1. 91 (60). MÜMTEHİNE SÛRESİ
MEDENÎ, 13 ÂYET
GİRİŞ
Medenî olan ve 91. sırada indiği kabul edilen bu sûre, adını, 10. âyette geçen
نّ فامتحنوهفف [femtehınûhunne/onları imtihan edin] sözcüğünden alır. Sûreye ad olan
kelime, حنةِن [ممتmümtehine] ya da حنةَن [ممتmümtehane] şeklinde telaffuz edilir. Şâyet
ح [ha] harfi “kesre” [“ı” sesli] okunursa, “imtihan eden” anlamına, “fetha” [“a”
sesli] okunursa, “imtihan olunan kadın” anlamına gelir. Mümtehane [imtihan olunan
kadın] olduğunu kabul edenler, bunu, sûrenin, hakkında nâzil olduğu kadına izafe
ederler. Târih kayıtlarına göre bu kadın, Ukbe b. Ebî Muayt'ın kızı Umm
Gülsüm'dür. Bu hanım, Abdurrahmân b. Avf'ın hanımı idi. Abdurrahmân'ın oğlu
İbrâhîm bu kadından doğmuştur.
Sûrede genel olarak iman esasları çerçevesinde savaş hukuku ve uluslar arası
ilişkiler konu edilir.
Sûrede değinilen olaylar ve emredilen ilkeler dikkate alındığında, sûrenin
Mekke'nin fethinden kısa süre önce ve Mekke'ye yapılan sefer esnasında indiği
anlaşılır.
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA
MEAL:
1
Ey iman etmiş kimseler! Eğer Benim yolumda çaba harcamak ve Benim
rızamı kazanmak için çıktınızsa, size haktan gelen şeyleri bilerek
reddetdikleri /inanmadıkları hâlde, onlara sevgi ulaştırarak/onlara sevgiyi
gizleyerek Bana düşman olanları ve kendinizin düşmanını yardımcı, yol
gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyin/onları yönetici yapmayın. Onlar,
Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Elçi'yi ve sizi yurdunuzdan
1
2. çıkarıyorlar. Oysa Ben, sizin gizlediğiniz şeyleri ve açığa vurduğunuz şeyleri
en iyi bilenim. Ve sizden kim bunu yaparsa artık o, kesinlikle yolun ta
ortasından sapmıştır.
2
Eğer onlar sizi ele geçirirlerse, sizin için düşman olacaklardır, ellerini ve
dillerini kötülükle size uzatacaklardır. Ve onlar, “Keşke küfretseniz; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederseniz/ inanmasanız” diye arzu
etmektedirler.
3
Kıyâmet günü akrabalarınız ve çocuklarınız size asla yarar sağlamazlar.
Allah aranızı ayırır. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.
4,5
İbrâhîm'de ve o'nunla beraber bulunanlarda –İbrâhîm'in babası için,
“Senin için kesinlikle bağışlanma dileyeceğim. Ve Allah'tan olan hiçbir şeye
gücüm yetmez” demesi hariç– kesinlikle sizin için güzel bir örnek vardır. Hani
İbrâhîm ve İbrâhîm ile beraber olanlar, toplumlarına, “Biz, sizden ve sizin
Allah'ın astlarından taptıklarınızdan uzağız. Biz, sizi silip attık. Ve siz, bir tek
olarak Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sonsuza dek bir
düşmanlık ve buğz belirmiştir. Rabbimiz! Yalnız Sana dayandık, Sana
yöneldik. Ve dönüş ancak Sanadır. Rabbimiz! Bizi, kâfirler; Senin ilâhlığını
ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için bir ateşe atılma/imtihan aracı
yapma! Bizi bağışla! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü, en şerefli,
mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, en iyi yasa yapanın,
en sağlam yapanın ta kendisisin!” demişlerdi.
6
Andolsun, onlarda sizin için; Allah'ı ve âhiret gününü uman kimseler için
güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse bilsin ki şüphesiz Allah, zenginin,
övgüye layık olanın ta kendisidir.
7
Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık beslemekte
olduğunuz kimseler arasında bir sevgi oluşturur. Allah, en iyi güç yetirendir.
Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
8
Allah, sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan
çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara hakkaniyetle davranmaktan men
etmez. Şüphesiz ki Allah, hakkaniyetle davrananları sever.
9
Allah, ancak sizi, sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran
ve çıkarılmanız için yardımlaşan kimseleri velîleştirmenizi [koruyucu, gözetici,
yönetici yapmanızı] yasaklar. Kim onları velîleştirirse, işte onlar, yanlış; kendi
zararlarına iş yapanların ta kendileridir.
10
Ey iman etmiş kimseler! Mü’min kadınlar göçmenler olarak size geldiği
zaman, hemen onları sorgulayın. –Allah onların imanlarını daha iyi bilir.–
Artık, eğer siz de onların inanmış kadınlar olduğunu öğrenirseniz, artık
onları kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere geri
döndürmeyin. Göç eden mü’min kadınlar, onlara helal değildir. Onlar da
bunlara helal olmazlar. İnanmamış eski kocalarına sarfettiklerini verin.
Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah
yoktur. Kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kadınları
nikâhınızda tutmayın, sarfettiğinizi/ ödediğiniz mehiri geri isteyin. Onlar da
2
3. sarfettiklerini/ size harcadıklarını geri istesinler. İşte bu, Allah'ın hükmüdür.
Ki aranızda O hükmeder, Allah, çok bilendir, çok iyi yasa koyandır.
11
Eğer eşlerinizden biri, sizden, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddedenlere kaçar da siz de misillemede bulunursanız, eşleri gitmiş
olanlara, harcadıkları kadar verin. Ve siz, kendisine inandığınız Allah'ın
koruması altına girin.
12
Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana, Allah'a hiçbir şeyi ortak
koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını
öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri,
herkesçe kabul gören/vahye uygun hususlarda sana isyan etmemeleri üzerine
bağlılık yemini ederek gelirlerse, hemen onların bağlılık yeminlerini al ve
onlar için Allah'tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok
merhamet edendir.
13
Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın gazap ettiği toplumu velîleştirmeyin
[yönetici, gözetici yapmayın]. Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddedenlerin mezarlık halkından ümit kestiği gibi, kesinlikle onlar,
âhiretten ümit kesmişlerdir.
TAHLİL:
1
Ey iman etmiş kimseler! Eğer Benim yolumda çaba harcamak ve Benim
rızamı kazanmak için çıktınızsa, size haktan gelen şeyleri bilerek
reddetdikleri /inanmadıkları hâlde, onlara sevgi ulaştırarak/onlara sevgiyi
gizleyerek Bana düşman olanları ve kendinizin düşmanını yardımcı, yol
gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyin/onları yönetici yapmayın. Onlar,
Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Elçi'yi ve sizi yurdunuzdan
çıkarıyorlar. Oysa Ben, sizin gizlediğiniz şeyleri ve açığa vurduğunuz şeyleri
en iyi bilenim. Ve sizden kim bunu yaparsa artık o, kesinlikle yolun ta
ortasından sapmıştır.
2
Eğer onlar sizi ele geçirirlerse, sizin için düşman olacaklardır, ellerini ve
dillerini kötülükle size uzatacaklardır. Ve onlar, “Keşke küfretseniz; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederseniz/ inanmasanız” diye arzu
etmektedirler.
3
Kıyâmet günü akrabalarınız ve çocuklarınız size asla yarar sağlamazlar.
Allah aranızı ayırır. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.
Bu âyetlerde mü’minlerin, ana-baba, kardeş, akraba olsa bile kâfirlerle olan
ilişkilerinde dikkat etmeleri gereken noktalar bildirilmektedir.
Âyetlerde verilen direktifleri belirlemeden önce, bu âyetlerin inişine neden
olan olayları Mevdudi merhumun Kurtubi, Razi, İbn-i Kesir gibi kaynaklardan
özetleyerek sunumunu aynen naklediyoruz:
3
4. Konunun anlaşılması bakımından, öncelikle bu âyetin nüzûlüne neden olan hâdise hakkında
ayrıntılı bilgi vermek uygun olacaktır. İbn Abbâs, Mücâhid, Katâde, Urve b. Zübeyr de dahil olmak
üzere tüm müfessirler bu âyetlerin, Hâtıb b. Ebî Belta'nın gönderdiği mektubun yakalanması
üzerine nâzil olduğu hususunda görüş birliği içindedirler. Bu hâdise şu şekilde cereyan etmiştir:
Kureyşliler Hûdeybiye Antlaşması'nı çiğnedikleri zaman, Hz. Peygamber (s.a) Mekke'ye saldırı
için hazırlıklar yapmaya başladı. Ancak Mekke'ye saldırı yapılacağı hususu birkaç sahabe dışında
hiç kimseye bildirilmemişti. Bu sıralarda Benî Abdu'l-Muttalib'in azat ettiği bir câriye Mekke'den
Medîne'ye gelir. Daha önceleri şarkıcılık yapan bu câriye, mâlî yönden sıkıntıya düşmüş ve bu
nedenle Hz. Peygamber'e (s.a) kendisine yardım etmesi için başvurmuştu. Hz. Peygamber de (s.a)
Abdulmuttalib oğulları'na onun ihtiyaçlarını karşılamalarını söylemiştir. Bu kadın Mekke'ye geri
döneceği zaman, Hâtıb b. Ebî Belta kendisi ile görüşür ve Mekke'nin ileri gelenlerine iletmesi için
ona gizli bir mektup verir. Kadın Medîne'den ayrıldıktan sonra, Cenâb-ı Allah bu olayı Rasûlü'ne
bildirir. Hz. Peygamber de (s.a) hemen Ali, Zübeyr ve Mikdat b. Esved'i kadını takip etmeleri için
görevlendirerek, onlara şöyle emreder:
— Hemen yola çıkın. Medîne'den 22 mil uzaklıkta Mekke yolunda bir kadın göreceksiniz.
Onda Hâtıb'ın müşriklere yazdığı bir mektup bulunuyor. Mektubu verirse kadını serbest bırakın,
vermezse öldürün!
Hz. Peygamber'in (s.a.) emri üzerine yola çıkıp kadını söylenilen mevkide bulur ve ondan
mektubu isterler. Kendisinde mektup olmadığını söylemesi üzerine kadını ararlar, ama mektubu
bulamazlar. Ancak kadını, mektubu vermediği takdirde soyup öyle aramak zorunda kalacaklarını
söyleyerek tehdit edince, kadın kurtuluş olmadığını anlar ve mektubu saçlarının arasından çıkararak
onlara verir. Onlar da mektubu alarak Hz. Peygamber'e (s.a.) götürürler. Hz. Peygamber (s.a)
mektubu açıp okuduğunda, Mekke'ye yapılacak olan saldırı hazırlıklarının, Kureyşlilere
bildirildiğini görür. (Çeşitli rivâyetlerde değişik lafızlar kullanılmış olmasına rağmen muhteva
aynıdır.) Hz. Peygamber, Hâtıb'a bu davranışının nedenini sorduğunda o şöyle cevap vermiştir:
— Yâ Rasûlallah! hakkımda hemen karar verme. Ben kâfir ya da mürted olduğumdan veya
İslâm'dan sonra küfre sempati beslediğim için böyle davranmış değilim. Asıl sebep, ailemin hâlâ
Mekke'de ikâmet ediyor olmasıdır. Bildiğiniz gibi ben, Kureyş kabilelerinden birine de mensup
değilim. Bazı Kureyşlilerin dostluğu nedeniyle Mekke'de yaşıyordum. Diğer Muhacir
kardeşlerimin aileleri de Mekke'dedir ama ailelerine sahip çıkacak akrabaları da vardır. Oysa benim
ailemi sahiplenecek bir kabilem yok orada. Dolayısıyla ben bu mektubu, onlara bir iyilik yaparsam,
onlar da kendilerini bana borçlu hissederek aileme dokunmazlar düşüncesiyle yazdım.
(Hâtıb'ın oğlu Abdurrahmân'ın rivâyet ettiğine göre, Mekke'de Hâtıb'ın kardeşi ve çocukları,
Hâtıb'ın kendi rivâyetine göre annesi de vardı.) Hz. Peygamber (s.a) Hâtıb'ın sözlerini dinledikten
sonra şöyle demiştir:
— Hâtıb sizlere doğru söylüyor.
Yani o, İslâm'dan inhiraf ettiği için veya küfre yardımcı olmak gayesiyle böyle
davranmamıştır. Hz. Ömer ise hemen ayağa kalkarak şöyle der:
— Yâ Rasûlallah! İzin ver de, Allah'a, Rasûl'e ve Müslümanlara ihânet eden şu münâfığın
kellesini uçurayım.
Fakat Hz. Peygamber (s.a) şöyle karşılık verir:
— Bu şahıs, Bedir savaşı'na katılanlardandır. Allah'ın Bedir savaşı'na katılanlara, o vaziyeti
görüp, “Ben sizi affettim” demediğini kim biliyor?
Son cümlenin kelimeleri bazı rivâyetlerde, farklı lafızlarla ifade edilmiştir. Bazılarında, “Ben
sizleri bağışladım”, başka bir rivâyette “Ben sizleri affedenim”, başka bir rivâyette ise “Ben sizleri
affedeceğim” şeklindedir. Bu sözleri duyan Hz. Ömer ağlayarak demiştir ki:
— Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.
Bu özeti, muteber senetlerle yapılan birçok rivâyetten (Buhârî, Müslim, İmam Ahmed, Ebû
Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, Taberî, İbn Hişâm, İbn Hibban ve İbn Ebî Hâkim) almış bulunuyoruz. Bu
rivâyetler arasında en güvenilir olanı, Hz. Ali'den, onun kâtibi Ubeydullah b. Muhammed b. Ebî
Râfî'nin, ondan da Hz. Ali'nin torunu Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye'nin işiterek rivâyet ettiği
ve başka ravilerin de bize ulaştırdığı hadistir. Tüm bu rivâyetlerde açıkça, Hâtıb'ın mazeretinin
kabul edilerek affedildiği bildirilmektedir. Nitekim hiç bir kaynak ona ceza verildiğini
nakletmemektedir. Bu bakımdan ümmetin âlimleri, mazereti kabul edilerek Hâtıb'a bir ceza
verilmediği hususunda görüş birliği içindedirler.1
1
Mevdûdî, Tefhîmü'l-Kur’ân.
4
5. Mü’minlerin sırlarını başkalarına aktarma teşebbüsünde bulunan kimseleri
uyarmak için inen bu âyetlerde şu ilkeler yer almıştır:
• Mü’minler, Allah düşmanlarına ve kendi düşmanlarına sevgi besleyip, onlar adına
casusluk yapamazlar. Çünkü onlar, Elçi ve mü’minleri Allah'a inandıkları için
yurtlarından çıkarmışlardır.
• Kâfirler/müşrikler fırsat buldukları takdirde mü’minlere, ellerinden gelen her türlü
kötülüğü yaparlar.
• Kâfirler/müşrikler, mü’minlerin de küfretmelerini temenni etmektedirler.
• Ne kadar yakın akraba olsalar da kâfirlerden/müşriklerden mü’minlere hayır
gelmez.
• Allah, inananlar ile inanmayanları mutlaka ayıracaktır.
• Buna karşı çıkan; bu ilkeye uymayan yoldan sapmıştır.
Âyette, Kıyâmet günü akrabalarınız ve çocuklarınız size asla fayda vermezler.
O [Allah], aranızı ayırır. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir ifadesiyle, kıyâmet
gününde Allah’ın, sizinle akrabalarınız ve evlâtlarınız arasını ayıracağı, iman
ehlinin cennete, küfür ehlinin ise cehenneme gireceği, akrabanın akrabaya hayrının
dokunmayacağı beyân edilmiştir.
Bu âyet, yukarıda detaylıca sunduğumuz olay nedeniyle inmiş olsa da, burada
mü’minlere ebedî bir ders de verilmiş, kıyâmete kadar uymaları gereken ilkeler vaz‘
edilmiştir. Kâfirlerin hiç birinin velî edinilmemesine dair birçok âyet
bulunmaktadır, ki bunları sûrenin son âyetinin tahlilinde sunacağız.
Âyette, Benim düşmanımı ve sizin düşmanınızı velîler edinmeyin
buyurulmasının sebebi şudur: Allah'a düşman olanlardan mü’minlere düşman
olmayanlar, mü’minlere düşman olanlardan da Allah'a düşman olmayanlar
bulunabilir. Nitekim Teğâbün sûresi'nde şöyle buyurulmuştu:
14
Ey iman etmiş kimseler! Şüphesiz eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da
vardır. O nedenle, onlardan sakının. Ve eğer affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve
bağışlarsanız, bilin ki şüphesiz Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir.
(Teğâbün/14)
4,5
İbrâhîm'de ve o'nunla beraber bulunanlarda –İbrâhîm'in babası için,
“Senin için kesinlikle bağışlanma dileyeceğim. Ve Allah'tan olan hiçbir şeye
gücüm yetmez” demesi hariç– kesinlikle sizin için güzel bir örnek vardır. Hani
İbrâhîm ve İbrâhîm ile beraber olanlar, toplumlarına, “Biz, sizden ve sizin
Allah'ın astlarından taptıklarınızdan uzağız. Biz, sizi silip attık. Ve siz, bir tek
olarak Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sonsuza dek bir
düşmanlık ve buğz belirmiştir. Rabbimiz! Yalnız Sana dayandık, Sana
yöneldik. Ve dönüş ancak Sanadır. Rabbimiz! Bizi, kâfirler; Senin ilâhlığını
ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için bir ateşe atılma/imtihan aracı
yapma! Bizi bağışla! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü, en şerefli,
5
6. mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, en iyi yasa yapanın,
en sağlam yapanın ta kendisisin!” demişlerdi.
6
Andolsun, onlarda sizin için; Allah'ı ve âhiret gününü uman kimseler için
güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse bilsin ki şüphesiz Allah, zenginin,
övgüye layık olanın ta kendisidir.
Kâfir olan akrabalarla velâyet ilişkisinin yasaklanmasının ardından bu
âyetlerde mü’minlere, bunun somut bir örneği verilerek, İbrâhîm ve O'na
inananların, yakın çevrelerindeki inkârcılara karşı davranışlarının; müşrik
akrabalarına (başta babasına) karşı koyuşunun çok güzel bir örnek olduğu beyân
ediliyor. Bu arada bir parantez açılarak, İbrâhîm'in babası hakkındaki istiğfârının
mü’minler için örnek teşkil etmeyeceğine dikkat çekiliyor. Böylece kâfir ana-baba
ve akrabalar için istiğfâr edilmesi yasaklanıyor. Bu husus Tevbe sûresi'nde şöyle
dile getirilmişti:
113,114
Kendilerine, cehennem ashâbı oldukları iyice belli olduktan sonra Peygamber'e ve iman
etmiş kişilere, akraba bile olsalar, ortak koşanlar için bağışlanma dilemek yoktur. İbrâhîm'in babası
için bağışlanma dilemesi de yalnızca ona vermiş olduğu bir sözden dolayı idi. Sonra onun, Allah için
bir düşman olduğu kendisine açıkça belli olunca ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrâhîm, çok içli, çok
halim birisi idi.
(Tevbe/113-114)
23
Ey iman etmiş kimseler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfürü; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeyi seviyorlarsa, onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu
yakınlar edinmeyiniz. Sizden her kim de onları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar kabul
ederse, artık işte onlar, yanlış davrananların; kendi zararlarına iş yapanların ta kendileridir.
24
De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabalarınız, kabileniz, elde
ettiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından ürperdiğiniz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size
Allah'tan, O'nun Elçisi'nden ve O'nun yolunda çaba harcamaktan daha sevimli ise, artık Allah, emrini
getirinceye kadar bekleyiniz. Ve Allah, hak yoldan çıkmışlar toplumuna kılavuzluk etmez.
(Tevbe/23-24)
7
Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık beslemekte
olduğunuz kimseler arasında bir sevgi oluşturur. Allah, en iyi güç yetirendir.
Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
8
Allah, sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan
çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara hakkaniyetle davranmaktan men
etmez. Şüphesiz ki Allah, hakkaniyetle davrananları sever.
9
Allah, ancak sizi, sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran
ve çıkarılmanız için yardımlaşan kimseleri velîleştirmenizi [koruyucu, gözetici,
yönetici yapmanızı] yasaklar. Kim onları velîleştirirse, işte onlar, yanlış; kendi
zararlarına iş yapanların ta kendileridir.
Bu âyet grubunda, mü’minlerin olağanüstü ortamlarda yapmaları gereken
davranışlar ortaya konmaktadır. Ayrıca bu âyetler, birinci âyetin açılımıdır, ki
burada mü’minlere, velâyet ile akrabalık hukukunu karıştırmamaları, akrabalık
hukukunun devam etmesi gerektiği, kendileriyle savaşmayan akrabalara düşman
gözüyle bakmamaları, onlarla ilişkilerini kesmemeleri bildirilmiştir.
6
7. 7. âyetteki, Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık
beslemekte olduğunuz kimseler arasında bir sevgi kılar ifadesi, Allah'tan gelecek
sürpriz yardımlara işaret etmekte ve böylece mü’minlere ümit aşılamaktadır. Bu
sürpriz yardımın ilk örneklerinden biri Rasûlullah'ın, müşriklerin lideri ve İslâm'ın
baş düşmanı Ebû Süfyân'ın kızı Umm Habîbe ile evliliğinden sonra Ebû Süfyân'ın
yumuşamasıdır. Bu durum kaynaklara şöyle yansımıştır:
Bu âyet-i kerîme nâzil olunca Müslümanlar müşrik akrabalarına düşmanlık ettiler. Yüce Allah
bu hususta Müslümanların sahip oldukları duyguların ne kadar ileri derecede olduğunu bildiğinden
ötürü de, Olur ki Allah, onlardan düşmanlık ettiklerinizle sizin aranızda yakın bir dostluk meydana
getirir buyruğunu indirdi. Bu ise kâfirin Müslüman olması ile gerçekleşir. Mekke'nin fethinden bir
süre sonra önemli bir topluluk İslâm'a girdi ve Müslümanlar onlarla içiçe oldu. Ebû Süfyân b. Harb,
Hâris b. Hişâm, Süheyl b. Amr ve Hâkim b. Hizam gibi...
Sözü edilen sevginin, Peygamber'in (s.a) Ebû Süfyân'ın kızı Umm Habîbe ile evliliği olduğu
da söylenmiştir. İşte o vakit Ebû Süfyân'ın sertliği yumuşadı, düşmanlık duyguları gevşedi.
İbn Abbâs dedi ki: Bu sevgi, Mekke'nin fethinden sonra Peygamber'in (s.a) Ebû Süfyân'ın kızı
Umm Habîbe ile evliliğidir. Daha önce Abdullah b. Cahş'ın nikâhı altında idi. O ve kocası
Habeşistan'a hicret edenlerdendir. Kocası Hristiyan oldu ve onun da Hristiyan olmasını istedi. Umm
Habîbe kabul etmeyip dini üzere sebat gösterdi. Kocası Hristiyan olarak öldü. Peygamber (s.a)
Necâşi'ye haber göndererek ona tâlib olduğunu belirtti. Necâşi, Peygamber'in arkadaşlarına;
“Aranızda bu hanıma en yakın olan kimdir?” diye sordu. Onlar, “Hâlid b. Sa‘îd b. el-Âs'tır” dediler.
Ona, “Bu hanımı Peygamberiniz ile evlendir” dedi, o da bunu yaptı. Necâşi, kendi kesesinden ona
400 dinar mehir verdi.
Bir görüşe göre de Peygamber (s.a) onu Osman b. Affan vasıtası ile istemişti. Osman (r.a),
Umm Habîbe'yi Hz. Peygamber'e nikâhlayınca bu hususta Necâşi'ye haber gönderdi, o da onun
adına mehirini ödeyip, Umm Habîbe'yi o'na gönderdi. Müşrik olan Ebû Süfyân, Peygamber'in (s.a)
kendi kızıyla evlendiği haberini alınca, “Bu burnuna vurulamayacak kadar üstün ve şerefli bir
erkek (deve)dir” dedi.2
8. âyetteki, Sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere
iyilik etmekten, onlara hakkaniyetle davranmaktan men etmez ifadesiyle, kâfir ana-
baba, inanmış olmasına rağmen hicret etmemiş mü’minler, savaşa katılmayan,
kadınlar ve çocuklar kastedilmiştir. Bu âyetin iniş sebebi hakkında şu nakiller
bulunmaktadır:
Âmir b. Abdullah b. ez-Zübeyr'in babasından rivâyet ettiğine göre Ebû Bekr es-Sıddîk
câhiliye döneminde Kuleyle adındaki hanımını boşamıştı. Bu, Ebû Bekr'in kızı Esma'nın annesidir.
Rasûlullah (s.a) ile Kureyş kâfirleri arasındaki barış antlaşması döneminde Kuleyle yanlarına geldi.
Ebû Bekr es-Sıddîk'ın kızı Esma'ya bir küpe ve bazı şeyler hediye etti. Esma bu hediyeleri kabul
etmek istemediğinden Rasûlullah'a (s.a) giderek durumu o'na anlattı. Yüce Allah da, Sizinle din
hususunda savaşmamış... olanlara iyilik yapmanızı Allah size yasaklamaz buyruğunu indirdi. Bu
haberi el-Maverdî ve başkaları zikretmiş olup, Ebû Dâvûd et-Tayalisî de bunu Müsnedi'nde rivâyet
etmiştir.3
Abdullah b. Zübeyr'den bu âyetin, Hz. Ebû Bekr'in (r.a) kızı Esma hakkında nâzil olduğu
rivâyet edilmiştir. Buna göre, Esma'nın müşrik olan annesi Kuteyle, birtakım hediyeler getirdi, ama o
annesini kabul etmedi ve girmesine müsaade etmedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), Esma'ya
(r.a), annesini içeri almasını ve onu kabul edip iyi davranmasını, ihsanda bulunmasını emretti.
İbn Abbâs'dan (r.a), âyette bahsedilenlerin, babası Abbâs'ın da aralarında bulunduğu
Haşimoğulları'ndan Bedir günü müşriklerce zorla savaşa çıkarılmış kimseler olduğu rivâyet
edilmiştir.4
2
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
3
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
4
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
7
8. 10
Ey iman etmiş kimseler! Mü’min kadınlar göçmenler olarak size geldiği
zaman, hemen onları sorgulayın. –Allah onların imanlarını daha iyi bilir.–
Artık, eğer siz de onların inanmış kadınlar olduğunu öğrenirseniz, artık
onları kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere geri
döndürmeyin. Göç eden mü’min kadınlar, onlara helal değildir. Onlar da
bunlara helal olmazlar. İnanmamış eski kocalarına sarfettiklerini verin.
Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah
yoktur. Kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kadınları
nikâhınızda tutmayın, sarfettiğinizi/ ödediğiniz mehiri geri isteyin. Onlar da
sarfettiklerini/ size harcadıklarını geri istesinler. İşte bu, Allah'ın hükmüdür.
Ki aranızda O hükmeder, Allah, çok bilendir, çok iyi yasa koyandır.
11
Eğer eşlerinizden biri, sizden, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddedenlere kaçar da siz de misillemede bulunursanız, eşleri gitmiş
olanlara, harcadıkları kadar verin. Ve siz, kendisine inandığınız Allah'ın
koruması altına girin.
Allah'ın Müslümanlara, müşrikleri velî edinmeyi yasaklaması, Müslümanların
müşriklerin yurdunu bırakıp Müslümanların yurduna hicret etmelerini gerektirdi; bu
da birtakım problemlere yol açtı. Bu âyetlerde, mülteci kadınlarla ilgili hükümler ve
yurtlarından çıkarılanlara yapılması gereken kamu yardımları yer almaktadır.
Bu âyetlerin iyi anlaşılması için, iniş sebeplerinin göz önünde bulundurulması
gerekir:
İbn Abbâs dedi ki: Hûdeybiye'de Kureyş müşrikleri ile (Peygamber), kendisine gelen
Mekkelileri onlara geri çevirmek üzere antlaşmış idi. Antlaşmanın yazılışından sonra ve Peygamber
(s.a) henüz Hûdeybiye'de bulunuyor iken el-Hâris kızı Eslemli Saîde geldi. Kâfir olan kocası Sayfî b.
er-Râhib –adının Musâfir el-Mahzûmî olduğu da söylenmiştir– gelip, “Ey Muhammed!” dedi, “Bana
hanımımı geri ver, çünkü sen bu şartla antlaşma yapmış bulunuyorsun. İşte henüz kitabımızın
[yazışmamızın] çamuru [mührü] kurumadı.” Bunun üzerine yüce Allah, bu âyet-î kerîmeyi indirdi.
Bir diğer görüşe göre, Ukbe b. Ebî Muayt'ın kızı Umm Gülsüm geldi. Yakınları gelip,
Rasûlullah'tan (s.a) onu kendilerine geri vermesini istedi.
Bir başka açıklamaya göre, (Umm Gülsüm) kocası Amr b. el-Âs'tan, beraberinde iki kardeşi
İmâre ve el-Velîd ile birlikte kaçmıştı. Rasûlullah (s.a) kardeşlerini geri vermekle birlikte Umm
Gülsüm'ü alıkoydu. Peygamber'e (s.a), “Antlaşma şartı gereği onu da bize geri ver” dediler.
Peygamber (s.a) şöyle buyurdu: “Antlaşmada koşulan şart, erkekler hakkında idi. Kadınlar hakkında
değildi.” Bunun üzerine yüce Allah bu âyet-i kerîmeyi indirdi.
Urve'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Süheyl b. Amr'ın Hûdeybiye günü Peygamber'e (s.a)
koştuğu şartlar arasında şu da vardı: “Bizden herhangi bir kimse yanına gelecek olursa, senin dinin
üzere olsa dahi onu mutlaka bize geri vereceksin.” Nihâyet yüce Allah mü’minler hakkında bilinen
buyruğunu indirdi.
Yine denildiğine göre gelen kadın Bişr'in kızı Umeyme'dir. O Sâbit b. eş-Şimrâh'ın hanımı idi.
O sırada henüz kâfir iken ondan kaçmıştı. Onunla Sehr b. Huneyf evlendi, ondan Abdullah adındaki
oğlu dünyaya geldi. Bu açıklamayı da Zeyd b. Habib yapmıştır. el-Maverdî de aynı şekilde Sâbit b.
eş-Şimrâh'ın hanımı olan Bişr kızı Umeyme... demiştir.
8
9. Mehdevî dedi ki: “İbn Vehb'in Hâlid'den rivâyetine göre bu âyet-i kerîme Amr b.
Avfoğulları'ndan Bişr kızı Umeyme hakkında inmiştir. Bu, Hassan b. ed-Dahdah'ın hanımı idi.
Hicret ettikten sonra onunla Sehl b. Huneyf evlenmişti.”
Mukâtil dedi ki: “Bu kadın, Mekkeli müşriklerden Sayfî b. er-Râhib'in hanımı olup adı Saîde
idi.”
Ancak ilim ehlinin çoğunluğunun kabul ettiğine göre bu kadın, Ukbe kızı Umm Gülsüm idi.5
Kehf sûresi tahlilinde Hûdeybiye Antlaşması'na da değinmiş ve bu
anlaşmanın 2. maddesinin, “Mekke'ye iltica eden hiç bir Medîneli Müslüman iade
edilmeyecek, fakat Muhammed, kendisine sığınan her Mekkeliyi, bu Mekkelinin
velîsinin (köleler için sahibi ya da aile reisi) isteği üzerine geri göndermek
zorundadır” şeklinde olduğunu ifade etmiştik.6
Buna göre, Müslümanlara
sığınmakla birlikte, şirkini sürdüren kadının (antlaşma gereği) onlara iade edilmesi
gerekmekteydi.
İMTİHANIN KONUSU
Âyetten açıkça anlaşıldığına göre, öğrenilmek istenen, kadının gerçek mü’min
olup olmadığıdır. Bazıları amacın, çıkarcı olup olmadığının, yani menfaat sağlamak
için kaçıp kaçmadığının tesbit edilmesi olduğunu kabul etseler de, âyetin lafzı,
amacın, imanlı olup olmadığının tesbiti olduğuna açıkça delâlet etmektedir:
İbn Abbâs dedi ki: İmtihan, o kadına, kocasından nefret ettiği, herhangi bir yeri diğerine
daha çok tercih ettiği, dünyalık istediği yahut da bizden bir adama aşık olduğu için hicret
etmediğine; aksine sadece Allah ve Rasûlü'nü sevdiği için hicret ettiğine Allah adına yemin
ettirilmesinden ibaret idi. Eğer böle olduğuna dair, Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah'a
yemin edecek olursa, Peygamber (s.a) onun eski kocasına mehrini ve (evlilik dolayısıyla) yapmış
olduğu harcamaları geri verir, kadını ona iade etmezdi. İşte yüce Allah'ın, Şâyet onların mü’min
kadınlar olduğunu görürseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Hem bu kadınlar o erkeklere
helâl değildir, hem de o erkekler bu kadınlara helâl olmaz buyruğa bunu anlatmaktadır.7
NÜZÛL SEBEBİ
Bu böyledir, zira, Hudeybiye yılındaki anlaşma şu şekilde yapılmıştı: “Müslümanlardan
Mekkelilere gelen [iticâ eden], Mekkelilere iade edilir; fakat Mekkelilerden Müslümanlara gelen
Mekkelilere geri verilmeyecek.” Anlaşmayı aynen böyle yazıp mühürlemişlerdi. Derken Subeya
binti'l-Hâris el-Eslemiyye Müslüman olarak geliverdi. Hz. Peygamber (s.a), o sırada Hudeybiye'de
idi. Kocası Musâfir el-Mahzûmî de peşinden çıkageldi. Gelenin Sayf b. er-Râhib olduğu da
söylenmiştir. Derken, “Ey Muhammed! Hanımımı geri ver. Çünkü sen, bize bizden size gelenleri
geri vereceğin şartını kabul ettin. Bu anlaşmanın mürekkebi henüz kurumadı” dedi. İşte bunun
üzerine bu âyet, bir izah olarak indi. Çünkü geri verme şartı, kadınlar için değil, erkekler için söz
konusuydu.8
Bu âyetlerde şu hükümler yer almaktadır:
• İltica eden kadınlar, imtihan edilecektir.
• Mü’min olduklarına kanat getirilirse, kâfirlere iade edilmeyeceklerdir.
• Hicret/iltica eden mü’min kadınlar, kâfir olan eski kocalarına helâl olmazlar.
5
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
6
Tebyînu'l-Kur’ân; c??????
7
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
8
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
9
10. • Kâfir kocalarına, onların eski eşlerine verdikleri mehir ve yaptıkları masraf
mü’min toplum tarafından ödenecektir.
• İltica eden mü’min kadınlar ile mehirleri verilerek evlenilebilir, eski kâfir
kocasının varlığı dikkate alınmaz. Aralarındaki nikâh akdi bitmiştir.
• Müslümanlar, kâfir kadınları nikâhlarında tutmamalıdır, onlara verilen mehiri
ve yapılan masrafı istemelidirler. Onlara da sarfettikleri verilmelidir.
• Eşi kâfirlere kaçan mü’mine, toplum destek olmalı, kaçan eşine ödediği
mehir ve masrafı mü’mine ödemelidir.
12
Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana, Allah'a hiçbir şeyi ortak
koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını
öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri,
herkesçe kabul gören/vahye uygun hususlarda sana isyan etmemeleri üzerine
bağlılık yemini ederek gelirlerse, hemen onların bağlılık yeminlerini al ve
onlar için Allah'tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok
merhamet edendir.
Mekke'nin fethinden kısa bir süre önce inen bu âyette, fetihten sonra
Rasûlullah'a biat eden kadınlarla ilgili hükümler ile din ve devletin temel hükümleri
yer almaktadır. Şöyle ki:
• Allah'a hiç bir şey ortak koşulmayacaktır [din korunacaktır].
• Hırsızlık yapılmayacaktır [mal korunacaktır].
• Zina edilmeyecektir [ırz ve aile yapısı korunacaktır].
• Çocuklar öldürülmeyecek, neseb konusunda yalan uydurulmayacaktır [can ve
nesil korunacaktır].
• Ma‘rûfta Peygamber'e isyan edilmeyecektir [kendisinde doğruluk, iyilik
bulunan her şeyde; din'e, insan hakklarına aykırı olmayan uygulamalarda devlete
karşı gelinmeyecektir].
Bu âyetin ilk uygulamasına dair şu olay nakledilmiştir:
Rivâyet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a), Mekke'nin fethedildiği gün erkekler
biatleşmeyi bitirince, kadınlarla biate başladı. Kendisi Safa tepesinde, Hz. Ömer (r.a) de oranın
altında, Hz. Peygamber'in (s.a) emriyle kadınlarla biatleşip Peygamber'in (s.a) tebligatını onlara
aktarıyordu. Ebû Süfyân'ın karısı, Utbe'nin kızı Hind ise, Peygamber'in (s.a) kendisini tanıyacağı
endişesiyle yüzünü örtmüş, kıyafetini değiştirmiş olarak, biat eden kadınlar arasında bulunuyordu.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), “Sizin, Allah'a herhangi bir şeyi şirk koşmamanız şartıyla,
sizinle biatleşiyorum” buyurunca, Hind başını kaldırdı ve, “Allah'a yemin olsun ki, biz putlara taptık.
Şüphesiz sen, erkeklerden olmadığın, onlarla biate konu yapmadığın bir şeyle bizi sorumlu
tutuyorsun. Çünkü sen, erkeklerle sadece, Müslüman olmaları ve cihâd etmeleri konusunda
biatleştin...” dedi.
Hz. Peygamber (s.a), “Hırsızlık yapmamanız ... şartı üzere biatleşiyorum...” deyince, yine
Hind, “Ebû Süfyân, cimri bir adamdır. Ben onun malında bir kötülük işledim [onun malından
çaldım]. Bu sebeple, bilemiyorum, o aldığım mal bana helâl midir, değil midir?” dedi. Bunun
üzerine Ebû Süfyân da, “Geçmişte aldığın, gelecekte alacağın her şey, sana helâl olsun...” deyince,
Hz. Peygamber (s.a) gülümsedi, onu tanıdı ve ona, “Muhakkak ki, Utbe'nin kızı Hind'sin” deyince
Hind, “Evet” dedi, “binâenaleyh, ey Allah'ın Nebîsi, Allah sana afiyet versin... Geçmişte olanı
bağışla...”
Hz. Peygamber (sözüne devamla), “Zina etmemeniz şartı üzere...” deyince, Hind, “Hür kadın
hiç zina eder mi?” (başka bir rivâyette ise, “Hiç bir hür kadın zina etmemiştir”) dedi. Hz. Peygamber
(s.a), “Çocuklarınızı öldürmemeniz şartı üzere...” deyince de, Hind, biz onları büyüttük, sen ise
onları öldürdün. Bunu sen de onlar da pek iyi bilirsiniz!” dedi. Zira, Ebû Süfyân'ın oğlu Hanzale,
Bedir savaşı'nda öldürülmüştü...
Bunun üzerine Hz. Ömer(r.a) o kadar güldü ki sırtüstü yere düştü. Hz. Peygamber (s.a) de
tebessüm etti. Yine Hz. Peygamber (s.a), “İftirada da –ki bu iftira, kadının, kocasından olmayan
10
11. çocuğunu kocasına nisbet etmesidir–bulunmamanız şartı üzere...” deyince de, Hind, “Allah'a yemin
ederim ki bühtan kötü bir iştir. Hâlbuki sen bize, doğruluğu ve güzel huyları emrediyorsun” dedi.
Hz. Peygamber (s.a), “Ma‘rûfta, iyi şeylerde bana isyan etmemeniz şartı üzere...” deyince de, Hind,
“Allah'a yemin ederim ki, içimizde herhangi bir şey hususunda sana isyan etmek düşüncesi var
olduğu hâlde şurada bulunuyor değiliz.” dedi.9
13
Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın gazap ettiği toplumu velîleştirmeyin
[yönetici, gözetici yapmayın]. Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddedenlerin mezarlık halkından ümit kestiği gibi, kesinlikle onlar,
âhiretten ümit kesmişlerdir.
Bu âyet, Medîne döneminde sıkça üzerinde durulan ve sûrenin başında da bahsi
geçen velâyet konusuna son noktayı koymaktadır. Enfâl/72-73. âyetler, kâfirlerle
mü’minler arasındaki velâyet konusunu ilkeleştirmektedir. Mü’minler mü’minlerin,
kâfirler de kâfirlerin velîsi olup birbirlerini korur, gözetir ve yardımda bulunurlar.
Mü’minler kesinlikle velâyetlerini [korunmalarını, gözetilmelerini, yönetimlerini],
müşriklere/kâfirlere teslim edemezler.
Bu konu ile ilgili Nisâ/119, Kehf/102, Ra‘d/16, Nahl/63, En‘âm/121,
Mücâdele/14, Mâide/80-82, 57,51, Âl-i İmrân/28, Tevbe/23, Nisâ/144,89)’a
bakılabilir.
NOT:
Bu âyetlerde yer alan velî, evliyâ sözcüğü, genellikle “dost, dostlar” olarak
çevirilir, ki bu, âyetleri, ahlâkî bir davranışı önerdiği anlamına indirgemektir.
Hâlbuki burada konu edilen velâyet; idarî, siyasî ve hukukî velâyettir [korunma,
gözetilme ve yönetilmedir].
Enfâl/73. âyetteki, Eğer siz de onu yapmazsanız, yeryüzünde büyük bir kargaşa
ve fitne çıkar ifadesi, “şâyet siz, size Allah'ın, A'dan Z'ye ortaya koyduğu ilkeleri,
size emrettiği şeyleri yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat meydana
gelir”, yani “kimliğinizi, dininizi ve vatanınızı kaybedersiniz” demektir. Zaten dinin
amacı da, insanlara kimlik kazandırmak ve dünya üzerindeki zulüm ve kargaşayı
kaldırıp adaleti tesis etmek değil midir? Gayr-i müslimlerin velî edinilmesi
durumunda neler olacağına dair Kur’ân'ın bildirdiği bu mucize günümüzde gâyet
açık olarak yaşanmakta ve her tarafta görülmektedir. Özellikle de, eğitim çağında
velâyeti gayr-i müslimlere verilen çocuklar, İslâm dininden uzaklaşmış; Hristiyan,
hatta papaz olmuşlardır. Bunun yüzlerce somut örneği görülmektedir. Ayrıca,
velâyetlerini gayr-i müslimlere veren Müslüman ülkelerin de ahlâkî, siyasî, iktisadî
ve askerî açıdan yürekler acısı bir durumda oluşu, işte bu âyetlerin işaret ettiği
sonuçtan başka bir şey değildir.
Âyetteki, Kâfirlerin, mezarlık halkından ümit kestiği gibi, kesinlikle onlar,
âhiretten ümit kesmişlerdir ifadesiyle, kâfirlerin-münâfıkların âhirete, ölümlerinden
sonra diriltileceklerine, hesaba çekilip iyilik ve kötülüklerinin karşılıklarını
göreceklerine inanmadıkları, dolayısıyla yaptıkları kötülüklerin yanlarına kâr
kalacağı inancıyla her türlü fenalığı yapabilecekleri bildirilmiştir.
İnen ilk sûrelerde de, toplumdaki her kötülüğün kaynağının âhirete
inanmamaktan kaynaklandığı bildirilmişti:
9
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
11
12. 1
Âhirette herkesin iyi veya kötü, yaptığı işlerin karşılığını görmesini/ Allah'ın sosyal düzeni
belirleyen ilkelerini yalanlayan şu kimseyi gördün mü/ hiç düşündün mü? 2,3
İşte odur, yetimi itip
kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse.
(Mâûn/1-3)
Âhiret inancı, rahatını seven ve dünya nimetlerini arzu eden bir yapıda
yaratılmış olan insan için, işleyeceği suçlar konusunda caydırıcı bir unsurdur.
Çünkü menfaati için her türlü sorumsuz davranışta bulunabilecek yapıdaki insan,
ancak bir “mükâfat ve ceza yurdu”nun varlığı sayesinde kendisini
denetleyebilmekte, böylece dünyadaki kötülüklerin artış hızı frenlenmektedir.
Allah, doğrusunu en iyi bilendir.
12