğini bilemez, bu konuda bir iddiada
bulunamazdı. Peygamberin başta rüyasında gördüğü bu olay, Kuran'ın ayetleriyle bir müjdeye
dönüşmüş ve inananlar kovuldukları, zayıf oldukları için terk etmek zorunda kaldıkları toprakları
geri almışlardır.
Kuran'ın bu ayetleri gibi, Ebu Leheb'in müslüman olmayacağını söyleyen ayetler de (111.
sure) mucizevî niteliktedir. Peygamberimizle baştan savaşan Ebu Süfyan, Vahşi gibi birçok
kimsenin sonradan müslüman olduğu bilinmektedir. Eğer Ebu Leheb sonradan müslüman olmaya
kalksaydı veya müslüman olduğuna dair rol yapsaydı (Sırf kendisi hakkındaki ayetleri yalanlamak
için) birçok kişinin aklını bulandırabilirdi.
12
Gelecekle ilgili tüm bu Kuran ayetleri, Kuran'ın ifadelerindeki endişesizliği, güveni,
iddialılığı göstermektedir. İnsan eliyle yazılacak olan bir kitapta duyulacak endişelerin hiçbiri
Kuran yazılırken duyulmamıştır. Bu Kuran'ın insan yazması olmadığının, geleceği de çok iyi bilen
Allah'ın vahyi olduğunun sayısız delillerinden biridir.
Biz bu kitabı sana her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet,
Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. (16 Nahl Suresi 89)6
Tekrar konumuz olan 2- 7. ayetlerin tahliline dönersek, şu hususları da eklemek
gerekir:
Bu ayetlerde aynı zamanda müminlere uluslararası siyaset de öğretilmektedir.
Şöyle ki: Müminler her zaman ehli imandan yana olmalıdırlar. Mümin taraf
dururken, müşrik ve inkârcı tarafı tutulamaz, onlara destekçi olunamaz. İnanan taraf
ile inkârcı taraf arasındaki çatışmanın türü sıcak savaş da olsa böyledir, ekonomik,
siyasi ve kültürel savaş da olsa böyledir.
Ayetteki “Bundan önce ve sonra emir Allah’ındır” ifadesinden, zaferi ve
yenilgiyi Allah’ın takdir ettiğini anlamaktayız. Zaten birçok ayette Rabbimiz
inananlara yardım edeceğini vaat etmiştir, Ayrıca ileride birçok ayette yer aldığı gibi
bu vaadini de gerçekleştirmiştir.
47
Ve andolsun ki Biz, senden önce birtakım elçileri toplumlarına gönderdik de, onlar onlara,
apaçık delilleri getirdiler. Sonra Biz, günah işleyen kimseleri yakalayıp cezalandırarak adaleti
sağladık. Mü’minlere yardım da, Bizim üzerimize bir hak idi.
(Rum/47)
121
Ve hani sen, sabah erkenden mü’minleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ehlinden
ayrılmıştın. –Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.– 122
O zaman sizden iki grup, Allah
kendilerinin yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakını olmasına rağmen bozulmaya yüz tutmuştu. –
Artık inananlar, yalnızca Allah'a işin sonucunu havale etsinler!–
123-127
Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz
diye size Bedir'de yardım etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç bin
haberci âyetle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabreder ve Allah'ın koruması
altına girerseniz, evet sizi Rabbiniz destekler. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size
işaretlenmiş /eğiten/ gönderilmiş beş bin haberci âyetle yardım eder. Ve Allah, bu yardımı size sırf
bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf Allah, kâfirlerden;
Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut
onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye, en üstün, en güçlü, en şerefli,
mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapan Allah katındandır. Öyleyse Allah'ın koruması altına girin.
(Al-i Imran/121-126)
23
Ey iman etmiş kimseler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfürü; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeyi seviyorlarsa, onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu
yakınlar edinmeyiniz. Sizden her kim de onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar kabul
ederse, artık işte onlar, yanlış davrananların; kendi zararlarına iş yapanların ta kendileridir.
25
Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size
güven vermişti de onun size bir yararı olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar
gelmişti. Sonra da arkanızı dönüp kaçmıştınız.
26
Sonra Allah, Elçisi'nin üzerine ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma
duygularını/ morallerini içlerinde oluşturdu ve sizin görmediğiniz ordular indirdi. Kâfirleri;
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseleri de azaba uğrattı. Ve işte bu, kâfirlerin;
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin cezasıdır.
27
Sonra, bütün bu olup bitenlerin arkasından Allah, dilediği kimseye dönüş nasip eder. Ve
Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
6
(Kur’an araştırmaları gurubu; Kur’an hiç Tükenmeyen Mucize)
13
(Tevbe/25-27)
9
Hani siz, Rabbinizden yardım diliyordunuz da Rabbiniz, “Şüphesiz Ben, işte ardarda bin
haberci âyetle size yardım ediyorum” diye karşılık vermişti.
10
Bunu da Allah, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Ve
yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi
mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam
yapandır.
11
Hani Rabbiniz, yine Kendi katından bir güven olarak bir uyku sardırıyordu. Sizi kendisiyle
temizlemek, kötü niyetli kişinin pisliğini/zararını sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve
ayaklarınızı sağlam durdurmak için gökten üzerinize bir su indiriyordu.
12
Ve hani, Rabbin doğal güçleri programlıyordu: “Şüphesiz Ben, sizinle beraberim, haydin
inanmış kimselere sebat verin. Ben, kâfirlerin; Kendimin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş
olan kimselerin yüreğine korku salacağım, hemen boyunların üstüne vurun, onlardan tüm parmak
uçlarına/eklemlerine de!”
(Enfâl/9-12)
Bu bağlamda ayrıca Ali Imran/138-164. ayetlerden oluşan pasaj da okunmalıdır.
8
Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah göklerde, yerde ve bu ikisi
arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için
oluşturmuştur? Ve şüphesiz insanlardan çoğu, Rablerine kavuşmayı kesinlikle
bilerek reddedenlerdir/ inanmayanlardır.
9
Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl
olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü
kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi.
Elçileri de onlara nice açık delilleri getirmişlerdi. O hâlde Allah onlara
haksızlık edecek değildi, fakat onlar şirk koşarak kendilerine haksızlık
etmekteydiler.
Bu ayetlerde Rabbimiz, insanlardan ve özellikle de yalanlayıcı kesimden
Kendisini tanımalarını istemekte; bunun için de onları yerde ve göklerde kurduğu
düzeni araştırmaya, evrenin geçici olmak gerçeği ile yaratıldığını tespite ve geçmişte
çok güçlü olmalarına rağmen inkârcılıkları yüzünden perişanlığa düşmüş,
mahvolmuş toplulukları araştırmaya, sonra da düşünmeye davet etmektedir. Onlar
bizzat kendilerine etmişlerdir, azap edilmelerinin nedeni kendi elleriyle yaptıklarıdır.
Burada konu edilen geçmiş kavimler Âd ve Semûd kavimleridir. Daha evvel
birçok kez açıkladığımız gibi, Resulullah’ın çağdaşı olan Araplar bu kavimlerin
geriye bıraktıkları kalıntıları görüyor, bir yere gittiklerinde o ülkelerin topraklarından
geçiyorlardı.
Ancak araştırılması gerektiği mesajı verilen eski toplumlar sadece o günün Arap
toplumunun bildiği bu kavimler ile sınırlı değildir. Dünyanın dört bir tarafındaki
geçmiş uygarlıkların tümü incelenip hepsinden ders çıkarılmalıdır.
8. ayette “Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah, göklerde, yerde ve bu
ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için
yaratmıştır?” denilerek evrenin kaderinin “sona ermek” olduğunun herkesçe
bilinebilecek bir olgu olduğuna işaret edilmektedir. Bu husus birçok ayette
vurgulanmıştır:
3
Allah, gökleri ve yeryüzünü hak ile oluşturdu. O, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.
(Nahl/3)
14
115
Peki siz, Bizim sizi sadece boş yere oluşturduğumuzu ve şüphesiz sizin yalnızca Bize
döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?
(Mü’minun/115)
44
Allah, gökleri ve yeri hak ile oluşturdu. Şüphesiz bunda, iman edenler için kesinlikle bir
alâmet/ gösterge vardır.
(Ankebut/44)
22
Eğer yer ile gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de kesinlikle kargaşa içinde
olurdu/düzenleri bozulurdu. O hâlde en büyük tahtın Rabbi olan Allah, onların nitelemekte oldukları
şeylerden arınıktır.
(Enbiya/22)
9. ayette konu edilen “tarihten ve arkeolojik kalıntılardan, ören yerlerinden ibret
alma” konusu Kur’an’da sıkça vurgu yapılan bir konudur:
6
Görmediler mi ki Biz, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün imkânları
kendilerine verdiğimiz, gökyüzünü üzerlerine bereketlerle gönderip altlarında ırmaklar akıttığımız
nice nesilleri değişime/yıkıma uğrattık. Biz onları, günahları sebebiyle değişime/yıkıma uğrattık ve
onların sonrasından başka bir nesil oluşturduk.
(En’am/6)
44
Ve yeryüzünde gezip de bir bakmadılar mı, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş?
Hâlbuki onlar, kuvvetçe kendilerinden daha çetin idiler. Göklerde ve yeryüzünde Allah'ı âciz bırakan
hiçbir şey yoktur. Kesinlikle O, en iyi bilendir, en güçlü olandır.
(Fatır/44)
82
Daha yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir bakmazlar mı? Onlar
kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından
daha çetin idiler. Öyle iken o kazandıkları şeyler, kendilerine yarar sağlamadı.
(Mü’min/82)
Bunlardan başka Al-i Imran/137, En’am/11, Yusuf/109, Nahl/36, Hacc/46,
Ankebut/20, Rum/42, Mü’min/21 ve Muhammed/10’a da bakılmalıdır.
10
Sonra Allah'ın âyetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini yalanladıkları için,
kötülük eden o kimselerin âkıbetleri, “en kötü” oldu. Onlar alay da ediyorlardı.
İnkârcıların açıkça tehdit edildiği bu ayette, Allah’ın ayetlerini yalanlayarak
onlarla alay edenlerin, işledikleri kötülüklerine karşılık ahiretteki akıbetlerinin “en
kötü” olacağı bildirilmektedir.
Ayette kötülüğün karşılığı “ ‫الشوأى‬es-Süa [en kötü]” diye nitelenmiştir. Ayetteki
“en kötü” ifadesiyle kastedilen, cehennem ateşidir. “Kötülük eden kimseler” ise şirk
koşanlar, inkârda bulunanlardır. Zira ayetin devamında “Onlar alay da ediyorlardı”
denilmiştir. Allah’ın ayetleriyle onlardan başkası alay etmez. İnandığını iddia edip de
alay eden kişi de aslında inkârcıdır.
İyiliğin karşılığı ise “ ‫الحسنى‬el-husna [en güzel olan]” olarak nitelenmişti:
31,32
Göklerde ne var, yerde ne varsa; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması,
iyileştiren-güzelleştiren kimseleri; –bazı küçük sürçmeler dışında– günahın büyüklerinden ve
iğrençliklerden çekinip kaçınan kimseleri de “En güzel” ile ödüllendirmesi için Allah'ındır. Hiç
kuşkusuz, senin Rabbin bağışlaması geniş olandır. Sizi, hem topraktan oluşturduğu zaman, hem de
annelerinizin karnında ceninler hâlinde bulunduğunuz zaman, en iyi bilen O'dur. O hâlde
nefislerinizi temize çıkarmayın. Allah'ın koruması altına girmiş kimseyi O daha iyi bilir.
(Necm/31)
15
87,88
O dedi ki: “Kim şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yaparsa kesinlikle ona azap
edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır.
Amma her kim de iman eder ve sâlihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için
emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.”
(Kehf/87, 88)
26
Güzellik yapan kişiler için daha güzeli ve fazlası vardır. Yüzlerine kara bulaşmaz, aşağılık,
aşağılanma da. İşte bunlar, cennet ashâbıdırlar. Onlar, orada sonsuz olarak kalıcıdırlar. 27
Kötülük
kazanmış olan kimseler de, kötülüğün cezası, bir benzeri iledir. Ve onları bir aşağılık kaplar. Onlar
için Allah'tan, hiçbir koruyucu yoktur. Sanki onların yüzleri karanlık gecelerden bir parçaya
bürünmüş gibidir. İşte onlar ateşin ashâbıdırlar. Onlar orada sonsuza dek kalacaklardır.
(Yunus/26)
11,12
Allah, oluşturmayı ilkin yapar, sonra onu iade eder. Sonra da O'na
döndürülürsünüz. Kıyametin kopuş anında da suçlular, ümidi keserler.
13
Onlar için ortak koştuklarından, şefaat; yardım, kayırma yapacaklar da
bulunmaz. Ve onlar, ortaklarını reddettiler/ kabul etmeyenler oldular.
Bu ayetlerde Rabbimiz kendisini tanıtmakta ve yarattıklarının kendisinden
kaçamayacaklarını, mutlaka sorgulanacaklarını bildirirken, aynı zamanda da bu gün
mağrurlanan müşriklerin o gün ümitlerini keseceklerini; güvendikleri sözde
şefaatçilerin [Allah’a ortak tanıdıkları kişi ve nesnelerin] de ortalarda
bulunmayacağını bildirmektedir.
Ayette geçen “ortak koştuklarından” şeklindeki ifadeden, geçmişten günümüze
şirk unsuru olarak kullanılan her türlü şirk malzemesi; melekler, peygamberler,
azizler, şehitler ve salih insanlar, Ay, güneş, gezegenler, ağaçlar, taşlar, hayvanlar
gibi cansız veya şuursuz varlıklar; ya da şeytan, dini liderler, zalimler, despotlar gibi
insanları kandırıp saptırarak veya baskı yaparak Allah'ın kullarını kendilerine ibadete
zorlayan tağutlar anlaşılabilir.
Bunların ahiret günü hiçbir işe yaramayacağı Kur’an’da birçok kez ifade
edilmiştir: En’am/94, Yunus/28, 29, Hud/20, 21, Nahl/86, 87, Meryem/81, 82, Furkan/17, 18,
Mü’min/73, 74, Fussılet/47, 48.
14
Ve Saat'in dikildiği günde de, işte o gün onlar ayrılırlar.
15
Şimdi iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimselere gelince;
artık onlar, bir bahçe içinde neşelendirilirler.
16
Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden, âyetlerimizi
ve âhiret buluşmasını yalanlayan şu kimselere de gelince, işte onlar azap
içinde hazır bulundurulurlar.
Bu ayetlerde, kaçışı mümkün olmayan o günde inananlar ile inanmayanların
akıbetlerinin neler olduğu kısaca tasvir edilmiştir. O gün insanlar “inananlar” ve
“küfredenler” olarak iki guruba ayrılırlar. İnanmış ve salihatı işlemiş olan grup
cennette mutlu olarak yaşayacak; küfreden, ahireti ve Allah’ın ayetlerini yanlayan
grup ise azap içinde bulundurulacaktır. Bu gerçek Kur’an’da defalarca
hatırlatılmıştır: Vakıa/7-10, Ya Sin/59-64, Saffat/22, 23, Casiye/28, Yunus/28, Zümer/71-74,
Hacc/19- 22, Zuhruf/75.
17,18
O hâlde, yapmanız gereken, akşama erdiğinizde, sabaha erdiğinizde,
gece sırasında, öğleye erdiğinizde; her zaman Allah'ın tüm noksan sıfatlardan
arındırılmasıdır! Göklerde ve yerde de tüm övgüler sadece O'na aittir; başkası
övülemez.
16
Bu ayetlerde, insanların akıllarını başlarına aldıkları takdirde ister istemez
yapmak zorunda kalacakları iş ortaya konmaktadır. Bu, “Allah’ı tanımak, O’nu her
türlü noksanlıktan arındırmak ve O’na hamd etmek”tir.
Daha önce de açıklandığı gibi, “tesbih”, “Yaratanı tüm nitelikleriyle tanımak ve
tanıtmak” demektir. Dolayısıyla Yüce Allah’ı tesbih etmek, “O’nu müşriklerin,
bilgisizlerin yakıştırdıkları noksanlıklardan, iftiralardan tenzih etmek ve sıfatları
gereğince yüceltmek” demektir. Peygamberimizden istenen tesbih budur; yani
Allah’ın gerektiği gibi tanıtılması eylemidir.
Dolayısıyla, bu ayetlere göre, bu gerçekleri bilenlerin Allah’ı gece gündüz
sürekli tanıtmaları gerekmektedir.
Bu konuyla ilgili olarak A’la/1, Kaf/39, 40, Ta Ha/130, Ali Imran/41, Hıcr/98,
Furkan/58, Mümin/55, Tur/48, Vakıa/74, Vakıa/96, Hakka/52 ve Nasr/3’e de
bakılmalıdır.
41,42
Ey iman eden kişiler! Allah'ı anışınız, ‘çokça anmak’ olmak üzere anın. Ve O'nu her zaman
noksan sıfatlardan arındırın.
(Ahzab/ 41, 42)
19
O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır ve yeryüzüne
ölümünden sonra hayat verir. Sizler de işte öyle çıkarılacaksınız.
Bu ayette Rabbimiz insanlar üzerindeki mutlak tasarrufunu vurgulamaktadır.
Asla unutulmaması gereken temel gerçek, yaratanın, diriltenin, öldürenin O olduğu;
ölüden diri, diriden ölü çıkardığıdır. O, yeryüzünü cansız iken bitkileri çıkartmak
suretiyle canlandırdığı gibi, insanları da ölümlerinden sonra diriltecektir.
33
Ve ölü toprak, duyarsız topluma bir delildir. Biz ona hayat verdik ve ondan taneler çıkardık
da ondan yeyip duruyorlar.
(Ya Sin/33)
5
Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, bilin ki ne olduğunuzu size ortaya
koymak için, şüphesiz Biz, sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra bir embriyondan, sonra yapısı belli
belirsiz bir et parçasından oluşturmuşuzdur. Ve Biz, dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde
tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak, sonra da olgunluk çağına erişmeniz için çıkartırız. Bununla
beraber kiminiz geçmişte yaptıkları ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir
hatırlattırılır/öldürülür. Kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en
rezil zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki sönmüştür; sonra Biz, onun üzerine su
indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir.
6
İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın hak olması, şüphesiz sadece O'nun, ölüleri diriltmesi ve şüphesiz
sadece O'nun her şeye en iyi güç yetiren olması nedeniyledir.
7
Kıyâmet ise şüphesiz gelicidir. Kesinlikle onda şüphe yoktur. Ve şüphesiz ki Allah, kabirlerde
olan kimseleri diriltecektir.
(Hacc/5-7)
57
Ve O, hatırlarsınız/ öğütlenirsiniz diye, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler/ dağıtıcılar/
yayıcılar olmak üzere gönderir. O rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir
beldeye gönderir, sonra onunla suyu indiririz. Böylece onunla ürünün hepsinden çıkartırız. İşte Biz,
ölüleri de böyle çıkaracağız. 58
Ve güzel beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle/ bilgisiyle çıkar; kötü
olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte Biz, kendisine verilen nimetlerin karşılığını
ödeyen bir toplum için âyetleri böyle türlü türlü, tekrar tekrar açıklarız.
(A'râf/57)
Ve Bakara/164, Nahl/65, Ankebut/63, Fatır/9, Fussılet/39, Casiye/5.
17
20
O'nun, sizi bir topraktan oluşturması da Kendisinin alâmetlerinden/
göstergelerindendir. Sonra da siz, şimdi, dağılıp-yayılan bir beşersiniz.
21
Yine O'nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir ki, sizin için
nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler oluşturmuş, aranıza bir sevgi ve
merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda iyiden iyiye düşünecek bir toplum
için nice alâmetler/ göstergeler vardır.
22
Yine göklerin ve yerin oluşturuluşu, dillerinizin ve renklerinizin
değişikliği O'nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Şüphesiz bunda bilginler
için nice alâmetler/ göstergeler vardır.
23
Yine gecede ve gündüzde uyumanız ve armağanlarından rızık aramanız
O'nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Şüphesiz bunda kulak verecek bir
toplum için nice alâmetler/ göstergeler vardır.
24
Yine O'nun âyetlerindendir ki, size hem korku ve hem de umut vermek
için şimşeği gösteriyor. Ve gökten bir su indiriyor da onunla yeryüzüne
ölümünden sonra hayat veriyor. Şüphesiz ki bunda aklını kullanacak bir
toplum için nice alâmetler/ göstergeler vardır.
25
Göğün ve yeryüzünün Kendi emriyle durması yine O'nun
alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Sonra sizi yeryüzünden bir tek çağırışla
çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki siz çıkarılıyorsunuz.
46
Size rahmetinden tattırsın, emriyle gemiler akıp gitsin ve sahip
olduğunuz nimetlerin karşılığını ödersiniz diye armağanlarından rızık
aramanız için rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi de O'nun
alâmetlerinden/ göstergelerindendir.
26
Göklerde ve yerde kim varsa hepsi de O'nundur. Hepsi de O'na saygı
duyanlardır.
27
Ve O, oluşturmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu
O'na çok kolaydır. Ve göklerde ve yerde en yüce örnek O'nundur. Ve O, en
üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip
olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır.
Bu ayetlerde Rabbimiz neden övgüye layık olduğunu beyan etmektedir. Bu
beyanına göre Rabbimizin gerek kendi bünyemizde gerekse çevremizde, “İnsanın
topraktan yaratılması, sonra da yeryüzüne yayılması, kendi cinslerinden mutlu
olmaları için eşler sağlanması, eşler arasında sevgi merhamet bağı kurması, göklerin
ve yerin yaratılışı, dillerin ve renklerin farklılığı, gecede ve gündüzde uyumak,
O’nun lütfundan rızık aramak, hem korku hem umut vermek için şimşeğin görülmesi,
gökten su indirip onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat vermesi, göğün ve
yeryüzünün kendi emriyle durması” gibi binlerce ayeti mevcuttur.
TOPRAKTAN YARATILMA
Kur’an bağlamında ele alındığında, yaratılışın temeli olan topraktan kasıt,
insanın maddi yapısını oluşturan karbon, sodyum, kalsiyum gibi toprakta bulunan ölü
cevherlerdir. Rabbimiz bu maddeleri bir araya getirerek canlı varlıkları, özellikle de
insanı yaratmış ve bu maddeler ile uzaktan yakından alakası olmayan duyuları,
duyguları, akıl, vicdan ve diğer zihinsel fonksiyonları onun bünyesine yerleştirmiştir.
22. ayetteki “dillerinizin ve renklerinizin farklılığı” ifadesi, insanların renk ve
18
dillerinin birbirinden farklı oluşunun da Allah’ın plan ve programından
kaynaklandığı gerçeğine işaret etmektedir. Bu nedenle hiçbir ırk veya lisan sahibi bu
özellikleri nedeniyle horlanamayacağı gibi, bu özellikler hiçbir ırk veya lisan sahibi
tarafından tefahur/övünç kaynağı olarak da telakki edilemez.
24. ayette Rabbimiz “size hem korku ve hem de umut vermek için şimşeği
gösteriyor” buyurmuştur. Gök gürültüsü ve şimşek, yağmurun geleceğini gösteren,
dolayısıyla bitkilerin canlanacağı umudunu müjdeleyen bir tabiat olayıdır. Ancak bu
tabiat olayı aynı zamanda yıldırımla, sel felaketiyle her şeyi silip süpüreceği
korkusunu da beraberinde getirir.
25. ayetteki “Göğün ve yeryüzünün kendi emriyle durması yine O’nun
ayetlerindendir” ifadesiyle verilen mesaj Hacc ve Fatır surelerinde de yer almıştır:
65
Sen, Allah'ın yeryüzündekileri size boyun eğdirdiğini [hep sizin yararlanacağınız ölçülerde
yarattığını] ve Kendisinin emriyle denizlerde akıp giden gemileri görmedin mi/hiç düşünmedin mi?
Göğü de Kendi izni/ bilgisi olmaksızın yere düşmekten O tutuyor. Şüphesiz Allah, insanlara çok
şefkatlidir, çok merhametlidir.
(Hacc/65)
41
Hiç şüphesiz gökleri ve yeryüzünü yokoluvermekten, Allah tutuyor. Andolsun ki eğer gökler
ve yeryüzü yokoluverirlerse, onları O'ndan sonra kimse tutamaz. Gerçekten O, çok yumuşak
davranan, çok bağışlayandır.
(Fatır/41)
Yine 25. ayetteki “Sonra sizi yeryüzünden bir tek çağırışla çağırdığı zaman bir
de bakarsınız ki siz çıkarılıyorsunuz” ifadesi ise Rabbimizin evrenin varlığını süreli
olarak planladığını; yeri ve göğü belirli bir süre ayakta tutacağını; planladığı süre
dolduğunda da kıyameti koparacağını bildirmektedir.
50-52
De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun.”
Sonra onlar; “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yoktan yaratmış olan.”
Bunun üzerine sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın
olması umulur! Sizi çağıracağı/diriltileceğiniz gün, O'nu överek O'nun çağrısına uyacaksınız ve
sadece pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.”
(İsrâ/52)
13
İşte o, bir tek haykırıştır.
14
Bir de bakmışsın onlar meydandadır.
(Nâziât/13, 14)
53
Sadece bir tek çığlık olmuştur. Bir de bakmışsın ki hepsi huzurumuzda “hazır ol”a
geçirilmişlerdir.
(Ya Sin/53)
46. ayette Rabbimiz, 28. ayetin devamı mahiyetinde çevremizdeki ayetlerden
rüzgârın fonksiyonuna, denizcilikteki önem ve yararına dikkat çekmiştir. Rüzgârların
Allah’ın ayetleri oluşu ve yararları ile ilgili birçok ayet mevcuttur:
22
Ve Biz, rüzgârları aşılayıcılar olarak gönderdik de gökten bir su indirip sizi onunla suladık.
Suyu hazinelerde tutanlar/ biriktirenler de siz değilsiniz.
(Hicr/22)
48,49
Ve O, rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderendir. Ve Biz ölü bir beldeye can
verelim, oluşturduğumuz nice hayvanlara ve insanlara su sağlayalım diye gökten tertemiz bir su
indirdik.
(Furkan/48, 49)
19
164
Şüphesiz ki göklerin ve yerin oluşturuluşunda, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde,
insanlara yarayan şeylerle denizde akıp giden gemide,
Allah'ın semadan bir su indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde,
yeryüzünde her deprenen canlılardan yaymasında,
rüzgârları evirip çevirmesinde,
gök ile yeryüzü arasında emre hazır olan bulutta, şüphesiz akıllarını çalıştıran bir toplum için
elbette alâmetler/göstergeler vardır.
(Bakara/164)
28
Allah, size kendinizden bir örnek veriyor: Hiç size rızık olarak
verdiğimiz şeylerde yasa ile size teslim edilen kişilerden ortaklarınız bulunur da
onlarla siz eşit olur ve kendinize çekindiğiniz/ değer verdiğiniz gibi onlarla da
karşılıklı çekinir misiniz/ birbirinize aynı değeri verir misiniz, eşit olur
musunuz? İşte Biz, aklını kullanan bir toplum için âyetleri böyle açıklarız.
29
Tam tersi, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış kimseler,
bilgisizce boş-iğreti arzularına uydular. Peki, Allah'ın şaşırttığını kim yola
getirebilir? Onlar için yardımcılardan da yoktur.
Bu ayetlerde Rabbimiz şirkin mantıksızlığını ortaya koymak için çok önemli,
dikkat çekici bir örnek vermektedir.
Verilen bu örnekte, “Hiç size rızık olarak verdiğimiz şeylerde yeminlerinizin
malik olduklarından [yasa ile size teslim edilen kişilerden] ortaklarınız bulunur da
onlarla siz eşit olur ve kendinize çekindiğiniz gibi onlarla da karşılıklı çekinir
misiniz?” denilerek kimsenin böyle bir ortaklığı, eşitliği kabul etmeyeceği, kimsenin
böyle bir saygı oluşturmayacağı inkari bir soruyla ortaya konulmuştur.
Örneği güncelleştirecek olursak: Hiçbir kimse evindeki hizmetçi ile
fabrikasındaki işçisini kendisi ile eşit kabul etmez. Durum böyle olunca, Allah'ın
kulları ve mahlûkları nasıl olur da Allah ile eşit ve O’nun ortağı olabilir? Nasıl olur
da kendilerine tapılmayı gerektirecek, Allah’ın özelliklerine denk bir özellikleri
olduğunu iddia edebilirler?
Bu örnek Kur’an’da kişi, nesne, kurum veya ne türden olursa olsun herhangi bir
şeyi Allah gibi mutlak otorite tanıyan kimseleri uyarmak için verilmektedir.
30
O hâlde sen yüzünü, eski inançlarını terk eden biri olarak dine, insanları
üzerine ilk olarak yoktan yaratmış olduğu Allah'ın fıtratına doğrult. Allah'ın
oluşturuşunda değişiklik söz konusu değildir. Dosdoğru/ ayakta tutan din,
budur. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar.
31,32
Kalben O'na yönelenler olarak, Allah'ın koruması altına girin, salâtı
ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma
kurumları oluşturun-ayakta tutun], ortak koşanlardan; dinlerini parça parça
bölmüş, ayrılıkçı gruplara ayrılmış kimselerden de olmayın. –Her ayrılıkçı
grup kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir.–
Önceki ayetlerde yapılan açıklamalardan sonra bu ayetlerde de Resulullah’a ve
onun şahsında tüm insanlara Allah’a yönelmeleri emri verilmektedir. Daha sonra da
“Hanif [muvahhid]” müslümanlar muhatap alınarak dinde ayrılığa düşmüş olan,
kendi inanç ve yollarıyla böbürlenen kimselerden olmamaları yönünde
uyarılmaktadır.
20
30,31
İşte böyle! Ve kim, Allah'ın dokunulmaz kıldıklarına saygı gösterirse, artık bu, kendisi için
Rabbinin katında hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlar size helal kılınmıştır. O
hâlde Allah'a yönelmişler olarak, O'na ortak kabul edenler olmayarak o putlardan olan kirlilikten
kaçının, yalan sözden de kaçının. Allah'a kim ortak koşarsa artık o kimse, gökten düşüp de kuşların
kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir.
([Hacc/30, 31)
Yüce Allah insanların objektif olduğu ve kendilerine lütfedilen zihinsel yetileri
doğru kullandığı takdirde tevhid inancına erişeceğini, afak ve enfüsteki delilleri
değerlendirerek bu inancı bulabileceğini, insanın bunu başarabilecek yetilerle
donatıldığını açıklamaktadır.
159
İşte sen, sırf Allah'ın rahmeti sebebiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı
yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları bağışla, onlar için bağışlanma
dile. İşlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a işin sonucunu havale et. Şüphesiz
Allah, işin sonucunu Kendisine havale edenleri sever.
(Al-i Imran/159)
43-45
Öyleyse, Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü
dosdoğru/koruyan dine çevir. O gün onlar, Allah'ın, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan
kimselere armağanlarından karşılık vermesi için bölük bölük ayrılırlar. Şüphesiz O, kâfirleri;
Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri sevmez. Kim küfrederse; Allah'ın ilâhlığını
ve rabliğini bilerek reddederse, artık bu reddi/ inanmayışı kendi aleyhinedir. Kim de sâlihi işlerse,
artık onlar da kendileri için döşek/ rahat bir yer hazırlamış olurlar.
(Rum/43-45)
1-10
Kur’ân'ı ve onun yaydığı sosyal aydınlığı, Kur’ân'ı izleyen Elçi ve mü’minleri, Kur’ân ışığı
ile aydınlanan toplumları, Kur’ân ışığından yoksun kalan toplumları, bilginleri ve bilginleri yücelten
bilgileri, kara cahilleri ve kara cahilleri bu hâle getiren ilke ve anlayışları, benliğini bulmuş kimseleri
ve benlik bulduran etmenleri –ki O, ona taşkınlık yapma ve kendini koruma içgüdülerini/günah
işleme ve “Allah'ın koruması altında olma yeteneklerini ilham etti– kanıt gösteririm ki, benliğini
arındıran gerçekten kurtulmuştur. Onu bilerek reddeden de kesinlikle zarara uğramıştır.
(Şems/1- 10)
172,173
Hâlbuki senin Rabbin, kıyâmet günü, “Biz, bunlardan bilgisizdik” demeyesiniz yahut
“Bundan önce atalarımız ortak koşmuş, biz onlardan sonra gelen kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin
işledikleri nedeniyle bizi mi değişime/ yıkıma uğratacaksın?” demeyesiniz diye, Âdemoğulları'nın
sulbünden onların soylarını alır ve onları kendi nefislerine tanık eder; “Ben sizin Rabbiniz değil
miyim?” Derler ki: “Elbette Rabbimizsin, tanıklık ediyoruz.”
(A'râf/172, 173)
116
Ve eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü
onlar sadece “zann”a uyuyorlar ve sadece saçmalıyorlar.
(En'âm/116)
Rabbimiz, “Müşriklerden; dinlerini parça parça bölmüş, fırka fırka olmuş
kimselerden de olmayın!” buyurmaktadır. Böylece dinlerini değiştiren ve bir kısmına
inanıp bir kısmını inkâr edenler, dinlerini bir takım mezheplere ayırıp mezhep
fanatikliği yapanlar kınanmaktadır:
159
Şüphesiz dinlerini parça parça edip grup grup olan şu kimseler; sen hiçbir şekil ve
davranışça onlardan değilsin. Şüphesiz onların işi Allah'adır. Sonra Allah, onlara yapmakta oldukları
şeyleri haber verecektir.
160
Kim iyilik getirirse, artık ona getirdiğinin on misli vardır. Kim de kötülük getirirse, artık o,
sadece onun misliyle cezalandırılır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.
(En’am/159, 160)
21
Ayette konu edilen tefrikacılar, geçmişte ayrılığa düşüp birbirini sapık ilan
eden Hıristiyanlar ve Yahudiler değildir. Burada, kimi Müslüman geçinenlerin
mezhep mezhep, tarikat tarikat, cemaat cemaat ayrılacakları; her birinin hakk dinden
ayrı bir takım inanç ve amel şekli oluşturacakları ve birbirilerinden kopacakları
bildirilmekte, müminlerin bu duruma karşı uyanık olmaları istenmektedir.
Rabbimiz, Kur’an’da, dinin kaynağında bildirilen ilkelerin hepsini almayıp
işine geleni almak ve helal-haram konusunda Allah’a iftira etmek suretiyle
insanların dini parça parça etmelerine birçok örnek vermiştir:
84,85
Ve hani Biz, sizin kesin sözünüzü almıştık: “Kanlarınızı dökmeyeceksiniz, kendilerinizi
yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız.” Sonra siz, tanıklık ederek ikrar verdiniz. Sonra, siz, işte o
kimselersiniz; kendi kendinizi öldürüyorsunuz ve sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz.
Onların aleyhinde günah ve düşmanlıkta yardımlaşıyorsunuz. Eğer onlar size esir olarak gelirlerse de
onlar için fidye/kurtarmalık almaya çalışırsınız. Hâlbuki o; onların çıkarılmaları, size
harâmlaştırılmıştır. Peki, siz Kitab'ın bir bölümüne inanıp da bir bölümüne inanmıyor musunuz? Şu
hâlde içinizden böyle yapanların alacağı karşılık dünya hayatında bir rüsvâlıktan başka nedir?
Kıyâmet günü de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan bilgisiz, duyarsız değildir.
(Bakara/85)
91
Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine iman edin” denildiği zaman; onlar, “Biz, kendimize
indirilene iman ederiz” dediler. Ve onlar, Allah'ın indirdiği, kendilerinin beraberindeki olan şeyi
doğrulayan bir hak olmasına rağmen, kendilerine indirilenlerden ötesini bilerek reddedip atıyorlar. De
ki: “Peki eğer mü’minler idiyseniz, niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyorsunuz?”
(Bakara/91)
116
Ve kendi dillerinizin yalan nitelemesi ile Allah'a yalan uydurmak için, “Şu helaldir, şu
haramdır” demeyin. Şüphesiz Allah'a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar.
(Nahl/116)
Oysa dinin kaynağı tektir ve o da Allah’ın vahyidir. Dolayısıyla dinde ayrılığa
düşülmemeli, din adına daima içinde tefrika, ihtilaf olmayan o vahye müracaat
edilmelidir.
13
Allah, dinden Nuh'a yükümlülük olarak ulaştırdığı şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e,
Mûsâ’ya ve İsa'ya yükümlülük olarak ulaştırdığımız şeyi yaşam yolu yaptı: “Dini hayata geçirin,
ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, ortak koşan kimselere
ağır geldi. Allah, dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de o davet edilene kılavuzlar.
(Şûra/13)
1
Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın ve Elçisi'nin iki eli arasında öne geçmeyin/ dinde kendi
görüşlerinizi öne çıkarmayın. Ve Allah'ın koruması altına girin. Şüphesiz Allah en iyi işitendir, en iyi
bilendir.
(Hucurat/1)
59
Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi'ye ve sizden olan emir sahiplerine/
anayöneticiye itaat edin. Sonra, eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve âhiret
gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi'ye havale edin. Bu, daha iyidir ve en uygun
çözümü bulmak bakımından daha güzeldir.
(Nisa/59)
Dinin asıl kaynağından sapıldığında tefrika kaçınılmazdır. Bilindiği üzere,
dinimizdeki ihtilafların pek çoğu, peygamberimize nispet edilen ve hadis, sünnet
diye adlandırılan haberlerden kaynaklanmaktadır. O hâlde dindar kişilerin de ilk
günden beri “aynı” olan ve bugün de “aynı”lığı devam eden Gerçek Din’e
22
[Kur’an’a] uymaları, parçalanmalara yol açıp bölük bölük olanların yoluna
uymamaları gerekmektedir. Aksi takdirde -ayette bildirildiği gibi- “... şüphesiz
onların işi Allah’adır (En’am/159)”; yani onlar hakkındaki hüküm Allah tarafından
verilecektir:
17
Şüphesiz o iman etmiş kimseler, Yahudi olmuş kimseler, Sabiîler/doğal dindarlar, Hristiyanlar,
Mecusiler ve eş koşmuş olanlar; şüphesiz Allah, kıyâmet günü bunların arasını ayıracaktır. Şüphesiz
Allah, her şeye en iyi tanıktır.
(Hacc/17)
Gerçek Din'in temel ilkeleri şunlardır:
1- Kâinatın tek ilâhı ve rabbi Yüce Allah’tır.
2- Sıfatlarında, güç ve kudretinde kimse O'nun dengi ve ortağı tutulamaz.
3- Tüm insanların dünyada yaptıklarının hesabını vereceği bir başka âlem
kurulacaktır. Bu konu En’am suresinin 159, 160. ayetlerinde detaylandırılmıştı.
33,34
İnsanlara bir sıkıntı dokununca da, Rablerine yönelerek O'na
yalvarırlar. Sonra, onlara Kendinden bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki,
içlerinden bir grup, kendilerine verdiğimiz nimetlere iyilikbilmezlik etmek için
Rablerinin ortakları olduğunu kabul ederler. –Haydi, yararlanın bakalım!
Yakında bileceksiniz.–
35
Yoksa Biz, onlara bir delil indirmişiz de o delil, onların Allah'a ortak
koştukları şeyleri mi söylüyor?
36
Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman da, onunla şımarırlar.
Ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle kendilerine bir kötülük isabet ederse,
hemen onlar umutsuzluğa düşerler.
37
Onlar, şüphesiz Allah'ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve
ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir toplum
için alâmetler/ göstergeler vardır.
Bu ayetlerde, insanların, özellikle de müşriklerin genel karakteri
sergilenmektedir. Putperestlere ait bu genel karakter Kur’an’da birçok kez konu
edilmiştir.
65,66
İşte onlar, gemiye bindiklerinde, dini yalnız Allah'a özgü kılarak O'na yalvarırlar. Sonra ne
zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardı, bir de bakarsın ki onlar, kendilerine verdiklerimize
iyilikbilmezlik etmek ve kazançlı çıkmak için Allah'ın ortakları olduğunu kabul ediyorlar. Artık
onlar, yakında bilecekler.
(Ankebut/65, 66)
9-11
Ve eğer, sabreden ve düzeltmeye yönelik işleri yapan kişilerin –işte bunlar, bağışlanma ve
büyük ödül kendileri için olanlardır– dışındaki insanlara, tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra da onu
kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o umutsuzdur, çok nankördür. Ve eğer, kendisine dokunan
mutsuzluktan sonra, ona mutluluğu tattırsak, elbette, “Kötülükler benden gitti” der. Ve kuşkusuz o,
şımarıktır, böbürlenen biridir.
(Hud/9-11)
189
O, sizi bir candan oluşturan ve ondan da, kendisine ısınsın diye eşini yapandır. Ne zaman ki
o, onu örtüp bürüdü, o zaman o hafif bir yük yüklendi. Ve bununla gidip geldi. Ne zamanki hanım
23
ağırlaştı, hemen o ikisi Rablerine dua ettiler: “Eğer bize sağlıklı bir çocuk verirsen, andolsun ki
kesinlikle karşılığını ödeyenlerden olacağız.”
190
Ne zaman ki o ikisine sağlıklı bir çocuk verdi, o ikisine verdiği şey hakkında O'nun için
ortaklar edindiler. Onların ortak koştuğu şeylerden Allah arınıktır, yücedir.
(A’raf/189, 190)
Ve Lokman/31, 32, İsra/67, Zümer/6, 8 Nahl/53- 55, Fecr/15,16.
37. ayette “Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve
ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için
ayetler vardır” buyrulmaktadır. Burada ekonomik değerlerin Rabbimiz tarafından
ayarlandığı; daralttığında kimsenin ümitsizliğe düşmemesi, bollaştırdığı zamanda da
kimsenin şımarmaması gerektiği bildirilmektedir. Nitekim bu husus Zuhruf suresinde
şöyle açıklanmış idi.
32
Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların
geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların
bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri
şeylerden daha hayırlıdır.
(Zuhruf/32)
38
Öyleyse, yakınlık sahibine; yurtlarından çıkarılan fakirlere, miskine ve
yolcuya hakkını ver. Bu, Allah'ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. Ve
bunlar durumunu koruyan, zafer kazanan kimselerin ta kendileridir.
39
Ve insanların malları içinde artsınlar diye ribadan verdikleriniz, Allah
yanında artmaz. Allah'ın rızasını dileyerek zekâttan/ vergilerinizden
verdikleriniz… İşte o kimseler, kat kat arttıranların ta kendileridir.
Bu ayetler, rızkın Allah tarafından taksim edildiği konusunun devamı
mahiyetindedir. 37. ayette “Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini
ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için
ayetler vardır” buyrulmuştu. İnsanın sahip olduğu mal varlığının esas sahibi Allah
olduğuna göre, 38. ayette de kişinin uhdesinde bulunan mal varlığını hak sahiplerine;
yakınlara, miskine ve yolcuya vermesi gerektiği bildirilmektedir.
39. ayette ise “Ve insanların malları içinde artsınlar diye ribadan verdikleriniz,
Allah yanında artmaz. Allah'ın yüzünü [rızasını] dileyerek zekâttan verdikleriniz…
İşte o kimseler, kat kat arttıranların ta kendileridir” buyrularak o günün insanlarının
çıkarcılıkları ve açgözlülükleri kınanmaktadır. Bunlar, mallarındaki Allah hakkını
yerine vermeyip daha da çoğaltabilmek için yatırım yapan kimselerdir.
O devirde kimileri mallarını kendilerine daha çok geri döneceğini gözeterek
zenginlere hediye verirlerdi. Böylece mallarını çoğaltmaya çalışırlardı. Yerinde bir
tabirle, “Kazın geleceği yerden tavuğu esirgemezlerdi.” Burada konu edilen “ ‫ا‬ًr‫رب‬riba
[artış]”, Bakara suresinde konu edilen ve ciddi bir insanlık suçu olan “faiz” değildir;
çıkar amaçlı hediye vermek, çıkar amaçlı yardımda bulunmak demektir. Bu anlamda
riba serbest olmakla beraber, ayetten anlaşıldığına göre hoş bir davranış değildir.
Yasaklanan “ ‫ربوا‬ّ‫ب‬ ‫ال‬ riba [faiz]”, Bakara ve Al-i Imran surelerinde yer almaktadır:
275
O ribayı [emeksiz, risksiz, çalışıp çabalamadan kolayca elde edilen kazançları] yiyen şu
kişiler, şeytânın bir dokunuşuyla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu, şüphesiz
onların, “Alış-veriş, riba gibidir” demeleriyledir. Oysa ki Allah, alış-verişi helâl, bu ribayı harâm
kılmıştır. Kendisine Rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi
Allah'adır. Ve kim ki yeniden dönerse, işte onlar ateşin dostlarıdır. Onlar orada sürekli kalacaklardır.
276
Allah, ribayı yok eder, sadakaları da artırır. Allah, tüm aşırı nankör ve günahkâr kimseleri
sevmez.
24
277
Şüphesiz iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve
zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan-ayakta tutan] ve
zekâtı/vergiyi veren kişilerin Rableri katında mükâfâtları vardır. Ve onlar üzerine hiçbir korku
yoktur, onlar üzülmezler de.
278
Ey iman etmiş kimseler! Eğer mü’minler iseniz, Allah'ın koruması altına girin ve ribadan
kalanı bırakın.
279
Artık böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve Elçisi'nden size savaş olduğunu/ bozuma
uğratıacağınızı; perişan edileceğinizi bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir.
Haksızlık etmezsiniz, haksızlığa da uğramazsınız.
(Bakara/275-279)
130
Ey iman etmiş kimseler! Kat kat artırılmış olarak ribayı [emeksiz, hizmetsiz, risksiz kazancı]
yemeyin. Kurtuluşa ermeniz için Allah'ın koruması altına girin. 131
Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını,
rabliğini bilerek reddeden kimseler için hazırlanmış olan ateşten de sakının. 132
Merhamet olunmanız
için Allah'a ve Elçi'ye itaat edin.
133-135
Ve Rabbinizden bağışlanmaya, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcama yapan,
öfkelerini yutan, insanları affeden, çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da kendi kendilerine haksızlık
ettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyen, –Allah'tan
başka günahları bağışlayan kimdir?– yaptıkları kötü şeylerde bile bile ısrar etmeyen, Allah'ın
koruması altına girmiş kişiler için hazırlanmış eni göklerle yer kadar olan cennete koşuşun. Ve
Allah, iyilik, güzellik üretenleri sever.
(Âl-i İmran/130-135)
40
Allah, sizi oluşturan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren ve sizi
diriltendir. Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak kimse
var mı? Allah, onların ortak koştuklarından arınık ve çok yücedir.
Bu ayetle pasaj, tevhidi öğreten bir bildiri ile bağlanmaktadır: Yaratan da
rızıklandıran da Allah’tır. Yaratma ve rızıklandırma gücü olmayanlardan kesinlikle
ortak olmaz, böyleleri ilah da edinilmez, herkes bunu iyi bilmelidir. Allah, onların
ortak yakıştırmalarından münezzeh ve yücedir.
41
İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler
yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde
kargaşa ortaya çıktı.
Bu ayette Rabbimiz, yaptıkları yanlışlar yüzünden insanlara hatalarının bir
kısmının cezasını tattırmak için yeryüzünde kargaşa; bozulmalar oluştuğunu
bildirerek onlardan akıllarını başlarına almaları, yaptıkları işlerle karada ve denizde
fesat çıkarmamalarını / doğadaki dengeyi bozmamalarını emretmektedir. İleride bu
mesaj farklı bir üslup ile de gelecektir.
72
Şüphesiz Biz, emaneti [bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği] göklerin, yerin ve dağların
üzerine yaydık, yaygınlaştırdık da, onlar, onu taşımaya yanaşmadılar, bütünlüğün, kusursuzluğun,
mükemmelliğin alıp götürülmesinden korktular. Ve onu insan taşıdı [onu aldı götürdü, ona ihanet
etti]. Şüphesiz insan, çok yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan ve çok cahildir.
(Ahzab/72)
168
Ve onları yeryüzünde birçok önderli toplumlara ayırdık. Onlardan bir kısmı düzgün
kimselerdi, bir kısmı da bundan aşağı idi. Ve Biz, onları dönsünler diye iyiliklerle ve kötülüklerle
sınama yaptık.
(A’raf/168)
Burada konu edilen fesat, doğal dengenin bozulmasıdır. Yani mevsimlerin
25
84.rum suresi
84.rum suresi
84.rum suresi
84.rum suresi
84.rum suresi

More Related Content

What's hot (20)

50. isra suresi
50. isra suresi50. isra suresi
50. isra suresi
 
95. muhammed suresi
95. muhammed suresi95. muhammed suresi
95. muhammed suresi
 
96. ra'd suresi
96. ra'd suresi96. ra'd suresi
96. ra'd suresi
 
39. araf
39. araf39. araf
39. araf
 
94. hadid suresi
94. hadid suresi94. hadid suresi
94. hadid suresi
 
248. Kur'an Buluşması
248. Kur'an Buluşması248. Kur'an Buluşması
248. Kur'an Buluşması
 
97. rahman suresi
97. rahman suresi97. rahman suresi
97. rahman suresi
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
 
Allah'ın ahdi
Allah'ın ahdiAllah'ın ahdi
Allah'ın ahdi
 
Tefekkür
TefekkürTefekkür
Tefekkür
 
İmam gazali hikmetler kitabı
İmam gazali   hikmetler kitabıİmam gazali   hikmetler kitabı
İmam gazali hikmetler kitabı
 
Velayet
VelayetVelayet
Velayet
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
67. zariyat suresi
67. zariyat suresi67. zariyat suresi
67. zariyat suresi
 
60. gafir suresi
60. gafir suresi60. gafir suresi
60. gafir suresi
 
54. hicr suresi
54. hicr suresi54. hicr suresi
54. hicr suresi
 
71. nuh suresi
71. nuh suresi71. nuh suresi
71. nuh suresi
 
Allah'ın ahdi
Allah'ın ahdiAllah'ın ahdi
Allah'ın ahdi
 
52. hud suresi
52. hud suresi52. hud suresi
52. hud suresi
 
Tefekkür
TefekkürTefekkür
Tefekkür
 

Viewers also liked

85резентація мій погляд хсш №85
85резентація мій погляд хсш №8585резентація мій погляд хсш №85
85резентація мій погляд хсш №85olga_ruo
 
CEN PRI realiza Toma de Protesta a Candidatos a Diputados por Eleccion Popula...
CEN PRI realiza Toma de Protesta a Candidatos a Diputados por Eleccion Popula...CEN PRI realiza Toma de Protesta a Candidatos a Diputados por Eleccion Popula...
CEN PRI realiza Toma de Protesta a Candidatos a Diputados por Eleccion Popula...Pablo Carrillo
 
çàéí ñóðãàëò 8 3
çàéí ñóðãàëò 8 3çàéí ñóðãàëò 8 3
çàéí ñóðãàëò 8 3bayarchimeg
 
8569 Faith in plants 300x210 final
8569 Faith in plants 300x210 final8569 Faith in plants 300x210 final
8569 Faith in plants 300x210 finalAlexia Hollinshead
 
8398178capdevila227
8398178capdevila2278398178capdevila227
8398178capdevila227luisfa54
 
832 14 настаунік (1)
832 14 настаунік (1)832 14 настаунік (1)
832 14 настаунік (1)Sergey Sh
 

Viewers also liked (14)

85резентація мій погляд хсш №85
85резентація мій погляд хсш №8585резентація мій погляд хсш №85
85резентація мій погляд хсш №85
 
CEN PRI realiza Toma de Protesta a Candidatos a Diputados por Eleccion Popula...
CEN PRI realiza Toma de Protesta a Candidatos a Diputados por Eleccion Popula...CEN PRI realiza Toma de Protesta a Candidatos a Diputados por Eleccion Popula...
CEN PRI realiza Toma de Protesta a Candidatos a Diputados por Eleccion Popula...
 
Novidades Legislativas Nº86 - 18-12-2012
Novidades Legislativas Nº86 - 18-12-2012Novidades Legislativas Nº86 - 18-12-2012
Novidades Legislativas Nº86 - 18-12-2012
 
çàéí ñóðãàëò 8 3
çàéí ñóðãàëò 8 3çàéí ñóðãàëò 8 3
çàéí ñóðãàëò 8 3
 
85 0064-a rev 5-standard operation_web
85 0064-a rev 5-standard operation_web85 0064-a rev 5-standard operation_web
85 0064-a rev 5-standard operation_web
 
Гений продаж. День 86.
Гений продаж. День 86.Гений продаж. День 86.
Гений продаж. День 86.
 
8569 Faith in plants 300x210 final
8569 Faith in plants 300x210 final8569 Faith in plants 300x210 final
8569 Faith in plants 300x210 final
 
85 0066-d rev 1 hq ultimate dealer guide
85 0066-d rev 1 hq ultimate dealer guide85 0066-d rev 1 hq ultimate dealer guide
85 0066-d rev 1 hq ultimate dealer guide
 
8398178capdevila227
8398178capdevila2278398178capdevila227
8398178capdevila227
 
858176
858176858176
858176
 
Results Konya
Results KonyaResults Konya
Results Konya
 
832 14 настаунік (1)
832 14 настаунік (1)832 14 настаунік (1)
832 14 настаунік (1)
 
854374
854374854374
854374
 
86Solutions' project
86Solutions' project86Solutions' project
86Solutions' project
 

Similar to 84.rum suresi (18)

103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
Turkish Quran
Turkish QuranTurkish Quran
Turkish Quran
 
42.furkan suresi
42.furkan suresi42.furkan suresi
42.furkan suresi
 
61. fussilet suresi
61. fussilet suresi61. fussilet suresi
61. fussilet suresi
 
59. zümer suresi
59. zümer suresi59. zümer suresi
59. zümer suresi
 
85. ankebut suresi
85. ankebut suresi85. ankebut suresi
85. ankebut suresi
 
66. ahkaf suresi
66. ahkaf suresi66. ahkaf suresi
66. ahkaf suresi
 
73. enbiya suresi
73. enbiya suresi73. enbiya suresi
73. enbiya suresi
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
 
55. en'am suresi
55. en'am suresi55. en'am suresi
55. en'am suresi
 
77. mülk suresi
77. mülk suresi77. mülk suresi
77. mülk suresi
 
72. ibrahim suresi
72. ibrahim suresi72. ibrahim suresi
72. ibrahim suresi
 
18. kâfirun suresi
18. kâfirun suresi18. kâfirun suresi
18. kâfirun suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
98. insan suresi
98. insan suresi98. insan suresi
98. insan suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
48.neml suresi
48.neml suresi48.neml suresi
48.neml suresi
 
79. meariç suresi
79. meariç suresi79. meariç suresi
79. meariç suresi
 

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN (18)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 
99. talak suresi
99. talak suresi99. talak suresi
99. talak suresi
 
93. zilzal suresi
93. zilzal suresi93. zilzal suresi
93. zilzal suresi
 
92. nisa suresi
92. nisa suresi92. nisa suresi
92. nisa suresi
 
91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi
 

84.rum suresi

  • 1. 84 RUM SURESİ GİRİŞ Rum suresi Mekke’de 84. sırada inmiş olup adını 2. ayetteki “ ‫رموم‬ّ‫و‬ ‫ل‬‫ل‬‫ال‬er-Rum [Bizans]” sözcüğünden almıştır. Pasajlarındaki konu bütünlüğü, surenin bir defada veya yakın aralıklarla indiğini göstermektedir. Sure, bu ayetler indiği dönemde henüz olmamış, daha sonra meydana gelecek olan tarihi olayları ve sonuçlarını [Bizanslılarla İranlılar arasında meydana gelecek savaşta Bizanslıların galip gelmesini] bildirerek başlamaktadır. Verilen bu bilgiler, surenin inişinden yıllar sonra aynen gerçekleşmiştir. Geleceğe dair bu bilgiler, Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğinin en büyük kanıtlarındandır. Surede evrendeki birçok ayet [işaret, delil] gözler önüne serilerek Allah’ın kudreti vurgulanmaktadır. Dünyaya bel bağlayıp ahireti ihmal eden inançsızlar kınanmakta, ahirete dair birçok uyarı amaçlı sahne nakledilerek inkârcılar uyarılmaktadır. Ayrıca Resulullah ve müminler teselli edilmekte ve moralleri yükseltilmektedir. 1
  • 2. MEAL RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA 1 Elif/1, Lâm/30, Mîm/40. 2-6 Rûmlar/ Bizanslılar, yeryüzünün en alçak/ çukur yerinde yenildiler. Onlar, bu yenilgilerinin ardından da birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Bundan önce ve sonra emir Allah'ındır. Ve o gün mü’minler, Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah, Kendisinin bir vaadi olarak dilediğine yardım eder, galip kılar. Allah, vaadinden dönmez. Ama insanların çoğu bilmezler. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, engin merhamet sahibidir. 7 İnsanların çoğu, basit dünya yaşamından görüneni bilirler. Ve onlar, âhireti önemsemeyenlerin ta kendileridirler. 8 Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için oluşturmuştur? Ve şüphesiz insanlardan çoğu, Rablerine kavuşmayı kesinlikle bilerek reddedenlerdir/ inanmayanlardır. 9 Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de onlara nice açık delilleri getirmişlerdi. O hâlde Allah onlara haksızlık edecek değildi, fakat onlar şirk koşarak kendilerine haksızlık etmekteydiler. 10 Sonra Allah'ın âyetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini yalanladıkları için, kötülük eden o kimselerin âkıbetleri, “en kötü” oldu. Onlar alay da ediyorlardı. 11,12 Allah, oluşturmayı ilkin yapar, sonra onu iade eder. Sonra da O'na döndürülürsünüz. Kıyametin kopuş anında da suçlular, ümidi keserler. 13 Onlar için ortak koştuklarından, şefaat; yardım, kayırma yapacaklar da bulunmaz. Ve onlar, ortaklarını reddettiler/ kabul etmeyenler oldular. 14 Ve Saat'in dikildiği günde de, işte o gün onlar ayrılırlar. 15 Şimdi iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimselere gelince; artık onlar, bir bahçe içinde neşelendirilirler. 16 Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden, âyetlerimizi ve âhiret buluşmasını yalanlayan şu kimselere de gelince, işte onlar azap içinde hazır bulundurulurlar. 17,18 O hâlde, yapmanız gereken, akşama erdiğinizde, sabaha erdiğinizde, gece sırasında, öğleye erdiğinizde; her zaman Allah'ın tüm noksan sıfatlardan arındırılmasıdır! Göklerde ve yerde de tüm övgüler sadece O'na aittir; başkası övülemez. 19 O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır ve yeryüzüne ölümünden sonra hayat verir. Sizler de işte öyle çıkarılacaksınız. 20 O'nun, sizi bir topraktan oluşturması da Kendisinin alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Sonra da siz, şimdi, dağılıp-yayılan bir beşersiniz. 21 Yine O'nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler oluşturmuş, aranıza bir sevgi ve 2
  • 3. merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda iyiden iyiye düşünecek bir toplum için nice alâmetler/ göstergeler vardır. 22 Yine göklerin ve yerin oluşturuluşu, dillerinizin ve renklerinizin değişikliği O'nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Şüphesiz bunda bilginler için nice alâmetler/ göstergeler vardır. 23 Yine gecede ve gündüzde uyumanız ve armağanlarından rızık aramanız O'nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Şüphesiz bunda kulak verecek bir toplum için nice alâmetler/ göstergeler vardır. 24 Yine O'nun âyetlerindendir ki, size hem korku ve hem de umut vermek için şimşeği gösteriyor. Ve gökten bir su indiriyor da onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat veriyor. Şüphesiz ki bunda aklını kullanacak bir toplum için nice alâmetler/ göstergeler vardır. 25 Göğün ve yeryüzünün Kendi emriyle durması yine O'nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Sonra sizi yeryüzünden bir tek çağırışla çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki siz çıkarılıyorsunuz. 46 Size rahmetinden tattırsın, emriyle gemiler akıp gitsin ve sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını ödersiniz diye armağanlarından rızık aramanız için rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi de O'nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir. 26 Göklerde ve yerde kim varsa hepsi de O'nundur. Hepsi de O'na saygı duyanlardır. 27 Ve O, oluşturmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu O'na çok kolaydır. Ve göklerde ve yerde en yüce örnek O'nundur. Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır. 28 Allah, size kendinizden bir örnek veriyor: Hiç size rızık olarak verdiğimiz şeylerde yasa ile size teslim edilen kişilerden ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur ve kendinize çekindiğiniz/ değer verdiğiniz gibi onlarla da karşılıklı çekinir misiniz/ birbirinize aynı değeri verir misiniz, eşit olur musunuz? İşte Biz, aklını kullanan bir toplum için âyetleri böyle açıklarız. 29 Tam tersi, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış kimseler, bilgisizce boş-iğreti arzularına uydular. Peki, Allah'ın şaşırttığını kim yola getirebilir? Onlar için yardımcılardan da yoktur. 30 O hâlde sen yüzünü, eski inançlarını terk eden biri olarak dine, insanları üzerine ilk olarak yoktan yaratmış olduğu Allah'ın fıtratına doğrult. Allah'ın oluşturuşunda değişiklik söz konusu değildir. Dosdoğru/ ayakta tutan din, budur. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. 31,32 Kalben O'na yönelenler olarak, Allah'ın koruması altına girin, salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun-ayakta tutun], ortak koşanlardan; dinlerini parça parça bölmüş, ayrılıkçı gruplara ayrılmış kimselerden de olmayın. –Her ayrılıkçı grup kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir.– 33,34 İnsanlara bir sıkıntı dokununca da, Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar. Sonra, onlara Kendinden bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki, içlerinden bir grup, kendilerine verdiğimiz nimetlere iyilikbilmezlik etmek için Rablerinin ortakları olduğunu kabul ederler. –Haydi, yararlanın bakalım! Yakında bileceksiniz.– 3
  • 4. 35 Yoksa Biz, onlara bir delil indirmişiz de o delil, onların Allah'a ortak koştukları şeyleri mi söylüyor? 36 Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman da, onunla şımarırlar. Ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle kendilerine bir kötülük isabet ederse, hemen onlar umutsuzluğa düşerler. 37 Onlar, şüphesiz Allah'ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir toplum için alâmetler/ göstergeler vardır. 38 Öyleyse, yakınlık sahibine; yurtlarından çıkarılan fakirlere, miskine ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah'ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. Ve bunlar durumunu koruyan, zafer kazanan kimselerin ta kendileridir. 39 Ve insanların malları içinde artsınlar diye ribadan verdikleriniz, Allah yanında artmaz. Allah'ın rızasını dileyerek zekâttan/ vergilerinizden verdikleriniz… İşte o kimseler, kat kat arttıranların ta kendileridir. 40 Allah, sizi oluşturan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren ve sizi diriltendir. Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak kimse var mı? Allah, onların ortak koştuklarından arınık ve çok yücedir. 41 İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde kargaşa ortaya çıktı. 42 De ki: “Yeryüzünde gezin de bundan öncekilerin âkıbeti nasıl olmuş bir bakın. Onların çoğu ortak koşanlar idiler.” 43-45 Öyleyse, Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru/koruyan dine çevir. O gün onlar, Allah'ın, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere armağanlarından karşılık vermesi için bölük bölük ayrılırlar. Şüphesiz O, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri sevmez. Kim küfrederse; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse, artık bu reddi/ inanmayışı kendi aleyhinedir. Kim de sâlihi işlerse, artık onlar da kendileri için döşek/ rahat bir yer hazırlamış olurlar. 48 Allah, rüzgârları gönderendir. Sonra rüzgârlar, bir bulutu savururlar. Sonra Allah, onu gökyüzünde nasıl dilerse öyle yayar ve onu parça parça yapar. Sonra da sen, onun derinliklerinde yağmur çıkar görürsün. İşte Allah, onu kullarından dilediği kimselere isabet ettirdiği vakit, onlar müjdelenirler, mutlu olurlar. 49 Hâlbuki onlar, önceden; daha önce üzerlerine indirilmeden evvel kesinlikle ümit kesenlerdirler. 50 Öyleyse Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak; yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, kesinlikle ölüleri diriltir ve O, her şeye gücü yetendir. 51 Ve andolsun ki Biz, bir rüzgâr göndersek de Allah’ın rahmetinin eseri olan bitkileri sararmış görseler, kesinlikle onun arkasından küfretmeye; Bizim ilâhlığımızı ve rabliğimizi bilerek reddetmeye başlarlar. 52 Bu nedenle sen ölülere işittiremezsin. O daveti, arkalarını dönmüş giderlerken sağırlara da dinletemezsin. 53 Sen körleri de sapıklıklarından doğru yola götüremezsin. Sen ancak âyetlerimizi, iman edeceklere duyurursun; artık onlar Müslümanlardır. 4
  • 5. 54 Allah, sizi güçsüz olarak oluşturandır. Sonra güçsüzlüğün arkasından kuvvet getirdi. Sonra kuvvetin arkasından güçsüzlük ve ihtiyarlık getirdi. O, dilediğini oluşturur. Ve O, en iyi bilendir, en iyi güç yetirendir. 55 Ve kıyâmetin kopacağı gün günahkarlar bir saatten fazla durmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle döndürülüyorlardı. 56 Kendilerine bilgi ve iman verilen kimseler de diyecekler ki: “Andolsun ki Allah'ın yazısında, dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, ölümden sonra dirilme günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz.” 57 Artık o gün şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara mazeretleri yarar sağlamaz. Onlar, bağışlanmazlar da. 58 Ve andolsun ki Biz, insanlar için bu Kur’ân'da tüm örneklerden kesinlikle örnekler getirdik. Ve andolsun ki sen, onlara bir âyet de getirsen o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kimseler: “Siz, sadece, bâtıl şeyleri ortaya koyanlarsınız” diyeceklerdir. 59 İşte, bilmeyen kimselerin kalpleri üzerine Allah böyle damga vurur. 47 Ve andolsun ki Biz, senden önce birtakım elçileri toplumlarına gönderdik de, onlar onlara, apaçık delilleri getirdiler. Sonra Biz, günah işleyen kimseleri yakalayıp cezalandırarak adaleti sağladık. Mü’minlere yardım da, Bizim üzerimize bir hak idi. 60 Şimdi sen sabırlı ol. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Sakın kesin inanmamış kimseler, seni hafifleştirmesinler. TAHLİL 1 Elif/1, Lâm/30, Mîm/40. Sure “Elif, Lam, Ra” kesik harfleri ile başlamıştır. Kesik [Mukatta’] harfler ile ilgili daha evvelki surelerin tahlilinde açıklama yapıldığından, detayın oralardan okunmasını öneriyoruz. 2-6 Rûmlar/ Bizanslılar, yeryüzünün en alçak/ çukur yerinde yenildiler. Onlar, bu yenilgilerinin ardından da birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Bundan önce ve sonra emir Allah'ındır. Ve o gün mü’minler, Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah, Kendisinin bir vaadi olarak dilediğine yardım eder, galip kılar. Allah, vaadinden dönmez. Ama insanların çoğu bilmezler. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, engin merhamet sahibidir. 7 İnsanların çoğu, basit dünya yaşamından görüneni bilirler. Ve onlar, âhireti önemsemeyenlerin ta kendileridirler. 5
  • 6. Bu ayetlerde gaybi konulara [Kur’an’ın indiği dönemde henüz olmamış bir takım tarihi olaylara] değinilerek Kur’an’ın mucizeliği ortaya konurken müminlere de Allah’ın yardımının geleceği ve zafere erişecekleri müjdelenmektedir. Bu tarihi olaylar ve arka planları hem klasik eserler hem de çağdaş bilginler tarafından detaylı olarak ortaya konmuştur. Bunlardan bir kaçını sunuyoruz: “O günlerde Arabistan'a yakın Bizans yönetimindeki ülkeler Ürdün, Suriye ve Filistin'di ve bu ülkelerde MS. 615'de Bizanslılar İranlılar'a yenilmişlerdi. O halde büyük bir kesinlikle bu surenin o yıl nazil olduğu söylenebilir ki, bu, Habeşistan'a hicret edildiği yıldı. Tarihsel arka plan: Bu surenin ilk ayetlerinde verilen gaybi bilgiler, Kur'an'ın Allah kelamı ve Hz. Muhammed'in (s.a) Allah'ın Rasûlü olduğunun apaçık delilleridir. Şimdi bu ayetlerle ilgili tarihsel arka plana bir göz atalım: Hz. Muhammed'in (s.a) peygamber olarak ortaya çıkışından sekiz yıl önce Phokas, Bizans İmparator'u Maurice'i tahtından indirip onun yerine kendisini İmparator ilan etti. Phokas, ilk önce İmparatorun beş oğlunu onun gözleri önünde öldürttü, daha sonra İmparatoru da öldürttü ve başlarını Konstantinopol [İstanbul] caddelerinde dolaştırdı. Bundan birkaç gün sonra da imparatoriçe ve üç kızını öldürttü. Bu olay, İran'ın Sasani Kralı Hüsrev Perviz'e, Bizans'a saldırması için iyi bir fırsat vermiş oldu. Çünkü İmparator Maurice, Hüsrev'in dostuydu, Hüsrev onun yardım ve desteğiyle tahta geçmişti. Bu nedenle Kral Hüsrev, tahtı gasp eden Phokas'tan manevî babasının ve onun çocuklarının intikamını alacağını ilan etti. Bunun üzerine MS. 603'de Bizans'a karşı savaş açtı. Birkaç yıl içinde Phokas'ın ordularını peş peşe yenilgiye uğratarak bir taraftan Anadolu'da Edessa'ya [bugünkü Urfa], diğer taraftan Suriye'de Halep ve Antakya'ya kadar ilerledi. Bizanslı yöneticiler Phokas'ın ülkeyi kurtaramayacağını görünce, Afrika valisinden yardım istediler. O da oğlu Herakliyus'u kuvvetli bir ordu ile Konstantinopol'e gönderdi. Phokas hemen tahttan indirildi ve Herakliyus imparator ilan edildi. Herakliyus, Phokas'a aynen onun eski İmparator Maurice'e davrandığı gibi davrandı. Bu olay, Hz. Muhammed'e (s.a) peygamberliğin geldiği MS. 610 yılında vuku buldu. Hüsrev Perviz'in savaş açma sebebi, Phokas tahttan indirilip öldürüldükten sonra artık geçerli değildi. Eğer bu savaşın asıl sebebi dostunu öldürdüğü için Phokas'tan intikam almak olsaydı, Hüsrev, Phokas'ın ölümünden sonra yeni imparatorla anlaşma yapardı. Fakat o savaşa devam etti ve savaşa Mecusilik [Ateşperestlik] ve Hıristiyanlık arasındaki bir anlaşmazlık niteliği kazandırdı. Yıllardan beri resmi kilise yetkilileri tarafından aforoz edilen ve zulmedilen Nasturî ve Yakubî gibi Hıristiyan mezhepleri de Mecusileri desteklediler. Yahudiler de onlarla birlik oldu. Hatta Hüsrev'in ordusundaki Yahudilerin sayısı 26.000'e ulaşıyordu. Herakliyus bu güçlü saldırıyı durduramadı. Tahta geçtikten sonra doğudan aldığı ilk haber, Antakya'nın İranlılar tarafından işgal edildiği oldu. Bundan sonra MS. 613'de Şam düştü. MS. 614'de Kudüs'e giren İranlılar Hıristiyan dünyasını da yerle bir ettiler. Doksan bin Hıristiyan öldürülmüş ve Mescid-i Aksa tahrip edilmişti. Hıristiyan inancına göre Hz. İsa'nın (a.s) üzerinde öldürüldüğü kutsal haç yerinden sökülmüş ve Medyen'e taşınmıştı. Başrahip Zekeriya esir alınmış, şehrin bütün önemli kiliseleri yerle bir edilmişti. Hüsrev Perviz'in bu zafer nedeniyle nasıl böbürlendiği, Kudüs'ten Herakliyus'a yazdığı bir mektuptan anlaşılabilir: "Bütün tanrıların en büyüğü ve tüm dünyanın hâkimi Hüsrev'den, onun zavallı ve aptal kuluna: "Sen rabbine güvenip dayandığını söylüyorsun. O halde rabbin neden Kudüs'ü benden kurtarmadı?" Bu başarıdan sonra bir yıl içinde İran orduları Ürdün, Filistin ve tüm Sina Yarımadası'nı geçip Mısır sınırlarına ulaştılar. O günlerde Mekke'de daha büyük tarihî sonuçlara yol açacak başka bir çatışma devam ediyordu. Bir tek Allah'a inananlar, Hz. Muhammed'in (a.s) önderliğinde, Kureyş'in ileri gelenlerinin yönetimindeki müşriklere karşı var olma savaşı veriyorlardı. MS. 615 yılında bu savaş öyle bir dereceye ulaşmıştı ki, müslümanlardan oldukça büyük bir grup yurtlarını terk edip o günlerde Bizans'ın müttefiki olan Hıristiyan Habeş Krallığına sığınmak zorunda kalmıştı. O günlerde Sasanilerin Bizanslılara karşı zafer kazanması, Mekke'de çok konuşulan bir konu idi. Müşrikler bu olaya çok seviniyor ve müminlerle şöyle alay ediyorlardı: "Bakın, İran'ın ateşperestleri zafer kazanıyor ve vahye, peygamberliğe inanan Hıristiyanların kökü kurutuluyor. Aynı şekilde biz de Arabistan putperestleri olarak sizi ve dininizi kökten yok edeceğiz." Rum suresi nazil olduğunda şartlar böyleydi ve surede şöyle bir gaybî haber veriliyordu: "Rumlar en yakın bir yerde yenildiler, fakat bu yenilgiden kısa bir süre sonra zafere ulaşacaklardır. İşte o gün müminler Allah'ın lütfettiği zafere sevineceklerdir." Burada bir değil, iki gaybî haber verilmektedir. Birincisi Rumlar zafer kazanacaklar; ikincisi, aynı zamanda müslümanlar da bir zafer kazanacaklardır. Görünür şartlar dâhilinde bu iki müjdenin de gerçekleşmesi imkânsız gibiydi. Bir 6
  • 7. taraftan Mekke'de ezilen, işkence gören bir avuç müslüman vardı ve bu müjdeden sonra sekiz yıl boyunca bile müminlerin zafer kazanma şansları yokmuş gibi görünüyordu. Diğer taraftan Rumlar her geçen gün toprak kaybediyorlardı. MS. 619'da Mısır'ın tamamı Sasanilerin eline geçmiş ve Mecusi orduları Trablusgarb'a kadar ulaşmışlardı. Anadolu'da Rumları Boğaziçi'ne dek sürmüşler ve MS. 617'de Konstantinopol'un tam karşısındaki bölgeyi [bugünkü Kadıköy’ü] ele geçirmişlerdi. İmparator bunun üzerine Hüsrev'e bütün şartları kabul etmek üzere bir barış yapmaya hazır olduğunu bildiren bir elçi gönderdi. Fakat Hüsrev şu cevabı verdi: "İmparator, zincirlenmiş halde önüme getirilmedikçe ve çarmıha gerilmiş tanrısından vazgeçip ateş tanrısına tapmadıkça ona eman vermeyeceğim." Bu yenilgiden çok üzüntü duyan imparator en sonunda Konstantinopol'den Kartaca'ya [bugünkü Tunus’a] gitmeye karar verdi. Kısacası, İngiliz tarihçi Gibbon'un da dediği gibi, hiç kimse Kur'an'ın bu müjdeyi vermesinden sekiz yıl sonra Bizans İmparatorluğu'nun tekrar İran'ı yenilgiye uğratacağını hayal bile edemezdi. Hatta değil İran'ı yenmek, hiç kimse bu şartlar altında İmparatorluğun hayatını idame ettirebileceğine ihtimal vermiyordu. Bu ayetler nazil olduğunda, Mekkeli müşrikler bunlarla çok alay ettiler ve Ubeyy b. Halef, Hz. Ebu Bekir'le (r.a) Romalılar üç sene içinde zafer kazanması şartıyla on deve üzerinde bahse tutuştu. Hz. Peygamber (s.a) bu bahsi duyunca şöyle dedi: "Kur'an, Bid'i Sinin- ifadesini kullanıyor. Arapça "Bid" kelimesi, 10’a kadar olan sayıları kapsar. O halde bahsi on seneye, develerin miktarını da yüze çıkarın." Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (r.a) Ubeyy'le tekrar konuştu ve bahis on yıl ve yüz deve üzerinden yapıldı. MS. 622'de Hz. Peygamber (s.a) Medine'ye hicret ettiğinde, İmparator Herakliyus gizlice Konstantinopol'dan ayrılıp Trabzon'a, oradan da Karadeniz'e gitti ve İran'a arkadan saldırma hazırlıklarına girişti. Bunun için Kilise'den para yardımı istedi. Papa Sergius ona Hıristiyanlığı Ateşperestliğe karşı koruması için Kilise hazinesinden faizle borç para verdi. Herakliyus karşı saldırısına M.S 623'de başladı. Ertesi yıl MS. 624'de Azerbeycan'a girdi ve Zerdüşt'ün doğum yeri olan Cloromia'yı yerle bir edip İran'ın en önemli ateş tapınağını yıktı. Allah'ın kudreti ne kadar da büyük! Aynı yıl müslümanlar da Bedir'de müşriklere karşı ilk defa zafer kazandılar. Böylece Rum Suresi'nde verilen iki gaybî haber de on yıl içinde gerçekleşmiş oldu. Bizans kuvvetleri İranlıları püskürtmeye devam ettiler ve Ninova'daki çarpışmada (MS. 627) onlara en büyük darbeyi vurdular. "Dastagerd"i ele geçirip, o günlerde İran'ın başkenti olan "Ctesiphon" taraflarına kadar ulaştı. MS. 628'de bir iç ihtilâlde Hüsrev Perviz hapsedildi, on sekiz oğlu gözleri önünde öldürüldü ve birkaç gün sonra da kendisi hapishanede öldü. Bu, Kur'an'ın "büyük zafer" diye ifade ettiği Hudeybiye Anlaşmasının imzalandığı yıldı. Aynı yıl Hüsrev'in oğlu II. Kubâd, işgal edilen Rum topraklarından çekildi. Hakiki çarmıh'ı [Hıristiyanlara göre Hz. İsa'nın (a.s) üzerinde öldürüldüğü çarmıh] restore edip monte etmek üzere Kudüs'e gitti ve aynı yıl Hz. Muhammed (s.a) , Hicret'ten sonra ilk defa "Umret'ül-kaza" yapmak için, Mekke'ye girdi. Bundan sonra artık Kur'an'ın önceden bildirdiği gaybî haberlerden kimse şüphe edemezdi. Bu olay birçok Arap putperestin İslâm'ı kabul etmesine neden oldu. Ubeyy b. Halef'in varisleri bahsi kaybetmişlerdi ve Hz. Ebu Bekir'e yüz deve vermek zorundaydılar. Hz. Ebu Bekir, bahisten kazandığı develeri Hz. Peygamber'e getirdi. Hz. Peygamber (s.a), bahsin henüz kumar ve şans oyunlarının yasaklanmadığı bir dönemde yapıldığını, fakat şimdi bunlar yasaklandığı için develerin sadaka olarak verilmesi gerektiğini söyledi. Bu nedenle cedelci kâfirlerle girilmiş olan bahisten elde edilen malın alınması kabul edilmiştir, fakat elde edilenin kişisel harcamalarda kullanılmayıp sadaka olarak harcanması konusunda da talimat verilmiştir.1 Müfessirler dediler ki: Rumların, İranlılara galip gelmesinin sebebi şudur: İranlılar arasında çocukları hep hükümdar ve kahraman olan bir kadın vardı. Kisra bu kadına şöyle demişti: Ben Bizanslıların üzerine gitmek üzere hazırladığım bir ordunun başına senin çocuklarından birisini geçirmek isliyorum. Kadın şöyle dedi: İşte Hürmüz… Çünkü o tilkiden daha kurnaz, kartaldan daha ihtiyatlıdır. İşte sana Ferruhan… Kılıçtan daha keskin, oktan daha derine işler. İşte Şehr Bazan, şundan şundan daha tahammülkâr… Bunlardan istediğini seç. Bunun üzerine Kisra o tahammülkâr olanı seçip kumandan tayin etti. Şehr, İranlılardan hazırlanmış ordu ile Rumların üzerine yürüdü ve onlara galip geldi. İkrime ve başkaları dedi ki: Şehr Bazan, Bizanslılara galip gelince, körfeze varıncaya kadar bütün Rum diyarını tahrip etti. Kardeşi Ferruhan ona dedi ki: Ben kendimi Kisra'nın tahtı üzerinde oturur görüyorum. Bunun üzerine Kisra Şehr Bazan'a mektup yazarak bana Ferruhan'ın başını gönder dedi, ancak Şehr bunu yapmadı. Bu sefer Kisra, İranlılara şunu yazdı: Ben size Ferruhan'ı kumandan tayin ettim ve bunun yerine Şehr Bazan'ı da görevden aldım. Ferruhan'a da başa geçtiği takdirde Şehr Bazan'ı öldürmesi için mektup yazdım, Ferruhan, Şehri öldürmek isteyince, Şehr ona Kisra'dan kardeşi Ferruhan'ı öldürmesini emreden üç ayrı mektup gösterdi ve Ferruhan'a şunları 1 (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an) 7
  • 8. söyledi: Kisra bana seni öldürmek üzere üç ayrı mektup yazdı. Ben üçünde de ona: Bu emrini gözden geçir diye cevap verdim. Şimdi sen beni sadece bir mektup yazdığı için mi öldüreceksin? Bunun üze- rine Ferruhan tekrar kumandanlığı kardeşine geri verdi. Şehr de Bizans hükümdarı Kayser'e mektup yazdı ve Kisra'ya karşı birbirleri ile yardımlaştılar. Böylelikle Bizanslılar da, İranlılara galip geldiler ve Kisra öldü. Buna dair haber Peygamber (sav)'e Hudeybiye günü ulaştı. O da, beraberinde bulunan müslumanlar da bu işe sevindiler. İşte Yüce Allah'ın: "Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildiler; yakın bir yerde" buyruğu bunu anlatmaktadır ki; yakın yerden kasıt ise Şam [Suriye] diyarıdır.2 “Ebu îsâ et-Tirmizî der ki: Bize Muhammed b. İsmail'in... Niyâr b. Mükram el-Eslemî’den rivayetine göre; o, şöyle anlatmış: «Elif, Lam, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakm bir yerde... Onlar bu yenilgilerinden sonra gâlip geleceklerdir. Birkaç yıl içinde.» ayetleri nazil olduğunda İranlılar Rumlara galip idiler. Müslümanlar Rumların onları yenmelerini arzu ediyorlardı. Çünkü kendileri de onlar da kitap ehli idiler. «O gün mü'minler de sevinecekler. Allah'ın yardımı ile... O, dilediğine yardım eder ve Azîz'dir, Rahîm'dir» ayeti bunun hakkındadır. Kureyş ise İranlıların galip gelmesini istiyordu. Çünkü onlar ve İranlılar kitap ehli olmadıkları gibi yeniden diriltilmeye de inanmıyorlardı. Allah Teâlâ bu ayeti indirdiği zaman Ebubekir çıkıp Mekke'nin muhtelif yerlerinde yüksek sesle: «Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde... Onlar bu yenilgilerinden sonra galip geleceklerdir. Birkaç yıl içinde...» ayetlerini okudu. Kureyş'ten bazı kimseler Ebubekir'e: “Bu bizimle senin arandadır. Arkadaşın Rumların birkaç yıl içinde İranlıları yeneceğini sanıyor. Bunun üzerine bahse tutuşmaya var mısın?” dediler. Ebubekir: “Evet, tutuşalım” dedi. Bu, bahse girmenin haram kılınmasından önceydi. Ebubekir ve müşrikler bahse tutuşup bahse konu şeyleri karşılıklı olarak (bir yed-i emîne) bıraktılar. Ve Ebubekir'e: “Bu birkaç yılı kaç sene yapalım; (birkaç yıl tabiri bizim aramızda) üç yıldan dokuz yıla kadardır. Bizimle aranda orta bir miktar söyle de onda karar kılalım” dediler. Aralarında altı yıllık bir süre tespit ettiler. Altı yıl geçtiği halde Rumlar galip gelemediler. Müşrikler bahsi kazandılar. Yedinci sene girince Rumlar İranlılara galip geldiler. Müslümanlar altı sene süre koymasından dolayı Ebubekir'i ayıpladılar. Ebubekir: (Altı sene koymuştum), çünkü Allah Teâlâ: ‘Birkaç yıl içinde...’ buyurmuştu” dedi. İşte o zaman birçok kişi müslüman oldu. Tirmizî, hadîsi bu ifâdelerle zikrettikten sonra şöyle der: Bu, hasen sahîh bir hadîstir. Sâdece Abdurrahmân İbn Ebu Zinâd kanalından rivâyetiyle biliyoruz. Hadîsin bir benzeri mürsel olarak İkrime, Şa'bî, Mücâhid, Katâde, Süddî, Zührî ve başkaları tarafından rivayet edildiği gibi, tabiîn'den bir cemaattan da rivayet edilmiştir. İfadeleri itibarıyla bundan daha garibi imam Süneyd b. Davud'un tefsirinde rivayet etmiş olduğu şu hadîstir: Haccâc'ın... İkrime'den rivayetine göre; İran'da bir kadın varmış. Hep kahramanlar ve krallar doğururmuş. Kisrâ, onu çağırıp: Ben Rumların üzerine bir ordu göndermek istiyorum. Bu ordunun üzerine senin oğullarından birisini kumandan yapacağım. Bana hangisini kumandan yapacağım konusunda bir fikir ver, dedi. Kadın: Şu oğlum tilkiden daha zekî, şahin ve doğandan daha temkinlidir. Şu oğlum Ferhân mızraklardan daha delicidir. Şu oğlum Şehrîrâz ise üç oğlumun en çok hilim sahibi olanıdır. Onlardan dilediğini kumandan yap, dedi. Kisrâ: Hâlim olanını kumandan yaptım, deyip Şehrirâz'ı ordunun başına kumandan olarak geçirdi. Şehrirâz İran ordusuyla Rumların üzerine yürüdü, onlara gâlip gelip çoğunu öldürdü, şehirlerini tahrîp etti, zeytin ağaçlarını kesti. Ebu Bekr İbn Abdullah der ki: Bu hadîsi Atâ el-Horasânî'ye rivayet ettim de: Şam ülkelerini görmedin mi? diye sordu. Ben: Hayır, dedim. Şayet oraları görecek olursan mutlaka harâp edilmiş şehirleri ve kesilmiş zeytin ağaçlarım göreceksin, dedi. Bundan sonra Şam'a gittim ve bunları gördüm. Atâ el-Horasânî der ki: Bana Yahya İbn Ya'mûr'un rivayetine göre Kayser Rûm ordusu ile Katame denilen bir adamı, Kisrâ da Şehrîrâz'ı göndermişti. Ezruât ve Busrâ'da karşılaştılar. Orası Şam'ın size en yakın olan yeridir. Rumlarla karşılaştıklarında İranlılar gâlip geldiler. Kureyş kâfirleri buna sevinirken müslümanlar üzüldüler. İkrime der ki: Müşrikler Hz. Peygamber (s.a.)in ashabı ile karşılaştılar ve: Siz kitap ehlisiniz. Hıristiyanlar da kitap ehlidir. Biz ise ümmîleriz. Bizim İranlı kardeşlerimiz sizin kitap ehli kardeşlerinize üstün geldiler. Şayet siz de bizimle savaşacak olursanız şüphesiz biz size galip geleceğiz, dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Elif, Lam, Mîm. Rumlar yenildiler. Yakın bir yerde... Onlar bu yenilgilerinden sonra gâlib geleceklerdir. Birkaç yıl içinde... Eninde sonunda buyruk Allah'ındır. O gün mü'minler de sevinecekler. Allah'ın yardımı ile... O, dilediğine yardım eder ve Azîz'dir, Rahîm'dir» âyetlerini indirdi. Ebubekir es-Sıddîk, kâfirlere karşı çıkıp: Kardeşlerinizin bizim kardeşlerimize galip gelmesine mi sevindiniz? Hiç sevinmeyin. Allah'a yemin ederim ki, şüphesiz Allah, Rumları İranlılara galip getirecektir. Bize bunu peygamberimiz (s.a.) haber verdi, dedi. Übeyy b. Halef, Hz. Ebubekir'in karşısına dikilip: Ey Ebu Fudayl, yalan söyledin, dedi. Ebubekir de ona: Ey Allah'ın düşmanı, sen daha çok yalancısın, dedi. Übeyy b. Halef: Benden on genç deve, senden de on genç deve, haydi bahse girelim. Üç seneye kadar eğer Rumlar İranlıları yenerse ben kaybedeceğim, İranlılar üstün gelirse sen kaybedeceksin, dedi. Sonra Ebubekir Hz. Peygamber (s.a.)e gelip bunu 2 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 8
  • 9. haber verdi. Allah Rasûlü: Bu, senin söylediğin gibi değildir. (Bizim dilimizdeki) birkaç yıl, üç ilâ dokuz sene arasıdır. Bahse konu olan şeyleri artır, süreyi de uzat, buyurdu. Ebubekir çıkıp Übeyy'e rastladı. Übeyy: Herhalde pişman olmuşsundur, dedi. Ebubekir: Hayır dedi, gel bahsi artıralım ve süreyi uzatalım. Dokuz seneye kadar olmak üzere yüz genç deve benden, yüz genç deve senden, bahse girelim, dedi. Übeyy de: Pekiyi kabul, dedi. Bu süreden önce Rumlar İranlıları yendiler ve müslümanlar müşriklere (bahiste) üstün geldiler. İkrime der ki: İranlılar Rumları yendiği zaman Şehrirâz'ın kardeşi olan Ferhân oturup içmeye başladı ve arkadaşlarına: Kendimi Kisrâ’nm tahtı üzerinde oturuyormuş gibi gördüm, dedi. Bu konuşma Kisrâ'ya ulaştığında Şehrirâz'a: Sana bu mektubum geldiği zaman Ferhân'ın kellesini bana gönder, diye yazdı. Şehrirâz da ona: Ey kral, sen hiç bir zaman Ferhân gibisini bulamayacaksın. O birçok düşman öldürmüştür ve düşmanlar içinde bir ünü vardır. Böyle yapma, diye yazdı. Kisrâ Şehrirâz'a: Şüphesiz ki İran halkı içinde ona halef olacaklar vardır. Onun başını bana göndermekte acele et, diye yazdı. Şehrirâz'm tekrar (kardeşinin affına dâir) müracaatına karşı Kisrâ öfkelenip bu sefer ona cevap vermedi ve İran ordusuna: Ben Şehrirâz'ı sizin kumandanlığınızdan azlettim ve Ferhân'ı üzerinize kumandan nasbettim diye bir haberci gönderdi. Haberciye ince, küçük bir kâğıt verip: Ferhân krallığı devralıp kardeşi ona boyun eğdiğinde ona şu sayfayı ver, dedi. Şehrirâz mektubu okuyunca başüstüne deyip tahtından indi ve Ferhân tahta oturdu. Haberci kâğıdı kendisine verdi. Ferhân: Bana Şehrirâz'ı getirin deyip boynu vurulmak üzere onu öne sürdü. Şehrirâz: Vasiyetimi yazıncaya kadar acele etmeyip müsaade eder misin, dedi. Ferhân’ın evet cevabı üzerine (mektuplarının içinde bulunduğu) çuvalı getirtti, sayfaları (Kisrâ'nın ve kendisinin mektuplarını) Ferhân'a verip: Bunların hepsi senin hakkında Kisrâ'ya mürâcaatlanmdır. Sen ise bir tek mektupla beni öldürmek istedin, dedi. Ferhân krallığı kardeşi Şehrirâz'a geri verdi ve Şehrirâz Rûm kralı Kayser'e şu mektubu yazdı: Sana ihtiyâcım var. Bu ihtiyâcımı ne haberciler, ne de kâğıtlar taşır. Seninle buluşalım. Benimle elli Rûmla beraber buluşacaksın. Ben de sana elli İranlı içinde geleceğim. Kayser, beş yüz bin Rûm askeri içinde geldi, yollara öncü casuslar gönderdi. Bunun kendisi için bir tuzak olacağından korkuyordu. Casusları gelip de Şehrirâz'ın yanında sadece elli kişi olduğu haberini getirince rahatladı. İkisi için kurulan atlas bir çadırda bir araya geldiler. İkisinde de sadece birer bıçak vardı. Aralarında anlaşmak üzere bir tercüman çağırdılar. Şehrirâz şöyle konuştu: Senin şehirlerini hile ve kahramanlığımızla harap eden ben ve kardeşimdir. Kisrâ bizi çekemedi ve kardeşimi öldürmemi istedi, ben ise bundan kaçındım. Sonra kardeşime beni öldürmesini emretti. Biz de ikimiz birden onun emrinden sıyrılıp çıktık. Biz seninle birlik olup onunla savaşacağız. Kayser: İsabet etmişsiniz, dedi. Sonra onlardan birisi diğerine: Şüphesiz ki söz iki kişi arasındadır. İki kişiyi geçtiği zaman yayılır değil mi, dedi. Diğeri buna evet cevabını verdi. Hemen birlikte bıçaklarıyla tercümanı öldürdüler. Allah Teâlâ Kısrâ'yı helak buyurdu. Haber Hudeybiye günü Allah Rasûlü (s.a.)’e ulaştı ve onunla beraber müslümanlar da buna sevindiler.3 İbn Abbas'tan, diğer sahabe ve tâbiun'dan rivayet edilenlere göre, Bizans'la İran arasındaki bu savaşta müslümanların Bizans'ı, Mekkeli müşriklerin de İran'ı tuttukları ortaya çıkmaktadır. Bunun birçok sebebi vardır. Birincisi, İranlılar bu savaşa Mecusilikle Hıristiyanlık arasındaki bir savaş havası veriyorlar ve bunu siyasî bir fetihten çok Mecusiliği yayma aracı olarak kabul ediyorlardı. Kudüs'ün fethinden sonra Hüsrev Perviz, İmparator Herakliyus'a yazdığı mektupta bu zaferi Mecusiliğin doğruluğunun bir delili olarak kabul ettiğini belirtmektedir. İlke olarak Mecusî inancı, Mekkeli müşriklerin inancına benziyordu, çünkü Mecusiler de tevhidi inkâr ediyor, iki ilahın varlığına inanıyor ve ateşe tapıyorlardı. İşte bu nedenle Mekkeli müşrikler savaşta onların tarafını tutuyorlardı. Bunların aksine Hıristiyanlar, tek tanrı inançları ne denli tahrif olursa olsun bir tek Allah inancını dinin temeli olarak kabul ediyor, ahirete inanıyor, vahiy ve risaleti hidayetin kaynağı olarak kabul ediyorlardı. Yani, onların dini ilke olarak İslâm'a benziyordu. İşte bu nedenle müslümanlar, doğal olarak onların tarafını tutuyor ve putperestlerin kendilerine hâkim olmasını istemiyorlardı. İkincisi, yeni bir peygamberin gelişinden önce, bir önceki peygambere inananlar yeni peygamberin mesajı kendilerine ulaşıncaya ve onu açıktan reddedinceye dek müslüman sayılırlar. (bkz. Kasas/73) . O sıralarda, Hz. Muhammed'e (s.a) peygamberlik geleli henüz beş altı yıl olmuştu ve henüz mesajı Arabistan dışına ulaşmamıştı. Bu nedenle müslümanlar, Hıristiyanlara kâfir gözüyle bakmıyorlar, fakat Yahudileri Hz. İsa'nın (a.s) peygamberliğini inkâr ettikleri için kâfir olarak kabul ediyorlardı. Üçüncüsü Kasas/52-55 ve Maide/82-85'de de değinildiği gibi Hıristiyanlar ta başından beri müslümanlara hoşgörülü davranıyorlar ve içlerinden çoğu hakkın mesajını açıkgönüllülükle hemen kabul ediyorlardı. Bundan başka Hıristiyan Habeş Kralının kendisine sığınan müslümanların tarafını tutup Mekkeli müşriklerin müslümanları kendilerine teslim etmesi isteklerini geri çevirmesi de, müslümanların Mecusilere karşı Hıristiyanların tarafını tutmasını gerektiriyordu.4 3 (İbni Kesir) 4 (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an) 9
  • 10. Rumların Mağlup Olması Ve Sonraki Durum Hakkındaki Haber: Müfcssirler bu ayetlerle ilgili birçok rivayet naklctmiştir. Makul çerçevede özeti şudur: Bu ayetler Arap yarımadasına komşu Şam ve Fırat bölgelerinde Rumlarla Farslar arasında harp olduğu bir dönemde inmiştir. Bu savaşta İranlılar Rumları mağlup etmişti ve Mekke müşrikleri buna çok sevinerek müslümanlara karşı sevinçlerini izhar ederek onlarla alay etmeye başladılar. Çünkü müslümanlar kaynak ve özün bir olduğunu, bunun kendileriyle Ehli Kitap arasını birleştirdiğini söylüyorlardı ve Hıristiyan Rumlar da onlardandı. Bu durum müslümanlara çok ağır geldi ve üzüldüler. Bunun üzerine Allah onları bu ayetlerle müjdeleyerek rahatlattı. Ayetlerin içeriğinde her ne kadar açık olarak Farsların bahsi ve müşriklerin sevinip alay etmeleri geçmese de, yukarıdaki özet bilgiyi teyit etmektedir. Bundan başka çeşitli sığalarla gelen birçok rivayete göre müslümanlarla kâfirler arasında durumun kızıştığı, hatta ayetlerin müjdelediği gibi Rumların hezimete uğramalarından sonra tekrar galip olacakları müjdesinin doğruluğu üzerinde ödüllü bahislere girildiği ifade edilmektedir. Bunların birinde bunun Ebu Bekir ile Ümeyye b. Halef arasında olduğu ve onların beş veya altı yıl gibi bir süre koydukları aktarılmaktadır. Ebu Bekir bunu Peygamber'e bildirdiğinde ona bahis kıymetiyle süreyi arttırmasını emretti, çünkü “bid'ı [birkaç]” kelimesi üçten dokuza kadar uzayabilmektedir. O da öyle yaptı ve nihayette Rumlar galip oldu, Ebu Bekir bahsi kazandı ve müşriklerin çoğu müslüman oldu. Başka bir rivayete göre Ebu Bekir ile Ümeyye'nin tayin ettikleri süre geçmiş ama Rumlar galip olamamışlardı ve Ebu Bekir bahsi kaybetmişti. Dikkat edilirse bu rivayete göre sûre veya bu ayetlerin hicretten çok önce inmiş olmaları gerekmektedir. Ancak hemen hemen üzerinde ittifak edilen nakledilmiş tertiplere göre bu surenin veya ayetlerin nüzulü Mekke döneminin sonlarında olmuştur ve bu dönemde Kur'an'dan inen son ayetler arasında yer almaktadır; zira bunun inmesinden az bir müddet sonra Peygamber ve ashabı Medine'ye hicret etmişlerdir. Her ne olursa olsun Allah vaadini ve müjdesini birkaç yıl içerisinde gerçekleştirmiş ve Rumlar dönüp İranlıları tarih kayıtlarında sabit olduğu gibi mağlup etmiştir. Müfessirlerin naklettikleri rivayetler arasında bunun Hicret'ten yaklaşık iki sene sonra Bedir gazvesi esnasında olduğu da ifade edilmektedir. Bir kısım müfessir de bunun Hudcybiye olayı sırasında olduğunu nakletmektedir; bu esnada Kureyş'in ileri gelenleri Peygamber ve müslümanlarla bahse girmek zorunda kalmışlardı, bu Hicret'in altıncı yılında olmuştu, Fetih sûresi ilk ayetinin de vasfettiği gibi bu apaçık bir zaferle sonuçlanmıştı: "Biz sana apaçık bir fetih verdik. (Fetih/1)” Müslümanlar, kitap ehli olmayan Mecusilerle birlikte olan müşriklere karşı zafer kazanmışlardı, aynı dönemde kitap ehli olan Rumlar da Mecusilere karşı zafer kazanmışlardı. Böylece müslümanların sevinci çift olmuş, Kur'an haberlerinden biri gerçekleşmişti. Müslümanların Rumların mağlup olmalarından üzülmeleri, galip olmalarından da sevinmeleri kaynak ve özde birleşmelerinden dolayıdır. Bu daha önce tefsiri geçen, o sırada bizim de dikkat çektiğimiz birçok surenin çeşitli ayetleriyle de teyit edilmiştir. Bunlar arasında Peygamber'in üzerine Kur'an vahyinin inmesinden dolayı sevinen kitap ehlinin bulunduğu haberinin yer aldığı ayetler de vardır. Ra'd sûresinin "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler sana indirilenden sevinirler..." ve bu indirilenin Allah tarafından olduğuna onlardan yakinen inananlar olduğunu açıklayan En'am sûresinin 114. ayeti: "Allah, size kitabı açıklanmış olarak indirmiş iken O'ndan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz, O (Kur'an)'nun gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler..." Açıkça iman ettiklerinin haberini içeren Kasas sûre- sinin 52. ve 53. ayetleri: "Bundan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, bu Kur'an'a inanırlar. Onlara Kur'an okunduğu zaman: 'Ona inandık, O Rabbimizden gelen gerçektir... Zaten biz ondan önce de müslümanlar idik' derler" ve İslam şeriatı ile Önceki peygamberlerin şeriatlarının aynı kök ve özden olduklarını gösteren Şûra sûresinin 13. ayeti: "O 'Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi; İbrahim e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri' etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi..." bunlardandır. Bütün bunlar müşrikleri öfkelendiriyordu. Özellikle de kitap ehlinin Kur'an'a inanıp tasdik etmeleri karşısında, onların Allah'ın kitabını ve Peygamberini inkâr etmelerinden dolayı Kur'an onları kınıyordu. Farslar galip geldiğinde bu nedenden sevinip coşmuşlar, müslümanlar da üzülüp kederlenmişlerdi. Açıkça ifade etmek gerekir ki, bizim bu açıklamalarımız, Mekke ve Medine'de inen kitap ehlinden bir grubun, özellikle de Hicaz Yahudilerinin Peygamber'e ve Kur'an'a karşı inkarcı ve düşmanca bir tavır takındıklarını ifade eden birçok ayetle ters düşmemektedir. Biz önceki münasebetlerde bunun sebeplerini Kur'an naslanyla da destekleyerek açıklamıştık. Bu açıklamalarımız 10
  • 11. aynı şekilde daha sonra ortaya çıkıp Peygamber'den sonraki dönemlere kadar uzayan, Peygamber ile Rumlar arasındaki düşmanlık ve savaş durumuyla da ters düşmemektedir; zira Rum vatandaşları Peygamber'in elçilerine, Hıristiyan Arap kabileleri de müslümanların kafilelerine saldırmıştı ve bu, söz konusu neticeye neden olmuştu; yani düşmanlığa başlayan Rum tarafı olmuştu ve böylece düşmanlığı defetmek de müslümanların hakkı ve görevi haline gelmişti. Bu arada Kur'an, anlattığı haber ve kıssalarla öğüt vermeyi amaçladığından, vahiy hikmeti bu hadisenin de buna vesile olmasını murat etmiş ve ayetler Allah'ın yardım edeceğini, zaferi vaat ettiğini ve sevinme hakkının da müminlere ait olduğunu ifade eden umumî bir müjde ihtiva etmiştir. Gelip geçici işlerle ilgilenip dış görünüşlere önem vererek aldanan, önemli ve tehlikeli olandan gafil olan insanlar da ayetlerde kınanmıştır. Şunu da belirtelim ki, "Ğulibet" kelimesindeki "Ğayn" harfi fetha-üstün, "seyağlibûn" kelimesindeki "ye" harfi zamme-ötre ile de okunmuştur. Ancak en doğru olanı birincisinde zamme- ötre, ikincisinde fetha-üstün kıraatidir, çünkü Rumlar peygamberliğin ilk yıllarında mağlup olmuşlar, sonra da galip gelmişlerdir.5 ROMALILARIN GALİBİYETİ VE EN ALÇAK YER Romalılar yenilgiye uğradılar. Dünyanın en alçak yerinde. Ama onlar yenilgilerinin ardından yeneceklerdir. Üç ile dokuz yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah'ındır. O gün inananlar sevineceklerdir. (Rum Suresi 2-4) Kuran ayetlerinin indiği dönemde, Romalılar [Rumlar] Hıristiyan, Persler [İranlılar] ise ortak koşan [ateşe tapan] topluluklardı. Romalılar'la Persler'in arasında geçen savaşta Persler'in savaşı kazanması, Hıristiyanlar gibi tek Allah'a inanan Müslümanlar'ı üzmüştü. Ortak koşan bir toplumun Allah'a inanan bir topluluğa karşı galibiyeti moralleri bozmuştu. Bu durumun üzerine Kuran, Romalılar'ın [Bizans'ın] yakında galip geleceğini ve inananların bu olay üzerine sevineceğini müjdelemiştir. 4. ayette geçen "bıdı sinin" ifadesi üç ile dokuz arası sayıları ifade eder. Arapça'da tekil için ayrı, iki adet için ayrı, ondan fazla sayıları belirtmek için ayrı ifadeler vardır. Hz. Muhammed dini ilk yaymaya başladığı günden itibaren kendisine inanan insanlar hep var olmuş, gittikçe bu sayı artmıştır. Eğer Kuran'ın bu ifadesi yanlış çıksaydı hiç şüphesiz Kuran'a ve Hz. Muhammed'e karşı güven sarsılacak ve birçok kişi dine inanmaktan vazgeçecekti. Yani Kuran'ın, Allah'ın vahyi olmadığını zanneden bir insan için, Kuran'da geleceğe yönelik böyle bir haberin verilmesi, bütün bir sistemin tehlikeye atılmasıdır. Peygamberin, haberin yanlış çıkması halinde kaybedecekleri, haberin doğru çıkması halinde kazanacaklarından çok daha fazladır. Fakat bu dinin sahibi Allah'tır, bu müjdeyi veren de Allah'tır. Bu yüzden hiçbir tehlike yoktu ve hiçbir sorun da olmamıştır. O küçük topluluğun Kuran'a duyduğu güven hiç sarsılmamış ve kısa zamanda tüm bölge inananlarla dolmuştur. BU NE CESARET! Bu ne cesaret, bu ne kendine güven, bu ne tereddütsüz bir haber vermedir! Böyle bir cesaret ya üstün bir bilginin cesaretidir, ya da cahil cesur olur misali cahil cesaretidir. (Sonuçlar hangi şıkkın doğru olduğunu ispatlıyor.) Bu haberin Allah'ın vahyi olduğunu bilmeyenler, bu haberin tüm bir sistemin tehlikeye atılması olduğunu zannederler. Üstelik bu haber, olması zor olanın müjdelenmesidir. Çünkü savaşı kaybetmiş olan bir devletin, yakında kaybettiği topluluğa karşı savaşı kazanacağı söylenmektedir. Bir de "bıdı sinin" ifadesinden üç ile dokuz sene arasında bu olayın gerçekleşeceği anlaşılmaktadır. Bu haber yalan çıksa, hem inananların inancı sarsılacak, hem ortak koşanların dine karşı bir delilleri olacaktır. Oysa tarih şahittir ki; ortak koşanlar Peygamberimize deli, büyücü, menfaatçi gibi suçlamalar yapmalarına karşın, hiçbiri Peygamberin şu söylediği yanlış çıktı, Kuran'ın bu vaadi gerçekleşmedi dememişler, daha doğrusu diyememişlerdir. Oysa bu tarz delile o ortak koşanlar çok muhtaçtılar. Peygamber'e ve inananlara karşı kılıçlarla savaşıp onları öldürmeye çalışmak zor bir yoldu. Eğer ortak koşanların, dine karşı bu tarzda deliller ortaya çıkarmaları mümkün olsaydı, savaşmak gibi zor bir yol yerine, bunu denerlerdi. Zor yolu seçmeleri böyle bir koza sahip olmadıklarını göstermektedir. Kuran'ın tüm dedikleri çıkmış ve bu noktada ortak koşanlar bile bir itirazda bulunamamışlardır. Nasıl günümüzde Kuran'ın birçok mucizesine rağmen ve Kuran'a alternatif hiçbir kitabın, hiçbir sistemin gösterilememesine rağmen hâlâ inanmayanlar varsa ve de 5 (Derveze; et Tefsirü’l Hadis) 11
  • 12. olacaksa, o dönemde de böyle olmuştur, her türlü delili görmelerine rağmen inanmayanlar olmuştur. Fakat tüm bu inanmayanlar, daha Peygamberimiz hayattayken yaşadığı bölgeye Kuran'ın hakim olmasını engelleyememişlerdir. UMUTSUZLUKTAN ZAFERE Bizans [Doğu Roma] tarihini okuyanlar Bizans imparatorluğunun en büyük bunalımlarından birini 7. yüzyılda [Kuran'ın indiği dönemde] yaşadığını, bu bunalımın en önemli sebeplerinden birinin Persler'le yaşanan sorunlar olduğunu göreceklerdir. Bizans daha sonra sorunlarını aşmış ve bu bunalımı atlatmıştır. Tarihi bilgiler, Kuran'ın, Bizans tarihi hakkındaki söylediklerinin doğruluğunu onaylar. Tarihi kaynaklarda Bizans'ın Persler'le yapılan savaşta uğradığı kayıp yüzünden bir daha toparlanamayacağının sanıldığı anlatılır. Anlatılanlara göre, Bizans Kralı Heraklius bu bunalımlı dönemde ordunun masrafları için kiliselerdeki altın ve gümüş süs eşyalarını bile eritip kullanmıştır. Persler daha önce Bizans'ın olan Mezopotamya, Kilikya, Suriye, Filistin, Mısır ve Ermenistan'ı işgal etmişlerdir. Umudun olmadığı bir dönemde Kuran, Bizans'ın yakında [3 ila 9 yıl arasında] galip geleceğini müjdelemiştir. Tarihi kaynaklar bu müjdeden dolayı Peygamber ve etrafındakilerle alay edildiğini, bu haberin çıkışına ihtimal verilmediğini kaydederler. Oysa Kuran'ın her haberi gibi bu haberi de doğru çıkacaktır. Bizans, MS. 627 yılında Persler'i Ninova harabelerinin yakınında yener. Persler işgal ettikleri yerleri Bizans'a geri veren bir anlaşma imzaladılar (Bakınız Warren Treadgold, A History of the Byzantine State and Society, Stanford University Press, sayfa 287-299) DÜNYANIN EN ALÇAK YERİ Rum Suresi 3. ayette Rumlar'ın Dünya'nın en alçak yerinde yenilgiye uğradıkları geçer. Arapça Dünya'nın en alçak yeri "Edna el-Ard" olarak ifade edilir. Bu ifadeyi bazı çevirmenler en yakın yer olarak çevirmişlerdir. Fakat bu çeviri, ayetin ifadesinin temel anlamına uygun değildir, bu ancak yan bir anlam olarak kabul edilebilir. Ayetin Arapçası'nın temel ifadesi, bu yenilginin Dünya'nın en alçak [Edna el-Ard] yerinde gerçekleştiği şeklindedir. Anlaşılıyor ki, ayetin temel anlamıyla neyi ifade ettiğini anlamayan çevirmenler, yan bir anlamlandırmayla ayeti çevirmişlerdir. Umarız ayetin ortaya koyduğu bir mucizeyi daha açıklayan açıklamamızdan sonra çevirmenler de gerekli düzeltmeyi yaparlar. Bizans İmparatorluğunun Persler'e yenildiği bölge Suriye, Filistin ve şimdiki Ürdün topraklarının kesiştiği bölgede yer alan Lut gölü (ölü deniz) havzasıdır. Deniz seviyesinden 395 metre aşağıda olan Lut gölü çevresi, Dünya'mızın "en alçak" noktasıdır (Dünya'nın en yüksek noktası Himalayalar, en alçak noktası Lut Gölü [Ölüdeniz] havzasıdır). Rumların ileride savaşı kazanacağını söyleyerek geleceğe dair hiç tahmin edilmeyen bir haberi vererek bir mucize oluşturan Kuran, bu ifadesiyle ancak son yüzyılın ölçüm teknikleriyle bilinebilmiş bir bilgiyi önceden açıklayarak bir mucize daha oluşturmuştur. MEKKE'Yİ FETHEDECEKSİNİZ Allah, elçisinin gördüğü rüyanın gerçek olduğunu doğrulamaktadır. Allah dilerse (İnşallah), siz güven içinde başlarınızı traş etmiş, kısaltmış olarak korkusuzca Mescidi Haram'a muhakkak gireceksiniz. Sizin bilmediklerinizi bildiği için bundan önce size yakın bir fetih verdi. (48 Fetih Suresi 27) Allah, Kuran'da, Peygamber'in rüyasının gerçekleşeceğini ve Mescidi Haram'a saçlar tıraş edilmiş veya kısaltılmış bir şekilde gireceklerini söyler. Kuran'ın bu mucizesi de bu bölümde incelediğimiz Rumların yenilgilerinden sonra galip geleceklerini söyleyen ayet gibi gelecekle ilgili verilen haberlerle ilgili bir mucizedir. Peygamberimizin ve inananların Mekke'den kovulduklarını, Mekkelilerin sayısal ve askeri güç açısından başta üstün olduklarını, inananları hicrete [göçe] mecbur ettiklerini biliyoruz. Birçok Peygamber dini, dini yaydığı topraklara hâkim edemeden vefat etmiştir. Eğer Kuran'ın müjdesi olmasa Peygamberimiz Mekke'yi fethedeceğini bilemez, bu konuda bir iddiada bulunamazdı. Peygamberin başta rüyasında gördüğü bu olay, Kuran'ın ayetleriyle bir müjdeye dönüşmüş ve inananlar kovuldukları, zayıf oldukları için terk etmek zorunda kaldıkları toprakları geri almışlardır. Kuran'ın bu ayetleri gibi, Ebu Leheb'in müslüman olmayacağını söyleyen ayetler de (111. sure) mucizevî niteliktedir. Peygamberimizle baştan savaşan Ebu Süfyan, Vahşi gibi birçok kimsenin sonradan müslüman olduğu bilinmektedir. Eğer Ebu Leheb sonradan müslüman olmaya kalksaydı veya müslüman olduğuna dair rol yapsaydı (Sırf kendisi hakkındaki ayetleri yalanlamak için) birçok kişinin aklını bulandırabilirdi. 12
  • 13. Gelecekle ilgili tüm bu Kuran ayetleri, Kuran'ın ifadelerindeki endişesizliği, güveni, iddialılığı göstermektedir. İnsan eliyle yazılacak olan bir kitapta duyulacak endişelerin hiçbiri Kuran yazılırken duyulmamıştır. Bu Kuran'ın insan yazması olmadığının, geleceği de çok iyi bilen Allah'ın vahyi olduğunun sayısız delillerinden biridir. Biz bu kitabı sana her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. (16 Nahl Suresi 89)6 Tekrar konumuz olan 2- 7. ayetlerin tahliline dönersek, şu hususları da eklemek gerekir: Bu ayetlerde aynı zamanda müminlere uluslararası siyaset de öğretilmektedir. Şöyle ki: Müminler her zaman ehli imandan yana olmalıdırlar. Mümin taraf dururken, müşrik ve inkârcı tarafı tutulamaz, onlara destekçi olunamaz. İnanan taraf ile inkârcı taraf arasındaki çatışmanın türü sıcak savaş da olsa böyledir, ekonomik, siyasi ve kültürel savaş da olsa böyledir. Ayetteki “Bundan önce ve sonra emir Allah’ındır” ifadesinden, zaferi ve yenilgiyi Allah’ın takdir ettiğini anlamaktayız. Zaten birçok ayette Rabbimiz inananlara yardım edeceğini vaat etmiştir, Ayrıca ileride birçok ayette yer aldığı gibi bu vaadini de gerçekleştirmiştir. 47 Ve andolsun ki Biz, senden önce birtakım elçileri toplumlarına gönderdik de, onlar onlara, apaçık delilleri getirdiler. Sonra Biz, günah işleyen kimseleri yakalayıp cezalandırarak adaleti sağladık. Mü’minlere yardım da, Bizim üzerimize bir hak idi. (Rum/47) 121 Ve hani sen, sabah erkenden mü’minleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ehlinden ayrılmıştın. –Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.– 122 O zaman sizden iki grup, Allah kendilerinin yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakını olmasına rağmen bozulmaya yüz tutmuştu. – Artık inananlar, yalnızca Allah'a işin sonucunu havale etsinler!– 123-127 Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye size Bedir'de yardım etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç bin haberci âyetle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabreder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, evet sizi Rabbiniz destekler. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş /eğiten/ gönderilmiş beş bin haberci âyetle yardım eder. Ve Allah, bu yardımı size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf Allah, kâfirlerden; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah katındandır. Öyleyse Allah'ın koruması altına girin. (Al-i Imran/121-126) 23 Ey iman etmiş kimseler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfürü; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeyi seviyorlarsa, onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyiniz. Sizden her kim de onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar kabul ederse, artık işte onlar, yanlış davrananların; kendi zararlarına iş yapanların ta kendileridir. 25 Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size güven vermişti de onun size bir yararı olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da arkanızı dönüp kaçmıştınız. 26 Sonra Allah, Elçisi'nin üzerine ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygularını/ morallerini içlerinde oluşturdu ve sizin görmediğiniz ordular indirdi. Kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseleri de azaba uğrattı. Ve işte bu, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin cezasıdır. 27 Sonra, bütün bu olup bitenlerin arkasından Allah, dilediği kimseye dönüş nasip eder. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. 6 (Kur’an araştırmaları gurubu; Kur’an hiç Tükenmeyen Mucize) 13
  • 14. (Tevbe/25-27) 9 Hani siz, Rabbinizden yardım diliyordunuz da Rabbiniz, “Şüphesiz Ben, işte ardarda bin haberci âyetle size yardım ediyorum” diye karşılık vermişti. 10 Bunu da Allah, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Ve yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. 11 Hani Rabbiniz, yine Kendi katından bir güven olarak bir uyku sardırıyordu. Sizi kendisiyle temizlemek, kötü niyetli kişinin pisliğini/zararını sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sağlam durdurmak için gökten üzerinize bir su indiriyordu. 12 Ve hani, Rabbin doğal güçleri programlıyordu: “Şüphesiz Ben, sizinle beraberim, haydin inanmış kimselere sebat verin. Ben, kâfirlerin; Kendimin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerin yüreğine korku salacağım, hemen boyunların üstüne vurun, onlardan tüm parmak uçlarına/eklemlerine de!” (Enfâl/9-12) Bu bağlamda ayrıca Ali Imran/138-164. ayetlerden oluşan pasaj da okunmalıdır. 8 Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için oluşturmuştur? Ve şüphesiz insanlardan çoğu, Rablerine kavuşmayı kesinlikle bilerek reddedenlerdir/ inanmayanlardır. 9 Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de onlara nice açık delilleri getirmişlerdi. O hâlde Allah onlara haksızlık edecek değildi, fakat onlar şirk koşarak kendilerine haksızlık etmekteydiler. Bu ayetlerde Rabbimiz, insanlardan ve özellikle de yalanlayıcı kesimden Kendisini tanımalarını istemekte; bunun için de onları yerde ve göklerde kurduğu düzeni araştırmaya, evrenin geçici olmak gerçeği ile yaratıldığını tespite ve geçmişte çok güçlü olmalarına rağmen inkârcılıkları yüzünden perişanlığa düşmüş, mahvolmuş toplulukları araştırmaya, sonra da düşünmeye davet etmektedir. Onlar bizzat kendilerine etmişlerdir, azap edilmelerinin nedeni kendi elleriyle yaptıklarıdır. Burada konu edilen geçmiş kavimler Âd ve Semûd kavimleridir. Daha evvel birçok kez açıkladığımız gibi, Resulullah’ın çağdaşı olan Araplar bu kavimlerin geriye bıraktıkları kalıntıları görüyor, bir yere gittiklerinde o ülkelerin topraklarından geçiyorlardı. Ancak araştırılması gerektiği mesajı verilen eski toplumlar sadece o günün Arap toplumunun bildiği bu kavimler ile sınırlı değildir. Dünyanın dört bir tarafındaki geçmiş uygarlıkların tümü incelenip hepsinden ders çıkarılmalıdır. 8. ayette “Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah, göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır?” denilerek evrenin kaderinin “sona ermek” olduğunun herkesçe bilinebilecek bir olgu olduğuna işaret edilmektedir. Bu husus birçok ayette vurgulanmıştır: 3 Allah, gökleri ve yeryüzünü hak ile oluşturdu. O, onların ortak koştukları şeylerden yücedir. (Nahl/3) 14
  • 15. 115 Peki siz, Bizim sizi sadece boş yere oluşturduğumuzu ve şüphesiz sizin yalnızca Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? (Mü’minun/115) 44 Allah, gökleri ve yeri hak ile oluşturdu. Şüphesiz bunda, iman edenler için kesinlikle bir alâmet/ gösterge vardır. (Ankebut/44) 22 Eğer yer ile gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de kesinlikle kargaşa içinde olurdu/düzenleri bozulurdu. O hâlde en büyük tahtın Rabbi olan Allah, onların nitelemekte oldukları şeylerden arınıktır. (Enbiya/22) 9. ayette konu edilen “tarihten ve arkeolojik kalıntılardan, ören yerlerinden ibret alma” konusu Kur’an’da sıkça vurgu yapılan bir konudur: 6 Görmediler mi ki Biz, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün imkânları kendilerine verdiğimiz, gökyüzünü üzerlerine bereketlerle gönderip altlarında ırmaklar akıttığımız nice nesilleri değişime/yıkıma uğrattık. Biz onları, günahları sebebiyle değişime/yıkıma uğrattık ve onların sonrasından başka bir nesil oluşturduk. (En’am/6) 44 Ve yeryüzünde gezip de bir bakmadılar mı, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş? Hâlbuki onlar, kuvvetçe kendilerinden daha çetin idiler. Göklerde ve yeryüzünde Allah'ı âciz bırakan hiçbir şey yoktur. Kesinlikle O, en iyi bilendir, en güçlü olandır. (Fatır/44) 82 Daha yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir bakmazlar mı? Onlar kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından daha çetin idiler. Öyle iken o kazandıkları şeyler, kendilerine yarar sağlamadı. (Mü’min/82) Bunlardan başka Al-i Imran/137, En’am/11, Yusuf/109, Nahl/36, Hacc/46, Ankebut/20, Rum/42, Mü’min/21 ve Muhammed/10’a da bakılmalıdır. 10 Sonra Allah'ın âyetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini yalanladıkları için, kötülük eden o kimselerin âkıbetleri, “en kötü” oldu. Onlar alay da ediyorlardı. İnkârcıların açıkça tehdit edildiği bu ayette, Allah’ın ayetlerini yalanlayarak onlarla alay edenlerin, işledikleri kötülüklerine karşılık ahiretteki akıbetlerinin “en kötü” olacağı bildirilmektedir. Ayette kötülüğün karşılığı “ ‫الشوأى‬es-Süa [en kötü]” diye nitelenmiştir. Ayetteki “en kötü” ifadesiyle kastedilen, cehennem ateşidir. “Kötülük eden kimseler” ise şirk koşanlar, inkârda bulunanlardır. Zira ayetin devamında “Onlar alay da ediyorlardı” denilmiştir. Allah’ın ayetleriyle onlardan başkası alay etmez. İnandığını iddia edip de alay eden kişi de aslında inkârcıdır. İyiliğin karşılığı ise “ ‫الحسنى‬el-husna [en güzel olan]” olarak nitelenmişti: 31,32 Göklerde ne var, yerde ne varsa; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması, iyileştiren-güzelleştiren kimseleri; –bazı küçük sürçmeler dışında– günahın büyüklerinden ve iğrençliklerden çekinip kaçınan kimseleri de “En güzel” ile ödüllendirmesi için Allah'ındır. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin bağışlaması geniş olandır. Sizi, hem topraktan oluşturduğu zaman, hem de annelerinizin karnında ceninler hâlinde bulunduğunuz zaman, en iyi bilen O'dur. O hâlde nefislerinizi temize çıkarmayın. Allah'ın koruması altına girmiş kimseyi O daha iyi bilir. (Necm/31) 15
  • 16. 87,88 O dedi ki: “Kim şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yaparsa kesinlikle ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve sâlihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.” (Kehf/87, 88) 26 Güzellik yapan kişiler için daha güzeli ve fazlası vardır. Yüzlerine kara bulaşmaz, aşağılık, aşağılanma da. İşte bunlar, cennet ashâbıdırlar. Onlar, orada sonsuz olarak kalıcıdırlar. 27 Kötülük kazanmış olan kimseler de, kötülüğün cezası, bir benzeri iledir. Ve onları bir aşağılık kaplar. Onlar için Allah'tan, hiçbir koruyucu yoktur. Sanki onların yüzleri karanlık gecelerden bir parçaya bürünmüş gibidir. İşte onlar ateşin ashâbıdırlar. Onlar orada sonsuza dek kalacaklardır. (Yunus/26) 11,12 Allah, oluşturmayı ilkin yapar, sonra onu iade eder. Sonra da O'na döndürülürsünüz. Kıyametin kopuş anında da suçlular, ümidi keserler. 13 Onlar için ortak koştuklarından, şefaat; yardım, kayırma yapacaklar da bulunmaz. Ve onlar, ortaklarını reddettiler/ kabul etmeyenler oldular. Bu ayetlerde Rabbimiz kendisini tanıtmakta ve yarattıklarının kendisinden kaçamayacaklarını, mutlaka sorgulanacaklarını bildirirken, aynı zamanda da bu gün mağrurlanan müşriklerin o gün ümitlerini keseceklerini; güvendikleri sözde şefaatçilerin [Allah’a ortak tanıdıkları kişi ve nesnelerin] de ortalarda bulunmayacağını bildirmektedir. Ayette geçen “ortak koştuklarından” şeklindeki ifadeden, geçmişten günümüze şirk unsuru olarak kullanılan her türlü şirk malzemesi; melekler, peygamberler, azizler, şehitler ve salih insanlar, Ay, güneş, gezegenler, ağaçlar, taşlar, hayvanlar gibi cansız veya şuursuz varlıklar; ya da şeytan, dini liderler, zalimler, despotlar gibi insanları kandırıp saptırarak veya baskı yaparak Allah'ın kullarını kendilerine ibadete zorlayan tağutlar anlaşılabilir. Bunların ahiret günü hiçbir işe yaramayacağı Kur’an’da birçok kez ifade edilmiştir: En’am/94, Yunus/28, 29, Hud/20, 21, Nahl/86, 87, Meryem/81, 82, Furkan/17, 18, Mü’min/73, 74, Fussılet/47, 48. 14 Ve Saat'in dikildiği günde de, işte o gün onlar ayrılırlar. 15 Şimdi iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimselere gelince; artık onlar, bir bahçe içinde neşelendirilirler. 16 Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden, âyetlerimizi ve âhiret buluşmasını yalanlayan şu kimselere de gelince, işte onlar azap içinde hazır bulundurulurlar. Bu ayetlerde, kaçışı mümkün olmayan o günde inananlar ile inanmayanların akıbetlerinin neler olduğu kısaca tasvir edilmiştir. O gün insanlar “inananlar” ve “küfredenler” olarak iki guruba ayrılırlar. İnanmış ve salihatı işlemiş olan grup cennette mutlu olarak yaşayacak; küfreden, ahireti ve Allah’ın ayetlerini yanlayan grup ise azap içinde bulundurulacaktır. Bu gerçek Kur’an’da defalarca hatırlatılmıştır: Vakıa/7-10, Ya Sin/59-64, Saffat/22, 23, Casiye/28, Yunus/28, Zümer/71-74, Hacc/19- 22, Zuhruf/75. 17,18 O hâlde, yapmanız gereken, akşama erdiğinizde, sabaha erdiğinizde, gece sırasında, öğleye erdiğinizde; her zaman Allah'ın tüm noksan sıfatlardan arındırılmasıdır! Göklerde ve yerde de tüm övgüler sadece O'na aittir; başkası övülemez. 16
  • 17. Bu ayetlerde, insanların akıllarını başlarına aldıkları takdirde ister istemez yapmak zorunda kalacakları iş ortaya konmaktadır. Bu, “Allah’ı tanımak, O’nu her türlü noksanlıktan arındırmak ve O’na hamd etmek”tir. Daha önce de açıklandığı gibi, “tesbih”, “Yaratanı tüm nitelikleriyle tanımak ve tanıtmak” demektir. Dolayısıyla Yüce Allah’ı tesbih etmek, “O’nu müşriklerin, bilgisizlerin yakıştırdıkları noksanlıklardan, iftiralardan tenzih etmek ve sıfatları gereğince yüceltmek” demektir. Peygamberimizden istenen tesbih budur; yani Allah’ın gerektiği gibi tanıtılması eylemidir. Dolayısıyla, bu ayetlere göre, bu gerçekleri bilenlerin Allah’ı gece gündüz sürekli tanıtmaları gerekmektedir. Bu konuyla ilgili olarak A’la/1, Kaf/39, 40, Ta Ha/130, Ali Imran/41, Hıcr/98, Furkan/58, Mümin/55, Tur/48, Vakıa/74, Vakıa/96, Hakka/52 ve Nasr/3’e de bakılmalıdır. 41,42 Ey iman eden kişiler! Allah'ı anışınız, ‘çokça anmak’ olmak üzere anın. Ve O'nu her zaman noksan sıfatlardan arındırın. (Ahzab/ 41, 42) 19 O, ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır ve yeryüzüne ölümünden sonra hayat verir. Sizler de işte öyle çıkarılacaksınız. Bu ayette Rabbimiz insanlar üzerindeki mutlak tasarrufunu vurgulamaktadır. Asla unutulmaması gereken temel gerçek, yaratanın, diriltenin, öldürenin O olduğu; ölüden diri, diriden ölü çıkardığıdır. O, yeryüzünü cansız iken bitkileri çıkartmak suretiyle canlandırdığı gibi, insanları da ölümlerinden sonra diriltecektir. 33 Ve ölü toprak, duyarsız topluma bir delildir. Biz ona hayat verdik ve ondan taneler çıkardık da ondan yeyip duruyorlar. (Ya Sin/33) 5 Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, bilin ki ne olduğunuzu size ortaya koymak için, şüphesiz Biz, sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra bir embriyondan, sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından oluşturmuşuzdur. Ve Biz, dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak, sonra da olgunluk çağına erişmeniz için çıkartırız. Bununla beraber kiminiz geçmişte yaptıkları ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırılır/öldürülür. Kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki sönmüştür; sonra Biz, onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir. 6 İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın hak olması, şüphesiz sadece O'nun, ölüleri diriltmesi ve şüphesiz sadece O'nun her şeye en iyi güç yetiren olması nedeniyledir. 7 Kıyâmet ise şüphesiz gelicidir. Kesinlikle onda şüphe yoktur. Ve şüphesiz ki Allah, kabirlerde olan kimseleri diriltecektir. (Hacc/5-7) 57 Ve O, hatırlarsınız/ öğütlenirsiniz diye, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler/ dağıtıcılar/ yayıcılar olmak üzere gönderir. O rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir beldeye gönderir, sonra onunla suyu indiririz. Böylece onunla ürünün hepsinden çıkartırız. İşte Biz, ölüleri de böyle çıkaracağız. 58 Ve güzel beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle/ bilgisiyle çıkar; kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte Biz, kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyen bir toplum için âyetleri böyle türlü türlü, tekrar tekrar açıklarız. (A'râf/57) Ve Bakara/164, Nahl/65, Ankebut/63, Fatır/9, Fussılet/39, Casiye/5. 17
  • 18. 20 O'nun, sizi bir topraktan oluşturması da Kendisinin alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Sonra da siz, şimdi, dağılıp-yayılan bir beşersiniz. 21 Yine O'nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler oluşturmuş, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda iyiden iyiye düşünecek bir toplum için nice alâmetler/ göstergeler vardır. 22 Yine göklerin ve yerin oluşturuluşu, dillerinizin ve renklerinizin değişikliği O'nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Şüphesiz bunda bilginler için nice alâmetler/ göstergeler vardır. 23 Yine gecede ve gündüzde uyumanız ve armağanlarından rızık aramanız O'nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Şüphesiz bunda kulak verecek bir toplum için nice alâmetler/ göstergeler vardır. 24 Yine O'nun âyetlerindendir ki, size hem korku ve hem de umut vermek için şimşeği gösteriyor. Ve gökten bir su indiriyor da onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat veriyor. Şüphesiz ki bunda aklını kullanacak bir toplum için nice alâmetler/ göstergeler vardır. 25 Göğün ve yeryüzünün Kendi emriyle durması yine O'nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir. Sonra sizi yeryüzünden bir tek çağırışla çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki siz çıkarılıyorsunuz. 46 Size rahmetinden tattırsın, emriyle gemiler akıp gitsin ve sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını ödersiniz diye armağanlarından rızık aramanız için rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi de O'nun alâmetlerinden/ göstergelerindendir. 26 Göklerde ve yerde kim varsa hepsi de O'nundur. Hepsi de O'na saygı duyanlardır. 27 Ve O, oluşturmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu O'na çok kolaydır. Ve göklerde ve yerde en yüce örnek O'nundur. Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır. Bu ayetlerde Rabbimiz neden övgüye layık olduğunu beyan etmektedir. Bu beyanına göre Rabbimizin gerek kendi bünyemizde gerekse çevremizde, “İnsanın topraktan yaratılması, sonra da yeryüzüne yayılması, kendi cinslerinden mutlu olmaları için eşler sağlanması, eşler arasında sevgi merhamet bağı kurması, göklerin ve yerin yaratılışı, dillerin ve renklerin farklılığı, gecede ve gündüzde uyumak, O’nun lütfundan rızık aramak, hem korku hem umut vermek için şimşeğin görülmesi, gökten su indirip onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat vermesi, göğün ve yeryüzünün kendi emriyle durması” gibi binlerce ayeti mevcuttur. TOPRAKTAN YARATILMA Kur’an bağlamında ele alındığında, yaratılışın temeli olan topraktan kasıt, insanın maddi yapısını oluşturan karbon, sodyum, kalsiyum gibi toprakta bulunan ölü cevherlerdir. Rabbimiz bu maddeleri bir araya getirerek canlı varlıkları, özellikle de insanı yaratmış ve bu maddeler ile uzaktan yakından alakası olmayan duyuları, duyguları, akıl, vicdan ve diğer zihinsel fonksiyonları onun bünyesine yerleştirmiştir. 22. ayetteki “dillerinizin ve renklerinizin farklılığı” ifadesi, insanların renk ve 18
  • 19. dillerinin birbirinden farklı oluşunun da Allah’ın plan ve programından kaynaklandığı gerçeğine işaret etmektedir. Bu nedenle hiçbir ırk veya lisan sahibi bu özellikleri nedeniyle horlanamayacağı gibi, bu özellikler hiçbir ırk veya lisan sahibi tarafından tefahur/övünç kaynağı olarak da telakki edilemez. 24. ayette Rabbimiz “size hem korku ve hem de umut vermek için şimşeği gösteriyor” buyurmuştur. Gök gürültüsü ve şimşek, yağmurun geleceğini gösteren, dolayısıyla bitkilerin canlanacağı umudunu müjdeleyen bir tabiat olayıdır. Ancak bu tabiat olayı aynı zamanda yıldırımla, sel felaketiyle her şeyi silip süpüreceği korkusunu da beraberinde getirir. 25. ayetteki “Göğün ve yeryüzünün kendi emriyle durması yine O’nun ayetlerindendir” ifadesiyle verilen mesaj Hacc ve Fatır surelerinde de yer almıştır: 65 Sen, Allah'ın yeryüzündekileri size boyun eğdirdiğini [hep sizin yararlanacağınız ölçülerde yarattığını] ve Kendisinin emriyle denizlerde akıp giden gemileri görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Göğü de Kendi izni/ bilgisi olmaksızın yere düşmekten O tutuyor. Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. (Hacc/65) 41 Hiç şüphesiz gökleri ve yeryüzünü yokoluvermekten, Allah tutuyor. Andolsun ki eğer gökler ve yeryüzü yokoluverirlerse, onları O'ndan sonra kimse tutamaz. Gerçekten O, çok yumuşak davranan, çok bağışlayandır. (Fatır/41) Yine 25. ayetteki “Sonra sizi yeryüzünden bir tek çağırışla çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki siz çıkarılıyorsunuz” ifadesi ise Rabbimizin evrenin varlığını süreli olarak planladığını; yeri ve göğü belirli bir süre ayakta tutacağını; planladığı süre dolduğunda da kıyameti koparacağını bildirmektedir. 50-52 De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun.” Sonra onlar; “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yoktan yaratmış olan.” Bunun üzerine sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın olması umulur! Sizi çağıracağı/diriltileceğiniz gün, O'nu överek O'nun çağrısına uyacaksınız ve sadece pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.” (İsrâ/52) 13 İşte o, bir tek haykırıştır. 14 Bir de bakmışsın onlar meydandadır. (Nâziât/13, 14) 53 Sadece bir tek çığlık olmuştur. Bir de bakmışsın ki hepsi huzurumuzda “hazır ol”a geçirilmişlerdir. (Ya Sin/53) 46. ayette Rabbimiz, 28. ayetin devamı mahiyetinde çevremizdeki ayetlerden rüzgârın fonksiyonuna, denizcilikteki önem ve yararına dikkat çekmiştir. Rüzgârların Allah’ın ayetleri oluşu ve yararları ile ilgili birçok ayet mevcuttur: 22 Ve Biz, rüzgârları aşılayıcılar olarak gönderdik de gökten bir su indirip sizi onunla suladık. Suyu hazinelerde tutanlar/ biriktirenler de siz değilsiniz. (Hicr/22) 48,49 Ve O, rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderendir. Ve Biz ölü bir beldeye can verelim, oluşturduğumuz nice hayvanlara ve insanlara su sağlayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik. (Furkan/48, 49) 19
  • 20. 164 Şüphesiz ki göklerin ve yerin oluşturuluşunda, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarayan şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah'ın semadan bir su indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, yeryüzünde her deprenen canlılardan yaymasında, rüzgârları evirip çevirmesinde, gök ile yeryüzü arasında emre hazır olan bulutta, şüphesiz akıllarını çalıştıran bir toplum için elbette alâmetler/göstergeler vardır. (Bakara/164) 28 Allah, size kendinizden bir örnek veriyor: Hiç size rızık olarak verdiğimiz şeylerde yasa ile size teslim edilen kişilerden ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur ve kendinize çekindiğiniz/ değer verdiğiniz gibi onlarla da karşılıklı çekinir misiniz/ birbirinize aynı değeri verir misiniz, eşit olur musunuz? İşte Biz, aklını kullanan bir toplum için âyetleri böyle açıklarız. 29 Tam tersi, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış kimseler, bilgisizce boş-iğreti arzularına uydular. Peki, Allah'ın şaşırttığını kim yola getirebilir? Onlar için yardımcılardan da yoktur. Bu ayetlerde Rabbimiz şirkin mantıksızlığını ortaya koymak için çok önemli, dikkat çekici bir örnek vermektedir. Verilen bu örnekte, “Hiç size rızık olarak verdiğimiz şeylerde yeminlerinizin malik olduklarından [yasa ile size teslim edilen kişilerden] ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur ve kendinize çekindiğiniz gibi onlarla da karşılıklı çekinir misiniz?” denilerek kimsenin böyle bir ortaklığı, eşitliği kabul etmeyeceği, kimsenin böyle bir saygı oluşturmayacağı inkari bir soruyla ortaya konulmuştur. Örneği güncelleştirecek olursak: Hiçbir kimse evindeki hizmetçi ile fabrikasındaki işçisini kendisi ile eşit kabul etmez. Durum böyle olunca, Allah'ın kulları ve mahlûkları nasıl olur da Allah ile eşit ve O’nun ortağı olabilir? Nasıl olur da kendilerine tapılmayı gerektirecek, Allah’ın özelliklerine denk bir özellikleri olduğunu iddia edebilirler? Bu örnek Kur’an’da kişi, nesne, kurum veya ne türden olursa olsun herhangi bir şeyi Allah gibi mutlak otorite tanıyan kimseleri uyarmak için verilmektedir. 30 O hâlde sen yüzünü, eski inançlarını terk eden biri olarak dine, insanları üzerine ilk olarak yoktan yaratmış olduğu Allah'ın fıtratına doğrult. Allah'ın oluşturuşunda değişiklik söz konusu değildir. Dosdoğru/ ayakta tutan din, budur. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. 31,32 Kalben O'na yönelenler olarak, Allah'ın koruması altına girin, salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun-ayakta tutun], ortak koşanlardan; dinlerini parça parça bölmüş, ayrılıkçı gruplara ayrılmış kimselerden de olmayın. –Her ayrılıkçı grup kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir.– Önceki ayetlerde yapılan açıklamalardan sonra bu ayetlerde de Resulullah’a ve onun şahsında tüm insanlara Allah’a yönelmeleri emri verilmektedir. Daha sonra da “Hanif [muvahhid]” müslümanlar muhatap alınarak dinde ayrılığa düşmüş olan, kendi inanç ve yollarıyla böbürlenen kimselerden olmamaları yönünde uyarılmaktadır. 20
  • 21. 30,31 İşte böyle! Ve kim, Allah'ın dokunulmaz kıldıklarına saygı gösterirse, artık bu, kendisi için Rabbinin katında hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlar size helal kılınmıştır. O hâlde Allah'a yönelmişler olarak, O'na ortak kabul edenler olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Allah'a kim ortak koşarsa artık o kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir. ([Hacc/30, 31) Yüce Allah insanların objektif olduğu ve kendilerine lütfedilen zihinsel yetileri doğru kullandığı takdirde tevhid inancına erişeceğini, afak ve enfüsteki delilleri değerlendirerek bu inancı bulabileceğini, insanın bunu başarabilecek yetilerle donatıldığını açıklamaktadır. 159 İşte sen, sırf Allah'ın rahmeti sebebiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları bağışla, onlar için bağışlanma dile. İşlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a işin sonucunu havale et. Şüphesiz Allah, işin sonucunu Kendisine havale edenleri sever. (Al-i Imran/159) 43-45 Öyleyse, Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru/koruyan dine çevir. O gün onlar, Allah'ın, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere armağanlarından karşılık vermesi için bölük bölük ayrılırlar. Şüphesiz O, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri sevmez. Kim küfrederse; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse, artık bu reddi/ inanmayışı kendi aleyhinedir. Kim de sâlihi işlerse, artık onlar da kendileri için döşek/ rahat bir yer hazırlamış olurlar. (Rum/43-45) 1-10 Kur’ân'ı ve onun yaydığı sosyal aydınlığı, Kur’ân'ı izleyen Elçi ve mü’minleri, Kur’ân ışığı ile aydınlanan toplumları, Kur’ân ışığından yoksun kalan toplumları, bilginleri ve bilginleri yücelten bilgileri, kara cahilleri ve kara cahilleri bu hâle getiren ilke ve anlayışları, benliğini bulmuş kimseleri ve benlik bulduran etmenleri –ki O, ona taşkınlık yapma ve kendini koruma içgüdülerini/günah işleme ve “Allah'ın koruması altında olma yeteneklerini ilham etti– kanıt gösteririm ki, benliğini arındıran gerçekten kurtulmuştur. Onu bilerek reddeden de kesinlikle zarara uğramıştır. (Şems/1- 10) 172,173 Hâlbuki senin Rabbin, kıyâmet günü, “Biz, bunlardan bilgisizdik” demeyesiniz yahut “Bundan önce atalarımız ortak koşmuş, biz onlardan sonra gelen kuşaklarız, bâtılı işleyenlerin işledikleri nedeniyle bizi mi değişime/ yıkıma uğratacaksın?” demeyesiniz diye, Âdemoğulları'nın sulbünden onların soylarını alır ve onları kendi nefislerine tanık eder; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Derler ki: “Elbette Rabbimizsin, tanıklık ediyoruz.” (A'râf/172, 173) 116 Ve eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece “zann”a uyuyorlar ve sadece saçmalıyorlar. (En'âm/116) Rabbimiz, “Müşriklerden; dinlerini parça parça bölmüş, fırka fırka olmuş kimselerden de olmayın!” buyurmaktadır. Böylece dinlerini değiştiren ve bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr edenler, dinlerini bir takım mezheplere ayırıp mezhep fanatikliği yapanlar kınanmaktadır: 159 Şüphesiz dinlerini parça parça edip grup grup olan şu kimseler; sen hiçbir şekil ve davranışça onlardan değilsin. Şüphesiz onların işi Allah'adır. Sonra Allah, onlara yapmakta oldukları şeyleri haber verecektir. 160 Kim iyilik getirirse, artık ona getirdiğinin on misli vardır. Kim de kötülük getirirse, artık o, sadece onun misliyle cezalandırılır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (En’am/159, 160) 21
  • 22. Ayette konu edilen tefrikacılar, geçmişte ayrılığa düşüp birbirini sapık ilan eden Hıristiyanlar ve Yahudiler değildir. Burada, kimi Müslüman geçinenlerin mezhep mezhep, tarikat tarikat, cemaat cemaat ayrılacakları; her birinin hakk dinden ayrı bir takım inanç ve amel şekli oluşturacakları ve birbirilerinden kopacakları bildirilmekte, müminlerin bu duruma karşı uyanık olmaları istenmektedir. Rabbimiz, Kur’an’da, dinin kaynağında bildirilen ilkelerin hepsini almayıp işine geleni almak ve helal-haram konusunda Allah’a iftira etmek suretiyle insanların dini parça parça etmelerine birçok örnek vermiştir: 84,85 Ve hani Biz, sizin kesin sözünüzü almıştık: “Kanlarınızı dökmeyeceksiniz, kendilerinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız.” Sonra siz, tanıklık ederek ikrar verdiniz. Sonra, siz, işte o kimselersiniz; kendi kendinizi öldürüyorsunuz ve sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz. Onların aleyhinde günah ve düşmanlıkta yardımlaşıyorsunuz. Eğer onlar size esir olarak gelirlerse de onlar için fidye/kurtarmalık almaya çalışırsınız. Hâlbuki o; onların çıkarılmaları, size harâmlaştırılmıştır. Peki, siz Kitab'ın bir bölümüne inanıp da bir bölümüne inanmıyor musunuz? Şu hâlde içinizden böyle yapanların alacağı karşılık dünya hayatında bir rüsvâlıktan başka nedir? Kıyâmet günü de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan bilgisiz, duyarsız değildir. (Bakara/85) 91 Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine iman edin” denildiği zaman; onlar, “Biz, kendimize indirilene iman ederiz” dediler. Ve onlar, Allah'ın indirdiği, kendilerinin beraberindeki olan şeyi doğrulayan bir hak olmasına rağmen, kendilerine indirilenlerden ötesini bilerek reddedip atıyorlar. De ki: “Peki eğer mü’minler idiyseniz, niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyorsunuz?” (Bakara/91) 116 Ve kendi dillerinizin yalan nitelemesi ile Allah'a yalan uydurmak için, “Şu helaldir, şu haramdır” demeyin. Şüphesiz Allah'a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar. (Nahl/116) Oysa dinin kaynağı tektir ve o da Allah’ın vahyidir. Dolayısıyla dinde ayrılığa düşülmemeli, din adına daima içinde tefrika, ihtilaf olmayan o vahye müracaat edilmelidir. 13 Allah, dinden Nuh'a yükümlülük olarak ulaştırdığı şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Mûsâ’ya ve İsa'ya yükümlülük olarak ulaştırdığımız şeyi yaşam yolu yaptı: “Dini hayata geçirin, ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, ortak koşan kimselere ağır geldi. Allah, dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de o davet edilene kılavuzlar. (Şûra/13) 1 Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın ve Elçisi'nin iki eli arasında öne geçmeyin/ dinde kendi görüşlerinizi öne çıkarmayın. Ve Allah'ın koruması altına girin. Şüphesiz Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir. (Hucurat/1) 59 Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi'ye ve sizden olan emir sahiplerine/ anayöneticiye itaat edin. Sonra, eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi'ye havale edin. Bu, daha iyidir ve en uygun çözümü bulmak bakımından daha güzeldir. (Nisa/59) Dinin asıl kaynağından sapıldığında tefrika kaçınılmazdır. Bilindiği üzere, dinimizdeki ihtilafların pek çoğu, peygamberimize nispet edilen ve hadis, sünnet diye adlandırılan haberlerden kaynaklanmaktadır. O hâlde dindar kişilerin de ilk günden beri “aynı” olan ve bugün de “aynı”lığı devam eden Gerçek Din’e 22
  • 23. [Kur’an’a] uymaları, parçalanmalara yol açıp bölük bölük olanların yoluna uymamaları gerekmektedir. Aksi takdirde -ayette bildirildiği gibi- “... şüphesiz onların işi Allah’adır (En’am/159)”; yani onlar hakkındaki hüküm Allah tarafından verilecektir: 17 Şüphesiz o iman etmiş kimseler, Yahudi olmuş kimseler, Sabiîler/doğal dindarlar, Hristiyanlar, Mecusiler ve eş koşmuş olanlar; şüphesiz Allah, kıyâmet günü bunların arasını ayıracaktır. Şüphesiz Allah, her şeye en iyi tanıktır. (Hacc/17) Gerçek Din'in temel ilkeleri şunlardır: 1- Kâinatın tek ilâhı ve rabbi Yüce Allah’tır. 2- Sıfatlarında, güç ve kudretinde kimse O'nun dengi ve ortağı tutulamaz. 3- Tüm insanların dünyada yaptıklarının hesabını vereceği bir başka âlem kurulacaktır. Bu konu En’am suresinin 159, 160. ayetlerinde detaylandırılmıştı. 33,34 İnsanlara bir sıkıntı dokununca da, Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar. Sonra, onlara Kendinden bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki, içlerinden bir grup, kendilerine verdiğimiz nimetlere iyilikbilmezlik etmek için Rablerinin ortakları olduğunu kabul ederler. –Haydi, yararlanın bakalım! Yakında bileceksiniz.– 35 Yoksa Biz, onlara bir delil indirmişiz de o delil, onların Allah'a ortak koştukları şeyleri mi söylüyor? 36 Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman da, onunla şımarırlar. Ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle kendilerine bir kötülük isabet ederse, hemen onlar umutsuzluğa düşerler. 37 Onlar, şüphesiz Allah'ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir toplum için alâmetler/ göstergeler vardır. Bu ayetlerde, insanların, özellikle de müşriklerin genel karakteri sergilenmektedir. Putperestlere ait bu genel karakter Kur’an’da birçok kez konu edilmiştir. 65,66 İşte onlar, gemiye bindiklerinde, dini yalnız Allah'a özgü kılarak O'na yalvarırlar. Sonra ne zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardı, bir de bakarsın ki onlar, kendilerine verdiklerimize iyilikbilmezlik etmek ve kazançlı çıkmak için Allah'ın ortakları olduğunu kabul ediyorlar. Artık onlar, yakında bilecekler. (Ankebut/65, 66) 9-11 Ve eğer, sabreden ve düzeltmeye yönelik işleri yapan kişilerin –işte bunlar, bağışlanma ve büyük ödül kendileri için olanlardır– dışındaki insanlara, tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra da onu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o umutsuzdur, çok nankördür. Ve eğer, kendisine dokunan mutsuzluktan sonra, ona mutluluğu tattırsak, elbette, “Kötülükler benden gitti” der. Ve kuşkusuz o, şımarıktır, böbürlenen biridir. (Hud/9-11) 189 O, sizi bir candan oluşturan ve ondan da, kendisine ısınsın diye eşini yapandır. Ne zaman ki o, onu örtüp bürüdü, o zaman o hafif bir yük yüklendi. Ve bununla gidip geldi. Ne zamanki hanım 23
  • 24. ağırlaştı, hemen o ikisi Rablerine dua ettiler: “Eğer bize sağlıklı bir çocuk verirsen, andolsun ki kesinlikle karşılığını ödeyenlerden olacağız.” 190 Ne zaman ki o ikisine sağlıklı bir çocuk verdi, o ikisine verdiği şey hakkında O'nun için ortaklar edindiler. Onların ortak koştuğu şeylerden Allah arınıktır, yücedir. (A’raf/189, 190) Ve Lokman/31, 32, İsra/67, Zümer/6, 8 Nahl/53- 55, Fecr/15,16. 37. ayette “Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için ayetler vardır” buyrulmaktadır. Burada ekonomik değerlerin Rabbimiz tarafından ayarlandığı; daralttığında kimsenin ümitsizliğe düşmemesi, bollaştırdığı zamanda da kimsenin şımarmaması gerektiği bildirilmektedir. Nitekim bu husus Zuhruf suresinde şöyle açıklanmış idi. 32 Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. (Zuhruf/32) 38 Öyleyse, yakınlık sahibine; yurtlarından çıkarılan fakirlere, miskine ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah'ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. Ve bunlar durumunu koruyan, zafer kazanan kimselerin ta kendileridir. 39 Ve insanların malları içinde artsınlar diye ribadan verdikleriniz, Allah yanında artmaz. Allah'ın rızasını dileyerek zekâttan/ vergilerinizden verdikleriniz… İşte o kimseler, kat kat arttıranların ta kendileridir. Bu ayetler, rızkın Allah tarafından taksim edildiği konusunun devamı mahiyetindedir. 37. ayette “Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için ayetler vardır” buyrulmuştu. İnsanın sahip olduğu mal varlığının esas sahibi Allah olduğuna göre, 38. ayette de kişinin uhdesinde bulunan mal varlığını hak sahiplerine; yakınlara, miskine ve yolcuya vermesi gerektiği bildirilmektedir. 39. ayette ise “Ve insanların malları içinde artsınlar diye ribadan verdikleriniz, Allah yanında artmaz. Allah'ın yüzünü [rızasını] dileyerek zekâttan verdikleriniz… İşte o kimseler, kat kat arttıranların ta kendileridir” buyrularak o günün insanlarının çıkarcılıkları ve açgözlülükleri kınanmaktadır. Bunlar, mallarındaki Allah hakkını yerine vermeyip daha da çoğaltabilmek için yatırım yapan kimselerdir. O devirde kimileri mallarını kendilerine daha çok geri döneceğini gözeterek zenginlere hediye verirlerdi. Böylece mallarını çoğaltmaya çalışırlardı. Yerinde bir tabirle, “Kazın geleceği yerden tavuğu esirgemezlerdi.” Burada konu edilen “ ‫ا‬ًr‫رب‬riba [artış]”, Bakara suresinde konu edilen ve ciddi bir insanlık suçu olan “faiz” değildir; çıkar amaçlı hediye vermek, çıkar amaçlı yardımda bulunmak demektir. Bu anlamda riba serbest olmakla beraber, ayetten anlaşıldığına göre hoş bir davranış değildir. Yasaklanan “ ‫ربوا‬ّ‫ب‬ ‫ال‬ riba [faiz]”, Bakara ve Al-i Imran surelerinde yer almaktadır: 275 O ribayı [emeksiz, risksiz, çalışıp çabalamadan kolayca elde edilen kazançları] yiyen şu kişiler, şeytânın bir dokunuşuyla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu, şüphesiz onların, “Alış-veriş, riba gibidir” demeleriyledir. Oysa ki Allah, alış-verişi helâl, bu ribayı harâm kılmıştır. Kendisine Rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah'adır. Ve kim ki yeniden dönerse, işte onlar ateşin dostlarıdır. Onlar orada sürekli kalacaklardır. 276 Allah, ribayı yok eder, sadakaları da artırır. Allah, tüm aşırı nankör ve günahkâr kimseleri sevmez. 24
  • 25. 277 Şüphesiz iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan-ayakta tutan] ve zekâtı/vergiyi veren kişilerin Rableri katında mükâfâtları vardır. Ve onlar üzerine hiçbir korku yoktur, onlar üzülmezler de. 278 Ey iman etmiş kimseler! Eğer mü’minler iseniz, Allah'ın koruması altına girin ve ribadan kalanı bırakın. 279 Artık böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve Elçisi'nden size savaş olduğunu/ bozuma uğratıacağınızı; perişan edileceğinizi bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. Haksızlık etmezsiniz, haksızlığa da uğramazsınız. (Bakara/275-279) 130 Ey iman etmiş kimseler! Kat kat artırılmış olarak ribayı [emeksiz, hizmetsiz, risksiz kazancı] yemeyin. Kurtuluşa ermeniz için Allah'ın koruması altına girin. 131 Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler için hazırlanmış olan ateşten de sakının. 132 Merhamet olunmanız için Allah'a ve Elçi'ye itaat edin. 133-135 Ve Rabbinizden bağışlanmaya, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcama yapan, öfkelerini yutan, insanları affeden, çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da kendi kendilerine haksızlık ettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyen, –Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir?– yaptıkları kötü şeylerde bile bile ısrar etmeyen, Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için hazırlanmış eni göklerle yer kadar olan cennete koşuşun. Ve Allah, iyilik, güzellik üretenleri sever. (Âl-i İmran/130-135) 40 Allah, sizi oluşturan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren ve sizi diriltendir. Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak kimse var mı? Allah, onların ortak koştuklarından arınık ve çok yücedir. Bu ayetle pasaj, tevhidi öğreten bir bildiri ile bağlanmaktadır: Yaratan da rızıklandıran da Allah’tır. Yaratma ve rızıklandırma gücü olmayanlardan kesinlikle ortak olmaz, böyleleri ilah da edinilmez, herkes bunu iyi bilmelidir. Allah, onların ortak yakıştırmalarından münezzeh ve yücedir. 41 İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde kargaşa ortaya çıktı. Bu ayette Rabbimiz, yaptıkları yanlışlar yüzünden insanlara hatalarının bir kısmının cezasını tattırmak için yeryüzünde kargaşa; bozulmalar oluştuğunu bildirerek onlardan akıllarını başlarına almaları, yaptıkları işlerle karada ve denizde fesat çıkarmamalarını / doğadaki dengeyi bozmamalarını emretmektedir. İleride bu mesaj farklı bir üslup ile de gelecektir. 72 Şüphesiz Biz, emaneti [bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği] göklerin, yerin ve dağların üzerine yaydık, yaygınlaştırdık da, onlar, onu taşımaya yanaşmadılar, bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden korktular. Ve onu insan taşıdı [onu aldı götürdü, ona ihanet etti]. Şüphesiz insan, çok yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan ve çok cahildir. (Ahzab/72) 168 Ve onları yeryüzünde birçok önderli toplumlara ayırdık. Onlardan bir kısmı düzgün kimselerdi, bir kısmı da bundan aşağı idi. Ve Biz, onları dönsünler diye iyiliklerle ve kötülüklerle sınama yaptık. (A’raf/168) Burada konu edilen fesat, doğal dengenin bozulmasıdır. Yani mevsimlerin 25