SlideShare a Scribd company logo
1 of 70
70 NAHL [BAL ARISI] SURESİ
GİRİŞ
Nahl suresi Mekke’de 70 sırada inmiş olup adını 68. ayetteki “ ‫النحل‬nahl [bal
arısı]” sözcüğünden almıştır. İçerisinde Allah’ın kullarına lütfettiği nimetlerin
birçoğunun hatırlatılmasından dolayı “ ‫ععام‬‫ع‬‫نع‬Niâm [Nimetler]” suresi diye de
anılmaktadır.
Surenin 41, 90, 106, 110, 112, 126-128. ayetlerinin Medeni olduğuna dair
nakiller mevcuttur.1
Surede, vahyin ilk inişinden bu yana dinde oluşmuş olan ilkeler; tevhid, vahiy,
elçilik müessesi, kıyamet, öldükten sonra dirilme ve haşir gibi temel inanç konuları
özetlenmiş; ayrıca kişisel ve toplumsal ilkelere, müşriklerin durumuna, uyarı ve
müjdelere yer verilmiştir. Yaratıcının varlığına, birliğine dair onlarca ayetin ortaya
konduğu sure, zengin içeriğiyle daha önceki surelerin de bir özeti mahiyetindedir.
İslam’a davet metodunun çerçevesinin çizildiği surenin 125. ayetinde ise
Resulullah’a ve onun şahsında tüm müminlere Allah’ın yoluna hikmetle, güzel öğütle
davet edilmesi ve bu süreçte karşılaşılacak zorluk ve eziyetlere karşı sabredilmesi, en
uygun tarz ve tavrın benimsenmesi emredilmektedir.
1
(Mukatil, Süyuti; el İtkan)
1
MEAL:
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
1
Allah'ın emri kesinlikle gelecek. Artık onu acele edip istemeyiniz. Allah,
onların ortak koştukları şeylerden arınıktır ve yücedir.
2
Allah, kullarından dilediğine, haberci âyetleri/ vahyi, Kendisine özgü
bir iş olarak ruh/ can ile birlikte: “Şüphesiz Benden başka ilâh yok, o hâlde
Benim korumam altına girin diye uyarın” göreviyle indirir.
3
Allah, gökleri ve yeryüzünü hak ile oluşturdu. O, onların ortak koştukları
şeylerden yücedir.
4
Allah, insanı bir nutfeden oluşturdu. Bir de bakarsın ki, o apaçık bir
düşmandır.
5
Hayvanları O oluşturmuştur. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok
yararlar vardır. Siz, onlardan bir kısmını da yersiniz.
6
Ve hayvanlarda, akşam vakti getirdiğinizde ve sabahleyin saldığınızda
sizin için bir güzellik vardır.
7
Ve hayvanlar, ancak canınızın bir parçası tükenerek/ çok yorularak
ulaşabileceğiniz bir memlekete yüklerinizi taşırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz,
kesinlikle çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
8
Ve Allah, kendilerine binesiniz, hem de zînet olsun diye, atları, katırları
ve eşekleri oluşturdu. Bilmediğiniz şeyleri de O oluşturuyor.
9
Yolun doğrusu yalnızca Allah'a borçtur. Yolun eğrisi de vardır. Ve eğer
Allah dileseydi, sizi topluca doğru yola kılavuzlardı.
10,11
O, sizin için gökten bir su indirdi. İçecekleriniz ondandır. Hayvanları
otlattığınız ağaçlar-bitkiler de ondandır. Allah, su ile sizin için ekin, zeytin,
hurmalıklar, üzümler ve tüm meyvelerden bitiriyor. Şüphesiz bunda iyiden
iyiye düşünen bir toplum için kesinlikle birer alâmet/gösterge vardır.
12
Ve Allah, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi/sizin
yararlanacağınız özelliklerde yarattı. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun
eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için
alâmetler/göstergeler vardır.
13
Yeryüzünde sizin için renklerini değişik olarak yarattığı şeyleri de sizin
hizmetinize sunmuştur. Şüphesiz bunda öğüt alan bir toplum için kesinlikle bir
alâmet/gösterge vardır.
14
Ve O, denizden taze et yiyesiniz ve ondan takındığınız süs eşyasını
çıkarasınız diye armağanlarından rızık aramanız için ve kendinize verilen
nimetlerin karşılığını ödemeniz için denizi sizin emrinize verendir. –Gemilerin
denizde suyu yararak gittiklerini görüyorsun.–
15,16
Ve Allah size sofra olması için yeryüzünün içinde sabit-sağlam dağlar,
ırmaklar ve siz kılavuzlandığınız doğru yolu bulasınız diye yollar ve daha nice
âlametler bıraktı. Ve Onlar yıldızlarla/ Kur’ân âyetleri öbekleriyle yollarını
bulurlar.
17
Öyleyse yaratan/ Allah, yaratamayan sözde ilâhlar gibi olur mu? Hâlâ
düşünmeyecek misiniz?
2
18
Ve eğer Allah'ın nimetlerini sayacak olsanız, onları sayamazsınız.
Şüphesiz ki Allah kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve
bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.
19
Ve Allah, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilir.
20,21
Ve onların Allah'ın astlarından yakardıkları şeyler herhangi bir şey
oluşturamazlar, kendileri oluşturulmuşlardır, ölülerdir, diri değildirler. Ne
zaman dirileceklerini de tam bilemezler.
22
Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. Artık âhirete inanmayan şu kimseler;
onların kalpleri, tanıtmamaya çalışmaktadır ve onlar, kendilerinin büyük
olduğuna inanan kimselerdir.
23
Allah'ın, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bildiğine hiç şüphe
yoktur. Şüphesiz Allah, kendilerinin büyük olduğuna inananları sevmez.
24,25
Ve onlara: “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, onlar, kıyâmet
günü, kendi günahlarını tam olarak yüklenmek ve bilgisizlikleri yüzünden
saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yüklenmeleri
için, “Öncekilerin efsaneleri” dediler. Dikkat edin, yüklendikleri şey ne
kötüdür!
26
Şüphesiz onlardan önceki kimseler tuzak kurdular da Allah, onların
duvarlarına temellerinden vurdu. Sonra da çatı tepelerinden üzerlerine çöktü.
Ve onlara azap akledemedikleri bir yönden geldi.
27
Sonra kıyâmet günü Allah, onları rezil-rüsva edecek ve “Hani uğrunda
düşmanlık ettiğiniz ortaklarım nerede?” diyecektir. Kendilerine bilgi verilmiş
olan kimseler: “Şüphesiz ki bugün rezillik-rüsvalık ve kötülük, kâfirler;
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler üzerinedir” diyecekler.
28
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, kendilerine
haksızlık etmiş kimseler olarak, meleklerin, geçmişte yaptıklarını ve
yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırdıkları kimselerdir.
Artık teslimiyeti koyarlar: “Biz, hiçbir kötülükten yapmıyorduk.” Tam tersi,
şüphesiz Allah, sizin yapmakta olduklarınızı çok iyi bilendir.
“29
O hâlde içinde sürekli kalanlar olarak cehennemin kapılarına girin!”
denir. İşte, büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!
30-32
Ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselere: “Rabbiniz ne indirdi?”
denilince onlar: “Hayır” derler. Bu dünyada güzelleştirenlere-iyileştirenlere
iyilik-güzellik vardır. Âhiret yurdu ise kesinlikle daha hayırlıdır. Ve Allah'ın
koruması altına girmiş kimselerin yurdu; Adn cennetleri ne güzeldir! Onlar,
oraya girecekler. Onun altından ırmaklar akar. Orada, onlar için diledikleri
şeyler vardır. Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri işte böyle
karşılıklandırır. Allah'ın koruması altına girmiş kişiler o kimselerdir ki,
melekler onları hoş ve rahat ettirerek onlara geçmişte yaptıklarını ve yapmaları
gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırlar. “Selâm size, yapmış
olduğunuz işlerin karşılığı olarak girin cennete!” derler.
33,34
Onlar kendilerine, doğal güçlerin gelmesinden veya Rabbinin emrinin
gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar! Kendilerinden öncekiler de böyle
yapmışlardı. Ve Allah onlara haksızlık etmedi, fakat onlar şirk koşarak
kendilerine haksızlık etmişlerdi, yanlış; kendi zararlarına iş yapmışlardı. Bunun
için, sonunda yaptıklarının cezası kendilerine isabet etti. Alay edip durdukları
şey de kendilerini kuşattı.
35
Ve Allah'a ortak koşan şu kimseler: “Allah dileseydi biz ve atalarımız
Kendisinin astlarından hiç bir şeye tapmazdık ve O'nun astlarından hiç bir
3
şeyden haram kılmazdık/ kutsallar edinmezdik” dediler. Kendilerinden önceki
kimseler böyle yaptılar. İşte elçiler üzerine, ancak açık-seçik bir tebliğden başka
ne olur?
36
Ve andolsun ki Biz her ümmete, “Allah'a kulluk edin ve tağuttan
sakının” diye bir elçi gönderdik. Artık Allah, bu ümmetlerden bir kısmına
doğru yolu gösterdi, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yeryüzünde
bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş?
37
Sen, onların doğru yolda olmaları için hırs göstersen de, artık Allah,
saptırdığı kimseyi doğru yola kılavuzlamaz. Onlar için yardımcılardan da kimse
yoktur.
38,39
Ve kâfirler, “Allah, ölen kimseyi diriltmez” diye en kuvvetli
yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. Hayır, Allah ölüleri, üzerine aldığı gerçek bir
vaat olarak, onların, hakkında anlaşmazlığa düştükleri şeyi onlara açığa
koymak ve gerçekleri örtbas eden kimselerin, yalancıların ta kendisi olduklarını
bildirmek için diriltecektir.
40
Biz bir şeyi dilediğimiz zaman, Bizim ona sözümüz sadece “Ol!”
dememizdir. O da hemen oluverir.
41,42
Ve haksızlığa uğradıktan sonra Allah yolunda hicret eden kişiler,
kesinlikle Biz onları, sabretmiş ve sadece Rablerine işin sonucunu havale eden
şu kimseleri bu dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Ötekinin/âhiretin
ücreti ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi!
43,44
Ve Biz, senden önce de, sadece kendilerine vahyettiğimiz olgun
insanları açık kanıtlarla ve yazılı belgelerle elçi olarak gönderdik. Eğer
bilmiyorsanız, haydiyin Tevrât ve İncîl'i bilen bilginlere sorun. Biz sana da o
öğüdü/Kur’ân'ı, kendilerine indirilmiş olanı ortaya koyman için, onların da
iyiden iyiye düşünmeleri için indirdik.
45-47
Peki sinsice kötülükleri plânlayanlar, Allah'ın kendilerini yere
batırmayacağından yahut bilemeyecekleri bir yerden azabın gelmeyeceğinden
yahut onlar dolaşıp dururlarken Allah'ın, kendilerini yakalayıvermesinden, –
üstelik onlar, âciz bırakanlar da değillerdir– yahut da kendilerini azar
azar/korku içinde yakalamasından emin mi oldular? İşte, şüphesiz sizin
Rabbiniz, kesinlikle çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
48
Onlar, gölgeleri Allah'a boyun eğerek, küçülenlerin ta kendisi olarak
sağdan sola dönen, Allah'ın oluşturduğu birtakım şeyleri görmediler mi/bunları
hiç mi düşünmediler?
49,50
Ve göklerde ve yeryüzünde bulunan canlılar ve doğal güçler,
kibirlenmeden Allah'a boyun eğerler. Kendilerinin üstündeki Rablerinden
korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar.
51
Ve Allah, buyurdu: “İki ilâh edinmeyin. O, ancak tek bir ilâhtır. O hâlde
yalnız Benden korkun/yalnız Bana kulluk edin.”
52
Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler de yalnız O'nundur. Din de daima
O'nundur. Böyle iken, siz Allah'tan başkasına mı kendinizi koruma altına
aldırtıyorsunuz?
53
Ve iyilik olarak sahip olduğunuz ne varsa, işte Allah'tandır. Sonra size
bir zarar dokunduğunda, hemen yalnız O'na sığınırsınız.
54,55
Sonra, zararı sizden giderince, sizden bir grup, küfretmek; kendilerine
verdiklerimizi örtbas etmek/verdiklerimize iyilikbilmezlik etmek için Rablerine
ortak koşarlar. –Hadi şimdi yararlanın! Fakat yakında bileceksiniz.–
4
56
Ve ortak koşanlar, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden
bilmedikleri şeylere pay ayırıyorlar. –Allah'a andolsun ki siz uydurageldiğiniz bu
şeylerden kesinlikle sorgulanacaksınız.–
57
Ve onlar, Allah'a kızlar isnat ediyorlar. –Allah, bundan arınıktır.–
Kendileri için de iştahlandıkları oğlan çocukları vardır.
58
Ve onlardan biri kız doğum haberi ile müjdelendiği zaman içi öfkeyle
dolarak yüzü kapkara kesilir.
59
Kendisine verilen haberin/müjdenin kötülüğünden dolayı toplumundan
gizlenir; aşağılık ve horluğa rağmen kızı yanında mı tutsun yoksa toprağa mı
gömsün! Dikkat edin, onların verdikleri hüküm/töreleri ne kötüdür!
62
Ve beğenmediklerini Allah için ayırırlar. Ve dilleri, en güzelin
kendilerine ait olduğunu, yalan yere söyler durur. Hiç şüphesiz onlar için ancak
ateş vardır ve onlar, önden itileceklerdir.
60
Âhirete iman etmeyen kimseler için kötülüğün aynısı vardır. En yüce
örnek ise, Allah'ındır. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi
mümkün olmayan/ mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapandır.
61
Ve eğer Allah, yanlış işleri nedeniyle insanları sorgulayıp cezalandıracak
olsaydı, yeryüzünün üstünde irili-ufaklı tüm canlılardan hiçbir şey bırakmazdı.
Velâkin onları adı konulmuş bir süreye kadar erteler. Artık onların sürelerinin
sonu gelince de ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.
63
Allah'a yemin olsun ki Biz kesinlikle senden önce birtakım ümmetlere
elçiler gönderdik de şeytan onlara amellerini bezeyip süslü gösterdi. İşte o
şeytan, bu gün onların koruyucu, yol gösterici yakınıdır. Ve onlar için acı bir
azap vardır.
64
Ve Biz, sana Kur’ân'ı sırf hakkında anlaşmazlığa düştükleri şeyleri
onlar için açığa koyasın diye ve iman edecek bir topluma bir kılavuz, bir rahmet
olarak indirdik.
65
Ve Allah gökten bir su indirdi de onunla yeryüzünü ölümünden sonra
diriltti. Şüphesiz ki bunda dinleyen bir toplum için kesinlikle bir
alâmet/gösterge vardır.
66
Şüphesiz sizin için keçi, koyun, deve sığırda da size bir ibret vardır. Biz,
size onların karnındaki dışkı ile kan arasındaki şeylerden, içenlerin boğazından
kolaylıkla geçen halis süt içiriyoruz.
67
Ve hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden –ki, siz ondan içki
ve güzel rızık edinirsiniz– size içiririz. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum
için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır.
68,69
Ve Rabbin bal arısına dağlarda, ağaçlarda ve yapacakları çardaklarda
evler/ yuvalar edinmesini, sonra ‘Meyvelerin hepsinden ye de, Rabbinin
kolaylaştırdığı yollara gir’ diye vahyetti. Onların karınlarından renkleri çeşitli
bir içecek çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz ki bunda iyiden iyiye
düşünen bir toplum için, kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır.
70
Ve sizi Allah oluşturdu, sonra da sizi vefat ettirecektir; size geçmişte
yaptıklarınızı ve yapmanız gerekirken yapmadıklarınızı bir bir
hatırlattıracaktır. İçinizden kimi de, bilgiden sonra herhangi bir şey bilmesin
diye, ömrün en kötü zamanına ulaştırılır. Şüphesiz ki Allah çok bilgili ve çok
kudretlidir.
71
Ve Allah rızık konusunda kiminizi kiminize fazlalıklı kılmıştır.
Kendilerine fazlalık verilenler, kendi rızıklarını; yiyip içeceklerini, servetlerini,
sözleşmeler gereği himayelerinde bulundurdukları kimselere, hepsi rızıkta eşit
5
olmak üzere vermezler. O hâlde bunlar Allah'ın nimetini bilerek örtbas mı
ediyorlar?
72
Ve Allah, sizin için kendinizden eşler yaptı, o eşlerinizden de oğullar ve
torunlar verdi. Sizi hoş, güzel, yararlı şeylerden de rızıklandırdı. Şimdi onlar,
bâtıla inanıyorlar ve Allah'ın nimetini örtbas mı ediyorlar?
73
Ve onlar, Allah'ın astlarından, göklerden ve yeryüzünden kendileri için
rızık olarak herhangi bir şeye mâlik olmayan ve güç yetiremeyen şeylere
tapıyorlar.
74
Artık Allah için örnekler getirmeyin. Şüphesiz Allah bilir, siz
bilmezsiniz.
75
Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile
Bizim kendisine güzel bir rızık verip de ondan gizli ve açık olarak Allah yolunda
harcayan/ yakınlarının nafakalarını sağlayan bir kimseyi örnek verdi: Bunlar
eşit olurlar mı? –Bütün övgüler Allah'a mahsustur; başkası övülemez.– Tersine
insanların çoğu bilmezler.
76
Allah iki adamı da örnekleştirdi: Bunlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye
gücü yetmez; koruyucusuna bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır
getiremez. Şimdi, bu adamla, adaletle emreden ve doğru yolda bulunan adam
eşit olur mu?
77
Ve göklerin ve yerin görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni sadece
Allah'a aittir. Kıyâmetin koparılması da yalnızca göz açıp kapama gibidir veya
o, daha yakındır. Şüphesiz Allah her şeye güç yetirendir.
78
Ve Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve
sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını ödeyesiniz diye işitme, görme duyularını
ve gönüller verdi.
79
Gök boşluğunda, bir emre boyun eğdirilmiş olan kuşlara/bulutlara
bakmadılar mı? Onları Allah'tan başkası tutmuyor. Bunda, inanan bir toplum
için elbette ki alâmetler/göstergeler vardır.
80
Ve Allah, size evlerinizden bir huzur ve dinlenme yaptı. Ve hayvanların
derilerinden yolculuk ve konaklama günlerinizde evler ve yünlerinden,
yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar döşeme eşyası ve kazanç
sağlattı.
81
Ve Allah, oluşturduklarından sizin için gölgeler yaptı ve sizin için
dağlardan barınaklar yaptı. Sizi sıcaktan-soğuktan koruyacak elbiseler ve sizi
kendi hışmınızdan koruyan elbiseler var etti. İşte böylece Allah, Müslüman
olasınız diye üzerinize nimetini tamamlamaktadır.
82
Buna rağmen eğer yüz çevirirlerse, artık sana düşen sadece apaçık bir
tebliğdir.
83
Onlar, Allah'ın nimetini bilirler, sonra onu tanınmaz hâle getirirler.
Onların çoğu kâfirlerdir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden
kimselerdir.
84
Ve her ümmetten bir şâhit getireceğimiz gün, artık kâfirlere; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere izin verilmez. Onlardan özür
dilemeleri de istenmez.
85
Ve o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler, azabı
gördükleri zaman, artık onlardan hafifletilmez ve onlara süre verilmez.
86
Ve ortak koşan o kimseler, ortak koştukları şeyleri gördükleri zaman:
“Rabbimiz! İşte bunlar, Senin astlarından bizim kendilerine yakardığımız
ortaklarımız olan kimselerdir” dediler. Koştukları ortaklar da hemen onlara,
“Şüphesiz siz kesinlikle yalancılarsınız” diye söz attılar.
6
87Ve onlar, o gün, Allah'a teslim oldular. Uydurmuş oldukları şeyler de
kendilerinden uzaklaşıp gitti.
88
Küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden ve Allah
yolundan çeviren şu kimseler, Biz yaptıkları bozgunculuk nedeniyle onlara
azap üstüne azap artırdık.
89
Ve Biz o gün, her ümmet içinde, kendilerinden kendi aleyhlerine bir şâhit
göndereceğiz. Seni de onların üzerine şâhit getireceğiz. Biz bu kitabı da, her şeyi
açıklayan ve Müslümanlara bir kılavuz, bir rahmet ve bir müjde olarak sana
indirdik.
90
Şüphesiz Allah, adaleti, iyileştirmeyi-güzelleştirmeyi ve yakınlara
vermeyi emreder; hayâsızlıktan, kötülükten ve azgınlıktan nehyeder. O,
düşünüp öğüt alırsınız diye size öğüt verir.
91
Ve sözleşme yaptığınızda Allah'ın ahdini/Allah'a verdiğiniz sözleri yerine
getirin. Yeminlerinizi/ sözleşmelerinizi sağlama aldıktan ve Allah'ı kendinize
kesin olarak kefil kıldıktan sonra da onları bozmayın. Şüphesiz ki Allah,
işlediğiniz şeyleri bilir.
92
Bir ümmet, diğer bir ümmetten daha çoktur diye, yeminlerinizi aranızda
aldatma aracı edinerek, ipliğini sağlamca eğirdikten sonra, onu söküp bozan
kadın gibi de olmayın. Şüphesiz Allah, sizi bununla sınıyor. Hakkında
anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri kıyâmet günü size kesinlikle açıklayacaktır.
93
Ve Allah dileseydi elbette hepinizi tek bir ümmet yapardı. Fakat Allah
dilediğini saptırır ve dilediğine de doğru yolu kılavuzlar/ dileyeni saptırır,
dileyene kılavuzluk eder. Ve şüphesiz ki siz, bütün yaptıklarınızdan
sorulacaksınız/sorumlu tutulacaksınız.
94
Ve yeminlerinizi aranızda aldatma ve bozgunculuğa/ kargaşaya araç
edinmeyin. Sonra ayak sağlam bastıktan sonra kayıverir ve Allah yolundan
saptığınız için, kötülüğü tadarsınız. Büyük azap da sizin içindir.
95
Ve Allah'ın ahdini/ Allah'a verilen sözleri az bir bedel karşılığında
satmayın. Eğer bilirseniz kesinlikle Allah katındaki; o, sizin için daha hayırlıdır.
96
Sizin yanınızdaki tükenir, Allah'ın katındaki ise kalıcıdır. Ve Biz
kesinlikle sabredenlere ecirlerini, yaptıklarının daha güzeli olarak karşılık
vereceğiz.
97
Erkek-dişi, mü’min olarak kim iyi amel işlerse kesinlikle onu güzel bir
hayat ile yaşatırız. Ve kesinlikle onların ücretlerini, yapmış oldukları amellerin
daha güzeliyle ödüllendireceğiz.
98
Öyleyse Kur’ân öğrenip öğrettiğin zaman Racim Şeytan’dan; [aklınıza
hemen geliveren, iyiden iyiye düşünme sonucu olmayan, sizi mahvedecek
mesnetsiz düşünceler üreten yetiden] Allah’a sığın/ sığındığına inan.
99,100
Şüphesiz ki iman etmiş ve Rablerine işin sonucunu havale eden
kimseler üzerinde Şeytan-ı Racim'in hiçbir zorlayıcı gücü yoktur. Onun
zorlayıcı gücü, ancak kendisini, yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın
edinenler ve Allah'a ortak koşanların ta kendileri olan kimseler üzerinedir.
101
Ve Biz bir âyet yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman –Allah ne
indirdiğini daha iyi bilen olmasına rağmen– onlar, “Sen, ancak bir uydurucusun”
dediler. İşin doğrusu onların çoğu bilmiyorlar.
102
De ki: “Allah, onu; indirdiğini, Rabbinden ruhulkudüs; Toplumu
canlandıran Allah ilkesi olarak, iman etmiş kimseleri güçlendirip
kökleştirmek/tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak
üzere, hak ile indirmiştir.
7
103
Ve kesinlikle Biz biliyoruz ki, onlar “Sadece, o'na bir beşer öğretiyor”
diyorlar. Peygamber'e öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili
yabancıdır. Kur’ân ise apaçık bir Arapça'dır.
104
Şüphesiz Allah'ın âyetlerine inanmayan kimseler; Allah onlara kılavuz
olmaz ve onlar için pek acı bir azap vardır.
105
Yalanı, yalnızca Allah'ın âyetlerine inanmayan kimseler uydurur. Ve
işte onlar, yalancıların ta kendileridir.
106
Her kim imanından sonra küfreder; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddeder, –kalbi iman ile yatışmış hâlde iken, baskıyla zorlanan hariç
olmak üzere– ve de küfre; inanmamaya göğsünü açarsa, artık kendilerinin
üzerine Allah'tan bir gazap vardır. Bunlar için büyük bir azap da vardır.
107
Bu, onların dünya hayatını âhirete göre daha sevimli bulmalarından ve
şüphesiz Allah'ın da kâfirler toplumuna; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddeden bir topluluğa doğru yolu göstermemesi nedeniyledir.
108
Onlar, Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini
damgaladığı/mühürlediği kimselerdir. İlgisiz, bilgisiz, duyarsız olanlar, onların
ta kendileridir.
109
Onların âhirette ziyana uğrayanların ta kendileri olduğuna şüphe diye
bir şey yoktur.
110
Sonra şüphesiz senin Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret eden, sonra
çaba harcayan ve sabreden kimseler içindir. Şüphesiz senin Rabbin bundan
sonra kesinlikle çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.
111
O gün, herkes kendi nefsi için uğraşarak gelecek ve herkes yaptığı şeyleri
tastamam alacak. Ve onlar haksızlığa uğratılmayacak.
112
Ve Allah bir kenti misal olarak verdi: Bu kent, güvenli, huzurlu idi ve
oraya her bir yerden rızkı bol bol gelirdi. Ne var ki, onlar Allah'ın nimetlerine
karşı iyilikbilmezlik ettiler. Allah da onlara, yapıp ürettikleri şeyler yüzünden
açlık ve korku elbisesini/felâketini tattırıverdi.
113
Ve andolsun ki, onlara içlerinden bir elçi gelmişti de onu yalanladılar.
Bunun üzerine, onlar şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yaparlarken azap
onları yakalayıverdi.
114
Artık Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden helal ve temiz olarak
yiyin. Allah'ın nimetine karşılığını ödeyin; eğer sadece O'na kulluk edecekseniz.
115
Allah, size ancak leşi, kanı, domuzun etini ve Allah'tan başkası adına
kesilenleri haram kıldı. Artık her kim saldırmadan ve aşırı gitmeden
zorlanırsa, bilsin ki, şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları
cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.
116
Ve kendi dillerinizin yalan nitelemesi ile Allah'a yalan uydurmak için,
“Şu helaldir, şu haramdır” demeyin. Şüphesiz Allah'a yalan uyduran kimseler
iflah olmazlar.
117
Onların dünyalıkları pek az bir kazanımdır. Ve onlar için çok acıklı bir
azap vardır.
118
Biz sana anlattıklarımızı [leş, kan, domuzun etini], daha önce Yahudilere
de haram kılmıştık. Ve Biz onlara haksızlık etmedik. Ama onlar şirk koşarak
kendilerine haksızlık ediyorlardı.
119
Sonra şüphesiz senin Rabbin, bir cahillikle günah işleyen, sonra bunun
ardından tevbe eden ve düzelten kimseler içindir. Şüphesiz ki senin Rabbin,
bundan sonra kesinlikle çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
8
120,121
Şüphesiz İbrâhîm içtenlikle Allah'a boyun eğen, ortak koşma
inancından dönmüş, Allah'ın nimetlerine karşılık ödeyen başlı başına bir
ümmet idi. Ve o, ortak koşanlardan olmadı. Ve Allah, o'nu seçti ve dosdoğru
yola kılavuzladı.
122
Ve Biz İbrâhîm'e dünyada iyilik-güzellik verdik. Ve şüphesiz O, âhirette
de kesinlikle sâlihlerdendir.
123
Sonra sana: “Küfürden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddetmekten, ortak koşmakdan dönmüş bir kişi olan ve ortak koşanlardan
olmayan İbrâhîm'in dinine/yaşam tarzına tâbi ol” diye vahyettik.
124
Sebt; Düşünüp taşınma günü, ancak, Sebt/düşünüp taşınma günü
konusunda anlaşmazlığa düşen kimseler üzerine kılındı. Ve şüphesiz senin
Rabbin onların içinde anlaşmazlığa düşüp durdukları şeyler hakkında kıyâmet
günü aralarında kesinlikle hüküm verecektir.
125
Rabbinin yoluna, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için
konulmuş kanun, düstur ve ilkelerle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel
şekilde mücâdele et. Şüphesiz Rabbin Kendi yolundan sapanları en iyi bilendir
ve O, kılavuzlandıkları doğru yolda olanları da en iyi bilendir.
126
Ve eğer ceza verecek olursanız da, sizin cezalandırıldığınızın misli ile
ceza verin. Ve eğer sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.
127
Sen sabırlı ol! Senin sabretmen de ancak Allah iledir. Onlar için
üzülme! Onların kurdukları tuzaklardan sıkıntıya düşme!
128
Şüphesiz ki Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişiler ve kendileri,
iyileştiren-güzelleştiren kişilerin ta kendisi olanlar ile birliktedir.
TAHLİL
1
Allah'ın emri kesinlikle gelecek. Artık onu acele edip istemeyiniz. Allah,
onların ortak koştukları şeylerden arınıktır ve yücedir.
Sure, Resulullah’ın uyarılarına karşı “o vaat edilen ne zamanmış?” diyen
inançsızların uyarıldığı ve Allah’ın onların ortak koştuklarından münezzeh
olduğunun vurgulandığı bu ayetle başlamaktadır. “Allah’ın emri geldi [kesinlikle
gelecek]. Artık onu acele edip istemeyiniz” ifadesiyle müşriklere “sizin uzak
saydığınız ya da yok saydığınız Allah’ın emri [ölüm, kıyamet, ahıret]” kapınızdadır,
çok yakındır, geldi gelecek haldedir; acele istemeyin” denilmektedir.
Ayetin nüzul sebebi hakkında klasik kaynaklarda şu bilgi yer almaktadır:
Rivayet olunduğuna göre, “Saat [Kıyamet] yaklaştı. Ay [ikiye] ayrıldı (Kamer/1)” ayeti nazil
olunca, kâfirler kendi aralarında: "O, kıyametin yaklaştığını iddia ediyor. Dolayısı ile yapmakta
olduğunuz bazı (kötü) işleri artık bırakın. Olup bitecekleri hep birlikte görelim" dediler. Fakat kıyamet
hemen kopmayınca, "Bizi tehdid ettiğin şeyden birşey görmedik" dediler. Bunun üzerine, “İnsanların
hesap [günü] yaklaştı (Enbiya/1)” ayeti nazil oldu. Kâfirler bundan dolayı tır tir titreyip korkarak o
günlerin gelmesini beklemeye başladılar. Ama o günlerin gelmesi uzayıp gelmeyince, "Ey
Muhammed, bizi tehdit ettiğin şeyden hiçbir iz göremedik" dediler. Bunun üzerine işte, "Allah'ın emri
geldi" ayeti nazil oldu. Hz. Peygamber (s.a.s) diz üstü çöktü ve insanlar başlarını kaldırınca, ayetteki
9
"Artık onu vaktinden evvel istemeyin" ifadesi nazil oldu.2
Mekkeli müşrikler, kendilerine vaad edilenlere karşı akılları sıra bir tez
üretmekteydiler. Bunlar birçok kez açıklanmıştı:
31
Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman da, “İşittik, dilersek bunun gibisini biz de söyleriz, bu,
geçmiş toplumların efsanelerinden başka bir şey değildir” demişlerdi.
32
Bir vakit de onlar, “Ey Allah'ım! Eğer bu, Senin katından gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi
ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi.
33
Hâlbuki sen içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma diledikleri sürece de
Allah onlara azap edici değildir.
(Enfal/31- 33)
53
Ve senden azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer belirlenmiş/ adı konmuş bir süre sonu olmasaydı,
azap onlara elbette gelmişti. Ve o azap, hiç farkında olmadıkları bir sırada kendilerine ansızın elbette
gelecektir.
54,55
Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Şüphesiz cehennem de kesinlikle, kendilerini üstlerinden
ve ayaklarının altından bürüdüğü günde kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddedenleri kuşatıcıdır. Ve O, “Yapmış olduklarınızı tadın!” der.
(Ankebut/53-55)
Ve En’am/57, 58, Yunus/50, 51, Şuara/204- 208, Saffat/176, 177.
Kendilerine vaad edilenlere karşı tez üretmek, sadece Mekke müşriklerine
özgü bir tutum değildi. Geçmiş müşriklerin, kâfirlerin de tarzıydı. Onların ortak
özelliğini, Kehf/ 55 ve Ahkâf/ 21- 28’de detaylı olarak görmekteyiz.
Konumuz olan ayetin “O [Allah], onların ortak koştukları şeylerden
münezzehtir ve yücedir” şeklindeki son cümlesinde Allah’a ortak koşulduğu ifade
edilen şeyler, insanların edindikleri sahte ilahlardır. Bu sahte ilahlar insanların kendi
hevaları, mal-mülk, kadın-kız veya tutkuyla bağlanılan başka varlıklar olabileceği
gibi, cahiliye Araplarında olduğu gibi Lat, Menat, Uzza ve Hubel isminde heykeller
veya Nuh peygamber döneminden kalma Vedd, Suva, Yagus, Yeük ve Nesr gibi
putlar da olabilir. Kur’an’ın indiği topraklarda bilinenlerin dışında, dünyanın diğer
yerlerinde edinilen sahte ilahlar da buna dâhildir. Mesela Eski Yunan ve Roma’daki
Olimpos tanrıları, Zeus, Apollo, Artemis; eski Mezopotamya uygarlıklarında tanrı
kabul edilen Ay, Güneş ve diğer gök cisimleri, Afrika ve Amerika yerlilerince ilah
kabul edilen tabiat varlıkları, insanlık tarihi boyunca zaman zaman tanrılaştırılan
melekler, cinler, peygamberler de buna dâhildir. Tarih, vaktiyle salih kul olarak
yaşamış bazı insanların, din bilginlerinin ve hatta bazı devlet yöneticilerinin bile
tanrılaştırıldığı dönemlere tanık olmuştur.
2
Allah, kullarından dilediğine, haberci âyetleri/ vahyi, Kendisine özgü
bir iş olarak ruh/ can ile birlikte: “Şüphesiz Benden başka ilâh yok, o hâlde
Benim korumam altına girin diye uyarın” göreviyle indirir.
Bu ayetle başlayan ve 24. ayete kadar devam eden bu ayet grubunda Allah’ın
insanlara lütfettiği maddî ve manevî nimetler sayılmış, insanoğlunun hayatını ve
2
(Razi; el Mefatihu’l Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l Kur’an)
10
geçimini kolaylaştıran vasıtalar ile Allah’ın evrendeki varlık ve birliğine kanıt olan
bir takım ayetlere dikkat çekilmiştir. Bununla Rabbimiz müşriklerin anlayışlarından
münezzeh olduğunu ortaya koymuştur. Bu maksada yönelik olarak Rabbimiz kendi
sıfatlarını sayıp dökmüş, düzmece ilâh ve rablerde bu sıfat ve özelliklerin olmadığını,
olamayacağını beyan etmiştir.
Konumuz olan 2. ayette Rabbimizin insanlara bahşettiği en büyük nimete,
vahye dikkat çekilmiştir. Bu ayetlerde şu noktalar üzerinde durulmuştur:
Allah, elçilik görevini kime isterse ona verir. Elçi yapacağı kişiyi O, Kendisi
seçer ve elçi yapar. Bunda kimsenin bir dahli, tesiri söz konusu olmaz.
75,76
Allah, haberci âyetlerden elçiler seçer, insanlardan da elçiler seçer. Şüphesiz Allah, en iyi
işiten, en iyi görendir, ellerinin arasında olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve işler, yalnızca Allah'a
döndürülür.
(Hacc/75, 76)
124
Ve onlara bir âyet geldiği zaman, “Allah'ın elçilerine verilen gibi bize de verilmedikçe asla
inanmayacağız” dediler. Allah elçilik görevini nereye vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere,
çevirdikleri hilelerinden dolayı Allah katında bir aşağılık ve çetin bir azap dokunacaktır.
(En’am/124)
32
Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların
geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların
bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri
şeylerden daha hayırlıdır.
(Zuhruf/32)
2,3
O, Anakentliler/Mekkeliler içinde, kendilerinden olan ve Anakentlilere ve henüz onlara
katılmamış olan onlardan başkalarına Allah'ın âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitabı ve
haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğreten bir
elçi gönderendir. –Onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde olsalar da.– Ve O, en üstün, en güçlü,
en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapandır.
4
Elçi göndermek, Allah'ın dilediği kişilere verdiği armağanıdır. Ve Allah, büyük armağan
sahibidir.
(Cuma/2-4)
Meleklerin indirilişi:
Ayette Yüce Allah’ın, bazı kullarına melekleri ruh ile birlikte indirdiği konu
edilmektedir. Burada konu edilen “kullar” elçilerdir. Onlara indirdiği melekler de bu
elçilere indirdiği vahiylerdir. Bu konu daha evvel Kadr suresinde detaylı olarak
işlenmişti.
Vahyi göndermenin sırf Allah’a özgü bir iş oluşu:
Rabbimiz vahiyde aracı kullanmamakta, vahyini elçisinin kalbine bizzat
kendisi ilka etmektedir. Vahyin bu şekilde gerçekleştiği başka ayetlerden de
anlaşılmaktadır:
15
O, dereceleri yükseltendir, en büyük tahtın/en yüksek mevkiin sahibidir: O, buluşma günü
hakkında uyarmak için Kendi emrinden/ Kendi işinden olan vahyi kullarından dilediğine bırakır.
(Mü’min/15)
52,53
İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden/Kendi işimizden olan ruhu/ Kur’ân'ı vahyettik.
Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle
11
kılavuzladığımız bir nûr/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde
bulunanlar Kendisi için olan Allah'ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın, bütün işler yalnız
Allah'a döner.
(Şura/52, 53)
Vahyin amacı:
Ayetteki ‘Şüphesiz Benden başka ilâh yok, o hâlde Bana takvalı davranın’
diye uyarın diye indirir/ hulûl ettirir” ifadesinden, vahyin amacının “Allah’tan başka
ilâh diye bir şeyin olmadığını” bildirmek, öğretmek olduğu anlaşılmaktadır. İlk
peygamberden son peygambere, ilk kitaptan son kitaba kadar hepsi aynı amaç için
gönderilmiştir:
25
Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki ona: “Gerçek şu ki, Benden başka ilâh diye
bir şey yoktur. Onun için Bana kulluk edin” diye vahyetmiş olmayalım.
(Enbiya/25)
1-4
Elif/1, Lâm/30, Râ/200. Bu Kur’ân, Allah'tan başkasına kulluk etmeyin; sadece Allah'a
kulluk edin diye, âyetleri,
şirk koşarak yapılan yanlışı; kendi zararlarına işi ve kargaşayı engellemek için konulmuş
kanun, düstur ve ilkeler içertilmiş/bozulması engellenmiş,
bir de en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan, her şeyin iç yüzünü/gizli
taraflarını da iyi bilen tarafından ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır: “Şüphesiz ben sizin için O'nun
tarafından bir uyarıcı ve bir müjdeciyim. Ve Rabbinizden bağışlanma isteyin, sonra O'na tevbe edin
ki, sizi adı konmuş bir süre sonuna kadar güzelce yararlandırsın. Ve her fazilet sahibine
armağanlarını versin. Ve eğer yüz çevirirseniz, ben sizin aleyhinize olan büyük bir günün azabından
korkarım. Dönüşünüz yalnızca Allah'adır. Ve O her şeye gücü yetendir.”
(Hud/1-4)
192
Ve şüphesiz ki bu apaçık kitap, kesinlikle âlemlerin Rabbinin indirmesidir. 193-195
O apaçık
kitapla, uyarıcılardan olasın diye apaçık bir Arapça lisan ile senin kalbine Güvenilir Can [ilâhi
mesajlar, güvenilir bilgi] indi. 196
Ve şüphesiz Güvenilir Can [güvenilir bilgi], kesinlikle öncekilerin
kitaplarında da vardı.
(Şuara/192-196)
Ve Ya Sin/69, 70, Şura/7, Furkan/1, Naziat/45, Mü’min/15.
Bu konu ile ilgili yüzlerce ayet mevcuttur.
3
Allah, gökleri ve yeryüzünü hak ile oluşturdu. O, onların ortak koştukları
şeylerden yücedir.
Bu ayette evrenin “hak [gerçek]” ile yaratıldığı vurgulanmıştır. Konu edilen
“gerçek”in ne olduğu, aşağıdaki ayetler dikkate alındığında daha iyi anlaşılmaktadır:
19,20
Gökleri ve yeryüzünü Allah'ın gerçek ile oluşturduğunuı görmedin mi/ hiç düşünmedin mi?
O dilerse sizi giderir ve yepyeni bir halk/ oluşturuluş getirir. Bu, Allah'a göre zor değildir.
(İbrahim/19)
73
Ve O, gökleri ve yeri hak ile oluşturandır. Ve O, “Ol!” dediği gün hemen olur. O'nun sözü
haktır. Sûr'a üflendiği gün de mülk ancak O'nundur. O, gizliyi ve açığı bilendir. O, en iyi yasa
koyandır, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır, her şeyin iç yüzünü/gizli taraflarını da iyi
bilendir.
(En’am/73)
12
5
O, güneşi bir aydınlık, ay'ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, aya
menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile oluşturmuştur. O, bilecek olan bir toplum için
âyetleri ayrıntılı olarak açıklar.
(Yunus/5)
Ve Ankebut/44, Hicr/85, Rum/8, Zümer/5, Duhan/38, 39, Casiye/22, Ahkaf/3, Teğabün/3,
Zariyat/23, Hakka/51.
Bu ayetlerde konu edilen gerçek, “bunların muvakkat; süreli” oluşudur.
Kâinata bakan, gözlem yapan, araştıran herkes bu gerçeği, yani bunların süreli
olduğunu, sürelerini tamamladıktan sonra yok olacaklarını anlar.
4
Allah, insanı bir nutfeden oluşturdu. Bir de bakarsın ki, o apaçık bir
düşmandır.
Bu ayette Rabbimiz, insanı bir nutfeden [döllenmiş yumurtadan] yarattığını;
böyle olmasına rağmen insanın bunu unutup Allah’a hasımlığa soyunduğunu
açıklarken hem kendi varlığının delillerine hem de insanın nankör yapısına dikkat
çekmektedir. İnsanı çok hakir, değersiz bir konumdan çok saygın bir duruma
getirenin bizzat Allah olmasına rağmen insanoğlu kerameti kendisinden belleyerek
ve geçici nimetlere bel bağlayarak şımarmakta, böylece Rabbine karşı nankörce bir
tutum takınmaktadır. Bu durum daha evvel Ya Sin suresinde de dile getirilmişti:
77
Ve o kişi, kendisini bir nutfeden/ bir damla sudan oluşturduğumuzu görmedi mi de şimdi o
apaçık bir düşmandır.
78
Ve kendi oluşturuluşunu dikkate almayarak Bize bir örnekleme yaptı: Dedi ki: “Kim
diriltecekmiş o kemikleri? Onlar çürümüş iken!”
79,80
De ki: “Onları ilk defa oluşturan onları diriltecektir. Ve O, her oluşturmayı çok iyi bilendir.
O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş/oksijen yapandır. Şimdi de siz oksijenden yakıp duruyorsunuz.
81
Gökleri ve yeri oluşturan, onlar gibilerini de oluşturmaya güç yetiren değil midir? Evet,
elbette güç yetirendir! Ve O, çok çok mükemmel oluşturandır, çok iyi bilendir.
82
Şüphesiz ki O, bir şeyi dilediğinde, O'nun buyruğu/işi o şeye “Ol!” demektir; o da hemen
oluverir.
(Ya Sin/77–82)
İnsanın Rabbine hasım kesilmesi, Allah’ın gönderdiği elçileri ve bu elçilerin
tebliğ ettiği mesajları kabul etmemesi, bunun sonucu olarak da öldükten sonra
dirileceği gerçeğini inkâr ederek Allah’a karşı sorumlu olduğunu reddetmesidir. Bu
tıynettekiler kıyameti ve haşri yalanlamaya çok istekli davranarak bu hasımlıklarını
her fırsatta hareketleriyle ortaya koymaya çalışırlar. Bunu Resulullah döneminde açık
açık yaparken günümüzdeki temsilcileri ise aynı düşmanlığı sinsi yöntemlerle, çoğu
zaman da bilimsel jargon kullanarak yapmaya kalkışmaktadırlar:
15-17
Ve onlar: “Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir. Öldüğümüz ve toprak, kemik
olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz tekrar dirilecekmişiz? Önceki atalarımız da mı?” diyorlar.
(Saffat/16)
73,74
Şimdi bir bak, Allah'ın arıtılmış kulları dışındaki o uyarılanların sonu nasıl oldu?
(Saffat/53)
2,3
Ama onlar, kendilerine içlerinden uyarıcı geldiğine şaşırdılar da kâfirler; Allah'ın ilâhlığını
ve rabliğini bilerek reddedenler, “Bu, şaşılacak bir şeydir! Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit
mi? Bu, uzak bir dönüştür” dediler.
(Kaf/2, 3)
Ve Secde/10, İsra/49, İsra/98, Müminun/35.
13
İnsanın nutfeden yaratıldığı birçok kez [Kehf/37, Hacc/5, Mü’minun/13, 14,
Fatır/11, Mü’min/67, Necm/46, Kıyamet/37, İnsan/2, Abese/19] vurgulanmıştır.
Ayrıca aşağıdaki ayet, insana neden yaratıldığını hatırlatarak yaratıcısına hasım
olması durumunda neyle karşılaşacağını veciz bir dille haber vermektedir:
5
Onun için insan neden oluşturulmuş olduğuna bir baksın; 6,7
omurga ile göğüs kemikleri
arasından çıkan, atıcı bir sudan; “östrojen” ve “testosteron”dan başlanarak oluşturuldu.
8,9
Şüphe yok ki o Yaratıcı, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün, onun geri döndürülmesine
güç yetirendir. 10
Artık onun için ne herhangi bir güç vardır, ne de herhangi bir yardımcı.
(Tarık/5-10)
5
Hayvanları O oluşturmuştur. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok
yararlar vardır. Siz, onlardan bir kısmını da yersiniz.
6
Ve hayvanlarda, akşam vakti getirdiğinizde ve sabahleyin saldığınızda
sizin için bir güzellik vardır.
7
Ve hayvanlar, ancak canınızın bir parçası tükenerek/ çok yorularak
ulaşabileceğiniz bir memlekete yüklerinizi taşırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz,
kesinlikle çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
8
Ve Allah, kendilerine binesiniz, hem de zînet olsun diye, atları, katırları
ve eşekleri oluşturdu. Bilmediğiniz şeyleri de O oluşturuyor.
Bu ayetlerde Rabbimiz koyun, deve, keçi ve sığır gibi hayvanların önemine
değinerek insanlığın bu hayvanlardan gıda, giyecek, ziynet, taşıma ve ulaşım
alanlarında nasıl yararlandıklarını hatırlatmaktadır. Bu hayvanların olmaması
durumunda insan hayatının ne tür yoksunluk ve sıkıntılarla iç içe olacağı herkesçe
takdir edilebilir. Bu nedenle, bu nimetleri veren Allah unutulmamalıdır.
80
Ve Allah, size evlerinizden bir huzur ve dinlenme yaptı. Ve hayvanların derilerinden
yolculuk ve konaklama günlerinizde evler ve yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye
kadar döşeme eşyası ve kazanç sağlattı.
(Nahl/80)
71
Ve onlar görmediler mi ki, Biz şüphesiz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden
birtakım hayvanlar oluşturduk da onlar, onlara sahip bulunuyorlar.
72
Ve onları, kendileri için aşağı tutulan varlıklar yaptık. Bu yüzden binekleri onlardandır.
Onlardan yiyip duruyorlar da.
73
Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ kendilerine verilen nimetlerin
karşılığını ödemeyip nankörlük mü edecekler?
(Ya Sin/71-73)
Ve Mü'minun/21-22, Ğâfir/79-81, Zuhruf/12-14.
9
Yolun doğrusu yalnızca Allah'a borçtur. Yolun eğrisi de vardır. Ve eğer
Allah dileseydi, sizi topluca doğru yola kılavuzlardı.
Bu ayette Rabbimiz, merhameti gereği elçi göndererek, kitap indirerek
insanlara yolun doğrusunu bildirdiğini, yolun eğrisi de bulunduğu için onları eğri
yoldan korumak istediğini, ama insanları özgür bıraktığını, kimseyi doğru yol için
zorlamadığını, isteyenin sonucuna katlanmayı göze alarak eğri yola da gidebileceğini
beyan etmektedir. Bu konu birçok ayet ile insanlara açıklanmıştır:
272
Onları doğru yola getirmek senin boynuna borç değildir, ancak Allah dilediği kimseyi doğru
yola getirir. Ve hayırdan harcamada bulunduğunuz şeyler sırf kendiniz içindir. Ve siz yalnızca Allah
14
rızasını gözetmenin dışında harcamada bulunmazsınız. Ve hayırdan ne harcamada bulunursanız, o,
size tastamam ödenecektir. Ve siz, haksızlığa uğratılmayacaksınız.
(Bakara/272)
151
De ki: “Geliniz, Rabbinizin size neleri tabulaştırdığını; dokunulmaz kıldığını okuyayım:
‘Kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamanızı,
ana babaya iyilik yapmanızı- güzel davranmanızı,
fakirlik endişesiyle / fakirleştiriliriz korkusuyla çocuklarınızı öldürmemenizi, - Sizi ve onları
Biz rızklandırıyoruz.-
kötülüklerin açığına ve gizlisine yaklaşmamanızı,
haksız yere, Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmemenizi, -İşte bunlar, aklınızı kullanasınız diye
O’nun size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.-
152
Yetimin malına da yaklaşmamanızı, -Yalnız erginlik çağına erişinceye kadar en güzel
biçimde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz.-
ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapmanızı, -Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası
ile; kapasitesi dışındaki bir şeyle yükümlü tutmayız.-
söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa adil olmanızı
ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutmanızı.’ -İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye
Allah’ın size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.-”
153
Ve şüphesiz ki, bu, dosdoğru olarak Benim yolumdur. Hemen ona uyun. Ve başka yollara
uymayın da sizi O’nun yolundan ayırmasın. İşte bunlar, Allah’ın koruması altına girersiniz diye
Allah’ın size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.
154
Sonra Biz, Rablerine kavuşacaklarına inansınlar diye iyilik-güzellik üretenlere tamam
olarak, her şeyi genişçe açıklamak ve kılavuz ve rahmet olmak üzere Mûsâ'ya Kitab'ı verdik.
155-157
Ve Kur’ân, “Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa; Yahudi ve Hristiyanlara indirildi;
biz ise, o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk” veya “Eğer bize kitap indirilseydi, biz
onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz diye Bizim indirdiğimiz bereketli bir kitaptır. O
nedenle, rahmet olunmanız için ona uyun ve Allah'ın koruması altına girin. İşte size de Rabbinizden
açık delil, kılavuz ve rahmet gelmiştir. Öyleyse Allah'ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz
çevirenden daha yanlış, kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz
çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız.
(En’am/151-157)
149
De ki: “İşte, en kesin ve üstün delil, Allah'ındır. O nedenle eğer Allah dileseydi, elbette
hepinize kılavuz olurdu.”
(En’am/149)
Ve Yunus/99, Kehf/29, Enbiya/35, Hıcr/41, Hud/118,119.
10,11
O, sizin için gökten bir su indirdi. İçecekleriniz ondandır. Hayvanları
otlattığınız ağaçlar-bitkiler de ondandır. Allah, su ile sizin için ekin, zeytin,
hurmalıklar, üzümler ve tüm meyvelerden bitiriyor. Şüphesiz bunda iyiden
iyiye düşünen bir toplum için kesinlikle birer alâmet/gösterge vardır.
12
Ve Allah, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi/sizin
yararlanacağınız özelliklerde yarattı. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun
eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için
alâmetler/göstergeler vardır.
13
Yeryüzünde sizin için renklerini değişik olarak yarattığı şeyleri de sizin
hizmetinize sunmuştur. Şüphesiz bunda öğüt alan bir toplum için kesinlikle bir
alâmet/gösterge vardır.
14
Ve O, denizden taze et yiyesiniz ve ondan takındığınız süs eşyasını
çıkarasınız diye armağanlarından rızık aramanız için ve kendinize verilen
nimetlerin karşılığını ödemeniz için denizi sizin emrinize verendir. –Gemilerin
denizde suyu yararak gittiklerini görüyorsun.–
15
Rabbimiz bu ayetlerde her gün iç içe bulunduğumuz, onlar olmadan
olamayacağımız nimetlerini hatırlatmıştır. Yiyeceklerimizin, içeceklerimizin temel
kaynağı olan su, birinci planda verilmiştir. Sonra bunların oluşabilmesini sağlayan
gece-gündüzün dönüşümden ve diğer nimetlerden söz edilmiştir.
73
Ve Allah'ın rahmetindendir ki O, geceyi ve gündüzü; gecede dinlenesiniz ve gündüzün,
O'nun karşılıksız, fazladan verdiklerinden arayasınız ve kendinize verilen nimetlerin karşılığını
ödersiniz diye yaptı.
(Kasas/73)
52
Mûsâ: “Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim yanlış yapmaz ve
unutmaz/terk etmez. 53
O, yeryüzünü sizin için bir döşek yapan, oradan sizin için yollar açan ve gökten
bir su indirendir” 52
dedi. –İşte Biz, o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. 54
Yiyiniz ve
hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz akıl sahipleri için bunda nice alâmetler/göstergeler vardır! 55
Biz
sizi yeryüzünden oluşturduk, sizi ona döndüreceğiz ve sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.– 56
Ve
andolsun ki Biz, Firavun'a alâmetlerimizi/göstergelerimizi; hepsini gösterdik de o yalanladı ve
dayattı.
(Ta Ha/53)
Konumuz olan paragrafta sayılan nimetler ile ilgili olarak Kur’an’da daha
yüzlerce ayet mevcuttur. Nimetlerin burada sayılma nedeni, onlardan dolayı Allah’a
şükredilmesi, bedellerinin ödenmesi gerektiği mesajını vermektir.
15,16
Ve Allah size sofra olması için yeryüzünün içinde sabit-sağlam dağlar,
ırmaklar ve siz kılavuzlandığınız doğru yolu bulasınız diye yollar ve daha nice
âlametler bıraktı. Ve Onlar yıldızlarla/ Kur’ân âyetleri öbekleriyle yollarını
bulurlar.
Bu ayetlerde Rabbimiz dağların fonksiyonuna değinmiş, dağların insanlar için
çok büyük bir nimet olduğuna dikkat çekmiştir.
Ayetlerden anlaşılan odur ki, dağların yaratılmasındaki hikmet insanların
sarsılmamasını sağlamaktır. Sabit dağlar olmasaydı, insanlar yeryüzünde çalkalanıp
sallanacak, ayaklarını sağlamca yere basıp ayakta duramayacak, deprem oluyormuş
gibi sürekli sallantı halinde olacaktı. Sallantı halinde olunca da yeryüzünde bitkilerin
oluşumuna etki eden toprak ve su düzeni bozulacak, hava akımları düzeni
bozulduğundan oksijen dağılımı olmayacak; böylece canlılar sofrasız kalacaktı.
Rabbimiz yeryüzünü oluştururken, yani yerkabuğu jeolojik süreç içinde
şekillenirken, Rabbimiz, dengeyi sağlamak için sağlam kazıklar denen dağları var
etmiştir. Bu dağlar yeryüzünü ve yeryüzündekileri olumsuz etkileyecek yer
sarsıntılarına engel olmak suretiyle stabiliteyi [dengeyi] sağlamaktadır.
Dağların fonksiyonu ile ilgili Kur’an’da birçok ayet vardır:
Ve Biz, Yeryüzünün içinde, onlar sarsılmasın diye sağlam kazıklar kıldık. Ve orada yollarını
bulsunlar diye bol bol yollar kıldık.
(Enbiya/31)
Bunların dışında, Ra’d/3, Hıcr/19, Neml/61, Lokman/10, Fussılet/10, Sebe/13,
Kaf/7, Mürselat/27, Nebe’/7 ve Naziat32’ye de bakılmalıdır.
Dağların fonksiyonuna ilişkin daha evvel Mürselat suresinin tahlilinde geniş
açıklama yapıldığından, konunun oradan tekrar okunmasını öneriyoruz.
17
Öyleyse yaratan/ Allah, yaratamayan sözde ilâhlar gibi olur mu? Hâlâ
düşünmeyecek misiniz?
16
18
Ve eğer Allah'ın nimetlerini sayacak olsanız, onları sayamazsınız.
Şüphesiz ki Allah kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve
bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.
19
Ve Allah, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilir.
20,21
Ve onların Allah'ın astlarından yakardıkları şeyler herhangi bir şey
oluşturamazlar, kendileri oluşturulmuşlardır, ölülerdir, diri değildirler. Ne
zaman dirileceklerini de tam bilemezler.
22
Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. Artık âhirete inanmayan şu kimseler;
onların kalpleri, tanıtmamaya çalışmaktadır ve onlar, kendilerinin büyük
olduğuna inanan kimselerdir.
23
Allah'ın, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bildiğine hiç şüphe
yoktur. Şüphesiz Allah, kendilerinin büyük olduğuna inananları sevmez.
Rabbimiz, gerçek ilahlığını, her şeyin yaratıcısı olduğunu ve her şeyi
Kendisinin idare ettiğini açık kanıtlarla ortaya koyduktan sonra, “Öyleyse yaratan
[Allah], yaratmayan [putlar] gibi olur mu? Hala düşünmeyecek misiniz?” buyurarak
Kendisini gereği gibi takdir edemeyen inkârcıları kınamakta, akılsızlıklarını ve
nankörlüklerini eleştirmektedir.
Sahte ilahlar ile “Tek Gerçek İlah”ın farkını ortaya koyan ve “Gerçek İlah”ın
doğru olarak tanınması gerektiği mesajını veren onlarca ayet vardır:
73
Ey insanlar! Bir örnek verilmektedir, şimdi ona kulak verin: Sizin Allah'ın astlarından şu
yakardıklarınız bir araya gelseler bile, bir sineği asla oluşturamazlar. Ve sinek onlardan bir şey
kapsa onu kurtaramazlar. İsteyen ve istenen güçsüzdür.
74
Allah'ı gereği gibi değerlendirip bilemediler. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, her şeye
üstündür.
(Hacc/73, 74)
59
De ki: “Tüm övgüler, Allah'a mahsustur; başkası övülemez. Esenlik, güvenlik de seçip arı-
duru hâle getirdiği kullarınadır. Allah mı hayırlıdır, yoksa onların ortak koştuğu şeyler mi?”
60
Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da gökleri ve yeryüzünü oluşturan, gökten sizin
için su indiren mi? Sonra da Biz onunla, bir ağacını bile bitirmenizin söz konusu olmadığı güzel güzel
bahçeler bitirmişizdir. Allah'la beraber başka bir ilâh mı var! Aksine onlar şirk koşmak sûretiyle
yanlış; kendi zararlarına işte devam eden bir toplumdur.
61
Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da yeryüzünü barınak yapan, aralarında nehirler
oluşturan, onun için sabit dağlar koyan ve iki deniz arasına engel koyan mı? Allah ile beraber bir ilâh
mı var? Tam tersi onların çoğu bilmiyorlar.
62
Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık
veren ve kötülüğü gideren, sizi yeryüzünün halifeleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı
var? Çok az düşünüyorsunuz!
63
Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da karanın ve denizin karanlıkları içinde size
kılavuz olan, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah ile beraber bir ilâh mı
var? Allah onların koştukları ortaklardan çok yücedir.
64
Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da önce oluşturmayı başlatan, sonra onu iade
edecek olan ve sizi hem gökten, hem yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilâh mı var?
De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, kesin delilinizi getiriniz!”
65
De ki: “Gaybi; göklerde ve yerde görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği
Allah'tan başka kimse bilmez. Ve onlar, ne zaman diriltileceklerinin bilincine varmazlar.
(Neml/59-65)
194
Allah'ın astlarından yakardığınız kimseler, tıpkı sizin gibi kullardır. Eğer doğru iseniz haydi
onları çağırın da size karşılık versinler. 195
Onların kendileriyle yürüyecek ayakları, tutacak elleri,
görecek gözleri veya işitecek kulakları mı var?
(A’raf/195)
17
11
İşte bu, Allah'ın oluşturmasıdır. Haydi, gösterin Bana! O'nun astlarından olan kimseler ne
oluşturmuştur? Aslında o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar, apaçık bir sapıklık
içindedirler.
(Lokman/11)
40
De ki: “Allah'ın astlarından yakarıp durduğunuz ortak koştuğunuz kimseleri hiç düşündünüz
mü? Gösterin bana, yeryüzünden neyi oluşturmuşlar? Ya da onlar için göklerde bir ortaklık mı var?
Ya da Biz kendilerine bir kitap vermişiz de onlar, ondan bir delil üzerinde midirler?” Tam tersi, şirk
koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler, birbirlerine, aldatmadan başka bir vaatte
bulunmuyorlar.
(Fatır/40)
24,25
Ve onlara: “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, onlar, kıyâmet
günü, kendi günahlarını tam olarak yüklenmek ve bilgisizlikleri yüzünden
saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yüklenmeleri
için, “Öncekilerin efsaneleri” dediler. Dikkat edin, yüklendikleri şey ne
kötüdür!
26
Şüphesiz onlardan önceki kimseler tuzak kurdular da Allah, onların
duvarlarına temellerinden vurdu. Sonra da çatı tepelerinden üzerlerine çöktü.
Ve onlara azap akledemedikleri bir yönden geldi.
Bu ayetlerde Mekkeli müşriklerin tutumları, yanlış inançları bir kez daha
ortaya konarak onlara geçmişteki toplumlardan kendilerine benzeyen kavimlerin
başlarına gelenler hatırlatılmaktadır. “Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür!
Şüphesiz onlardan önceki kimseler tuzak kurdular da Allah onların duvarlarına
temellerinden geldi. Sonra da çatı tepelerinden üzerlerine çöktü. Ve onlara azap
akledemedikleri bir yönden geldi” şeklindeki bu hatırlatmayla bu nankör inkârcılara
akıllarını başlarına almaları mesajı verilmektedir. Ayetin ifadesinde müşriklere
yönelik ileri derecede bir tehdit söz konusudur.
Gerçekten de Kur’an’da nakledilen kıssalar, arkeolojik kazılar, dünya
üzerindeki binlerce ören yerleri ve tarihi bilgiler geçmiş kavimlerin başına gelen
korkunç felaketleri göstermektedir. Rabbimiz bu uyarıyı önemine binaen birçok kez
yapmıştır:
40
İşte hepsini günahları sebebiyle yakaladık: Onlardan kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar
gönderdik, onlardan kimini korkunç bir ses yakaladı, onlardan kimini yerin dibine geçirdik, onlardan
kimini de suda boğduk. Ve Allah onlara haksızlık etmiyordu velâkin onlar şirk koşmak sûretiyle
kendilerine haksızlık ediyorlardı.
(Ankebut/40)
16
Fakat onlar yüz çevirdiler; nimetlerin karşılığını ödemediler. Biz de üzerlerine barajların
selini salıverdik ve iki bahçelerini onlara buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da “sidir ağacı”
bulunan iki bahçeye çevirdik.
(Sebe/16)
6
İnsanlardan kimi de vardır ki, bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve onu eğlence edinmek için
laf eğlencesi satın alır. İşte onlar, kendileri için aşağılayıcı bir azap olanlardır.
(Lokman/6)
Konumuz olan ayetler, Allah ile savaş yapmaya yeltenenlerin, etkiledikleri
kişilerin günahlarını da yüklenecekleri mesajını vermektedir. Bilinmelidir ki, bu tür
insanlar yoldan çıkardıklarının günahlarının da bir kısmını yüklenirken, onların
günahlarından da bir eksilme olmayacaktır.
18
13
Onlar, elbette kendi yüklerini ve kendi yükleriyle birlikte nice yükleri de taşıyacaklar. Ve
uydurup durdukları şeylerden kıyâmet günü kesinlikle sorgulanacaklardır.
(Ankebut/13)
85
Kim hayır ve iyiliklere aracı olmakla yardımcı olursa, bundan kendisine bir pay vardır. Kim
de kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle veya kötülük çığırını açmakla yardımda bulunursa, ondan
kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye güç yetirendir.
(Nisa/85)
24. ayette Allah’ın ayetleri için “öncekilerin efsaneleri” diyen bir kişiden
bahsedilmektedir. “Esbab-ı Nüzul” kayıtlarında bu sözleri söyleyen kimsenin Nadr
b. el-Haris olduğu nakledilmektedir:
Nadr bin el-Haris Hire'ye gitmiş ve orada Kelile ve Dimne ile ilgili anlatılan hikâyeleri satın
almıştı. Sonra Kureyşlilere bu hikâyeleri okur ve şöyle dermiş: “Muhammed de arkadaşlarına ancak
öncekilerin masallarını okumaktadır. Yani onun okuduğu şey, Rabbimizin indirdikleri değildir.”3
Bu konu daha evvel Furkan suresinde de yer almıştı.
5
Ve “O Kur’ân, yazılı duruma getirilmiş öncekilerin masallarıdır; şimdi de o, sabah-akşam/
sürekli kendisine okunmaktadır” dediler.
(Furkan/5)
Rabbimiz, Kendisiyle savaşma cüretinde bulunanları uyararak onlara
tuzaklarının boş olduğunu bildirmiştir. Nitekim İbrahim suresinde onların tuzakları
ile ilgili şu ayet yer almaktadır:
46
Ve gerçekten onlar, tuzaklarını kurdular. Onların tuzakları, Allah katındadır. Tuzakları,
dağları yerinden oynatacak olsa bile…
(İbrahim/46)
26. ayette “Allah, onların duvarlarına temellerinden geldi” denilmektedir.
“Gelmek”, “gitmek”, “inmek”, “çıkmak” gibi kavramların Allah hakkında hakiki
anlamlarıyla kullanılması mümkün değildir. O halde bu kavramları mecazî olarak
anlamlandırmak gerekir. Burada kast edilen de, “Onlar inkâr edince Allah onlara
binalarını temellerinden ve direklerinden söküp çıkaran bir zelzeleyi getirdi” şeklinde
bir anlamdır. Allah hakkında az çok bilgisi olanlar bu ifadelerin mecaz olduğunu
bilirler. Ayette anlatılmak istenen, Allah’ın onları tabiat olayları ile cezalandırdığıdır.
Bunu ifade eden birçok ayet (A’raf/84,91, 92, Fil/1-5, Fussilet/16, 17, Ahkaf/24-25) vardır.
27
Sonra kıyâmet günü Allah, onları rezil-rüsva edecek ve “Hani uğrunda
düşmanlık ettiğiniz ortaklarım nerede?” diyecektir. Kendilerine bilgi verilmiş
olan kimseler: “Şüphesiz ki bugün rezillik-rüsvalık ve kötülük, kâfirler;
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler üzerinedir” diyecekler.
28
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, kendilerine
haksızlık etmiş kimseler olarak, meleklerin, geçmişte yaptıklarını ve
yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırdıkları kimselerdir.
Artık teslimiyeti koyarlar: “Biz, hiçbir kötülükten yapmıyorduk.” Tam tersi,
şüphesiz Allah, sizin yapmakta olduklarınızı çok iyi bilendir.
“29
O hâlde içinde sürekli kalanlar olarak cehennemin kapılarına girin!”
denir. İşte, büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!
3
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
19
Bu ayet gurubunda, Elçi’nin tebliğ ettiği vahiy için “eskilerin masalları” diyen
müşriklerin kıyamet ve mahşer günündeki durumları sergilenmiştir.
Onlar, kıyamet gününde rezil-rüsva edilecek ve ortak koştukları sözde
ilahlarının nerede olduğu sorulacaktır. Aklı başında olan bilgili kişiler ise kâfirlerin
rezilliğinin hak edilmiş bir ceza olduğunu zaten kabullenmektedirler:
80
Ve kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler ise, “Yazıklar olsun size! İman eden ve sâlihi
işleyen kimseler için Allah'ın vereceği ödül daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir”
dediler.
(Kasas/80)
Müşriklerle ilgili kıyamet ve mahşer sahnelerinin yer aldığı ayetlerden birkaçı
şunlardır:
22
Ve o gün hepsini toplayacağız. Sonra Biz, ortak koşan kimselere: “Hani nerede o gerçeğe
aykırı olarak inandığınız ortaklarınız?” diyeceğiz. 23
Sonra, onların ateşlere atılmaları, “Rabbimiz,
Allah'a kasem olsun ki ‘Biz ortak koşanlardan değildik’ demekten başka bir şey değildi.”
(En’am/22)
28,29
Ve hepsini toplayacağımız, sonra da o ortak koşanlar için “Yerlerinize! Siz ve ortaklarınız!”
diyeceğimiz gün, artık kesinlikle aralarını iyice açacağız ve onların ortakları, “Siz sadece bize
tapmıyordunuz ki! Şimdi bizim aramızda ve sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. Biz sizin
kulluğunuzdan kesinlikle bilgisizdik/ duyarsızdık” diyecekler.
(Yunus/28, 29)
92,93
Ve onlara: “Allah'ın astlarından taptığınız şeyler nerede? Size yardım ediyorlar mı veya
kendilerine yardımları dokunuyor mu?” denilmiştir.
(Şuara/93)
8,9
Şüphe yok ki o Yaratıcı, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün, onun geri döndürülmesine
güç yetirendir. 10
Artık onun için ne herhangi bir güç vardır, ne de herhangi bir yardımcı.
(Tarık/10)
50,51
Ve sen, görevli güçlerin, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o
kimselerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, “Tadın bakalım kızgın ateşin azabını! İşte bu, sizin kendi
ellerinizle meydana getirdiğiniz şeyler sebebiyledir. Ve şüphesiz Allah, kullara hiçbir şekilde
haksızlık eden biri değildir” diye onları geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken
yapmadıklarını bir bir hatırlattırırken bir görseydin.
(Enfal/50,51)
Bu ayetlerde şu noktalara değinilmiştir:
* Kâfirler ölüm anlarında vefat ettirilirken çok sıkıntı çekerler, pişmanlık
duyarlar ama iş işten geçmiş olur. Ümitsizlik ve çaresizlik anında iman işe yaramaz.
83
Ne zaman ki elçileri onlara açık delillerle geldi, kendilerinde bulunan bilgiden dolayı
şımarıklık etmişlerdi. Hâlbuki o, alay ettikleri şey onları kuşatmıştı.
84
Sonra da ne zaman hışmımızı gördüler: “Allah'ın birliğine inandık ve O'na ortak koştuğumuz
şeyleri kabul etmedik” dediler.
85
Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine yarar sağlayacak değildi. –Allah'ın,
kulları hakkındaki sürüp giden tutumu...– İşte kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddeden o kimseler burada kaybettiler, zarara uğradılar.
(Mü’min/83-85)
20
* Müşrikler orada da yalan söylerler: Ayette müşriklerin “Biz, hiç bir
kötülükten yapmıyorduk” dedikleri nakledilmektedir. Onların bu ifadeleri, o şartlar
altında bile yalan söylediklerini göstermektedir. Nitekim En’am suresinde şu pasaj
yer almıştı:
22
Ve o gün hepsini toplayacağız. Sonra Biz, ortak koşan kimselere: “Hani nerede o gerçeğe
aykırı olarak inandığınız ortaklarınız?” diyeceğiz. 23
Sonra, onların ateşlere atılmaları, “Rabbimiz,
Allah'a kasem olsun ki ‘Biz ortak koşanlardan değildik’ demekten başka bir şey değildi.”
24
Bak, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler! O uydurdukları şeyler de kendilerinden ayrılıp
kayboldu.
25
Onlardan sana kulak verenler vardır; oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına; kalpleri üzerine
kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık oluşturduk. Onlar, bütün alâmetleri/göstergeleri görseler
de ona inanmazlar. Öyle ki, o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler,
sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek “Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir
şey değildir” derler.
(En’am/22-25)
Yukarıdaki ayetlerde, müşriklerin sorgulandıkları sırada şirklerini inkârdan
başka bir yol bulamayacakları belirtilmektedir. Mahşerdeki sorgu sırasında suçluların
akıllarının başlarından gittiği, şaşkın, dehşete düşmüş bir hâlde olacakları göz önüne
alınırsa, onların orada da yalan söylemelerinin mümkün olduğu düşünülebilir. Ancak
ahirette yalan söylemenin hiçbir işe yaramayacağı Kur’an’da açıkça dile getirilen bir
husustur. Yalan söylemeye kalksalar bile Yüce Allah çeşitli şahitlerle onların
yalanlarını yüzlerine vuracaktır. Nitekim suçluların ahirette yalan söyleyeceklerini
bildiren birçok ayet (Ya Sin/65, Fussılet/20, 21, En'âm/28, Mücâdele/18, Mümin/69-76)
mevcuttur.
30-32
Ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselere: “Rabbiniz ne indirdi?”
denilince onlar: “Hayır” derler. Bu dünyada güzelleştirenlere-iyileştirenlere
iyilik-güzellik vardır. Âhiret yurdu ise kesinlikle daha hayırlıdır. Ve Allah'ın
koruması altına girmiş kimselerin yurdu; Adn cennetleri ne güzeldir! Onlar,
oraya girecekler. Onun altından ırmaklar akar. Orada, onlar için diledikleri
şeyler vardır. Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri işte böyle
karşılıklandırır. Allah'ın koruması altına girmiş kişiler o kimselerdir ki,
melekler onları hoş ve rahat ettirerek onlara geçmişte yaptıklarını ve yapmaları
gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırlar. “Selâm size, yapmış
olduğunuz işlerin karşılığı olarak girin cennete!” derler.
Kendilerine “Rabbiniz ne indirdi?” diye sorulduğunda “Eskilerin
masallarını...” diyen müşriklerin durumlarına karşılık bu ayetlerde de akıllı ve
takvalı davranan müminlerin durumları nakledilmektedir. Aynı soruya “hayır
indirildi” diye cevap veren müminler, bu teslimiyetleri karşılığında doğal olarak
ahirette de “hayır” ile karşılaşacaklardır. Öyle ki, Rablerinden görecekleri bu hayırlı
muamelenin sonucu olarak Adn cennetlerine yerleştirileceklerdir. İnananların, takvalı
davrananların daima ödüllendirileceği Rabbimizin bir vaadidir:
30-32
Şüphesiz, “Rabbimiz Allah'tır” deyip sonra dosdoğru olanlar; onların üzerine, haberci
âyetler sürekli iner; “Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında
ve âhirette sizin yol gösterenleriniz, yardımcılarınız, koruyanlarınızız. Cennette, kullarının
günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olan, engin merhamet sahibinden bir
ikram olarak sizin için nefislerinizin arzuladığı her şey var. Orada istediğiniz şeyler de sizin içindir.”
33,34
Ve Allah'a çağırıp/ yakarıp sâlihi işleyen ve “Ben, Müslümanlardanım” diyen kimseden
daha güzel sözlü kim vardır? Ve güzellikle çirkinlik/ iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel
şeyle sav. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sımsıcak bir yakın'dır.
21
35
Bu olgun davranışa ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak büyük bir pay sahibi olan
kavuşturulur.
(Fussılet/30-34)
“68-70
Ey âyetlerimize iman etmiş ve Müslümanlar olmuş olan kullarım! Bugün size korku
yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz. Siz ve eşleriniz ağırlanmış olanlar olarak girin cennete! 71-73
-Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada
nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli kalacaksınız.
Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz cennettir. Orada
sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz.”
(Zuhruf/68-73)
27
Allah, iman edenleri, basit dünya yaşamında ve âhirette sabit bir söze/imana sabitler. Allah,
şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları da saptırır. Ve Allah, dilediği şeyi yapar.
(İbrahim/27)
Muttakilerin kendilerine gönderilen vahiyleri “hayır” olarak nitelemeleri,
Kur’an’ın mahza hayır, iyilik ve güzellik içerdiğini ifade etmektedir. Kur’an dünyada
da hayırdır, ahırette de hayırdır.
14-17
Arınan, Rabbinin adını anıp da salât eden; mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan;
toplumu aydınlatmaya çalışan kimse kesinlikle kendini kurtarmıştır. Fakat siz şu basit dünya hayatını
tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret daha hayırlı ve devamlı kalıcıdır.
(A’la/14-17)
4,5
Sonrası senin için öncesinden elbette daha hayırlı olacak. Ve Rabbin sana verecek, sen de
hoşnut olacaksın.
(Duha/4, 5)
97
Erkek-dişi, mü’min olarak kim iyi amel işlerse kesinlikle onu güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve
kesinlikle onların ücretlerini, yapmış oldukları amellerin daha güzeliyle ödüllendireceğiz.
(Nahl/97)
Konumuz olan ayetlerde dikkat çeken bir başka nokta da, takvalıların tüm
yaptıklarının ölüm anında kendilerine tastamam gösterilmek suretiyle sevindirilerek
vefat ettirilecek olmalarıdır.
Ayetlerde müminler methedilip övülerek diğer insanlar da onların ulaşacakları
mutlu sonu elde etmeye teşvik edilmişlerdir.
33,34
Onlar kendilerine, doğal güçlerin gelmesinden veya Rabbinin emrinin
gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar! Kendilerinden öncekiler de böyle
yapmışlardı. Ve Allah onlara haksızlık etmedi, fakat onlar şirk koşarak
kendilerine haksızlık etmişlerdi, yanlış; kendi zararlarına iş yapmışlardı. Bunun
için, sonunda yaptıklarının cezası kendilerine isabet etti. Alay edip durdukları
şey de kendilerini kuşattı.
Bu ayetlerde, işi inada döküp bilgisizce ve herhangi bir dayanakları olmadan
ahıreti, azabı inkâr eden müşriklere zımnen şöyle denilmektedir: “Niçin hâlâ çok
kolay ve açık olan daveti kabul etmekte direniyorlar? Biz, gerçeği ortaya koymak
için her metodu denedik ve buna evrenden ve kendi bünyelerinden kanıtlar gösterdik.
Akıllı ve düşünebilen insanlar için şirke sapmaya neden olacak hiçbir boşluk
bırakmadık. Onlarsa bunları hep göz ardı etmekteler. Ölüm meleği gelince işin
farkına varacaklar. O zaman daveti kabul edecekler fakat bu kabul edişleri bir işe
yaramayacaktır.”
Bu ayetin bir benzeri de En’am ve Fecr surelerine yer almıştı:
22
158
Meleklerin gelmesinden yahut Rabbinin gelmesinden, ya da Rabbinin bazı alâmetlerinin/
göstergelerinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Rabbinin alâmetlerinden/ göstergelerinden
bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır kazanmamış kimseye, artık
inanması bir yarar sağlamaz. De ki: “Bekleyiniz; şüphesiz biz de bekleyicileriz.”
(En’am/158)
21-23
Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman,
Rabbinin hesaba çektiği, gönderdiği vahiyler tanık olarak saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de
getirilmiştir; o insanın, o gün aklı başına gelecektir, artık aklının başına gelmesinin kendisine ne
yararı var ki!
(Fecr/21-23)
Allah’a, Allah’ın peygamberlerine ve âhiret gününe iman etmeyen bir kimse,
eğer ölüm anında, ölümün şiddetleri kendisine gelip çattığı ve ilâhî azabı kesinkes
görüp hissettiği zaman iman ederse, bu imana “iman-ı ye’s” veya “iman-ı be’s
[zoraki iman]” denir.
Zoraki iman şu üç durumda söz konusu olur:
1- Hayatta iken karşılaşılan felâketler karşısında.
2- Ölüm anında.
3- Kıyamette ve kıyamet sonrası dirilişte.
Bu üç durumdan biriyle karşılaştıktan sonra iman edenlerin imanları kabul
edilmez. Çünkü onlar özgür iradeleri ile değil, karşılaştıkları belâların sebep olduğu
korku ve ümitsizlikle, yani zoraki olarak iman etmişlerdir. Bu nedenle de, bu
imanları kendilerine hiçbir fayda vermez.
Bu konu hakkında Kıyamet suresinin tahlilinde detaylı açıklama yapıldığından,
ilgili bölümün oradan okunmasını öneriyoruz.
93
Ve Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı hâlde “Bana
vahyolundu” diyenden ve “Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim” diyenden daha yanlış; kendi
zararlarına iş yapan kim olabilir? Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseleri ölümün
şiddetleri içindeyken, görevli güçler de onlara ellerini uzatmış, “Canlarınızı çıkarın. Bugün, Allah'a
karşı gerçek dışı şeyler söylediğinizden ve O'nun âyetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı
bir azapla cezalandırılacaksınız” derlerken bir görsen!
(En’âm/93)
13-16
O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu, yalanlayıp durduğunuz
ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister
sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!–
(Tur/13-16)
35
Ve Allah'a ortak koşan şu kimseler: “Allah dileseydi biz ve atalarımız
Kendisinin astlarından hiç bir şeye tapmazdık ve O'nun astlarından hiç bir
şeyden haram kılmazdık/ kutsallar edinmezdik” dediler. Kendilerinden önceki
kimseler böyle yaptılar. İşte elçiler üzerine, ancak açık-seçik bir tebliğden başka
ne olur?
Bu ayette ise müşriklerin bir başka saçmalığına değinilmiştir. Onlar,
beyinsizliklerinin vebalini Allah’a yüklemeye çalışmışlardır. Allah dileseymiş onlara
şirk koşturtmazmış, suç işletmezmiş. Tabiî ki dilese yapardı ama “meşiet-i ilahî”
insanların özgürce seçiminden yana gerçekleşmiştir. Sonucunu kabullenmek kaydıyla
dileyen istediği gibi inanır ve yaşar. Hidayet için zorlama söz konusu değildir.
Müşriklerin bu inançları En’am ve Zümer surelerinde daha evvel de bildirilmişti:
23
148
Allah'a ortak koşan kimseler diyecekler ki: “Allah dileseydi biz ortak koşmazdık, atalarımız
da ortak koşmazlardı, hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan önce yalanlayanlar da azabımızı
tadıncaya kadar işte böyleydi. De ki: “Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir bilgi mi var? Siz, sadece
zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz.”
(En’am/148)
55-58
Ve ansızın azap gelmeden,
kişinin, “Allah'ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay
edenlerdendim” demesinden
yahut “Allah, bana doğru yolu gösterseydi, her hâlde ben Allah'ın koruması altına girmiş
kimselerden olurdum” demesinden
veya azabı gördüğü zaman, “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik-güzellik üretenlerden
olsaydım” demesinden önce Rabbinizden size indirilenin en güzelini izleyin.”
(Zümer/55-58)
Ayetteki “Kendilerinden önceki kimseler böyle yaptılar” ifadesi, Peygamber’in
dönemindeki müşriklerden önceki nesillerin de kendi saçma düşüncelerine göre
inanıp yaşadıklarını ve yaptıklarının vebalini Allah’a fatura etmeye kalktıklarını
göstermektedir. O eski nesiller kendilerine gelen kitapları kendi anlayışlarına göre
yorumladılar hatta tahrifat yapma cüretini gösterdiler.
78
Bunlardan bir kısmı da, kuruntu dışında Kitab'ı bilmeyen, okuma-yazma
bilmeyen/analarından doğdukları gibi kalmış kimselerdir. Bunlar, sadece zannediyorlar.
79
Artık yazıklar olsun o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz paraya
satmak için, “Bu, Allah katındandır” derler. Artık o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara yazıklar
olsun! O kazandıkları şeyler yüzünden kendilerine yazıklar olsun!
(Bakara/78, 79)
78
Ve Kitap Ehlinden, bazı söz ve ilkeleri, kitaptan olmamasına rağmen, siz onu kitaptan
sanasınız diye, dillerini kitaba doğru eğip büken akılsız, serseri bir gurup vardır. O, Allah katından
olmadığı hâlde, “Bu, Allah katındandır” derler. Kendileri bilip dururken, Allah'a karşı yalan da
söylerler.
(Âl-i Imrân/78)
36
Ve andolsun ki Biz her ümmete, “Allah'a kulluk edin ve tağuttan
sakının” diye bir elçi gönderdik. Artık Allah, bu ümmetlerden bir kısmına
doğru yolu gösterdi, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yeryüzünde
bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş?
Bu ayetlerde Rabbimiz, rahmeti gereği, insanların doğru yolu bulmaları,
“Allah’a ibadet edip tağuttan kaçınmaları” için elçi gönderdiğini beyan etmektedir.
Gönderilen elçilerin görevi ve onlara indirilen vahiylerin temel mesajı, insanları
tağuta kulluktan kurtarıp Allah’a kulluğa yöneltmektir.
25
Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki ona: “Gerçek şu ki, Benden başka ilâh diye
bir şey yoktur. Onun için Bana kulluk edin” diye vahyetmiş olmayalım.
(Enbiyâ/25)
45
Ve sen, elçilerimizden senden önce gönderdiğimiz kişilere sor, “Biz Rahmân'ın [yarattığı
bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] astlarından kulluk edilecek ilâhlar tanımış
mıyız?”
(Zuhruf/45)
Bu görev ve mesaj, kısaca “la ilahe illallah”ı bütün muktezası ile insanlara
iletmek ve bu ilkeye göre hareket edilmesini sağlamaya çalışmaktır.
24
Ayette “Allah’a kulluk”un alternatifi “tağuta kulluk” olarak verilmiştir.
Nitekim Rabbimizin tevhid inancını ortaya koyarken kullandığı “karşıtlık ilkesiyle
anlatım” metodu başka ayetlerde de görülmektedir:
256
Dinde zorlamak/tiksindirmek yoktur; iman, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddetmekten; iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan kesinlikle iyice ayrılmıştır. O
hâlde kim tâğûta küfreder; onu tanımaz Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa
yapışmıştır. Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
(Bakara/256)
Ayette bahsedilen “Tağût” ve onun bu adı almasına sebep olan “tuğyan/azma”
hakkında kısa bir hatırlatmanın yararlı olacağı kanaatindeyiz:
TUĞYAN:
Tâğût’un eylemi olması bakımından öncelikle bu kavramın bilinmesi
gerekmektedir.
Tuğyan, "haddi aşma, zulüm, azgınlık, sapıklık, isyan, küfür" demektir.
Tuğyan kelimesi, tağâ [azdı, taştı, zulmetti] fiilinin mastarı olarak Kur’an'da
dokuz yerde geçer. Ayrıca "haddi aşıp azgınlık yapan kişi ve topluluklar" manasında
[tağ] altı yerde; insanları yoldan çıkaran, azdıran "şeytan", "put" ve "kâhin"
anlamında [tâğût] sekiz yerde geçer. Mastar ve diğer türevleriyle birlikte bu kelime
Kur’an'da toplam otuz dokuz yerde zikredilir. Tuğyan, insanın tabiatında vardır.
Vahye kulağını tıkayan, kendi aklını yegâne rehber kabul ederek kendini beğenen
bencil insan, bir de çok mal sahibi olup kendini ihtiyaçtan uzak görmeye başladı mı,
tuğyan içine düşmüş olur.
İnsan, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek hissettiği
zaman artık Allah'ı unutur; gerçek kudret, gerçek ilim, gerçek dileme, gerçek güç ve
irade sahibinin yalnızca Allah olduğunu aklından çıkarır. Bu durum insan için
tuğyana açılan bir kapıdır; artık dilediğini yapar, hak-hukuk ve sınır tanımaz. Allah'a
ortak koşmaya, nefsini O'nun yerine geçirip hevâ ve heveslerinin peşinden gitmeye
başlar. İşte bu hâl, tuğyan hâlidir ve bu tür insanlar da Kur’an'ın diliyle "tâğî'dir.
Kur’an'da Firavun, tuğyanın simgesi olarak takdim edilmiştir. O, bütün gücün
kendi elinde olduğuna inanıyor, insanları küçük görüyor, öldürüyor ve en kötü
işkenceye maruz bırakıyordu (Bakara/49, İbrahim/6). Firavun mantığına göre bütün
insanlar onun kulu-kölesi, Mısır ve nehirler onun mülkü idi (Zuhruf/51).
Eğer Musa (as) ile Harun (as) ona tuğyanını hatırlatmasa ve onu Allah'a
çağırmasa idiler, Firavun da âhirette Allah'a karşı bir bahane üretebilir, "Rabbim!
Bana bir uyarıcı gelmedi ki!" diyebilirdi. Çünkü azgınlığının farkında değildi;
insanları köle olarak çalıştırmayı, onlara işkence etmeyi ve öldürmeyi tabiî hakkı
olarak görüyordu. Saltanatı onu mağrur etmişti.
Tuğyan'ın temelinde kibir ve bencillik yatar. Şeytanın da azgınlığının sebebi
kibir ve bencillikti. Bu bakımdan Nisâ/51'de tâğût, şeytanı [İblisi] da kapsamaktadır.
TÂĞÛT:
Arapça "Yüce Allah'a isyan etmek" anlamına gelen tağa kökünden türemiş bir
kavramdır. "Azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthâne,
kâhin, sihirbaz, Allah'ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluş" anlamlarına gelir.
Tuğyan ile aynı kökten gelen tâğût kelimesi; "azgın, insanlara zorla hükmeden, kâfir,
zorba kişi"yi ifade eder.
25
Kur’an'da Allah müminlerin dostu ve yardımcısı; tâğût ise kâfirlerin dostu ve
yardımcısı olarak gösterilmiş, müminlerin "Allah yolunda savaştıkları", kâfirlerin ise
"tâğût yolunda savaştıkları" ifade edilmiştir:
257
Allah, inananların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınıdır; onları karanlıklardan
aydınlığa çıkarır. Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere gelince; onların
yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınları tâğûttur ki kendilerini aydınlıktan karanlıklara çıkarır.
Bunlar, cehennem ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar.
(Bakara/257)
76
İman etmiş kimseler, Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddetmiş kişiler de tâğut yolunda savaşırlar. O hâlde siz şeytanın yakınları, yardımcıları ile savaşın.
Şüphesiz şeytanın tuzağı çok zayıftır.
(Nisâ/76)
Allah'ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler
icat eden her kişi ve kurum, tâğûttur.
Tâğût, Allah'a karşı isyan etmesinin yanısıra, O'nun kullarını kendisine kul
edinmek gayretinde olandır. Bu işleviyle o, şeytân, papaz, dînî veya siyasî bir lider
olabilir.
Yüce Allah Kur’an'da “Andolsun ki, Biz her kavme ‘Allah'a ibadet edin, tâğûta
kulluk etmekten kaçının!’ diye (tebliğ yapması için) bir peygamber göndermişizdir
(Nahl/36)” ve “İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğût yolunda
savaşırlar (Nisâ/76)” ayetleriyle müminlere tâğût hakkında bilgi vermekte ve tâğûta
karşı takınmaları gereken tavrı açıklamaktadır.
Her ne şekilde olursa olsun, insanlar tarafından Allah'ın hükümlerine muhalefet
edecek şekilde konulan hükümler, "tâğûtî hükümler" olarak isimlendirilirler. Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır:
76
İman etmiş kimseler, Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddetmiş kişiler de tâğut yolunda savaşırlar. O hâlde siz şeytanın yakınları, yardımcıları ile
savaşın. Şüphesiz şeytanın tuzağı çok zayıftır.
(Nisâ/60)
Kendisinde böyle yetkiler görüp, Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyip hevâ ve
hevesleri doğrultusunda hükümler koyanlar, aynı zamanda "ilâhlık" iddiasındadırlar.
Dolayısıyla Allah'ın hükümleri dışında hüküm koyanlar ve o hükümlere tâbi olanlar,
tevhîd akidesinin dışına çıkıp kâfir, zalim ve fasık olurlar. Allah Teâlâ, Mâide/44-
47’de, Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenleri kafir, zalim ve fasık olarak nitelemiştir
Konumuz olan ayetten de anlaşıldığı üzere Yüce Allah, Nûh (as)'dan
Muhammed (as)'e kadar bütün peygamberleri, insanlığı tevhide, yani Allah'ın
birliğine, ortağı olmadığına inanmaya; O'nun koyduğu hükümleri kabullenmeyip
hevâ ve heveslerine göre hüküm koyan tâğûta karşı savaşmaya ve tâğût kapsamına
giren şeylere kulluk etmekten kaçınmaya çağırmaları için göndermiştir.
Bu tâğûtlar, İbrâhîm (as) döneminde Nemrut, Mûsâ (as) döneminde Firavun,
Muhammed (as) döneminde de Ebû Cehl ve Ebû Leheb gibi toplumun ileri gelenleri
ve puta tapan şahsiyetleridir; diğer peygamberler döneminde de, kendilerine
gönderilen tevhîd akidesini/inancını inkâr edip, atalarından kalan inançlar üzerinde
inat gösteren puta tapan kavimlerdir.
Tâğûtların devri kapanmış değildir. Peygamber bulunsun veya bulunmasın, her
dönemde tâğûtlar var olmaya devam etmiştir. Onlar sadece eski kavimlerde ortaya
çıkıp yaşama imkânı bulan güçler değil; bugün de müslümanlara en azim düşmanlığı
ve en yıkıcı propagandaları reva gören kişi, odak veya organizasyonlardır. Tâğût,
26
ekonomik, sosyal ve kültürel güç kaynaklarını ele geçirmiş, ahlâkî değerleri [dini]
toplumların gözünde itibarsız ve taraftarı olmaktan çekinilen bir duruma düşürmeyi
göze alacak kadar düşmanlığını ilerletmiştir. Ayrıca doğrudan yaptıklarının dışında,
insanlığın ortak değerleri adı altında pek çok kavramı da müslümanlara zarar verecek
bir içeriğe dönüştürmüştür. Kısaca tâğût, müslümanları dört bir yanından kuşatmış
bulunmakta ve müslümanlara hayat hakkı tanımamaktadır.
Öyleyse anlıyoruz ki, Peygamberimizin görevi sokaktaki şımarıklarla değil,
tâğûtî düzenin kurucularıyla mücadele etmekti. İlk işi, toplumun hidayet yolu
üzerinde oturup haydutça engellemeler yapan bu azgın güruhu uyarmaktı.
Bu açıklamalardan sonra tekrar konumuz olan 36. ayete dönelim: Rabbimiz
ayetin sonunda “Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu
nasıl olmuş?” buyurmuştur. Böyle buyurarak peygamberlere ters davranan ve gerçeği
yalanlayanların durumlarının araştırılmasını istemiştir.
Rabbimizin geçmişten ibret alınması amacıyla yaptığı bu davetin yer aldığı
onlarca ayet mevcuttur. Bunlardan birkaçını hatırlatmakla yetiniyoruz:
10
Peki onlar, yeryüzünde yolculuk etmediler mi? Böylece kendilerinden öncekilerin âkıbeti
nasıl olmuş bir görsünler. Allah, onları yerle bir etti. Bu kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddedenlere de onların benzerleri vardır.
(Muhammed/10)
46
Peki onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, akıl edecekleri kalpleri ve işitecekleri
kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur.
(Hacc/46)
18
Ve andolsun, onlardan öncekiler de yalanladılar. Peki, Beni tanımamak/ tanıtmamaya
yeltenmek nasıl oldu?
(Mülk/18)
37
Sen, onların doğru yolda olmaları için hırs göstersen de, artık Allah,
saptırdığı kimseyi doğru yola kılavuzlamaz. Onlar için yardımcılardan da kimse
yoktur.
Bu ayette Resulullah’a, ne kadar gayret gösterirse göstersin, kalbini
mühürletmiş kişilerin doğru yola gelmeyecekleri bildirilmiştir. Peygamberimizin
kendini hırpalayacak kadar çabalamasının gerekmediği mesajı verilerek teselli
edildiği bu ayette aynı zamanda inkârcılara da yardımcısız ve çaresiz kalacakları
uyarısı yapılmıştır.
Bu konunun detaylı olarak yer aldığı birçok ayet (Maide/41, Hud/34, Kasas/56,
Bakara/272, Yunus/96, 97) vardır.
Allah’ın kimleri saptıracağı, kimlere hidayet edeceği birçok ayette yer almıştır.
Bu konuyu daha evvel Tekvir suresinin tahlilinde ele aldığımızdan, detayın oradan
okunmasını öneriyoruz.
38,39
Ve kâfirler, “Allah, ölen kimseyi diriltmez” diye en kuvvetli
yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. Hayır, Allah ölüleri, üzerine aldığı gerçek bir
vaat olarak, onların, hakkında anlaşmazlığa düştükleri şeyi onlara açığa
koymak ve gerçekleri örtbas eden kimselerin, yalancıların ta kendisi olduklarını
bildirmek için diriltecektir.
Bu ayetlerde de yine akıllarını kullanmayan müşriklerin temelsiz inançları
sorgulanmakta ve bu inancın geçersizliği ortaya konmaktadır. Müşriklerin Allah'a
27
yemin ederek ısrarla ahireti reddetmelerine karşılık, Rabbimiz de onların bu inanışını
reddederek “Hayır, Allah ölüleri, üzerine aldığı gerçek bir vaat olarak, onların,
hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açığa koymak ve inkâr eden kimselerin
yalancıların ta kendisi olduklarını bildirmek için diriltecektir” ifadeleriyle gerçeği
açıklamaktadır.
Müşriklerin kıyamet ve öldükten sonra dirilmeyi kabul etmeyişleri daha evvel
birçok yerde konu edilmişti: Bunlardan Ya Sin/77-82’nin tahlilinde ayrıntılı olarak
açıklanmıştır.
Bu ayetlerin ışığı altında, “Ahiret”in gerekliliğini şu şekilde özetleyebiliriz:
* Ahiret korkusu, rahatını seven ve dünya nimetlerini arzu edecek bir yapıda
yaratılmış olan insanı bu uğurda işleyeceği suçlardan caydırabilecek bir unsurdur.
Çünkü menfaati için her türlü sorumsuz davranışı işleyebilecek nitelikteki insanoğlu
ancak bir “mükâfat ve ceza yurdu”nun varlığı sayesinde kendisini denetleyebilmekte,
böylece dünya yaşamındaki kötülükler bir parça da olsa frenlenebilmektedir. Ahiret
korkusunun hiç olmadığı bir dünyada nasıl bir kargaşa, düzensizlik ve çürümenin
hüküm süreceğini hayal etmek bile dehşet vericidir.
* Kendisine doğru yol gösterilmesine karşılık, insan, bu dünyada tam olarak
özgür bırakılmıştır. Dolayısıyla insanlardan bazısı imanı, bazısı küfrü, bazısı da şükrü
veya nankörlüğü tercih etmektedir. Mantıkî olarak düşünüldüğünde, tam bir serbesti
içinde yapılan bu tercihlerin mutlaka mükâfat ya da ceza şeklinde karşılık bulması
gerekmektedir. Bu karşılıkların verileceği yer ahirettir.
* İnsanın yaptıklarının tam karşılığını bu dünyada aldığını söylemek mümkün
değildir. Zira birçok iyi davranış görülmediği veya görmezden gelindiği için
karşılıksız kalır, birçok iyi kimse de hiç suçu yokken zulme uğrar, suiistimale maruz
kalır. Oysa adalet, karşılıkların tam olarak alınmasını gerektirir. O hâlde, yapılan
zerre kadar bir hayır ve şerrin bile ihmal edilmediği, kesin adaletin sağlandığı bir
başka dünya daha olmalıdır. İşte, bu dünya ahiret yurdudur ve orada bütün ameller,
“Hâkimler Hâkimi”, “Adiller Adili” Allah tarafından karşılıklandırılacak, böylece
hakk yerini bulmuş olacaktır.
13-16
O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu, yalanlayıp durduğunuz
ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister
sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!–
(Tur/13-16)
40
Biz bir şeyi dilediğimiz zaman, Bizim ona sözümüz sadece “Ol!”
dememizdir. O da hemen oluverir.
Bu ayette Rabbimiz sonsuz kudretine dikkat çekerek değişik zamanlarda ölen
tüm insanların bir anda diriltilmesini çok zor bir iş olarak kabul eden zavallılara
mesaj vermektedir. Allah’ın bir şey yaratmak için uygun ortam ve koşullara ihtiyacı
yoktur. O sadece “ol!” der, o da [murad edilen şey de] hemen oluverir.
51
Şâyet dileseydik Biz elbette her kente bir uyarıcı gönderirdik.
Kamer/50)
28
Sizin oluşturulmanız ve ölümden sonra diriltilmeniz ancak bir tek kişininki gibidir. Şüphesiz
Allah en iyi işiten, en iyi görendir.
(Lokman/28)
28
35
Allah için çocuk edinmek diye bir şey yoktur. O, bundan arınıktır. O, bir şeye hükmederse,
ona sadece “Ol” der, o da oluverir.
(Meryem/35)
82
Şüphesiz ki O, bir şeyi dilediğinde, O'nun buyruğu/işi o şeye “Ol!” demektir; o da hemen
oluverir.
(Ya Sin/82)
68
O, yaşatır ve öldürür. Artık O, bir emir gerçekleştirince artık ona sadece ‘Ol!’ der de o, hemen
olur.”
(Mü’min/68)
41,42
Ve haksızlığa uğradıktan sonra Allah yolunda hicret eden kişiler,
kesinlikle Biz onları, sabretmiş ve sadece Rablerine işin sonucunu havale eden
şu kimseleri bu dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Ötekinin/âhiretin
ücreti ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi!
Bu ayetlerde, zulme uğradıklarında inançlarında sebat gösterip gerektiğinde
mallarını, mülklerini, yurtlarını bırakıp inançlarını bir başka yerde yaşamak
isteyenler övülmektedir. Bu ayetler peygamberimize ve sıkıntıdaki Müslümanlara
hicret işareti vermektedir.
Mekkeli müşrikler tevhid inancından geri çevirmek için müminlere ellerinden
gelen her türlü işkenceyi yapmaya başlamışlardı. Tarih kitaplarında yer aldığına göre,
İslam daveti başlayıp Kureyş'ten inananların sayısı çoğaldıkça Mekkeli müşrikler
büyük tepki göstererek müminlere sataşmaya ve işkence etmeye başlamışlar, onları
tevhid inancından geri döndürmeye çalışmışlardır.
Bunun üzerine ilk Müslümanlardan bir grup peygamberimizin yol
göstermesiyle Habeşistan’a hicret etmek zorunda kalmışlardır. İlk seferinde 11 erkek,
4 kadın hicret etmiştir. Muhacirlerin çoğunluğu Kureyş’in gençlerinden
oluşmaktaydı. Müşriklerin de akrabaları idiler. Bir müddet sonra Habeşistan’daki bu
muhacirlere müşriklerin inandığına dair yanlış bir haber ulaştı ve hemen geri
döndüler. Ne yazık ki, bu haber doğru değildi. Yanlış haber, Resulullah’ın Necm
suresini tebliği anında müşriklerin gayri ihtiyari secde etmelerinden kaynaklanmıştı.
Mekkeli müşrikler yeniden zulmetmeye başladılar, müminler tekrar hicret
ettiler. Bu kez onlara başkaları da katılmış ve sayıları 83 erkek ve 18 kadın olmak
üzere 101’e ulaşmıştı. Bu ikinci grup Hicret’in 6. yılına kadar orada kaldı. Bu esnada
müslümanlar Medine’de güçlenip kuvvetlenmişlerdi. Durumu öğrenmeleri üzerine
Habeşistandaki göçmenler hemen Medine’ye döndüler.
“Esbabı Nüzul” kayıtlarında4
bu ayetlerin Ebu Cendel b. Süheyl, Bilal,
Habbab, Abis ve Ammar hakkında indiği nakledilir. Ancak bu nakiller doğru bile
olsa, ayetlerin mesajını birkaç kişiye hasretmek doğru değildir. Ayetler tüm
zamanlara şamil mesajlar içermektedir.
43,44
Ve Biz, senden önce de, sadece kendilerine vahyettiğimiz olgun
insanları açık kanıtlarla ve yazılı belgelerle elçi olarak gönderdik. Eğer
bilmiyorsanız, haydiyin Tevrât ve İncîl'i bilen bilginlere sorun. Biz sana da o
öğüdü/Kur’ân'ı, kendilerine indirilmiş olanı ortaya koyman için, onların da
iyiden iyiye düşünmeleri için indirdik.
Bu ayetlerde Rabbimiz Kur’an’ın indiriliş nedenini ve gönderdiği elçilerin
4
(Vahıdi; Esbabü’n-Nüzul, İbn Cerir, İbn Ebi Hatim)
29
niteliğini açıklamaktadır. Daha sonra da bu konuya aklı ermeyenleri bu konuyu bilen
bilginlere [zikr ehline] yöneltmekte ve onlardan bilgi alınabileceğini bildirmektedir.
Müşriklerin beklentisi doğrultusunda bir elçi olmayacağı Kur’an’da ikna edici
kanıtlarla birçok kez (En’am/8, 9, Mü'minun/47, Mü'minun/33-38, Yunus/2, Furkan/7,
Yusuf/109, İsra/93,94, Furkan/20, En’am/50, Kehf/110, A’raf/188) açıklanmıştır.
Konumuz olan ayetteki “Ehl-i Zikr” ifadesiyle hem Ehlikitap’tan Tevrat, vahiy
ve din hakkında bilgisi olanlar, hem de Kur’an’ı ve mesajlarını iyice kavramış olan
mümin bilginler kastedilmiştir. Zaten “Zikr” sözcüğü hem Tevrat’ın hem de
Kur’an’ın niteliğidir:
9
Hiç kuşkusuz Biz, o Öğüt'ü/ Kur’ân'ı Biz indirdik, Biz. Ve kesinlikle Biz, onun için
koruyucularız.
(Hıcr/9)
9
De ki: “Ben elçilerden ilk ortaya çıkan biri değilim. Ve ben, bana ve size ne yapılacağını
bilmiyorum. Ben sadece bana vahyedilene tâbi oluyorum. Ve ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”
(Ahkaf/9)
Demek oluyor ki, sorunu olanlar bu sorunlarını Kur’an’ı bilenlere iletecekler
ve işin doğrusunu Kur’an’dan öğreneceklerdir. Bu noktaya birçok kez temas
edilmiştir:
9
De ki: “Ben elçilerden ilk ortaya çıkan biri değilim. Ve ben, bana ve size ne yapılacağını
bilmiyorum. Ben sadece bana vahyedilene tâbi oluyorum. Ve ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”
(Nisa/59)
64
Ve Biz, sana Kur’ân'ı sırf hakkında anlaşmazlığa düştükleri şeyleri onlar için açığa koyasın
diye ve iman edecek bir topluma bir kılavuz, bir rahmet olarak indirdik.
(Nahl/64)
213
İnsanlar tek bir önderli toplum idi de Allah müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere
peygamberler gönderdi ve anlaşmazlık ettikleri konularda insanlar arasında hükmetsinler diye onların
beraberinde hak ile kitap indirdi. Ve sırf o Kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra
aralarındaki azgınlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, Kendi bilgisi gereği,
iman edenlere, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka kılavuz oldu. Ve Allah, dilediği
kimseyi/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar.
(Bakara/213)
45-47
Peki sinsice kötülükleri plânlayanlar, Allah'ın kendilerini yere
batırmayacağından yahut bilemeyecekleri bir yerden azabın gelmeyeceğinden
yahut onlar dolaşıp dururlarken Allah'ın, kendilerini yakalayıvermesinden, –
üstelik onlar, âciz bırakanlar da değillerdir– yahut da kendilerini azar
azar/korku içinde yakalamasından emin mi oldular? İşte, şüphesiz sizin
Rabbiniz, kesinlikle çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
Bu ayetlerde özellikle sürekli hile planlayan müşrikler kınanmakta ve
karşılaşabilecekleri azapla tehdit edilip uyarılmaktadır. Soru şeklindeki bu uyarıyla
kendilerine hiçbir şekilde güvencede olmadıkları, üstelik başlarına gelebileceklere
karşı önlem alabilecek bir güçlerinin de bulunmadığı bildirilmektedir.
30
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi
70. nahl suresi

More Related Content

What's hot (20)

59. zümer suresi
59. zümer suresi59. zümer suresi
59. zümer suresi
 
57. lokman suresi
57. lokman suresi57. lokman suresi
57. lokman suresi
 
90. ahzab suresi
90. ahzab suresi90. ahzab suresi
90. ahzab suresi
 
248. Kur'an Buluşması
248. Kur'an Buluşması248. Kur'an Buluşması
248. Kur'an Buluşması
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
 
50. isra suresi
50. isra suresi50. isra suresi
50. isra suresi
 
95. muhammed suresi
95. muhammed suresi95. muhammed suresi
95. muhammed suresi
 
94. hadid suresi
94. hadid suresi94. hadid suresi
94. hadid suresi
 
55. en'am suresi
55. en'am suresi55. en'am suresi
55. en'am suresi
 
60. gafir suresi
60. gafir suresi60. gafir suresi
60. gafir suresi
 
Ali Sırrı Efendiye mektup
Ali Sırrı Efendiye mektupAli Sırrı Efendiye mektup
Ali Sırrı Efendiye mektup
 
Turkish Quran
Turkish QuranTurkish Quran
Turkish Quran
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
Kaza ve Kadere İman
Kaza ve Kadere İmanKaza ve Kadere İman
Kaza ve Kadere İman
 
77. mülk suresi
77. mülk suresi77. mülk suresi
77. mülk suresi
 
66. ahkaf suresi
66. ahkaf suresi66. ahkaf suresi
66. ahkaf suresi
 
97. rahman suresi
97. rahman suresi97. rahman suresi
97. rahman suresi
 
Sualar
SualarSualar
Sualar
 

Similar to 70. nahl suresi (16)

42.furkan suresi
42.furkan suresi42.furkan suresi
42.furkan suresi
 
85. ankebut suresi
85. ankebut suresi85. ankebut suresi
85. ankebut suresi
 
73. enbiya suresi
73. enbiya suresi73. enbiya suresi
73. enbiya suresi
 
39. araf
39. araf39. araf
39. araf
 
52. hud suresi
52. hud suresi52. hud suresi
52. hud suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
54. hicr suresi
54. hicr suresi54. hicr suresi
54. hicr suresi
 
72. ibrahim suresi
72. ibrahim suresi72. ibrahim suresi
72. ibrahim suresi
 
61. fussilet suresi
61. fussilet suresi61. fussilet suresi
61. fussilet suresi
 
71. nuh suresi
71. nuh suresi71. nuh suresi
71. nuh suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
75. secde suresi
75. secde suresi75. secde suresi
75. secde suresi
 
Kuran-ı kerim Diyanet Meali
Kuran-ı kerim Diyanet MealiKuran-ı kerim Diyanet Meali
Kuran-ı kerim Diyanet Meali
 
Tefekkür
TefekkürTefekkür
Tefekkür
 
Tefekkür
TefekkürTefekkür
Tefekkür
 
48.neml suresi
48.neml suresi48.neml suresi
48.neml suresi
 

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN (19)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 
99. talak suresi
99. talak suresi99. talak suresi
99. talak suresi
 
98. insan suresi
98. insan suresi98. insan suresi
98. insan suresi
 
93. zilzal suresi
93. zilzal suresi93. zilzal suresi
93. zilzal suresi
 
92. nisa suresi
92. nisa suresi92. nisa suresi
92. nisa suresi
 
91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi91. mümtehıne suresi
91. mümtehıne suresi
 

70. nahl suresi

  • 1. 70 NAHL [BAL ARISI] SURESİ GİRİŞ Nahl suresi Mekke’de 70 sırada inmiş olup adını 68. ayetteki “ ‫النحل‬nahl [bal arısı]” sözcüğünden almıştır. İçerisinde Allah’ın kullarına lütfettiği nimetlerin birçoğunun hatırlatılmasından dolayı “ ‫ععام‬‫ع‬‫نع‬Niâm [Nimetler]” suresi diye de anılmaktadır. Surenin 41, 90, 106, 110, 112, 126-128. ayetlerinin Medeni olduğuna dair nakiller mevcuttur.1 Surede, vahyin ilk inişinden bu yana dinde oluşmuş olan ilkeler; tevhid, vahiy, elçilik müessesi, kıyamet, öldükten sonra dirilme ve haşir gibi temel inanç konuları özetlenmiş; ayrıca kişisel ve toplumsal ilkelere, müşriklerin durumuna, uyarı ve müjdelere yer verilmiştir. Yaratıcının varlığına, birliğine dair onlarca ayetin ortaya konduğu sure, zengin içeriğiyle daha önceki surelerin de bir özeti mahiyetindedir. İslam’a davet metodunun çerçevesinin çizildiği surenin 125. ayetinde ise Resulullah’a ve onun şahsında tüm müminlere Allah’ın yoluna hikmetle, güzel öğütle davet edilmesi ve bu süreçte karşılaşılacak zorluk ve eziyetlere karşı sabredilmesi, en uygun tarz ve tavrın benimsenmesi emredilmektedir. 1 (Mukatil, Süyuti; el İtkan) 1
  • 2. MEAL: RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA 1 Allah'ın emri kesinlikle gelecek. Artık onu acele edip istemeyiniz. Allah, onların ortak koştukları şeylerden arınıktır ve yücedir. 2 Allah, kullarından dilediğine, haberci âyetleri/ vahyi, Kendisine özgü bir iş olarak ruh/ can ile birlikte: “Şüphesiz Benden başka ilâh yok, o hâlde Benim korumam altına girin diye uyarın” göreviyle indirir. 3 Allah, gökleri ve yeryüzünü hak ile oluşturdu. O, onların ortak koştukları şeylerden yücedir. 4 Allah, insanı bir nutfeden oluşturdu. Bir de bakarsın ki, o apaçık bir düşmandır. 5 Hayvanları O oluşturmuştur. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok yararlar vardır. Siz, onlardan bir kısmını da yersiniz. 6 Ve hayvanlarda, akşam vakti getirdiğinizde ve sabahleyin saldığınızda sizin için bir güzellik vardır. 7 Ve hayvanlar, ancak canınızın bir parçası tükenerek/ çok yorularak ulaşabileceğiniz bir memlekete yüklerinizi taşırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz, kesinlikle çok şefkatlidir, çok merhametlidir. 8 Ve Allah, kendilerine binesiniz, hem de zînet olsun diye, atları, katırları ve eşekleri oluşturdu. Bilmediğiniz şeyleri de O oluşturuyor. 9 Yolun doğrusu yalnızca Allah'a borçtur. Yolun eğrisi de vardır. Ve eğer Allah dileseydi, sizi topluca doğru yola kılavuzlardı. 10,11 O, sizin için gökten bir su indirdi. İçecekleriniz ondandır. Hayvanları otlattığınız ağaçlar-bitkiler de ondandır. Allah, su ile sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve tüm meyvelerden bitiriyor. Şüphesiz bunda iyiden iyiye düşünen bir toplum için kesinlikle birer alâmet/gösterge vardır. 12 Ve Allah, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi/sizin yararlanacağınız özelliklerde yarattı. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için alâmetler/göstergeler vardır. 13 Yeryüzünde sizin için renklerini değişik olarak yarattığı şeyleri de sizin hizmetinize sunmuştur. Şüphesiz bunda öğüt alan bir toplum için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. 14 Ve O, denizden taze et yiyesiniz ve ondan takındığınız süs eşyasını çıkarasınız diye armağanlarından rızık aramanız için ve kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödemeniz için denizi sizin emrinize verendir. –Gemilerin denizde suyu yararak gittiklerini görüyorsun.– 15,16 Ve Allah size sofra olması için yeryüzünün içinde sabit-sağlam dağlar, ırmaklar ve siz kılavuzlandığınız doğru yolu bulasınız diye yollar ve daha nice âlametler bıraktı. Ve Onlar yıldızlarla/ Kur’ân âyetleri öbekleriyle yollarını bulurlar. 17 Öyleyse yaratan/ Allah, yaratamayan sözde ilâhlar gibi olur mu? Hâlâ düşünmeyecek misiniz? 2
  • 3. 18 Ve eğer Allah'ın nimetlerini sayacak olsanız, onları sayamazsınız. Şüphesiz ki Allah kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir. 19 Ve Allah, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilir. 20,21 Ve onların Allah'ın astlarından yakardıkları şeyler herhangi bir şey oluşturamazlar, kendileri oluşturulmuşlardır, ölülerdir, diri değildirler. Ne zaman dirileceklerini de tam bilemezler. 22 Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. Artık âhirete inanmayan şu kimseler; onların kalpleri, tanıtmamaya çalışmaktadır ve onlar, kendilerinin büyük olduğuna inanan kimselerdir. 23 Allah'ın, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bildiğine hiç şüphe yoktur. Şüphesiz Allah, kendilerinin büyük olduğuna inananları sevmez. 24,25 Ve onlara: “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, onlar, kıyâmet günü, kendi günahlarını tam olarak yüklenmek ve bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yüklenmeleri için, “Öncekilerin efsaneleri” dediler. Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür! 26 Şüphesiz onlardan önceki kimseler tuzak kurdular da Allah, onların duvarlarına temellerinden vurdu. Sonra da çatı tepelerinden üzerlerine çöktü. Ve onlara azap akledemedikleri bir yönden geldi. 27 Sonra kıyâmet günü Allah, onları rezil-rüsva edecek ve “Hani uğrunda düşmanlık ettiğiniz ortaklarım nerede?” diyecektir. Kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler: “Şüphesiz ki bugün rezillik-rüsvalık ve kötülük, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler üzerinedir” diyecekler. 28 Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, kendilerine haksızlık etmiş kimseler olarak, meleklerin, geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırdıkları kimselerdir. Artık teslimiyeti koyarlar: “Biz, hiçbir kötülükten yapmıyorduk.” Tam tersi, şüphesiz Allah, sizin yapmakta olduklarınızı çok iyi bilendir. “29 O hâlde içinde sürekli kalanlar olarak cehennemin kapılarına girin!” denir. İşte, büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür! 30-32 Ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselere: “Rabbiniz ne indirdi?” denilince onlar: “Hayır” derler. Bu dünyada güzelleştirenlere-iyileştirenlere iyilik-güzellik vardır. Âhiret yurdu ise kesinlikle daha hayırlıdır. Ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselerin yurdu; Adn cennetleri ne güzeldir! Onlar, oraya girecekler. Onun altından ırmaklar akar. Orada, onlar için diledikleri şeyler vardır. Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri işte böyle karşılıklandırır. Allah'ın koruması altına girmiş kişiler o kimselerdir ki, melekler onları hoş ve rahat ettirerek onlara geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırlar. “Selâm size, yapmış olduğunuz işlerin karşılığı olarak girin cennete!” derler. 33,34 Onlar kendilerine, doğal güçlerin gelmesinden veya Rabbinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar! Kendilerinden öncekiler de böyle yapmışlardı. Ve Allah onlara haksızlık etmedi, fakat onlar şirk koşarak kendilerine haksızlık etmişlerdi, yanlış; kendi zararlarına iş yapmışlardı. Bunun için, sonunda yaptıklarının cezası kendilerine isabet etti. Alay edip durdukları şey de kendilerini kuşattı. 35 Ve Allah'a ortak koşan şu kimseler: “Allah dileseydi biz ve atalarımız Kendisinin astlarından hiç bir şeye tapmazdık ve O'nun astlarından hiç bir 3
  • 4. şeyden haram kılmazdık/ kutsallar edinmezdik” dediler. Kendilerinden önceki kimseler böyle yaptılar. İşte elçiler üzerine, ancak açık-seçik bir tebliğden başka ne olur? 36 Ve andolsun ki Biz her ümmete, “Allah'a kulluk edin ve tağuttan sakının” diye bir elçi gönderdik. Artık Allah, bu ümmetlerden bir kısmına doğru yolu gösterdi, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş? 37 Sen, onların doğru yolda olmaları için hırs göstersen de, artık Allah, saptırdığı kimseyi doğru yola kılavuzlamaz. Onlar için yardımcılardan da kimse yoktur. 38,39 Ve kâfirler, “Allah, ölen kimseyi diriltmez” diye en kuvvetli yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. Hayır, Allah ölüleri, üzerine aldığı gerçek bir vaat olarak, onların, hakkında anlaşmazlığa düştükleri şeyi onlara açığa koymak ve gerçekleri örtbas eden kimselerin, yalancıların ta kendisi olduklarını bildirmek için diriltecektir. 40 Biz bir şeyi dilediğimiz zaman, Bizim ona sözümüz sadece “Ol!” dememizdir. O da hemen oluverir. 41,42 Ve haksızlığa uğradıktan sonra Allah yolunda hicret eden kişiler, kesinlikle Biz onları, sabretmiş ve sadece Rablerine işin sonucunu havale eden şu kimseleri bu dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Ötekinin/âhiretin ücreti ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi! 43,44 Ve Biz, senden önce de, sadece kendilerine vahyettiğimiz olgun insanları açık kanıtlarla ve yazılı belgelerle elçi olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız, haydiyin Tevrât ve İncîl'i bilen bilginlere sorun. Biz sana da o öğüdü/Kur’ân'ı, kendilerine indirilmiş olanı ortaya koyman için, onların da iyiden iyiye düşünmeleri için indirdik. 45-47 Peki sinsice kötülükleri plânlayanlar, Allah'ın kendilerini yere batırmayacağından yahut bilemeyecekleri bir yerden azabın gelmeyeceğinden yahut onlar dolaşıp dururlarken Allah'ın, kendilerini yakalayıvermesinden, – üstelik onlar, âciz bırakanlar da değillerdir– yahut da kendilerini azar azar/korku içinde yakalamasından emin mi oldular? İşte, şüphesiz sizin Rabbiniz, kesinlikle çok şefkatlidir, çok merhametlidir. 48 Onlar, gölgeleri Allah'a boyun eğerek, küçülenlerin ta kendisi olarak sağdan sola dönen, Allah'ın oluşturduğu birtakım şeyleri görmediler mi/bunları hiç mi düşünmediler? 49,50 Ve göklerde ve yeryüzünde bulunan canlılar ve doğal güçler, kibirlenmeden Allah'a boyun eğerler. Kendilerinin üstündeki Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar. 51 Ve Allah, buyurdu: “İki ilâh edinmeyin. O, ancak tek bir ilâhtır. O hâlde yalnız Benden korkun/yalnız Bana kulluk edin.” 52 Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler de yalnız O'nundur. Din de daima O'nundur. Böyle iken, siz Allah'tan başkasına mı kendinizi koruma altına aldırtıyorsunuz? 53 Ve iyilik olarak sahip olduğunuz ne varsa, işte Allah'tandır. Sonra size bir zarar dokunduğunda, hemen yalnız O'na sığınırsınız. 54,55 Sonra, zararı sizden giderince, sizden bir grup, küfretmek; kendilerine verdiklerimizi örtbas etmek/verdiklerimize iyilikbilmezlik etmek için Rablerine ortak koşarlar. –Hadi şimdi yararlanın! Fakat yakında bileceksiniz.– 4
  • 5. 56 Ve ortak koşanlar, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden bilmedikleri şeylere pay ayırıyorlar. –Allah'a andolsun ki siz uydurageldiğiniz bu şeylerden kesinlikle sorgulanacaksınız.– 57 Ve onlar, Allah'a kızlar isnat ediyorlar. –Allah, bundan arınıktır.– Kendileri için de iştahlandıkları oğlan çocukları vardır. 58 Ve onlardan biri kız doğum haberi ile müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. 59 Kendisine verilen haberin/müjdenin kötülüğünden dolayı toplumundan gizlenir; aşağılık ve horluğa rağmen kızı yanında mı tutsun yoksa toprağa mı gömsün! Dikkat edin, onların verdikleri hüküm/töreleri ne kötüdür! 62 Ve beğenmediklerini Allah için ayırırlar. Ve dilleri, en güzelin kendilerine ait olduğunu, yalan yere söyler durur. Hiç şüphesiz onlar için ancak ateş vardır ve onlar, önden itileceklerdir. 60 Âhirete iman etmeyen kimseler için kötülüğün aynısı vardır. En yüce örnek ise, Allah'ındır. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. 61 Ve eğer Allah, yanlış işleri nedeniyle insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, yeryüzünün üstünde irili-ufaklı tüm canlılardan hiçbir şey bırakmazdı. Velâkin onları adı konulmuş bir süreye kadar erteler. Artık onların sürelerinin sonu gelince de ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler. 63 Allah'a yemin olsun ki Biz kesinlikle senden önce birtakım ümmetlere elçiler gönderdik de şeytan onlara amellerini bezeyip süslü gösterdi. İşte o şeytan, bu gün onların koruyucu, yol gösterici yakınıdır. Ve onlar için acı bir azap vardır. 64 Ve Biz, sana Kur’ân'ı sırf hakkında anlaşmazlığa düştükleri şeyleri onlar için açığa koyasın diye ve iman edecek bir topluma bir kılavuz, bir rahmet olarak indirdik. 65 Ve Allah gökten bir su indirdi de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz ki bunda dinleyen bir toplum için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. 66 Şüphesiz sizin için keçi, koyun, deve sığırda da size bir ibret vardır. Biz, size onların karnındaki dışkı ile kan arasındaki şeylerden, içenlerin boğazından kolaylıkla geçen halis süt içiriyoruz. 67 Ve hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden –ki, siz ondan içki ve güzel rızık edinirsiniz– size içiririz. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. 68,69 Ve Rabbin bal arısına dağlarda, ağaçlarda ve yapacakları çardaklarda evler/ yuvalar edinmesini, sonra ‘Meyvelerin hepsinden ye de, Rabbinin kolaylaştırdığı yollara gir’ diye vahyetti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir içecek çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz ki bunda iyiden iyiye düşünen bir toplum için, kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. 70 Ve sizi Allah oluşturdu, sonra da sizi vefat ettirecektir; size geçmişte yaptıklarınızı ve yapmanız gerekirken yapmadıklarınızı bir bir hatırlattıracaktır. İçinizden kimi de, bilgiden sonra herhangi bir şey bilmesin diye, ömrün en kötü zamanına ulaştırılır. Şüphesiz ki Allah çok bilgili ve çok kudretlidir. 71 Ve Allah rızık konusunda kiminizi kiminize fazlalıklı kılmıştır. Kendilerine fazlalık verilenler, kendi rızıklarını; yiyip içeceklerini, servetlerini, sözleşmeler gereği himayelerinde bulundurdukları kimselere, hepsi rızıkta eşit 5
  • 6. olmak üzere vermezler. O hâlde bunlar Allah'ın nimetini bilerek örtbas mı ediyorlar? 72 Ve Allah, sizin için kendinizden eşler yaptı, o eşlerinizden de oğullar ve torunlar verdi. Sizi hoş, güzel, yararlı şeylerden de rızıklandırdı. Şimdi onlar, bâtıla inanıyorlar ve Allah'ın nimetini örtbas mı ediyorlar? 73 Ve onlar, Allah'ın astlarından, göklerden ve yeryüzünden kendileri için rızık olarak herhangi bir şeye mâlik olmayan ve güç yetiremeyen şeylere tapıyorlar. 74 Artık Allah için örnekler getirmeyin. Şüphesiz Allah bilir, siz bilmezsiniz. 75 Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile Bizim kendisine güzel bir rızık verip de ondan gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayan/ yakınlarının nafakalarını sağlayan bir kimseyi örnek verdi: Bunlar eşit olurlar mı? –Bütün övgüler Allah'a mahsustur; başkası övülemez.– Tersine insanların çoğu bilmezler. 76 Allah iki adamı da örnekleştirdi: Bunlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez; koruyucusuna bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, adaletle emreden ve doğru yolda bulunan adam eşit olur mu? 77 Ve göklerin ve yerin görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni sadece Allah'a aittir. Kıyâmetin koparılması da yalnızca göz açıp kapama gibidir veya o, daha yakındır. Şüphesiz Allah her şeye güç yetirendir. 78 Ve Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını ödeyesiniz diye işitme, görme duyularını ve gönüller verdi. 79 Gök boşluğunda, bir emre boyun eğdirilmiş olan kuşlara/bulutlara bakmadılar mı? Onları Allah'tan başkası tutmuyor. Bunda, inanan bir toplum için elbette ki alâmetler/göstergeler vardır. 80 Ve Allah, size evlerinizden bir huzur ve dinlenme yaptı. Ve hayvanların derilerinden yolculuk ve konaklama günlerinizde evler ve yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar döşeme eşyası ve kazanç sağlattı. 81 Ve Allah, oluşturduklarından sizin için gölgeler yaptı ve sizin için dağlardan barınaklar yaptı. Sizi sıcaktan-soğuktan koruyacak elbiseler ve sizi kendi hışmınızdan koruyan elbiseler var etti. İşte böylece Allah, Müslüman olasınız diye üzerinize nimetini tamamlamaktadır. 82 Buna rağmen eğer yüz çevirirlerse, artık sana düşen sadece apaçık bir tebliğdir. 83 Onlar, Allah'ın nimetini bilirler, sonra onu tanınmaz hâle getirirler. Onların çoğu kâfirlerdir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselerdir. 84 Ve her ümmetten bir şâhit getireceğimiz gün, artık kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere izin verilmez. Onlardan özür dilemeleri de istenmez. 85 Ve o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler, azabı gördükleri zaman, artık onlardan hafifletilmez ve onlara süre verilmez. 86 Ve ortak koşan o kimseler, ortak koştukları şeyleri gördükleri zaman: “Rabbimiz! İşte bunlar, Senin astlarından bizim kendilerine yakardığımız ortaklarımız olan kimselerdir” dediler. Koştukları ortaklar da hemen onlara, “Şüphesiz siz kesinlikle yalancılarsınız” diye söz attılar. 6
  • 7. 87Ve onlar, o gün, Allah'a teslim oldular. Uydurmuş oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp gitti. 88 Küfreden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden ve Allah yolundan çeviren şu kimseler, Biz yaptıkları bozgunculuk nedeniyle onlara azap üstüne azap artırdık. 89 Ve Biz o gün, her ümmet içinde, kendilerinden kendi aleyhlerine bir şâhit göndereceğiz. Seni de onların üzerine şâhit getireceğiz. Biz bu kitabı da, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara bir kılavuz, bir rahmet ve bir müjde olarak sana indirdik. 90 Şüphesiz Allah, adaleti, iyileştirmeyi-güzelleştirmeyi ve yakınlara vermeyi emreder; hayâsızlıktan, kötülükten ve azgınlıktan nehyeder. O, düşünüp öğüt alırsınız diye size öğüt verir. 91 Ve sözleşme yaptığınızda Allah'ın ahdini/Allah'a verdiğiniz sözleri yerine getirin. Yeminlerinizi/ sözleşmelerinizi sağlama aldıktan ve Allah'ı kendinize kesin olarak kefil kıldıktan sonra da onları bozmayın. Şüphesiz ki Allah, işlediğiniz şeyleri bilir. 92 Bir ümmet, diğer bir ümmetten daha çoktur diye, yeminlerinizi aranızda aldatma aracı edinerek, ipliğini sağlamca eğirdikten sonra, onu söküp bozan kadın gibi de olmayın. Şüphesiz Allah, sizi bununla sınıyor. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri kıyâmet günü size kesinlikle açıklayacaktır. 93 Ve Allah dileseydi elbette hepinizi tek bir ümmet yapardı. Fakat Allah dilediğini saptırır ve dilediğine de doğru yolu kılavuzlar/ dileyeni saptırır, dileyene kılavuzluk eder. Ve şüphesiz ki siz, bütün yaptıklarınızdan sorulacaksınız/sorumlu tutulacaksınız. 94 Ve yeminlerinizi aranızda aldatma ve bozgunculuğa/ kargaşaya araç edinmeyin. Sonra ayak sağlam bastıktan sonra kayıverir ve Allah yolundan saptığınız için, kötülüğü tadarsınız. Büyük azap da sizin içindir. 95 Ve Allah'ın ahdini/ Allah'a verilen sözleri az bir bedel karşılığında satmayın. Eğer bilirseniz kesinlikle Allah katındaki; o, sizin için daha hayırlıdır. 96 Sizin yanınızdaki tükenir, Allah'ın katındaki ise kalıcıdır. Ve Biz kesinlikle sabredenlere ecirlerini, yaptıklarının daha güzeli olarak karşılık vereceğiz. 97 Erkek-dişi, mü’min olarak kim iyi amel işlerse kesinlikle onu güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve kesinlikle onların ücretlerini, yapmış oldukları amellerin daha güzeliyle ödüllendireceğiz. 98 Öyleyse Kur’ân öğrenip öğrettiğin zaman Racim Şeytan’dan; [aklınıza hemen geliveren, iyiden iyiye düşünme sonucu olmayan, sizi mahvedecek mesnetsiz düşünceler üreten yetiden] Allah’a sığın/ sığındığına inan. 99,100 Şüphesiz ki iman etmiş ve Rablerine işin sonucunu havale eden kimseler üzerinde Şeytan-ı Racim'in hiçbir zorlayıcı gücü yoktur. Onun zorlayıcı gücü, ancak kendisini, yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın edinenler ve Allah'a ortak koşanların ta kendileri olan kimseler üzerinedir. 101 Ve Biz bir âyet yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman –Allah ne indirdiğini daha iyi bilen olmasına rağmen– onlar, “Sen, ancak bir uydurucusun” dediler. İşin doğrusu onların çoğu bilmiyorlar. 102 De ki: “Allah, onu; indirdiğini, Rabbinden ruhulkudüs; Toplumu canlandıran Allah ilkesi olarak, iman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek/tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere, hak ile indirmiştir. 7
  • 8. 103 Ve kesinlikle Biz biliyoruz ki, onlar “Sadece, o'na bir beşer öğretiyor” diyorlar. Peygamber'e öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili yabancıdır. Kur’ân ise apaçık bir Arapça'dır. 104 Şüphesiz Allah'ın âyetlerine inanmayan kimseler; Allah onlara kılavuz olmaz ve onlar için pek acı bir azap vardır. 105 Yalanı, yalnızca Allah'ın âyetlerine inanmayan kimseler uydurur. Ve işte onlar, yalancıların ta kendileridir. 106 Her kim imanından sonra küfreder; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeder, –kalbi iman ile yatışmış hâlde iken, baskıyla zorlanan hariç olmak üzere– ve de küfre; inanmamaya göğsünü açarsa, artık kendilerinin üzerine Allah'tan bir gazap vardır. Bunlar için büyük bir azap da vardır. 107 Bu, onların dünya hayatını âhirete göre daha sevimli bulmalarından ve şüphesiz Allah'ın da kâfirler toplumuna; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden bir topluluğa doğru yolu göstermemesi nedeniyledir. 108 Onlar, Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini damgaladığı/mühürlediği kimselerdir. İlgisiz, bilgisiz, duyarsız olanlar, onların ta kendileridir. 109 Onların âhirette ziyana uğrayanların ta kendileri olduğuna şüphe diye bir şey yoktur. 110 Sonra şüphesiz senin Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret eden, sonra çaba harcayan ve sabreden kimseler içindir. Şüphesiz senin Rabbin bundan sonra kesinlikle çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. 111 O gün, herkes kendi nefsi için uğraşarak gelecek ve herkes yaptığı şeyleri tastamam alacak. Ve onlar haksızlığa uğratılmayacak. 112 Ve Allah bir kenti misal olarak verdi: Bu kent, güvenli, huzurlu idi ve oraya her bir yerden rızkı bol bol gelirdi. Ne var ki, onlar Allah'ın nimetlerine karşı iyilikbilmezlik ettiler. Allah da onlara, yapıp ürettikleri şeyler yüzünden açlık ve korku elbisesini/felâketini tattırıverdi. 113 Ve andolsun ki, onlara içlerinden bir elçi gelmişti de onu yalanladılar. Bunun üzerine, onlar şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yaparlarken azap onları yakalayıverdi. 114 Artık Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden helal ve temiz olarak yiyin. Allah'ın nimetine karşılığını ödeyin; eğer sadece O'na kulluk edecekseniz. 115 Allah, size ancak leşi, kanı, domuzun etini ve Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kıldı. Artık her kim saldırmadan ve aşırı gitmeden zorlanırsa, bilsin ki, şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir. 116 Ve kendi dillerinizin yalan nitelemesi ile Allah'a yalan uydurmak için, “Şu helaldir, şu haramdır” demeyin. Şüphesiz Allah'a yalan uyduran kimseler iflah olmazlar. 117 Onların dünyalıkları pek az bir kazanımdır. Ve onlar için çok acıklı bir azap vardır. 118 Biz sana anlattıklarımızı [leş, kan, domuzun etini], daha önce Yahudilere de haram kılmıştık. Ve Biz onlara haksızlık etmedik. Ama onlar şirk koşarak kendilerine haksızlık ediyorlardı. 119 Sonra şüphesiz senin Rabbin, bir cahillikle günah işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden ve düzelten kimseler içindir. Şüphesiz ki senin Rabbin, bundan sonra kesinlikle çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. 8
  • 9. 120,121 Şüphesiz İbrâhîm içtenlikle Allah'a boyun eğen, ortak koşma inancından dönmüş, Allah'ın nimetlerine karşılık ödeyen başlı başına bir ümmet idi. Ve o, ortak koşanlardan olmadı. Ve Allah, o'nu seçti ve dosdoğru yola kılavuzladı. 122 Ve Biz İbrâhîm'e dünyada iyilik-güzellik verdik. Ve şüphesiz O, âhirette de kesinlikle sâlihlerdendir. 123 Sonra sana: “Küfürden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten, ortak koşmakdan dönmüş bir kişi olan ve ortak koşanlardan olmayan İbrâhîm'in dinine/yaşam tarzına tâbi ol” diye vahyettik. 124 Sebt; Düşünüp taşınma günü, ancak, Sebt/düşünüp taşınma günü konusunda anlaşmazlığa düşen kimseler üzerine kılındı. Ve şüphesiz senin Rabbin onların içinde anlaşmazlığa düşüp durdukları şeyler hakkında kıyâmet günü aralarında kesinlikle hüküm verecektir. 125 Rabbinin yoluna, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Şüphesiz Rabbin Kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, kılavuzlandıkları doğru yolda olanları da en iyi bilendir. 126 Ve eğer ceza verecek olursanız da, sizin cezalandırıldığınızın misli ile ceza verin. Ve eğer sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır. 127 Sen sabırlı ol! Senin sabretmen de ancak Allah iledir. Onlar için üzülme! Onların kurdukları tuzaklardan sıkıntıya düşme! 128 Şüphesiz ki Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişiler ve kendileri, iyileştiren-güzelleştiren kişilerin ta kendisi olanlar ile birliktedir. TAHLİL 1 Allah'ın emri kesinlikle gelecek. Artık onu acele edip istemeyiniz. Allah, onların ortak koştukları şeylerden arınıktır ve yücedir. Sure, Resulullah’ın uyarılarına karşı “o vaat edilen ne zamanmış?” diyen inançsızların uyarıldığı ve Allah’ın onların ortak koştuklarından münezzeh olduğunun vurgulandığı bu ayetle başlamaktadır. “Allah’ın emri geldi [kesinlikle gelecek]. Artık onu acele edip istemeyiniz” ifadesiyle müşriklere “sizin uzak saydığınız ya da yok saydığınız Allah’ın emri [ölüm, kıyamet, ahıret]” kapınızdadır, çok yakındır, geldi gelecek haldedir; acele istemeyin” denilmektedir. Ayetin nüzul sebebi hakkında klasik kaynaklarda şu bilgi yer almaktadır: Rivayet olunduğuna göre, “Saat [Kıyamet] yaklaştı. Ay [ikiye] ayrıldı (Kamer/1)” ayeti nazil olunca, kâfirler kendi aralarında: "O, kıyametin yaklaştığını iddia ediyor. Dolayısı ile yapmakta olduğunuz bazı (kötü) işleri artık bırakın. Olup bitecekleri hep birlikte görelim" dediler. Fakat kıyamet hemen kopmayınca, "Bizi tehdid ettiğin şeyden birşey görmedik" dediler. Bunun üzerine, “İnsanların hesap [günü] yaklaştı (Enbiya/1)” ayeti nazil oldu. Kâfirler bundan dolayı tır tir titreyip korkarak o günlerin gelmesini beklemeye başladılar. Ama o günlerin gelmesi uzayıp gelmeyince, "Ey Muhammed, bizi tehdit ettiğin şeyden hiçbir iz göremedik" dediler. Bunun üzerine işte, "Allah'ın emri geldi" ayeti nazil oldu. Hz. Peygamber (s.a.s) diz üstü çöktü ve insanlar başlarını kaldırınca, ayetteki 9
  • 10. "Artık onu vaktinden evvel istemeyin" ifadesi nazil oldu.2 Mekkeli müşrikler, kendilerine vaad edilenlere karşı akılları sıra bir tez üretmekteydiler. Bunlar birçok kez açıklanmıştı: 31 Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman da, “İşittik, dilersek bunun gibisini biz de söyleriz, bu, geçmiş toplumların efsanelerinden başka bir şey değildir” demişlerdi. 32 Bir vakit de onlar, “Ey Allah'ım! Eğer bu, Senin katından gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi. 33 Hâlbuki sen içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma diledikleri sürece de Allah onlara azap edici değildir. (Enfal/31- 33) 53 Ve senden azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer belirlenmiş/ adı konmuş bir süre sonu olmasaydı, azap onlara elbette gelmişti. Ve o azap, hiç farkında olmadıkları bir sırada kendilerine ansızın elbette gelecektir. 54,55 Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Şüphesiz cehennem de kesinlikle, kendilerini üstlerinden ve ayaklarının altından bürüdüğü günde kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri kuşatıcıdır. Ve O, “Yapmış olduklarınızı tadın!” der. (Ankebut/53-55) Ve En’am/57, 58, Yunus/50, 51, Şuara/204- 208, Saffat/176, 177. Kendilerine vaad edilenlere karşı tez üretmek, sadece Mekke müşriklerine özgü bir tutum değildi. Geçmiş müşriklerin, kâfirlerin de tarzıydı. Onların ortak özelliğini, Kehf/ 55 ve Ahkâf/ 21- 28’de detaylı olarak görmekteyiz. Konumuz olan ayetin “O [Allah], onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir ve yücedir” şeklindeki son cümlesinde Allah’a ortak koşulduğu ifade edilen şeyler, insanların edindikleri sahte ilahlardır. Bu sahte ilahlar insanların kendi hevaları, mal-mülk, kadın-kız veya tutkuyla bağlanılan başka varlıklar olabileceği gibi, cahiliye Araplarında olduğu gibi Lat, Menat, Uzza ve Hubel isminde heykeller veya Nuh peygamber döneminden kalma Vedd, Suva, Yagus, Yeük ve Nesr gibi putlar da olabilir. Kur’an’ın indiği topraklarda bilinenlerin dışında, dünyanın diğer yerlerinde edinilen sahte ilahlar da buna dâhildir. Mesela Eski Yunan ve Roma’daki Olimpos tanrıları, Zeus, Apollo, Artemis; eski Mezopotamya uygarlıklarında tanrı kabul edilen Ay, Güneş ve diğer gök cisimleri, Afrika ve Amerika yerlilerince ilah kabul edilen tabiat varlıkları, insanlık tarihi boyunca zaman zaman tanrılaştırılan melekler, cinler, peygamberler de buna dâhildir. Tarih, vaktiyle salih kul olarak yaşamış bazı insanların, din bilginlerinin ve hatta bazı devlet yöneticilerinin bile tanrılaştırıldığı dönemlere tanık olmuştur. 2 Allah, kullarından dilediğine, haberci âyetleri/ vahyi, Kendisine özgü bir iş olarak ruh/ can ile birlikte: “Şüphesiz Benden başka ilâh yok, o hâlde Benim korumam altına girin diye uyarın” göreviyle indirir. Bu ayetle başlayan ve 24. ayete kadar devam eden bu ayet grubunda Allah’ın insanlara lütfettiği maddî ve manevî nimetler sayılmış, insanoğlunun hayatını ve 2 (Razi; el Mefatihu’l Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l Kur’an) 10
  • 11. geçimini kolaylaştıran vasıtalar ile Allah’ın evrendeki varlık ve birliğine kanıt olan bir takım ayetlere dikkat çekilmiştir. Bununla Rabbimiz müşriklerin anlayışlarından münezzeh olduğunu ortaya koymuştur. Bu maksada yönelik olarak Rabbimiz kendi sıfatlarını sayıp dökmüş, düzmece ilâh ve rablerde bu sıfat ve özelliklerin olmadığını, olamayacağını beyan etmiştir. Konumuz olan 2. ayette Rabbimizin insanlara bahşettiği en büyük nimete, vahye dikkat çekilmiştir. Bu ayetlerde şu noktalar üzerinde durulmuştur: Allah, elçilik görevini kime isterse ona verir. Elçi yapacağı kişiyi O, Kendisi seçer ve elçi yapar. Bunda kimsenin bir dahli, tesiri söz konusu olmaz. 75,76 Allah, haberci âyetlerden elçiler seçer, insanlardan da elçiler seçer. Şüphesiz Allah, en iyi işiten, en iyi görendir, ellerinin arasında olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve işler, yalnızca Allah'a döndürülür. (Hacc/75, 76) 124 Ve onlara bir âyet geldiği zaman, “Allah'ın elçilerine verilen gibi bize de verilmedikçe asla inanmayacağız” dediler. Allah elçilik görevini nereye vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere, çevirdikleri hilelerinden dolayı Allah katında bir aşağılık ve çetin bir azap dokunacaktır. (En’am/124) 32 Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. (Zuhruf/32) 2,3 O, Anakentliler/Mekkeliler içinde, kendilerinden olan ve Anakentlilere ve henüz onlara katılmamış olan onlardan başkalarına Allah'ın âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitabı ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğreten bir elçi gönderendir. –Onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde olsalar da.– Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. 4 Elçi göndermek, Allah'ın dilediği kişilere verdiği armağanıdır. Ve Allah, büyük armağan sahibidir. (Cuma/2-4) Meleklerin indirilişi: Ayette Yüce Allah’ın, bazı kullarına melekleri ruh ile birlikte indirdiği konu edilmektedir. Burada konu edilen “kullar” elçilerdir. Onlara indirdiği melekler de bu elçilere indirdiği vahiylerdir. Bu konu daha evvel Kadr suresinde detaylı olarak işlenmişti. Vahyi göndermenin sırf Allah’a özgü bir iş oluşu: Rabbimiz vahiyde aracı kullanmamakta, vahyini elçisinin kalbine bizzat kendisi ilka etmektedir. Vahyin bu şekilde gerçekleştiği başka ayetlerden de anlaşılmaktadır: 15 O, dereceleri yükseltendir, en büyük tahtın/en yüksek mevkiin sahibidir: O, buluşma günü hakkında uyarmak için Kendi emrinden/ Kendi işinden olan vahyi kullarından dilediğine bırakır. (Mü’min/15) 52,53 İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden/Kendi işimizden olan ruhu/ Kur’ân'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle 11
  • 12. kılavuzladığımız bir nûr/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan Allah'ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın, bütün işler yalnız Allah'a döner. (Şura/52, 53) Vahyin amacı: Ayetteki ‘Şüphesiz Benden başka ilâh yok, o hâlde Bana takvalı davranın’ diye uyarın diye indirir/ hulûl ettirir” ifadesinden, vahyin amacının “Allah’tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığını” bildirmek, öğretmek olduğu anlaşılmaktadır. İlk peygamberden son peygambere, ilk kitaptan son kitaba kadar hepsi aynı amaç için gönderilmiştir: 25 Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki ona: “Gerçek şu ki, Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için Bana kulluk edin” diye vahyetmiş olmayalım. (Enbiya/25) 1-4 Elif/1, Lâm/30, Râ/200. Bu Kur’ân, Allah'tan başkasına kulluk etmeyin; sadece Allah'a kulluk edin diye, âyetleri, şirk koşarak yapılan yanlışı; kendi zararlarına işi ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler içertilmiş/bozulması engellenmiş, bir de en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan, her şeyin iç yüzünü/gizli taraflarını da iyi bilen tarafından ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır: “Şüphesiz ben sizin için O'nun tarafından bir uyarıcı ve bir müjdeciyim. Ve Rabbinizden bağışlanma isteyin, sonra O'na tevbe edin ki, sizi adı konmuş bir süre sonuna kadar güzelce yararlandırsın. Ve her fazilet sahibine armağanlarını versin. Ve eğer yüz çevirirseniz, ben sizin aleyhinize olan büyük bir günün azabından korkarım. Dönüşünüz yalnızca Allah'adır. Ve O her şeye gücü yetendir.” (Hud/1-4) 192 Ve şüphesiz ki bu apaçık kitap, kesinlikle âlemlerin Rabbinin indirmesidir. 193-195 O apaçık kitapla, uyarıcılardan olasın diye apaçık bir Arapça lisan ile senin kalbine Güvenilir Can [ilâhi mesajlar, güvenilir bilgi] indi. 196 Ve şüphesiz Güvenilir Can [güvenilir bilgi], kesinlikle öncekilerin kitaplarında da vardı. (Şuara/192-196) Ve Ya Sin/69, 70, Şura/7, Furkan/1, Naziat/45, Mü’min/15. Bu konu ile ilgili yüzlerce ayet mevcuttur. 3 Allah, gökleri ve yeryüzünü hak ile oluşturdu. O, onların ortak koştukları şeylerden yücedir. Bu ayette evrenin “hak [gerçek]” ile yaratıldığı vurgulanmıştır. Konu edilen “gerçek”in ne olduğu, aşağıdaki ayetler dikkate alındığında daha iyi anlaşılmaktadır: 19,20 Gökleri ve yeryüzünü Allah'ın gerçek ile oluşturduğunuı görmedin mi/ hiç düşünmedin mi? O dilerse sizi giderir ve yepyeni bir halk/ oluşturuluş getirir. Bu, Allah'a göre zor değildir. (İbrahim/19) 73 Ve O, gökleri ve yeri hak ile oluşturandır. Ve O, “Ol!” dediği gün hemen olur. O'nun sözü haktır. Sûr'a üflendiği gün de mülk ancak O'nundur. O, gizliyi ve açığı bilendir. O, en iyi yasa koyandır, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır, her şeyin iç yüzünü/gizli taraflarını da iyi bilendir. (En’am/73) 12
  • 13. 5 O, güneşi bir aydınlık, ay'ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, aya menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile oluşturmuştur. O, bilecek olan bir toplum için âyetleri ayrıntılı olarak açıklar. (Yunus/5) Ve Ankebut/44, Hicr/85, Rum/8, Zümer/5, Duhan/38, 39, Casiye/22, Ahkaf/3, Teğabün/3, Zariyat/23, Hakka/51. Bu ayetlerde konu edilen gerçek, “bunların muvakkat; süreli” oluşudur. Kâinata bakan, gözlem yapan, araştıran herkes bu gerçeği, yani bunların süreli olduğunu, sürelerini tamamladıktan sonra yok olacaklarını anlar. 4 Allah, insanı bir nutfeden oluşturdu. Bir de bakarsın ki, o apaçık bir düşmandır. Bu ayette Rabbimiz, insanı bir nutfeden [döllenmiş yumurtadan] yarattığını; böyle olmasına rağmen insanın bunu unutup Allah’a hasımlığa soyunduğunu açıklarken hem kendi varlığının delillerine hem de insanın nankör yapısına dikkat çekmektedir. İnsanı çok hakir, değersiz bir konumdan çok saygın bir duruma getirenin bizzat Allah olmasına rağmen insanoğlu kerameti kendisinden belleyerek ve geçici nimetlere bel bağlayarak şımarmakta, böylece Rabbine karşı nankörce bir tutum takınmaktadır. Bu durum daha evvel Ya Sin suresinde de dile getirilmişti: 77 Ve o kişi, kendisini bir nutfeden/ bir damla sudan oluşturduğumuzu görmedi mi de şimdi o apaçık bir düşmandır. 78 Ve kendi oluşturuluşunu dikkate almayarak Bize bir örnekleme yaptı: Dedi ki: “Kim diriltecekmiş o kemikleri? Onlar çürümüş iken!” 79,80 De ki: “Onları ilk defa oluşturan onları diriltecektir. Ve O, her oluşturmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş/oksijen yapandır. Şimdi de siz oksijenden yakıp duruyorsunuz. 81 Gökleri ve yeri oluşturan, onlar gibilerini de oluşturmaya güç yetiren değil midir? Evet, elbette güç yetirendir! Ve O, çok çok mükemmel oluşturandır, çok iyi bilendir. 82 Şüphesiz ki O, bir şeyi dilediğinde, O'nun buyruğu/işi o şeye “Ol!” demektir; o da hemen oluverir. (Ya Sin/77–82) İnsanın Rabbine hasım kesilmesi, Allah’ın gönderdiği elçileri ve bu elçilerin tebliğ ettiği mesajları kabul etmemesi, bunun sonucu olarak da öldükten sonra dirileceği gerçeğini inkâr ederek Allah’a karşı sorumlu olduğunu reddetmesidir. Bu tıynettekiler kıyameti ve haşri yalanlamaya çok istekli davranarak bu hasımlıklarını her fırsatta hareketleriyle ortaya koymaya çalışırlar. Bunu Resulullah döneminde açık açık yaparken günümüzdeki temsilcileri ise aynı düşmanlığı sinsi yöntemlerle, çoğu zaman da bilimsel jargon kullanarak yapmaya kalkışmaktadırlar: 15-17 Ve onlar: “Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir. Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz tekrar dirilecekmişiz? Önceki atalarımız da mı?” diyorlar. (Saffat/16) 73,74 Şimdi bir bak, Allah'ın arıtılmış kulları dışındaki o uyarılanların sonu nasıl oldu? (Saffat/53) 2,3 Ama onlar, kendilerine içlerinden uyarıcı geldiğine şaşırdılar da kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler, “Bu, şaşılacak bir şeydir! Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi? Bu, uzak bir dönüştür” dediler. (Kaf/2, 3) Ve Secde/10, İsra/49, İsra/98, Müminun/35. 13
  • 14. İnsanın nutfeden yaratıldığı birçok kez [Kehf/37, Hacc/5, Mü’minun/13, 14, Fatır/11, Mü’min/67, Necm/46, Kıyamet/37, İnsan/2, Abese/19] vurgulanmıştır. Ayrıca aşağıdaki ayet, insana neden yaratıldığını hatırlatarak yaratıcısına hasım olması durumunda neyle karşılaşacağını veciz bir dille haber vermektedir: 5 Onun için insan neden oluşturulmuş olduğuna bir baksın; 6,7 omurga ile göğüs kemikleri arasından çıkan, atıcı bir sudan; “östrojen” ve “testosteron”dan başlanarak oluşturuldu. 8,9 Şüphe yok ki o Yaratıcı, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün, onun geri döndürülmesine güç yetirendir. 10 Artık onun için ne herhangi bir güç vardır, ne de herhangi bir yardımcı. (Tarık/5-10) 5 Hayvanları O oluşturmuştur. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok yararlar vardır. Siz, onlardan bir kısmını da yersiniz. 6 Ve hayvanlarda, akşam vakti getirdiğinizde ve sabahleyin saldığınızda sizin için bir güzellik vardır. 7 Ve hayvanlar, ancak canınızın bir parçası tükenerek/ çok yorularak ulaşabileceğiniz bir memlekete yüklerinizi taşırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz, kesinlikle çok şefkatlidir, çok merhametlidir. 8 Ve Allah, kendilerine binesiniz, hem de zînet olsun diye, atları, katırları ve eşekleri oluşturdu. Bilmediğiniz şeyleri de O oluşturuyor. Bu ayetlerde Rabbimiz koyun, deve, keçi ve sığır gibi hayvanların önemine değinerek insanlığın bu hayvanlardan gıda, giyecek, ziynet, taşıma ve ulaşım alanlarında nasıl yararlandıklarını hatırlatmaktadır. Bu hayvanların olmaması durumunda insan hayatının ne tür yoksunluk ve sıkıntılarla iç içe olacağı herkesçe takdir edilebilir. Bu nedenle, bu nimetleri veren Allah unutulmamalıdır. 80 Ve Allah, size evlerinizden bir huzur ve dinlenme yaptı. Ve hayvanların derilerinden yolculuk ve konaklama günlerinizde evler ve yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar döşeme eşyası ve kazanç sağlattı. (Nahl/80) 71 Ve onlar görmediler mi ki, Biz şüphesiz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar oluşturduk da onlar, onlara sahip bulunuyorlar. 72 Ve onları, kendileri için aşağı tutulan varlıklar yaptık. Bu yüzden binekleri onlardandır. Onlardan yiyip duruyorlar da. 73 Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödemeyip nankörlük mü edecekler? (Ya Sin/71-73) Ve Mü'minun/21-22, Ğâfir/79-81, Zuhruf/12-14. 9 Yolun doğrusu yalnızca Allah'a borçtur. Yolun eğrisi de vardır. Ve eğer Allah dileseydi, sizi topluca doğru yola kılavuzlardı. Bu ayette Rabbimiz, merhameti gereği elçi göndererek, kitap indirerek insanlara yolun doğrusunu bildirdiğini, yolun eğrisi de bulunduğu için onları eğri yoldan korumak istediğini, ama insanları özgür bıraktığını, kimseyi doğru yol için zorlamadığını, isteyenin sonucuna katlanmayı göze alarak eğri yola da gidebileceğini beyan etmektedir. Bu konu birçok ayet ile insanlara açıklanmıştır: 272 Onları doğru yola getirmek senin boynuna borç değildir, ancak Allah dilediği kimseyi doğru yola getirir. Ve hayırdan harcamada bulunduğunuz şeyler sırf kendiniz içindir. Ve siz yalnızca Allah 14
  • 15. rızasını gözetmenin dışında harcamada bulunmazsınız. Ve hayırdan ne harcamada bulunursanız, o, size tastamam ödenecektir. Ve siz, haksızlığa uğratılmayacaksınız. (Bakara/272) 151 De ki: “Geliniz, Rabbinizin size neleri tabulaştırdığını; dokunulmaz kıldığını okuyayım: ‘Kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamanızı, ana babaya iyilik yapmanızı- güzel davranmanızı, fakirlik endişesiyle / fakirleştiriliriz korkusuyla çocuklarınızı öldürmemenizi, - Sizi ve onları Biz rızklandırıyoruz.- kötülüklerin açığına ve gizlisine yaklaşmamanızı, haksız yere, Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmemenizi, -İşte bunlar, aklınızı kullanasınız diye O’nun size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.- 152 Yetimin malına da yaklaşmamanızı, -Yalnız erginlik çağına erişinceye kadar en güzel biçimde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz.- ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapmanızı, -Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile; kapasitesi dışındaki bir şeyle yükümlü tutmayız.- söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa adil olmanızı ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutmanızı.’ -İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye Allah’ın size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.-” 153 Ve şüphesiz ki, bu, dosdoğru olarak Benim yolumdur. Hemen ona uyun. Ve başka yollara uymayın da sizi O’nun yolundan ayırmasın. İşte bunlar, Allah’ın koruması altına girersiniz diye Allah’ın size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır. 154 Sonra Biz, Rablerine kavuşacaklarına inansınlar diye iyilik-güzellik üretenlere tamam olarak, her şeyi genişçe açıklamak ve kılavuz ve rahmet olmak üzere Mûsâ'ya Kitab'ı verdik. 155-157 Ve Kur’ân, “Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa; Yahudi ve Hristiyanlara indirildi; biz ise, o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk” veya “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz diye Bizim indirdiğimiz bereketli bir kitaptır. O nedenle, rahmet olunmanız için ona uyun ve Allah'ın koruması altına girin. İşte size de Rabbinizden açık delil, kılavuz ve rahmet gelmiştir. Öyleyse Allah'ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha yanlış, kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız. (En’am/151-157) 149 De ki: “İşte, en kesin ve üstün delil, Allah'ındır. O nedenle eğer Allah dileseydi, elbette hepinize kılavuz olurdu.” (En’am/149) Ve Yunus/99, Kehf/29, Enbiya/35, Hıcr/41, Hud/118,119. 10,11 O, sizin için gökten bir su indirdi. İçecekleriniz ondandır. Hayvanları otlattığınız ağaçlar-bitkiler de ondandır. Allah, su ile sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve tüm meyvelerden bitiriyor. Şüphesiz bunda iyiden iyiye düşünen bir toplum için kesinlikle birer alâmet/gösterge vardır. 12 Ve Allah, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi/sizin yararlanacağınız özelliklerde yarattı. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için alâmetler/göstergeler vardır. 13 Yeryüzünde sizin için renklerini değişik olarak yarattığı şeyleri de sizin hizmetinize sunmuştur. Şüphesiz bunda öğüt alan bir toplum için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. 14 Ve O, denizden taze et yiyesiniz ve ondan takındığınız süs eşyasını çıkarasınız diye armağanlarından rızık aramanız için ve kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödemeniz için denizi sizin emrinize verendir. –Gemilerin denizde suyu yararak gittiklerini görüyorsun.– 15
  • 16. Rabbimiz bu ayetlerde her gün iç içe bulunduğumuz, onlar olmadan olamayacağımız nimetlerini hatırlatmıştır. Yiyeceklerimizin, içeceklerimizin temel kaynağı olan su, birinci planda verilmiştir. Sonra bunların oluşabilmesini sağlayan gece-gündüzün dönüşümden ve diğer nimetlerden söz edilmiştir. 73 Ve Allah'ın rahmetindendir ki O, geceyi ve gündüzü; gecede dinlenesiniz ve gündüzün, O'nun karşılıksız, fazladan verdiklerinden arayasınız ve kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye yaptı. (Kasas/73) 52 Mûsâ: “Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim yanlış yapmaz ve unutmaz/terk etmez. 53 O, yeryüzünü sizin için bir döşek yapan, oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su indirendir” 52 dedi. –İşte Biz, o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. 54 Yiyiniz ve hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz akıl sahipleri için bunda nice alâmetler/göstergeler vardır! 55 Biz sizi yeryüzünden oluşturduk, sizi ona döndüreceğiz ve sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.– 56 Ve andolsun ki Biz, Firavun'a alâmetlerimizi/göstergelerimizi; hepsini gösterdik de o yalanladı ve dayattı. (Ta Ha/53) Konumuz olan paragrafta sayılan nimetler ile ilgili olarak Kur’an’da daha yüzlerce ayet mevcuttur. Nimetlerin burada sayılma nedeni, onlardan dolayı Allah’a şükredilmesi, bedellerinin ödenmesi gerektiği mesajını vermektir. 15,16 Ve Allah size sofra olması için yeryüzünün içinde sabit-sağlam dağlar, ırmaklar ve siz kılavuzlandığınız doğru yolu bulasınız diye yollar ve daha nice âlametler bıraktı. Ve Onlar yıldızlarla/ Kur’ân âyetleri öbekleriyle yollarını bulurlar. Bu ayetlerde Rabbimiz dağların fonksiyonuna değinmiş, dağların insanlar için çok büyük bir nimet olduğuna dikkat çekmiştir. Ayetlerden anlaşılan odur ki, dağların yaratılmasındaki hikmet insanların sarsılmamasını sağlamaktır. Sabit dağlar olmasaydı, insanlar yeryüzünde çalkalanıp sallanacak, ayaklarını sağlamca yere basıp ayakta duramayacak, deprem oluyormuş gibi sürekli sallantı halinde olacaktı. Sallantı halinde olunca da yeryüzünde bitkilerin oluşumuna etki eden toprak ve su düzeni bozulacak, hava akımları düzeni bozulduğundan oksijen dağılımı olmayacak; böylece canlılar sofrasız kalacaktı. Rabbimiz yeryüzünü oluştururken, yani yerkabuğu jeolojik süreç içinde şekillenirken, Rabbimiz, dengeyi sağlamak için sağlam kazıklar denen dağları var etmiştir. Bu dağlar yeryüzünü ve yeryüzündekileri olumsuz etkileyecek yer sarsıntılarına engel olmak suretiyle stabiliteyi [dengeyi] sağlamaktadır. Dağların fonksiyonu ile ilgili Kur’an’da birçok ayet vardır: Ve Biz, Yeryüzünün içinde, onlar sarsılmasın diye sağlam kazıklar kıldık. Ve orada yollarını bulsunlar diye bol bol yollar kıldık. (Enbiya/31) Bunların dışında, Ra’d/3, Hıcr/19, Neml/61, Lokman/10, Fussılet/10, Sebe/13, Kaf/7, Mürselat/27, Nebe’/7 ve Naziat32’ye de bakılmalıdır. Dağların fonksiyonuna ilişkin daha evvel Mürselat suresinin tahlilinde geniş açıklama yapıldığından, konunun oradan tekrar okunmasını öneriyoruz. 17 Öyleyse yaratan/ Allah, yaratamayan sözde ilâhlar gibi olur mu? Hâlâ düşünmeyecek misiniz? 16
  • 17. 18 Ve eğer Allah'ın nimetlerini sayacak olsanız, onları sayamazsınız. Şüphesiz ki Allah kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir. 19 Ve Allah, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilir. 20,21 Ve onların Allah'ın astlarından yakardıkları şeyler herhangi bir şey oluşturamazlar, kendileri oluşturulmuşlardır, ölülerdir, diri değildirler. Ne zaman dirileceklerini de tam bilemezler. 22 Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. Artık âhirete inanmayan şu kimseler; onların kalpleri, tanıtmamaya çalışmaktadır ve onlar, kendilerinin büyük olduğuna inanan kimselerdir. 23 Allah'ın, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bildiğine hiç şüphe yoktur. Şüphesiz Allah, kendilerinin büyük olduğuna inananları sevmez. Rabbimiz, gerçek ilahlığını, her şeyin yaratıcısı olduğunu ve her şeyi Kendisinin idare ettiğini açık kanıtlarla ortaya koyduktan sonra, “Öyleyse yaratan [Allah], yaratmayan [putlar] gibi olur mu? Hala düşünmeyecek misiniz?” buyurarak Kendisini gereği gibi takdir edemeyen inkârcıları kınamakta, akılsızlıklarını ve nankörlüklerini eleştirmektedir. Sahte ilahlar ile “Tek Gerçek İlah”ın farkını ortaya koyan ve “Gerçek İlah”ın doğru olarak tanınması gerektiği mesajını veren onlarca ayet vardır: 73 Ey insanlar! Bir örnek verilmektedir, şimdi ona kulak verin: Sizin Allah'ın astlarından şu yakardıklarınız bir araya gelseler bile, bir sineği asla oluşturamazlar. Ve sinek onlardan bir şey kapsa onu kurtaramazlar. İsteyen ve istenen güçsüzdür. 74 Allah'ı gereği gibi değerlendirip bilemediler. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, her şeye üstündür. (Hacc/73, 74) 59 De ki: “Tüm övgüler, Allah'a mahsustur; başkası övülemez. Esenlik, güvenlik de seçip arı- duru hâle getirdiği kullarınadır. Allah mı hayırlıdır, yoksa onların ortak koştuğu şeyler mi?” 60 Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da gökleri ve yeryüzünü oluşturan, gökten sizin için su indiren mi? Sonra da Biz onunla, bir ağacını bile bitirmenizin söz konusu olmadığı güzel güzel bahçeler bitirmişizdir. Allah'la beraber başka bir ilâh mı var! Aksine onlar şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına işte devam eden bir toplumdur. 61 Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da yeryüzünü barınak yapan, aralarında nehirler oluşturan, onun için sabit dağlar koyan ve iki deniz arasına engel koyan mı? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Tam tersi onların çoğu bilmiyorlar. 62 Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve kötülüğü gideren, sizi yeryüzünün halifeleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var? Çok az düşünüyorsunuz! 63 Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da karanın ve denizin karanlıkları içinde size kılavuz olan, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Allah onların koştukları ortaklardan çok yücedir. 64 Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da önce oluşturmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan ve sizi hem gökten, hem yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilâh mı var? De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, kesin delilinizi getiriniz!” 65 De ki: “Gaybi; göklerde ve yerde görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği Allah'tan başka kimse bilmez. Ve onlar, ne zaman diriltileceklerinin bilincine varmazlar. (Neml/59-65) 194 Allah'ın astlarından yakardığınız kimseler, tıpkı sizin gibi kullardır. Eğer doğru iseniz haydi onları çağırın da size karşılık versinler. 195 Onların kendileriyle yürüyecek ayakları, tutacak elleri, görecek gözleri veya işitecek kulakları mı var? (A’raf/195) 17
  • 18. 11 İşte bu, Allah'ın oluşturmasıdır. Haydi, gösterin Bana! O'nun astlarından olan kimseler ne oluşturmuştur? Aslında o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. (Lokman/11) 40 De ki: “Allah'ın astlarından yakarıp durduğunuz ortak koştuğunuz kimseleri hiç düşündünüz mü? Gösterin bana, yeryüzünden neyi oluşturmuşlar? Ya da onlar için göklerde bir ortaklık mı var? Ya da Biz kendilerine bir kitap vermişiz de onlar, ondan bir delil üzerinde midirler?” Tam tersi, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler, birbirlerine, aldatmadan başka bir vaatte bulunmuyorlar. (Fatır/40) 24,25 Ve onlara: “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, onlar, kıyâmet günü, kendi günahlarını tam olarak yüklenmek ve bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yüklenmeleri için, “Öncekilerin efsaneleri” dediler. Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür! 26 Şüphesiz onlardan önceki kimseler tuzak kurdular da Allah, onların duvarlarına temellerinden vurdu. Sonra da çatı tepelerinden üzerlerine çöktü. Ve onlara azap akledemedikleri bir yönden geldi. Bu ayetlerde Mekkeli müşriklerin tutumları, yanlış inançları bir kez daha ortaya konarak onlara geçmişteki toplumlardan kendilerine benzeyen kavimlerin başlarına gelenler hatırlatılmaktadır. “Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür! Şüphesiz onlardan önceki kimseler tuzak kurdular da Allah onların duvarlarına temellerinden geldi. Sonra da çatı tepelerinden üzerlerine çöktü. Ve onlara azap akledemedikleri bir yönden geldi” şeklindeki bu hatırlatmayla bu nankör inkârcılara akıllarını başlarına almaları mesajı verilmektedir. Ayetin ifadesinde müşriklere yönelik ileri derecede bir tehdit söz konusudur. Gerçekten de Kur’an’da nakledilen kıssalar, arkeolojik kazılar, dünya üzerindeki binlerce ören yerleri ve tarihi bilgiler geçmiş kavimlerin başına gelen korkunç felaketleri göstermektedir. Rabbimiz bu uyarıyı önemine binaen birçok kez yapmıştır: 40 İşte hepsini günahları sebebiyle yakaladık: Onlardan kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, onlardan kimini korkunç bir ses yakaladı, onlardan kimini yerin dibine geçirdik, onlardan kimini de suda boğduk. Ve Allah onlara haksızlık etmiyordu velâkin onlar şirk koşmak sûretiyle kendilerine haksızlık ediyorlardı. (Ankebut/40) 16 Fakat onlar yüz çevirdiler; nimetlerin karşılığını ödemediler. Biz de üzerlerine barajların selini salıverdik ve iki bahçelerini onlara buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da “sidir ağacı” bulunan iki bahçeye çevirdik. (Sebe/16) 6 İnsanlardan kimi de vardır ki, bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve onu eğlence edinmek için laf eğlencesi satın alır. İşte onlar, kendileri için aşağılayıcı bir azap olanlardır. (Lokman/6) Konumuz olan ayetler, Allah ile savaş yapmaya yeltenenlerin, etkiledikleri kişilerin günahlarını da yüklenecekleri mesajını vermektedir. Bilinmelidir ki, bu tür insanlar yoldan çıkardıklarının günahlarının da bir kısmını yüklenirken, onların günahlarından da bir eksilme olmayacaktır. 18
  • 19. 13 Onlar, elbette kendi yüklerini ve kendi yükleriyle birlikte nice yükleri de taşıyacaklar. Ve uydurup durdukları şeylerden kıyâmet günü kesinlikle sorgulanacaklardır. (Ankebut/13) 85 Kim hayır ve iyiliklere aracı olmakla yardımcı olursa, bundan kendisine bir pay vardır. Kim de kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle veya kötülük çığırını açmakla yardımda bulunursa, ondan kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye güç yetirendir. (Nisa/85) 24. ayette Allah’ın ayetleri için “öncekilerin efsaneleri” diyen bir kişiden bahsedilmektedir. “Esbab-ı Nüzul” kayıtlarında bu sözleri söyleyen kimsenin Nadr b. el-Haris olduğu nakledilmektedir: Nadr bin el-Haris Hire'ye gitmiş ve orada Kelile ve Dimne ile ilgili anlatılan hikâyeleri satın almıştı. Sonra Kureyşlilere bu hikâyeleri okur ve şöyle dermiş: “Muhammed de arkadaşlarına ancak öncekilerin masallarını okumaktadır. Yani onun okuduğu şey, Rabbimizin indirdikleri değildir.”3 Bu konu daha evvel Furkan suresinde de yer almıştı. 5 Ve “O Kur’ân, yazılı duruma getirilmiş öncekilerin masallarıdır; şimdi de o, sabah-akşam/ sürekli kendisine okunmaktadır” dediler. (Furkan/5) Rabbimiz, Kendisiyle savaşma cüretinde bulunanları uyararak onlara tuzaklarının boş olduğunu bildirmiştir. Nitekim İbrahim suresinde onların tuzakları ile ilgili şu ayet yer almaktadır: 46 Ve gerçekten onlar, tuzaklarını kurdular. Onların tuzakları, Allah katındadır. Tuzakları, dağları yerinden oynatacak olsa bile… (İbrahim/46) 26. ayette “Allah, onların duvarlarına temellerinden geldi” denilmektedir. “Gelmek”, “gitmek”, “inmek”, “çıkmak” gibi kavramların Allah hakkında hakiki anlamlarıyla kullanılması mümkün değildir. O halde bu kavramları mecazî olarak anlamlandırmak gerekir. Burada kast edilen de, “Onlar inkâr edince Allah onlara binalarını temellerinden ve direklerinden söküp çıkaran bir zelzeleyi getirdi” şeklinde bir anlamdır. Allah hakkında az çok bilgisi olanlar bu ifadelerin mecaz olduğunu bilirler. Ayette anlatılmak istenen, Allah’ın onları tabiat olayları ile cezalandırdığıdır. Bunu ifade eden birçok ayet (A’raf/84,91, 92, Fil/1-5, Fussilet/16, 17, Ahkaf/24-25) vardır. 27 Sonra kıyâmet günü Allah, onları rezil-rüsva edecek ve “Hani uğrunda düşmanlık ettiğiniz ortaklarım nerede?” diyecektir. Kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler: “Şüphesiz ki bugün rezillik-rüsvalık ve kötülük, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler üzerinedir” diyecekler. 28 Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, kendilerine haksızlık etmiş kimseler olarak, meleklerin, geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırdıkları kimselerdir. Artık teslimiyeti koyarlar: “Biz, hiçbir kötülükten yapmıyorduk.” Tam tersi, şüphesiz Allah, sizin yapmakta olduklarınızı çok iyi bilendir. “29 O hâlde içinde sürekli kalanlar olarak cehennemin kapılarına girin!” denir. İşte, büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür! 3 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 19
  • 20. Bu ayet gurubunda, Elçi’nin tebliğ ettiği vahiy için “eskilerin masalları” diyen müşriklerin kıyamet ve mahşer günündeki durumları sergilenmiştir. Onlar, kıyamet gününde rezil-rüsva edilecek ve ortak koştukları sözde ilahlarının nerede olduğu sorulacaktır. Aklı başında olan bilgili kişiler ise kâfirlerin rezilliğinin hak edilmiş bir ceza olduğunu zaten kabullenmektedirler: 80 Ve kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler ise, “Yazıklar olsun size! İman eden ve sâlihi işleyen kimseler için Allah'ın vereceği ödül daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir” dediler. (Kasas/80) Müşriklerle ilgili kıyamet ve mahşer sahnelerinin yer aldığı ayetlerden birkaçı şunlardır: 22 Ve o gün hepsini toplayacağız. Sonra Biz, ortak koşan kimselere: “Hani nerede o gerçeğe aykırı olarak inandığınız ortaklarınız?” diyeceğiz. 23 Sonra, onların ateşlere atılmaları, “Rabbimiz, Allah'a kasem olsun ki ‘Biz ortak koşanlardan değildik’ demekten başka bir şey değildi.” (En’am/22) 28,29 Ve hepsini toplayacağımız, sonra da o ortak koşanlar için “Yerlerinize! Siz ve ortaklarınız!” diyeceğimiz gün, artık kesinlikle aralarını iyice açacağız ve onların ortakları, “Siz sadece bize tapmıyordunuz ki! Şimdi bizim aramızda ve sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. Biz sizin kulluğunuzdan kesinlikle bilgisizdik/ duyarsızdık” diyecekler. (Yunus/28, 29) 92,93 Ve onlara: “Allah'ın astlarından taptığınız şeyler nerede? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerine yardımları dokunuyor mu?” denilmiştir. (Şuara/93) 8,9 Şüphe yok ki o Yaratıcı, bütün sırların meydana çıkarıldığı gün, onun geri döndürülmesine güç yetirendir. 10 Artık onun için ne herhangi bir güç vardır, ne de herhangi bir yardımcı. (Tarık/10) 50,51 Ve sen, görevli güçlerin, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, “Tadın bakalım kızgın ateşin azabını! İşte bu, sizin kendi ellerinizle meydana getirdiğiniz şeyler sebebiyledir. Ve şüphesiz Allah, kullara hiçbir şekilde haksızlık eden biri değildir” diye onları geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırken bir görseydin. (Enfal/50,51) Bu ayetlerde şu noktalara değinilmiştir: * Kâfirler ölüm anlarında vefat ettirilirken çok sıkıntı çekerler, pişmanlık duyarlar ama iş işten geçmiş olur. Ümitsizlik ve çaresizlik anında iman işe yaramaz. 83 Ne zaman ki elçileri onlara açık delillerle geldi, kendilerinde bulunan bilgiden dolayı şımarıklık etmişlerdi. Hâlbuki o, alay ettikleri şey onları kuşatmıştı. 84 Sonra da ne zaman hışmımızı gördüler: “Allah'ın birliğine inandık ve O'na ortak koştuğumuz şeyleri kabul etmedik” dediler. 85 Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine yarar sağlayacak değildi. –Allah'ın, kulları hakkındaki sürüp giden tutumu...– İşte kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler burada kaybettiler, zarara uğradılar. (Mü’min/83-85) 20
  • 21. * Müşrikler orada da yalan söylerler: Ayette müşriklerin “Biz, hiç bir kötülükten yapmıyorduk” dedikleri nakledilmektedir. Onların bu ifadeleri, o şartlar altında bile yalan söylediklerini göstermektedir. Nitekim En’am suresinde şu pasaj yer almıştı: 22 Ve o gün hepsini toplayacağız. Sonra Biz, ortak koşan kimselere: “Hani nerede o gerçeğe aykırı olarak inandığınız ortaklarınız?” diyeceğiz. 23 Sonra, onların ateşlere atılmaları, “Rabbimiz, Allah'a kasem olsun ki ‘Biz ortak koşanlardan değildik’ demekten başka bir şey değildi.” 24 Bak, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler! O uydurdukları şeyler de kendilerinden ayrılıp kayboldu. 25 Onlardan sana kulak verenler vardır; oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına; kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık oluşturduk. Onlar, bütün alâmetleri/göstergeleri görseler de ona inanmazlar. Öyle ki, o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek “Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir” derler. (En’am/22-25) Yukarıdaki ayetlerde, müşriklerin sorgulandıkları sırada şirklerini inkârdan başka bir yol bulamayacakları belirtilmektedir. Mahşerdeki sorgu sırasında suçluların akıllarının başlarından gittiği, şaşkın, dehşete düşmüş bir hâlde olacakları göz önüne alınırsa, onların orada da yalan söylemelerinin mümkün olduğu düşünülebilir. Ancak ahirette yalan söylemenin hiçbir işe yaramayacağı Kur’an’da açıkça dile getirilen bir husustur. Yalan söylemeye kalksalar bile Yüce Allah çeşitli şahitlerle onların yalanlarını yüzlerine vuracaktır. Nitekim suçluların ahirette yalan söyleyeceklerini bildiren birçok ayet (Ya Sin/65, Fussılet/20, 21, En'âm/28, Mücâdele/18, Mümin/69-76) mevcuttur. 30-32 Ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselere: “Rabbiniz ne indirdi?” denilince onlar: “Hayır” derler. Bu dünyada güzelleştirenlere-iyileştirenlere iyilik-güzellik vardır. Âhiret yurdu ise kesinlikle daha hayırlıdır. Ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselerin yurdu; Adn cennetleri ne güzeldir! Onlar, oraya girecekler. Onun altından ırmaklar akar. Orada, onlar için diledikleri şeyler vardır. Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri işte böyle karşılıklandırır. Allah'ın koruması altına girmiş kişiler o kimselerdir ki, melekler onları hoş ve rahat ettirerek onlara geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırırlar. “Selâm size, yapmış olduğunuz işlerin karşılığı olarak girin cennete!” derler. Kendilerine “Rabbiniz ne indirdi?” diye sorulduğunda “Eskilerin masallarını...” diyen müşriklerin durumlarına karşılık bu ayetlerde de akıllı ve takvalı davranan müminlerin durumları nakledilmektedir. Aynı soruya “hayır indirildi” diye cevap veren müminler, bu teslimiyetleri karşılığında doğal olarak ahirette de “hayır” ile karşılaşacaklardır. Öyle ki, Rablerinden görecekleri bu hayırlı muamelenin sonucu olarak Adn cennetlerine yerleştirileceklerdir. İnananların, takvalı davrananların daima ödüllendirileceği Rabbimizin bir vaadidir: 30-32 Şüphesiz, “Rabbimiz Allah'tır” deyip sonra dosdoğru olanlar; onların üzerine, haberci âyetler sürekli iner; “Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında ve âhirette sizin yol gösterenleriniz, yardımcılarınız, koruyanlarınızız. Cennette, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olan, engin merhamet sahibinden bir ikram olarak sizin için nefislerinizin arzuladığı her şey var. Orada istediğiniz şeyler de sizin içindir.” 33,34 Ve Allah'a çağırıp/ yakarıp sâlihi işleyen ve “Ben, Müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır? Ve güzellikle çirkinlik/ iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel şeyle sav. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sımsıcak bir yakın'dır. 21
  • 22. 35 Bu olgun davranışa ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak büyük bir pay sahibi olan kavuşturulur. (Fussılet/30-34) “68-70 Ey âyetlerimize iman etmiş ve Müslümanlar olmuş olan kullarım! Bugün size korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz. Siz ve eşleriniz ağırlanmış olanlar olarak girin cennete! 71-73 -Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz.” (Zuhruf/68-73) 27 Allah, iman edenleri, basit dünya yaşamında ve âhirette sabit bir söze/imana sabitler. Allah, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları da saptırır. Ve Allah, dilediği şeyi yapar. (İbrahim/27) Muttakilerin kendilerine gönderilen vahiyleri “hayır” olarak nitelemeleri, Kur’an’ın mahza hayır, iyilik ve güzellik içerdiğini ifade etmektedir. Kur’an dünyada da hayırdır, ahırette de hayırdır. 14-17 Arınan, Rabbinin adını anıp da salât eden; mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan; toplumu aydınlatmaya çalışan kimse kesinlikle kendini kurtarmıştır. Fakat siz şu basit dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa âhiret daha hayırlı ve devamlı kalıcıdır. (A’la/14-17) 4,5 Sonrası senin için öncesinden elbette daha hayırlı olacak. Ve Rabbin sana verecek, sen de hoşnut olacaksın. (Duha/4, 5) 97 Erkek-dişi, mü’min olarak kim iyi amel işlerse kesinlikle onu güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve kesinlikle onların ücretlerini, yapmış oldukları amellerin daha güzeliyle ödüllendireceğiz. (Nahl/97) Konumuz olan ayetlerde dikkat çeken bir başka nokta da, takvalıların tüm yaptıklarının ölüm anında kendilerine tastamam gösterilmek suretiyle sevindirilerek vefat ettirilecek olmalarıdır. Ayetlerde müminler methedilip övülerek diğer insanlar da onların ulaşacakları mutlu sonu elde etmeye teşvik edilmişlerdir. 33,34 Onlar kendilerine, doğal güçlerin gelmesinden veya Rabbinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar! Kendilerinden öncekiler de böyle yapmışlardı. Ve Allah onlara haksızlık etmedi, fakat onlar şirk koşarak kendilerine haksızlık etmişlerdi, yanlış; kendi zararlarına iş yapmışlardı. Bunun için, sonunda yaptıklarının cezası kendilerine isabet etti. Alay edip durdukları şey de kendilerini kuşattı. Bu ayetlerde, işi inada döküp bilgisizce ve herhangi bir dayanakları olmadan ahıreti, azabı inkâr eden müşriklere zımnen şöyle denilmektedir: “Niçin hâlâ çok kolay ve açık olan daveti kabul etmekte direniyorlar? Biz, gerçeği ortaya koymak için her metodu denedik ve buna evrenden ve kendi bünyelerinden kanıtlar gösterdik. Akıllı ve düşünebilen insanlar için şirke sapmaya neden olacak hiçbir boşluk bırakmadık. Onlarsa bunları hep göz ardı etmekteler. Ölüm meleği gelince işin farkına varacaklar. O zaman daveti kabul edecekler fakat bu kabul edişleri bir işe yaramayacaktır.” Bu ayetin bir benzeri de En’am ve Fecr surelerine yer almıştı: 22
  • 23. 158 Meleklerin gelmesinden yahut Rabbinin gelmesinden, ya da Rabbinin bazı alâmetlerinin/ göstergelerinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Rabbinin alâmetlerinden/ göstergelerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır kazanmamış kimseye, artık inanması bir yarar sağlamaz. De ki: “Bekleyiniz; şüphesiz biz de bekleyicileriz.” (En’am/158) 21-23 Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman, Rabbinin hesaba çektiği, gönderdiği vahiyler tanık olarak saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de getirilmiştir; o insanın, o gün aklı başına gelecektir, artık aklının başına gelmesinin kendisine ne yararı var ki! (Fecr/21-23) Allah’a, Allah’ın peygamberlerine ve âhiret gününe iman etmeyen bir kimse, eğer ölüm anında, ölümün şiddetleri kendisine gelip çattığı ve ilâhî azabı kesinkes görüp hissettiği zaman iman ederse, bu imana “iman-ı ye’s” veya “iman-ı be’s [zoraki iman]” denir. Zoraki iman şu üç durumda söz konusu olur: 1- Hayatta iken karşılaşılan felâketler karşısında. 2- Ölüm anında. 3- Kıyamette ve kıyamet sonrası dirilişte. Bu üç durumdan biriyle karşılaştıktan sonra iman edenlerin imanları kabul edilmez. Çünkü onlar özgür iradeleri ile değil, karşılaştıkları belâların sebep olduğu korku ve ümitsizlikle, yani zoraki olarak iman etmişlerdir. Bu nedenle de, bu imanları kendilerine hiçbir fayda vermez. Bu konu hakkında Kıyamet suresinin tahlilinde detaylı açıklama yapıldığından, ilgili bölümün oradan okunmasını öneriyoruz. 93 Ve Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı hâlde “Bana vahyolundu” diyenden ve “Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim” diyenden daha yanlış; kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseleri ölümün şiddetleri içindeyken, görevli güçler de onlara ellerini uzatmış, “Canlarınızı çıkarın. Bugün, Allah'a karşı gerçek dışı şeyler söylediğinizden ve O'nun âyetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız” derlerken bir görsen! (En’âm/93) 13-16 O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!– (Tur/13-16) 35 Ve Allah'a ortak koşan şu kimseler: “Allah dileseydi biz ve atalarımız Kendisinin astlarından hiç bir şeye tapmazdık ve O'nun astlarından hiç bir şeyden haram kılmazdık/ kutsallar edinmezdik” dediler. Kendilerinden önceki kimseler böyle yaptılar. İşte elçiler üzerine, ancak açık-seçik bir tebliğden başka ne olur? Bu ayette ise müşriklerin bir başka saçmalığına değinilmiştir. Onlar, beyinsizliklerinin vebalini Allah’a yüklemeye çalışmışlardır. Allah dileseymiş onlara şirk koşturtmazmış, suç işletmezmiş. Tabiî ki dilese yapardı ama “meşiet-i ilahî” insanların özgürce seçiminden yana gerçekleşmiştir. Sonucunu kabullenmek kaydıyla dileyen istediği gibi inanır ve yaşar. Hidayet için zorlama söz konusu değildir. Müşriklerin bu inançları En’am ve Zümer surelerinde daha evvel de bildirilmişti: 23
  • 24. 148 Allah'a ortak koşan kimseler diyecekler ki: “Allah dileseydi biz ortak koşmazdık, atalarımız da ortak koşmazlardı, hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan önce yalanlayanlar da azabımızı tadıncaya kadar işte böyleydi. De ki: “Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir bilgi mi var? Siz, sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz.” (En’am/148) 55-58 Ve ansızın azap gelmeden, kişinin, “Allah'ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim” demesinden yahut “Allah, bana doğru yolu gösterseydi, her hâlde ben Allah'ın koruması altına girmiş kimselerden olurdum” demesinden veya azabı gördüğü zaman, “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik-güzellik üretenlerden olsaydım” demesinden önce Rabbinizden size indirilenin en güzelini izleyin.” (Zümer/55-58) Ayetteki “Kendilerinden önceki kimseler böyle yaptılar” ifadesi, Peygamber’in dönemindeki müşriklerden önceki nesillerin de kendi saçma düşüncelerine göre inanıp yaşadıklarını ve yaptıklarının vebalini Allah’a fatura etmeye kalktıklarını göstermektedir. O eski nesiller kendilerine gelen kitapları kendi anlayışlarına göre yorumladılar hatta tahrifat yapma cüretini gösterdiler. 78 Bunlardan bir kısmı da, kuruntu dışında Kitab'ı bilmeyen, okuma-yazma bilmeyen/analarından doğdukları gibi kalmış kimselerdir. Bunlar, sadece zannediyorlar. 79 Artık yazıklar olsun o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz paraya satmak için, “Bu, Allah katındandır” derler. Artık o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara yazıklar olsun! O kazandıkları şeyler yüzünden kendilerine yazıklar olsun! (Bakara/78, 79) 78 Ve Kitap Ehlinden, bazı söz ve ilkeleri, kitaptan olmamasına rağmen, siz onu kitaptan sanasınız diye, dillerini kitaba doğru eğip büken akılsız, serseri bir gurup vardır. O, Allah katından olmadığı hâlde, “Bu, Allah katındandır” derler. Kendileri bilip dururken, Allah'a karşı yalan da söylerler. (Âl-i Imrân/78) 36 Ve andolsun ki Biz her ümmete, “Allah'a kulluk edin ve tağuttan sakının” diye bir elçi gönderdik. Artık Allah, bu ümmetlerden bir kısmına doğru yolu gösterdi, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş? Bu ayetlerde Rabbimiz, rahmeti gereği, insanların doğru yolu bulmaları, “Allah’a ibadet edip tağuttan kaçınmaları” için elçi gönderdiğini beyan etmektedir. Gönderilen elçilerin görevi ve onlara indirilen vahiylerin temel mesajı, insanları tağuta kulluktan kurtarıp Allah’a kulluğa yöneltmektir. 25 Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki ona: “Gerçek şu ki, Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için Bana kulluk edin” diye vahyetmiş olmayalım. (Enbiyâ/25) 45 Ve sen, elçilerimizden senden önce gönderdiğimiz kişilere sor, “Biz Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] astlarından kulluk edilecek ilâhlar tanımış mıyız?” (Zuhruf/45) Bu görev ve mesaj, kısaca “la ilahe illallah”ı bütün muktezası ile insanlara iletmek ve bu ilkeye göre hareket edilmesini sağlamaya çalışmaktır. 24
  • 25. Ayette “Allah’a kulluk”un alternatifi “tağuta kulluk” olarak verilmiştir. Nitekim Rabbimizin tevhid inancını ortaya koyarken kullandığı “karşıtlık ilkesiyle anlatım” metodu başka ayetlerde de görülmektedir: 256 Dinde zorlamak/tiksindirmek yoktur; iman, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten; iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan kesinlikle iyice ayrılmıştır. O hâlde kim tâğûta küfreder; onu tanımaz Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. (Bakara/256) Ayette bahsedilen “Tağût” ve onun bu adı almasına sebep olan “tuğyan/azma” hakkında kısa bir hatırlatmanın yararlı olacağı kanaatindeyiz: TUĞYAN: Tâğût’un eylemi olması bakımından öncelikle bu kavramın bilinmesi gerekmektedir. Tuğyan, "haddi aşma, zulüm, azgınlık, sapıklık, isyan, küfür" demektir. Tuğyan kelimesi, tağâ [azdı, taştı, zulmetti] fiilinin mastarı olarak Kur’an'da dokuz yerde geçer. Ayrıca "haddi aşıp azgınlık yapan kişi ve topluluklar" manasında [tağ] altı yerde; insanları yoldan çıkaran, azdıran "şeytan", "put" ve "kâhin" anlamında [tâğût] sekiz yerde geçer. Mastar ve diğer türevleriyle birlikte bu kelime Kur’an'da toplam otuz dokuz yerde zikredilir. Tuğyan, insanın tabiatında vardır. Vahye kulağını tıkayan, kendi aklını yegâne rehber kabul ederek kendini beğenen bencil insan, bir de çok mal sahibi olup kendini ihtiyaçtan uzak görmeye başladı mı, tuğyan içine düşmüş olur. İnsan, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek hissettiği zaman artık Allah'ı unutur; gerçek kudret, gerçek ilim, gerçek dileme, gerçek güç ve irade sahibinin yalnızca Allah olduğunu aklından çıkarır. Bu durum insan için tuğyana açılan bir kapıdır; artık dilediğini yapar, hak-hukuk ve sınır tanımaz. Allah'a ortak koşmaya, nefsini O'nun yerine geçirip hevâ ve heveslerinin peşinden gitmeye başlar. İşte bu hâl, tuğyan hâlidir ve bu tür insanlar da Kur’an'ın diliyle "tâğî'dir. Kur’an'da Firavun, tuğyanın simgesi olarak takdim edilmiştir. O, bütün gücün kendi elinde olduğuna inanıyor, insanları küçük görüyor, öldürüyor ve en kötü işkenceye maruz bırakıyordu (Bakara/49, İbrahim/6). Firavun mantığına göre bütün insanlar onun kulu-kölesi, Mısır ve nehirler onun mülkü idi (Zuhruf/51). Eğer Musa (as) ile Harun (as) ona tuğyanını hatırlatmasa ve onu Allah'a çağırmasa idiler, Firavun da âhirette Allah'a karşı bir bahane üretebilir, "Rabbim! Bana bir uyarıcı gelmedi ki!" diyebilirdi. Çünkü azgınlığının farkında değildi; insanları köle olarak çalıştırmayı, onlara işkence etmeyi ve öldürmeyi tabiî hakkı olarak görüyordu. Saltanatı onu mağrur etmişti. Tuğyan'ın temelinde kibir ve bencillik yatar. Şeytanın da azgınlığının sebebi kibir ve bencillikti. Bu bakımdan Nisâ/51'de tâğût, şeytanı [İblisi] da kapsamaktadır. TÂĞÛT: Arapça "Yüce Allah'a isyan etmek" anlamına gelen tağa kökünden türemiş bir kavramdır. "Azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthâne, kâhin, sihirbaz, Allah'ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluş" anlamlarına gelir. Tuğyan ile aynı kökten gelen tâğût kelimesi; "azgın, insanlara zorla hükmeden, kâfir, zorba kişi"yi ifade eder. 25
  • 26. Kur’an'da Allah müminlerin dostu ve yardımcısı; tâğût ise kâfirlerin dostu ve yardımcısı olarak gösterilmiş, müminlerin "Allah yolunda savaştıkları", kâfirlerin ise "tâğût yolunda savaştıkları" ifade edilmiştir: 257 Allah, inananların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınıdır; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere gelince; onların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınları tâğûttur ki kendilerini aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Bunlar, cehennem ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar. (Bakara/257) 76 İman etmiş kimseler, Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kişiler de tâğut yolunda savaşırlar. O hâlde siz şeytanın yakınları, yardımcıları ile savaşın. Şüphesiz şeytanın tuzağı çok zayıftır. (Nisâ/76) Allah'ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler icat eden her kişi ve kurum, tâğûttur. Tâğût, Allah'a karşı isyan etmesinin yanısıra, O'nun kullarını kendisine kul edinmek gayretinde olandır. Bu işleviyle o, şeytân, papaz, dînî veya siyasî bir lider olabilir. Yüce Allah Kur’an'da “Andolsun ki, Biz her kavme ‘Allah'a ibadet edin, tâğûta kulluk etmekten kaçının!’ diye (tebliğ yapması için) bir peygamber göndermişizdir (Nahl/36)” ve “İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tâğût yolunda savaşırlar (Nisâ/76)” ayetleriyle müminlere tâğût hakkında bilgi vermekte ve tâğûta karşı takınmaları gereken tavrı açıklamaktadır. Her ne şekilde olursa olsun, insanlar tarafından Allah'ın hükümlerine muhalefet edecek şekilde konulan hükümler, "tâğûtî hükümler" olarak isimlendirilirler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 76 İman etmiş kimseler, Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kişiler de tâğut yolunda savaşırlar. O hâlde siz şeytanın yakınları, yardımcıları ile savaşın. Şüphesiz şeytanın tuzağı çok zayıftır. (Nisâ/60) Kendisinde böyle yetkiler görüp, Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyip hevâ ve hevesleri doğrultusunda hükümler koyanlar, aynı zamanda "ilâhlık" iddiasındadırlar. Dolayısıyla Allah'ın hükümleri dışında hüküm koyanlar ve o hükümlere tâbi olanlar, tevhîd akidesinin dışına çıkıp kâfir, zalim ve fasık olurlar. Allah Teâlâ, Mâide/44- 47’de, Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenleri kafir, zalim ve fasık olarak nitelemiştir Konumuz olan ayetten de anlaşıldığı üzere Yüce Allah, Nûh (as)'dan Muhammed (as)'e kadar bütün peygamberleri, insanlığı tevhide, yani Allah'ın birliğine, ortağı olmadığına inanmaya; O'nun koyduğu hükümleri kabullenmeyip hevâ ve heveslerine göre hüküm koyan tâğûta karşı savaşmaya ve tâğût kapsamına giren şeylere kulluk etmekten kaçınmaya çağırmaları için göndermiştir. Bu tâğûtlar, İbrâhîm (as) döneminde Nemrut, Mûsâ (as) döneminde Firavun, Muhammed (as) döneminde de Ebû Cehl ve Ebû Leheb gibi toplumun ileri gelenleri ve puta tapan şahsiyetleridir; diğer peygamberler döneminde de, kendilerine gönderilen tevhîd akidesini/inancını inkâr edip, atalarından kalan inançlar üzerinde inat gösteren puta tapan kavimlerdir. Tâğûtların devri kapanmış değildir. Peygamber bulunsun veya bulunmasın, her dönemde tâğûtlar var olmaya devam etmiştir. Onlar sadece eski kavimlerde ortaya çıkıp yaşama imkânı bulan güçler değil; bugün de müslümanlara en azim düşmanlığı ve en yıkıcı propagandaları reva gören kişi, odak veya organizasyonlardır. Tâğût, 26
  • 27. ekonomik, sosyal ve kültürel güç kaynaklarını ele geçirmiş, ahlâkî değerleri [dini] toplumların gözünde itibarsız ve taraftarı olmaktan çekinilen bir duruma düşürmeyi göze alacak kadar düşmanlığını ilerletmiştir. Ayrıca doğrudan yaptıklarının dışında, insanlığın ortak değerleri adı altında pek çok kavramı da müslümanlara zarar verecek bir içeriğe dönüştürmüştür. Kısaca tâğût, müslümanları dört bir yanından kuşatmış bulunmakta ve müslümanlara hayat hakkı tanımamaktadır. Öyleyse anlıyoruz ki, Peygamberimizin görevi sokaktaki şımarıklarla değil, tâğûtî düzenin kurucularıyla mücadele etmekti. İlk işi, toplumun hidayet yolu üzerinde oturup haydutça engellemeler yapan bu azgın güruhu uyarmaktı. Bu açıklamalardan sonra tekrar konumuz olan 36. ayete dönelim: Rabbimiz ayetin sonunda “Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş?” buyurmuştur. Böyle buyurarak peygamberlere ters davranan ve gerçeği yalanlayanların durumlarının araştırılmasını istemiştir. Rabbimizin geçmişten ibret alınması amacıyla yaptığı bu davetin yer aldığı onlarca ayet mevcuttur. Bunlardan birkaçını hatırlatmakla yetiniyoruz: 10 Peki onlar, yeryüzünde yolculuk etmediler mi? Böylece kendilerinden öncekilerin âkıbeti nasıl olmuş bir görsünler. Allah, onları yerle bir etti. Bu kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere de onların benzerleri vardır. (Muhammed/10) 46 Peki onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, akıl edecekleri kalpleri ve işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur. (Hacc/46) 18 Ve andolsun, onlardan öncekiler de yalanladılar. Peki, Beni tanımamak/ tanıtmamaya yeltenmek nasıl oldu? (Mülk/18) 37 Sen, onların doğru yolda olmaları için hırs göstersen de, artık Allah, saptırdığı kimseyi doğru yola kılavuzlamaz. Onlar için yardımcılardan da kimse yoktur. Bu ayette Resulullah’a, ne kadar gayret gösterirse göstersin, kalbini mühürletmiş kişilerin doğru yola gelmeyecekleri bildirilmiştir. Peygamberimizin kendini hırpalayacak kadar çabalamasının gerekmediği mesajı verilerek teselli edildiği bu ayette aynı zamanda inkârcılara da yardımcısız ve çaresiz kalacakları uyarısı yapılmıştır. Bu konunun detaylı olarak yer aldığı birçok ayet (Maide/41, Hud/34, Kasas/56, Bakara/272, Yunus/96, 97) vardır. Allah’ın kimleri saptıracağı, kimlere hidayet edeceği birçok ayette yer almıştır. Bu konuyu daha evvel Tekvir suresinin tahlilinde ele aldığımızdan, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. 38,39 Ve kâfirler, “Allah, ölen kimseyi diriltmez” diye en kuvvetli yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. Hayır, Allah ölüleri, üzerine aldığı gerçek bir vaat olarak, onların, hakkında anlaşmazlığa düştükleri şeyi onlara açığa koymak ve gerçekleri örtbas eden kimselerin, yalancıların ta kendisi olduklarını bildirmek için diriltecektir. Bu ayetlerde de yine akıllarını kullanmayan müşriklerin temelsiz inançları sorgulanmakta ve bu inancın geçersizliği ortaya konmaktadır. Müşriklerin Allah'a 27
  • 28. yemin ederek ısrarla ahireti reddetmelerine karşılık, Rabbimiz de onların bu inanışını reddederek “Hayır, Allah ölüleri, üzerine aldığı gerçek bir vaat olarak, onların, hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açığa koymak ve inkâr eden kimselerin yalancıların ta kendisi olduklarını bildirmek için diriltecektir” ifadeleriyle gerçeği açıklamaktadır. Müşriklerin kıyamet ve öldükten sonra dirilmeyi kabul etmeyişleri daha evvel birçok yerde konu edilmişti: Bunlardan Ya Sin/77-82’nin tahlilinde ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Bu ayetlerin ışığı altında, “Ahiret”in gerekliliğini şu şekilde özetleyebiliriz: * Ahiret korkusu, rahatını seven ve dünya nimetlerini arzu edecek bir yapıda yaratılmış olan insanı bu uğurda işleyeceği suçlardan caydırabilecek bir unsurdur. Çünkü menfaati için her türlü sorumsuz davranışı işleyebilecek nitelikteki insanoğlu ancak bir “mükâfat ve ceza yurdu”nun varlığı sayesinde kendisini denetleyebilmekte, böylece dünya yaşamındaki kötülükler bir parça da olsa frenlenebilmektedir. Ahiret korkusunun hiç olmadığı bir dünyada nasıl bir kargaşa, düzensizlik ve çürümenin hüküm süreceğini hayal etmek bile dehşet vericidir. * Kendisine doğru yol gösterilmesine karşılık, insan, bu dünyada tam olarak özgür bırakılmıştır. Dolayısıyla insanlardan bazısı imanı, bazısı küfrü, bazısı da şükrü veya nankörlüğü tercih etmektedir. Mantıkî olarak düşünüldüğünde, tam bir serbesti içinde yapılan bu tercihlerin mutlaka mükâfat ya da ceza şeklinde karşılık bulması gerekmektedir. Bu karşılıkların verileceği yer ahirettir. * İnsanın yaptıklarının tam karşılığını bu dünyada aldığını söylemek mümkün değildir. Zira birçok iyi davranış görülmediği veya görmezden gelindiği için karşılıksız kalır, birçok iyi kimse de hiç suçu yokken zulme uğrar, suiistimale maruz kalır. Oysa adalet, karşılıkların tam olarak alınmasını gerektirir. O hâlde, yapılan zerre kadar bir hayır ve şerrin bile ihmal edilmediği, kesin adaletin sağlandığı bir başka dünya daha olmalıdır. İşte, bu dünya ahiret yurdudur ve orada bütün ameller, “Hâkimler Hâkimi”, “Adiller Adili” Allah tarafından karşılıklandırılacak, böylece hakk yerini bulmuş olacaktır. 13-16 O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!– (Tur/13-16) 40 Biz bir şeyi dilediğimiz zaman, Bizim ona sözümüz sadece “Ol!” dememizdir. O da hemen oluverir. Bu ayette Rabbimiz sonsuz kudretine dikkat çekerek değişik zamanlarda ölen tüm insanların bir anda diriltilmesini çok zor bir iş olarak kabul eden zavallılara mesaj vermektedir. Allah’ın bir şey yaratmak için uygun ortam ve koşullara ihtiyacı yoktur. O sadece “ol!” der, o da [murad edilen şey de] hemen oluverir. 51 Şâyet dileseydik Biz elbette her kente bir uyarıcı gönderirdik. Kamer/50) 28 Sizin oluşturulmanız ve ölümden sonra diriltilmeniz ancak bir tek kişininki gibidir. Şüphesiz Allah en iyi işiten, en iyi görendir. (Lokman/28) 28
  • 29. 35 Allah için çocuk edinmek diye bir şey yoktur. O, bundan arınıktır. O, bir şeye hükmederse, ona sadece “Ol” der, o da oluverir. (Meryem/35) 82 Şüphesiz ki O, bir şeyi dilediğinde, O'nun buyruğu/işi o şeye “Ol!” demektir; o da hemen oluverir. (Ya Sin/82) 68 O, yaşatır ve öldürür. Artık O, bir emir gerçekleştirince artık ona sadece ‘Ol!’ der de o, hemen olur.” (Mü’min/68) 41,42 Ve haksızlığa uğradıktan sonra Allah yolunda hicret eden kişiler, kesinlikle Biz onları, sabretmiş ve sadece Rablerine işin sonucunu havale eden şu kimseleri bu dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Ötekinin/âhiretin ücreti ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi! Bu ayetlerde, zulme uğradıklarında inançlarında sebat gösterip gerektiğinde mallarını, mülklerini, yurtlarını bırakıp inançlarını bir başka yerde yaşamak isteyenler övülmektedir. Bu ayetler peygamberimize ve sıkıntıdaki Müslümanlara hicret işareti vermektedir. Mekkeli müşrikler tevhid inancından geri çevirmek için müminlere ellerinden gelen her türlü işkenceyi yapmaya başlamışlardı. Tarih kitaplarında yer aldığına göre, İslam daveti başlayıp Kureyş'ten inananların sayısı çoğaldıkça Mekkeli müşrikler büyük tepki göstererek müminlere sataşmaya ve işkence etmeye başlamışlar, onları tevhid inancından geri döndürmeye çalışmışlardır. Bunun üzerine ilk Müslümanlardan bir grup peygamberimizin yol göstermesiyle Habeşistan’a hicret etmek zorunda kalmışlardır. İlk seferinde 11 erkek, 4 kadın hicret etmiştir. Muhacirlerin çoğunluğu Kureyş’in gençlerinden oluşmaktaydı. Müşriklerin de akrabaları idiler. Bir müddet sonra Habeşistan’daki bu muhacirlere müşriklerin inandığına dair yanlış bir haber ulaştı ve hemen geri döndüler. Ne yazık ki, bu haber doğru değildi. Yanlış haber, Resulullah’ın Necm suresini tebliği anında müşriklerin gayri ihtiyari secde etmelerinden kaynaklanmıştı. Mekkeli müşrikler yeniden zulmetmeye başladılar, müminler tekrar hicret ettiler. Bu kez onlara başkaları da katılmış ve sayıları 83 erkek ve 18 kadın olmak üzere 101’e ulaşmıştı. Bu ikinci grup Hicret’in 6. yılına kadar orada kaldı. Bu esnada müslümanlar Medine’de güçlenip kuvvetlenmişlerdi. Durumu öğrenmeleri üzerine Habeşistandaki göçmenler hemen Medine’ye döndüler. “Esbabı Nüzul” kayıtlarında4 bu ayetlerin Ebu Cendel b. Süheyl, Bilal, Habbab, Abis ve Ammar hakkında indiği nakledilir. Ancak bu nakiller doğru bile olsa, ayetlerin mesajını birkaç kişiye hasretmek doğru değildir. Ayetler tüm zamanlara şamil mesajlar içermektedir. 43,44 Ve Biz, senden önce de, sadece kendilerine vahyettiğimiz olgun insanları açık kanıtlarla ve yazılı belgelerle elçi olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız, haydiyin Tevrât ve İncîl'i bilen bilginlere sorun. Biz sana da o öğüdü/Kur’ân'ı, kendilerine indirilmiş olanı ortaya koyman için, onların da iyiden iyiye düşünmeleri için indirdik. Bu ayetlerde Rabbimiz Kur’an’ın indiriliş nedenini ve gönderdiği elçilerin 4 (Vahıdi; Esbabü’n-Nüzul, İbn Cerir, İbn Ebi Hatim) 29
  • 30. niteliğini açıklamaktadır. Daha sonra da bu konuya aklı ermeyenleri bu konuyu bilen bilginlere [zikr ehline] yöneltmekte ve onlardan bilgi alınabileceğini bildirmektedir. Müşriklerin beklentisi doğrultusunda bir elçi olmayacağı Kur’an’da ikna edici kanıtlarla birçok kez (En’am/8, 9, Mü'minun/47, Mü'minun/33-38, Yunus/2, Furkan/7, Yusuf/109, İsra/93,94, Furkan/20, En’am/50, Kehf/110, A’raf/188) açıklanmıştır. Konumuz olan ayetteki “Ehl-i Zikr” ifadesiyle hem Ehlikitap’tan Tevrat, vahiy ve din hakkında bilgisi olanlar, hem de Kur’an’ı ve mesajlarını iyice kavramış olan mümin bilginler kastedilmiştir. Zaten “Zikr” sözcüğü hem Tevrat’ın hem de Kur’an’ın niteliğidir: 9 Hiç kuşkusuz Biz, o Öğüt'ü/ Kur’ân'ı Biz indirdik, Biz. Ve kesinlikle Biz, onun için koruyucularız. (Hıcr/9) 9 De ki: “Ben elçilerden ilk ortaya çıkan biri değilim. Ve ben, bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum. Ben sadece bana vahyedilene tâbi oluyorum. Ve ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkaf/9) Demek oluyor ki, sorunu olanlar bu sorunlarını Kur’an’ı bilenlere iletecekler ve işin doğrusunu Kur’an’dan öğreneceklerdir. Bu noktaya birçok kez temas edilmiştir: 9 De ki: “Ben elçilerden ilk ortaya çıkan biri değilim. Ve ben, bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum. Ben sadece bana vahyedilene tâbi oluyorum. Ve ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Nisa/59) 64 Ve Biz, sana Kur’ân'ı sırf hakkında anlaşmazlığa düştükleri şeyleri onlar için açığa koyasın diye ve iman edecek bir topluma bir kılavuz, bir rahmet olarak indirdik. (Nahl/64) 213 İnsanlar tek bir önderli toplum idi de Allah müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere peygamberler gönderdi ve anlaşmazlık ettikleri konularda insanlar arasında hükmetsinler diye onların beraberinde hak ile kitap indirdi. Ve sırf o Kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra aralarındaki azgınlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, Kendi bilgisi gereği, iman edenlere, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka kılavuz oldu. Ve Allah, dilediği kimseyi/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar. (Bakara/213) 45-47 Peki sinsice kötülükleri plânlayanlar, Allah'ın kendilerini yere batırmayacağından yahut bilemeyecekleri bir yerden azabın gelmeyeceğinden yahut onlar dolaşıp dururlarken Allah'ın, kendilerini yakalayıvermesinden, – üstelik onlar, âciz bırakanlar da değillerdir– yahut da kendilerini azar azar/korku içinde yakalamasından emin mi oldular? İşte, şüphesiz sizin Rabbiniz, kesinlikle çok şefkatlidir, çok merhametlidir. Bu ayetlerde özellikle sürekli hile planlayan müşrikler kınanmakta ve karşılaşabilecekleri azapla tehdit edilip uyarılmaktadır. Soru şeklindeki bu uyarıyla kendilerine hiçbir şekilde güvencede olmadıkları, üstelik başlarına gelebileceklere karşı önlem alabilecek bir güçlerinin de bulunmadığı bildirilmektedir. 30