1. 64 DUHAN [DUMAN] SURESİ
GİRİŞ
Adını 10. ayetteki “ دخخخانDuhan [Duman]”sözcüğünden alan bu surenin,
Mekke’de 64. sırada indiği kabul edilir. Sure, Kur’an’a ve Kur’an’ın indiği gecenin
önemine değinerek başlamakta ve yine Kur’an önplana çıkarılarak bitmektedir.
Kur’an tanıtılırken Rabbimiz Kendisinin de birçok sıfatını hatırlatmaktadır. Kitabı
ve elçilik müessesini yalanlayanlar uyarılmakta, ahiretin gerçekliği makul ve
mantıklı olarak açıklanmaktadır.
Surede geçmiş kıssa olarak sadece Firavun - Musa kıssası yer almıştır. Bu
kıssada Musa’nın (as) çabasına karşı Firavun ve kavminin tavırları ele alınmış, bu
tavırlarının cezaya çarptırılmalarına neden olduğu açıklanmıştır.
Suredeki konu bütünlüğü surenin bir kerede yahut yakın aralıklarla indiği
intibaını vermektedir.
1
2. MEAL
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
1
Hâ/8. Mîm/40.
2-7
Apaçık/açıklayan Kitab'a yemin olsun ki şüphesiz Biz, Kendi
katımızdan bir iş olarak, onu, haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş
kanun, düstur ve ilkeler ile dolu/ sağlam, her işin/ oluşun kendisinde ayırt
edildiği, her şeyin bol bol verildiği, kazancın bol olduğu bir gecede indirdik.
Şüphesiz Biz uyarıcılarız. Şüphesiz Biz, Rabbinden, göklerin, yeryüzünün ve
ikisi arasındakilerin Rabbinden –eğer kesin inanan kimseler iseniz– bir rahmet
olarak elçi gönderenleriz. Şüphesiz O, en iyi duyanın, en iyi bilenin ta
kendisidir.
8
Ondan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, yaşatır ve öldürür, sizin
Rabbinizdir, sizden önceki atalarınızın da Rabbidir. 9
Tersine onlar, yetersiz
bilgi içinde oynayıp duruyorlar.
10,11
Şimdi sen, göğün, apaçık bir kıtlık getireceği günü gözetle. O kıtlık
insanları sarıp sarmalar. Bu, elem verici bir azaptır.
12
Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Şüphesiz biz artık kesinlikle inananlarız.
13,14
Nerede onlarda öğüt almak? Hâlbuki kendilerine açıklayıcı bir elçi
gelmişti. Sonra ondan yüz çevirdiler ve “Öğretilmiş bir deli/ gizli güçlerce
desteklenen biri!” dediler.
15
Şüphesiz Biz azabı birazcık kaldırırız, siz kesinlikle dönenlersiniz.
16
En büyük bir yakalayışla yakalayacağımız gün, şüphesiz Biz, suçluyu
yakalayıp ceza vererek adaleti sağlayanlarız.
17-21
Ve andolsun ki Biz onlardan önce Firavun toplumunu imtihan ettik.
Ve onlara çok saygın bir elçi gelmişti: “Allah'ın kullarını bana geri verin.
Şüphesiz ben sizin için gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'a karşı
üstünlük taslamayın. Şüphesiz ki ben size apaçık bir güç getiriyorum. Ve
Şüphesiz ben, beni taşlayarak öldürmenizden benim Rabbime, sizin Rabbinize
sığındım. Ve eğer siz bana inanmazsanız hemen yanımdan uzaklaşın.”
22
Sonra da Mûsâ: “Şüphesiz ki bunlar, suçlu bir toplumdur” diyerek
Rabbine yalvardı.
–“23,24
Hadi kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenen kimselersiniz,
tedbirli olun. Bol suyu/ nehiri çok hızlı bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir
ordudur.–
25-27
Onlar, bahçelerden, pınarlardan, ekinlerden, saygın makamlardan ve
içinde safalar sürdükleri nice nimetlerden nicelerini bıraktılar.
28
İşte böyle! Biz onları başka başka toplumlara miras bıraktık.
29
İşte, gök ve yeryüzü onların üzerine ağlamadı. Onlar, süre
tanınanlar da olmadı.
30,31
Andolsun ki Biz İsrâîloğulları'nı o horlayıcı azaptan, Firavun'dan
kurtardık. Şüphesiz o, sınırı aşanlardan, üstünlük taslayanlardan biriydi.
32
Andolsun ki Biz İsrâîloğulları'nı bilerek âlemler üzerine seçkin kılmıştık.
33
Biz onlara içinde apaçık bir belâ bulunan alâmetlerden/ göstergelerden
de vermiştik.
2
3. 34-36
Şüphesiz Mekkeli ortak koşanlar diyorlar ki: “Bizim sadece ilk
ölümümüz var. Biz, tekrar diriltilecek değiliz. Eğer siz doğru kimselerseniz,
sözünüzün eri iseniz haydi atalarımızı bize getirin.”
37
Onlar mı daha hayırlıdır, yoksa Tubba toplumu ve onlardan önceki
kimseler mi? Biz, onları değişime/ yıkıma uğrattık. Şüphesiz onlar, günahkârlar
idiler.
38
Ve Biz gökleri, yeryüzünü ve ikisi arasındakileri oyun oynayanlar olarak
oluşturmadık.
39
Biz, o ikisini sadece hak/ gerçek ile oluşturduk. Fakat onların çoğu
bilmiyorlar.
40
Şüphesiz ki, Ayırma Günü onların hepsinin buluşma yeridir/
kararlaştırılmış buluşma vaktidir.
41,42
O gün Allah'ın merhamet ettiği kimseler hariç, hiçbir yakının yakına
hiçbir şekilde yararı olmaz. Onlar yardım da olunmazlar. Şüphesiz ki Allah, en
üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip
olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.
43-46
Şüphesiz zakkum ağacı, aşırı günahkârların yiyeceğidir. O, erimiş
maden gibidir, kızgın bir sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar.
–“47,48
Tutun şunu da çılgınca yanan ateşin ortasına sürükleyin. Sonra onun
başının üstüne kaynar su azabından dökün.”–
–“49,50
Tat bakalım! Şüphesiz sen, çok güçlü ve çok üstün biri idin! Şüphesiz
işte bu, sizin kendisine kuşku duyup durduğunuz şeydir.”–
51-57
Şüphesiz ki Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, Rabbinden bir
armağan olarak güvenli bir makamdadırlar; bahçelerde ve pınarlardadırlar.
Onlar, karşılıklı oturarak ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerler. İşte
böyle! Biz, onları iri siyah gözlülerle/ en ideal tiplerle eşleştirdik. Onlar, orada
güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada ilk ölümden başka bir
ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu,
büyük kurtuluşun ta kendisidir.
58
İşte, Biz Kur’ân'ı onlar öğüt alsınlar diye senin dilinle kolaylaştırdık.
59
Artık sen gözetle. Şüphesiz onlar gözetleyenlerdirler.
3
4. TAHLİL:
1
Hâ/8. Mîm/40.
Surenin 1. ayeti “ حHa” ve “م Mim” kesik harflerinden oluşmuştur.
Diğer kesik harfler hakkında olduğu gibi, geçmişte “Ha, Mim” kesik harfleri ile
ilgili olarak da bir takım yakıştırmalar yapılmıştır.1
2-7
Apaçık/açıklayan Kitab'a yemin olsun ki şüphesiz Biz, Kendi
katımızdan bir iş olarak, onu, haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş
kanun, düstur ve ilkeler ile dolu/ sağlam, her işin/ oluşun kendisinde ayırt
edildiği, her şeyin bol bol verildiği, kazancın bol olduğu bir gecede indirdik.
Şüphesiz Biz uyarıcılarız. Şüphesiz Biz, Rabbinden, göklerin, yeryüzünün ve
ikisi arasındakilerin Rabbinden –eğer kesin inanan kimseler iseniz– bir rahmet
olarak elçi gönderenleriz. Şüphesiz O, en iyi duyanın, en iyi bilenin ta
kendisidir.
8
Ondan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, yaşatır ve öldürür, sizin
Rabbinizdir, sizden önceki atalarınızın da Rabbidir.
Rabbimiz surenin bu ilk ayetlerinde önce Kur’an’ı referans göstererek
Kur’an’ın indiği geceyi, hemen ardından da birçok sıfatını anarak Kendisini
tanıtmıştır.
Kur’an’ın indiği gece, “hikmetle dolu/sağlam her işin/oluşun kendisinde ayırt
edildiği, mübarek [bolluklu] bir gece ...” olarak nitelenmiştir. Bu nitelikler Kadr
suresinde şöyle ifade edilmişti:
1
Şüphesiz Biz, değerli sayfalar içindeki Kur’ân'ı Kadr gecesinde indirdik.
2
Kadr gecesi nedir; sana ne bildirdi/öğretti?
3
Kadr gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
4,5
Haberci âyetler, içlerindeki ruh; can katan, canlı tutan güçleriyle Rablerinin izniyle/ bilgisi
gereği, o şafak sökene kadar/aydınlığa kavuşuncaya kadar iner dururlar; her bir işten.
–Selâm!–
(Kadr/1, 5)
Konumuz olan pasajda geçen “ عنخخدنا مخخن اً رامخخEmran min ındina [Kendi
katımızdan bir iş olarak]” ifadesi özellikle dikkat çekicidir. Bu ifadeyle Rabbimiz,
vahiy göndermenin [kitap indirmenin] Bizzat kendi işi olduğunu; bu konuda
kimseyi aracı kılmadığını vurgulamaktadır. Bu husus birçok ayette açık açık
belirtilmiştir:
2
Allah, kullarından dilediğine, haberci âyetleri/ vahyi, Kendisine özgü bir iş olarak ruh/
can ile birlikte: “Şüphesiz Benden başka ilâh yok, o hâlde Benim korumam altına girin diye
uyarın” diye indirir.
(Nahl/2)
1
Şüphesiz Biz, değerli sayfalar içindeki Kur’ân'ı Kadr gecesinde indirdik.
1
(Bu yakıştırmalar için aynı ciltte bulunan Gafir/1’in tahliline bakılabilir.)
4
5. 2
Kadr gecesi nedir; sana ne bildirdi/öğretti?
3
Kadr gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
4,5
Haberci âyetler, içlerindeki ruh; can katan, canlı tutan güçleriyle Rablerinin izniyle/ bilgisi
gereği, o şafak sökene kadar/aydınlığa kavuşuncaya kadar iner dururlar; her bir işten.
–Selâm!–
(Kadr Suresi)
15
O, dereceleri yükseltendir, en büyük tahtın/en yüksek mevkiin sahibidir: O, buluşma günü
hakkında uyarmak için Kendi emrinden/ Kendi işinden olan vahyi kullarından dilediğine bırakır.
(Mü’min/15)
O gecede her hikmetli iş ayırt edilir, Kur’an’ın içerdiği ayetler sayesinde iman-
küfür, tevhid-şirk, iyi-kötü, güzel-çirkin, hak-batıl, hidayet-dalalet, … birbirinden
ayrılır. Kur’an okuyan herkes neyin ne olduğunu rahatça anlar.
Bu ayetler maalesef bir takım uydurma rivayetlerle -Resulullah’ın adı
kullanılarak- kendi mecrasından çıkarılmış ve “beraat gecesi” diye bir gece ortaya
konulmuştur. Klâsik eserlerde bu konuya dair yüzlerce abartılı rivayet mevcuttur.
Bunlardan en yalın olanını Kurtubi’den naklediyoruz:
Peygamber (sav) buyurdu ki: "Şüphesiz aziz ve celil olan Allah, Şaban ayının ortası gecesinde
dünya semasına iner ve Kelboğulları koyunlarının tüyleri sayısından daha fazla kimseye mağfiret
buyurur." (Tirmizî’ye göre) Bu hususta Ebu Bekir es-Sıddîk'tan gelmiş bir rivayet de vardır. Ebu İsa
[Tirmizî] dedi ki: Aişe yoluyla gelen bu hadisi biz merfu olarak ancak el-Haccac b. Ertae'den, o
Yahya b. Ebi Kesir'den, o Urve'den, o Aişe'den yoluyla biliyoruz. Ben Muhammed'i bu hadisi zayıf
bulduğunu söylerken dinledim. Ayrıca dedi ki: Yahya b. Ebi Kesir, Urve'den hadis dinlememiştir, el-
Haccac b. Ertae ise Yahya b. Ebi Kesir'den hadis dinlememiştir.2
7. ayette geçen “-eğer kesin inanan kimseler iseniz-” şeklindeki parantez içi
ifade, “Eğer kesin bilgi ve inanç ile araştırıyor ve onu elde etmek istiyorsanız, işin
bizim dediğimiz gibi olduğunu göreceksiniz” demektir. Bu ifadeyle Mekkeli
müşriklere gönderme yapılmıştır. Zira onlar da göklerin ve yerin bir yaratıcısı
bulunduğunu kabul ediyorlardı. Dolayısıyla bu ifadeyle onlara “Kendisini göklerin,
yerin ve bunlar arasındaki her şeyin yaratıcısı olarak kabul ettiğiniz o Yüce Zat’ı,
eğer kesin bir bilgi ve kanaat ile kabul ettiyseniz, biliniz ki O, Kendinden bir rahmet
olarak peygamber göndermiştir, kitap indirmiştir” denilmiştir
158
De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü Kendisinin olan, Kendisinden
başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah'ın, size, hepinize gönderdiği elçiyim.
O hâlde kılavuzlandığınız doğru yolu bulmanız için Allah'a ve O'nun sözlerine iman eden, Ümmî;
Anakentli; Mekkeli Peygamber olan Elçisi'ne iman edin ve o'na uyun.”
(A’af/158)
Yine 7. ayette dikkat çeken bir diğer cümle de “bir rahmet olarak elçi
gönderenleriz” ifadesidir. Bu ifadeyle “Kitabın indirilmesinin Rabbimizin bir
rahmeti olduğu”na işaret edilmiştir. Çünkü Rabbimiz rahmeti kendi üzerine borç
bilmiştir. Bu nedenle de insanlığa elçi gönderir, kitap indirir.
12
De ki: “Göklerde ve yerde olanlar kim içindir?” De ki: “Allah içindir.” Allah, rahmeti Kendi
zâtı üzerine yazmıştır. Sizi kesinlikle, kendisinde asla şüphe olmayan kıyâmet gününe toplayacaktır.
Kendi kendilerini zarara sokan kimseler, işte onlar iman etmezler.
(En’am/12)
2
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
5
6. 54
Ve âyetlerimize inanan kimseler sana geldikleri zaman hemen: “Selâm olsun size! Rabbiniz
rahmeti Kendi üzerine yazdı. Şüphesiz sizden her kim bilmeyerek bir kötülük işleyip de sonra
arkasından tevbe eder ve düzeltirse; şüphesiz ki Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları
cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir” de!
(En’am/54)
9
Tersine onlar, yetersiz bilgi içinde oynayıp duruyorlar.
7. ayette müşriklere gönderme yapılarak “eğer kesin inanan kimseler iseniz”
denilmişti. Bu ayette ise, müşriklerin kesin bilgiden yoksun oldukları, yetersiz bilgi
içinde oynayıp durdukları doğrudan yüzlerine vurulmuştur. Onlar yerin, göğün
yaratıcısının Allah olduğunu kesin bilgi ile bilseler, bu bilgileri ile Kur’an’ı
incelerler ve sonuçta onun peygamber tarafından uydurulmadığını, bizzat Allah
tarafından indirildiğini de görür ve anlarlardı. Bu da onların, “şek [yetersiz
bilgi]”den kurtularak “kesin inanan kimseler” olmalarını sağlardı.
10,11
Şimdi sen, göğün, apaçık bir kıtlık getireceği günü gözetle. O kıtlık
insanları sarıp sarmalar. Bu, elem verici bir azaptır.
12
Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Şüphesiz biz artık kesinlikle inananlarız.
13,14
Nerede onlarda öğüt almak? Hâlbuki kendilerine açıklayıcı bir elçi
gelmişti. Sonra ondan yüz çevirdiler ve “Öğretilmiş bir deli/ gizli güçlerce
desteklenen biri!” dediler.
15
Şüphesiz Biz azabı birazcık kaldırırız, siz kesinlikle dönenlersiniz.
16
En büyük bir yakalayışla yakalayacağımız gün, şüphesiz Biz, suçluyu
yakalayıp ceza vererek adaleti sağlayanlarız.
Pasajın ilk ayetinde, Mekkelilerin başına gelecekler anlatılarak
peygamberimizden olacakları izlemesi istenmektedir. Ayetin ilk bölümü Zuhruf
suresinin son ayetlerinin devamı mahiyetindedir. Hatırlanacağı üzere Zuhruf
suresinin son ayetinde Resulullah’a “Artık sen onlardan vazgeç ve “Selâm!” de.
Artık onlar yakında bileceklerdir” denilmişti. Bu ifadeyle yakında Mekkelilerin
başına geleceklere işaret edilmiştir. Onları bir toz-duman bürüyecek, bu onlar için
çok acıklı olacaktır. Bu haldeler iken azabın kaldırılması için Allah’a
yalvaracaklardır. Ne var ki, onlar samimiyetsiz insanlardır. Allah onlardan azabı
birazcık kaldırınca yine eski azgınlıklarına döneceklerdir. Sonunda Rabbimiz
hepsini cezalandıracaktır.
GÖĞÜN GETİRECEĞİ APAÇIK DUMAN
Ayette geçen “apaçık duman”ın ne olduğu hususunda birçok görüş ileri
sürülmüştür. Razi ve Kurtubi, bu görüşlere katılmamalarına rağmen bu konuda
şunları nakletmişlerdir:
Bu duman kıyametin alâmetlerinden olup henüz gelmemiştir. O yeryüzünde kırk gün süre ile
kalacak ve gök ile yer arasını dolduracaktır. Mümin bundan dolayı nezleli gibi olacak, kâfir ve
günahkârların burunlarına girerek kulaklarını delecek, nefeslerini daraltacaktır. Bu, kıyamet gününde
cehennemin bırakacağı etkilerdendir.
Dumanın henüz ortaya çıkmadığını söyleyenler arasında Ali, İbn Abbas, İbn Ömer, Ebu
Hureyre, Zeyd b. Ali, el-Hasen b. Ebi Müleyke ve başkaları da vardır.
Ebu Said el-Hudrî merfu olarak [yani Hz. Peygambere isnad ile] bu dumanın insanları kıyamet
gününde etkileyeceğini, müminin bundan ötürü nezleli gibi olacağını rivayet etmiştir. Kâfirin de
kulaklarından çıkıncaya kadar içine sızacaktır. Bunu da el-Maverdî zikretmiş bulunmaktadır
Müslim'in, Sahih'inde yer alan rivayete göre Ebu't-Tufayl, Huzeyfe b. Es’id el-Ğıfarî'den şöyle
6
7. dediğini nakletmektedir: Biz kendi aramızda konuşmakta iken Peygamber (sav) yanımıza çıkageldi
ve "Neden söz ediyorsunuz?'" diye sordu. Oradakiler: “Kıyametten söz ediyoruz” dediler. Şöyle
buyurdu: "Kıyamet, öncesinde on alâmet görmediğiniz sürece asla kopmayacaktır. -Aralarında
şunları zikretti-: Duman, Deccal, Dabbetu'1-arz, Güneş’in batıdan doğması, Meryem oğlu İsa'nın
inmesi, Ye'cuc ile Me'cuc'un çıkması ve biri doğuda, biri batıda, biri Arap Yarımadası’nda olmak
üzere üç büyük kara parçasının yerin dibine geçmesidir. Bunların sonuncusu ise Yemen'den çıkacak
ve insanları mahşerlerine doğru kovalayacak bir ateştir." Huzeyfe'den gelen bir diğer rivayette de
şöyle denilmektedir: "On tane alâmet ortaya çıkmadıkça kıyamet kopmayacaktır: Doğuda bir kara
parçasının yere geçmesi, batıda bir kara parçasının yere geçmesi, Arap Yarımadası’nda bir kara
parçasının yere geçmesi, duman, Deccal, Dabbetu'1-arz, Ye'cuc ve Me'cuc, güneşin batıdan doğması
ve Aden'in iç taraflarından çıkıp insanları öne katıp yürüten bir ateş
Bu hadisi es-Sa'lebî de Huzeyfe'den gelen bir rivayet olarak zikretmiş bulunmaktadır. Buna
göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "İlk ortaya çıkacak alâmet Deccal, Meryem oğlu İsa'nın
inmesi ile Ebyen Aden'inin iç taraflarından çıkacak ve insanları mahşere doğru sürükleyecek bir
ateş... Onlar nerede geceyi geçireceklerse onlarla birlikte geceler. Nerede öğlen vakti dinlenmeğe
çekilirlerse, onlarla birlikte dinlenir. Sabahı ederlerse onlarla birlikte sabah eder, akşamı ederlerse
onlarla birlikte akşamı eder." “Ey Allah'ın peygamberi, ya duman nedir?” diye sordum. O “Şu
ayettir” dedi: “O halde gökyüzünde besbelli bir dumanın geleceği günü bekle!’ Bu duman doğu ile
batı arasını dolduracak, kırk gün kırk gece kalacaktır. Mü'min bundan dolayı bir çeşit nezleli gibi
olacak, kâfir ise sarhoş gibi olacaktır. Duman ağzından, burun deliklerinden, gözlerinden,
kulaklarından ve dübüründen çıkacaktır.
Duman, Peygamber (sav)'ın bedduası dolayısı ile Kureyş'in karşı karşıya kaldığı açlıktan ötürü
başlarına gelen olaylardır. Öyle ki, kişi gök ile yer arasında bir duman görecek hale gelmişti. Bu
görüş İbn Mesud'un görüşüdür. O şöyle der: Yüce Allah bu azabı üzerlerinden kaldırmıştır. Eğer bu
kıyamet günü[nden önceki bir alâmet] olsaydı, onların üzerinden bu azabı kaldırmazdı. Bu hususta
ondan gelen hadis Sahih-i Buharî, Müslim ve Tirmizî'de yer almaktadır. Buharî dedi ki: Bana Yahya
anlattı, dedi ki: Bize Ebu Muaviye anlattı. O el-A'meş'ten, o Müslim'den, o Mesruk'tan, dedi ki:
Abdullah [b. Mesud] dedi ki: Bunun olmasının sebebi Kureyşlilerin Peygamber (sav)'a karşı isyanda
direnmesi üzerine onlara, Yusuf (a.s)'ın dönemindeki [kıtlık] yılları gibi yıllarla karşılaşmaları için
[bed]dua etti. Bunun üzerine kıtlık ve açlık musibeti ile baş başa kaldılar. Öyle ki, kemikleri dahi
yediler. Birisi semaya bakınca, kendisi ile sema arasında aşırı bitkinlikten ötürü duman gibi bir şey
görürdü. Yüce Allah: "O halde gökyüzünde besbelli bir dumanın geleceği günü bekle! İnsanları
bürüyecektir o. Bu pek acıklı bir azaptır" buyruklarını indirdi. Rasûlullah (sav)'a gelinerek: “Ey
Allah'ın Rasûlü! Allah'tan Mudarlılar için yağmur iste. Çünkü Mudarlılar helâk oldular” denildi.
Peygamber: "Mudar [diyorsun ha!] sen çok cüretkâr bir kimsesin." Bunun üzerine Peygamber
yağmur diledi, onlara yağmur yağdırıldı. Bu sefer de: "Fakat şüphesiz siz yine geri dönenlersiniz
(Duhan/15)” buyruğu indi. Derken bolluğa eriştiler. Fakat yine bu bolluk içinde eski hallerine geri
döndüler. Yüce Allah da: "En büyük yakalayışla yakalayacağımız gün, şüphe yok ki Biz intikam
alıcılarız (Duhân/16)” buyruğunu indirdi. (İbn Mesud) dedi ki: Bununla Bedir gününü
kastetmektedir.
Ebu Ubeyde dedi ki; Duhan [duman], cedb yani kuraklık" demektir. el-Kutebî der ki:
(Kuraklığa) duhan [duman] adının verilmesi, yer kuraklıktan kuruyunca, ondan duman gibi bir şeyin
yukarıya doğru yükselmesinden ötürüdür.
Kasıt, Mekke'nin fethedildiği gündür. Çünkü o gün yükselen bir toz, duman semayı örtmüştü.
Bu da Abdurrahman el-Arec'in görüşüdür.
"İnsanları bürüyecektir o" buyruğu "duman"ın sıfatı konumundadır. Eğer İbn Mesud'un dediği
gibi geçip gitmiş ise o vakit bu, Mekkelilerden müşriklere has bir durumdur. Şayet kıyametin
alâmetlerinden ise -önceden geçtiği üzere- umumî bir haldir.3
İkinci Görüş: Bu, âlemde meydana gelen bir duman olup Kıyamet alâmetlerinden biridir. Bu
görüşte olanlar şöyle demişlerdir: İşte bu durum meydana geldiğinde, mü'minlerde nezleye benzeyen
bir hal; kâfirlerde de, kendisinden dolayı başlarının pişmiş gibi olacağı bir hal meydana gelir. Bu
görüş, Ali b. Ebî Talib (r.a)'den nakledilmiş bir görüş olup aynı zamanda İbn Abbas'a da ait meşhur
görüştür. Bu görüşü savunanlar şunlarla istidlâl etmişlerdir:
a- Ayetteki “Göğün apaçık bir duman getireceği” ifadesi, semânın getirdiği bir duhân'ın,
[dumanın] bulunmasını iktiza etmektedir. Hâlbuki açlığın şiddetinden dolayı, gözlerde meydana
gelecek karartı hakkında ileri sürdüğümüz şey ise, semanın getirdiği bir duhân değildir. Binaenaleyh,
3
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
7
8. ayeti bu manaya almak, ayrı bir delil bulunmaksızın, onun zahirinin ifade ettiği manadan dönmek,
udûl etmek olur ki, bu caiz değildir.
b- Cenâb-ı Hak, bu dumanı "apaşikâr" olmakla tavsif etmiştir. Hâlbuki sizin ileri sürdüğünüz
durum böyle değildir. Çünkü bu, bazı insanların beyinlerinde meydana gelen arızî bir durumdur. Bu
gibi şeyler "apaçık bir duman" olmakla nitelenemezler.
c- Cenâb-ı Hak bu dumanı "insanları bürüyen" olmakla tavsif etmiştir. Bu ifade ancak o
duman onlara gelip onlara bitişerek onları sardığında söylenebilecek olan bir ifadedir. Hâlbuki sizin
ileri sürdüğünüz hal ise "insanları sarmakla" ancak mecazî anlamda vasfedilebilir. Biz, hakikî
anlamdan mecazî manaya geçmenin ancak ayrı bir delil bulunması halinde caiz olacağını
söylüyoruz.
d- Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: ''Kıyamet alâmetlerinin ilki
dumandır. Meryem oğlu İsa’nın inişidir ve insanları mahşer yerine süren Aden çukurlarından
çıkacak olan bir ateştir. Bunun üzerine Huzeyfe, "Ey Allah'ın Resulü, "duhân [duman]" da nedir?"
deyince, Hz. Peygamber (s.a.s) bu ayeti okuyarak "Bu, doğu ile batı arasını dolduran bir dumandır.
Kırk gün ve kırk gece kalır. Mü'mine gelince, bu ona işaret ettiğinde, onu nezleye tutulmuş kimse
gibi yapar. Kâfire gelince de, kâfir sarhoş gibi olur ve bu duman, onun burun deliklerinden,
kulaklarından ve dübüründen [girer ve] çıkar." Bunu, Keşşaf sahibi rivayet etmiştir.
Kadî, Hasan el-Basrî'den Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Şu altı şey
gelmeden önce hayırlı işlerinizi vakti vaktine yapmaya bakın. Bunlardan, güneşin batıdan doğmasını,
Deccâl'i, duhânı ve Dâbbetu'1-arzı zikretmiştir.”4
Çağdaş Kur’an bilginlerinden İzzet Derveze de konuyla ilgili olarak şu görüşü
ileri sürmüştür:
“Bu ayetin tefsiri hakkında birçok ihtilâf vuku bulmuştur. Hatta bu ihtilâf sahabe döneminde
bile vardı. İbn Me'sud'un talebesi Mesruk şöyle bir olay anlatır: "Bir gün Kufe'de bir camiye girdik.
Orada vaizin biri konuşuyordu. "Göğün açık bir duman halinde geleceği günü gözetle" ayetini
okuyup dedi ki: "O duman kâfir ve münafıkların gözlerini kör, kulaklarını sağır edecektir. Ama iman
edenler üzerindeki tesiri bir nezle kadar hafif olacaktır." Bunun üzerine hemen bu ayetin tefsiri
hakkında soru sormak için İbn Mes'ud'un yanına gittik. İbn Mes'ud yatıyordu, bizim sözümüzü
işitince ayağa fırladı ve kızgın bir şekilde "İlmi olmayanlar sorsunlar" dedi. Bu ayetin asıl tefsiri
şöyledir: Kureyşliler Rasulullah'a inanmamakta ısrar edince, Rasulullah, Allah'a, "Ya Rabbi! Yusuf'a
kıtlık göndermek suretiyle yardım ettiğin gibi, bana da kıtlık göndererek yardım et" diye dua etti.
Allah, elçisinin duasını kabul etti ve Kureyşliler kıtlıkla karşı karşıya kaldılar. Vaziyet o kadar vahim
bir hal aldı ki, insanlar kemik, deri, hatta hayvan leşi bile yemeye başladılar. Böyle bir halde karnı aç
olanlar gökyüzüne bakınca duman görürlerdi. Bu kıtlığın devam ettiği bir zamanda Ebu Süfyan
Rasulullah'a gelerek akraba oluşlarını hatırlattı ve "Allah'a dua et de bizi bu afetten kurtarsın, kabilen
açlık içinde kıvranıyor" diye ricada bulundu. Bu dönemde Kureyşliler Allah'a “Ey Allah'ım! Bizi bu
afetten kurtarırsan doğru yola geleceğiz" diye yalvarıyorlardı. İşte bu ayetlerde bu olaya işaret
edilmektedir. Şiddetli bir darbe ile Bedir Savaşı'nda Kureyşlilere indirilen darbe kastolunmaktadır."
Bu rivayeti İmam Ahmed, Buhari, Tirmizi, Nesei, İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim çeşitli senetlerle
Mesruk'dan nakletmişlerdir. Bunların dışında İbrahim Nehai, Katade, Asım ve Amir de "Abdullah b.
Mes'ud'un tefsiri buydu" demektedirler. Dolayısıyla İbn Mes'ud'un tefsirinin böyle olduğunda hiç bir
şüphe yoktur. Tabiinden Mücahid, Katade, Ebu Aliye, Mukatil, İbrahim Nehai, Dahhak ve Atiye'l-
Avf, İbn Mes'ud'un bu tefsiri üzerinde ittifak etmişlerdir. Diğer bir yanda, Hz. Ali, İbn Ömer, İbn
Abbas, Ebu Said Hudri, Zeyd b. Ali ve Hasan Basri gibi bazı kimseler, bu ayetin kıyamete yakın bir
zamanda o dumanın yayılacağı şeklinde yorumlamışlardır. Ayrıca Hz. Huzeyfe b. Esed el-Gifari
tarafından Rasulullah'tan rivayet edilen bir hadis, bu yorumu desteklemektedir. Huzeyfe'nin anlattığı
olay şu şekildedir: "Bir gün kıyamet hakkında konuştuğumuz bir esnada, Rasulullah yanımıza geldi
ve şöyle buyurdu: Bu on alâmet zahir olmadan kıyamet gelmez. Güneşin batıdan doğması, dumanın
yayılması [duhan] , dabbet'ül-arz, Yecüc-Me'cüc'ün çıkması, Hz. İsa'nın gökyüzünden inmesi,
doğuda arzın çöküşü, batıda Arabistan'dan Aden'den ateşin yükselmesi." (Müslim)
İbn Cerir ve Taberi'nin naklettikleri, Ebu Malik el-Eşari'nin rivayeti de bu hususu teyit
etmektedir. Yine İbn Ebi Hatim'in, Ebu Said Hudri'den naklettikleri iki rivayete göre de Rasulullah
"Duhan"ı kıyametin alâmetlerinden saymıştır. Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Duman yayıldığı
zaman mü'minlere âdeta nezle gibi hafif bir şekilde tesir edecek, ancak kâfirlerin içine dolarak,
derilerinin her yerinden duman çıkacaktır."
4
(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
8
9. Bu iki tefsir arasındaki fark üzerine dikkatlice düşünecek olursak, söz konusu ihtilâfın
giderilmesinin mümkün olduğu görülür. Rasulullah'ın duası üzerine Allah'ın Arabistan'a kıtlık
göndermesi ve kâfirlerin çok perişan olmaları üzerine, Rasulullah'ın Allah'a dua etmesi şeklindeki
İbn Mes'ud'un tefsirine Kur'an'ın birçok yerinde işaret olunmaktadır. (İzah için bkz. En'am/29,
A'raf/77, Yunus/14-15, Mu'minun/72) İlgili ayetlerden anlaşıldığına göre, "Azabı üzerimizden def
edersen, doğru yola geliriz" şeklindeki sözleri üzerine, Allah'ın "Bunlar sapıklıktan vazgeçmezler,
onlara apaçık bir Rasul gelmiş olmasına rağmen, onun davetine kulak asmamışlardır" diye buyurmuş
olması ve yine kafirlerin "Bu, kendisine öğretilmiş ve yoldan çıkmış bir mecnundur" diye
nitelemelerine karşılık, Allah'ın "Biz azabı kaldırsak bile, onlar yine de aynı sapıklıkta ısrar ederler"
diye belirtmesi, olayın Rasulullah'ın zamanında geçtiğini doğrulamaktadır. Oysa bu ifadeleri
kıyametin yaklaştığı bir zamana ıtlak ederek anlamak çok uzak bir tevil olur. Dolayısıyla İbn
Mes'ud'un bu konudaki yorumunun isabetli olduğu anlaşılıyor. Ancak bu rivayetin "duman" ile ilgili
kısmı, yani, "Böyle bir halde karnı aç olanlar, gökyüzüne bakınca duman görürlerdi" ifadesi
Kur'an'ın zahiri beyanına uymaz. Ayrıca hadislerdeki ifadeler de bunun aksini ispatlar. Örneğin,
Kur'an'ın olayı ifade edişi şöyledir: "Göğün açık bir duman haline getirileceği günü gözetle." Sonraki
ayetlere de dikkatle bakılacak olursa, şöyle denmek istendiği anlaşılır: "Ey kâfirler! Siz Allah'ın
elçisine inanmıyor ve kıtlıktan ders almıyor musunuz? O zaman bekleyin, kıyamet geldiğinde hak ve
batılın ne olduğunu anlarsınız." Görüldüğü gibi bunun kıtlık zamanına değil, kıyametin
alâmetlerinden birine işaret ettiği açıkça bellidir. Nitekim aynı husus hadislerle de teyit edilmektedir.
Ne kadar gariptir ki, İbn Mes'ud'un tefsirini kabul eden müfessirler, onun yorumuna tamamen
katılmışlar, reddedenler ise yine tamamen karşı çıkmışlardır. Oysa ilgili ayetler ve hadisler üzerine
dikkatlice düşündüğümüzde, yorumun hangi bölümünün doğru hangi bölümünün yanlış olduğunu
açıkça anlarız.5
“Hz. Peygamber (s.a.s), kendisini yalanladıkları için, Mekke'de kavmine beddua ederek
‘Allah'ım, onların yıllarını, Yusuf'un yılları gibi kıl!’ buyurmuş. Bunun üzerine, yağmurlar kesilmiş,
yeryüzünde kıtlık meydana gelmiş, Kureyş alabildiğine bir açlık içine düşmüş, böylece de,
kemikleri, köpekleri ve leşleri yemişler. Derken, insanlar kendilerindeki açlıktan dolayı, göğe
baktıklarında, kendileriyle semâ arasını adeta bir duman gibi görmeye başlamışlar. Bu, kendisinden
yapılan rivayetlerin birinde İbn Abbas (r.a)'ın Mukatil ve Mücahid'in görüşü olup, Ferrâ ve Zeccâc'ın
da tercihidir. Aynı zamanda İbn Mes'ûd (r.a)'un da görüşüdür. İbn Mes'ûd, bu duhânın açlığın
şiddetinden ötürü ahalinin gözlerine arız olan kararmadan başka bir şey olacağını reddederdi.”6
Müfessir Beğavî de bu iki ayetle ilgili olarak İbn Mesud'un rivayetlerini
aktarmıştır:
"Peygamber (s.a.s) Kureyş'e beddua etti. Senelerini Yusuf'un kıtlık seneleri gibi yapmasını
Allah'tan istedi. Kuraklık isabet etti ve kıtlık başladı. Ebu Süfyan, Peygambere gelerek şöyle dedi:
Sıla-i Rahim adına yemin olsun, Allah'ın seni âlemlere rahmet olarak gönderdiğini iddia etmiyor
musun? Evet, dedi. O da: Babaları kılıçla, çocuklarını da açlıkla öldürdün. Allah'a dua et de, bizden
bu kuraklığı ve kıtlığı kaldırsın. Dua etti ve bu kalktı."7
Yukarıda verilen nakillerden sonra konuyu toparlarsak; ayetteki “sen, göğün,
apaçık bir duman [kıtlık] getireceği günü gözetle. O [Duman; kıtlık] insanları
bürür. Bu, elem verici bir azaptır. Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Şüphesiz biz artık
kesinlikle inananlarız. Nerede onlarda öğüt almak! Hâlbuki kendilerine açıklayıcı
bir elçi gelmişti. Sonra ondan yüz çevirdiler ve ‘öğretilmiş bir deli/ cinlenik biri!’
dediler” ifadesinden anlaşıldığına göre, birileri peygambere gelerek “Eğer Allah
üzerimizden bu azabı kaldıracak olursa, biz de müslüman oluruz” demişler, sonra da
verdikleri bu sözü bozmuşlardır.
5
(Derveze; et Tefsirü’l Hadis)
6
(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
7
(Beğavî)
9
10. Gerek “Esbab-ı Nüzul” nakillerinde, gerekse Siyer ve Meğazî [İslâm tarihi]
kitaplarında bi’setin ilk yıllarında Mekke’nin ciddî bir kıtlık dönemi geçirdiği
anlatılmaktadır. Kıtlığın had noktaya vardığı günlerde Ebû Süfyan Resulullah’ın
yanına gelmiş ve akrabalık hatırını ortaya koyarak ondan kıtlık sıkıntısını
kaldırması için Allah’a dua etmesini istemiştir. Buna karşılık, dua etmesi ve
Allah’ın da o belâyı üzerlerinden kaldırması halinde peygamberimize iman
edecekleri vaadinde bulunmuştur. Ne var ki, Allah onlardan bu kıtlığı kaldırmış
fakat müşrikler sözlerinde durmayarak yine şirklerine dönmüşlerdir.
Müşriklerin kadim politikalarının böyle olduğu ve tarihin her döneminde aynı
tarzda hareket ettikleri başka ayetlerde de açıklanmıştır:
75
Ve eğer onlara acıyıp da içinde bulundukları sıkıntıyı giderseydik, kesinlikle iyice körleşerek
azgınlıklarında büsbütün direnirlerdi.
76
Ve andolsun, Biz onları azap ile yakaladık; buna rağmen Rablerine boyun eğmediler ve
Allah'a karşı zeliller olduklarını hiç göstermediler.
77
Ta ki üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada
ümitsiz kalmışlardır!
(Mü’minun/75- 77)
112
Ve Allah bir kenti misal olarak verdi: Bu kent, güvenli, huzurlu idi ve oraya her bir yerden
rızkı bol bol gelirdi. Ne var ki, onlar Allah'ın nimetlerine karşı iyilikbilmezlik ettiler. Allah da onlara,
yapıp ürettikleri şeyler yüzünden açlık ve korku elbisesini/felâketini tattırıverdi.
113
Ve andolsun ki, onlara içlerinden bir elçi gelmişti de onu yalanladılar. Bunun üzerine, onlar
şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yaparlarken azap onları yakalayıverdi.
(Nahl/112,113)
67
Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler, O,
kaybolmaz. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok iyilik bilmeyen
biridir!
(İsra/67)
“Duman” konusuyla ilgili uzun nakillerden sonra, şimdi de bu sözcüğün Arap
dilindeki kullanımı hakkında bilgi verelim: Allame İbn Menzur, bütün uzmanlarca
Arap dili konusunda tartışmasız kaynak kabul edilen Lisanü’l-Arab adlı lügatinde
şunları nakletmektedir:
Denilir ki: Aç kişi kendisi ile gökyüzünün arasını açlığın şiddetinden dolayı “duman” olarak
görür. Kıtlık döneminde yağmursuzluktan yeryüzünün kupkuru olması, toz toprağın havaya
yükselmesi nedeniyle açlığa da “duman” denir. Açlık toz dumana benzetilir. O nedenle kıtlık yılı için
“el Ğabrae” ve “Cu-i eğber” denir. Araplar çoğu zaman “duman” sözcüğünü “şerr” yerine korlar. Şer
çoğalınca “Aramızda dumanı yükselen işler oldu” derler.8
Gerek Arap dili ile ilgili bu açıklamalardan, gerekse “Esbab-ı Nüzul”
nakillerindeki anlatımlardan, ayette geçen “duman”ın “kıtlık” olduğu
anlaşılmaktadır.
KIYAMET ALÂMETİ DUMAN
Yukarıda da ifade edildiği gibi, “Duhan” sözcüğü, kıyametten az önce ortaya
çıkacak bir vaka olarak yorumlanmış ve buna dair birçok rivayet ortaya atılmıştır.
Hâlbuki ayette konu edilen duman, doğrudan o günün Mekkelilerine yönelik; yani
8
(Lisanü’l-Arab; c. 3, s. 317 dhn mad.)
10
11. onların yaşadığı ve yaşayacağı, Resulullah’ın da tanık olacağı bir dumandır. Bu
nedenle, “duman”ın kıyamet alameti olarak dünyanın son zamanlarında ortaya
çıkacağı yorumu Kur’an’ın beyanına uygun düşmemektedir.
13 ve 14. ayetlerde, duman azabıyla cezalandırılanların kendilerine gelen
açıklayıcı elçiden yüz çevirerek ona “öğretilmiş bir deli/ cinlenik biri” dedikleri
açıklanmaktadır. Müşriklerin buna benzer sözleri daha evvel Furkan suresinde de
nakledilmişti:
4
Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimseler, “Bu Kur’ân, o'nun/
Muhammed'in uydurduğu yalandan başka bir şey değildir. Ona başka bir topluluk da bunun için
yardım etmiştir” dediler. Böylece onlar kesinlikle haksızlık ettiler ve asılsız bir iddia getirdiler.
5
Ve “O Kur’ân, yazılı duruma getirilmiş öncekilerin masallarıdır; şimdi de o, sabah-akşam/
sürekli kendisine okunmaktadır” dediler.
6
De ki: “Onu, göklerdeki ve yerdeki sırrı bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır,
merhamet edendir.”
(Furkan/4–6)
25
Onlardan sana kulak verenler vardır; oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına; kalpleri üzerine
kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık oluşturduk. Onlar, bütün alâmetleri/göstergeleri görseler
de ona inanmazlar. Öyle ki, o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler,
sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek “Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir
şey değildir” derler.
(En’am/25)
47
Biz, onların seni dinlediklerinde ne için dinlediklerini, gizli konuşmalarında da o şirk koşarak
yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerin, “Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına
uymuyorsunuz” dediklerini çok iyi biliriz. 48
Senin için nasıl örnekler verdiklerine bir bak! Böylece
sapıklığa düştüler! Artık bir yola da güçleri yetmez.
(İsra/47, 48)
Kur’an karşısında âciz kalan ve mevcut düzenlerinin bozulmasından korkan
inatçı kâfirler, olur olmaz isnatlarda bulunarak Furkan’a [Kur’an’a] sataşmaya
kalkmışlardır. Bu sataşma, müşriklerin sürekli başvurdukları bir yöntemdir.
Kur’an’ın Resulullah’ın kendi düzmesi olmadığını bildikleri halde, onun Allah
tarafından vahyedildiğine inanmak yerine, Kur’an’ı gözden düşürmeye,
Resulullah’ın halk nezdindeki itibarını azaltmaya çalışmışlardır.
Müşriklerin gerek “mecnun”, “şair”, “büyücü” gibi çirkin nitelemelerle
Resulullah’ı gözden düşürmeye çalışmaları, gerekse Kur’an’ın başka birileri ya da
Elçi’nin kendisi tarafından uydurulduğu şeklindeki iftiraları Kur’an’ın pek çok
yerinde dile getirilmiş ve bu sataşmalara şiddetle cevap verilmiştir. Bu konuyla
ilgili olarak daha evvel Furkan/4-6. ayetlerinin tahlilinde geniş açıklama
yapıldığından, konuyla ilgili detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
17-21
Ve andolsun ki Biz onlardan önce Firavun toplumunu imtihan ettik.
Ve onlara çok saygın bir elçi gelmişti: “Allah'ın kullarını bana geri verin.
Şüphesiz ben sizin için gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'a karşı
üstünlük taslamayın. Şüphesiz ki ben size apaçık bir güç getiriyorum. Ve
Şüphesiz ben, beni taşlayarak öldürmenizden benim Rabbime, sizin Rabbinize
sığındım. Ve eğer siz bana inanmazsanız hemen yanımdan uzaklaşın.”
Sûrenin 17. Âyetinden 33. Âyetine kadar olan bu bölümünde Firavun ve
kavminden söz edilmektedir. Her yönüyle kendilerine benzeyen Firavun ve kavmi
Mekkelilere örnek gösterilmekte, onların feci akıbetlerinden ders almaları
istenmektedir.
11
12. 17–21. Âyetlerden oluşan bu paragrafta, Mûsâ (a.s)'ın Firavun'a Elçi olarak
gönderilişi, Mûsâ (a.s)'ın Firavun ve kavminden Allah adına talepleri ve
Firavun'un sıkıntıya düşüşü nakledilmektedir. Dolayısıyla, eğer Mekkeli müşrikler
Kur'ân'a inanmaz, Elçi'yi tasdik etmezlerse, onlara da aynı cezanın geleceği mesajı
verilmektedir.
Sûrede Mûsâ (a.s) ile Firavun'un kıssasına işaretle yetinilmiştir. Bu paragrafta
anlatılanlar, bir anda olmuş bitmiş olaylar değil, uzun bir sürecin özetidir. Sürecin
detayları daha evvel A'râf, Tâ–Hâ, Şu'arâ, Kasas, Neml, Mü'min, Zuhruf gibi
Sûrelerde verilmişti.
Mûsâ peygamberin Ve Şüphesiz ben, beni taşlayarak öldürmenizden benim
Rabbime, sizin Rabbinize sığındım. Ve eğer siz bana inanmazsanız hemen
yanımdan uzaklaşın şeklindeki sözleri, Kasas Sûresinin 35. Âyetinde Rabbimizin
verdiği güvenceyi ifade etmektedir:
35
Allah dedi ki: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve ikiniz için bir güç, iktidar oluşturacağız.
Sonra da onlar alâmetlerimiz/göstergelerimiz sebebiyle size erişemeyecekler. Siz ikiniz ve ikinizi
izleyenler üstün olanlarsınız.”
(Kasas/ 35)
FİTNELENDİRME:
Ve andolsun ki, Biz onlardan önce Firavun kavmini fitnelendirdik
ifadesinde geçen "fitnelendirme" deyimi ile ilgili olarak daha evvel detaylı bilgi
vermiştik. Sözcüğü özellikle Sâd Sûresinin sonunda "Fitne" başlığı altında ele
almış ve Kur'ân bağlamında ayrıntılı olarak incelemiştik.
O açıklamamızdan da hatırlanacağı üzere, fitnelendirme "ateşe atıp arıtma"
anlamına gelmektedir. Bununla büyük belalar, imtihanlar kastedilir. Buradan
hareket ederek diyebiliriz ki, Firavun ve kavminin fitnelendirilmesi, peygamber
gönderilerek onların da denemeye tâbi tutulmuş olmalarıdır. Mûsâ peygamberin
tebliğ süreci boyunca gösterdiği deliller ve Mısır toplumunun başına gelen onca
felaket ve sıkıntılar, bu fitnelendirmenin [denemenin, sınamanın] parçalarıdır.
22
Sonra da Mûsâ: “Şüphesiz ki bunlar, suçlu bir toplumdur” diyerek
Rabbine yalvardı.
Mûsâ (a.s)'ın bu Âyette nakledilen duası, Firavun ve İsrâîloğulları ile yaptığı
mücadelede sırasında onlardan gördüğü kötü karşılık üzerine gerçekleşmiştir.
Âyetin ifadesinden de anlaşıldığı gibi, Mûsâ (a.s) onlarla ilgili olarak Allah'tan
herhangi bir ceza talebinde bulunmamış, kararı Rabbimize bırakmıştır.
Allah'ın Elçilerinin bu tür dualar ettiği Kur'ân'da bildirilen bir durumdur.
Nitekim Zuhruf Sûresinde Rasûlullah'ın, Nûh Sûresinde de Nûh peygamberin
böyle bir duada bulunduğu bildirilmektedir.
Mûsâ peygamberin duasının detayları bir başka Âyette şöyle açıklanmaktadır:
88
Ve Mûsâ: “Rabbimiz! Şüphesiz Sen Firavun'a ve ileri gelenlerine basit dünya hayatında zînet
ve mallar verdin. –Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye– Rabbimiz! Onların mallarını sil-süpür
ve kalplerine sıkıntı düşür. Çünkü onlar o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler” dedi.
(Yûnus/ 88)
12
13. Mûsâ peygamberin bu duasının kabul edildiği ise aşağıdaki Âyette şöyle
açıklanmaktadır:
89
Allah “Her ikinizin de duası kesinlikle kabul olundu. Öyleyse ikiniz doğru yolda devam edin.
Ve bilmeyen kişilerin yolunu sakın izlemeyin!” dedi.
(Yûnus/ 89)
Aşağıdaki Âyet ise Mûsâ (a.s)'ın bu duasının kabul edilmesinin sonuçlarına
işaret etmektedir:
77
Ve andolsun, Mûsâ'ya “Yetişilmekten korkmayarak ve saygıyla, sevgiyle ürpermeden/
Firavuna minnet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de kendileri için bol suda/nehirde kuru bir yol
aç!” diye vahyettik.
(Tâ–Hâ/ 77)
–“23,24
Hadi kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenen kimselersiniz,
tedbirli olun. Bol suyu/ nehiri çok hızlı bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir
ordudur.–
Mûsâ (a.s)'ın Şüphesiz ki, bunlar suçlu bir kavimdir diyerek Rabbine
yakarmasından sonraki gelişmeler bu iki Âyette özet olarak bildirilmektedir.
Buna göre, Mûsâ (a.s) ve İsrâîloğulları Firavun ve avenesi tarafından takip
edilecek, bu takip ise takip edenlerin helaki ile sonuçlanacaktır.
İsrâîloğulları'nın Mısır'dan çıkışı [Eksodüs] birçok Âyette konu edilmiştir:
46
Allah: “Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve görürüm. 47
Hemen ona
gidin de ona; ‘Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrâîloğulları'nı bizimle gönder ve onlara
azap etme; kesinlikle biz sana Rabbinden bir alâmet/gösterge ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır.
48
Şüphesiz biz; kesinlikle bize, kesinlikle azabın yalanlayana ve sırt çevirene olduğu vahyedildi’
deyiniz.” 46
dedi
(Tâ–Hâ/ 46,47)
104,105
Ve Mûsâ, “Ey Firavun! Ben kesinlikle âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim.
Allah hakkında haktan başkasını söylememek bana bir yükümlülüktür. Gerçekten ben size
Rabbinizden apaçık bir delil ile geldim. Bu nedenle İsrâîloğulları'nı gönder benimle” dedi.
(A'râf/ 104–105)
15
Allah: “Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Haydi, ikiniz
alâmetlerimizle/göstergelerimizle gidin. Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz. 16,17
Haydi,
ikiniz Firavun'a gidin de ‘Biz kesinlikle, İsrâîloğulları'nı bizimle beraber gönderesin diye’ âlemlerin
Rabbinin elçisiyiz deyin” dedi.
(Şu'arâ/ 15-17)
24. âyetin orijinalindeki اً][رهوrehven] sözcüğü, ezdattan olup, “sükûnet ve aşırı
hareket” anlamlarını içerir. Biz, “aşırı hareket/hızlı akıtma” anlamını tercih
ediyoruz.
13
14. Zira şu âyetlerde, Firavun ve yakınlarının boğulmazdan evvel bir müddet suda
sürüklendikleri ifade edilmektedir:
Biz de onu ve askerlerini yakalayıp o bol suda; nehirde fırlatıp atıverdik.
Şimdi, zâlimlerin sonunun nasıl olduğuna bir bak! (Kasas/40)
Sonra da Biz, onu ve ordularını yakalayıverdik de onları bol suda; nehirde
fırlatıp atıverdik. O ise ayıplanan/kınayan biridir. (Zâriyât/40)
Bu âyetlerde, Mûsâ peygamberin İsrâîloğulları'nı Mısır'dan çıkarma planları
ayrıntıya girilmeden genel olarak verilmektedir. Buna göre Mûsâ, suda kuru yollar
yapacak, Firavun ve adamlarını suda boğup öldürecektir. Daha evvel işlediği
cinâyetin vicdan azabından hâlâ kurtulamayan Mûsâ bunalıma girmiştir. Nitekim
Kehf sûresi'nde zikredildiği üzere, zihnindeki sıkıntıları gidermek için de yollara
düşecek, bunalımdan kurtulmanın yollarını arayacaktır.
Mûsâ ve sâlih kul kıssasından da anlaşılacağı üzere, “gemiyi olayı”ndan
zâlimlerin dikkatini çekmemek gerektiğini; “delikanlıyı öldürme olayı”ndan Allah
ile savaşanların öldürülebileceğini, “duvar olayı”ndan da çıkışta uzun süren
yolculukta geçimlerini sağlayacak birikim yapmaları gerektiğini, birikimlerini de
evlerinin duvarlarında saklamaları lazım geldiğini öğrenmiş ve bu tecrübelerini de
sonraki hâdiselerde kullanmıştır.
Firavun ve askerlerinin Mûsâ (a.s) ve İsrâîloğulları'nı takibe kalkmalarının
detayları şu Âyetlerde anlatılmıştır:
50
Hani bir zamanlar da Biz, bol suyu/nehiri sizin için yarıp da sizi kurtarmış, siz bakıp
dururken Firavun'un yakınlarını da suda boğmuştuk.
(Bakara/ 50)
136
Biz de, şüphesiz âyetlerimizi yalanladıkları ve onlardan gâfil olmaları nedeniyle onları
cezalandırıp adaleti sağladık. Ve onları bol suda/ nehirde boğduk. 137
O zaafa uğratıla gelmiş/
güçsüzleştirilmiş olan toplumu da bereketlendirdiğimiz yerin her tarafına mirasçı yaptık. Ve böylece
Rabbinin, İsrâîloğulları'na olan o pek güzel sözü, sabretmeleri nedeniyle yerine geldi. Biz de Firavun
ile toplumunun yapageldikleri sınâî eserlerini ve yükseltmekte oldukları şeyleri yerle bir ettik.
138,139
Ve İsrâîloğulları'nı bol sudan/ nehirden geçirdik. Derken kendilerine ait putlara tapmakta
olan bir topluma rastladılar. Dediler ki: “Ey Mûsâ! Onların nasıl ki tanrıları varsa, sen de bizim için
bir tanrı belirle!” Mûsâ dedi ki: “Siz gerçekten câhillik eden bir toplumsunuz. Şu gördüğünüz halkın
içinde bulundukları din, yok olmaya mahkûmdur ve bütün yapmakta oldukları da bâtıldır.”
(Arâf/ 137–139)
77
Ve andolsun, Mûsâ'ya “Yetişilmekten korkmayarak ve saygıyla, sevgiyle ürpermeden/
Firavuna minnet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de kendileri için bol suda/nehirde kuru bir yol
aç!” diye vahyettik.
78
Firavun ordularıyla hemen onları takip etti de bol sudan/nehirden kendilerini kaplayan şey
kaplayıverdi.
79
Ve Firavun toplumunu saptırdı ve doğru yolu göstermedi.
(Tâ–Hâ/ 77-79)
52
Ve Biz, Mûsâ'ya: “Kullarımı geceleyin yola çıkar, şüphesiz siz takip edilenlersiniz” diye
vahyettik.
14
15. (Şu'arâ/ 52)
90-92
Ve İsrâîloğulları'nı bol sudan/nehirden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve
düşmanlıkla onları hemen izledi. Sonunda boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrâîloğulları'nın
inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım” dedi. –Şimdi
mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun. Artık Biz senden sonra
geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız.– Ve şüphesiz insanlardan
birçoğu kesinlikle Bizim âyetlerimize/ alâmetlerimize/ göstergelerimize karşı duyarsız/ilgisizdirler.
(Yûnus/ 90–92)
Konumuz olan Âyette Rabbimizin Mûsâ (as)'a geceleyin yola çıkmasını
emrettiği görülmektedir. Geceleyin yapılan yolculuklar düşmandan korunmaya
daha uygundur. Ayrıca sıcak iklimlerde binekler ve yük hayvanları gecenin
serinliğinden istifade ederek daha rahat yol alırlar.
Âyetteki Denizi olduğu gibi açık bırak! Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir
ordudur ifadesinden, Mûsâ peygamberin, kendisi ve kavmi denizden geçtikten
sonra denizin kapanması yönünde girişimde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu
girişimi gaybı bilmediğinden dolayıdır. Âyetten anlıyoruz ki, Rabbimizin iradesi
Firavun ve yakınlarını o denizde boğup helak etmek ve bunu gelecek kuşaklara
Âyet kılmaktır. Bu nedenledir ki, Mûsâ (a.s)'a Denizi olduğu gibi açık bırak diye
emretmiştir.
57-59
Sonunda Biz, Firavun ve toplumunu bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve şerefli
makamdan çıkardık. İşte böyle! Ve sonra onlara İsrâîloğulları'nı mirasçı/son sahip yaptık. 67
Şüphesiz
bunda kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdi. 68
Ve şüphesiz ki
Rabbin, kesinlikle en üstün olanın, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak
galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.
(Şu'arâ/ 57–59)
137
O zaafa uğratıla gelmiş/ güçsüzleştirilmiş olan toplumu da bereketlendirdiğimiz yerin her
tarafına mirasçı yaptık. Ve böylece Rabbinin, İsrâîloğulları'na olan o pek güzel sözü, sabretmeleri
nedeniyle yerine geldi. Biz de Firavun ile toplumunun yapageldikleri sınâî eserlerini ve yükseltmekte
oldukları şeyleri yerlebir ettik.
(A'râf/ 137)
25-27
Onlar, bahçelerden, pınarlardan, ekinlerden, saygın makamlardan ve
içinde safalar sürdükleri nice nimetlerden nicelerini bıraktılar.
28
İşte böyle! Biz onları başka başka toplumlara miras bıraktık.
29
İşte, gök ve yeryüzü onların üzerine ağlamadı. Onlar, süre
tanınanlar da olmadı.
Bu Âyetlerde, Firavun ve kavminin akıbetine dair bilgiler sanatsal ifadeler
[tahakküm, alay] ile çok kısa ve öz olarak verilmiştir.
28. Âyetteki başka başka kavm ifadesiyle kastedilenler İsrâîloğulları'dır. Onlar
önceleri oralarda köleleştirilmiş kimseler iken, Allah daha sonra onlara Mısır'ı
mülk olarak vermiştir.
15
16. 36
Âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklük taslayanlar ise, işte onlar ateşin
yâranıdır. Onlar orada sürekli kalacaklardır. 37
Öyleyse, Allah'a karşı yalan uyduran veya âyetlerini
yalanlayandan daha yanlış; kendi zararına iş yapan kim olabilir? İşte onlara Kitap'tan payları
erişecektir; sonunda elçilerimiz, canlarını almak üzere onlara gelince, “Allah'ın astlarından
yakardıklarınız nerede?” derler. Onlar, “Yakardıklarımız bizden sapıp ayrıldılar” derler ve kâfirler;
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişiler olduklarına, bizzat kendileri tanıklık ederler.
(Arâf/ 37)
29. Âyette "tahakküm, alay" sanatı söz konusudur. Gök ve yeryüzü onların
üzerine ağlamadı ifadesi bir Arap deyimidir. Araplar toplumun ileri gelenlerinden
birinin vefat etmesi halinde Onun için gök ve yer ağladı, dünya karardı; güneş ve
ay tutuldu derlerdi. Böylece musibetin büyüklüğü vurgulanarak aslında ölen
kişinin ne kadar önemli biri olduğu ifade edilmiş olurdu. Âyette verilmek istenen
mesaj da bu deyimin çağrıştırdığı anlam doğrultusunda anlaşılmalıdır. Buna göre,
29. Âyette verilen mesaj şöyledir:
"Ölmeleri halinde yerin, göğün kendilerine ağlayacağı kadar büyük ve önemli
kimseler olduklarına inanan Firavun ve avenesi bir gün helak olup gittiler. Ne var
ki, sandıklarının aksine, helak olup gitmeleri kimsenin umurunda olmadı, kimse
yoklukları dolayısıyla bir boşluk hissetmedi."
Buradan da anlaşılmaktadır ki, helak olup giden Firavun ve adamları kendi
toplumlarına üzülmelerini gerektirecek hiçbir iyilik yapmamış, bu nedenle de
helak olup saltanatlarının yıkılması kimseye keder ve elem vermemiştir.
30,31
Andolsun ki Biz İsrâîloğulları'nı o horlayıcı azaptan, Firavun'dan
kurtardık. Şüphesiz o, sınırı aşanlardan, üstünlük taslayanlardan biriydi.
Bu Âyette İsrâîloğulları'nın Firavun'dan kurtarılmasına değinilmektedir. Bu
hatırlatmayla peygamberimize ve Mü'minlere "Düşman ne kadar zorba ve zorlu
olursa olsun, Allah onları kahreder ve inananlara yardımcı olur" mesajı
verilirken, Mekkeli müşriklere de "Mısır gibi koca bir ülkenin hükümdarı Firavun
bile haddi aştığında Allah'ın azabı gelmiş ve onu helak etmişken, sizler de kimsiniz
ki! Eğer aklınızı başınıza almazsanız sizin akıbetiniz de ondan farklı olmayacaktır"
mesajı verilmiştir.
Âyette konu edilen "Firavun'un horlayıcı azabı"nın "erkek çocukların
öldürülmesi, kızların hizmetlerinde kullanılması, İsrâîloğullarının köleleştirilmesi
ve onlara ağır angarya işlerin yükletilmesi" olduğu şu Âyetlerden
anlaşılmaktadır:
45,46
Sonra da Mûsâ ve kardeşi Hârûn'u âyetlerimizle/ alâmetlerimizle/ göstergelerimizle ve
apaçık bir güç ile Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik/elçi yaptık. Bunun üzerine kendilerinin
büyüklüğüne inandılar ve ululuk taslayan bir toplum oldular.
(Mü'minûn/ 45–46)
16
17. 49
Ve hani Biz, bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan;
eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştirien, kadınlarınızı sağ bırakan
Firavun'un yakınlarından kurtarmıştık. –Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardı.–
(Bakara/ 49)
6,7
Ve hani Mûsâ toplumuna demişti ki: “Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O, sizi
işkencenin kötüsüne çarptıran, oğullarınızı boğazlayan; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir
kitle oluşturarak güçsüzleştirien ve kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden kurtardı. Ve işte
bunda Rabbinizden size çok büyük yıpranarak bir sınav vermek vardır. Ve hani Rabbiniz ilan etmişti:
“Andolsun ki sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını öderseniz, elbette size artırırım ve eğer
iyilikbilmezlik ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.”
(İbrâhîm/ 6, 7)
4
Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı;
onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz
bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kızlarını da sağ bırakıyordu. Şüphesiz ki o,
bozgunculardan idi.
(Kasas/ 4)
32
Andolsun ki Biz İsrâîloğulları'nı bilerek âlemler üzerine seçkin kılmıştık.
33
Biz onlara içinde apaçık bir belâ bulunan alâmetlerden/ göstergelerden
de vermiştik.
Bu Âyetlerde, İsrâîloğulları'na ihsan edilen nimetlere işaret edilmiştir. Bunlar,
Firavun'un zulmünden kurtarılmaları, onlar için denizin yarılması, bulut ile
gölgelendirilmeleri, üzerlerine men ile selva[bol nimet; bal, börek]indirilmesi gibi
nimetlerdir; özetle İsrâîloğulları'na özgürlük ve refah verilmesidir.
BELÂ:
Biz onlara içinde apaçık bir belâ bulunan Âyetlerden de vermiştik ifadesinde
geçen belâ sözcüğü, sözcük anlamı olarak "yıpratmak, bitkin hale getirmek"
demektir. Sınamak, denemek, imtihan etmek de insanı yıprattığından, "bela"
sözcüğüyle kullanılır olmuştur. Kulun sınanma araçları olması bakımından dinin
bazı emir ve yasakları da bir anlamıyla belâdır. Çünkü bazı emirler insan bedenine
zorluk verir, insanların iyilerini ve kötülerini ortaya çıkarır. Şükredenler ile
nankörler bunlarla belli olur. Yüce Allah, insanlara verdiklerinin karşılığı olarak
onlardan kulluk ve şükür ister. Rabbimiz kişilere ve toplumlara bazen sıkıntı verir,
musibetler gönderir, zorluklara ve darlıklara düşürür. Bunun sebebi, insanların
akıllarını başlarına almalarını, yanlış yolda olanların düzelmelerini ve isyan
içerisinde olanların Allah'a itaate dönmelerini sağlamaktır. Konunun daha iyi
anlaşılmasını sağlamak için aşağıdaki Âyetlerin tetkik edilmesi yararlı olur:
Bakara Sûresinin 49, 127, 155 - 156 - 249; Sâffât Sûresinin 106; Duhân
Sûresinin 33; Mü'minûn Sûresinin 36; Mâide Sûresinin 48, 94; Enâm Sûresinin
165; Âli–Imrân Sûresinin 152, 154, 186; Nisâ Sûresinin 6; A'râf Sûresinin 141,
163. 168; Enfâl Sûresinin 17; Yûnus Sûresinin 30; Hûd Sûresinin 7; Mülk
Sûresinin 2; Muhammed Sûresinin 4, 31; Enbiyâ Sûresinin 35; Kehf Sûresinin 7;
17
18. Neml Sûresinin 40; Fecr Sûresinin 15, 16; Nahl Sûresinin 92; İnsan Sûresinin 2;
Ahzâp Sûresinin 11; İbrâhîm Sûresinin 6. Âyetleri.
Belâ mutlaka musibetlerle, zor şeylerle olmaz. Bazen hayır, iyilik de belâ
olabilir.
35
Her kimliği olan varlık ölümü tadıcıdır. Ve eritip saflaştırmak üzere, sizi Biz, şer ve hayır ile
sınarız. Ve siz, yalnız Bize döndürüleceksiniz.
(Enbiyâ/ 35)
168
Ve onları yeryüzünde birçok önderli toplumlara ayırdık. Onlardan bir kısmı düzgün
kimselerdi, bir kısmı da bundan aşağı idi. Ve Biz, onları dönsünler diye iyiliklerle ve kötülüklerle
sınama yaptık.
(A'râf/ 168)
15-16
İnsana gelince, Rabbi onu her ne zaman sınayıp da kendisini üstün kılar ve nimetler verirse:
“Rabbim beni üstün kıldı” der. Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa: “Rabbim beni
aşağıladı” der.
(Fecr/ 15,16)
7
Şüphesiz Biz yeryüzündeki, ona süs olan şeyleri insanların hangisinin daha güzel amel
edeceğini sınamamız için yaptık.
(Kehf/ 7)
Ve En'âm/ 164–165, Neml/ 40, Âl-i Imrân/ 186, Enfâl/ 17.
34-36
Şüphesiz Mekkeli ortak koşanlar diyorlar ki: “Bizim sadece ilk
ölümümüz var. Biz, tekrar diriltilecek değiliz. Eğer siz doğru kimselerseniz,
sözünüzün eri iseniz haydi atalarımızı bize getirin.”
Bu ayetlerde Mekke müşriklerinin ahiret karşıtı iddiaları nakledilmektedir.
Rabbimizin sürekli ahiretle uyarmasına karşılık müşrikler de “öyleyse atalarımızı
yeniden hayata döndürün ve öteki dünyanın var olduğuna tanıklık yapmalarını
sağlayın” demek suretiyle güya ahiret inancını çürütmeye yönelik kendilerince
güçlü bir delil ortaya koyduklarını varsaymışlardır. Oysa müşriklerin bu yaklaşımı
tutarsız ve mantık dışıdır. İnsanların kendi ölmüş atalarını yeniden hayata
getirebilmeleri ve öteki dünyaya tanıklık ettirebilmeleri mümkün olsaydı zaten
ahirete inanıp inanmama diye iki seçenek ortaya çıkmaz, herkes ahiret yaşamını
bildiği için kimseye ahirete inanma sorumluluğu yüklenmezdi.
Ne var ki, doğru düşünme konusunda oldukça sığ olan müşrik zihniyet bu
konuda hep benzer argümanları kullanmıştır:
33-38
Ve elçinin toplumundan, küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş,
âhirete ulaşmayı yalanlamış ve şu basit dünya yaşamında kendilerine refah verdiğimiz kodaman
kişiler: “Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir, sizin yediğiniz şeylerden yiyor, sizin içtiğiniz şeylerden
içiyor. Ve eğer, kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz, şüphesiz o zaman siz, kesinlikle ziyan
edenlersiniz. Size, gerçekten siz öldüğünüz, toprak ve kemik olduğunuzda, mutlak sûrette sizin
çıkarılacağınızı mı vaat ediyor? Tehdit olunduğunuz şey, hiç olmayacak bir şeydir! Sadece basit
dünya hayatımız! Biz, ölürüz, yaşarız. Ve biz, diriltilecekler değiliz. Elçi, sadece Allah hakkında
yalan uyduran bir adamdır ve biz o'na inanmıyoruz” dediler.
(Muminun/33-38)
18
19. 7,8
Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler şöyle dediler: “Siz
çürüyüp, didik didik parçalandığınız vakit, kesinlikle yeni bir oluşturuluş içinde bulunacaksınız
diye, size haber veren bir kişiyi size gösterelim mi? O, bir yalanı Allah'a uydurdu mu, yoksa
kendisinde bir delilik mi var?” Tam tersi, âhirete inanmayan kimseler, azap ve uzak bir sapıklık
içindedirler.
9
Peki onlar, gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olan şeylere bir bakmazlar mı? Biz
dilesek kendilerini yere geçiririz. Yahut gökten üzerlerine parçalar düşürürüz. Şüphesiz bunda
yönelen/ hakka gönül veren her kul için bir alâmet/gösterge vardır.
(Sebe’/7-9)
Konumuz olan ayetlerin nüzulü hakkında şöyle bir rivayet nakledilmiştir:
Bu sözleri Kureyş kâfirlerinden söyleyenin Ebu Cehil olduğu bildirilmiştir. O şöyle demişti:
Ey Muhammedi Şayet senin bu sözün doğru ise, sen bize atalarımızdan iki kişiyi dirilt. Birisi Kusay
b. Kilab olsun, çünkü o doğru sözlü bir kimse idi. Biz ona ölümden sonra olacak şeyleri soracağız.9
Müşriklerin “öldükten sonra dirilme” konusundaki mütemadi itirazları Kur’an
tarafından pek çok ayette dile getirilmiş ve bu itirazlara aklî delillerle cevap
verilmiştir. Bu konu Yasin suresinin tahlilinde ele alındığından, detayın oradan
okunmasını öneriyoruz.
37
Onlar mı daha hayırlıdır, yoksa Tubba toplumu ve onlardan önceki
kimseler mi? Biz, onları değişime/ yıkıma uğrattık. Şüphesiz onlar, günahkârlar
idiler.
Bu ayette, ahireti inkâr eden Tübba ve ondan önceki bazı toplumların akıbetleri
hatırlatılarak Mekkelilere “Siz de günahkâr; müşrik, ahıreti inkâr eden, elçiyi
yalanlayan birileri olursanız sizin de gözünüzün yaşına bakılmaz, helak edilirsiniz”
mesajı verilmiştir.
Ayetteki “Onlar mı daha hayırlıdır, yoksa Tübba kavmi ve onlardan önceki
kimseler mi?” sorusu bir “istifham-ı inkarî”dir. Cevabı da “Onlar bu sözlerinden
ötürü azabı hak etmektedirler. Zira Tubba' kavminden ve helak edilmiş
ümmetlerden daha hayırlı; varlıklı, güçlü ve daha çetin değildirler. Biz onları helak
ettiğimiz gibi, bunlar da aynı durumdadırlar” şeklinde olur.
Buna benzer bir ayet daha evvel Kamer suresinde geçmişti:
43
Sizin kâfirleriniz; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseleriniz, onlardan
hayırlı mı? Yoksa yazıtlarda sizin için kurtulacaklarına dair Allah tarafından verilmiş bir senet veya
ferman mı var? 44
Yoksa onlar, “Biz birbirine yardım eden/ intikam alabilen bir topluluğuz” mu
diyorlar?
(Kamer/43,44)
عTبّعتTÜBBA’
Bu sözcük Yemen hükümdarları için kullanılan bir unvandır. Bazı toplumlar
kendi yöneticilerine Padişah, Kayser, Kisra, Şah, Çar dedikleri gibi, Yemenliler de
hükümdarlarına “Tubba”' derlerdi.
9
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
19
20. “Onlar, Sebe kavminin bir boyu idiler. M.Ö. 115'de Sebe ülkesinde iktidara gelmişler ve M.S.
300'e kadar da iktidarı ellerinde tutmuşlardır. Asırlardır Araplar arasında onların efsaneleri
bilinmekteydi.”10
Tubba'lardan bazıları Hemal Zu Seded'in oğlu el-Haris er-Raiş, Ebrehe Zu'l-Menar, Amr Zu'1-
Ez'ar, Semerkand'ın kendisine nisbet edildiği Şemr b. Malik, Berberileri Kenan diyarından Afrikaya
sürükleyen Afrikis b. Kays. Afrika bu sonuncunun adını almıştır.11
Hatırlanacağı üzere bu idarecilerden ilk kez Kaf suresinde bahis geçmişti.
Orada Firavun ve Ad ile birlikte yeniden dirilme ve Allah’ın hesap soracağını inkâr
eden, yalanlayan bir topluluk olarak zikredilmişlerdi.
14
İşte onlar cennet ashâbıdırlar. İşlemekte olduklarına karşılık orada sonsuz olarak
kalacaklardır.
(Kaf/14)
38
Ve Biz gökleri, yeryüzünü ve ikisi arasındakileri oyun oynayanlar olarak
oluşturmadık.
39
Biz, o ikisini sadece hak/ gerçek ile oluşturduk. Fakat onların çoğu
bilmiyorlar.
Bu ayetlerde, evrendeki varlıkların oyun olsun, Allah onlarla oynasın dursun
diye yaratılmadığı; mutlaka bir amacının olduğu üzerinde durulmuştur.
Rabbimiz, yeniden dirilişin ve kıyametin kesin delilini getirmek üzere âdeta
şöyle demek istemiştir: “Eğer öldükten sonra diriliş olmasaydı, bu yaratmamız bir
eğlence, boş ve abes olurdu. Oysa kâinatı yaratan bir oyuncu değildir. Allah’tan
anlamsız bir iş beklenmez”
27
Ve Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve aralarında olanları boşuna oluşturmadık. Bu, kâfirlerin;
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişilerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı şu
kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kişilerin vay hâline!
(Sad/27)
16
Ve Biz göğü, yeryüzünü ve aralarındaki şeyleri, oyun oynayanlar olarak oluşturmadık.
17
Eğer Biz, bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu Kendi katımızdan edinirdik, eğer Biz,
yapanlar olsaydık.
(Enbiya/16, 17)
3
Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde
egemenlik kuran, işi yönetip duran Allah'tır. Dünyada yardım edecek, destek olacak kişi ancak O'nun
izninden/ bilgisinden sonra yardım edebilir. İşte Bu, Rabbiniz Allah'tır. O hâlde O'na kulluk ediniz!
Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız?
(Yunus/3, 4)
Ve Mü’minun/115, 116, 101, Meâric/10- 14.
40
Şüphesiz ki, Ayırma Günü onların hepsinin buluşma yeridir/
kararlaştırılmış buluşma vaktidir.
41,42
O gün Allah'ın merhamet ettiği kimseler hariç, hiçbir yakının yakına
hiçbir şekilde yararı olmaz. Onlar yardım da olunmazlar. Şüphesiz ki Allah, en
üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip
olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.
10
(Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)
11
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
20
21. Bu ayetlerde, kâinatın yaratılmasının nedeninin Fasl Günü”nü ihtar etmek
olduğu hatırlatılmaktadır.
AYIRMA GÜNÜ [YEVMÜ'L-FASL]:
Fasl sözcüğü, fiil olarak “iki şey arasına mesafe koymak, bitişik hâle gelmiş iki
ayrı şeyi birbirinden ayırmak” anlamlarına gelir. Bu sözcüğün “bir bütünü yarmak,
ikiye ayırmak” demek olan “şakk” sözcüğü ile karıştırılmaması gerekir. Çünkü
kıyâmet gününde bir bütün ikiye ayrılmayacak, zaten birbirinden ayrı olan şeylerin
ayrımı yapılacaktır. Yani, o gün, hakk ile bâtıl, mümin ile kâfir birbirinden
ayrılacaktır. Kıyâmet gününe Yevmü'l-Fasl [ayırt etme günü] denmesinin sebebi
budur. Bazılarının, “karar günü”, “hüküm günü” olarak çevirdikleri bu ifadenin
yorumsuz olarak sözcük anlamıyla çevrilmesi, bize göre en isabetli olanıdır.
3
Kıyâmet günü akrabalarınız ve çocuklarınız size asla yarar sağlamazlar. Allah aranızı ayırır. Ve
Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.
(Mümtehine/3)
11,12
Allah, oluşturmayı ilkin yapar, sonra onu iade eder. Sonra da O'na döndürülürsünüz.
Kıyametin kopuş anında da suçlular, ümidi keserler.
13
Onlar için ortak koştuklarından, şefaat; yardım, kayırma yapacaklar da bulunmaz. Ve onlar,
ortaklarını reddettiler/ kabul etmeyenler oldular. 14
Ve Saat'in dikildiği günde de, işte o gün onlar
ayrılırlar.
(Rum/11-14)
17
Kuşkusuz Ayırma günü kararlaştırılmış bir buluşma vakti olmuştur.
(Nebe'/17)
“Fasl Günü” ile ilgili olarak daha önce Mürselat suresinin tahlilinde açıklama
yapıldığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
Ayetteki “O gün Allah'ın merhamet ettiği kimseler hariç, hiçbir yakının,
yakına hiçbir şeyce faydası olmaz. Onlar yardım da olunmazlar” ifadesinden
anlaşılmaktadır ki, o gün kimseye bir başkasından yarar yoktur. Peygamberden
bile... “Mevla [yakın]” sözcüklerinin kullanılmasının nedeni, ilk yardımlaşacak
olanların ana-baba, evlatlar, kardeşler, yakın akrabalar ve arkadaşlar olmasındandır.
Yakınlar yardımlaşamadıktan sonra, uzaklar, el olanlar zaten yardımlaşamazlar.
48
Ve hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir
kimseden yardımın, adam kayırmanın kabul edilmediği, kimseden fidyenin/kurtulmalığın alınmadığı
ve hiçbir kimsenin yardım olunmadığı güne karşı Allah'ın koruması altına girin.
(Bakara/48)
43-46
Şüphesiz zakkum ağacı, aşırı günahkârların yiyeceğidir. O, erimiş
maden gibidir, kızgın bir sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar.
–“47,48
Tutun şunu da çılgınca yanan ateşin ortasına sürükleyin. Sonra onun
başının üstüne kaynar su azabından dökün.”–
–“49,50
Tat bakalım! Şüphesiz sen, çok güçlü ve çok üstün biri idin! Şüphesiz
işte bu, sizin kendisine kuşku duyup durduğunuz şeydir.”–
21
22. Bu ayetlerde “Fasl Günü”nden bir sahne, müşriklerin duçar oldukları durum
ortaya konulmuştur. Müşriklere erimiş madene benzeyen Zakkum ağacından
yedirilecektir. O, karınlarında kızgın sıvı gibi kaynayıp duracaktır. Onlar yakalanıp
cehennemin ortasına atılacaklar ve üzerlerine de kaynar su dökülecektir. Onlara bir
de “Tat bakalım! Şüphesiz sen çok güçlü ve çok üstün biri idin! Şüphesiz işte bu,
sizin kendisine kuşku duyup durduğunuz şeydir” denilerek hakaret edilecektir.
Benzer cehennem sahneleri, uyarı amaçlı olarak Kur’an’ın başka ayetlerinde
de verilmiştir:
19-22
Şu ikisi; mü’min ile kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişi, Rableri
hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddetmiş olan kimseler, kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su
dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır.
Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler ve: “Yakıcı azabı tadın!”
(Hacc/19, 22)
13-16
O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu, yalanlayıp durduğunuz
ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister
sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!–
(Tur/13-16)
43- 46. ayetlerde geçen “zakkum ağacı” ile ilgili detay daha evvel Vakıa
suresinde verilmişti. Ancak kısaca hatırlatmanın yararlı olacağı kanaatindeyiz:
Zakkum, Arap Yarımadasının Kızıldeniz tarafındaki Tihame bölgesinde
yetişen bir bitki türüdür. Kendiliğinden yetişen, kışın yapraklarını dökmeyen bodur
bir ağaçtır. Renkli ve alımlı çiçekleri olan bazı türleri süs bitkisi olarak da
yetiştirilmektedir. Zakkum ağacı zehirli bir özsu içerir. Kötü kokulu ve tadı çok acı
olan bu özsu, insan bedenine haricen [meselâ ağacın dallarının koparılması
sırasında] bulaşması hâlinde bile bir çeşit deri hastalığına yol açmaktadır.
43-46
Şüphesiz zakkum ağacı, aşırı günahkârların yiyeceğidir. O, erimiş maden gibidir, kızgın bir
sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar.
(Duhan/43–46)
51-57
Şüphesiz ki Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, Rabbinden bir
armağan olarak güvenli bir makamdadırlar; bahçelerde ve pınarlardadırlar.
Onlar, karşılıklı oturarak ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerler. İşte
böyle! Biz, onları iri siyah gözlülerle/ en ideal tiplerle eşleştirdik. Onlar, orada
güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada ilk ölümden başka bir
ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu,
büyük kurtuluşun ta kendisidir.
Günahkârların “Fasl Günü”nde karşılaşacakları muamele ortaya konduktan
sonra, bu ayet grubunda da o gün muttakilerin nasıl bir hayata layık görülecekleri
anlatılmaktadır. Her iki grubun karşılaşacağı farklı muameleler kıyaslandığında,
müminler ile müşriklere layık görülen ahiret yaşamının birbirinden ne kadar farklı
olacağı açıkça görülmektedir. Biri alabildiğine yeis ve mutsuzluk, diğeri ise
alabildiğine sevinç ve mutluluk içeren bu akıbet tasvirleri, bir yandan müşriklere
korku vermek, diğer yandan da müminleri özendirmek amacını gütmektedir.
Ayette geçen “hurin ıyn [iri siyah gözlüler]” ifadesini daha evvel Vakıa
suresinde tahlil etmiştik. Buna göre, “Hur” sözcüğü “parlak siyah göz”, “Iyn”
sözcüğü ise “karası çok, geniş gözlüler” anlamındadır.
22
23. “Hûr” ve “ıyn” sözcüklerinin ikisini birden kullanarak ifade edilen gözler,
Arapların çok beğendiği göz tipidir ve hem kadının hem de erkeğin güzelliğini
anlatmak için kullanılır.
“Hur” ve “ıyn” sözcükleri birlikte “Hûrun ıynün” gibi kullanıldığında, anlam
da “iri, parlak, geniş gözlüler” demek olur. Bu özellik, ayetlerde cennette verilen
eşleri nitelediğinden, “iri parlak gözlü eşler” anlamı kazanır. Bu sebeple, pek çok
meal ve tefsirde geçen “iri parlak gözlü huriler” ifadesi yanlış bir çeviridir. Çünkü
“parlak gözlüler” denince “hur” sözcüğünün lâfızdan yok edilmesi gerekmektedir.
Bize göre “huri” sözcüğüyle ilgili bugünkü yanlış inanç da, sıfatların kişileştirildiği
bu yanlış çeviriden kaynaklanmaktadır. Bu yanlış çevirinin dayandığı yanlış anlayış
ise “hur” ve “ıyn” sözcüklerinin dişi olarak algılanmasıdır ki, eldeki bilgi ve
belgelere göre bu algılama hatası ilk olarak Hasan Basrî ile başlamış, arkadan da
yüzlerce yalan ve tutarsız rivayetle desteklenmiştir.
“Hûrun ıyn” ifadesi, Vakıa/15- 26 ve İnsan/5- 22’den oluşan pasajlarda da yer alır.
“Hûrun ıyn” ifadesi daha evvel Vakıa suresinde ele alındığından, detayın
oradan okunmasını öneriyoruz.
Ayetteki “Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Ve Allah
onları cehennem azabından korumuştur.” ifadesi müteki mü’minlerin henüz
ölmezden evvel, emin makama yerleştirildiklerini ve bu makamda iken mutlu bir
halde canlarının alındığını vurgulamaktadır. Bu durumda mü’minler, ölüm anında,
mahşerde ve cennette emin makamdadırlar. Daha evvel bu lütuflara şu ayetlerde
değinilmişti:
22
Yüzler var ki, o gün; o anda (ölüm anında) apaydınlıktır; 23
Rablerine nazar
edicidirler; Rabblerinden nimet beklemektedirler. (Kıyâmet/22, 23)
30-32
Ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselere: “Rabbiniz ne indirdi?”
denilince onlar: “Hayır” derler. Bu dünyada güzelleştirenlere-iyileştirenlere iyilik-
güzellik vardır. Âhiret yurdu ise kesinlikle daha hayırlıdır. Ve Allah'ın koruması
altına girmiş kimselerin yurdu; Adn cennetleri ne güzeldir! Onlar, oraya girecekler.
Onun altından ırmaklar akar. Orada, onlar için diledikleri şeyler vardır. Allah,
Kendisinin koruması altına girmiş kişileri işte böyle karşılıklandırır. Allah'ın
koruması altına girmiş kişiler o kimselerdir ki, melekler onları hoş ve rahat ettirerek
onlara geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir
hatırlattırırlar. “Selâm size, yapmış olduğunuz işlerin karşılığı olarak girin cennete!”
derler. (Nahl/30, 32)
30-32
Şüphesiz, “Rabbimiz Allah'tır” deyip sonra dosdoğru olanlar; onların
üzerine, haberci âyetler sürekli iner; “Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen
cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında ve âhirette sizin yol gösterenleriniz,
yardımcılarınız, koruyanlarınızız. Cennette, kullarının günahlarını çok örten, onları
cezalandırmayan ve bağışı bol olan, engin merhamet sahibinden bir ikram olarak
sizin için nefislerinizin arzuladığı her şey var. Orada istediğiniz şeyler de sizin
içindir.” (Fussılet/30- 32)
23
24. 101,102
Şüphesiz tarafımızdan kendilerine “En Güzel” hazırlanan kimseler; işte
onlar, cehennemden uzaklaştırılmışlardır. Onlar, cehennemin uğultusunu duymazlar.
Onlar, nefislerinin istediği şeyler içinde sürekli kalıcıdırlar.
103
O en büyük korku onları üzmez ve kendilerine haberciler: “İşte bu, size söz
verilmiş olan gününüzdür” diye akıllarına getirirler. (Enbiyâ/100- 103)
58
İşte, Biz Kur’ân'ı onlar öğüt alsınlar diye senin dilinle kolaylaştırdık.
Surenin bu son paragrafında konu yine Kur’an’a getirilmiş ve öğüt alabilsinler
diye dinleyenler için kolaylaştırıldığı hatırlatılmıştır. Benzer bir ayet daha evvel
Kamer suresinde de geçmiş ve aynı surede tam dört kez tekrar edilmişti:
17
Andolsun Biz, Kur’ân'ı düşünme/öğüt için kolaylaştırdık/hazırladık. O hâlde var mı ibret alıp
düşünen?
(Kamer/17, 22, 32, 40)
59
Artık sen gözetle. Şüphesiz onlar gözetleyenlerdirler.
Tüm bu açıklamalardan sonra Rabbimiz, Elçisine “Artık sen gözetle! Şüphesiz
onlar gözetleyenlerdirler” buyurmuştur. Ayetin mesajı “Sen Rabbinden gelecek
zaferi bekle! Onlar da kendi kuruntulan ile senin kahrolmanı gözetlemektedirler.
Allah senin ile onlar arasında hüküm verinceye kadar bekle! Çünkü onlar da senin
başına gelecek kötü musibetleri gözetlemektedirler” şeklinde açıklanabilir.
Aslında bu ifadelerle Resulullah’a güvence verilmektedir. Zira daha evvel
kendisine güvence verilmişti:
51
Şüphesiz Biz, elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit dünya yaşamında ve şâhitlerin
kalktığı/şâhitlik edecekleri günde kesinlikle yardım ederiz.
52
O gün şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapan kimselere özür dilemeleri yarar sağlamaz.
Ve onlara dışlanarak mahrum bırakılma vardır, yurdun en kötüsü de onlar içindir.
(Mü’min/51, 52)
21
Allah: “Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye
gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır.
(Mücadile/21):
7
Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz, Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve
ayaklarınızı sabit tutar. 8
İnkâr eden kişiler ise, artık yıkım onlara! Ve Allah, onların işlerini
saptırtmıştır. 9
Bu, şüphesiz onların, Allah'ın indirdiklerini beğenmediklerinden dolayıdır. Artık Allah
da onların amellerini boşa çıkarmıştır.
(Muhammed/7,8)
Ve Fetih/4, Al-i Imran/139, Saffat/171- 173, En’am/158, A’raf/ 71, Secde/30, Yunus/102.
Allah, doğrusunu en iyi bilendir.
24