1. 94 (57). HADÎD SÛRESİ
MEDENÎ, 29 ÂYET
GİRİŞ
Medîne'de inen Hadîd sûresi'nin, 94. sırada indiği kabul edilir. İçeriğinden
anlaşıldığına göre bu sûre, Uhud savaşı ile Hudeybiye antlaşması arasındaki bir
dönemde nâzil olmuştur.
Adını 25. âyetteki [الحديدhadîd] sözcüğünden alan ve değişik necmlerden oluşan
sûrede, imanın gereği olan ve sosyal var oluşun devamlılığının teminatı
mesâbesinde bulunan infak üzerinde durulur, kibirli cimriler kınanır, cömert
mü’minler övülür. Ayrıca, elçilik müessesesi; elçinin gönderiliş nedeni ve görevleri,
inanıp da inançlarının gereğini yapanların dünya ve âhirette ödüllendirileceği,
inanmayanların cezalandırılacağı, Kitap Ehlinin yanlış inanç ve davranışları beyân
edilmekte, Allah'a tevekkül ederek hayırda yarışa teşvik edilmektedir. Kısacası sûre
baştan sona uyarı ve teşvik içermektedir.
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA
MEAL:
1
Göklerde ve yeryüzünde bulunan şeyler, Allah'ı her türlü noksanlıktan
arındırdılar. Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün
olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapandır.
2
Göklerin ve yeryüzünün yönetimi sadece O'nundur. O, diriltir ve öldürür.
O, her şeye en iyi güç yetirendir.
3
O, İlktir, Sondur, Açıktadır, İçtedir ve O, her şeyi en iyi bilendir.
4
O, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan sonra en büyük taht üzerinde
egemenlik kuran, yeryüzüne gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı
bilendir. Ve nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir. Ve Allah
yaptıklarınızı en iyi görendir.
5
Göklerin ve yeryüzünün yönetimi yalnızca O'nundur. Ve bütün işler
yalnızca Allah'a döndürülür.
6
O, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. O,
göğüslerin özünü en iyi bilendir.
7
Allah'a ve Elçisi'ne inanın. Sizi, kendisine sonradan sahip
yaptığı şeylerden Allah yolunda harcayın/ Başta kendi yakınlarınız olmak
üzere başkalarının nafakalarını sağlayın. Artık sizden, inanan ve harcayan
kimseler; kendileri için çok büyük karşılık vardır.
8
Size ne oldu da, Elçi sizi Rabbinize inanmanız için davet ettiği hâlde
Allah'a inanmıyorsunuz? Oysa O, –eğer siz inananlar iseniz– sizden
inanacağınıza ‘kesin söz’ almıştı.
1
2. 9
Allah, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetleri
indirendir. Ve şüphesiz Allah, size çok şefkatli, çok merhametlidir.
10
Göklerin ve yerin son sahipliği Allah'ın olmasına rağmen neden siz Allah
yolunda harcamıyorsunuz? Sizden, fetihten önce harcayan ve savaşan kimse
eşit olmaz. Onlar, derece bakımından, sonradan Allah yolunda harcayan ve
savaşan kimselerden daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de “en
güzel”i vaat etmiştir. Ve Allah, yaptıklarınıza haberdardır.
11
Kimdir o, Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kişi ki Allah da onun için
kat kat artırsın! Onun için şerefli bir ödül de vardır.
12
O gün, inanan erkekleri ve inanan kadınları, ellerinin arasında ve
sağlarında ışıkları olduğu hâlde koşar göreceksin. –Bugün müjdeniz,
altlarından ırmaklar akan, içlerinde sonsuza dek kalacağınız cennetlerdir. İşte
bu, çok büyük kurtuluşun ta kendisidir!–
13
O gün münâfık erkekler ve münâfık kadınlar, o iman eden kimselere:
“Bize bakın da sizin ışığınızdan alalım?” derler. Denildi ki: “Arkanıza dönün
de ışık arayın!” Sonra da aralarına içinde rahmet, dışında da kendi yönünden
azap olan kapılı bir sur çekilir.
14,15
Onlara: “Biz, sizinle beraber değil miydik?” diye seslenirler.
Mü’minler: “Evet ama, siz kendi canlarınızı ateşe attınız, gözlediniz, kuşkuya
düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. Sonunda Allah'ın emri gelip çattı. O, çok
aldatan da sizi, Allah ile aldattı. Bugün artık sizden kurtulmalık alınmaz,
kâfirlerden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerden de. Sizin
varacağınız yer ateştir. O, size yaraşandır. O, ne kötü bir dönüş yeridir!”
16
İnananlar için hâlâ vakti gelmedi mi ki kalpleri Allah'ı anmak ve haktan
gelen için ürpersin de, daha önce kendilerine Kitap verilmiş, sonra
üzerlerinden uzun zaman geçmiş, dolayısıyla kalpleri katılaşmış kimseler gibi
olmasınlar. Onların çoğu da yoldan çıkmıştır.
17
Allah'ın, yeryüzünü, ölümünden sonra dirilttiğini biliniz. Belki aklınızı
kullanırsınız diye Biz, sizin için âyetleri açıkça ortaya koyduk.
18
Şüphesiz sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar ve Allah'a güzel
bir ödünç verenler; kendilerine kat kat artırılacaktır. Onlar için çok şerefli bir
ödül de vardır.
19
Allah'a ve Elçisi'ne inanan kimseler; işte onlar, Rableri nezdinde
dosdoğru kimselerin ve şehitlerin ta kendileridir. Onlar için karşılıkları ve
ışıkları vardır. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler de, onlar
cehennemin ashâbıdırlar.
20
Bilin ki iğreti dünya yaşamı, ancak bir oyun, tutkulu bir oyalama, bir süs,
kendi aranızda bir övünüş, mal ve çocuklar konusunda bir çoğaltma yarışıdır.
–Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra
kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp
oluvermiştir.– Âhirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir bağışlama ve bir
hoşnutluk vardır. Dünyadaki iğreti yaşam, aldanış malından, malzemesinden
başka bir şey değildir.
21
Rabbinizden bir bağışlanmaya, Allah'a ve elçilerine inananlar için
hazırlanmış, genişliği gökle yerin genişliği gibi olan cennete yarış yapınız. İşte
bu, Allah'ın, dilediğine verdiği armağandır. Onu dilediğine verir. Ve Allah,
büyük armağan sahibidir.
2
3. 22-24
Yeryüzünde ve kendilerinin içinde musibetten isabet eden şeyler, –
elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği şeylerle şımarmayasınız
diye– Bizim onu yaratmamızdan önce, kesinlikle bir kitaptadır. Şüphesiz bu,
Allah'a göre çok kolaydır. Ve Allah, cimrilik eden ve insanlara da cimriliği
emreden kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez. Kim yüz çevirirse de,
biliniz ki şüphesiz Allah, çok zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayanın, övülen,
övgüye lâyık bulunanın ta kendisidir.
25
Andolsun ki Biz, elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların
hakkaniyeti ayakta tutmaları ve Allah'ın, dinine ve elçilerine, kimse
kendilerini görmediği ve tanımadığı yerlerde yardım edenleri bildirmesi/
işaretleyip göstermesi için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz,
kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlar için yararlar bulunan demiri de
indirdik. Şüphesiz Allah, çok kuvvetlidir, mutlak üstündür.
26
Ve andolsun Nûh'u ve İbrâhîm'i elçi gönderdik, peygamberliği ve kitabı
bu ikisinin soyları içinde devam ettirdik. Sonra da onlardan bir kısım doğru
yolu bulan, onlardan birçoğu da hak yoldan çıkmış kimselerdir.
27
Sonra, bunların izinden ardarda elçilerimizi gönderdik. Meryem oğlu
Îsâ'yı da arkalarından gönderdik; kendisine İncîl'i verdik ve o'na uyan
kimselerin kalplerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları
ruhbanlık; onu, onların üzerine Biz yazmadık. Sadece Allah rızasını kazanmak
için ortaya çıkardılar. Sonra da buna gereği gibi riâyet etmediler. Sonra da
Biz, onlardan iman eden kimselere karşılıklarını verdik. Onlardan pek çoğu da
hak yoldan çıkmış olanlardır.
28,29
Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın koruması altına girin, O'nun Elçisi'ne
inanın ki –Kitap Ehli, Allah'ın armağanlarından hiçbir şey elde
edemeyeceklerini ve şüphesiz armağanların Allah'ın elinde olduğunu, onu
dilediğine verdiğini bilsinler diye–Allah size rahmetinden iki pay versin, sizin
için ışığında yürüyeceğiniz bir ışık yapsın ve sizi bağışlasın. Allah, çok
bağışlayan, çok merhamet edendir. Ve Allah, büyük armağan sahibidir.
TAHLİL:
1
Göklerde ve yeryüzünde bulunan şeyler, Allah'ı her türlü noksanlıktan
arındırdılar. Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün
olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapandır.
2
Göklerin ve yeryüzünün yönetimi sadece O'nundur. O, diriltir ve öldürür.
O, her şeye en iyi güç yetirendir.
3
O, İlktir, Sondur, Açıktadır, İçtedir ve O, her şeyi en iyi bilendir.
4
O, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan sonra en büyük taht üzerinde
egemenlik kuran, yeryüzüne gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı
3
4. bilendir. Ve nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir. Ve Allah
yaptıklarınızı en iyi görendir.
5
Göklerin ve yeryüzünün yönetimi yalnızca O'nundur. Ve bütün işler
yalnızca Allah'a döndürülür.
6
O, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. O,
göğüslerin özünü en iyi bilendir.
Bu âyetlerde, evrendeki tüm varlıkların Allah'a ait olduğu ve O'nu tesbîh ettiği,
evrenin yönetiminin de Allah'a ait olduğu bildirilmek sûretiyle âlemlerin Rabbi
tanıtılmaktadır:
Buna göre:
• Göklerde ve yeryüzünde bulunan şeyler, Allah'ı tesbîh etmektedirler.
• Göklerin ve yeryüzünün yönetimi, sadece Allah'ındır.
• O, diriltir ve öldürür.
• O, her şeye en iyi güç yetirendir, en iyi hüküm koyandır.
• O, evvel'dir [ilktir], âhir'dir [sondur], zâhir'dir [açıktadır], bâtın'dır [gizlidir] ve
O, her şeyi en iyi bilendir.
• O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş üzerine istivâ eden, yerküreye
gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilendir.
• Nerede olunursa olunsun varlıklarla birlikte olan ve yapılanları en iyi görendir.
• Bütün işler, yalnızca Allah'a döndürülmektedir.
• O, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar.
• O, göğüslerin özünü en iyi bilendir.
Âyetlerin anlamı gâyet açık olmakla birlikte birkaç noktaya dikkat çekmek
istiyoruz. Paragraf, göklerde ve yerde var olan her şeyin Allah'ı tesbîh ettiğinin
beyânı ile başlamıştır, ki tesbîh, “Allah'ı, O'na yakışmayan şeylerden tenzih
etmek/uzak tutmak, yani Allah'ı yüceltmek, O'nun her türlü kemal sıfatlarla
donanmış olduğunu kavramak ve bunu her vesile ile yüksek sesle söylemek”
demektir. Yeryüzündeki varlıkların tesbîhi hakkında İsrâ sûresi'nde yaptığımız
açıklamaya bakılabilir.1
Burada sadece âyeti hatırlatmakla yetiniyoruz:
Yedi gök, yeryüzü ve bunların içinde bulunanlar, Allah'ı tesbîh ederler. O'nu
hamd ile tesbîh etmeyen hiç bir şey yoktur. Fakat siz, onların tesbîhlerini iyi
kavramıyorsunuz. Şüphesiz ki O, halîmdir, çok bağışlayandır. (İsrâ/44)
Başka âyetlerde yüklem, tesbîh eder şeklinde geniş zaman kipiyle gelmişken,
konumuz olan âyette yüklem, tesbîh etti şeklinde geçmiş zaman kipiyle gelmiş ve
böylece tesbîhin herhangi bir vakte mahsus olmayıp sürekli olduğuna ve bunun
gerçek olduğuna işaret edilmiştir.
Daha sonra Allah zâtını, zaman ve mekân açısından tanıtmıştır. Şöyle ki:
• O, evveldir [ilktir]: Hiç bir şey yok iken Allah vardı, yani O'ndan önce olan
hiç bir şey yoktur.
• O, âhirdir [sondur]: O'ndan sonra kalacak olan hiç bir şey yoktur.
• O, zâhirdir [açıktadır]: Sıfatlarının tecellisi olarak meydandadır. Evrende
algılanan her şey, O'nu gösterir, O'nun imzasını taşır.
• O, bâtındır [gizlidir]: O'nun zatının duyularla bilinmesi ve görünmesi
imkânsızdır.
Burada, Allah'ın duyularla bilinemeyeceği, O'na alâmetler, âyetler aracılığı ile
inanılması gerektiği bildirilmektedir.
1
Tebyînu'l-Kur’ân; c. ?????.
4
5. Âyetteki, Göklerin ve yeryüzünün yönetimi sadece Allah'ındır ifadesi, birçok
sûrede detaylı olarak incelenmişti.
Âyetteki, O, diriltir ve öldürür ifadesiyle Allah, ilk ölümü yaratıp, sonra
ölülerden dirileri yarattığını, sonra onları öldürüp yeniden dirilteceğini, Kendisinin
bunları yapan, daima yapabilecek bir güce sahip olduğunu bildirmektedir. Buradaki
öldürür, diriltir ifadesinden, hem evrendeki hem de insan bünyesindeki değişim ve
oluşumlar anlaşılabilir.
Burada konu edilen nitelikler şu âyetlerde de zikredilmektedir: A‘râf/54,
Mülk/1-4, Âl-i İmrân/26-27, Sebe/1-2.
Âyetteki, Ve nerede olunursa olunsun varlıklarla birlikte olan ve yapılanları en
iyi görendir ifadesindeki beraberlik, mekân ve cihet açısından olmayıp, bilgi ve
ihata açısındandır. Bu husus, Kaf sûresi'nde [16-18. âyetler] şöyle açıklanmıştı:
ALLAH'IN YAKINLIĞI: Kur’ân'ın buraya kadarki bölümünde, kendisini
tanıttığı ifadelerden öğrendiğimize göre Allah'ın zatının kullarına mesafe itibariyle
yakınlığı söz konusu değildir. Âyette geçen Allah'ın yakınlığı, mecâzî bir ifadedir.
Bu ifade ile kastedilen mana, “insan üzerinde kudret yürütüp bir etki meydana
getirme konusunda ona kendisinden daha yakın, daha mâlik, daha çok tasarruf
sahibiyiz, onun nefsindeki vesveseyi de ondan daha iyi bilmekteyiz” demektir.
Allah'ın yakınlığı konusu, klâsik kaynakların bazılarında şu şekillerde
değerlendirilmiştir:
Allah Teâlâ'nın ilminin kemalini, genişliğini beyândır. Allah ilmi ile ona
damarındaki kandan daha yakındır. Çünkü damara bir engel vardır. O, ona gizli
kalabilir. Fakat Allah Teâlâ'nın ilmine engel mümkün değildir. Buna, şu mana da
verilebilir: Kudretimizin eşsizliği itibariyle Biz, ona “habl-i verîd”den daha yakınız.
Emrimiz onda, damarlarındaki kanın akışı gibi cereyan eder.
Biz, ona daha yakınız ifadesi mecâzdır. Bundan maksat, Allah'ın ona ilmen
yakınlığıdır. Allah, her yerdedir ifadesiyle de O'nun ilminin her yeri kuşatmış
olduğu kast edilir. Zira yakınlık, mekân ve mesafe itibariyledir; Allah ise mekândan
münezzehtir.
Yani, “Biz, onun hâlini, ona “habl-i verîd”den daha yakın olandan daha iyi
biliriz” demektir. Zatın yakınlığı ile ilmin yakınlığına mecâz yapılmıştır. Çünkü o,
onun gerekçesidir.2
7
Allah'a ve Elçisi'ne inanın. Sizi, kendisine sonradan sahip
yaptığı şeylerden Allah yolunda harcayın/ Başta kendi yakınlarınız olmak
üzere başkalarının nafakalarını sağlayın. Artık sizden, inanan ve harcayan
kimseler; kendileri için çok büyük karşılık vardır.
8
Size ne oldu da, Elçi sizi Rabbinize inanmanız için davet ettiği hâlde
Allah'a inanmıyorsunuz? Oysa O, –eğer siz inananlar iseniz– sizden
inanacağınıza ‘kesin söz’ almıştı.
9
Allah, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetleri
indirendir. Ve şüphesiz Allah, size çok şefkatli, çok merhametlidir.
2
Tebyînu'l-Kur’ân; c. 2, s. 99-100.
5
6. 10
Göklerin ve yerin son sahipliği Allah'ın olmasına rağmen neden siz Allah
yolunda harcamıyorsunuz? Sizden, fetihten önce harcayan ve savaşan kimse
eşit olmaz. Onlar, derece bakımından, sonradan Allah yolunda harcayan ve
savaşan kimselerden daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de “en
güzel”i vaat etmiştir. Ve Allah, yaptıklarınıza haberdardır.
11
Kimdir o, Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kişi ki Allah da onun için
kat kat artırsın! Onun için şerefli bir ödül de vardır.
Bu paragrafta, nitelikleri ile kendisini tanıttıktan sonra Allah, kullarından
istediklerini zikretmiştir.
Bu âyetlerde önce insanlara, Allah'a ve Elçi'sine inanın. Sizi, kendisine
sonradan sahip kıldığı şeylerden harcayın. Artık sizden, inanan ve harcayan
kimseler; kendileri için çok büyük karşılık vardır diye hitap edilerek, onların âhirete
hazırlanmaları istenmiş, sonra da, Size ne oldu da, Elçi, sizi Rabbinize inanmanız
için davet ettiği hâlde Allah'a inanmıyorsunuz? Oysa O, –eğer siz inananlar iseniz–
sizden mîsâkınızı [kesin sözünüzü] almıştı. O [Allah], sizi karanlıklardan aydınlığa
çıkarmak için kuluna apaçık âyetleri indirendir. Ve şüphesiz Allah, size çok şefkatli,
çok merhametlidir. Göklerin ve yerin mirası Allah'ın olmasına rağmen neden siz,
Allah yolunda harcamıyorsunuz? Sizden, fetihten önce harcayan ve savaşan kimse
eşit olmaz. Onla,r derece bakımından, sonradan infak eden ve savaşan kimselerden
daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de “en güzel”i vaad etmiştir. Ve
Allah, yaptıklarınıza haberdardır diye uyarılar yapılmış, paragrafın sonunda da,
Kimdir o, Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kişi ki, Allah da onun için kat kat
artırsın! Onun için şerefli bir mükâfat da vardır denilerek kullar infaka teşvik
edilmiştir.
Âyetteki, Sizi, kendisine sonradan sahip kıldığı şeylerden harcayın ifadesiyle,
mülkün Allah'a ait olduğu, bunu kullarına hayatlarını idame ettirtmeleri için verdiği
vurgulanmış ve aslında Allah'a ait olan şeyleri Allah için harcamaktan kaçınanlar
azarlanıp kınanmıştır.
Âyetteki, (Allah,) sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık
âyetleri indirendir. Ve şüphesiz Allah, size çok şefkatli, çok merhametlidir ifadesiyle
de, inanıp Elçi'ye destek vermelerinin ve infakta bulunmalarının gerekçesi
açıklanmıştır. Bütün bunlar, insanların cehâlet, şirk, küfür, mutsuzluk, zulüm, ve
fesat gibi karanlıklardan aydınlığa çıkarılması içindir:
257
Allah, inananların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınıdır; onları karanlıklardan
aydınlığa çıkarır. Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere gelince; onların
yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınları tâğûttur ki kendilerini aydınlıktan karanlıklara çıkarır.
Bunlar, cehennem ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar.
(Bakara/257)
15,16
Ey Kitap Ehli! Kesinlikle, Kitap'tan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açığa koyan,
çoğundan da vazgeçen Bizim Elçimiz size geldi. Kesinlikle size, Allah'tan bir ışık ve apaçık bir Kitap
geldi. Allah, o Kitabla kendi rızasına uyanları selâmet yollarına kılavuzlar. Onları Kendi bilgisi ile
karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola kılavuzlar.
(Mâide/16)
6
7. Ve İbrâhîm/1-3, Ahzâb/43-44, Talâk/10-11.
7. ve 11. âyetlerde, Allah'a ve Elçi'sine inanın. Sizi, kendisine sonradan sahip
kıldığı şeylerden harcayın. Artık sizden, inanan ve harcayan kimseler; kendileri için
çok büyük karşılık vardır. Kimdir o, Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kişi ki,
Allah da onun için kat kat artırsın! Onun için şerefli bir mükâfât da vardır
buyurularak, önemine dikkat çekilerek infak teşvik edilmiştir.
10. âyetteki, Göklerin ve yerin mirası Allah'ın olmasına rağmen neden siz,
Allah yolunda harcamıyorsunuz? ifadesiyle, yeryüzünün son sahibinin Allah
olduğu, onun herkesin elinden çıkacağı uyarısı yapılmaktadır, ki bu husus defalarca
hatırlatılmıştır:
40
Şüphesiz Biz, yeryüzüne ve onun üzerindeki kimselere vâris olacağız/onlar gidecek Biz
kalacağız. Ve onlar yalnızca Bize döndürüleceklerdir.
(Meryem/40)
180
Ve Allah'ın, kendilerine fazlından verdiği nimetlere karşı cimrilik edenler, bunun kendileri
için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Tam tersi o kendileri için zarardır. Cimrilik ettikleri şey, kıyâmet
gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası yalnızca Allah'a aittir. Ve Allah,
yaptıklarınıza bilgi sahibidir.
(Âl-i İmrân/180)
23
Ve yalnızca Biz, elbette diriltiriz ve Biz öldürürüz! Ve Biz, son sahip olacaklarız.
(Hicr/23)
Âyetteki, Sizden, fetihten önce harcayan ve savaşan kimse eşit olmaz. Onlar
derece bakımından, sonradan infak eden ve savaşan kimselerden daha büyüktür.
Bununla beraber Allah, hepsine de “en güzel”i vaad etmiştir. Ve Allah,
yaptıklarınıza haberdardır. Kimdir o, Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kişi ki,
Allah da onun için kat kat artırsın! Onun için şerefli bir mükâfat da vardır ifadesi,
bu âyetlerin Mekke'nin fethi için yapılan hazırlık aşamasında indiğini göstermekte
ve infakın en makbulünün, en zor zamanlarda/kara günde yapılan olduğuna dikkat
çekmektedir, ki bu kara gün dostları Allah'ın hoşnutluğu ile müjdelenmişlerdir:
100
Muhacir ve Ensar'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen
kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve Allah onlara, içlerinde temelli
kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur.
(Tevbe/100)
İnfakın önemi ve şekli ile ilgili birçok (Bakara/195, Bakara/245,264, 267-271,
Mâide/12, Teğâbün/17-18, Müzzemmil/20, Leyl/17-20, Âl-i İmrân/92) âyet
mevcuttur.
Bu pasajın iniş sebebi hakkında şu bilgiler nakledilmiştir:
Âlimler, bir Yahûdinin, bu âyet nâzil olduğunda, “Muhammed'in tanrısı fakir düşmüş olacak
ki borç istiyor” diye alay ettiğini, bunun üzerine Hz. Ebû Bekr'in (r.a) onu tokatladığını, derken
Yahûdinin bunu Hz. Peygamber'e (s.a) şikâyet ettiğini; Hz. Peygamber'in (s.a), Hz. Ebû Bekr'e
(r.a), “Böyle yapmakla ne kasdettin?” dediğini, Hz. Ebû Bekr'in (r.a) de, kendine hâkim olamayıp,
onu tokatladığını söylediğini, dolayısıyla Hakk Teâlâ'nın, Sizden önce kendilerine kitap verilmiş
olanlardan ve müşriklerden, nice eziyetler duyup göreceksiniz (Âl-i İmrân/186) âyetinin nâzil
olduğunu söylemişlerdir. Muhakkik âlimler şöyle demişlerdir: “Yahûdi bu sözü, Tanrı'nın fakir
7
8. olabileceğine inandığından ötürü değil de, (Müslümanlarla) istihza için söylemiştir. Onların, Allah
fakir, biz ise zenginiz (Al-i İmrân/181) şeklindeki sözleri de aynı mahiyettedir.3
12
O gün, inanan erkekleri ve inanan kadınları, ellerinin arasında ve
sağlarında ışıkları olduğu hâlde koşar göreceksin. –Bugün müjdeniz,
altlarından ırmaklar akan, içlerinde sonsuza dek kalacağınız cennetlerdir. İşte
bu, çok büyük kurtuluşun ta kendisidir!–
13
O gün münâfık erkekler ve münâfık kadınlar, o iman eden kimselere:
“Bize bakın da sizin ışığınızdan alalım?” derler. Denildi ki: “Arkanıza dönün
de ışık arayın!” Sonra da aralarına içinde rahmet, dışında da kendi yönünden
azap olan kapılı bir sur çekilir.
14,15
Onlara: “Biz, sizinle beraber değil miydik?” diye seslenirler.
Mü’minler: “Evet ama, siz kendi canlarınızı ateşe attınız, gözlediniz, kuşkuya
düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. Sonunda Allah'ın emri gelip çattı. O, çok
aldatan da sizi, Allah ile aldattı. Bugün artık sizden kurtulmalık alınmaz,
kâfirlerden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerden de. Sizin
varacağınız yer ateştir. O, size yaraşandır. O, ne kötü bir dönüş yeridir!”
Bu âyetlerde, uyarı amaçlı olarak mü’minler ve münâfıklara ait âhiret tabloları
sergilenmektedir.
• O gün, inanan erkek ve kadınların nûrları, ellerinin arasında ve sağlarında
koşuyor görülecektir.
• O günün müjdesi, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalınacak
cennetlerdir.
• İşte bu, çok büyük kurtuluşun ta kendisidir.
• O gün münâfık erkek ve kadınlar, iman edenlere, “Bize bakın da nûrunuzdan
alalım?” diye yalvaracaklardır.
• Münâfık erkek ve kadınlara, “Arkanıza dönün de nûr arayın!” denilecektir.
• Sonra da aralarına, içinde rahmet, dışında da azap olan kapılı bir sur
çekilecektir.
• Münâfık erkek ve kadınlar, “Biz sizinle beraber değil miydik?” diyecekler.
• Mü’minler de, “Evet ama, siz kendi canlarınızı ateşe attınız, gözlediniz,
kuşkuya düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. Nihâyet Allah'ın emri gelip çattı. O çok
aldatan da sizi, Allah ile aldattı. Bu gün artık sizden fidye alınmaz, kâfirlerden de.
Sizin varacağınız yer ateştir. O, size yaraşandır. O, ne kötü bir dönüş yeridir!” diye
karşılık vereceklerdir.
Burada sergilenen tablolar, mahşerde ayırım yapıldıktan sonraki hâdiselerin
canlandırılmasıdır. Kâfirler karanlıklar içinde sevk edilirken, mü’minler aydınlık
içinde sevk edilmektedir. O gün herkes ışık beklentisi içinde olacaktır:
8
Ey iman etmiş kimseler! Saf, katışıksız/ samimi bir hatadan dönüş ile Allah'a dönün. Umulur ki
Rabbiniz, Peygamber'i ve o'nunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı, ışıklarının önlerinde ve
sağlarında koşacağı, “Rabbimiz! Işığımızı tamamla, bizi bağışla, çünkü Sen her şeye güç yetirensin”
diyecekleri günde sizin kötülüklerinizi örter ve sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar.
(Tahrîm/8)
12. âyetteki, Bugün müjdeniz, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedî
kalacağınız cennetlerdir. İşte bu, çok büyük kurtuluşun ta kendisidir ifadesiyle,
3
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
8
9. mü’minler, Allah yolunda samimi ve duyarlı olmaya çağırılmaktadır. Mü’minlerin
müjdelenmesine dair birçok âyet mevcuttur. Bunlardan ikisini hatırlatıyoruz:
25
İnanmış ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere de, “Şüphesiz kendileri için altlarından
ırmaklar akan cennetlerin olduğunu” müjdele. Onlar, oradaki herhangi bir meyveden her
rızıklandırılışlarında, “Bu, bizim daha önce rızıklandığımız şeydir” derler. Ve onlara onun
benzeşenleri verildi. Orada çok temiz eşler de yalnızca onlarındır. Ve onlar, orada sürekli kalanlardır.
(Bakara/25)
19-24
Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse
gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler;
Allah'a verdiği sözleri yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan,
Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi; iman ve ameli birleştiren,
Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler,
Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş,
salâtı ikame etmiş [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları
oluşturmuş, ayakta tutmuş],
kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık Allah yolunda harcamış
ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun
âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih
olanlar Adn cennetlerine gireceklerdir. Görevli güçler/ haberci âyetler de her kapıdan yanlarına
girerler: “Sabretmiş olduğunuz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!”
(Ra‘d/19-24)
13. âyetteki, Sonra da aralarına, içinde rahmet, dışında da kendi yönünden azap
olan kapılı bir sur vurulur [çekilir] ifadesiyle; geçişin-kaçışın imkansızlığı
vurgulanmaktadır. Hümeze sûresi'nde de, O, onların üzerine kilitlenmiştir/
kapatılmıştır; uzatılmış direkler içinde şeklinde tasvir edilmişti:
4
Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Kesinlikle o, Hutame'ye fırlatılıp atılacaktır.
5
Hutame'nin ne olduğunu sana ne bildirdi?
6,7
O, Allah'ın, gönüllerin üzerine tırmanıp çıkan, tutuşturulmuş bir ateşidir.
8,9
O, uzatılmış direkler içinde, onların üzerine kilitlenmiştir/kapatılmıştır.
(Hümeze/4-9)
Bu tasvir, Ehl-i Kitabın yabancı olmadığı bir tasvirdir:
O zaman göklerin egemenliği, kandillerini alıp güveyi karşılamaya çıkmış olan
on kıza benzeyecek. Bunların beşi akılsız, beşi de akıllıymış. Akılsızlar kandillerini
almışlarsa da, yanlarına yağ almamışlar. Akıllılar ise, kandilleriyle birlikte kaplar
içinde yağ da almışlar. Güvey gecikince hepsini uyku tutmuş ve dalıp uyumuşlar.
Gece yarısı bir ses yankılanmış: “İşte güvey geliyor, onu karşılamaya çıkın!” Bunun
üzerine kızların hepsi kalkıp kandillerini tazelemişler. Akılsızlar akıllılara,
“Kandillerimiz sönüyor, bize yağınızdan verin!” demişler. Akıllılar, “Olmaz! Hem
bize hem size yetmeyebilir. En iyisi satıcılara gidin, kendinize yağ alın” demişler.
Ne var ki, onlar yağ satın almaya giderlerken güvey gelmiş. Hazırlıklı olan kızlar,
onunla birlikte düğün şölenine girmişler ve kapı kapanmış. Daha sonra gelen öbür
kızlar, “Efendimiz, efendimiz! Aç kapıyı bize!” demişler. Güvey ise, “Size
doğrusunu söyleyeyim, sizi tanımıyorum” demiş. Bu nedenle uyanık durun. Çünkü
o günü ve o saati bilemezsiniz.4
Bu pasajın iniş sebebine dair şu bilgiler verilmiştir:
4
Matta, 25:1-13.
9
10. Bu âyetin, hicretten bir yıl sonra münâfıklar hakkında indiği de söylenmiştir. Şöyle ki: Onlar
Selmân'dan Tevrât'taki hayret verici hususlardan kendilerine söz etmesini istediler. Bunun üzerine,
Elif, Lâm, Râ. Bunlar apaçık kitabın âyetleridir... Biz sana bu Kur’ân'ı vahyetmekle en güzel
kıssayı sana anlatacağız (Yûsuf/1-3) buyrukları indi. Böylelikle onlara okunan Kur’ân'ın başka
kitaplardan daha güzel ve onlar için daha faydalı olduğunu bildirdi. Onlar da Selmân'dan böyle bir
şey istemekten vazgeçtiler. Daha sonra yine, birincisinin benzeri bir istekte bulununca bu sefer de
yüce Allah'ın, İman edenlerin kalplerinin Allah'ın zikrine ve inen hakka karşı yumuşayarak saygı
ile boyun eğecekleri zaman... gelmedi mi buyruğu indi.5
Âyetin mü’minler hakkında indiği de söylenmiştir. Sa‘d dedi ki: “Ey Allah'ın Rasûlü! Bize
kıssa anlatsan” denince, Biz sana en güzel kıssayı anlatıyoruz (Yûnus/3) buyruğu nâzil oldu.
Aradan bir süre geçtikten sonra bu sefer, “Bize bir şeylerden söz etsen” dendi, bu sefer de, Allah
sözün en güzelini... indirmiştir (Zümer/23) buyruğu nâzil oldu. Aradan bir süre geçtikten sonra;
“Keşke bize hatırlatmada bulunsan, öğüt versen” dediler. Bunun üzerine de, İman edenlerin
kalplerinin Allah'ın zikrine ve inen hakka karşı yumuşayarak saygı ile boyun eğecekleri zaman...
gelmedi mi? buyruğu indi.6
Âyetlerdeki, önlerindeki ve yanlarındaki ışıklar eşliğinde cennete gitmekte olan
mü’minlerin, karanlıklar içinde yalvaran ikiyüzlülere, Evet ama, siz kendi
canlarınızı ateşe attınız, gözlediniz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı.
Nihâyet Allah'ın emri gelip çattı. O çok aldatan da sizi Allah ile aldattı. Bugün artık
sizden fidye alınmaz, kâfirlerden de. Sizin varacağınız yer ateştir. O, size
yaraşandır. O, ne kötü bir dönüş yeridir! şeklinde verdikleri karşılıkta, münâfıkların
o hâle düşmesinin nedenleri sayılmıştır. Şöyle ki:
• Münâfıklar, bu duruma kendi kendilerini düşürmüşlerdir.
• Kimse onlara zulmetmemiştir.
• Hep, “İleride bakalım ne yaparız” diye gerçekle yüzleşmekten kaçmışlardır.
• Kur’ân, Elçi ve âhiret hakkında kuşkuya düşmüşlerdir.
• Aldatan da Allah ile, Allah'ı kullanarak, Allah adına yalan uydurarak, “Allah,
nasıl olsa bağışlayacak” vs. diyerek aldatmıştır.
Âyetteki, Bugün artık sizden fidye alınmaz, kâfirlerden de ifadesiyle, fidye
vererek oradan kurtulmanın imkansızlığına dikkat çekilmiştir. Zira, bu âyetlerin
muhatapları, paralarıyla her işi gördüren, her kapıyı açtıran varlıklı münâfıklardır.
Müşriklere, münâfık ve kâfirlere âhirette fidye kabul edilmeyeceği onlarca
(Bakara/123) (Bakara/47-48) (Âl-i İmrân/91) (Yûnus/54) (Ra‘d/18)kez
bildirilmiştir.
16
İnananlar için hâlâ vakti gelmedi mi ki kalpleri Allah'ı anmak ve haktan
gelen için ürpersin de, daha önce kendilerine Kitap verilmiş, sonra
üzerlerinden uzun zaman geçmiş, dolayısıyla kalpleri katılaşmış kimseler gibi
olmasınlar. Onların çoğu da yoldan çıkmıştır.
17
Allah'ın, yeryüzünü, ölümünden sonra dirilttiğini biliniz. Belki aklınızı
kullanırsınız diye Biz, sizin için âyetleri açıkça ortaya koyduk.
18
Şüphesiz sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar ve Allah'a güzel
bir ödünç verenler; kendilerine kat kat artırılacaktır. Onlar için çok şerefli bir
ödül de vardır.
19
Allah'a ve Elçisi'ne inanan kimseler; işte onlar, Rableri nezdinde
dosdoğru kimselerin ve şehitlerin ta kendileridir. Onlar için karşılıkları ve
ışıkları vardır. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler de, onlar
cehennemin ashâbıdırlar.
5
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
6
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
10
11. 20
Bilin ki iğreti dünya yaşamı, ancak bir oyun, tutkulu bir oyalama, bir süs,
kendi aranızda bir övünüş, mal ve çocuklar konusunda bir çoğaltma yarışıdır.
–Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra
kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp
oluvermiştir.– Âhirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir bağışlama ve bir
hoşnutluk vardır. Dünyadaki iğreti yaşam, aldanış malından, malzemesinden
başka bir şey değildir.
21
Rabbinizden bir bağışlanmaya, Allah'a ve elçilerine inananlar için
hazırlanmış, genişliği gökle yerin genişliği gibi olan cennete yarış yapınız. İşte
bu, Allah'ın, dilediğine verdiği armağandır. Onu dilediğine verir. Ve Allah,
büyük armağan sahibidir.
Bu âyetler, Allah'ın rahmet tecellilerini ifade etmesinin yanısıra, insanları da
kurtuluşa erebilmeleri için akıllarını kullanmaya davet eden beyanname
niteliğindedir.
16. âyetteki, Kalpleri Allah'ı anmak ve Hakk'tan gelen için ürpersin de, daha
önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmiş, dolaysıyla
kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu da yoldan çıkmıştır
ifadesiyle, inananların Yahûdileşmemeleri gerektiğine işaret edilmektedir.
18. âyette konu, sosyal varlığın bekasını sağlayacak olan infak faktörüne
getirilerek, Şüphesiz sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar ve Allah'a güzel
bir ödünç verenler; kendilerine kat kat artırılacaktır. Onlar için çok şerefli bir ödül
de vardır buyurulmuştur. Bu konu 10-11. âyetlerde açıklanmıştı.
19. âyette, Allah'a ve Elçisi'ne inanan kimseler; işte onlar, Rabb'leri nezdinde
sıddîkların ve şehidlerin ta kendilerdir. Onlar için karşılıkları ve nûrları vardır.
İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler de; onlar cahîm'in ashâbıdırlar
buyurularak verilen müjde, Nisâ sûresi'nde de geçmiş ve orada ‘sıddîk’ ve ‘şehid’
kelimeleri ile ilgili detay sunmuştuk:
69
Kim de Allah'a ve Elçi'ye itaat ederse artık onlar, Allah'ın, peygamberlerden, dosdoğru
kimselerden, şehitlerden ve sâlihlerden kendilerine nimet verdiği kişilerle beraberdir. Ve bunlar arkadaş
olarak ne güzeldir! 70
Bu, Allah'tan bir armağandır. En iyi bilen olarak Allah yeter.
(Nisâ/69-70)
20. âyette, Bilin ki, iğreti yaşam ancak bir oyun, tutkulu bir oyalama, bir süs,
kendi aranızda bir övünüş, mal ve çocuklar konusunda bir çoğaltma yarışıdır
buyurularak, dünya yaşamının geçiciliğine ve değersizliğine dikkat çekilmiştir:
32
Ve basit dünya hayatı, sadece eğlence ve oyundur. Son yurt/Âhiret yurdu ise, Allah'ın
koruması altına girenler için kesinlikle daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız?
(En‘âm/32)
64
Ve bu iğreti dünya yaşamı, sadece bir eğlence ve oyundur. Şüphesiz son yurt ise kesinlikle
hayatın ta kendisidir. Keşke onlar, bilmiş olsalardı.
(Ankebût/64)
11
12. 26
Bu, onların, Allah'ın indirdiğini beğenmeyen kimselere: “Bazı işlerde biz, size itaat edeceğiz”
demeleri sebebiyledir. Oysa Allah, onların gizlediklerini biliyor.
(Muhammed/26)
14
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, etinden ve
sütünden yararlanılan hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu aşırı istek, insanlara süslü/çekici
kılındı. Bunlar, basit dünya hayatının kazanımıdır. Ve Allah, varılacak güzel yer Kendi katında
olandır.
15-17
De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Allah'ın koruması altına girmiş;
“Rabbimiz! Şüphesiz biz inandık, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi Ateş'in azabından koru!”
diyen, sabreden; direnç gösteren, doğru olan, sürekli saygıda duran, Allah yolunda harcamada
bulunan ve seherlerde bağışlanma dileyen kişiler için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları,
altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah'tan hoşnutluk vardır. Ve Allah, kulları en iyi
görendir.
(Âl-i İmrân/14-17)
Ve Yûnus/24-25, İbrâhîm/18, Kehf/45-46, Nûr/39.
21. âyetteki, Rabbinizden bir bağışlanmaya, Allah'a ve elçilerine inananlar için
hazırlanmış, genişliği gökle yerin genişliği gibi olan cennete müsabaka yapınız
ifadesiyle, dünyanın değersiz kazançları için değil, âhiretin sonsuz nimetleri için
müsabaka yapılması tavsiye edilmiştir.
Âyette, cennetin genişliğinin, “gökle yerin genişliği gibi” olduğu ifade
edilmiştir, ki bu, cennetin sınırını değil, insan aklının ötesinde bir genişliği,
sonsuzluğu ifade eder:
133-135
Ve Rabbinizden bağışlanmaya, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcama yapan,
öfkelerini yutan, insanları affeden, çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da kendi kendilerine haksızlık
ettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyen, –Allah'tan
başka günahları bağışlayan kimdir?– yaptıkları kötü şeylerde bile bile ısrar etmeyen, Allah'ın
koruması altına girmiş kişiler için hazırlanmış eni göklerle yer kadar olan cennete koşuşun. Ve
Allah, iyilik, güzellik üretenleri sever.
(Âl-i İmrân/133-135)
22-24
Yeryüzünde ve kendilerinin içinde musibetten isabet eden şeyler, –
elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği şeylerle şımarmayasınız
diye– Bizim onu yaratmamızdan önce, kesinlikle bir kitaptadır. Şüphesiz bu,
Allah'a göre çok kolaydır. Ve Allah, cimrilik eden ve insanlara da cimriliği
emreden kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez. Kim yüz çevirirse de,
biliniz ki şüphesiz Allah, çok zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayanın, övülen,
övgüye lâyık bulunanın ta kendisidir.
Bu âyetlerde, ekolojik bozukluklar, deprem, yangın, kıtlık, kuraklık, salgın,
hastalık, ekonomik kriz, iflas, ağrı ve hastalıklar, mal ve can noksanlığı, kaza-bela,
hapis, sürgün, yenilgi gibi yeryüzünde ve insan bünyesinde vukû bulan tüm
olumsuzluk ve musibetlerin Allah'ın kitabında olduğu beyân edilmektedir. Âyetten
açıkça anlaşıldığına göre kullara isâbet edecek her şeyin niçin isâbet edeceği, kullar
üzülmesin ve şımarmasın diye önceden bildirilmiştir:
11
İsabet eden her musibet, sadece Allah'ın bilgisi çerçevesinde isabet eder. Kim Allah'a inanırsa,
Allah, onun kalbini kılavuzlar. Ve Allah her şeyi en iyi bilendir.
12
13. (Teğâbün/11)
41
İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir
kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde kargaşa ortaya çıktı.
(Rûm/41)
72
Şüphesiz Biz, emaneti [bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği] göklerin, yerin ve dağların
üzerine yaydık, yaygınlaştırdık da, onlar, onu taşımaya yanaşmadılar, bütünlüğün, kusursuzluğun,
mükemmelliğin alıp götürülmesinden korktular. Ve onu insan taşıdı [onu aldı götürdü, ona ihanet
etti]. Şüphesiz insan, çok yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan ve çok cahildir.
(Ahzâb/72)
Ve Nisâ/77-79, Âl-i İmrân/152, Şûrâ/30,48, Nahl/33-34, Zümer/48, Zümer/51,
Rûm/36, Kasas/46-47.
Burada ifade edilmek istenen şudur: Herkese, başına gelecek şeyler daha evvel
bir kitapla bildirilmiş, herkes uyarılmıştır; yani, ateşin yaktığı, suyun boğduğu…
öğretilmiştir. Kim elini yakarsa, kendisi yakmıştır; “Kendim ettim kendim buldum”
der, teselli olur, üzülmez. İradesi dışında ateşe atılan yakılan kimse de, Allah'ın
kendisini denediğini kabul ederek sabreder yine üzülmez:
155,156
Ve de kesinlikle Biz, korkudan, açlıktan bir şeylerle ve mallardan, canlardan ve
ürünlerden eksiltme ile sizi zayıf düşüreceğiz/ imtihan edeceğiz. Kendilerine bir musibet geldiği
zaman, “Biz şüphesiz Allah'a aidiz ve yalnız O'na döneceğiz” diyen şu sabredenlere de müjdele!
157
İşte onlar; Rablerinden, birtakım destekler ve rahmet kendilerinedir. İşte onlar,
kılavuzlandıkları doğru yolu bulanların da ta kendisidir.
(Bakara/155-157)
25
Andolsun ki Biz, elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların
hakkaniyeti ayakta tutmaları ve Allah'ın, dinine ve elçilerine, kimse
kendilerini görmediği ve tanımadığı yerlerde yardım edenleri bildirmesi/
işaretleyip göstermesi için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz,
kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlar için yararlar bulunan demiri de
indirdik. Şüphesiz Allah, çok kuvvetlidir, mutlak üstündür.
26
Ve andolsun Nûh'u ve İbrâhîm'i elçi gönderdik, peygamberliği ve kitabı
bu ikisinin soyları içinde devam ettirdik. Sonra da onlardan bir kısım doğru
yolu bulan, onlardan birçoğu da hak yoldan çıkmış kimselerdir.
27
Sonra, bunların izinden ardarda elçilerimizi gönderdik. Meryem oğlu
Îsâ'yı da arkalarından gönderdik; kendisine İncîl'i verdik ve o'na uyan
kimselerin kalplerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları
ruhbanlık; onu, onların üzerine Biz yazmadık. Sadece Allah rızasını kazanmak
için ortaya çıkardılar. Sonra da buna gereği gibi riâyet etmediler. Sonra da
Biz, onlardan iman eden kimselere karşılıklarını verdik. Onlardan pek çoğu da
hak yoldan çıkmış olanlardır.
Bu âyetlerde, Allah'ın rahmeti gereği insanlar için yaptıklarının bir bölümü;
yukarıda konu edilen, musibetlerin kitapta yer alışı beyân edilmektedir. Buna göre
Allah, insanların dünya ve âhirette kendilerini musibetlerden koruyabilmeleri için
13
14. onlara iyiyi-doğruyu, yararlıyı-zararlıyı öğretecek apaçık kitabı, kitabın içinde de
insanları dünya ve âhirette tüm musibetlerden kurtaracak ilkeleri indirdiğini ve elçi
gönderdiğini bildirmektedir. Burada, elçiliğin misyonu da ortaya konulmuştur.
Âyetten açıkça anlaşıldığına göre elçilerin görevi, sadece tebliğ edip kenara
çekilmek değil; ilâhî ilkeleri yaşatmak için organize olmak, Allah'tan gelen ilkeleri
hayata geçirerek insanları zulümden, kargaşadan, kan dökmekten kurtarmak, mutlu
ve huzurlu yaşamalarını sağlamaktır.
25. âyetteki, Allah'ın, Kendisine [dinine] ve elçilerine görmeden yardım
edenleri bildirmesi/ işaretleyip göstermesi için ifadesiyle, inananların Allah'ın
dininin yayılmasında görev almaları gerektiğine işaret edilmiştir. Öyleyse her
mü’min, Allah'ın dininin yayılması için yardımcı olmak durumundadır, ki böylece
Allah da onlara yardım eder:
7
Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz, Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve
ayaklarınızı sabit tutar. 8
İnkâr eden kişiler ise, artık yıkım onlara! Ve Allah, onların işlerini
saptırtmıştır. 9
Bu, şüphesiz onların, Allah'ın indirdiklerini beğenmediklerinden dolayıdır. Artık Allah
da onların amellerini boşa çıkarmıştır.
(Muhammed/7)
52,53
Sonra Îsâ, onlardan küfrü: Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmeyi sezince: “Allah
yolunda benim yardımcılarım kimlerdir?” dedi. Havariler: “Allah'ın yardımcıları biziz, biz Allah'a
iman ettik, bizim şüphesiz müslimler olduğumuza tanık ol. –Rabbimiz! Biz, senin indirdiğine iman
ettik, elçiye de uyduk. Artık bizi şâhitlerle beraber yaz”– dediler.
(Âl-i İmrân/52-53)
14
Ey iman etmiş kişiler! Allah'ın yardımcıları olun; nitekim Meryem oğlu Îsâ, havarilere:
“Allah'a benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler: “Allah'ın yardımcıları biziz” dediler.
Sonra İsrâîloğulları'ndan bir zümre inandı, bir zümre inanmadı. Sonra da Biz, inanmış kimseleri,
düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler.
(Saff/14)
Yirmi beşinci ayetteki “ya’leme” ifadesinin tahlili ile ilgili ayrıntılı bilgi Sebe/21. ayetin
tahlilinde verilmiştir.7
DEMİR
Biz, kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar bulunan demiri de
indirdik buyruğunda zikri geçen demirin indirilmesi, üç şekilde anlaşılabilir:
A) Demirin indirilmesi, –Zümer/6'daki gibi– “demirin yaratılması” anlamına
alınabilir:
7
Tebyinulkuran; clt ??? s. ????*
14
15. 6
O, sizi tek bir nefisten oluşturdu, sonra ondan eşini yaptı ve sizin için hayvanlardan sekiz eş
indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, oluşturluştan sonra bir oluşturuluşla
oluşturuyor. İşte bu, sahiplik, yönetim yalnız Kendisinin olan Rabbiniz Allah'tır. O'ndan başka ilâh
diye bir şey yoktur. Öyleyse, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?
(Zümer/6)
B) Demirin indirilmesi, “demirin gerçekten indirilmesi” anlamına alınabilir.
Zira dünyadaki mevcut demirin yer küreye sonradan; uzaydaki diğer gök
cisimlerinden indirildiği biliniyor. Bu durumda Kur’ân'ın evrensel bir mucizesi daha
ortaya çıkmış olur.
Kur’ân'da geçen inzâl fiili, genellikle dünya dışından yapılan indirme ve gelişleri ifade
eder. İnzâl fiili, dünyadaki bir yaratılışın dünya dışındaki oluşumlar sayesinde meydana geldiğini
anlatır. Dünyanın ilk sıcaklığı demirin oluşumuna uygun değildir. Hatta güneş tipi orta büyüklükte
yıldızlar bile demirin üretimi için yeterli ısıya sahip değildir. Bu yüzden demir, sırf dünyaya değil,
güneş sistemine bile indirilmiştir [inzâl edilmiştir]. Şu anda dünyada var olan demir, güneş
sistemine yüksek ısılı yıldızlardan gelmiştir. Kur’ân'ın demirin oluşumunu anlatırken inzâl fiiliyle
“indirilme” olayına dikkat çekmesi mucizevî niteliktedir.8
Demir dünya üzerindeki üçüncü en yaygın elementtir ve yer kabuğunun % 5'ini oluşturur. Demir
elementi, dünyada bu kadar fazla miktarda bulunmasına karşın, demirin oluşumu dünya dışında
gerçekleşmiştir. Modern astronomik bulgular, dünyadaki demir madeninin dış uzaydaki dev
yıldızlardan geldiğini ortaya koymuştur.9
Âyette demir, “kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar bulunan”
diye nitelenmiştir. Gerçekten demir, insanın iğneden otomobile, ondan devasa
yapılara her türlü kişisel, ziraî, sınaî, askerî gereksinimin temel maddesidir. Kükürt
ve oksijen gibi metallerle kolayca birleşir. Başka herhangi bir metalden çok daha
büyük miktarlarda, alaşımlarda kullanılır. En yararlı ve ucuz metallerden biri olan
çelik de demire küçük bir miktar karbon katılmasıyla elde edilir. Tüm bitkilerin,
hayvanların ve insanların, yaşamak için demire ihtiyaçları vardır. İnsanlarda en
büyük demir yüzdesi, kırmızı kan hücrelerinde bulunur. Hemoglobinin temel
bölümlerinden birini oluşturur. Kaslarda ve dokularda, küçük miktarlar hâlinde
bulunur. Demirin tıptaki en önemli kullanım yeri, hipokromik kansızlıkların
tedavisindedir. Demir eksikliği durumu, hemoglobin oluşumunu engeller ve kırmızı
kan hücrelerinin öteki işlevlerini yerine getirmesini de güçleştirir. Çok sayıdaki
demir bileşiklerinden herhangi biri tedavide kullanılabilir. Dünyada altının yokluğu,
kimseye bir zorluk çıkarmaz, ama demirin yokluğu insanın belini büker.
C) HADİD:
“Hdd” kökünden türemiş “mübalağa ismi fail” kalıbında bir sözcüktür.
Sözcüğün gerçek anlamını tespit edebilmek için önce kök anlamının bilinmesi
gerekir. Temel lügatlere göre:
“Hadd”, “birisi diğerine karışmasın ya da biri ötekine tecavüz etmesin diye iki
şey arasındaki ara” demektir.
8
Kur’ân Araştırmaları Grubu, Kur’ân Hiç Tükenmeyen Mucize.
9
Ansiklopediler.
15
16. “Hadd”, “herhangi bir şeyin son noktası” demektir.
“Hadd”, “”defetmek, savmak, engel olmak” demektir.
“Hadd”, “suçluyu edeplendirmek” demektir.
“Hadd”, “insana bulaşan öfke, yeğnilik [hiddet]” demektir.
“Hadd”, “bir şeyi başka bir şeyden ayırabilme” demektir.
“Hadid”, bilinen “demir cevheri” demektir.
“Haddad”, “demirci, kapıcı, “hapishane gardiyanı” demektir.10
Görüldüğü üzere, sözcüğün birçok anlamı vardır. Demir cevherine “Hadid”
denilmesi de onun sertliğinden, bir şeylere engel oluşundandır.
Biz burada sözcüğü “bir şeyi başka bir şeyden ayırma” anlamıyla ele alacağız.
Bu durumda sözcüğün ayetteki anlamı “bir şeyi bir diğerinden iyice ayırabilen;
keskin görüşlü, ince zekâlı” demek olur. Nitekim daha evvel Kaf suresinde de bu
anlamıyla sunulmuştu.
22
kesinlikle sen bundan duyarsızlık, bilgisizlik içinde idin. Şimdi senden perdeni kaldırdık.
Artık bugün gözün keskindir; Kur’an sayesinde kurmay birisi oldun.
(Kaf/22)
MİZÂN
Âyette geçen mizan, “adalet ilkeleri”dir. Bu hususa şu âyette işaret edilmiştir:
17
Allah, bu kitabı ve teraziyi/ ölçüyü hakla indiren Zat'tır. Ve sana ne bildirir ki, belki de o
kıyâmetin kopuş zamanı çok yakındır!
(Şûrâ/17)
Bu paragrafta, Uydurdukları ruhbânlık; onu, onların üzerine Biz yazmadık.
Sadece Allah rızasını kazanmak için (ortaya çıkardılar) ifadeleriyle dikkat çekilen
ruhbânlık üzerinde biraz durmak istiyoruz.
RUHBÂNLIK
ربهبانّه ال [ruhbân] sözcüğü, ربهبة [rehbet], ربهب [rühb] ve ربهب [rehb] köklerinden
türemiştir. Sözcüğün kök anlamı “korkmak” demektir.11
Kullanıldığı âyetler dikkate
alındığında sözcüğün, “mutlak korku” anlamında olmayıp, “sakınmayla, tedbirli ve
ihtiyatlı olmayla, tedirginlikle birlikte korkma” anlamında olduğu anlaşılır. Sözcük
anlamıyla Kasas/32 [/الربهبer-rehb], Haşr/13 [/ربهبةrehbeten], Enbiyâ/90 [reheben],
A‘râf/154 [بونب/تربهبtürhibûne], Bakara/40 [بونب/فربهبferhebûnî], Nahl/51 [ferhebûni],
Enfâl/60'ta [/تربهبونtürhibûne] yer alır.
İsm-i fâili olan râhib sözcüğü, “sakınmayla, tedbirli ve ihtiyatlı olmayla,
tedirginlikle birlikte korkan, çekinen kimse” demek olup çoğulu 'ربهبانdır [rahbân-
ruhbân'dır] ve 'ربهبانيونdur [ruhbâniyyûn'dur]. Bu durumda ruhbânlık, “çekingen bir
hayat sürme” demektir.
KAVRAM OLARAK RUHBÂNLIK
Ruhbânlık, “daha fazla ibâdet, daha fazla zühd hayatını seçmek” demektir.
Genel anlamda, “dünyadan el-etek çekmek, ibâdet ile meşgul olmak”tır. Ruhbânlar
10
Lisanü’l-Arab, c: 2, s: 353-356; Tacu’l-Arus, c: 4, s: 410-413, hdd mad.)
11
Lisân, “Rhb” mad.
16
17. bu anlayışla, evlenmeyi hoş görmez ve dünya işlerine önem vermezler, akıllarınca
rûhu yüceltmeyi ön planda tutarlar.
Kur’ân-ı Kerîm, dinde ruhbânlığı, yani dini daha iyi yaşamak için bir tarafa
çekilmeyi, nefsi en doğal ihtiyaçlardan bile mahrum etmeyi icat edenleri ve bunu
sürdürenleri tenkit eder:
27
Sonra, bunların izinden ardarda elçilerimizi gönderdik. Meryem oğlu Îsâ'yı da arkalarından
gönderdik; kendisine İncîl'i verdik ve o'na uyan kimselerin kalplerine bir şefkat ve merhamet
koyduk. Uydurdukları ruhbanlık; onu, onların üzerine Biz yazmadık. Sadece Allah rızasını
kazanmak için ortaya çıkardılar. Sonra da buna gereği gibi riâyet etmediler. Sonra da Biz, onlardan
iman eden kimselere karşılıklarını verdik. Onlardan pek çoğu da hak yoldan çıkmış olanlardır.
(Hadîd/27)
34
Ey iman etmiş kişiler! Şüphesiz, hahamlardan, rahiplerden birçoğu kesinlikle insanların
mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah
yolunda harcamayan kimseler, hemen onlara acıklı bir azabı müjdele!
(Tevbe/34)
Ruhbânlık, târihî akış içerisinde Hristiyan din adamlarının daha iyi
teşkilatlanmalarını ve daha etkin çalışmalarını sağlayan bir kurum hâline gelmiştir.
Hristiyan geleneğinde özel bir sınıf olan, din konusunda özel yetkileri bulunan
Ruhbânlar, dini temsil eder ve din adına karar verirler. Kur’ân'ın ifadesiyle onlar
kendilerini ilâhlık ve rabblık makamına çıkartan kimselerdir. Kendilerine de,
“Rûhânîler” de denilen bu kimseler, Allah ile kullar arasında aracı durumundadırlar.
Câhil zümreler, rûhbânlara hakk etmedikleri nitelikleri yakıştırdılar ve onların
din adına söylediklerini itirazsız kabul ettiler. Kur’ân, bu hususa şöyle işaret eder:
31
Onlar, Allah'ın astlarından bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Îsâ'yı kendilerine rabler
edindiler. Oysa onlar sadece bir tek olan ilâha kulluk etmekle emrolunmuşlardı. Allah'tan başka ilâh
diye bir şey yoktur. O, ortak koşanların ortak koştuğu şeylerden de arınıktır.
(Tevbe/31)
Ruhbânlar, halka bir şeyi emrettikleri, haram ya da helâl kıldıkları zaman,
insanlar bunu kabul eder ve Allah'ın o konudaki hükmünü düşünmezler. Bu gibi
insanlar, Allah'ın dinine ve hükümlerine değil, kişilere tâbi olurlar; Allah'a rağmen
onların peşine düşerler. Bu ise, İslâm'ın şirk saydığı sapık bir inançtır.
İslâm'ın ilk yıllarında Müslümanlara karşı iyi davranan rahibler Kur’ân'da
övülmüştür:
82
Sen, kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak, o
Yahudileri ve o ortak koşan kimseleri bulursun. Ve kesinlikle iman eden kimselere sevgi
bakımından en yakın olarak da, “Şüphesiz biz, Nasraniyiz/Hristiyanlarız” diyen kimseleri bulursun.
Bu, kendi içlerinde keşişler ve rahipler olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından
dolayıdır.
(Mâide/82)
17
18. İslâm'da ruhbânlık ve ruhbanlığa ihtiyaç yoktur. Müslümanlar daha iyi ibâdet
edebilmek için bir köşeye çekilmek durumunda olmadıkları gibi, mübah olan şeyleri
kendilerine haram da kılamazlar. Bilakis, dinlerini hayatın akışı içerisinde toplumla
beraber doğal bir şekilde yaşarlar.
İslâm'da ruhbân sınıfı da yoktur. Bütün Müslümanlar din önünde eşittir. Hiç
kimsenin din adına bir ayrıcalığı olmadığı gibi, hiç kimsenin başkalarını İslâm'a
kabul etme, İslâm'dan çıkarma veya günahını bağışlama yetkisi de yoktur.
Kimi Müslümanların, hocasını, üstadını, şeyhini veya liderini dinin temsilcisi
sayması, onların her dediğini dini bir emir gibi algılaması ve onların masum ve
lâyüs’el olduklarına inanması ise, Hristiyanlardaki sapıklığın Müslümanlardaki
yansımasıdır.
Takvâ, İslâmî ölçüler içerisinde yaşanmalıdır. İfrat ve tefrit, telafisi mümkün
olmayan zararlar getirir, kişiyi şirke bulaştırır.
Âyetteki, Uydurdukları ruhbânlık; onu, onların üzerine Biz yazmadık ifadesiyle,
kendi kendine din uyduranlar kınanmaktadır. Rabbimiz din adına her ne ilke
koyduysa, hepsi insan fıtratı çerçevesindedir; aşırılıklar ilâhî ilke olmaktan uzaktır:
174
Ey insanlar! Kesinlikle Rabbinizden size apaçık bir kanıt geldi. Ve Biz size apaçık/açıklayan
bir ışık indirdik.
(Nisâ/171)
77
De ki: “Ey Kitap Ehli! Dininizde hakkın dışında aşırılığa gitmeyin. Daha evvel sapmış,
birçoklarını saptırmış ve hak yolun ortasından sapmış bir toplumun tutkularına da uymayın.”
(Mâide/77)
28,29
Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın koruması altına girin, O'nun Elçisi'ne
inanın ki –Kitap Ehli, Allah'ın armağanlarından hiçbir şey elde
edemeyeceklerini ve şüphesiz armağanların Allah'ın elinde olduğunu, onu
dilediğine verdiğini bilsinler diye–Allah size rahmetinden iki pay versin, sizin
için ışığında yürüyeceğiniz bir ışık yapsın ve sizi bağışlasın. Allah, çok
bağışlayan, çok merhamet edendir. Ve Allah, büyük armağan sahibidir.
Bu âyetlerde muhatap alınan mü’minlere, Allah'a ve Elçisi'ne güvenerek sabırla
görevlerini sürdürdükleri takdirde çifte ödüle sahip olacakları müjdelenmektedir; ki
sabırlılara çifte ödül verileceği daha evvel de ifade edilmişti:
52
Sözden [vahiyden/Kur’ân'dan] önce kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler; onlar, Söz'e
[vahye/Kur’ân'a] de inanırlar.
53
Ve onlara o Söz [vahy/Kur’ân] okunduğu zaman onlar, “Biz, ona inandık. Şüphesiz o,
Rabbimizden gelen gerçektir. Kesinlikle biz, ondan önce müslüman olanlardık” dediler.
54
İşte onlar; sabrettikleri için onların ödülleri iki kere verilecektir. Ve onlar kötülüğü iyilikle
savarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden harcamada bulunurlar.
(Kasas/52-54)
Bu âyetlerde, hakikatin bütün açıklığıyla ortada olmasına rağmen Rasûlullah'a
ve Kur’ân'a iman etmeyen Kitap Ehline mesaj verilmektedir. Târih kayıtlarına göre
Yahûdiler, bir peygamberin gelmesini beklemekteydiler. Ancak bu Peygamber
Araplar arasından çıkınca o'nu inkâr ettiler. Onun için burada, Kitap Ehli, Allah'ın
lütfundan hiç bir şey elde edemeyeceklerini ve şüphesiz lütfun Allah'ın elinde
18
19. olduğunu, onu dilediğine verdiğini bilsinler diye buyurularak Kitap Ehline
gönderme yapılmıştır.
Allah, doğrusunu en iyi bilendir.
19