SlideShare a Scribd company logo
1 of 34
63 ZUHRUF [ALTIN-ZİNET] SURESİ
GİRİŞ
Mekke’de 63. sırada inmiş olduğu kabul edilen bu sure, adını 35. ayetteki “
‫زخخخرف‬ Zuhruf [altın, mücevher]” sözcüğünden almıştır. 45. ayetinin Medenî
olduğu da nakledilmiştir.1
Bu surenin de temel konusu Kur’an ve tevhiddir. Allah’ın evrendeki yaygın
mucizelerine sık sık dikkat çekilir. Müşriklerin körü körüne atalarını taklitleri,
melek anlayışları kınanır. İbrahim, Musa ve İsa peygamberlerin tevhid
mücadelesinden kısaca bahsedilir.
Necmleri arasındaki yakın ilişkiden, surenin bir kerede veyahut yakın
aralıklarla indiği anlaşılmaktadır.
1
(Süyuti; el-İtkan)
1
MEAL:
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
1
Hâ/8, Mîm/40.
2,3
Apaçık/açıklayan kitap kanıttır ki Biz onu aklınızı kullanasınız diye
Arapça bir okuma yaptık.
4
Ve şüphesiz Kur’ân, Bizim nezdimizdeki ana kitapta; kaynakta gerçekten
çok yücedir ve yasalar içermektedir, sağlamdır/ bozulması engellenmiştir.
5
Peki, Biz, siz sınırı aşan bir toplum oldunuz diye o Öğüt'ü/ Kur’ân'ı size
göndermekten vaz mı geçelim?
60
Ve eğer Biz, dileseydik, sizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler
yapardık.
6-8
Ve Biz öncekilere de nice peygamberler göndermiştik. Onlar, kendilerine
gelen her peygamberi kesinlikle alaya alıyorlardı da Biz, kuvvetçe onlardan
daha güçlü olanları değişime/ yıkıma uğratıverdik. Öncekilerin örneği de geçti.
9
Ve hiç kuşkusuz eğer sen onlara: “Gökleri ve yeri kim oluşturdu?” diye
sorsan, kesinlikle: “Onları en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi
mümkün olmayan/ mutlak galip olan, çok iyi bilen oluşturdu” diyeceklerdir.
10
O Allah ki, yeryüzünü sizin için bir beşik yaptı. Orada kılavuzlandığınız
doğru yolda gidesiniz diye birtakım yollar da yaptı.
11
Ve O Allah ki, suyu gökten belli bir ölçü ile indirdi. Sonra Biz, onunla
ölü bir beldeyi canlandırdık. İşte siz, böyle çıkarılacaksınız.
12-14
Ve O, bütün eşleri oluşturdu ve siz onların sırtına binip üzerlerine
yerleşirsiniz. Sonra onun üzerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini
anarak: “Bunları bizim hizmetimize veren/ bunları yararlanacağımız
özelliklerde yaratan Allah eksikliklerden arınıktır. Yoksa bizim bunlara
gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz de yalnızca Rabbimize döneceğiz” diyesiniz
diye sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyleri var etti.
15
Ve onlar, O'nun için Kendi kullarından bir parça kabüllendiler.
Şüphesiz şu insan kesinlikle apaçık bir nankördür.
16
Yoksa O, oluşturduklarından kızlar edindi de oğulları size mi seçti?
17
Onlardan biri, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça
merhamet eden Allah'a] yakıştırdığı/ kız ile müjdelendiği zaman yüzü simsiyah
kesilir. Ve o, yutkunup duran biridir.
18
Ve yoksa onlar, mücevherler içerisinde yetiştirilip de mücâdelede apaçık
olmayanı mı tercih ediyorlar?
19
Onlar Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet
eden Allah'ın] kullarının ta kendisi olan melekleri de dişi saydılar. Onlar,
onların oluşturuluşuna tanık mı oldular? Onların tanıklıkları yazılacak ve
onlar sorguya çekileceklerdir.
20
Ve onlar: “Eğer Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça
merhamet eden Allah] dileseydi, biz onlara tapmazdık” dediler. Onların buna
dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece uyduruyorlar.
21
Yoksa Biz kendilerine bundan önce bir kitap verdik de şimdi onlar, ona
mı tutunuyorlar?
2
22
Aksine, onlar: “Şüphesiz biz babalarımızı bu önderli toplum üzerinde
bulduk, biz de onların izleri üzerinde kılavuzlandığımız doğruya erdirilmiş
kimseleriz” dediler.
23
Ve işte böyle Biz, senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek,
kesinlikle oranın şımarık varlıklı kimseleri: “Şüphesiz biz, babalarımızı bir
önderli toplum üzerinde bulduk. Biz de kesinlikle onların izlerine uyanlarız”
demişlerdi.
24
Gönderilen uyarıcı; “Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden
daha doğrusunu getirmişsem de mi?” dedi. Onlar: “Şüphesiz biz, sizin
kendisiyle gönderildiğiniz şeyi bilerek reddedenleriz/ inanmayanlarız”
dediler.
25
Bunun üzerine Biz de onları yakaladık, cezalandırmak sûretiyle adaleti
sağladık. Hadi, yalanlayanların sonu nasıl oldu bir bak! –26,27
Ve hani bir
zamanlar İbrâhîm babasına ve toplumuna: “Şüphesiz ben sizin taptığınız
şeylerden uzağım. –Beni yoktan yaratan ayrı.– Şüphesiz ki artık O, beni doğru
yola iletecektir” dedi.28
İbrâhîm bu sözü, onların dönmesi için ardından gelecek
olanlara devamlı kalacak bir söz yaptı.–
29
Tam tersi, Ben bunları da babalarını da kendilerine hak/gerçek ve
açıklayıcı bir elçi gelinceye kadar kazançlandırdım.
30
Ve hak/ gerçek kendilerine geldiği zaman onlar: “Bu, bir büyüdür ve
şüphesiz biz onu bilerek reddedenleriz/ inanmayanlarız” dediler.
31
Yine onlar: “Bu Kur’ân, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli
değil miydi?” dediler.
32
Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında,
onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini
gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle
yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha
hayırlıdır.
33-35
Ve eğer insanlar, bir tek önderli, gerçeği bilerek reddeden toplum
olmayacak olsalardı, Biz, Rahmân'ı [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça
merhamet eden Allah'ı] bilerek reddeden / inanmayan kimselerin evlerine
gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler, onların evleri için
kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve altından süs eşyaları yapardık.
Bunların hepsi basit dünya hayatının kazanımından başka bir şey değildir.
Âhiret ise Rabbinin katında, Allah'ın koruması altına girmiş olan kişiler
içindir.
36,37
Ve her kim Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça
merhamet eden Allah'ın] öğüdünden, anılmasından körleşirse Biz ona bir
şeytan musallat ederiz de artık o, onun için akrandır/ yandaştır; ve şüphesiz ki
yandaşlar/ akranlar, körleşenleri Yol'dan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin
kılavuzlandıkları doğru yolda olduklarını sanırlar.
38
Sonunda Bize gelince: “Keşke seninle benim aramda doğu ile batı
arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı” der. –Öyleyse bu ne kötü bir akrandır/
yandaştır!–
39
Ve bugün pişmanlık duymanız size hiçbir yarar sağlamayacak. Siz şirk
koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yaptığınız zaman kesinlikle azapta
ortaklarsınız.
40
O hâlde sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut körlere ve apaçık bir
sapıklık içinde bulunanlara sen mi kılavuzluk edeceksin?
3
41
Artık eğer Biz, seni alıp götürsek bile şüphesiz Biz, onları cezalandırarak
adaleti sağlarız.
42
Yahut da onlara vaat ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü Biz, onların
aleyhlerine güç yetirenleriz.
43
Öyleyse sen, sana vahyedilene sarıl. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol
üzerindesin.
44
Ve şüphesiz sana vahyedilen [Kur’ân], senin için de, toplumun için de
gerçekten bir öğüttür/şan-şereftir siz ondan sorgulanacaksınız.
61,62
Ve şüphesiz sana vahyedilen [Kur’ân], o kıyâmetin kopuşu için
kesinlikle bir bilgidir: “Sakın kıyâmetin kopuşu hakkında şüpheye düşmeyin ve
bana uyun. Bu, doğru yoldur. Ve sakın şeytan sizi alıkoymasın. Şüphesiz o, sizin
için apaçık bir düşmandır.”
45
Ve sen, elçilerimizden senden önce gönderdiğimiz kişilere sor, “Biz
Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın]
astlarından kulluk edilecek ilâhlar tanımış mıyız?”
46
Ve hiç kuşkusuz Biz, Mûsâ'yı âyetlerimizle/ alâmetlerimizle/
göstergelerimizle Firavun'a ve onun ileri gelenlerine elçi gönderdik de o:
“Gerçekten ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim” demişti.
47
Sonra da Mûsâ âyetlerimizi/ alâmetlerimizi/ göstergelerimizi onlara
getirince, onlar hemen âyetlere gülüverdiler.
48
Ve Bizim onlara gösterdiğimiz her bir alâmet/ gösterge bir önceki
alâmetten/ göstergeden kesinlikle daha büyüktür. Ve onlar dönerler diye Biz
onları azapla yakaladık.
49
Onlar da: “Ey büyücü! Sende olan ahdi/ sana verdiği söz hürmetine,
bizim için Rabbine dua et. Şüphesiz biz kesinlikle kılavuzlandığımız doğru
yola gireceğiz” dediler.
50
Fakat ne zaman ki azabı kendilerinden kaldırdık, o zaman onlar
sözlerinden dönüverirler.
51-53
Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: “Ey toplumum! Mısır
hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ
görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise
meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine
altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde
melekler gelmeli değil miydi?” dedi.
54
Firavun kendi toplumunu etkisizleştirdi; niteliksizleştirdi de onlar da
ona itaat ettiler. Şüphesiz onlar, hak yoldan çıkmış kimseler toplumu idiler.
55,56
Sonunda onlar Bizi gazaplandırdıkları zaman onları cezalandırarak
adaleti sağladık. Sonra da onları topluca suda boğduk. Sonra da onları
sonradan gelecekler için selef ve örnek yaptık.
57
Meryem oğlu Îsâ bir örnek olarak anlatılınca da, senin toplumun, ondan
mesafelenip giderler.
58
Ve senin toplumun: “Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa o mu
Muhammed mi/ Îsâ mı?” dediler. Bu örneği sırf seninle tartışmak için ortaya
attılar. Aslında onlar, aşırı düşmanlık eden bir toplumdur.
59
Îsâ, sadece Bizim kendisine nimet verdiğimiz ve kendisini
İsrâîloğulları'na örnek yaptığımız bir kuldur.
63,64
Îsâ apaçık delillerle geldiği zaman dedi ki: “Ben size haksızlık ve
kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri getirdim ve
hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklayayım diye
geldim. O hâlde Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Şüphesiz ki
4
Allah; O, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin.
İşte bu, doğru bir yoldur.”
65
Fakat gruplar, Îsâ hakkında kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler.
Artık acı bir günün azabından dolayı, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına
iş yapanların vay hâline!
66
Onlar kendileri farkına varmadan, ansızın, kıyâmet anının kendilerine
gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?
67
O gün Allah'ın koruması altına girmiş kişiler hariç tüm önderler/
birbirinin izinden gidenler, birbirlerine düşmandırlar.
“68-70
Ey âyetlerimize iman etmiş ve Müslümanlar olmuş olan kullarım!
Bugün size korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz. Siz ve eşleriniz ağırlanmış
olanlar olarak girin cennete! 71-73
-Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin
çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı,
gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli kalacaksınız. Ve işte
bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz
cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz.”
74-76
Şüphesiz ki günahkârlar cehennem azabında süreklidirler.
Kendilerinden hafifletilmeyecektir. Onlar, orada da ümitsizlerdir. Ve Biz,
onlara haksızlık etmedik, fakat onlar, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına
iş yapan kimselerin ta kendileri idiler.
77
Ve onlar seslenirler: “Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin.” Mâlik:
“Şüphesiz siz, böyle kalacaksınız” dedi.
78
Andolsun ki Biz size hakkı getirdik. Velâkin sizin çoğunuz hakkı çirkin
görüyorsunuz.
79
Yoksa onlar işi sağlama mı almışlar/garantiye mi bağlamışlar? İşte Biz,
şüphesiz sağlamcılarız.
80
Yoksa onlar, şüphesiz Bizim, onların sırlarını ve fısıltılarını
işitmediğimizi mi sanıyorlar? Evet! İşitiriz, yanlarında bulunan elçilerimiz de
yazıyorlar.
81
De ki: “Eğer Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça
merhamet eden Allah] için bir çocuk olsaydı, o takdirde kulluk edenlerin ilki
ben olurdum.”
82
Göklerin ve yerin Rabbi, en büyük tahtın Rabbi onların niteledikleri
şeylerden arınıktır.
83
Sen hemen bırak onları, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya
kadar boşa uğraşsınlar ve oynayadursunlar.
84
Ve O, gökteki ilâh olandır ve yeryüzünde ilâh olandır. Ve O, en iyi yasa
koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır, çok iyi bilendir.
85
Ve göklerin, yeryüzünün ve her ikisi arasındakilerin mülkü sadece
Kendisine ait olan Allah ne cömerttir. Kıyâmet anının bilgisi de yalnızca
O'nun yanındadır. Ve siz sadece O'na döndürüleceksiniz.
86
Ve onların, O'nun astlarından yalvarıp durdukları kimseler yardıma,
desteğe, iltimasa mâlik olamazlar. Ancak hakka şâhit olan Zat bunun
dışındadır. Onlar da biliyorlar.
87
Yine andolsun ki, onlara kendilerini kimin oluşturduğunu sorsan,
kesinlikle: “Allah” derler. O hâlde nasıl çevriliyorlar!
88
Ve onun, “Ey Rabbim! Bunlar şüphesiz imana gelmez bir toplumdur”
demesi kanıttır ki...
89
Artık sen onlardan vazgeç ve “Selâm!” de. Artık onlar yakında
bileceklerdir.
5
TAHLİL
1
“ ‫ح‬Hâ [8]” “ ‫م‬Mîm [40]”.
Surenin birinci ayeti “ ‫ح‬Ha” ve “‫م‬ Mim” kesik harflerinden oluşmuştur. Kesik
harflerle ilgili kanaatimizi bundan evvelki surelerde geçen mukatta’ harfleri
vesilesiyle daha önce de birçok kez dile getirmiştik. Kısaca hatırlatmak gerekirse;
bu harflerin anlamı henüz kesin olarak tespit edilmiş değildir. Bir anlamları
olabileceği gibi, Kur’an’ın korunmasına yönelik birer öge veya dikkat çekmek için
kullanılmış birer edat olmaları da mümkündür.
Diğer kesik harfler hakkında olduğu gibi, “Ha, Mim” kesik harfleri ile ilgili
olarak da geçmişte bir takım yakıştırmalar yapılmıştır.2
2,3
Apaçık/açıklayan kitap kanıttır ki Biz onu aklınızı kullanasınız diye
Arapça bir okuma yaptık.
4
Ve şüphesiz Kur’ân, Bizim nezdimizdeki ana kitapta; kaynakta gerçekten
çok yücedir ve yasalar içermektedir, sağlamdır/ bozulması engellenmiştir.
Surenin girişindeki bu ayetlerde Kur’an üzerinde durulmuş, Kur’an’ın Arapça
indirilme nedeni açıklanmış ve Kur’an’ın konumu bildirilmiştir. Böylece
müşriklerin zihinlerindeki “Kur’an’ı Muhammed kendisi uyduruyor” şeklindeki
iddialar ve şüpheler bertaraf edilmek istenmiştir.
Ayette Kur’an “aklı kullanma”ya referans gösterilmiştir. Kur’an’ı inceleyen
herkes Kur’an’ın aklı çalıştırdığını, insanı rüşde erdirdiğini kabul eder.
Ayetteki “ ‫ي‬ًّ ‫عرب‬Arabiyyen” sözcüğü, Kur’an’ın hem Elçi’ye kendi kavminin
diliyle indirilmiş olmasını, hem de Kur’an’ı teşkil eden sözlerin ses ve mana
kusurlarından arınmış olmasını, yani kolay anlaşılması, rahat telâffuz edilmesi,
diziminin mükemmel olması gibi üstün özelliklere sahip olduğunu ifade
etmektedir.
Zaten bir kitabın okunup anlaşılması da bu iki temel özelliğe sahip olmasına
bağlıdır. Yabancı dildeki bir kitabı o dili bilmeyenlerin anlaması mümkün
olmadığı gibi, kullanılan dilin düzgün, açık ve anlaşılır olmaması da aynı sonucu
doğurur. Kur’an olumlu anlamda her iki özelliğe de sahip bir kitaptır. Herşeyden
önce dili Arapçadır. Kur’an’ın ilk muhatabı olan Arap toplumundan biri çıkıp da
2
(Bu yakıştırmalar için aynı ciltte bulunan Gafir/1’in tahliline bakılabilir.)
6
“Yabancı bir dilde geldiği için biz bu kitabı anlamıyoruz, doğru olup olmadığına
karar veremiyoruz” diye bir mazeret öne sürmesi söz konusu olamaz. Bir
toplumun diliyle de olsa, düzensiz, nizamsız, karmakarışık kitaplar da anlaşılmaz.
Kur’an bu yönüyle de üstün bir niteliğe sahiptir. Kur’an’ı okuyanlar onun açık,
anlaşılır, misallerle dolu mükemmel anlatımını rahatlıkla müşahede ederler.
Bu ayetlerde ayrıca Kitap’ta anlaşılmayacak herhangi bir ayetin bulunmadığı
da açıklanmış olmaktadır.
44
Ve eğer Biz o öğüdü/Kur’ân'ı yabancı dilde bir okuma yapsaydık, elbette onlar: “Âyetleri
ayrıntılı olarak verilmeli değil miydi? Yabancı dil mi, Arapça mı!” diyeceklerdi. De ki: “O, iman
eden kimseler için bir kılavuz ve bir şifadır.” İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir
ağırlık vardır. Ve o Öğüt/ Kur’ân, onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekândan
seslenilmektedir.
(Fussılet/44)
155-157
Ve Kur’ân, “Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa; Yahudi ve Hristiyanlara indirildi;
biz ise, o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk” veya “Eğer bize kitap indirilseydi, biz
onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz diye Bizim indirdiğimiz bereketli bir kitaptır. O
nedenle, rahmet olunmanız için ona uyun ve Allah'ın koruması altına girin. İşte size de Rabbinizden
açık delil, kılavuz ve rahmet gelmiştir. Öyleyse Allah'ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz
çevirenden daha yanlış, kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz
çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız.
(En’am/155-157)
4. ayette Kur’an ile ilgili olarak “... Bizim nezdimizdeki ana kitap ...” ifadesi
kullanılmıştır. Bu ifade Rabbimizin Ana kaynağa; Kelâm sıfatına bir işarettir. Bu
husus Kur’an’da birkaç değişik şekilde ifade edilmiştir:
75
Artık hayır. Necmleri/her indirilmede gelen âyetlerin yerlerini/zamanlarını; inişini kanıt
gösteririm ki –76
ve eğer bilirseniz bu büyük bir kanıt gösterimidir–, 77
hiç kuşkusuz o, şerefli
Kur’ân'dır. 78
Saklanmış/korunmuş bir kitaptadır. 79
Ona zihinsel olarak temizlenmişlerden başkası
temas edemez. 80
O, âlemlerin Rabbinden indirilmedir.
(Vakıa/75- 80)
21,22
Aksine o, korunmuş levhada şerefli bir Kur’ân'dır.
(Buruc/21, 22)
5
Peki, Biz, siz sınırı aşan bir toplum oldunuz diye o Öğüt'ü/ Kur’ân'ı size
göndermekten vaz mı geçelim?
60
Ve eğer Biz, dileseydik, sizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler
yapardık.
Bu ayetlerde Rabbimizin rahmetinin sınırsızlığı gözler önüne serilmektedir.
Şöyle ki: Şirk koşan kullar nankörlük ettiler, saygısızlık yaptılar, akıllarını
başlarına almıyorlar, haddi aşan davranışlarda bulunuyorlar diye Rabbimiz onlara
öğüt göndermekten vaz geçmemekte, sürekli olarak onlara uyarı mesajları
yollamaktadır. 5. ayet sanki müşriklerin Resulullah’a “Bütün bunlardan sonra
kendini neden yoruyorsun, niçin bizden umudunu kesmiyorsun, niçin bizi kendi
halimize bırakmıyorsun?” şeklindeki sitemlerine verilmiş bir cevap
mahiyetindedir.
Böyle bir ısrar insanlar arasındaki ilişkide olsa, “Bırakın ne halleri varsa
görsünler!” denilir, uğraşmaktan vazgeçilir. Ne var ki, Rabbimiz böyle
yapmamakta, haddi aşan kullarını uyarmayı bıkmadan sürdürmektedir.
Bu ifadeyi şöyle bir anlama çekmek de mümkündür:
7
“Siz, başıboş; istediğinizle baş başa bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz? Hayır,
hayır! Sizi başıboş bırakmıyoruz. İnanmanız ve yapmanız gerekenleri ısrarla
önünüze koyacağız. Sonra da bunların hesabını sizden soracağız.”
Buradan anlaşılıyor ki, tevhid tebliğcileri yılmadan, usanmadan, çalışmalarını
kesintiye uğratmadan görevlerini sürdürmeli, neticeyi de Allah’a bırakmalıdırlar.
6-8
Ve Biz öncekilere de nice peygamberler göndermiştik. Onlar, kendilerine
gelen her peygamberi kesinlikle alaya alıyorlardı da Biz, kuvvetçe onlardan
daha güçlü olanları değişime/ yıkıma uğratıverdik. Öncekilerin örneği de geçti.
Bu ayetler bir bakıma 5. ayette sorulan sorunun cevabı niteliğindedir. Söz
konusu ayette Rabbimiz “... haddi aşan bir kavim oldunuz diye o zikiri [öğüt dolu
Kur’an’ı] size göndermekten vaz mı geçelim?”diye sormuştu. Şimdi de zımnen
“bu engellemeler, karşı koymalar, yalanlamalar kitaplar indirmemizi ve
peygamberler göndermemizi engelleyecek olsaydı, bu güne kadar ne bir
peygamber gönderilir, ne de bir kitab indirilmiş olurdu” mesajı verilmektedir.
Bu ayetler aynı zamanda Resulullah’ı teselli, müşrikleri ise tehdit eden bir
mesaj taşımaktadır. Şöyle ki: Resulullah’a karşı çıkan, onu ve getirdiği mesajı
alaya alarak haddi aşan Mekkelilere dolaylı olarak “Siz de öncekiler gbi inadı
sürdürerek şirkte, yalanlamada devam ederseniz, sizden evvelki, sizden daha güçlü
müşrik, yalanlayıcı toplumları helâk ettiğimiz gibi sizi de helâk ediveririz”
denilmektedir.
Bilindiği üzere, Rabbimiz, uyarı amaçlı olarak geçmişten sürekli örnekler
vermektedir:
39
Ve Biz onların hepsine örnekler verdik ve hepsini kırdık geçirdik.
(Furkan/39)
44,45
Ve sen insanları, azabın geleceği gün ile uyar. Artık şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş
yapan o kimseler, “Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de senin davetine uyalım ve
elçilere tâbi olalım.” derler. –Daha önce siz, sizin için bitişin/tükenişin/yok oluşun olmadığına dair
yemin etmemiş miydiniz? Hem siz, şirk koşarak kendilerine haksızlık edenlerin yurtlarında
oturdunuz. Onlara nasıl yaptığımız size apaçık belli olmuştu. Ve size örnekler de vermiştik.–
(İbrahim/44,45)
47
Ve her önderli toplum için elçi olacaktır. O elçileri geldiğinde de aralarında adalet
gerçekleştirilmiştir. Ve onlar, haksızlığa uğratılmazlar.
(Yunus/47)
Ve Duhan/25, Mü’min/ 82, Zuhruf/55, 56, Mü’min/85, Ahzab/62.
9
Ve hiç kuşkusuz eğer sen onlara: “Gökleri ve yeri kim oluşturdu?” diye
sorsan, kesinlikle: “Onları en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi
mümkün olmayan/ mutlak galip olan, çok iyi bilen oluşturdu” diyeceklerdir.
Bu ayette müşriklerin Allah hakkındaki tutarsızlıkları sergilenmektedir. Şöyle
ki: “Gökleri ve yeryüzünü kim yarattı” diye sorulduğunda hiç tereddüt etmeden
“Onları Azîz, Alîm yarattı” diye cevap veren müşrikler aslında Allah’ı tanıyıp
kabul ettiklerini ifade etmiş olmaktadırlar. Ne var ki, O’nun sadece yaratan, sonra
da kendi köşesine çekilip yarattıklarını kendi hallerine bırakan bir güç olduğunu
varsaymak suretiyle Allah’ın rabliğini reddetmiş olmaktadırlar. Allah’ın yaratma
sıfatını kabul ettikten sonra, yarattığı hiçbir varlığı başıboş bırakmayacağını ve
evrendeki tüm oluşumların O’nun programlamasıyla gerçekleştiğini kabul
8
etmemek, Allah’ı gereği gibi tanımamak demektir. Allah’ı gereği gibi tanımamış
olmak ise O’na inanmamakla eşdeğer bir tutumdur. Allah’ı kabul edip rabliğini
kabul etmemek tutarsız bir yaklaşımdır. Bu tutarsızlığın varıp dayandığı en sapkın
düşünce ise Allah’ın yarattığı kullarını kendisine döndürmeyeceği varsayımıdır.
İşte, bu ayetlerden sonra gelen 10-14. ayetler Allah’ın evreni yarattıktan
sonraki rabliğini, yani onları sürekli kontrol altında tuttuğunu, vekilliğini
anlatmaktadır. Buna rağmen aklını kullanmayanların Allah ile birlikte O’nun
astlarından putlara ve Allah'a denk saydıklarına tapınmakta oldukları
bildirilmektedir.
25
Yine andolsun ki onlara: “Gökleri ve yeri kim oluşturdu?” diye sorsan, kesin “Allah”
diyeceklerdir. De ki: “Tüm övgüler, Allah'adır; başkası övülemez!” Aslında onların çoğu bilmezler.
(Lokman/25)
61
Yine andolsun ki onlara sorsan: “Gökleri ve yeri kim oluşturtı, güneşi ve ay'ı kim kontrol
altına aldı/ kulların yararlanacağı yapı ve özellikte kim yarattı?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. O
hâlde nasıl çevriliyorlar?
(Ankebut/61)
38
Ve sen, gerçekten onlara: “O gökleri ve yeri kim oluşturdu?” diye sormuş olsan, kesinlikle
“Allah!” diyeceklerdir. De ki: “Öyleyse Allah'ın astlarından çağırdıklarınızı hiç düşündünüz mü? Eğer
Allah, bana bir zarar vermek istediyse, onlar O'nun zararını giderebilen kimseler midirler? Yahut bana
bir rahmet dilediyse, onlar O'nun rahmetini engelleyebilen kimseler midirler? De ki: “Allah, bana
yeter. Sonucu bırakanlar, yalnızca O'na sonucu bıraksınlar.”
(Zümer/38)
87
Yine andolsun ki, onlara kendilerini kimin oluşturduğunu sorsan, kesinlikle: “Allah” derler.
O hâlde nasıl çevriliyorlar!
(Zuhruf/87)
10
O Allah ki, yeryüzünü sizin için bir beşik yaptı. Orada kılavuzlandığınız
doğru yolda gidesiniz diye birtakım yollar da yaptı.
11
Ve O Allah ki, suyu gökten belli bir ölçü ile indirdi. Sonra Biz, onunla
ölü bir beldeyi canlandırdık. İşte siz, böyle çıkarılacaksınız.
12-14
Ve O, bütün eşleri oluşturdu ve siz onların sırtına binip üzerlerine
yerleşirsiniz. Sonra onun üzerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini
anarak: “Bunları bizim hizmetimize veren/ bunları yararlanacağımız
özelliklerde yaratan Allah eksikliklerden arınıktır. Yoksa bizim bunlara
gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz de yalnızca Rabbimize döneceğiz” diyesiniz
diye sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyleri var etti.
Bu ayet gurubunda Rabbimiz Kendisini yaratıcı olarak tanıyıp da “Rabb”
olarak tanımayan müşriklere Rabliğinin göstergelerini saymakta ve onları
Rabliğini kabule davet etmektedir. Bu yapılırken de müşriklerin çevresindeki en
dikkat çekici tasarruflara değinilmektedir.
Rabbimizin bu ayetlerde ön plana çıkarılan sıfatları şunlardır:
* Yeryüzünü sizin için bir beşik kılan
* Orada doğru yolda gidesiniz diye birtakım yollar da kılan
* Suyu gökten belli bir ölçü ile indiren
* Ölü bir beldeyi canlandıran
* Bütün çiftleri [eşleri] yaratan
* Onların sırtına binip üzerlerine yerleştiren
9
* Üzerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini anarak: “Bunları bizim
hizmetimize veren Allah eksikliklerden münezzehtir. Yoksa bizim bunlara
gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz de yalnızca Rabbimize döneceğiz” diyesiniz diye
gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyleri kılan
* Allah’ın yenilmezliği ve her şeyi en iyi bilen oluşu.
Bunlardan ilki, Rabbimizin yeryüzünü insanlar için bir beşik kılmış olmasıdır.
Öyle bir beşik ki, insanlar o beşik içerisinde rahat rahat hayatlarını
sürdürmektedirler. Beşik nasıl bebekler için rahat ve uygun bir istirahat yeriyse,
yeryüzü de insanlar için öyledir.
10. ayette yer alan “birtakım yollar” ifadesinin Ta Ha/53, 54’ün delaletiyle
“bir takım geçim yolları” olarak anlaşılması da mümkündür.
53
O, yeryüzünü sizin için bir döşek yapan, oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su
indirendir” 52
dedi. –İşte Biz, o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. 54
Yiyiniz ve
hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz akıl sahipleri için bunda nice alâmetler/göstergeler vardır!
(TaHa/53, 54)
Rabbimiz suyu da gökten ölçü ile indirmekte ve onunla hayatın idamesini
sağlamaktadır.
57
Ve O, hatırlarsınız/ öğütlenirsiniz diye, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler/ dağıtıcılar/
yayıcılar olmak üzere gönderir. O rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir
beldeye gönderir, sonra onunla suyu indiririz. Böylece onunla ürünün hepsinden çıkartırız. İşte Biz,
ölüleri de böyle çıkaracağız. 58
Ve güzel beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle/ bilgisiyle çıkar; kötü
olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte Biz, kendisine verilen nimetlerin karşılığını
ödeyen bir toplum için âyetleri böyle türlü türlü, tekrar tekrar açıklarız.
(Araf/57)
Ayette konu edilen “bütün çiftler”, evrendeki tüm varlıkların çiftler halinde
yaratılmış olduğu gerçeğini ifade etmektedir. “Tatlı-ekşi, beyaz-siyah, erkek-dişi,
üst-alt, sağ-sol, ön-arka, mazi-müstakbel, zât-sıfat, yaz-kış ve ilkbahar-sonbahar,
kış-yaz, gece-gündüz, yer-gök, cennet-cehennem, hayır-şer, iman-küfür, fayda-
zarar, fakirlik-zenginlik, sağlık-hastalık ... gibi çiftler buna örnektir. Varlıkların
çift oluşu, onların bir yaratan tarafından yaratılmış olduklarının kanıtıdır.
1-4
Gerçeği örtbas etmenin, Allah'a ortak kabul etmenin, cahilliğin parçalanışını, on gece
Peygamber'in bilgilendirilişini, Allah-kul ilişkisini ve gerçeği örtbas etmenin, Allah'a ortak kabul
etmenin, cahilliğin gitmeye yüz tutuşunu kanıt gösteririm ki şüphesiz ki 14
Rabbin gözetlemektedir.
5
İşte bunlarda, akıl sahibi için güçlü-ikna edici, inandırıcı bir anlatım vardır.
(Fecr/1- 4):
7,8
Ve Biz, Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ona öğüt olarak yeri yayıp döşedik
ve ona sabit dağlar bıraktık. Orada görünüşü iç açıcı-göz alıcı her çiftten bitkiler bitirdik,
(Kaf/7)
10
Allah, gökleri dayanak olmadan oluşturmuştur, bunu görmektesiniz. Yeryüzünde de, size sofra
hazırlasın diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve oralarda irili-ufaklı her canlıdan türetip yayıverdi. Ve Biz
gökten su indirdik, böylelikle orada her değerli çiftten bitki bitirdik.
(Lokman/10)
15
Ve onlar, O'nun için Kendi kullarından bir parça kabüllendiler.
Şüphesiz şu insan kesinlikle apaçık bir nankördür.
10
16
Yoksa O, oluşturduklarından kızlar edindi de oğulları size mi seçti?
17
Onlardan biri, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça
merhamet eden Allah'a] yakıştırdığı/ kız ile müjdelendiği zaman yüzü simsiyah
kesilir. Ve o, yutkunup duran biridir.
18
Ve yoksa onlar, mücevherler içerisinde yetiştirilip de mücâdelede apaçık
olmayanı mı tercih ediyorlar?
19
Onlar Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet
eden Allah'ın] kullarının ta kendisi olan melekleri de dişi saydılar. Onlar,
onların oluşturuluşuna tanık mı oldular? Onların tanıklıkları yazılacak ve
onlar sorguya çekileceklerdir.
20
Ve onlar: “Eğer Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça
merhamet eden Allah] dileseydi, biz onlara tapmazdık” dediler. Onların buna
dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece uyduruyorlar.
Bu ayet gurubunda, kadın ve kızları erkek çocuklarından aşağı gören
müşriklerin dinleri adına nasıl tutarsız davrandıklarına değinilmektedir. Bu
tutarsızlık, kendilerine oğlan çocuklarını lâyık gören müşriklerin güya dinî bir
hava vererek Allah’a kız çocuklar isnat etmeleriydi. O günkü müşrikler kızları
kendilerine uygun görmez, kız çocuğu sahibi olduklarını öğrendiklerinde son
derece rahatsız olurlardı. Onların kendilerine oğlanları lâyık görüp de kız
çocuklarını Allah’a izafe etmeleri hayret edilecek bir tutumdu. Ayette bu
tutumlarının yanlışlığına dikkat çekilerek Allah’ın böyle nitelendirilmeden
münezzeh olduğu vurgulanmaktadır.
58
Ve onlardan biri kız doğum haberi ile müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara
kesilir.
(Nahl/58)
21
Erkek sizin için, dişi Allah için mi? 22
İşte bu, bu şekilde olursa, eksik/ haksız bir
bölüştürmedir.
(Necm/21, 22)
18. ayetteki “mücevherler içerisinde yetiştirilip de mücadelede apaçık
olmayanı” ifadesi ile “yumuşak, nazik, süslenmeyi seven ve yaratılış olarak
bedenen zayıf; savaş meydanlarına çıkmayan kız çocuklar kastedilmiştir.
57
Ve onlar, Allah'a kızlar isnat ediyorlar. –Allah, bundan arınıktır.– Kendileri için de
iştahlandıkları oğlan çocukları vardır.
58
Ve onlardan biri kız doğum haberi ile müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara
kesilir.
59
Kendisine verilen haberin kötülüğü dolayısıyla toplumundan gizlenir; aşağılık ve horluğa
rağmen kızı yanında mı tutsun yoksa toprağa mı gömsün! Dikkat edin, onların verdikleri
hüküm/töreleri ne kötüdür!
(Nahl/57- 59)
136
Ve onlar, Allah'ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah'a bir pay ayırdılar da kendi
sapık inançlarına göre, “Bu, Allah için; şu da ortaklarımız içindir” dediler. İşte, ortakları için olan pay
Allah'a ulaşmaz, Allah için olan şey ortaklarına ulaşır. Verdikleri hüküm ne kötüdür!
(En’am/136)
21
Erkek sizin için, dişi Allah için mi? 22
İşte bu, bu şekilde olursa, eksik/ haksız bir
bölüştürmedir.
(Necm/21- 22)
11
45
Ve sen, elçilerimizden senden önce gönderdiğimiz kişilere sor, “Biz Rahmân'ın [yarattığı
bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] astlarından kulluk edilecek ilâhlar tanımış
mıyız?”
(Zuhruf/45)
20. ayette yer alan “Eğer Rahman dileseydi, biz onlara tapmazdık” ifadesinden
müşriklerin yine kusuru Allah’a buldukları anlaşılmaktadır. Müşriklerin sıkışınca
böyle bahanelere sıkça başvurdukları birçok ayette dile getirilmiştir:
47
Onlara: “Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden harcamada bulunun” denildiği zaman da
kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş o kişiler, şu iman etmiş kişiler için:
“Allah'ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz, ancak apaçık bir sapıklık
içindesiniz” dediler.
(Ya Sin/47)
148
Allah'a ortak koşan kimseler diyecekler ki: “Allah dileseydi biz ortak koşmazdık, atalarımız
da ortak koşmazlardı, hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan önce yalanlayanlar da azabımızı
tadıncaya kadar işte böyleydi. De ki: “Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir bilgi mi var? Siz, sadece
zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz.”
(En’am/148)
27,28
Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir okuma olarak; Allah'ın
koruması altına girsinler diye bu Kur’ân'da insanlar için her türlüsünden örnek verdik.
(Zümer/27, 28)
21
Yoksa Biz kendilerine bundan önce bir kitap verdik de şimdi onlar, ona
mı tutunuyorlar?
Bu ayette, müşriklerin Allah’ın Rabb oluşunu kabul etmeyerek yerde ve gökte
işleri idare eden bir takım sahte rabler edinmelerine ve melekleri dişi varlıklar
kabul ederek onların Allah’ın kızları olduğuna inanmalarının ilahi bir kaynağa
dayanmadığına işaret edilmektedir.
35
Yoksa Biz, onlara bir delil indirmişiz de o delil, onların Allah'a ortak koştukları şeyleri mi
söylüyor?
(Rûm/35)
Görüldüğü gibi, aynı mesajı içeren Rûm/35’teki sorunun cevabı da yine
“onların elinde o inançları içeren Allah’tan gelmiş bir kitap bulunmuyor” şeklinde
olup müşriklerin bu yanlış tutumu açıkça reddedilmektedir.
22
Aksine, onlar: “Şüphesiz biz babalarımızı bu önderli toplum üzerinde
bulduk, biz de onların izleri üzerinde kılavuzlandığımız doğruya erdirilmiş
kimseleriz” dediler.
23
Ve işte böyle Biz, senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek,
kesinlikle oranın şımarık varlıklı kimseleri: “Şüphesiz biz, babalarımızı bir
önderli toplum üzerinde bulduk. Biz de kesinlikle onların izlerine uyanlarız”
demişlerdi.
24
Gönderilen uyarıcı; “Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden
daha doğrusunu getirmişsem de mi?” dedi. Onlar: “Şüphesiz biz, sizin
kendisiyle gönderildiğiniz şeyi bilerek reddedenleriz/ inanmayanlarız”
dediler.
12
Bu ayet gurubunda da yine müşriklerin taklide sarılarak atalarının yolunu
bahane etmelerinin yanlış inanışlara kapılmalarının kaynağı olduğu açıklanmakta
ve bu akılsızca tutumları eleştirilmektedir:
170
Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine uyun” dendiği vakit, “Aksine biz, atalarımızı neyin üzerinde
bulduysak ona uyarız” dediler. Ataları bir şeye akıl erdirmez ve kılavuzlandıkları doğru yolu bulmaz
idiyseler de mi?
(Bakara/170)
104
Ve onlara: “Allah'ın indirdiğine ve Elçi'ye gelin” dendiği zaman: “Atalarımızı üzerinde
bulduğumuz şey bize yeter” dediler. Ataları bir şey bilmeyen ve kılavuzlanan doğru yolu bulmayan
kimseler olsa da mı?
(Maide/104)
21
Ve onlara: “Allah'ın indirdiğine tâbi olun!” dendiği zaman: “Aksine, biz atalarımızı üzerinde
bulduğumuz şeye uyarız” dediler. Ya şeytan onları cehennemin azabına çağırıyor idiyse!
(Lokman/21)
28
Ve onlar bir iğrençlik yaptıkları zaman, “Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah
emretti” derler. De ki: “Allah iğrençliği emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi
söylüyorsunuz?”
(A’raf/28)
23. ayette geçen “Ümmet” sözcüğü, terim olarak “kendi iradeleriyle veya bir
zorunluluk neticesinde aynı zamanda aynı yerde bulunan; iyi ya da kötü aynı
inanca sahip olan; aynı amacı gütme neticesinde bir arada yaşayan insan
topluluğu” demektir. Bu kavramla ilgili detay A’raf/34’ün tahlilinde verilmiştir.
43
Senin için senden önceki elçilere söylenenden başka bir şey söylenmiyor. Şüphesiz senin
Rabbin kesinlikle bağışlama sahibidir ve acı veren bir azabın sahibidir.
(Fussilet/43)
92
Şüphesiz bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. O hâlde
Bana kulluk edin.
(Enbiya/92)
Yine 23. ayetteki “... oranın şımarık varlıklı kimseleri ...” ifadesinde sözü
edilenler “mütref” kimselerdir. Bu şımarık zenginler grubu, mevcut sistemin
sayesinde semirip zenginlik ve refah içinde olduklarından, sistemlerinin
yıkılmasını asla arzu etmezler. Peygamberlerin dile getirdiği düşünceler kabul
gördüğü ve yayıldığı takdirde mevcut sistemin yıkılacağını, paralarından,
pullarından, kapılarındaki kullarından olacaklarını iyi bilirler. Bu nedenle de
elçilere şiddetle karşı çıkarlar, onların en azılı düşmanı kesilirler.
“Mütref”, “nimet ve rahat yaşamın şımarttığı, azdırdığı kişi” demektir.3
Peygamberlerin Allah’tan getirdikleri mesajların tebliğine ilk karşı çıkanların daima
servet, nüfuz ve yetki sahibi olan zengin kimseler [mütref, mele, ekâbir] olduğu
gerçeği Kur’an’da pek çok kez vurgulanmıştır.
“Mütref” konusu daha evvel Sebe’ suresinin tahlilinde ele alındığından,
detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
3
(Lisanü’l Arab; c. 1, s. 605, “trf” mad.)
13
25
Bunun üzerine Biz de onları yakaladık, cezalandırmak sûretiyle adaleti
sağladık. Hadi, yalanlayanların sonu nasıl oldu bir bak!
Bu ayette, atalarından gördükleri sapık zihniyeti ısrarla sürdüren bir toplumda
yaşayıp da konumlarının sarsılmamasını isteyen mütref kesimlerin karşılaşacağı
kötü akıbet bildirilmektedir. Bu kesimin mensupları, iflâs etme, maldan mülkten
olma, esir düşme, iktidardan olma gibi sonuçlarla karşılaşacaklardır.
Bunların durumu ilk olarak Hümeze suresinde teşhir edilmişti:
1
Arkadan çekiştirenlerin, kaş-göz hareketleriyle alay edenlerin hepsinin vay hâline!
2,3
O ki, malı toplayıp ve malının gerçekten kendisini sonsuzlaştırdığını sanarak onu çoğaltan/
tekrar tekrar sayandır.
4
Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Kesinlikle o, Hutame'ye fırlatılıp atılacaktır.
5
Hutame'nin ne olduğunu sana ne bildirdi?
6,7
O, Allah'ın, gönüllerin üzerine tırmanıp çıkan, tutuşturulmuş bir ateşidir.
8,9
O, uzatılmış direkler içinde, onların üzerine kilitlenmiştir/kapatılmıştır.
(Hümeze Suresi)
Rabbimizin 25. ayetteki “Hadi, yalanlayanların sonu nasıl oldu bir bak!”
emriyle müminlere bu ekâbir takımının akıbetlerinin araştırılması, hayatlarının tüm
yönleriyle ortaya çıkarılması görevi verilmektedir.
–26,27
Ve hani bir zamanlar İbrâhîm babasına ve toplumuna: “Şüphesiz ben
sizin taptığınız şeylerden uzağım. –Beni yoktan yaratan ayrı.– Şüphesiz ki artık
O, beni doğru yola iletecektir” dedi.28
İbrâhîm bu sözü, onların dönmesi için
ardından gelecek olanlara devamlı kalacak bir söz yaptı.–
Bu ayetlerde, atalar dininden vazgeçmeyen ve şirkte ısrar edenlerin Allah’ın
cezalandırmasına, adaleti sağlamasına ilk somut örnek İbrahim peygamber ve
kavmi gösterilmiştir. Ancak Saffat suresinde olduğu gibi olaylara çok kısa olarak
işaret edilip geçilmiştir.
İbrahim (as), atalar dinine sımsıkı sarılmış bir toplumda doğmuş, genç yaşında
hakkı kavrar kavramaz atalar dinini terk etmiştir. Konumu olan ayetlerde İbrahim
peygamberden söz edilerek Mekkeli müşriklere şöyle bir mesaj da verilmektedir:
“Eğer babalarını taklit etmek istiyorlarsa, işte en büyük babalarının tavrı! Ona
tutunsunlar ve içinde bulundukları sapıklıklardan vazgeçsinler.”
İbrahim peygamberin kendi kavmi ile giriştiği tevhid mücadelesi, En’am
(En’am/74- 85), Enbiya (Enbiya/51-70) ve Saffat (Saffat/83-98) surelerinde yer almıştır.
28. ayette geçen “O [İbrahim], bunu [bu sözü], onların dönmesi için ardından
gelecek olanlara devamlı kalacak bir söz yaptı” ifadesini iyi anlamak için İbrahim
peygamberin bir önceki ayette nakledilen sözünü hatırlayalım: İbrahim “Şüphesiz
ben sizin taptığınız şeylerden uzağım. -Beni yaratan ayrı.- Şüphesiz ki artık O,
beni doğru yola iletecektir” demişti. 28. ayette devamlı kalacağı bildirilen söz işte
budur. İbrahim peygamber bu sözü kendisinden sonra şirk içinde bulunanlar beni
14
örnek alır da Allah'tan başkasına ibadet etmekten tevbe ederler” ümidi ile
söylemiştir.
29
Tam tersi, Ben bunları da babalarını da kendilerine hak/gerçek ve
açıklayıcı bir elçi gelinceye kadar kazançlandırdım.
30
Ve hak/ gerçek kendilerine geldiği zaman onlar: “Bu, bir büyüdür ve
şüphesiz biz onu bilerek reddedenleriz/ inanmayanlarız” dediler.
31
Yine onlar: “Bu Kur’ân, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli
değil miydi?” dediler.
32
Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında,
onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini
gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle
yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha
hayırlıdır.
Bu ayetlerde, eski dönemlerdeki müşriklerin cezalandırılışı anlatıldıktan sonra
o güne kadar cezalandırılmayan müşrik Arapların takındığı yanlış tutuma
değinilmektedir. Çünkü onlar “hakk/gerçek kendilerine geldiği zaman: ‘Bu, bir
büyüdür ve şüphesiz biz onu inkâr edenleriz” dedikleri gibi, “Bu Kur'an, şu iki
şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” diyerek kendilerini uyaran son
peygambere karşı çıkmışlardır.
Mekkeli müşriklerin durumu şu ayetlerde de dile getirilmiştir:
6-8
Ve içlerinden ileri gelenler yürüdüler: “İlâhlarınız üzerinde direnin ve sözünüzden,
kararınızdan dönmeyin. Bu, gerçekten, sizden beklenen bir şeydir! Biz bunu son/başka bir dinde
işitmedik, bu ancak bir uydurmadır. Öğüt/ Kitap aramızdan o'nun üzerine mi indirildi?” –Aksine
onlar Benim öğüdümden/ Kur’ân'dan yetersiz bilgi içindeler, aksine onlar henüz azabımı
tatmadılar.–
(Sad/6- 8)
42,43
Ve onlar, var güçleriyle Allah'a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber
gelirse, kesinlikle önderli toplumların her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne
zaman ki kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden
onların sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi düzenbazını çepeçevre kuşatır. O
hâlde öncekilerin kanunundan/ onlara uygulanandan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen, Allah'ın
uygulamasında asla bir değişme bulamazsın. Sen, Allah'ın uygulamasında asla bir başkalaşma da
bulamazsın.
(Fatır/42, 43)
89
Onlara Allah katından kendileri ile birlikte olanı doğrulayan bir kitap; Kur’an gelince de –ki
bunlar daha önceleri kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere karşı zafer
kazanmak istemişlerdi de o tanıdıkları kendilerine gelmişti– onu kendileri örttüler. Artık Allah'ın
dışlaması/ rahmetinden mahrum bırakması, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler üzerinedir.
(Bakara/89)
Klâsik kaynaklarda4
yer aldığına göre, burada konu edilen iki kasaba Mekke ile
Taif’tir. İki adam ise Mekke’den Ebu Cehil'in amcası el-Velid b. el-Muğire b.
Abdillah b. Ömer b. Mahzum ile Taif'ten Ebu Mesud Urve b. Mesud es-Sakafî’dir.
Rabbimiz müşriklerin bu düşünceleri üzerine “Rabbinin rahmetini onlar mı
paylaştırıyorlar?” buyurmuştur. Yani onlara “peygamberliği, elçiliği onlar mı
paylaştırıyorlar da onu kendi istedikleri kimseye vermeye kalkıyorlar?” diye cevap
verilmiştir.
4
(Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)
15
Yine Rabbimiz 32. ayette “Şu basit hayatta [dünya hayatında] onların
geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık, Biz... Birbirlerine işlerini gördürsünler
diye Biz onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik”
buyurmuştur. Bu ifade, hayattaki ast-üst ilişkisinin toplumsal yaşama konulan bir
yasa olduğunu göstermektedir. Burada konu edilen derecelerle yükseltme,
“keramet; üstünlük, saygınlık” değildir. Ekonomik güç, akıl, zekâ, anlayış, bilgi-
bilgisizlik gibi yönlerden olan farklılıklardır. Herkesin ekonomik güç, zekâ,
anlayış bakımından eşit olduğu bir ortamda işçi bulmak mümkün olmaz; işçinin
olmadığı ortamlarda ise hayat durur.
Dünyalık dereceler imrenilecek, göz dikilecek şeyler değildir:
131
Ve kendilerini imtihan etmek için, basit dünya hayatının süsü olarak, onlardan kimi çiftleri
kendileriyle yararlandırdığımız mal, mülk, evlat ve saltanata sakın gözlerini dikme/rağbetle bakma.
Ve Rabbinin rızkı daha iyi ve daha süreklidir.
(Ta Ha/131)
88,89
Sakın onlardan bazı kimselere verip de kendilerini onunla yararlandırdığımız şeylere; mal
ve servete heveslenip gözlerini dikme. Onlar hakkında üzülme de... Sen kanatlarını mü’minler için
indir. Ve: “Şüphesiz ben, apaçık bir uyarıcının ta kendisiyim” de.
(Hıcr/88, 89)
33-35
Ve eğer insanlar, bir tek önderli, gerçeği bilerek reddeden toplum
olmayacak olsalardı, Biz, Rahmân'ı [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça
merhamet eden Allah'ı] bilerek reddeden / inanmayan kimselerin evlerine
gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler, onların evleri için
kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve altından süs eşyaları yapardık.
Bunların hepsi basit dünya hayatının kazanımından başka bir şey değildir.
Âhiret ise Rabbinin katında, Allah'ın koruması altına girmiş olan kişiler
içindir.
Bu ayetlerde insanların birbiri üzerine derecelerle yüksek kılınmasının bir
başka gerekçesi açıklanmaktadır.
Rabbimiz, eğer dünya sevgisi kalplere baskın gelip de bu durum insanları küfre
iterek hepsini tek bir küfür toplumu haline getirmeyecek olsaydı, “evlerine
gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık. Ve onların evleri
için kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve altından süs eşyaları yapar,
onları lüks içinde yaşatırdık” buyurmuştur. Bu ifadeyle insanın lüksü, refahı
arttıkça şımardığı, azgınlaştığı ortaya konmaktadır. Doğrudan “toplum”
denilmeyip de “ümmet [önderli toplum]” denilmesinin nedeni, birilerinin ortaya
çıkıp insanları yanlış yöne yönlendireceği; onların da bu önderlerin arkasına
takılarak lüks yaşam nedeniyle küfrü tercih edecekleri gerçeğidir.
İnsanın aslında zayıf yaratıldığı; bundan dolayı da zenginleşince azma,
sıkıntıda ise bunalma riskiyle karşı karşıya olduğu daha evvel birçok ayette
açıklanmıştı:
28
Allah, sizden hafifletmek istiyor. Ve şüphesiz insan çok zayıf oluşturulmuştur.
(Nisa/28)
6-8
Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Dönüş Rabbine olmasına rağmen insan, kendisini
yeterli gördüğünde, kesinlikle azar..
(Alak/6- 8)
16
14
Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, şirk koşarak yanlış; kendi
zararlarına iş yapmaları ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. –Şimdi bozguncuların
sonunun nice olduğuna bir bak!–
(Neml/14)
Kur’an, dünyadaki lüks yaşamın, altın ve gümüş gibi değerlerin bu dünyaya ait
basit, önemsiz kazanımlar olduğunu; asıl kazancın ahirete yönelik olduğunu, bu
nedenle de zenginliğin, lüks yaşamın insanı azdırmaması, yoldan çıkarmaması
gerektiğini ihtar etmekte ve toplumu bu yönde yönlendirenlerin arkasına
düşülmemesini istenmektedir.
36,37
Ve her kim Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça
merhamet eden Allah'ın] öğüdünden, anılmasından körleşirse Biz ona bir
şeytan musallat ederiz de artık o, onun için akrandır/ yandaştır; ve şüphesiz ki
yandaşlar/ akranlar, körleşenleri Yol'dan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin
kılavuzlandıkları doğru yolda olduklarını sanırlar.
38
Sonunda Bize gelince: “Keşke seninle benim aramda doğu ile batı
arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı” der. –Öyleyse bu ne kötü bir akrandır/
yandaştır!–
39
Ve bugün pişmanlık duymanız size hiçbir yarar sağlamayacak. Siz şirk
koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yaptığınız zaman kesinlikle azapta
ortaklarsınız.
Bu ayetlerde, çevreden gösterilen binlerce ayete karşı bakarkörlük yapıp
Allah’ın öğütlerine kör gibi davranan kişiye bu halini sürdürmesi için şeytanın
musallat olacağı, şeytanın o kişiye yaptıklarının doğru ve haklı olduğu yönünde
dalkavukluk edeceği, böylece şeytanın o kişiyi tüm yanlış iş ve davranışlarında
teşvik edeceği bildirilmektedir. Tabii, bu durum Allah’ın huzuruna gelinceye kadar
sürecektir. Huzura gelince iş anlaşılacak, kişi o şeytana “Keşke seninle benim
aramda iki doğu [doğu ile batı] arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı!” diyecektir.
Fakat artık iş işten geçmiştir. Şirkin karşılığı olan azap kaçınılmazdır.
Pasajn 36. ayetini surenin 5. ayeti ile birlikte değerlendirdiğimizde ortaya şöyle
bir anlam da çıkmaktadır: “Biz size Zikr’i ulaştırmaya devam edeceğiz. Her kim
ondan yüz çevirmek sureti ile Zikr’i görmezlikten gelirse Biz ona bir şeytanı
musallat ederiz. Küfrünün, körlüğünün bir cezası olmak üzere ona bir şeytan
veririz. O da sürekli onu yoldan çıkarır, o da kendini hep doğru yolda sanır”.
Ayetin orijinalinde “ ‫المشرقين‬iki doğu” ifadesi geçmektedir. Ancak bu ifade
“doğu ve batı” demektir. Arapçada iki ayrı şey bazen birinin tesniye [ikil]
yapılmasıyla da ifade edilebilmektedir. Meselâ Ay ve Güneş “ ‫القمرين‬Kamerayn [iki
ay]” diye de söylendiği halde bu ifadeyle Ay ve Güneş kastedilir. Yine “ ‫عمرين‬
Omerayn [iki Ömer]” ifadesiyle de Ebubekir ve Ömer kastedilir. Öğle ile ikindiye
“ ‫عصران‬asrani [iki ikindi], ana-babaya ‫الوالدين‬valideyn [iki ana] ve ‫االوبوين‬ebeveyn
[iki baba] denilir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
38. ayetteki “doğu ile batı arasındaki uzaklık” ifadesiyle kastedilen, en uzun
mesafedir.
115
Ve kim kendisine doğru yol apaçık ortaya çıktıktan sonra Elçi'ye karşı çıkar ve mü’minlerin
yolundan başkasını izlerse, Biz, onu döndüğü şeye döndürürüz ve onu cehenneme sokarız. O da ne kötü
bir gidiş yeridir!
(Nisa/115)
17
25
Ve Biz onlara birtakım yaşdaşlarını/İblislerini kabuk gibi üzerlerine kaplattık, onlar da,
önlerinde ve arkalarında [tüm çevrelerinde] olanları kendilerine süslü gösterdiler. Gelmiş geçmiş
herkesten, kendilerinden önce gelip-geçmiş ümmetlerde yürürlükte olan “Söz” onların üzerine hak
oldu. Şüphesiz onlar, zarara/kayba uğrayıp acı çeken kimseler idiler.
(Fussilet/25)
43
Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri
katılaştı ve şeytan onlara yapmakta oldukları şeyleri çekici gösterdi.
(En’am/43)
63
Allah'a yemin olsun ki Biz kesinlikle senden önce birtakım ümmetlere elçiler gönderdik de
şeytan onlara amellerini bezeyip süslü gösterdi. İşte o şeytan, bu gün onların koruyucu, yol gösterici
yakınıdır. Ve onlar için acı bir azap vardır.
Nahl/63)
22-26
Derken, çok beklemeden Hüdhüd geldi de, “Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim.
Sebe'den sana çok doğru ve önemli bir haber getirdim. Şüphesiz ki, Sebelilere hükümdarlık eden,
kendisine her şeyden verilmiş ve çok büyük bir tahta sahip olan bir kadın buldum. Onu ve toplumunu,
Allah'ın astlarından güneşe boyun eğip teslimiyet gösterirler/taparlar buldum. Şeytan da göklerde ve
yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah'a boyun eğip teslimiyet
göstermesinler/kulluk etmesinler diye kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan
alıkoymuş. Bunun için de onlar kılavuzlanan doğru yolu bulamıyorlar. –Allah, Kendisinden başka
ilâh diye bir şey olmayandır, büyük arşın sahibidir–” dedi.
(Neml/22- 26)
124-126
Kim Benim anılmamdan/ Benim öğüdümden mesafeli durursa, hiç şüphesiz onun için zor,
sıkıcı bir geçim/ yaşam vardır. Kıyâmet günü de onu kör olarak kıyâmet günü toplantı alanına
toplarız. O der ki: “Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak bu yere çıkardın?”
Allah der ki: “Bu böyledir, âyetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde
sen terk ediliyorsun/cezalandırılıyorsun.”
(Ta Ha/124- 126)
40
O hâlde sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut körlere ve apaçık bir
sapıklık içinde bulunanlara sen mi kılavuzluk edeceksin?
41
Artık eğer Biz, seni alıp götürsek bile şüphesiz Biz, onları cezalandırarak
adaleti sağlarız.
42
Yahut da onlara vaat ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü Biz, onların
aleyhlerine güç yetirenleriz.
43
Öyleyse sen, sana vahyedilene sarıl. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol
üzerindesin.
44
Ve şüphesiz sana vahyedilen [Kur’ân], senin için de, toplumun için de
gerçekten bir öğüttür/şan-şereftir siz ondan sorgulanacaksınız.
61,62
Ve şüphesiz sana vahyedilen [Kur’ân], o kıyâmetin kopuşu için
kesinlikle bir bilgidir: “Sakın kıyâmetin kopuşu hakkında şüpheye düşmeyin ve
bana uyun. Bu, doğru yoldur. Ve sakın şeytan sizi alıkoymasın. Şüphesiz o, sizin
için apaçık bir düşmandır.”
45
Ve sen, elçilerimizden senden önce gönderdiğimiz kişilere sor, “Biz
Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın]
astlarından kulluk edilecek ilâhlar tanımış mıyız?”
18
Resulullah’ın teselli edildiği bu ayet grubunda hem ona, hem de ona uyanlara
bir takım yeni bilgiler verilmektedir.
61, 62. ayetler hem teknik olarak hem de anlam bakımından resmi mushaftaki
yerlerine uygun değildir. Ayetlerin teknik bakımdan ve anlam yönünden uygun
olduğu yer burasıdır. Bu nedenle resmi sıralamada 61. ve 62. ayetler bu pasaja
taşınıp 44. ayet ile 45. ayet arasına tarafımızdan tertip edilmiştir. Böylece hem bu
paragraf hem de ayetlerin bulunduğu eski paragraf anlamlı hale getirilmiştir.
61. ayetin resmi mushafta İsa’dan (as) bahseden bir paragrafın cümleleri
arasında yer alması, ayetteki “ ‫ه‬o‫نن‬ّ‫ه‬‫إ‬o” zamirinin İsa peygambere gönderilmesine
sebep olmuştur. Bundan dolayı da İsa’nın kıyametin bilgisi olduğu yolunda yanlış
bir anlayış gelişmiştir. Bu anlayış İsa’nın (as) gökten ineceği ve bu inişinin de
kıyametin alameti olacağı şeklindedir. Bu konuya ait yazılmış senaryoları ibret için
takdim ediyoruz:
Abdullah b. Mesud'dan şöyle dediği nakledilmektedir: Rasûlullah [sav]'ın İsra'ya götürüldüğü
gece İbrahim, Musa ve İsa (hepsine selam olsun) ile karşılaştı. Kıyametin kopuşunu sözkonusu
ettiler. Önce İbrahim'den başlayarak ona kıyamete dair soru sordular. Onda bu hususa dair bir bilgi
yoktu. Sonra Musa'ya sordular, onda da buna dair bir bilgi yoktu. Nihayet söz sırası Meryem oğlu
İsa'ya gelince, dedi ki: “Meydana gelmesinden önce bana bir ahit verilmiş bulunuyor. Ne zaman
gerçekleşeceğine gelince, onu Aziz ve Celil olan Allah'tan başkası bilmez” deyip Deccal'in çıkışını
söz konusu etti ve “İnip onu öldüreceğim” dedi. Sonra da (İbn Mesud) hadisin geri kalan bölümünü
zikretti. Bu hadisi İbn Mace, Sünen'inde rivayet etmiş bulunmaktadır.
Müslim'in, Sahih'inde de şöyle denilmektedir: "O -yani Mesih Deccal- bu halde iken Allah
Meryem oğlu Mesih'i gönderecek, o da Dımaşk'ın doğu taraflarında Beyaz Minare’nin yakınında,
ellerini iki meleğin kanatları üzerine koymuş olduğu halde, iki elbiseye bürünmüş olarak inecek.
Başını aşağı doğru eğdi mi damlayacak, yukarı doğru kaldırdı mı ondan inci tanelerini andıran inci
suretinde yapılmış gümüş taneleri yuvarlanacak. [Yağmur yağmasından kinayedir.] Onun nefesinin
kokusunu alan bir kâfir mutlaka ölecek. Nefesi de gözü ile gördüğü en ileri noktaya kadar ulaşacak.
Nihayet (İsa) onu [Deccal'i] takibe koyulacak ve ona Lud kapısında yetişip öldürecek."
Sa'lebî, Zemahşerî ve başkalarının Ebu Hureyre yoluyla zikrettikleri rivayetlere göre
Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Meryem oğlu İsa semadan Vefık diye adlandırılan Arz-ı
Mukaddes’teki bir tepe üzerine, sarımtrak iki elbiseye bürünmüş olarak inecek. Saçları yağlanmış
olacak, elinde de kendisi ile Deccal'i öldüreceği bir mızrak bulunacak. İnsanlar ikindi namazında
imamla namaz kıldıkları bir sırada Beytu'l-Makdis'e gelecek, imam geri çekilmek isteyecek, fakat
İsa (a.s) onu öne geçirecek ve Muhammed (sav)'ın şeriati üzere arkasında namaz kılacak. Sonra da
domuzları öldürecek, haçı kıracak, havra ve kiliseleri yıkacak, ona iman edenler müstesna,
hristiyanları öldürecek."
Halid'in rivayetine göre de el-Hasen şöyle demiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki:
"Peygamberler baba bir kardeşler (gibi)dir. Onların anneleri ayrı olmakla birlikte dinleri birdir.
İnsanlar arasında Meryem oğlu İsa'ya en yakın benim. Çünkü benim ile onun arasında bir
peygamber yoktur. O semadan ilk inecek kişi olup haçı kıracak, domuzu öldürecek ve İslâm’a
girmeleri için insanlarla savaşacaktır. el-Maverdî dedi ki: İbn İsa'nın bir topluluktan naklettiğine
göre onlar şöyle demişler: İsa indi mi Allah'tan aldığı emirlere göre insanlara emir verip, yasaklar
koyan o dönemin bir rasûlü olmasın diye mükellefiyet kaldırılmış olacaktır.
Ancak bu, şu üç husus sebebiyle reddedilecek bir görüştür. Birincisi hadis-i şeriftir, çünkü
dünyanın kalması dünyada mükellefiyetin kalmasını gerektirir. Diğer taraftan o marufu emreden,
münkerden alıkoyan birisi olarak inecektir. Yüce Allah'ın ona vereceği emirlerin İslâm’ı
desteklemek, İslâm’ın gereklerini emretmek ve insanları İslâm’a davet etmek ile münhasır olacağı
da reddolunacak bir şey değildir.
Derim ki: Müslim'in Sahih'inde ve İbn Mace'de sabit olduğuna göre, Ebu Hureyre şöyle
demiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Andolsun Meryem oğlu İsa adaletli bir hakem olarak
inecektir. Haçı kıracaktır, domuzu öldürecektir, cizyeyi kabul etmeyecektir. Andolsun genç develer
başıboş bırakılacak, onlara çobanlık eden olmayacaktır. Düşmanlık, nefret ve kıskançlık yok olup
gidecektir. Malın alınması için çağrıda bulunacak, fakat kimse onu kabul etmeyecek.”
Yine Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "İmamınız
kendinizden iken -bir rivayette: sizden olan ile size imam olmuşken- Meryem oğlu [İsa] aranızda
19
ineceği vakit haliniz ne olacak?" İbn Ebi Zi'b dedi ki: "İmamınız sizden olan ile size imam
olmuşken ne demek biliyor musun? (el-Velid b. Müslim) de “Bana haber verirsen öğrenirim” de-
dim. Dedi ki: “Rabbinizin Kitabı ile peygamberiniz (sav)'ın sünneti ile size imamlık ederse"
demektir.
İlim adamlarımız -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- dediler ki: İşte bu İsa (a.s)'ın
peygamberimiz Muhammed (sav)'ın dininin unutulmuş olan birtakım hükümlerini uygulamaya
koymak üzere bir yenileyici [müceddid] olarak ineceği hususunda açık bir nasstır. Yoksa yeni bir
şeriat ile de inmeyecektir; gerek burada, gerekse "et-Tezkire" adlı eserimizde açıkladığımız üzere,
mükellefiyet de olduğu gibi devam edecektir.
Bir açıklamaya göre "şüphesiz ki o Saatin ilmidir." Yani muhakkak ki İsa'nın ölüleri diriltmesi
kıyametin kopacağına ve ölülerin diriltileceğine delildir. Bu açıklamayı İbn İshak yapmıştır.
Derim ki: "Şüphesiz ki o" buyruğunun, “şüphesiz ki Muhammed (sav) saatin ilmidir”
anlamında olma ihtimali de vardır. Buna Peygamber (sav)'ın: "Ben ve kıyamet şu ikisi gibi
gönderildik" deyip şehadet parmağı ile orta parmağını yanyana getirmesi delil teşkil etmektedir.
Bunu Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.5
Kıyamet İşareti:
Cenâb-ı Hak, "Şüphe yok ki o, (yani Hz. İsa) saatin ilmidir. Yani, sayesinde kıyametin
bilindiği alametlerden bir alamettir." Böylece, bir şeye defâlet eden alâmet, sayesinde o şey bilinip
anlaşıldığı için, "ilim" adını aldı (yani, “le ilmün” buyuruldu). İbn Abbas da bu ifadeyi “le alemün”
şeklinde okumuştur ki, bu, alâmet, belirti demektir. Yine bu ifade, “lel'ilmu” şeklinde de
okunmuştur. Ubeyy İbn Kâ'b ise, “le zikrun” şeklinde kıraat etmiştir. Konuyla ilgili hadiste şu yer
almaktadır: İsa, elinde mızrağı olduğu halde, Arz-ı Mukaddes'te, kendisine “Efik” adı verilen bir
tepeye iner. Mızrağı ile Deccâli öldürür, peşinden, imamın cemaate namaz kıldırdığı bir sırada,
sabah namazında Beyt-i Makdîs'e gelir. Bunun üzerine imam geriye çekilir, fakat Hz. İsa onu yine
ileri sürer ve o imamın arkasında Hz. Muhammed'in şeriatine göre namaz kılar. Daha sonra,
domuzları öldürür, haçı parçalar, havra ve kiliseleri tahrip eder ve kendisine inananlar hariç,
hristiyanları da öldürür."6
Konumuz olan pasajda Resulullah’a tek yapması gereken şeyin kendisine
vahyedilene uymak olduğu uzun uzadıya açıklanarak peygamberimiz teselli
edilmiştir.
O dönemde kâfirler Resulullah’ı ortadan kaldırabilmek için gece gündüz
plânlar kurmakla meşguldüler. Onu öldürebildikleri takdirde dertlerinin sona
ereceğine inanmaktaydılar. Bu nedenle Rabbimiz, Elçi’ye “Biz, seni alıp götürsek
bile şüphesiz Biz, onlardan intikam alanlarız [onları cezalandırarak adaleti
sağlarız].Yahut da onlara vaat ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü Biz, onların
aleyhlerine güç yetirenleriz” diye hitap etmiştir. Rabbimizin peygamberimize
verdiği bu sözün Bedir günü gerçekleştiği ve peygamberimizin de bu kokuşmuş
insanların cezalandırılışlarını o gün, orada gördüğü söylenebilir.
46
Ve hiç kuşkusuz Biz, Mûsâ'yı âyetlerimizle/ alâmetlerimizle/
göstergelerimizle Firavun'a ve onun ileri gelenlerine elçi gönderdik de o:
“Gerçekten ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim” demişti.
47
Sonra da Mûsâ âyetlerimizi/ alâmetlerimizi/ göstergelerimizi onlara
getirince, onlar hemen âyetlere gülüverdiler.
48
Ve Bizim onlara gösterdiğimiz her bir alâmet/ gösterge bir önceki
alâmetten/ göstergeden kesinlikle daha büyüktür. Ve onlar dönerler diye Biz
onları azapla yakaladık.
5
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
6
(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
20
49
Onlar da: “Ey büyücü! Sende olan ahdi/ sana verdiği söz hürmetine,
bizim için Rabbine dua et. Şüphesiz biz kesinlikle kılavuzlandığımız doğru
yola gireceğiz” dediler.
50
Fakat ne zaman ki azabı kendilerinden kaldırdık, o zaman onlar
sözlerinden dönüverirler.
51-53
Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: “Ey toplumum! Mısır
hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ
görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise
meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine
altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde
melekler gelmeli değil miydi?” dedi.
54
Firavun kendi toplumunu etkisizleştirdi; niteliksizleştirdi de onlar da
ona itaat ettiler. Şüphesiz onlar, hak yoldan çıkmış kimseler toplumu idiler.
55,56
Sonunda onlar Bizi gazaplandırdıkları zaman onları cezalandırarak
adaleti sağladık. Sonra da onları topluca suda boğduk. Sonra da onları
sonradan gelecekler için selef ve örnek yaptık.
Bu ayet gurubunda, aklını kullanmayan, çevrelerindeki binlerce ayete gözünü
kapayan ve bu nedenle de azabı hak edenlere Firavun ve avenesi örnek
gösterilmiştir. Bu kısa anlatımda Firavun ve avenesinin politikaları ana hatlarıyla
açıklanmıştır. Sonra da Mekkeli müşrik kodamanlara Firavun’dan farklarının
olmadığı bildirilerek, Firavun ve avenesinin başına gelenlerin kendi başlarına da
geleceği ihtar edilmiştir.
130
Ve andolsun ki Biz, Firavun sülâlesini, düşünüp öğüt alsınlar diye senelerle kuraklıklarla/
senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık. 131
Sonra kendilerine iyilik geldiği zaman, “İşte bu
bize aittir” dediler. Eğer kendilerine bir kötülük gelirse, Mûsâ ile yanındakilerin uğursuzluğu olarak
kabul ederler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındadır. Fakat onların çoğu bilmezler.
(A’raf/130)
133
Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri,
kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular.
134
Ve ne zaman ki, bu azap üzerlerine çöktü: “Ey Mûsâ! Sana olan ahdi/ verdiği söz nedeniyle
bizim için Rabbine dua et, eğer sen bizden bu cezayı kaldırırsan sana kesinlikle iman edeceğiz. Ve
kesinlikle İsrâîloğulları'nı seninle birlikte göndereceğiz” dediler.
135
Ne zaman ki, ulaşacakları belli bir süreye kadar onlardan cezayı kaldırdık, derhal
sözlerinden cayıveriyorlar.
(A’raf/133-135)
21-24
Sonra da Firavun, yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü. Sonra toplayıp
seslendi de: “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi.
25
Allah da, dünya ve âhiret azabıyla yakalayıverdi.
(Nâziât/23- 25)
56. ayetteki “Nihayet onlar Bizi gazaplandırdıkları zaman onlardan intikam
aldık [cezalandırarak adaleti sağladık]” ifadesi onların artık Allah düşmanı
olduklarının beyanıdır:
33,34
Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde
kargaşa çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına
almazdan önce hatalarından dönenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut
ayak ve ellerinin çaprazlama/ arka arkaya kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir.
21
Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki
Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
(Maide/33, 34)
57
Şüphesiz Allah'a ve Elçisi'ne eziyet verenler; Allah onları dünyada ve âhirette dışlamıştır. Ve
onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.
(Ahzab/57)
53. ayette Firavun’un Musa (as) hakkında sarf ettiği nakledilen “Hem onun
üzerine altın bilezikler atılmalı” şeklindeki sözü, bu şekilde süslenmenin o
dönemdeki soylu kimselerin âdeti olmasından dolayıdır. Firavun ve çevresindeki
yakınları o dönemde bu tür altın bileziklerle süslü idiler. Çünkü altın takılarla
süslenmek, o dönemin kültüründe bir soyluluk nişanesi idi.
Kitab-ı Mukaddes’te de bu âdete ait ipuçları bulunmaktadır:
Bu öneri Firavun'a ve görevlilerine iyi göründü.
Firavun görevlilerine, "Bu adam gibi Tanrı Ruhu'na sahip birini bulabilir miyiz?" diye sordu.
Sonra Yusuf'a, "Mademki Tanrı sana bütün bunları açıkladı, senden daha akıllı ve bilgili bir
adam yoktur" dedi,
"Sarayımın yönetimini sana vereceğim. Bütün halkım buyruklarına uyacak. Tahttan ötürü
yalnız ben senin üzerinde olacağım.
Seni bütün Mısır'a yönetici atıyorum."
Sonra mührünü parmağından çıkarıp Yusuf'un parmağına taktı. Ona ince ketenden giysi
giydirdi. Boynuna altın zincir taktı.
Kendi yardımcısının arabasına bindirdi. Yusuf'un önünde, "Yol açın!" diye bağırdılar.
Böylece Firavun ona bütün Mısır'ın yönetimini verdi.
Firavun Yusuf'a, "Firavun benim" dedi, "Ama Mısır'da senden izinsiz kimse elini ayağını
oynatmayacak."7
57
Meryem oğlu Îsâ bir örnek olarak anlatılınca da, senin toplumun, ondan
mesafelenip giderler.
58
Ve senin toplumun: “Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa o mu
Muhammed mi/ Îsâ mı?” dediler. Bu örneği sırf seninle tartışmak için ortaya
attılar. Aslında onlar, aşırı düşmanlık eden bir toplumdur.
59
Îsâ, sadece Bizim kendisine nimet verdiğimiz ve kendisini
İsrâîloğulları'na örnek yaptığımız bir kuldur.
63,64
Îsâ apaçık delillerle geldiği zaman dedi ki: “Ben size haksızlık ve
kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri getirdim ve
hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklayayım diye
geldim. O hâlde Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Şüphesiz ki
Allah; O, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin.
İşte bu, doğru bir yoldur.”
65
Fakat gruplar, Îsâ hakkında kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler.
Artık acı bir günün azabından dolayı, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına
iş yapanların vay hâline!
İsa (as) ile ilgili pasajı bu düzenle tertip edip anlamalıyız.
Kur’an’ın İsa (as) hakkında verdiği bilgilere karşı Mekkeli müşriklerin
tutumlarının anlatıldığı bu ayet grubunda, İsa’nın İsrailoğulları’na örnek
7
(Tekvin/41; 37-44)
22
gösterildiği ve onun Allah’ın birçok lütfuna mazhar olmuş bir kul olduğu
vurgulanmaktadır.
Bu pasajın nüzul sebebi olarak klâsik kaynaklarda şu nakiller yer almaktadır:
Yüce Allah “Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor: Rah-man'dan başka ibadet
edilecek ilâhlar kılmış mıyız? (Zuhruf/43, 45)” buyruğunu indirince müşrikler İsa (a.s)'ın durumunu
ileri sürerek “Muhammed tıpkı Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'yı ilah edindikleri gibi, bizim de
kendisini ilah edinmemizden başka bir şey istemiyor” dediler. Bunu Katade söylemiştir.
Buna yakın bir rivayet Mücahid'den gelmiştir. O dedi ki: Kureyş “Muhammed, İsa'nın kavmi
İsa'ya tapındıkları gibi, bizim de kendisine tapınmamızı istiyor” dediler. Bunun üzerine Yüce Allah
bu âyet-i kerimeyi indirdi.
İbn Abbas dedi ki: Bu buyrukla Yüce Allah, Abdullah b. ez-Ziba'ra'nın Peygamber (sav) ile İsa
(as) hakkındaki tartışmasını kastetmektedir. Bu örneği veren kişi Sehmoğullarından Abdullah b. ez-
Ziba'ra'dır ve bunu kâfir iken söylemişti. Kureyş kendisine: “Şüphesiz Muhammed ‘Gerçekten siz
de, Allah'tan başka taptıklarınız da cehennemin odunusunuz (Enbiya/98)’ ayetini okuyor” dediler.
Abdullah b. ez-Ziba'ra da “Eğer yanında hazır olsam ona cevap verirdim elbet” dedi. Bu sefer:
“Ona ne diyecektin?” diye sordular. O da şöyle dedi: “Ona derdim ki: İşte, Mesih'e Hıristiyanlar
ibadet ediyor. Uzeyr'e de Yahudiler ibadet ediyor. Bu ikisi de cehennemin odunundan mıdırlar?”
Kureyşliler onun söylediği bu sözü beğendi ve böylelikle bu sözle onun davayı kazandığı görüşüne
kapıldı. İşte Yüce Allah'ın "Bağrışıp çağrışmaya koyuldu" buyruğunun anlamı budur. Yüce Allah
da bunun üzerine: “Şüphesiz kendileri için daha önceden tarafımızdan iyilik takdir edilmiş olanlar,
işte onlar oradan uzaklaştırılmışlardır (Enbiya/101)” buyruğunu indirdi.8
Müfessirler bu hususta şunları ileri sürmüşlerdir ki, hepsi de ihtimal dâhilindedir:
1- Kâfirler, Hıristiyanların Hz, İsa (a.s)'ya taptıklarını duyunca, "Onlar, İsa'ya tapıyorlar; oysa,
bizim ilâhlarımız İsa'dan daha iyidir" dediler. Onlar bu sözü, kendileri meleklere taptıkları için
söylediler.
2- Rivayet edildiğine göre, “Siz de, Allah'ı bırakıp tapmakta olduklarınız da hiç şüphesiz ki
cehennem odunusunuz (Enbiya/98)” ayeti nazil olunca, Abdullah İbnu'z-Ziba'râ, "Bu, bize ve
ilâhlarımıza mı, yoksa bütün ümmetlere şamil bir hüküm mü?" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.s), "Hayır, bütün ümmetlere şamil bir hüküm" buyurdu. Bunun üzerine Abdullah, "Ben seni
yendim; Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki, sen Meryem oğlu İsa'nın peygamber olduğunu iddia
etmedin mi? İsa ve annesini hayırla yâd etmiyor muydun? Sen, Hıristiyanların, İsa ve annesine;
Yahudilerin de Uzeyr'e taptıklarını ve meleklere de tapıldığını biliyorsun. Binaenaleyh, eğer bunlar
cehennemde olacaklarsa, biz, bizim ve ilâhlarımızın onlarla beraber olmasına çoktan razıyız" dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s)] sustu, kâfirler güruhu sevindiler, güldüler ve çığlıklar attılar.
Bunun üzerine Cenâb-ı Hak “Şüphe yok ki, kendileri için bizden en güzel [bir saadet] sebkat etmiş
olanlar, işte bunlar oradan [cehennemden] uzaklaştırılmışlardır (Enbiyâ/101)” ayetini indirdi. İşte
bu ayet [Zuhruf/57] de o zaman nazil oldu. Buna göre mana, "Abdullah İbnu'z-Ziba'râ, Meryem
oğlu İsa'yı bir misal getirip Hıristiyanların İsa'ya ibadet etmeleri sebebiyle Hz. Peygamber (s.a.s)'le
mücadele edince, "Bir de ne görelim, senin kavmin Kureyş, bu meselden dolayı Hz. Peygamber
(s.a.s)'in susturulmasını görmeleri sebebiyle sevinçlerinden çığlıklar attılar, büyüktendiler ve
gülmeye başladılar. Çünkü örf, taraflardan birisi, davasını savunamayıp acze düştüğünde, ikinci
tarafın çığlıklar atması ve bundan sevinç duyması şeklinde cereyan edegelmiştir. Dediler ki: "Bizim
tanrılarımız mı iyi, yoksa o mu?" Yani, "Sence bizim ilâhlarımız [melekler] İsa'dan daha iyi değil
midir? Binaenaleyh İsa cehennem odunu olduğuna göre, bizim ilâhlarımızın durumu ise, daha hafif
ve daha ehven olur" demektir.
3- Hz. Peygamber (s.a.s), Hıristiyanların Hz. İsa’ya taptıklarını ve onu kendilerinin ilâhı
kabul ettiklerini anlatınca, Mekke kâfirleri de, "Muhammed, tıpkı Hıristiyanların, Mesih'i
kendilerinin ilâhı kabul etmeleri gibi, bizim de, kendisini bizim ilâhımız kabul etmemizi istiyor"
dediler ve işte bu durumda "Bizim ilâhlarımız mı yoksa o mu?", yani, "Bizim ilâhlarımız mı yoksa,
Muhammed mi daha hayırlıdır?" dediler ve bu sözü, "Muhammed bizi kendisine tapmaya davet
ediyor; halbuki atalarımız ise bu putlara tapmanın gerekli olduğunu iddia etmişlerdi. Bu iki şeyden
birisinin mutlaka yapılması gerekli olduğuna göre, bu putlara tapmak daha uygun olur. Çünkü
atalarımız ve geçmişlerimiz, putlara tapma hususunda mutabakata varmışlardı. Ama Muhammed
ise bizim kendisine tapmamız hususunda ithama maruz bir kişidir. Binaenaleyh, putlara tapmakla
8
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
23
meşgul olmak daha evlâ olur" dedikleri için bu sözü söylediler. Cenâb-ı Hak ise, "Biz, İsa'ya
tapmanın güzel bir yol olduğunu söylemedik. Tam aksine bu, bâtıl ve yanlış bir yoldur. Çünkü İsa
sadece bizim kendisine in'âmda bulunduğumuz bir kuldur. Durum böyle olunca da, onların,
"Muhammed, bizim, kendisine tapmamızı istiyor" şeklindeki sözleriyle ortaya attıkları bu
şüphenin, zail olduğu..." şeklinde beyanatta bulunmuştur. İşte bu üç açıklama, ayetin lâfzının,
bunlardan her birine muhtemel olduğu şeyler cümlesindendir.9
65. ayette “Fakat gruplar, İsâ hakkında kendi aralarında anlaşmazlığa
düştüler” buyrulmuştur. Kur’an’ın indiği dönemde hem Yahudiler hem de
Hıristiyanlar İsa konusunda ihtilâf halinde idiler.
İsa peygamberin gayrimeşru bir çocuk ve sahte bir peygamber olduğunu iddia
eden Yahudiler ile onun Allah’ın oğlu olduğunu ve Allah’ın onda cisimlendiğini
iddia eden Hıristiyanlar, birbirleri ile sürekli ihtilâf hâlinde olmuşlardır. Rabbimiz
her iki tarafın da yanlış düşünce ve kanaatlerini Kur’an’da bildirdiği bilgilerle
ortadan kaldırmış, gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Allah’ı Kur’an’dan
tanıyanlar ve aklıselim sahipleri artık bilmektedirler ki, Allah çocuk edinme gibi
noksanlıklardan münezzehtir.
Ne var ki, İsa peygamber ile ilgili olarak sadece Yahudiler ile Hıristiyanlar
arasında değil, Hıristiyanların kendi aralarında da ihtilâflar oluşmuştur. Bu ihtilâflar,
hizipler ve mezhepler halinde bugüne kadar gelmiştir. İlk dönem Kur’an
bilimcilerinden olan Mukatil’in tespitlerine göre o dönemde Hıristiyanların içinde
farklı inanışlara sahip üç grup vardı:
* “İsa Allah’ın oğludur” diyen Nasturîler,
* “İsa Allah’ın kendisidir” diyen Mar-Yakubîler ve
* “Allah üçün üçüncüsüdür” diyen Melkanîler.
Kur’an’da Meryem ve İsa peygamber hakkında verilen bilgiler, İsa
peygamberin doğumu ile Kur’an’ın inişi arasındaki dönemde ortaya çıkmış Yahudi
ve Hıristiyan inançlarını yansıtmaktadır. Ne var ki, Kur’an’ın inişinden bu yana,
tıpkı Müslümanların yüzlerce mezhebe, binlerce meşrebe ayrıldığı gibi, Hıristiyan
ve Yahudiler de mezheplere, meşreplere ayrılmışlar ve her bir hizip değişik inanç ve
yaşam tarzı sergilemiştir. Bizim düşüncemize göre, gerek Müslümanlar, gerekse
Ehl-i Kitap arasında ortaya çıkmış olan yanlış inanç ve yaşam tarzlarının insanların
hayatlarından çıkarılıp atılması için Kur’an’da verilen mesajlar ve ilâhî ilkeler
sadece Müslümanlara değil, Ehl-i Kitap’a da ulaştırılmalıdır. Kur’an erlerinin ortaya
koyacağı bu yöndeki çalışmalar, insanlığın doğru istikameti tanıması bakımından
önemli sonuçlara yol açacak bir potansiyeli taşımaktadır.
213
İnsanlar tek bir önderli toplum idi de Allah müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere
peygamberler gönderdi ve anlaşmazlık ettikleri konularda insanlar arasında hükmetsinler diye onların
beraberinde hak ile kitap indirdi. Ve sırf o Kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra
aralarındaki azgınlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, Kendi bilgisi gereği,
iman edenlere, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka kılavuz oldu. Ve Allah, dilediği
kimseyi/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar.
(Bakara/213)
Bu konu daha evvel Meryem suresinin tahlilinde de ele alındığından, detayın
oradan okunmasını öneriyoruz.
66
Onlar kendileri farkına varmadan, ansızın, kıyâmet anının kendilerine
gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?
9
(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
24
67
O gün Allah'ın koruması altına girmiş kişiler hariç tüm önderler/
birbirinin izinden gidenler, birbirlerine düşmandırlar.
Bu ayetlerde, bunca açıklamaların muhatabı olup da hala yola gelmeyen,
hevalarını ilâh edinmiş zavallılar kınanmıştır. Ayrıca kıyamete ait şu kısa bilgi
verilmiştir:
O gün, ansızın gelecektir. Ona karşı tedbir almaları, onu geri çevirmeleri,
ondan kurtulmaları söz konusu olmayacaktır. O gün Allah’ın yolundan gitmeyip
de birbirinin izinden gidenler birbirlerine düşman olacaklardır. Dünyada iken
birbirleriyle canciğer dost olmalarına karşın o gün birbirlerine düşman kesilecek
ve “Senin yüzünden bu hale düştüm” diyerek birbirlerini itham edeceklerdir.
Muttakiler ise her zamanki gibi birbirlerinin dostu olacaklardır. Aralarındaki
dostluklar ahirette de devam edecektir.
Müşriklerin birbirine olan husumetleri birçok ayette dile getirilmiştir:
58
Ve onun şeklinden çifter çifter diğerleri vardır. 59
İşte bunlar da sizinle birlikte atılırcasına
giren bir gruptur. Onlara bir rahat yok. Şüphesiz onlar cehenneme sallandılar.
60
Derler ki: “Hayır, asıl size merhaba; selam sabah yok. Cehennemi önümüze siz getirdiniz. O
ne kötü bir duraktır!”
61
Derler ki: “Rabbimiz! Bizim önümüze bunu kim getirdiyse onun ateşteki azabını kat kat
arttır!”
62
Ve yine derler ki: “Kendilerini kötülerden saydığımız birtakım adamları niye göremiyoruz?
63
Biz onları alaya almıştık/aşağılamıştık. Yoksa gözler onlardan kaydı mı?”
64
Şüphesiz ki bu, ateş ehlinin birbiriyle tartışması/ davalaşması gerçektir.
(Sad/58-64)
38
Allah, “Sizden önce geçmiş tanıdığınız-tanımadığınız ateş içindeki önderli toplumların içine
girin!” der. Her toplum girdikçe kardeşini dışlayıp gözden çıkarır. Sonunda hepsi oraya
toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında, “Rabbimiz! İşte şunlar bizi saptırdı. Onlara ateşten kat
kat azap ver” derler. Allah, “Herkese kat kattır, fakat siz bilmiyorsunuz” der.
39
Öncekiler de sonrakilere, “Sizin bize karşı fazlalığınız yoktur. O hâlde yaptıklarınızdan
dolayı azabı tadın” derler.
(A’raf/38, 39)
57
Şüphesiz Allah'a ve Elçisi'ne eziyet verenler; Allah onları dünyada ve âhirette dışlamıştır. Ve
onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.
(Ahzab/64- 68)
25
Ve İbrâhîm dedi ki: “Siz, sırf aranızdaki dünya hayatında sevgi için Allah'ın astlarından
birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyâmet günü, kiminiz kiminizi tanımayacak, kiminiz kiminizi
dışlayıp gözden çıkaracaktır. Varacağınız yer de cehennemdir. Ve sizin için yardımcılardan da
yoktur.”
(Ankebût/25)
125
Ve din bakımından, iyileştiren-güzelleştiren biri olarak, kendisini Allah için İslâmlaştırandan
ve hanif; eski inançlarından dönen biri olarak, İbrâhîm'in dinine uyan kimseden daha iyi-güzel kim
olabilir? Ve Allah, İbrâhîm'i “çığır açan-iz bırakan; imam-önder” edindi.
(Nisa/125)
2
Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın alâmetlerine, haram aya, hedye/hac yapanlara yiyecek
yollamaya, hediye etmeye, gerdanlıklarına [hac yapanların/orada yüksek ilâhîyat eğitimi için
bulunanların yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretlerine] ve Rablerinden lütuf ve rıza
bekleyerek Beytü'l-Haram'a/hac görevi yapmak isteyenlere saygısızlık etmeyin. Dokunulmazlığınız
kalktığında/hac göreviniz bittiğinde de avlanın. Sizi Mescid-i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir
topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya da sevk etmesin. Ve “iyi adam”lık ve Allah'ın koruması altına
girme üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Ve Allah'ın koruması
altına girin. Hiç şüphesiz Allah, azabı/kovuşturması çok çetin olandır.
25
(Maide/2)
“68-70
Ey âyetlerimize iman etmiş ve Müslümanlar olmuş olan kullarım!
Bugün size korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz. Siz ve eşleriniz ağırlanmış
olanlar olarak girin cennete! 71-73
-Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin
çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı,
gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli kalacaksınız. Ve işte
bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz
cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz.”
Bu ayet gurubunda Rabbimiz, iman eden, takvalı davranan kullarına vereceği
nimetleri sayıp dökmüştür.
Yedi ayetten oluşan bu paragraf, belağat gereği, orijinalinde ayrı ayrı ayetler
halindedir. Biz anlamı ve cümle öğelerini de dikkate alarak ayetleri iki grup
halinde meallendirdik.
Bu ayet gurubunda bildirilen cennet nimetleri Kur’an’ın birçok yerinde sayılıp
dökülmüştür; özellikle de İnsan ve Vakıa surelerinde toplu olarak yer almıştır:
5-22
Şüphesiz, “iyi adamlar”, kâfur katılmış bir tastan içerler, fışkırtıldıkça fışkırtılacak bir
pınardan ki ondan, verdikleri sözleri yerine getiren, kötülüğü yayılan bir günden korkan ve “Biz sizi,
ancak Allah rızası için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık
suratlı ve çatık kaşlı bir günde Rabbimizden korkarız” diyerek Allah sevgisi için/sevmesine rağmen
yiyeceği, yoksula ve öksüze ve tutsağa veren Allah'ın kulları içerler.
Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur; onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak,
sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve ipekleri verecek; orada tahtlara kurulmuş olarak kalacaklar;
orada bir güneş de, dondurucu bir soğuk da görmeyecekler ve bahçenin gölgeleri onların üzerlerine
sarkacak ve alçaltıldıkça alçaltılacak. Ve aralarında gümüş bir kap ve billûr kâseler dolaştırılacak,
-kendilerinin ayarladığı billûrları gümüştendir-. Ve orada onlar, karışımı zencefil olan bir tastan
sulanırlar, orada Selsebil denilen bir pınardan... Ve aralarında büyümez, yaşlanmaz çocuklar dolaşır;
onları gördüğünde, saçılmış birer inci sanacaksın! Orayı gördüğünde, mutluluk ve büyük bir mülk ve
yönetim göreceksin; üzerlerinde ince, yeşil ipekli, parlak atlastan giysiler olacak; gümüş bileziklerle
süslenmiş olacaklar; Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecek. Şüphesiz ki bu, sizin için karşılıktır.
Çalışmalarınız da karşılık ödenecek niteliktedir.
(İnsan/5-22)
13,14
Birçoğu evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. 24
Onlar, yaptıklarına karşılık olarak,
15
mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. 16
Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar.
17,23
Çevrelerinde, kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır,
ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; hiç
büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. 25
Orada boş söz, saçmalama ve
günaha sokan şeyleri işitmezler. 26
Sadece söz olarak: “Selâm [sağlık, esenlik, mutluluk], selâm
[sağlık, esenlik, mutluluk]!”
27-34
Ve sağın yaranı, nedir o sağın yaranı! Onlar, dikensiz kirazlar, meyve dizili
muzlar/akasyalar, uzamış gölgeler, fışkıran su, kesilmeyen; tükenmeyen ve yasaklanmayan birçok
meyveler ve yükseltilmiş döşekler içindedirler.
35
Şüphesiz Biz, kirazı, muzu, gölgeleri, fışkıran suyu öyle bir yaratışla yarattık. 36-38
Ki onları,
sağın ashâbı için albenili ve hepsi bir ayarda hiç dokunulmamışlar yaptık.
(Vakıa/15- 38)
32,33
Sonra Biz, Kitab'ı kullarımızdan, süzüp seçtiklerimize miras bıraktık. Şimdi de onlardan
bazıları kendilerine haksızlık eden, bazıları orta yolu tutan/ikili oynayan, bazıları da Allah'ın izniyle/
bilgisiyle hayırlarda önde gidenlerdir. İşte bu, büyük armağanın; Adn cennetlerinin ta kendisidir.
Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bileziklerle ve incilerle süsleneceklerdir. Oradaki elbiseleri
ipektir. 34,35
Onlar orada, “Tüm övgüler, bizden o üzüntüyü gideren ve bizi armağanlarından,
26
kendisinde bize yorgunluk gelmeyen, kendisinde bizim için usanç olmayan, durulacak bu yurda
girdiren Allah'a özgüdür; başkası övülemez. Gerçekten Rabbimiz çok bağışlayıcı ve çok karşılık
vericidir” derler.
(Fatır/32,33)
Pasajın ilk bölümündeki “Siz ve eşleriniz ağırlanmış olanlar olarak girin
cennete!” ifadesi ile kastedilenler dünyadaki eşler değildir. Zira dünyadaki eşlerin
her biri ayrı ayrı mükellef kişiliklerdir. Suçun ve cezanın şahsîliği söz konusudur.
Dünyada muttaki olan bir kişinin eşinin de muttaki olması, her ikisinin de aynı
lütfu hak etmiş olması mümkün fakat mutlak değildir. Burada konu edilen eşler,
Rabbimizin ahirette insana vereceği özel olarak yaratılmış eşlerdir.
74-76
Şüphesiz ki günahkârlar cehennem azabında süreklidirler.
Kendilerinden hafifletilmeyecektir. Onlar, orada da ümitsizlerdir. Ve Biz,
onlara haksızlık etmedik, fakat onlar, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına
iş yapan kimselerin ta kendileri idiler.
77
Ve onlar seslenirler: “Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin.” Mâlik:
“Şüphesiz siz, böyle kalacaksınız” dedi.
78
Andolsun ki Biz size hakkı getirdik. Velâkin sizin çoğunuz hakkı çirkin
görüyorsunuz.
Bu ayet gurubunda ise mücrimlerin ahiretteki durumları anlatılmaktadır. Onlar
cehennem azabında ebedi kalıcıdırlar. Azapları hafifletilmez; azap içinde
ümitsizce yaşarlar. Çaresizlikten cehennem görevlisine başvurarak Allah’a
yalvarıp kendilerini bu durumdan kurtarması için aracı olmasını isterler.
Cehennem görevlisi ise onlara “Şüphesiz siz böyle kalacaksınız” diye karşılık verir.
44
Derken kendilerine hatırlatılanı terk ettiklerinde, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık.
Öyle ki, kendilerine verilen şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları apansız yakalayıverdik. Artık
onlar, umutları suya düşenler oldular.
(En'am/44)
Ayette geçen “Malik”, pasajdaki söz akışından anlaşıldığına göre, cehennemin
görevlisidir. Cehennemde bir takım meleklerin, zebanîlerin görev yaptığını
Kur’an’dan öğrenmekteyiz.
49
Ve ateş içindeki kimseler, cehennem bekçilerine: “Rabbinize dua edin de bir gün olsun bizden
azaptan biraz hafifletsin” dediler.
(Mü’min/49)
6,7
Ey iman etmiş kimseler! Kendinizi ve yakınlarınızı, yakıtı insanlar ve taşlar olacak bir
Ateş'ten koruyun. Ateşin üzerinde, Allah'a karşı gelmeyen, kendilerine emredilenleri yapan çetin ve
kaba görevli güçler vardır. Ey kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler!
Bugün özür dilemeyin. Siz ancak işlediklerinizin cezasını çekeceksiniz!
(Tahrim/6, 7)
15,16
Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Eğer salât edene; mâlî yönden ve zihinsel
açıdan destek olan; toplumu aydınlatmaya çalışan kimseye engel olan o kişi, salâtı; mâlî yönden
ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmaya çalışmayı engellemesine son
vermeyecek olursa, andolsun, perçemden; yalancı, günahkâr perçemden; saçından tutup
sürükleyeceğiz. 17
O zaman o, meclisini/örgütünü çağırsın. 18
Biz zebanileri; defedicileri, engelleyicileri
çağıracağız.
27
(Alak/15-18)
36
Ve şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kişiler, cehennem ateşi
kendileri için olanlardır. Onlar hakkında hüküm verilmez ki ölsünler. Kendilerinden, cehennem
ateşinin birazı da hafifletilmez. İşte Biz, kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden her
aşırı kimseyi böyle cezalandırırız. 37
Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz! Bizleri çıkar,
yapmış olduklarımızdan başka düzgün amel yapalım.” –Sizi, düşünecek olanın düşüneceği kadar
ömürlendirmedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın! Artık şirk koşarak yanlış; kendi
zararlarına iş yapanlar için bir yardımcı da yoktur.–
(Fatır/36,37)
9,10
Bundan dolayı sen hemen öğüt ver, eğer öğüt yarar sağlıyorsa/ sağlayacaksa; saygısı olan
öğüt alacaktır. 11
En mutsuz olacak olan kişi de ondan kaçınacaktır. 12
O kişi, en büyük ateşe
yaslanacaktır. 13
Sonra onun içinde ne ölecek ne de hayat bulacaktır.
(A’la/9- 13)
79
Yoksa onlar işi sağlama mı almışlar/garantiye mi bağlamışlar? İşte Biz,
şüphesiz sağlamcılarız.
80
Yoksa onlar, şüphesiz Bizim, onların sırlarını ve fısıltılarını
işitmediğimizi mi sanıyorlar? Evet! İşitiriz, yanlarında bulunan elçilerimiz de
yazıyorlar.
Bu ayetlerde, müşriklere inkarî sorular yöneltilerek yaptıklarının ve aldıkları
tedbirlerin yararsızlığı anlatılmaktadır. Onlara yöneltilen bu sorular, “onlar işi hiç
de sağlama almadılar, çok çürük iş yaptılar. Biz onları hep işitiyor, ne yaptıklarını
biliyoruz. Üstelik yanlarında daima yazan elçilerimiz de var. Bu elçiler sürekli
olarak onların yaptıklarını yazmaktadırlar” demektir.
16
Ve andolsun insanı Biz oluşturduk. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Ve Biz
ona şah damarından daha yakınız. 17,18
Onun sağından ve solundan (her yanından) yerleşik iki tesbitçi
onun her işini tesbit edip dururken, insan hiçbir söz söylemez ki yanında hazır gözetleyen
bulunmasın.
(Kaf/16-18)
59
Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O'nun katındadır.
O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak
dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta
bulunmasın.
60
Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren; geçmişte yaptıklarınızı, yapmanız gerekirken
yapmadıklarınızı bir bir hatırlattıran, gündüzün elde ettiğiniz şeyleri bilen, sonra adı konmuş süre
sonunun gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O'nadır. Sonra O,
yaptıklarınızı size haber verecektir.
61
Ve Allah, kulları üzerinde hükümranlığı sürdürür ve O, sizin üzerinize koruyucular gönderir.
Sonra da sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksik-fazla yapmadan, onu vefat ettirirler;
onlara geçmişte yaptıklarını, yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlatırlar. 62
Sonra kendi
gerçek Mevlâları Allah'a döndürülürler. Dikkatli olun, hüküm ancak O'nundur ve O, hesap görenlerin
en süratlisidir.”
(En’am/59- 61)
Konumuz olan ayetlerde, Kureyş'in ileri gelenlerinin Resulullah’a karşı gizlice
plân yaptıklarına da işaret edilmiştir:
Bu âyet-i kerime, müşriklerin Daru'n-Nedve'de Peygamber için planlar düzmeleri hakkında
inmiştir. Bu danışma neticesinde Ebu Cehil'in kendilerine teklif ettiği görüşü kabul etmişlerdi.
Buna göre Peygamber (sav)'i öldürmeye katılmak üzere her kabileden bir kişi ortaya çıkacaktı.
Böylelikle onun kanının [kısasının] istenme imkânı kalmayacaktı. İşte bu âyet-i kerime bu hususta
28
nazil oldu. Yüce Allah onların hepsini Bedir'de ölümle cezalandırdı.10
50
Ve onlar, böyle bir tuzak kurdular, şüphesiz Biz de onların farkında olmadığı bir ceza ile
cezalandırdık.
(Neml/50)
30
Ve hani bir zaman, şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu
kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve
onlar tuzak kurarken Allah da cezalandırıyordu. Ve Allah, cezalandıranların en hayırlısıdır.
(Enfal/30)
42
Yoksa bir sinsi plân mı yapmak istiyorlar? Fakat kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddeden o kimselerin kendileri sinsi plâna düşenlerdir.
(Tur/42)
Ve Nisa/108, Mücadele/7, İnfitar/9- 12.
81
De ki: “Eğer Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça
merhamet eden Allah] için bir çocuk olsaydı, o takdirde kulluk edenlerin ilki
ben olurdum.”
82
Göklerin ve yerin Rabbi, en büyük tahtın Rabbi onların niteledikleri
şeylerden arınıktır.
83
Sen hemen bırak onları, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya
kadar boşa uğraşsınlar ve oynayadursunlar.
84
Ve O, gökteki ilâh olandır ve yeryüzünde ilâh olandır. Ve O, en iyi yasa
koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır, çok iyi bilendir.
85
Ve göklerin, yeryüzünün ve her ikisi arasındakilerin mülkü sadece
Kendisine ait olan Allah ne cömerttir. Kıyâmet anının bilgisi de yalnızca
O'nun yanındadır. Ve siz sadece O'na döndürüleceksiniz.
Surenin buraya kadar olan ayetlerinin özeti mahiyetindeki bu ayet grubunda
tevhide ağırlık verilmiş, Hıristiyanların İsa ile ilgili yanlış inançları reddedilmiştir.
Kur’an’ın reddettiği “Teslis” inancı Hristiyanlar tarafından şu şekilde
açıklanmaktadır:
“Üçlübirlik’te tek bir Tanrı’ya ve birlik içindeki Üçlüğe tapınırız; bu kişileri ne
birbirine karıştırır, ne de özünü böleriz. Çünkü Baba tek bir Kişi’dir, Oğul başka,
Kutsal Ruh ise başka bir Kişidir. Ancak Baba’nın, Oğul'un ve Kutsal Ruh'un
Tanrısal özyapısı birdir; görkemde eşit, yücelikte sonsuzdur. Baba nasıl ise, Oğul
ve Kutsal Ruh da öyledir. Baba yaratılmamıştır, Oğul yaratılmamıştır, Kutsal Ruh
yaratılmamıştır. Baba anlaşılmaz, Oğul anlaşılmaz, Kutsal Ruh anlaşılmazdır.
Baba ebedi, Oğul ebedi, Kutsal Ruh ebedidir. Buna rağmen hepsi üç farklı ebedi
değil, fakat tek bir ebedidir. Ne üç farklı ‘yaratılmamış’ ne de üç farklı
‘anlaşılmaz’ vardır, fakat tek bir ‘yaratılmamış’ ve tek bir ‘anlaşılmaz’ vardır.
Aynı şekilde Baba her şeye kadir, Oğul her şeye kadir ve Kutsal Ruh her şeye
kadirdir; Buna rağmen hepsi üç farklı ‘her şeye kadir’ değil, tek bir ‘her şeye
kadir’dir. Baba nasıl Tanrı ise, Oğul da Tanrı’dır ve Kutsal Ruh da Tanrı’dır; Buna
rağmen bunlar üç farklı Tanrı değil, tek bir Tanrı’dır. Baba nasıl Rab ise, Oğul da
Rab'dir, Kutsal Ruh da Rab'dir; Buna rağmen bunlar üç farklı Rab değil, tek bir
Rab'dir.”
Rabbimiz Hıristiyanların bu inancını reddeder ve Kendisini şöyle tanıtır:
10
(Mukatil)
29
63. zuhruf suresi
63. zuhruf suresi
63. zuhruf suresi
63. zuhruf suresi
63. zuhruf suresi

More Related Content

What's hot (20)

60. gafir suresi
60. gafir suresi60. gafir suresi
60. gafir suresi
 
Turkish Quran
Turkish QuranTurkish Quran
Turkish Quran
 
47. şuara suresi
47. şuara suresi47. şuara suresi
47. şuara suresi
 
48.neml suresi
48.neml suresi48.neml suresi
48.neml suresi
 
38. sad
38. sad38. sad
38. sad
 
23. necm suresi
23. necm suresi23. necm suresi
23. necm suresi
 
55. en'am suresi
55. en'am suresi55. en'am suresi
55. en'am suresi
 
Velayet
VelayetVelayet
Velayet
 
66. ahkaf suresi
66. ahkaf suresi66. ahkaf suresi
66. ahkaf suresi
 
Ehli Sünnet vel-Cemaat Akidesi
Ehli Sünnet vel-Cemaat AkidesiEhli Sünnet vel-Cemaat Akidesi
Ehli Sünnet vel-Cemaat Akidesi
 
14.Sua
14.Sua14.Sua
14.Sua
 
Peygamberimiz ve Sunneti-1
Peygamberimiz ve Sunneti-1Peygamberimiz ve Sunneti-1
Peygamberimiz ve Sunneti-1
 
Allah'ın ahdi
Allah'ın ahdiAllah'ın ahdi
Allah'ın ahdi
 
Cahiliye toplumunu terketmek. turkish (türkçe)
Cahiliye toplumunu terketmek. turkish (türkçe)Cahiliye toplumunu terketmek. turkish (türkçe)
Cahiliye toplumunu terketmek. turkish (türkçe)
 
Allah'ın ahdi
Allah'ın ahdiAllah'ın ahdi
Allah'ın ahdi
 
Tefekkür
TefekkürTefekkür
Tefekkür
 
54. hicr suresi
54. hicr suresi54. hicr suresi
54. hicr suresi
 
56. saffatsuresi
56. saffatsuresi56. saffatsuresi
56. saffatsuresi
 
51.yunus suresi
51.yunus suresi51.yunus suresi
51.yunus suresi
 
44.meryem suresi
44.meryem suresi44.meryem suresi
44.meryem suresi
 

Similar to 63. zuhruf suresi (20)

85. ankebut suresi
85. ankebut suresi85. ankebut suresi
85. ankebut suresi
 
41.yasin suresi
41.yasin suresi41.yasin suresi
41.yasin suresi
 
50. isra suresi
50. isra suresi50. isra suresi
50. isra suresi
 
64. duhan suresi
64. duhan suresi64. duhan suresi
64. duhan suresi
 
75. secde suresi
75. secde suresi75. secde suresi
75. secde suresi
 
67. zariyat suresi
67. zariyat suresi67. zariyat suresi
67. zariyat suresi
 
94. hadid suresi
94. hadid suresi94. hadid suresi
94. hadid suresi
 
Müslümanın şahsiyeti
Müslümanın şahsiyetiMüslümanın şahsiyeti
Müslümanın şahsiyeti
 
58. sebe suresi
58. sebe suresi58. sebe suresi
58. sebe suresi
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
Kur'an-ı Kerim ve Muhtasar Kelime Meali - Hayrat Neşriyat (1. KISIM) .pdf
Kur'an-ı Kerim ve Muhtasar Kelime Meali - Hayrat Neşriyat (1. KISIM) .pdfKur'an-ı Kerim ve Muhtasar Kelime Meali - Hayrat Neşriyat (1. KISIM) .pdf
Kur'an-ı Kerim ve Muhtasar Kelime Meali - Hayrat Neşriyat (1. KISIM) .pdf
 
61. fussilet suresi
61. fussilet suresi61. fussilet suresi
61. fussilet suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
 
76. tur suresi
76. tur suresi76. tur suresi
76. tur suresi
 
65. casiye suresi
65. casiye suresi65. casiye suresi
65. casiye suresi
 
98. insan suresi
98. insan suresi98. insan suresi
98. insan suresi
 
79. meariç suresi
79. meariç suresi79. meariç suresi
79. meariç suresi
 
43.fatır suresi
43.fatır suresi43.fatır suresi
43.fatır suresi
 
Hz. ibrahimin-örnekliği.docx
Hz. ibrahimin-örnekliği.docxHz. ibrahimin-örnekliği.docx
Hz. ibrahimin-örnekliği.docx
 

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN (20)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 
99. talak suresi
99. talak suresi99. talak suresi
99. talak suresi
 

63. zuhruf suresi

  • 1. 63 ZUHRUF [ALTIN-ZİNET] SURESİ GİRİŞ Mekke’de 63. sırada inmiş olduğu kabul edilen bu sure, adını 35. ayetteki “ ‫زخخخرف‬ Zuhruf [altın, mücevher]” sözcüğünden almıştır. 45. ayetinin Medenî olduğu da nakledilmiştir.1 Bu surenin de temel konusu Kur’an ve tevhiddir. Allah’ın evrendeki yaygın mucizelerine sık sık dikkat çekilir. Müşriklerin körü körüne atalarını taklitleri, melek anlayışları kınanır. İbrahim, Musa ve İsa peygamberlerin tevhid mücadelesinden kısaca bahsedilir. Necmleri arasındaki yakın ilişkiden, surenin bir kerede veyahut yakın aralıklarla indiği anlaşılmaktadır. 1 (Süyuti; el-İtkan) 1
  • 2. MEAL: RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA 1 Hâ/8, Mîm/40. 2,3 Apaçık/açıklayan kitap kanıttır ki Biz onu aklınızı kullanasınız diye Arapça bir okuma yaptık. 4 Ve şüphesiz Kur’ân, Bizim nezdimizdeki ana kitapta; kaynakta gerçekten çok yücedir ve yasalar içermektedir, sağlamdır/ bozulması engellenmiştir. 5 Peki, Biz, siz sınırı aşan bir toplum oldunuz diye o Öğüt'ü/ Kur’ân'ı size göndermekten vaz mı geçelim? 60 Ve eğer Biz, dileseydik, sizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler yapardık. 6-8 Ve Biz öncekilere de nice peygamberler göndermiştik. Onlar, kendilerine gelen her peygamberi kesinlikle alaya alıyorlardı da Biz, kuvvetçe onlardan daha güçlü olanları değişime/ yıkıma uğratıverdik. Öncekilerin örneği de geçti. 9 Ve hiç kuşkusuz eğer sen onlara: “Gökleri ve yeri kim oluşturdu?” diye sorsan, kesinlikle: “Onları en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olan, çok iyi bilen oluşturdu” diyeceklerdir. 10 O Allah ki, yeryüzünü sizin için bir beşik yaptı. Orada kılavuzlandığınız doğru yolda gidesiniz diye birtakım yollar da yaptı. 11 Ve O Allah ki, suyu gökten belli bir ölçü ile indirdi. Sonra Biz, onunla ölü bir beldeyi canlandırdık. İşte siz, böyle çıkarılacaksınız. 12-14 Ve O, bütün eşleri oluşturdu ve siz onların sırtına binip üzerlerine yerleşirsiniz. Sonra onun üzerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini anarak: “Bunları bizim hizmetimize veren/ bunları yararlanacağımız özelliklerde yaratan Allah eksikliklerden arınıktır. Yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz de yalnızca Rabbimize döneceğiz” diyesiniz diye sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyleri var etti. 15 Ve onlar, O'nun için Kendi kullarından bir parça kabüllendiler. Şüphesiz şu insan kesinlikle apaçık bir nankördür. 16 Yoksa O, oluşturduklarından kızlar edindi de oğulları size mi seçti? 17 Onlardan biri, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] yakıştırdığı/ kız ile müjdelendiği zaman yüzü simsiyah kesilir. Ve o, yutkunup duran biridir. 18 Ve yoksa onlar, mücevherler içerisinde yetiştirilip de mücâdelede apaçık olmayanı mı tercih ediyorlar? 19 Onlar Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] kullarının ta kendisi olan melekleri de dişi saydılar. Onlar, onların oluşturuluşuna tanık mı oldular? Onların tanıklıkları yazılacak ve onlar sorguya çekileceklerdir. 20 Ve onlar: “Eğer Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] dileseydi, biz onlara tapmazdık” dediler. Onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece uyduruyorlar. 21 Yoksa Biz kendilerine bundan önce bir kitap verdik de şimdi onlar, ona mı tutunuyorlar? 2
  • 3. 22 Aksine, onlar: “Şüphesiz biz babalarımızı bu önderli toplum üzerinde bulduk, biz de onların izleri üzerinde kılavuzlandığımız doğruya erdirilmiş kimseleriz” dediler. 23 Ve işte böyle Biz, senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek, kesinlikle oranın şımarık varlıklı kimseleri: “Şüphesiz biz, babalarımızı bir önderli toplum üzerinde bulduk. Biz de kesinlikle onların izlerine uyanlarız” demişlerdi. 24 Gönderilen uyarıcı; “Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu getirmişsem de mi?” dedi. Onlar: “Şüphesiz biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi bilerek reddedenleriz/ inanmayanlarız” dediler. 25 Bunun üzerine Biz de onları yakaladık, cezalandırmak sûretiyle adaleti sağladık. Hadi, yalanlayanların sonu nasıl oldu bir bak! –26,27 Ve hani bir zamanlar İbrâhîm babasına ve toplumuna: “Şüphesiz ben sizin taptığınız şeylerden uzağım. –Beni yoktan yaratan ayrı.– Şüphesiz ki artık O, beni doğru yola iletecektir” dedi.28 İbrâhîm bu sözü, onların dönmesi için ardından gelecek olanlara devamlı kalacak bir söz yaptı.– 29 Tam tersi, Ben bunları da babalarını da kendilerine hak/gerçek ve açıklayıcı bir elçi gelinceye kadar kazançlandırdım. 30 Ve hak/ gerçek kendilerine geldiği zaman onlar: “Bu, bir büyüdür ve şüphesiz biz onu bilerek reddedenleriz/ inanmayanlarız” dediler. 31 Yine onlar: “Bu Kur’ân, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” dediler. 32 Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. 33-35 Ve eğer insanlar, bir tek önderli, gerçeği bilerek reddeden toplum olmayacak olsalardı, Biz, Rahmân'ı [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ı] bilerek reddeden / inanmayan kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler, onların evleri için kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve altından süs eşyaları yapardık. Bunların hepsi basit dünya hayatının kazanımından başka bir şey değildir. Âhiret ise Rabbinin katında, Allah'ın koruması altına girmiş olan kişiler içindir. 36,37 Ve her kim Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] öğüdünden, anılmasından körleşirse Biz ona bir şeytan musallat ederiz de artık o, onun için akrandır/ yandaştır; ve şüphesiz ki yandaşlar/ akranlar, körleşenleri Yol'dan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin kılavuzlandıkları doğru yolda olduklarını sanırlar. 38 Sonunda Bize gelince: “Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı” der. –Öyleyse bu ne kötü bir akrandır/ yandaştır!– 39 Ve bugün pişmanlık duymanız size hiçbir yarar sağlamayacak. Siz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yaptığınız zaman kesinlikle azapta ortaklarsınız. 40 O hâlde sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut körlere ve apaçık bir sapıklık içinde bulunanlara sen mi kılavuzluk edeceksin? 3
  • 4. 41 Artık eğer Biz, seni alıp götürsek bile şüphesiz Biz, onları cezalandırarak adaleti sağlarız. 42 Yahut da onlara vaat ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü Biz, onların aleyhlerine güç yetirenleriz. 43 Öyleyse sen, sana vahyedilene sarıl. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol üzerindesin. 44 Ve şüphesiz sana vahyedilen [Kur’ân], senin için de, toplumun için de gerçekten bir öğüttür/şan-şereftir siz ondan sorgulanacaksınız. 61,62 Ve şüphesiz sana vahyedilen [Kur’ân], o kıyâmetin kopuşu için kesinlikle bir bilgidir: “Sakın kıyâmetin kopuşu hakkında şüpheye düşmeyin ve bana uyun. Bu, doğru yoldur. Ve sakın şeytan sizi alıkoymasın. Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır.” 45 Ve sen, elçilerimizden senden önce gönderdiğimiz kişilere sor, “Biz Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] astlarından kulluk edilecek ilâhlar tanımış mıyız?” 46 Ve hiç kuşkusuz Biz, Mûsâ'yı âyetlerimizle/ alâmetlerimizle/ göstergelerimizle Firavun'a ve onun ileri gelenlerine elçi gönderdik de o: “Gerçekten ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim” demişti. 47 Sonra da Mûsâ âyetlerimizi/ alâmetlerimizi/ göstergelerimizi onlara getirince, onlar hemen âyetlere gülüverdiler. 48 Ve Bizim onlara gösterdiğimiz her bir alâmet/ gösterge bir önceki alâmetten/ göstergeden kesinlikle daha büyüktür. Ve onlar dönerler diye Biz onları azapla yakaladık. 49 Onlar da: “Ey büyücü! Sende olan ahdi/ sana verdiği söz hürmetine, bizim için Rabbine dua et. Şüphesiz biz kesinlikle kılavuzlandığımız doğru yola gireceğiz” dediler. 50 Fakat ne zaman ki azabı kendilerinden kaldırdık, o zaman onlar sözlerinden dönüverirler. 51-53 Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: “Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?” dedi. 54 Firavun kendi toplumunu etkisizleştirdi; niteliksizleştirdi de onlar da ona itaat ettiler. Şüphesiz onlar, hak yoldan çıkmış kimseler toplumu idiler. 55,56 Sonunda onlar Bizi gazaplandırdıkları zaman onları cezalandırarak adaleti sağladık. Sonra da onları topluca suda boğduk. Sonra da onları sonradan gelecekler için selef ve örnek yaptık. 57 Meryem oğlu Îsâ bir örnek olarak anlatılınca da, senin toplumun, ondan mesafelenip giderler. 58 Ve senin toplumun: “Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa o mu Muhammed mi/ Îsâ mı?” dediler. Bu örneği sırf seninle tartışmak için ortaya attılar. Aslında onlar, aşırı düşmanlık eden bir toplumdur. 59 Îsâ, sadece Bizim kendisine nimet verdiğimiz ve kendisini İsrâîloğulları'na örnek yaptığımız bir kuldur. 63,64 Îsâ apaçık delillerle geldiği zaman dedi ki: “Ben size haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri getirdim ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklayayım diye geldim. O hâlde Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Şüphesiz ki 4
  • 5. Allah; O, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu, doğru bir yoldur.” 65 Fakat gruplar, Îsâ hakkında kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler. Artık acı bir günün azabından dolayı, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların vay hâline! 66 Onlar kendileri farkına varmadan, ansızın, kıyâmet anının kendilerine gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? 67 O gün Allah'ın koruması altına girmiş kişiler hariç tüm önderler/ birbirinin izinden gidenler, birbirlerine düşmandırlar. “68-70 Ey âyetlerimize iman etmiş ve Müslümanlar olmuş olan kullarım! Bugün size korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz. Siz ve eşleriniz ağırlanmış olanlar olarak girin cennete! 71-73 -Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz.” 74-76 Şüphesiz ki günahkârlar cehennem azabında süreklidirler. Kendilerinden hafifletilmeyecektir. Onlar, orada da ümitsizlerdir. Ve Biz, onlara haksızlık etmedik, fakat onlar, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerin ta kendileri idiler. 77 Ve onlar seslenirler: “Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin.” Mâlik: “Şüphesiz siz, böyle kalacaksınız” dedi. 78 Andolsun ki Biz size hakkı getirdik. Velâkin sizin çoğunuz hakkı çirkin görüyorsunuz. 79 Yoksa onlar işi sağlama mı almışlar/garantiye mi bağlamışlar? İşte Biz, şüphesiz sağlamcılarız. 80 Yoksa onlar, şüphesiz Bizim, onların sırlarını ve fısıltılarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Evet! İşitiriz, yanlarında bulunan elçilerimiz de yazıyorlar. 81 De ki: “Eğer Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] için bir çocuk olsaydı, o takdirde kulluk edenlerin ilki ben olurdum.” 82 Göklerin ve yerin Rabbi, en büyük tahtın Rabbi onların niteledikleri şeylerden arınıktır. 83 Sen hemen bırak onları, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya kadar boşa uğraşsınlar ve oynayadursunlar. 84 Ve O, gökteki ilâh olandır ve yeryüzünde ilâh olandır. Ve O, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır, çok iyi bilendir. 85 Ve göklerin, yeryüzünün ve her ikisi arasındakilerin mülkü sadece Kendisine ait olan Allah ne cömerttir. Kıyâmet anının bilgisi de yalnızca O'nun yanındadır. Ve siz sadece O'na döndürüleceksiniz. 86 Ve onların, O'nun astlarından yalvarıp durdukları kimseler yardıma, desteğe, iltimasa mâlik olamazlar. Ancak hakka şâhit olan Zat bunun dışındadır. Onlar da biliyorlar. 87 Yine andolsun ki, onlara kendilerini kimin oluşturduğunu sorsan, kesinlikle: “Allah” derler. O hâlde nasıl çevriliyorlar! 88 Ve onun, “Ey Rabbim! Bunlar şüphesiz imana gelmez bir toplumdur” demesi kanıttır ki... 89 Artık sen onlardan vazgeç ve “Selâm!” de. Artık onlar yakında bileceklerdir. 5
  • 6. TAHLİL 1 “ ‫ح‬Hâ [8]” “ ‫م‬Mîm [40]”. Surenin birinci ayeti “ ‫ح‬Ha” ve “‫م‬ Mim” kesik harflerinden oluşmuştur. Kesik harflerle ilgili kanaatimizi bundan evvelki surelerde geçen mukatta’ harfleri vesilesiyle daha önce de birçok kez dile getirmiştik. Kısaca hatırlatmak gerekirse; bu harflerin anlamı henüz kesin olarak tespit edilmiş değildir. Bir anlamları olabileceği gibi, Kur’an’ın korunmasına yönelik birer öge veya dikkat çekmek için kullanılmış birer edat olmaları da mümkündür. Diğer kesik harfler hakkında olduğu gibi, “Ha, Mim” kesik harfleri ile ilgili olarak da geçmişte bir takım yakıştırmalar yapılmıştır.2 2,3 Apaçık/açıklayan kitap kanıttır ki Biz onu aklınızı kullanasınız diye Arapça bir okuma yaptık. 4 Ve şüphesiz Kur’ân, Bizim nezdimizdeki ana kitapta; kaynakta gerçekten çok yücedir ve yasalar içermektedir, sağlamdır/ bozulması engellenmiştir. Surenin girişindeki bu ayetlerde Kur’an üzerinde durulmuş, Kur’an’ın Arapça indirilme nedeni açıklanmış ve Kur’an’ın konumu bildirilmiştir. Böylece müşriklerin zihinlerindeki “Kur’an’ı Muhammed kendisi uyduruyor” şeklindeki iddialar ve şüpheler bertaraf edilmek istenmiştir. Ayette Kur’an “aklı kullanma”ya referans gösterilmiştir. Kur’an’ı inceleyen herkes Kur’an’ın aklı çalıştırdığını, insanı rüşde erdirdiğini kabul eder. Ayetteki “ ‫ي‬ًّ ‫عرب‬Arabiyyen” sözcüğü, Kur’an’ın hem Elçi’ye kendi kavminin diliyle indirilmiş olmasını, hem de Kur’an’ı teşkil eden sözlerin ses ve mana kusurlarından arınmış olmasını, yani kolay anlaşılması, rahat telâffuz edilmesi, diziminin mükemmel olması gibi üstün özelliklere sahip olduğunu ifade etmektedir. Zaten bir kitabın okunup anlaşılması da bu iki temel özelliğe sahip olmasına bağlıdır. Yabancı dildeki bir kitabı o dili bilmeyenlerin anlaması mümkün olmadığı gibi, kullanılan dilin düzgün, açık ve anlaşılır olmaması da aynı sonucu doğurur. Kur’an olumlu anlamda her iki özelliğe de sahip bir kitaptır. Herşeyden önce dili Arapçadır. Kur’an’ın ilk muhatabı olan Arap toplumundan biri çıkıp da 2 (Bu yakıştırmalar için aynı ciltte bulunan Gafir/1’in tahliline bakılabilir.) 6
  • 7. “Yabancı bir dilde geldiği için biz bu kitabı anlamıyoruz, doğru olup olmadığına karar veremiyoruz” diye bir mazeret öne sürmesi söz konusu olamaz. Bir toplumun diliyle de olsa, düzensiz, nizamsız, karmakarışık kitaplar da anlaşılmaz. Kur’an bu yönüyle de üstün bir niteliğe sahiptir. Kur’an’ı okuyanlar onun açık, anlaşılır, misallerle dolu mükemmel anlatımını rahatlıkla müşahede ederler. Bu ayetlerde ayrıca Kitap’ta anlaşılmayacak herhangi bir ayetin bulunmadığı da açıklanmış olmaktadır. 44 Ve eğer Biz o öğüdü/Kur’ân'ı yabancı dilde bir okuma yapsaydık, elbette onlar: “Âyetleri ayrıntılı olarak verilmeli değil miydi? Yabancı dil mi, Arapça mı!” diyeceklerdi. De ki: “O, iman eden kimseler için bir kılavuz ve bir şifadır.” İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve o Öğüt/ Kur’ân, onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekândan seslenilmektedir. (Fussılet/44) 155-157 Ve Kur’ân, “Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa; Yahudi ve Hristiyanlara indirildi; biz ise, o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk” veya “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz diye Bizim indirdiğimiz bereketli bir kitaptır. O nedenle, rahmet olunmanız için ona uyun ve Allah'ın koruması altına girin. İşte size de Rabbinizden açık delil, kılavuz ve rahmet gelmiştir. Öyleyse Allah'ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha yanlış, kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız. (En’am/155-157) 4. ayette Kur’an ile ilgili olarak “... Bizim nezdimizdeki ana kitap ...” ifadesi kullanılmıştır. Bu ifade Rabbimizin Ana kaynağa; Kelâm sıfatına bir işarettir. Bu husus Kur’an’da birkaç değişik şekilde ifade edilmiştir: 75 Artık hayır. Necmleri/her indirilmede gelen âyetlerin yerlerini/zamanlarını; inişini kanıt gösteririm ki –76 ve eğer bilirseniz bu büyük bir kanıt gösterimidir–, 77 hiç kuşkusuz o, şerefli Kur’ân'dır. 78 Saklanmış/korunmuş bir kitaptadır. 79 Ona zihinsel olarak temizlenmişlerden başkası temas edemez. 80 O, âlemlerin Rabbinden indirilmedir. (Vakıa/75- 80) 21,22 Aksine o, korunmuş levhada şerefli bir Kur’ân'dır. (Buruc/21, 22) 5 Peki, Biz, siz sınırı aşan bir toplum oldunuz diye o Öğüt'ü/ Kur’ân'ı size göndermekten vaz mı geçelim? 60 Ve eğer Biz, dileseydik, sizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler yapardık. Bu ayetlerde Rabbimizin rahmetinin sınırsızlığı gözler önüne serilmektedir. Şöyle ki: Şirk koşan kullar nankörlük ettiler, saygısızlık yaptılar, akıllarını başlarına almıyorlar, haddi aşan davranışlarda bulunuyorlar diye Rabbimiz onlara öğüt göndermekten vaz geçmemekte, sürekli olarak onlara uyarı mesajları yollamaktadır. 5. ayet sanki müşriklerin Resulullah’a “Bütün bunlardan sonra kendini neden yoruyorsun, niçin bizden umudunu kesmiyorsun, niçin bizi kendi halimize bırakmıyorsun?” şeklindeki sitemlerine verilmiş bir cevap mahiyetindedir. Böyle bir ısrar insanlar arasındaki ilişkide olsa, “Bırakın ne halleri varsa görsünler!” denilir, uğraşmaktan vazgeçilir. Ne var ki, Rabbimiz böyle yapmamakta, haddi aşan kullarını uyarmayı bıkmadan sürdürmektedir. Bu ifadeyi şöyle bir anlama çekmek de mümkündür: 7
  • 8. “Siz, başıboş; istediğinizle baş başa bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz? Hayır, hayır! Sizi başıboş bırakmıyoruz. İnanmanız ve yapmanız gerekenleri ısrarla önünüze koyacağız. Sonra da bunların hesabını sizden soracağız.” Buradan anlaşılıyor ki, tevhid tebliğcileri yılmadan, usanmadan, çalışmalarını kesintiye uğratmadan görevlerini sürdürmeli, neticeyi de Allah’a bırakmalıdırlar. 6-8 Ve Biz öncekilere de nice peygamberler göndermiştik. Onlar, kendilerine gelen her peygamberi kesinlikle alaya alıyorlardı da Biz, kuvvetçe onlardan daha güçlü olanları değişime/ yıkıma uğratıverdik. Öncekilerin örneği de geçti. Bu ayetler bir bakıma 5. ayette sorulan sorunun cevabı niteliğindedir. Söz konusu ayette Rabbimiz “... haddi aşan bir kavim oldunuz diye o zikiri [öğüt dolu Kur’an’ı] size göndermekten vaz mı geçelim?”diye sormuştu. Şimdi de zımnen “bu engellemeler, karşı koymalar, yalanlamalar kitaplar indirmemizi ve peygamberler göndermemizi engelleyecek olsaydı, bu güne kadar ne bir peygamber gönderilir, ne de bir kitab indirilmiş olurdu” mesajı verilmektedir. Bu ayetler aynı zamanda Resulullah’ı teselli, müşrikleri ise tehdit eden bir mesaj taşımaktadır. Şöyle ki: Resulullah’a karşı çıkan, onu ve getirdiği mesajı alaya alarak haddi aşan Mekkelilere dolaylı olarak “Siz de öncekiler gbi inadı sürdürerek şirkte, yalanlamada devam ederseniz, sizden evvelki, sizden daha güçlü müşrik, yalanlayıcı toplumları helâk ettiğimiz gibi sizi de helâk ediveririz” denilmektedir. Bilindiği üzere, Rabbimiz, uyarı amaçlı olarak geçmişten sürekli örnekler vermektedir: 39 Ve Biz onların hepsine örnekler verdik ve hepsini kırdık geçirdik. (Furkan/39) 44,45 Ve sen insanları, azabın geleceği gün ile uyar. Artık şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler, “Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de senin davetine uyalım ve elçilere tâbi olalım.” derler. –Daha önce siz, sizin için bitişin/tükenişin/yok oluşun olmadığına dair yemin etmemiş miydiniz? Hem siz, şirk koşarak kendilerine haksızlık edenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl yaptığımız size apaçık belli olmuştu. Ve size örnekler de vermiştik.– (İbrahim/44,45) 47 Ve her önderli toplum için elçi olacaktır. O elçileri geldiğinde de aralarında adalet gerçekleştirilmiştir. Ve onlar, haksızlığa uğratılmazlar. (Yunus/47) Ve Duhan/25, Mü’min/ 82, Zuhruf/55, 56, Mü’min/85, Ahzab/62. 9 Ve hiç kuşkusuz eğer sen onlara: “Gökleri ve yeri kim oluşturdu?” diye sorsan, kesinlikle: “Onları en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olan, çok iyi bilen oluşturdu” diyeceklerdir. Bu ayette müşriklerin Allah hakkındaki tutarsızlıkları sergilenmektedir. Şöyle ki: “Gökleri ve yeryüzünü kim yarattı” diye sorulduğunda hiç tereddüt etmeden “Onları Azîz, Alîm yarattı” diye cevap veren müşrikler aslında Allah’ı tanıyıp kabul ettiklerini ifade etmiş olmaktadırlar. Ne var ki, O’nun sadece yaratan, sonra da kendi köşesine çekilip yarattıklarını kendi hallerine bırakan bir güç olduğunu varsaymak suretiyle Allah’ın rabliğini reddetmiş olmaktadırlar. Allah’ın yaratma sıfatını kabul ettikten sonra, yarattığı hiçbir varlığı başıboş bırakmayacağını ve evrendeki tüm oluşumların O’nun programlamasıyla gerçekleştiğini kabul 8
  • 9. etmemek, Allah’ı gereği gibi tanımamak demektir. Allah’ı gereği gibi tanımamış olmak ise O’na inanmamakla eşdeğer bir tutumdur. Allah’ı kabul edip rabliğini kabul etmemek tutarsız bir yaklaşımdır. Bu tutarsızlığın varıp dayandığı en sapkın düşünce ise Allah’ın yarattığı kullarını kendisine döndürmeyeceği varsayımıdır. İşte, bu ayetlerden sonra gelen 10-14. ayetler Allah’ın evreni yarattıktan sonraki rabliğini, yani onları sürekli kontrol altında tuttuğunu, vekilliğini anlatmaktadır. Buna rağmen aklını kullanmayanların Allah ile birlikte O’nun astlarından putlara ve Allah'a denk saydıklarına tapınmakta oldukları bildirilmektedir. 25 Yine andolsun ki onlara: “Gökleri ve yeri kim oluşturdu?” diye sorsan, kesin “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Tüm övgüler, Allah'adır; başkası övülemez!” Aslında onların çoğu bilmezler. (Lokman/25) 61 Yine andolsun ki onlara sorsan: “Gökleri ve yeri kim oluşturtı, güneşi ve ay'ı kim kontrol altına aldı/ kulların yararlanacağı yapı ve özellikte kim yarattı?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. O hâlde nasıl çevriliyorlar? (Ankebut/61) 38 Ve sen, gerçekten onlara: “O gökleri ve yeri kim oluşturdu?” diye sormuş olsan, kesinlikle “Allah!” diyeceklerdir. De ki: “Öyleyse Allah'ın astlarından çağırdıklarınızı hiç düşündünüz mü? Eğer Allah, bana bir zarar vermek istediyse, onlar O'nun zararını giderebilen kimseler midirler? Yahut bana bir rahmet dilediyse, onlar O'nun rahmetini engelleyebilen kimseler midirler? De ki: “Allah, bana yeter. Sonucu bırakanlar, yalnızca O'na sonucu bıraksınlar.” (Zümer/38) 87 Yine andolsun ki, onlara kendilerini kimin oluşturduğunu sorsan, kesinlikle: “Allah” derler. O hâlde nasıl çevriliyorlar! (Zuhruf/87) 10 O Allah ki, yeryüzünü sizin için bir beşik yaptı. Orada kılavuzlandığınız doğru yolda gidesiniz diye birtakım yollar da yaptı. 11 Ve O Allah ki, suyu gökten belli bir ölçü ile indirdi. Sonra Biz, onunla ölü bir beldeyi canlandırdık. İşte siz, böyle çıkarılacaksınız. 12-14 Ve O, bütün eşleri oluşturdu ve siz onların sırtına binip üzerlerine yerleşirsiniz. Sonra onun üzerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini anarak: “Bunları bizim hizmetimize veren/ bunları yararlanacağımız özelliklerde yaratan Allah eksikliklerden arınıktır. Yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz de yalnızca Rabbimize döneceğiz” diyesiniz diye sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyleri var etti. Bu ayet gurubunda Rabbimiz Kendisini yaratıcı olarak tanıyıp da “Rabb” olarak tanımayan müşriklere Rabliğinin göstergelerini saymakta ve onları Rabliğini kabule davet etmektedir. Bu yapılırken de müşriklerin çevresindeki en dikkat çekici tasarruflara değinilmektedir. Rabbimizin bu ayetlerde ön plana çıkarılan sıfatları şunlardır: * Yeryüzünü sizin için bir beşik kılan * Orada doğru yolda gidesiniz diye birtakım yollar da kılan * Suyu gökten belli bir ölçü ile indiren * Ölü bir beldeyi canlandıran * Bütün çiftleri [eşleri] yaratan * Onların sırtına binip üzerlerine yerleştiren 9
  • 10. * Üzerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini anarak: “Bunları bizim hizmetimize veren Allah eksikliklerden münezzehtir. Yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz de yalnızca Rabbimize döneceğiz” diyesiniz diye gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyleri kılan * Allah’ın yenilmezliği ve her şeyi en iyi bilen oluşu. Bunlardan ilki, Rabbimizin yeryüzünü insanlar için bir beşik kılmış olmasıdır. Öyle bir beşik ki, insanlar o beşik içerisinde rahat rahat hayatlarını sürdürmektedirler. Beşik nasıl bebekler için rahat ve uygun bir istirahat yeriyse, yeryüzü de insanlar için öyledir. 10. ayette yer alan “birtakım yollar” ifadesinin Ta Ha/53, 54’ün delaletiyle “bir takım geçim yolları” olarak anlaşılması da mümkündür. 53 O, yeryüzünü sizin için bir döşek yapan, oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su indirendir” 52 dedi. –İşte Biz, o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. 54 Yiyiniz ve hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz akıl sahipleri için bunda nice alâmetler/göstergeler vardır! (TaHa/53, 54) Rabbimiz suyu da gökten ölçü ile indirmekte ve onunla hayatın idamesini sağlamaktadır. 57 Ve O, hatırlarsınız/ öğütlenirsiniz diye, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler/ dağıtıcılar/ yayıcılar olmak üzere gönderir. O rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir beldeye gönderir, sonra onunla suyu indiririz. Böylece onunla ürünün hepsinden çıkartırız. İşte Biz, ölüleri de böyle çıkaracağız. 58 Ve güzel beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle/ bilgisiyle çıkar; kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte Biz, kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyen bir toplum için âyetleri böyle türlü türlü, tekrar tekrar açıklarız. (Araf/57) Ayette konu edilen “bütün çiftler”, evrendeki tüm varlıkların çiftler halinde yaratılmış olduğu gerçeğini ifade etmektedir. “Tatlı-ekşi, beyaz-siyah, erkek-dişi, üst-alt, sağ-sol, ön-arka, mazi-müstakbel, zât-sıfat, yaz-kış ve ilkbahar-sonbahar, kış-yaz, gece-gündüz, yer-gök, cennet-cehennem, hayır-şer, iman-küfür, fayda- zarar, fakirlik-zenginlik, sağlık-hastalık ... gibi çiftler buna örnektir. Varlıkların çift oluşu, onların bir yaratan tarafından yaratılmış olduklarının kanıtıdır. 1-4 Gerçeği örtbas etmenin, Allah'a ortak kabul etmenin, cahilliğin parçalanışını, on gece Peygamber'in bilgilendirilişini, Allah-kul ilişkisini ve gerçeği örtbas etmenin, Allah'a ortak kabul etmenin, cahilliğin gitmeye yüz tutuşunu kanıt gösteririm ki şüphesiz ki 14 Rabbin gözetlemektedir. 5 İşte bunlarda, akıl sahibi için güçlü-ikna edici, inandırıcı bir anlatım vardır. (Fecr/1- 4): 7,8 Ve Biz, Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ona öğüt olarak yeri yayıp döşedik ve ona sabit dağlar bıraktık. Orada görünüşü iç açıcı-göz alıcı her çiftten bitkiler bitirdik, (Kaf/7) 10 Allah, gökleri dayanak olmadan oluşturmuştur, bunu görmektesiniz. Yeryüzünde de, size sofra hazırlasın diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve oralarda irili-ufaklı her canlıdan türetip yayıverdi. Ve Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her değerli çiftten bitki bitirdik. (Lokman/10) 15 Ve onlar, O'nun için Kendi kullarından bir parça kabüllendiler. Şüphesiz şu insan kesinlikle apaçık bir nankördür. 10
  • 11. 16 Yoksa O, oluşturduklarından kızlar edindi de oğulları size mi seçti? 17 Onlardan biri, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] yakıştırdığı/ kız ile müjdelendiği zaman yüzü simsiyah kesilir. Ve o, yutkunup duran biridir. 18 Ve yoksa onlar, mücevherler içerisinde yetiştirilip de mücâdelede apaçık olmayanı mı tercih ediyorlar? 19 Onlar Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] kullarının ta kendisi olan melekleri de dişi saydılar. Onlar, onların oluşturuluşuna tanık mı oldular? Onların tanıklıkları yazılacak ve onlar sorguya çekileceklerdir. 20 Ve onlar: “Eğer Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] dileseydi, biz onlara tapmazdık” dediler. Onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece uyduruyorlar. Bu ayet gurubunda, kadın ve kızları erkek çocuklarından aşağı gören müşriklerin dinleri adına nasıl tutarsız davrandıklarına değinilmektedir. Bu tutarsızlık, kendilerine oğlan çocuklarını lâyık gören müşriklerin güya dinî bir hava vererek Allah’a kız çocuklar isnat etmeleriydi. O günkü müşrikler kızları kendilerine uygun görmez, kız çocuğu sahibi olduklarını öğrendiklerinde son derece rahatsız olurlardı. Onların kendilerine oğlanları lâyık görüp de kız çocuklarını Allah’a izafe etmeleri hayret edilecek bir tutumdu. Ayette bu tutumlarının yanlışlığına dikkat çekilerek Allah’ın böyle nitelendirilmeden münezzeh olduğu vurgulanmaktadır. 58 Ve onlardan biri kız doğum haberi ile müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. (Nahl/58) 21 Erkek sizin için, dişi Allah için mi? 22 İşte bu, bu şekilde olursa, eksik/ haksız bir bölüştürmedir. (Necm/21, 22) 18. ayetteki “mücevherler içerisinde yetiştirilip de mücadelede apaçık olmayanı” ifadesi ile “yumuşak, nazik, süslenmeyi seven ve yaratılış olarak bedenen zayıf; savaş meydanlarına çıkmayan kız çocuklar kastedilmiştir. 57 Ve onlar, Allah'a kızlar isnat ediyorlar. –Allah, bundan arınıktır.– Kendileri için de iştahlandıkları oğlan çocukları vardır. 58 Ve onlardan biri kız doğum haberi ile müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. 59 Kendisine verilen haberin kötülüğü dolayısıyla toplumundan gizlenir; aşağılık ve horluğa rağmen kızı yanında mı tutsun yoksa toprağa mı gömsün! Dikkat edin, onların verdikleri hüküm/töreleri ne kötüdür! (Nahl/57- 59) 136 Ve onlar, Allah'ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah'a bir pay ayırdılar da kendi sapık inançlarına göre, “Bu, Allah için; şu da ortaklarımız içindir” dediler. İşte, ortakları için olan pay Allah'a ulaşmaz, Allah için olan şey ortaklarına ulaşır. Verdikleri hüküm ne kötüdür! (En’am/136) 21 Erkek sizin için, dişi Allah için mi? 22 İşte bu, bu şekilde olursa, eksik/ haksız bir bölüştürmedir. (Necm/21- 22) 11
  • 12. 45 Ve sen, elçilerimizden senden önce gönderdiğimiz kişilere sor, “Biz Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] astlarından kulluk edilecek ilâhlar tanımış mıyız?” (Zuhruf/45) 20. ayette yer alan “Eğer Rahman dileseydi, biz onlara tapmazdık” ifadesinden müşriklerin yine kusuru Allah’a buldukları anlaşılmaktadır. Müşriklerin sıkışınca böyle bahanelere sıkça başvurdukları birçok ayette dile getirilmiştir: 47 Onlara: “Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden harcamada bulunun” denildiği zaman da kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş o kişiler, şu iman etmiş kişiler için: “Allah'ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz, ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” dediler. (Ya Sin/47) 148 Allah'a ortak koşan kimseler diyecekler ki: “Allah dileseydi biz ortak koşmazdık, atalarımız da ortak koşmazlardı, hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan önce yalanlayanlar da azabımızı tadıncaya kadar işte böyleydi. De ki: “Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir bilgi mi var? Siz, sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz.” (En’am/148) 27,28 Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir okuma olarak; Allah'ın koruması altına girsinler diye bu Kur’ân'da insanlar için her türlüsünden örnek verdik. (Zümer/27, 28) 21 Yoksa Biz kendilerine bundan önce bir kitap verdik de şimdi onlar, ona mı tutunuyorlar? Bu ayette, müşriklerin Allah’ın Rabb oluşunu kabul etmeyerek yerde ve gökte işleri idare eden bir takım sahte rabler edinmelerine ve melekleri dişi varlıklar kabul ederek onların Allah’ın kızları olduğuna inanmalarının ilahi bir kaynağa dayanmadığına işaret edilmektedir. 35 Yoksa Biz, onlara bir delil indirmişiz de o delil, onların Allah'a ortak koştukları şeyleri mi söylüyor? (Rûm/35) Görüldüğü gibi, aynı mesajı içeren Rûm/35’teki sorunun cevabı da yine “onların elinde o inançları içeren Allah’tan gelmiş bir kitap bulunmuyor” şeklinde olup müşriklerin bu yanlış tutumu açıkça reddedilmektedir. 22 Aksine, onlar: “Şüphesiz biz babalarımızı bu önderli toplum üzerinde bulduk, biz de onların izleri üzerinde kılavuzlandığımız doğruya erdirilmiş kimseleriz” dediler. 23 Ve işte böyle Biz, senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek, kesinlikle oranın şımarık varlıklı kimseleri: “Şüphesiz biz, babalarımızı bir önderli toplum üzerinde bulduk. Biz de kesinlikle onların izlerine uyanlarız” demişlerdi. 24 Gönderilen uyarıcı; “Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu getirmişsem de mi?” dedi. Onlar: “Şüphesiz biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi bilerek reddedenleriz/ inanmayanlarız” dediler. 12
  • 13. Bu ayet gurubunda da yine müşriklerin taklide sarılarak atalarının yolunu bahane etmelerinin yanlış inanışlara kapılmalarının kaynağı olduğu açıklanmakta ve bu akılsızca tutumları eleştirilmektedir: 170 Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine uyun” dendiği vakit, “Aksine biz, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız” dediler. Ataları bir şeye akıl erdirmez ve kılavuzlandıkları doğru yolu bulmaz idiyseler de mi? (Bakara/170) 104 Ve onlara: “Allah'ın indirdiğine ve Elçi'ye gelin” dendiği zaman: “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter” dediler. Ataları bir şey bilmeyen ve kılavuzlanan doğru yolu bulmayan kimseler olsa da mı? (Maide/104) 21 Ve onlara: “Allah'ın indirdiğine tâbi olun!” dendiği zaman: “Aksine, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” dediler. Ya şeytan onları cehennemin azabına çağırıyor idiyse! (Lokman/21) 28 Ve onlar bir iğrençlik yaptıkları zaman, “Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah emretti” derler. De ki: “Allah iğrençliği emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?” (A’raf/28) 23. ayette geçen “Ümmet” sözcüğü, terim olarak “kendi iradeleriyle veya bir zorunluluk neticesinde aynı zamanda aynı yerde bulunan; iyi ya da kötü aynı inanca sahip olan; aynı amacı gütme neticesinde bir arada yaşayan insan topluluğu” demektir. Bu kavramla ilgili detay A’raf/34’ün tahlilinde verilmiştir. 43 Senin için senden önceki elçilere söylenenden başka bir şey söylenmiyor. Şüphesiz senin Rabbin kesinlikle bağışlama sahibidir ve acı veren bir azabın sahibidir. (Fussilet/43) 92 Şüphesiz bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. O hâlde Bana kulluk edin. (Enbiya/92) Yine 23. ayetteki “... oranın şımarık varlıklı kimseleri ...” ifadesinde sözü edilenler “mütref” kimselerdir. Bu şımarık zenginler grubu, mevcut sistemin sayesinde semirip zenginlik ve refah içinde olduklarından, sistemlerinin yıkılmasını asla arzu etmezler. Peygamberlerin dile getirdiği düşünceler kabul gördüğü ve yayıldığı takdirde mevcut sistemin yıkılacağını, paralarından, pullarından, kapılarındaki kullarından olacaklarını iyi bilirler. Bu nedenle de elçilere şiddetle karşı çıkarlar, onların en azılı düşmanı kesilirler. “Mütref”, “nimet ve rahat yaşamın şımarttığı, azdırdığı kişi” demektir.3 Peygamberlerin Allah’tan getirdikleri mesajların tebliğine ilk karşı çıkanların daima servet, nüfuz ve yetki sahibi olan zengin kimseler [mütref, mele, ekâbir] olduğu gerçeği Kur’an’da pek çok kez vurgulanmıştır. “Mütref” konusu daha evvel Sebe’ suresinin tahlilinde ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. 3 (Lisanü’l Arab; c. 1, s. 605, “trf” mad.) 13
  • 14. 25 Bunun üzerine Biz de onları yakaladık, cezalandırmak sûretiyle adaleti sağladık. Hadi, yalanlayanların sonu nasıl oldu bir bak! Bu ayette, atalarından gördükleri sapık zihniyeti ısrarla sürdüren bir toplumda yaşayıp da konumlarının sarsılmamasını isteyen mütref kesimlerin karşılaşacağı kötü akıbet bildirilmektedir. Bu kesimin mensupları, iflâs etme, maldan mülkten olma, esir düşme, iktidardan olma gibi sonuçlarla karşılaşacaklardır. Bunların durumu ilk olarak Hümeze suresinde teşhir edilmişti: 1 Arkadan çekiştirenlerin, kaş-göz hareketleriyle alay edenlerin hepsinin vay hâline! 2,3 O ki, malı toplayıp ve malının gerçekten kendisini sonsuzlaştırdığını sanarak onu çoğaltan/ tekrar tekrar sayandır. 4 Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Kesinlikle o, Hutame'ye fırlatılıp atılacaktır. 5 Hutame'nin ne olduğunu sana ne bildirdi? 6,7 O, Allah'ın, gönüllerin üzerine tırmanıp çıkan, tutuşturulmuş bir ateşidir. 8,9 O, uzatılmış direkler içinde, onların üzerine kilitlenmiştir/kapatılmıştır. (Hümeze Suresi) Rabbimizin 25. ayetteki “Hadi, yalanlayanların sonu nasıl oldu bir bak!” emriyle müminlere bu ekâbir takımının akıbetlerinin araştırılması, hayatlarının tüm yönleriyle ortaya çıkarılması görevi verilmektedir. –26,27 Ve hani bir zamanlar İbrâhîm babasına ve toplumuna: “Şüphesiz ben sizin taptığınız şeylerden uzağım. –Beni yoktan yaratan ayrı.– Şüphesiz ki artık O, beni doğru yola iletecektir” dedi.28 İbrâhîm bu sözü, onların dönmesi için ardından gelecek olanlara devamlı kalacak bir söz yaptı.– Bu ayetlerde, atalar dininden vazgeçmeyen ve şirkte ısrar edenlerin Allah’ın cezalandırmasına, adaleti sağlamasına ilk somut örnek İbrahim peygamber ve kavmi gösterilmiştir. Ancak Saffat suresinde olduğu gibi olaylara çok kısa olarak işaret edilip geçilmiştir. İbrahim (as), atalar dinine sımsıkı sarılmış bir toplumda doğmuş, genç yaşında hakkı kavrar kavramaz atalar dinini terk etmiştir. Konumu olan ayetlerde İbrahim peygamberden söz edilerek Mekkeli müşriklere şöyle bir mesaj da verilmektedir: “Eğer babalarını taklit etmek istiyorlarsa, işte en büyük babalarının tavrı! Ona tutunsunlar ve içinde bulundukları sapıklıklardan vazgeçsinler.” İbrahim peygamberin kendi kavmi ile giriştiği tevhid mücadelesi, En’am (En’am/74- 85), Enbiya (Enbiya/51-70) ve Saffat (Saffat/83-98) surelerinde yer almıştır. 28. ayette geçen “O [İbrahim], bunu [bu sözü], onların dönmesi için ardından gelecek olanlara devamlı kalacak bir söz yaptı” ifadesini iyi anlamak için İbrahim peygamberin bir önceki ayette nakledilen sözünü hatırlayalım: İbrahim “Şüphesiz ben sizin taptığınız şeylerden uzağım. -Beni yaratan ayrı.- Şüphesiz ki artık O, beni doğru yola iletecektir” demişti. 28. ayette devamlı kalacağı bildirilen söz işte budur. İbrahim peygamber bu sözü kendisinden sonra şirk içinde bulunanlar beni 14
  • 15. örnek alır da Allah'tan başkasına ibadet etmekten tevbe ederler” ümidi ile söylemiştir. 29 Tam tersi, Ben bunları da babalarını da kendilerine hak/gerçek ve açıklayıcı bir elçi gelinceye kadar kazançlandırdım. 30 Ve hak/ gerçek kendilerine geldiği zaman onlar: “Bu, bir büyüdür ve şüphesiz biz onu bilerek reddedenleriz/ inanmayanlarız” dediler. 31 Yine onlar: “Bu Kur’ân, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” dediler. 32 Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. Bu ayetlerde, eski dönemlerdeki müşriklerin cezalandırılışı anlatıldıktan sonra o güne kadar cezalandırılmayan müşrik Arapların takındığı yanlış tutuma değinilmektedir. Çünkü onlar “hakk/gerçek kendilerine geldiği zaman: ‘Bu, bir büyüdür ve şüphesiz biz onu inkâr edenleriz” dedikleri gibi, “Bu Kur'an, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” diyerek kendilerini uyaran son peygambere karşı çıkmışlardır. Mekkeli müşriklerin durumu şu ayetlerde de dile getirilmiştir: 6-8 Ve içlerinden ileri gelenler yürüdüler: “İlâhlarınız üzerinde direnin ve sözünüzden, kararınızdan dönmeyin. Bu, gerçekten, sizden beklenen bir şeydir! Biz bunu son/başka bir dinde işitmedik, bu ancak bir uydurmadır. Öğüt/ Kitap aramızdan o'nun üzerine mi indirildi?” –Aksine onlar Benim öğüdümden/ Kur’ân'dan yetersiz bilgi içindeler, aksine onlar henüz azabımı tatmadılar.– (Sad/6- 8) 42,43 Ve onlar, var güçleriyle Allah'a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse, kesinlikle önderli toplumların her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne zaman ki kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden onların sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi düzenbazını çepeçevre kuşatır. O hâlde öncekilerin kanunundan/ onlara uygulanandan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen, Allah'ın uygulamasında asla bir değişme bulamazsın. Sen, Allah'ın uygulamasında asla bir başkalaşma da bulamazsın. (Fatır/42, 43) 89 Onlara Allah katından kendileri ile birlikte olanı doğrulayan bir kitap; Kur’an gelince de –ki bunlar daha önceleri kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere karşı zafer kazanmak istemişlerdi de o tanıdıkları kendilerine gelmişti– onu kendileri örttüler. Artık Allah'ın dışlaması/ rahmetinden mahrum bırakması, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler üzerinedir. (Bakara/89) Klâsik kaynaklarda4 yer aldığına göre, burada konu edilen iki kasaba Mekke ile Taif’tir. İki adam ise Mekke’den Ebu Cehil'in amcası el-Velid b. el-Muğire b. Abdillah b. Ömer b. Mahzum ile Taif'ten Ebu Mesud Urve b. Mesud es-Sakafî’dir. Rabbimiz müşriklerin bu düşünceleri üzerine “Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar?” buyurmuştur. Yani onlara “peygamberliği, elçiliği onlar mı paylaştırıyorlar da onu kendi istedikleri kimseye vermeye kalkıyorlar?” diye cevap verilmiştir. 4 (Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) 15
  • 16. Yine Rabbimiz 32. ayette “Şu basit hayatta [dünya hayatında] onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık, Biz... Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik” buyurmuştur. Bu ifade, hayattaki ast-üst ilişkisinin toplumsal yaşama konulan bir yasa olduğunu göstermektedir. Burada konu edilen derecelerle yükseltme, “keramet; üstünlük, saygınlık” değildir. Ekonomik güç, akıl, zekâ, anlayış, bilgi- bilgisizlik gibi yönlerden olan farklılıklardır. Herkesin ekonomik güç, zekâ, anlayış bakımından eşit olduğu bir ortamda işçi bulmak mümkün olmaz; işçinin olmadığı ortamlarda ise hayat durur. Dünyalık dereceler imrenilecek, göz dikilecek şeyler değildir: 131 Ve kendilerini imtihan etmek için, basit dünya hayatının süsü olarak, onlardan kimi çiftleri kendileriyle yararlandırdığımız mal, mülk, evlat ve saltanata sakın gözlerini dikme/rağbetle bakma. Ve Rabbinin rızkı daha iyi ve daha süreklidir. (Ta Ha/131) 88,89 Sakın onlardan bazı kimselere verip de kendilerini onunla yararlandırdığımız şeylere; mal ve servete heveslenip gözlerini dikme. Onlar hakkında üzülme de... Sen kanatlarını mü’minler için indir. Ve: “Şüphesiz ben, apaçık bir uyarıcının ta kendisiyim” de. (Hıcr/88, 89) 33-35 Ve eğer insanlar, bir tek önderli, gerçeği bilerek reddeden toplum olmayacak olsalardı, Biz, Rahmân'ı [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ı] bilerek reddeden / inanmayan kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler, onların evleri için kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve altından süs eşyaları yapardık. Bunların hepsi basit dünya hayatının kazanımından başka bir şey değildir. Âhiret ise Rabbinin katında, Allah'ın koruması altına girmiş olan kişiler içindir. Bu ayetlerde insanların birbiri üzerine derecelerle yüksek kılınmasının bir başka gerekçesi açıklanmaktadır. Rabbimiz, eğer dünya sevgisi kalplere baskın gelip de bu durum insanları küfre iterek hepsini tek bir küfür toplumu haline getirmeyecek olsaydı, “evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık. Ve onların evleri için kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve altından süs eşyaları yapar, onları lüks içinde yaşatırdık” buyurmuştur. Bu ifadeyle insanın lüksü, refahı arttıkça şımardığı, azgınlaştığı ortaya konmaktadır. Doğrudan “toplum” denilmeyip de “ümmet [önderli toplum]” denilmesinin nedeni, birilerinin ortaya çıkıp insanları yanlış yöne yönlendireceği; onların da bu önderlerin arkasına takılarak lüks yaşam nedeniyle küfrü tercih edecekleri gerçeğidir. İnsanın aslında zayıf yaratıldığı; bundan dolayı da zenginleşince azma, sıkıntıda ise bunalma riskiyle karşı karşıya olduğu daha evvel birçok ayette açıklanmıştı: 28 Allah, sizden hafifletmek istiyor. Ve şüphesiz insan çok zayıf oluşturulmuştur. (Nisa/28) 6-8 Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Dönüş Rabbine olmasına rağmen insan, kendisini yeterli gördüğünde, kesinlikle azar.. (Alak/6- 8) 16
  • 17. 14 Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmaları ve kibirlerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler. –Şimdi bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!– (Neml/14) Kur’an, dünyadaki lüks yaşamın, altın ve gümüş gibi değerlerin bu dünyaya ait basit, önemsiz kazanımlar olduğunu; asıl kazancın ahirete yönelik olduğunu, bu nedenle de zenginliğin, lüks yaşamın insanı azdırmaması, yoldan çıkarmaması gerektiğini ihtar etmekte ve toplumu bu yönde yönlendirenlerin arkasına düşülmemesini istenmektedir. 36,37 Ve her kim Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] öğüdünden, anılmasından körleşirse Biz ona bir şeytan musallat ederiz de artık o, onun için akrandır/ yandaştır; ve şüphesiz ki yandaşlar/ akranlar, körleşenleri Yol'dan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin kılavuzlandıkları doğru yolda olduklarını sanırlar. 38 Sonunda Bize gelince: “Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı” der. –Öyleyse bu ne kötü bir akrandır/ yandaştır!– 39 Ve bugün pişmanlık duymanız size hiçbir yarar sağlamayacak. Siz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yaptığınız zaman kesinlikle azapta ortaklarsınız. Bu ayetlerde, çevreden gösterilen binlerce ayete karşı bakarkörlük yapıp Allah’ın öğütlerine kör gibi davranan kişiye bu halini sürdürmesi için şeytanın musallat olacağı, şeytanın o kişiye yaptıklarının doğru ve haklı olduğu yönünde dalkavukluk edeceği, böylece şeytanın o kişiyi tüm yanlış iş ve davranışlarında teşvik edeceği bildirilmektedir. Tabii, bu durum Allah’ın huzuruna gelinceye kadar sürecektir. Huzura gelince iş anlaşılacak, kişi o şeytana “Keşke seninle benim aramda iki doğu [doğu ile batı] arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı!” diyecektir. Fakat artık iş işten geçmiştir. Şirkin karşılığı olan azap kaçınılmazdır. Pasajn 36. ayetini surenin 5. ayeti ile birlikte değerlendirdiğimizde ortaya şöyle bir anlam da çıkmaktadır: “Biz size Zikr’i ulaştırmaya devam edeceğiz. Her kim ondan yüz çevirmek sureti ile Zikr’i görmezlikten gelirse Biz ona bir şeytanı musallat ederiz. Küfrünün, körlüğünün bir cezası olmak üzere ona bir şeytan veririz. O da sürekli onu yoldan çıkarır, o da kendini hep doğru yolda sanır”. Ayetin orijinalinde “ ‫المشرقين‬iki doğu” ifadesi geçmektedir. Ancak bu ifade “doğu ve batı” demektir. Arapçada iki ayrı şey bazen birinin tesniye [ikil] yapılmasıyla da ifade edilebilmektedir. Meselâ Ay ve Güneş “ ‫القمرين‬Kamerayn [iki ay]” diye de söylendiği halde bu ifadeyle Ay ve Güneş kastedilir. Yine “ ‫عمرين‬ Omerayn [iki Ömer]” ifadesiyle de Ebubekir ve Ömer kastedilir. Öğle ile ikindiye “ ‫عصران‬asrani [iki ikindi], ana-babaya ‫الوالدين‬valideyn [iki ana] ve ‫االوبوين‬ebeveyn [iki baba] denilir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. 38. ayetteki “doğu ile batı arasındaki uzaklık” ifadesiyle kastedilen, en uzun mesafedir. 115 Ve kim kendisine doğru yol apaçık ortaya çıktıktan sonra Elçi'ye karşı çıkar ve mü’minlerin yolundan başkasını izlerse, Biz, onu döndüğü şeye döndürürüz ve onu cehenneme sokarız. O da ne kötü bir gidiş yeridir! (Nisa/115) 17
  • 18. 25 Ve Biz onlara birtakım yaşdaşlarını/İblislerini kabuk gibi üzerlerine kaplattık, onlar da, önlerinde ve arkalarında [tüm çevrelerinde] olanları kendilerine süslü gösterdiler. Gelmiş geçmiş herkesten, kendilerinden önce gelip-geçmiş ümmetlerde yürürlükte olan “Söz” onların üzerine hak oldu. Şüphesiz onlar, zarara/kayba uğrayıp acı çeken kimseler idiler. (Fussilet/25) 43 Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta oldukları şeyleri çekici gösterdi. (En’am/43) 63 Allah'a yemin olsun ki Biz kesinlikle senden önce birtakım ümmetlere elçiler gönderdik de şeytan onlara amellerini bezeyip süslü gösterdi. İşte o şeytan, bu gün onların koruyucu, yol gösterici yakınıdır. Ve onlar için acı bir azap vardır. Nahl/63) 22-26 Derken, çok beklemeden Hüdhüd geldi de, “Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe'den sana çok doğru ve önemli bir haber getirdim. Şüphesiz ki, Sebelilere hükümdarlık eden, kendisine her şeyden verilmiş ve çok büyük bir tahta sahip olan bir kadın buldum. Onu ve toplumunu, Allah'ın astlarından güneşe boyun eğip teslimiyet gösterirler/taparlar buldum. Şeytan da göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah'a boyun eğip teslimiyet göstermesinler/kulluk etmesinler diye kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için de onlar kılavuzlanan doğru yolu bulamıyorlar. –Allah, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır, büyük arşın sahibidir–” dedi. (Neml/22- 26) 124-126 Kim Benim anılmamdan/ Benim öğüdümden mesafeli durursa, hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim/ yaşam vardır. Kıyâmet günü de onu kör olarak kıyâmet günü toplantı alanına toplarız. O der ki: “Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak bu yere çıkardın?” Allah der ki: “Bu böyledir, âyetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun/cezalandırılıyorsun.” (Ta Ha/124- 126) 40 O hâlde sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut körlere ve apaçık bir sapıklık içinde bulunanlara sen mi kılavuzluk edeceksin? 41 Artık eğer Biz, seni alıp götürsek bile şüphesiz Biz, onları cezalandırarak adaleti sağlarız. 42 Yahut da onlara vaat ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü Biz, onların aleyhlerine güç yetirenleriz. 43 Öyleyse sen, sana vahyedilene sarıl. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol üzerindesin. 44 Ve şüphesiz sana vahyedilen [Kur’ân], senin için de, toplumun için de gerçekten bir öğüttür/şan-şereftir siz ondan sorgulanacaksınız. 61,62 Ve şüphesiz sana vahyedilen [Kur’ân], o kıyâmetin kopuşu için kesinlikle bir bilgidir: “Sakın kıyâmetin kopuşu hakkında şüpheye düşmeyin ve bana uyun. Bu, doğru yoldur. Ve sakın şeytan sizi alıkoymasın. Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır.” 45 Ve sen, elçilerimizden senden önce gönderdiğimiz kişilere sor, “Biz Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] astlarından kulluk edilecek ilâhlar tanımış mıyız?” 18
  • 19. Resulullah’ın teselli edildiği bu ayet grubunda hem ona, hem de ona uyanlara bir takım yeni bilgiler verilmektedir. 61, 62. ayetler hem teknik olarak hem de anlam bakımından resmi mushaftaki yerlerine uygun değildir. Ayetlerin teknik bakımdan ve anlam yönünden uygun olduğu yer burasıdır. Bu nedenle resmi sıralamada 61. ve 62. ayetler bu pasaja taşınıp 44. ayet ile 45. ayet arasına tarafımızdan tertip edilmiştir. Böylece hem bu paragraf hem de ayetlerin bulunduğu eski paragraf anlamlı hale getirilmiştir. 61. ayetin resmi mushafta İsa’dan (as) bahseden bir paragrafın cümleleri arasında yer alması, ayetteki “ ‫ه‬o‫نن‬ّ‫ه‬‫إ‬o” zamirinin İsa peygambere gönderilmesine sebep olmuştur. Bundan dolayı da İsa’nın kıyametin bilgisi olduğu yolunda yanlış bir anlayış gelişmiştir. Bu anlayış İsa’nın (as) gökten ineceği ve bu inişinin de kıyametin alameti olacağı şeklindedir. Bu konuya ait yazılmış senaryoları ibret için takdim ediyoruz: Abdullah b. Mesud'dan şöyle dediği nakledilmektedir: Rasûlullah [sav]'ın İsra'ya götürüldüğü gece İbrahim, Musa ve İsa (hepsine selam olsun) ile karşılaştı. Kıyametin kopuşunu sözkonusu ettiler. Önce İbrahim'den başlayarak ona kıyamete dair soru sordular. Onda bu hususa dair bir bilgi yoktu. Sonra Musa'ya sordular, onda da buna dair bir bilgi yoktu. Nihayet söz sırası Meryem oğlu İsa'ya gelince, dedi ki: “Meydana gelmesinden önce bana bir ahit verilmiş bulunuyor. Ne zaman gerçekleşeceğine gelince, onu Aziz ve Celil olan Allah'tan başkası bilmez” deyip Deccal'in çıkışını söz konusu etti ve “İnip onu öldüreceğim” dedi. Sonra da (İbn Mesud) hadisin geri kalan bölümünü zikretti. Bu hadisi İbn Mace, Sünen'inde rivayet etmiş bulunmaktadır. Müslim'in, Sahih'inde de şöyle denilmektedir: "O -yani Mesih Deccal- bu halde iken Allah Meryem oğlu Mesih'i gönderecek, o da Dımaşk'ın doğu taraflarında Beyaz Minare’nin yakınında, ellerini iki meleğin kanatları üzerine koymuş olduğu halde, iki elbiseye bürünmüş olarak inecek. Başını aşağı doğru eğdi mi damlayacak, yukarı doğru kaldırdı mı ondan inci tanelerini andıran inci suretinde yapılmış gümüş taneleri yuvarlanacak. [Yağmur yağmasından kinayedir.] Onun nefesinin kokusunu alan bir kâfir mutlaka ölecek. Nefesi de gözü ile gördüğü en ileri noktaya kadar ulaşacak. Nihayet (İsa) onu [Deccal'i] takibe koyulacak ve ona Lud kapısında yetişip öldürecek." Sa'lebî, Zemahşerî ve başkalarının Ebu Hureyre yoluyla zikrettikleri rivayetlere göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Meryem oğlu İsa semadan Vefık diye adlandırılan Arz-ı Mukaddes’teki bir tepe üzerine, sarımtrak iki elbiseye bürünmüş olarak inecek. Saçları yağlanmış olacak, elinde de kendisi ile Deccal'i öldüreceği bir mızrak bulunacak. İnsanlar ikindi namazında imamla namaz kıldıkları bir sırada Beytu'l-Makdis'e gelecek, imam geri çekilmek isteyecek, fakat İsa (a.s) onu öne geçirecek ve Muhammed (sav)'ın şeriati üzere arkasında namaz kılacak. Sonra da domuzları öldürecek, haçı kıracak, havra ve kiliseleri yıkacak, ona iman edenler müstesna, hristiyanları öldürecek." Halid'in rivayetine göre de el-Hasen şöyle demiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Peygamberler baba bir kardeşler (gibi)dir. Onların anneleri ayrı olmakla birlikte dinleri birdir. İnsanlar arasında Meryem oğlu İsa'ya en yakın benim. Çünkü benim ile onun arasında bir peygamber yoktur. O semadan ilk inecek kişi olup haçı kıracak, domuzu öldürecek ve İslâm’a girmeleri için insanlarla savaşacaktır. el-Maverdî dedi ki: İbn İsa'nın bir topluluktan naklettiğine göre onlar şöyle demişler: İsa indi mi Allah'tan aldığı emirlere göre insanlara emir verip, yasaklar koyan o dönemin bir rasûlü olmasın diye mükellefiyet kaldırılmış olacaktır. Ancak bu, şu üç husus sebebiyle reddedilecek bir görüştür. Birincisi hadis-i şeriftir, çünkü dünyanın kalması dünyada mükellefiyetin kalmasını gerektirir. Diğer taraftan o marufu emreden, münkerden alıkoyan birisi olarak inecektir. Yüce Allah'ın ona vereceği emirlerin İslâm’ı desteklemek, İslâm’ın gereklerini emretmek ve insanları İslâm’a davet etmek ile münhasır olacağı da reddolunacak bir şey değildir. Derim ki: Müslim'in Sahih'inde ve İbn Mace'de sabit olduğuna göre, Ebu Hureyre şöyle demiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Andolsun Meryem oğlu İsa adaletli bir hakem olarak inecektir. Haçı kıracaktır, domuzu öldürecektir, cizyeyi kabul etmeyecektir. Andolsun genç develer başıboş bırakılacak, onlara çobanlık eden olmayacaktır. Düşmanlık, nefret ve kıskançlık yok olup gidecektir. Malın alınması için çağrıda bulunacak, fakat kimse onu kabul etmeyecek.” Yine Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "İmamınız kendinizden iken -bir rivayette: sizden olan ile size imam olmuşken- Meryem oğlu [İsa] aranızda 19
  • 20. ineceği vakit haliniz ne olacak?" İbn Ebi Zi'b dedi ki: "İmamınız sizden olan ile size imam olmuşken ne demek biliyor musun? (el-Velid b. Müslim) de “Bana haber verirsen öğrenirim” de- dim. Dedi ki: “Rabbinizin Kitabı ile peygamberiniz (sav)'ın sünneti ile size imamlık ederse" demektir. İlim adamlarımız -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- dediler ki: İşte bu İsa (a.s)'ın peygamberimiz Muhammed (sav)'ın dininin unutulmuş olan birtakım hükümlerini uygulamaya koymak üzere bir yenileyici [müceddid] olarak ineceği hususunda açık bir nasstır. Yoksa yeni bir şeriat ile de inmeyecektir; gerek burada, gerekse "et-Tezkire" adlı eserimizde açıkladığımız üzere, mükellefiyet de olduğu gibi devam edecektir. Bir açıklamaya göre "şüphesiz ki o Saatin ilmidir." Yani muhakkak ki İsa'nın ölüleri diriltmesi kıyametin kopacağına ve ölülerin diriltileceğine delildir. Bu açıklamayı İbn İshak yapmıştır. Derim ki: "Şüphesiz ki o" buyruğunun, “şüphesiz ki Muhammed (sav) saatin ilmidir” anlamında olma ihtimali de vardır. Buna Peygamber (sav)'ın: "Ben ve kıyamet şu ikisi gibi gönderildik" deyip şehadet parmağı ile orta parmağını yanyana getirmesi delil teşkil etmektedir. Bunu Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.5 Kıyamet İşareti: Cenâb-ı Hak, "Şüphe yok ki o, (yani Hz. İsa) saatin ilmidir. Yani, sayesinde kıyametin bilindiği alametlerden bir alamettir." Böylece, bir şeye defâlet eden alâmet, sayesinde o şey bilinip anlaşıldığı için, "ilim" adını aldı (yani, “le ilmün” buyuruldu). İbn Abbas da bu ifadeyi “le alemün” şeklinde okumuştur ki, bu, alâmet, belirti demektir. Yine bu ifade, “lel'ilmu” şeklinde de okunmuştur. Ubeyy İbn Kâ'b ise, “le zikrun” şeklinde kıraat etmiştir. Konuyla ilgili hadiste şu yer almaktadır: İsa, elinde mızrağı olduğu halde, Arz-ı Mukaddes'te, kendisine “Efik” adı verilen bir tepeye iner. Mızrağı ile Deccâli öldürür, peşinden, imamın cemaate namaz kıldırdığı bir sırada, sabah namazında Beyt-i Makdîs'e gelir. Bunun üzerine imam geriye çekilir, fakat Hz. İsa onu yine ileri sürer ve o imamın arkasında Hz. Muhammed'in şeriatine göre namaz kılar. Daha sonra, domuzları öldürür, haçı parçalar, havra ve kiliseleri tahrip eder ve kendisine inananlar hariç, hristiyanları da öldürür."6 Konumuz olan pasajda Resulullah’a tek yapması gereken şeyin kendisine vahyedilene uymak olduğu uzun uzadıya açıklanarak peygamberimiz teselli edilmiştir. O dönemde kâfirler Resulullah’ı ortadan kaldırabilmek için gece gündüz plânlar kurmakla meşguldüler. Onu öldürebildikleri takdirde dertlerinin sona ereceğine inanmaktaydılar. Bu nedenle Rabbimiz, Elçi’ye “Biz, seni alıp götürsek bile şüphesiz Biz, onlardan intikam alanlarız [onları cezalandırarak adaleti sağlarız].Yahut da onlara vaat ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü Biz, onların aleyhlerine güç yetirenleriz” diye hitap etmiştir. Rabbimizin peygamberimize verdiği bu sözün Bedir günü gerçekleştiği ve peygamberimizin de bu kokuşmuş insanların cezalandırılışlarını o gün, orada gördüğü söylenebilir. 46 Ve hiç kuşkusuz Biz, Mûsâ'yı âyetlerimizle/ alâmetlerimizle/ göstergelerimizle Firavun'a ve onun ileri gelenlerine elçi gönderdik de o: “Gerçekten ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim” demişti. 47 Sonra da Mûsâ âyetlerimizi/ alâmetlerimizi/ göstergelerimizi onlara getirince, onlar hemen âyetlere gülüverdiler. 48 Ve Bizim onlara gösterdiğimiz her bir alâmet/ gösterge bir önceki alâmetten/ göstergeden kesinlikle daha büyüktür. Ve onlar dönerler diye Biz onları azapla yakaladık. 5 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 6 (Razi; el Mefatihu’l Gayb) 20
  • 21. 49 Onlar da: “Ey büyücü! Sende olan ahdi/ sana verdiği söz hürmetine, bizim için Rabbine dua et. Şüphesiz biz kesinlikle kılavuzlandığımız doğru yola gireceğiz” dediler. 50 Fakat ne zaman ki azabı kendilerinden kaldırdık, o zaman onlar sözlerinden dönüverirler. 51-53 Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: “Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?” dedi. 54 Firavun kendi toplumunu etkisizleştirdi; niteliksizleştirdi de onlar da ona itaat ettiler. Şüphesiz onlar, hak yoldan çıkmış kimseler toplumu idiler. 55,56 Sonunda onlar Bizi gazaplandırdıkları zaman onları cezalandırarak adaleti sağladık. Sonra da onları topluca suda boğduk. Sonra da onları sonradan gelecekler için selef ve örnek yaptık. Bu ayet gurubunda, aklını kullanmayan, çevrelerindeki binlerce ayete gözünü kapayan ve bu nedenle de azabı hak edenlere Firavun ve avenesi örnek gösterilmiştir. Bu kısa anlatımda Firavun ve avenesinin politikaları ana hatlarıyla açıklanmıştır. Sonra da Mekkeli müşrik kodamanlara Firavun’dan farklarının olmadığı bildirilerek, Firavun ve avenesinin başına gelenlerin kendi başlarına da geleceği ihtar edilmiştir. 130 Ve andolsun ki Biz, Firavun sülâlesini, düşünüp öğüt alsınlar diye senelerle kuraklıklarla/ senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık. 131 Sonra kendilerine iyilik geldiği zaman, “İşte bu bize aittir” dediler. Eğer kendilerine bir kötülük gelirse, Mûsâ ile yanındakilerin uğursuzluğu olarak kabul ederler. İyi bilin ki, onların uğursuzluğu Allah katındadır. Fakat onların çoğu bilmezler. (A’raf/130) 133 Biz de belirli aralıklarla âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri, haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular toplumu oldular. 134 Ve ne zaman ki, bu azap üzerlerine çöktü: “Ey Mûsâ! Sana olan ahdi/ verdiği söz nedeniyle bizim için Rabbine dua et, eğer sen bizden bu cezayı kaldırırsan sana kesinlikle iman edeceğiz. Ve kesinlikle İsrâîloğulları'nı seninle birlikte göndereceğiz” dediler. 135 Ne zaman ki, ulaşacakları belli bir süreye kadar onlardan cezayı kaldırdık, derhal sözlerinden cayıveriyorlar. (A’raf/133-135) 21-24 Sonra da Firavun, yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü. Sonra toplayıp seslendi de: “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi. 25 Allah da, dünya ve âhiret azabıyla yakalayıverdi. (Nâziât/23- 25) 56. ayetteki “Nihayet onlar Bizi gazaplandırdıkları zaman onlardan intikam aldık [cezalandırarak adaleti sağladık]” ifadesi onların artık Allah düşmanı olduklarının beyanıdır: 33,34 Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına almazdan önce hatalarından dönenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama/ arka arkaya kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. 21
  • 22. Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. (Maide/33, 34) 57 Şüphesiz Allah'a ve Elçisi'ne eziyet verenler; Allah onları dünyada ve âhirette dışlamıştır. Ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır. (Ahzab/57) 53. ayette Firavun’un Musa (as) hakkında sarf ettiği nakledilen “Hem onun üzerine altın bilezikler atılmalı” şeklindeki sözü, bu şekilde süslenmenin o dönemdeki soylu kimselerin âdeti olmasından dolayıdır. Firavun ve çevresindeki yakınları o dönemde bu tür altın bileziklerle süslü idiler. Çünkü altın takılarla süslenmek, o dönemin kültüründe bir soyluluk nişanesi idi. Kitab-ı Mukaddes’te de bu âdete ait ipuçları bulunmaktadır: Bu öneri Firavun'a ve görevlilerine iyi göründü. Firavun görevlilerine, "Bu adam gibi Tanrı Ruhu'na sahip birini bulabilir miyiz?" diye sordu. Sonra Yusuf'a, "Mademki Tanrı sana bütün bunları açıkladı, senden daha akıllı ve bilgili bir adam yoktur" dedi, "Sarayımın yönetimini sana vereceğim. Bütün halkım buyruklarına uyacak. Tahttan ötürü yalnız ben senin üzerinde olacağım. Seni bütün Mısır'a yönetici atıyorum." Sonra mührünü parmağından çıkarıp Yusuf'un parmağına taktı. Ona ince ketenden giysi giydirdi. Boynuna altın zincir taktı. Kendi yardımcısının arabasına bindirdi. Yusuf'un önünde, "Yol açın!" diye bağırdılar. Böylece Firavun ona bütün Mısır'ın yönetimini verdi. Firavun Yusuf'a, "Firavun benim" dedi, "Ama Mısır'da senden izinsiz kimse elini ayağını oynatmayacak."7 57 Meryem oğlu Îsâ bir örnek olarak anlatılınca da, senin toplumun, ondan mesafelenip giderler. 58 Ve senin toplumun: “Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa o mu Muhammed mi/ Îsâ mı?” dediler. Bu örneği sırf seninle tartışmak için ortaya attılar. Aslında onlar, aşırı düşmanlık eden bir toplumdur. 59 Îsâ, sadece Bizim kendisine nimet verdiğimiz ve kendisini İsrâîloğulları'na örnek yaptığımız bir kuldur. 63,64 Îsâ apaçık delillerle geldiği zaman dedi ki: “Ben size haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri getirdim ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklayayım diye geldim. O hâlde Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah; O, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu, doğru bir yoldur.” 65 Fakat gruplar, Îsâ hakkında kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler. Artık acı bir günün azabından dolayı, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların vay hâline! İsa (as) ile ilgili pasajı bu düzenle tertip edip anlamalıyız. Kur’an’ın İsa (as) hakkında verdiği bilgilere karşı Mekkeli müşriklerin tutumlarının anlatıldığı bu ayet grubunda, İsa’nın İsrailoğulları’na örnek 7 (Tekvin/41; 37-44) 22
  • 23. gösterildiği ve onun Allah’ın birçok lütfuna mazhar olmuş bir kul olduğu vurgulanmaktadır. Bu pasajın nüzul sebebi olarak klâsik kaynaklarda şu nakiller yer almaktadır: Yüce Allah “Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor: Rah-man'dan başka ibadet edilecek ilâhlar kılmış mıyız? (Zuhruf/43, 45)” buyruğunu indirince müşrikler İsa (a.s)'ın durumunu ileri sürerek “Muhammed tıpkı Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'yı ilah edindikleri gibi, bizim de kendisini ilah edinmemizden başka bir şey istemiyor” dediler. Bunu Katade söylemiştir. Buna yakın bir rivayet Mücahid'den gelmiştir. O dedi ki: Kureyş “Muhammed, İsa'nın kavmi İsa'ya tapındıkları gibi, bizim de kendisine tapınmamızı istiyor” dediler. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyet-i kerimeyi indirdi. İbn Abbas dedi ki: Bu buyrukla Yüce Allah, Abdullah b. ez-Ziba'ra'nın Peygamber (sav) ile İsa (as) hakkındaki tartışmasını kastetmektedir. Bu örneği veren kişi Sehmoğullarından Abdullah b. ez- Ziba'ra'dır ve bunu kâfir iken söylemişti. Kureyş kendisine: “Şüphesiz Muhammed ‘Gerçekten siz de, Allah'tan başka taptıklarınız da cehennemin odunusunuz (Enbiya/98)’ ayetini okuyor” dediler. Abdullah b. ez-Ziba'ra da “Eğer yanında hazır olsam ona cevap verirdim elbet” dedi. Bu sefer: “Ona ne diyecektin?” diye sordular. O da şöyle dedi: “Ona derdim ki: İşte, Mesih'e Hıristiyanlar ibadet ediyor. Uzeyr'e de Yahudiler ibadet ediyor. Bu ikisi de cehennemin odunundan mıdırlar?” Kureyşliler onun söylediği bu sözü beğendi ve böylelikle bu sözle onun davayı kazandığı görüşüne kapıldı. İşte Yüce Allah'ın "Bağrışıp çağrışmaya koyuldu" buyruğunun anlamı budur. Yüce Allah da bunun üzerine: “Şüphesiz kendileri için daha önceden tarafımızdan iyilik takdir edilmiş olanlar, işte onlar oradan uzaklaştırılmışlardır (Enbiya/101)” buyruğunu indirdi.8 Müfessirler bu hususta şunları ileri sürmüşlerdir ki, hepsi de ihtimal dâhilindedir: 1- Kâfirler, Hıristiyanların Hz, İsa (a.s)'ya taptıklarını duyunca, "Onlar, İsa'ya tapıyorlar; oysa, bizim ilâhlarımız İsa'dan daha iyidir" dediler. Onlar bu sözü, kendileri meleklere taptıkları için söylediler. 2- Rivayet edildiğine göre, “Siz de, Allah'ı bırakıp tapmakta olduklarınız da hiç şüphesiz ki cehennem odunusunuz (Enbiya/98)” ayeti nazil olunca, Abdullah İbnu'z-Ziba'râ, "Bu, bize ve ilâhlarımıza mı, yoksa bütün ümmetlere şamil bir hüküm mü?" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), "Hayır, bütün ümmetlere şamil bir hüküm" buyurdu. Bunun üzerine Abdullah, "Ben seni yendim; Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki, sen Meryem oğlu İsa'nın peygamber olduğunu iddia etmedin mi? İsa ve annesini hayırla yâd etmiyor muydun? Sen, Hıristiyanların, İsa ve annesine; Yahudilerin de Uzeyr'e taptıklarını ve meleklere de tapıldığını biliyorsun. Binaenaleyh, eğer bunlar cehennemde olacaklarsa, biz, bizim ve ilâhlarımızın onlarla beraber olmasına çoktan razıyız" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s)] sustu, kâfirler güruhu sevindiler, güldüler ve çığlıklar attılar. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak “Şüphe yok ki, kendileri için bizden en güzel [bir saadet] sebkat etmiş olanlar, işte bunlar oradan [cehennemden] uzaklaştırılmışlardır (Enbiyâ/101)” ayetini indirdi. İşte bu ayet [Zuhruf/57] de o zaman nazil oldu. Buna göre mana, "Abdullah İbnu'z-Ziba'râ, Meryem oğlu İsa'yı bir misal getirip Hıristiyanların İsa'ya ibadet etmeleri sebebiyle Hz. Peygamber (s.a.s)'le mücadele edince, "Bir de ne görelim, senin kavmin Kureyş, bu meselden dolayı Hz. Peygamber (s.a.s)'in susturulmasını görmeleri sebebiyle sevinçlerinden çığlıklar attılar, büyüktendiler ve gülmeye başladılar. Çünkü örf, taraflardan birisi, davasını savunamayıp acze düştüğünde, ikinci tarafın çığlıklar atması ve bundan sevinç duyması şeklinde cereyan edegelmiştir. Dediler ki: "Bizim tanrılarımız mı iyi, yoksa o mu?" Yani, "Sence bizim ilâhlarımız [melekler] İsa'dan daha iyi değil midir? Binaenaleyh İsa cehennem odunu olduğuna göre, bizim ilâhlarımızın durumu ise, daha hafif ve daha ehven olur" demektir. 3- Hz. Peygamber (s.a.s), Hıristiyanların Hz. İsa’ya taptıklarını ve onu kendilerinin ilâhı kabul ettiklerini anlatınca, Mekke kâfirleri de, "Muhammed, tıpkı Hıristiyanların, Mesih'i kendilerinin ilâhı kabul etmeleri gibi, bizim de, kendisini bizim ilâhımız kabul etmemizi istiyor" dediler ve işte bu durumda "Bizim ilâhlarımız mı yoksa o mu?", yani, "Bizim ilâhlarımız mı yoksa, Muhammed mi daha hayırlıdır?" dediler ve bu sözü, "Muhammed bizi kendisine tapmaya davet ediyor; halbuki atalarımız ise bu putlara tapmanın gerekli olduğunu iddia etmişlerdi. Bu iki şeyden birisinin mutlaka yapılması gerekli olduğuna göre, bu putlara tapmak daha uygun olur. Çünkü atalarımız ve geçmişlerimiz, putlara tapma hususunda mutabakata varmışlardı. Ama Muhammed ise bizim kendisine tapmamız hususunda ithama maruz bir kişidir. Binaenaleyh, putlara tapmakla 8 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 23
  • 24. meşgul olmak daha evlâ olur" dedikleri için bu sözü söylediler. Cenâb-ı Hak ise, "Biz, İsa'ya tapmanın güzel bir yol olduğunu söylemedik. Tam aksine bu, bâtıl ve yanlış bir yoldur. Çünkü İsa sadece bizim kendisine in'âmda bulunduğumuz bir kuldur. Durum böyle olunca da, onların, "Muhammed, bizim, kendisine tapmamızı istiyor" şeklindeki sözleriyle ortaya attıkları bu şüphenin, zail olduğu..." şeklinde beyanatta bulunmuştur. İşte bu üç açıklama, ayetin lâfzının, bunlardan her birine muhtemel olduğu şeyler cümlesindendir.9 65. ayette “Fakat gruplar, İsâ hakkında kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler” buyrulmuştur. Kur’an’ın indiği dönemde hem Yahudiler hem de Hıristiyanlar İsa konusunda ihtilâf halinde idiler. İsa peygamberin gayrimeşru bir çocuk ve sahte bir peygamber olduğunu iddia eden Yahudiler ile onun Allah’ın oğlu olduğunu ve Allah’ın onda cisimlendiğini iddia eden Hıristiyanlar, birbirleri ile sürekli ihtilâf hâlinde olmuşlardır. Rabbimiz her iki tarafın da yanlış düşünce ve kanaatlerini Kur’an’da bildirdiği bilgilerle ortadan kaldırmış, gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Allah’ı Kur’an’dan tanıyanlar ve aklıselim sahipleri artık bilmektedirler ki, Allah çocuk edinme gibi noksanlıklardan münezzehtir. Ne var ki, İsa peygamber ile ilgili olarak sadece Yahudiler ile Hıristiyanlar arasında değil, Hıristiyanların kendi aralarında da ihtilâflar oluşmuştur. Bu ihtilâflar, hizipler ve mezhepler halinde bugüne kadar gelmiştir. İlk dönem Kur’an bilimcilerinden olan Mukatil’in tespitlerine göre o dönemde Hıristiyanların içinde farklı inanışlara sahip üç grup vardı: * “İsa Allah’ın oğludur” diyen Nasturîler, * “İsa Allah’ın kendisidir” diyen Mar-Yakubîler ve * “Allah üçün üçüncüsüdür” diyen Melkanîler. Kur’an’da Meryem ve İsa peygamber hakkında verilen bilgiler, İsa peygamberin doğumu ile Kur’an’ın inişi arasındaki dönemde ortaya çıkmış Yahudi ve Hıristiyan inançlarını yansıtmaktadır. Ne var ki, Kur’an’ın inişinden bu yana, tıpkı Müslümanların yüzlerce mezhebe, binlerce meşrebe ayrıldığı gibi, Hıristiyan ve Yahudiler de mezheplere, meşreplere ayrılmışlar ve her bir hizip değişik inanç ve yaşam tarzı sergilemiştir. Bizim düşüncemize göre, gerek Müslümanlar, gerekse Ehl-i Kitap arasında ortaya çıkmış olan yanlış inanç ve yaşam tarzlarının insanların hayatlarından çıkarılıp atılması için Kur’an’da verilen mesajlar ve ilâhî ilkeler sadece Müslümanlara değil, Ehl-i Kitap’a da ulaştırılmalıdır. Kur’an erlerinin ortaya koyacağı bu yöndeki çalışmalar, insanlığın doğru istikameti tanıması bakımından önemli sonuçlara yol açacak bir potansiyeli taşımaktadır. 213 İnsanlar tek bir önderli toplum idi de Allah müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere peygamberler gönderdi ve anlaşmazlık ettikleri konularda insanlar arasında hükmetsinler diye onların beraberinde hak ile kitap indirdi. Ve sırf o Kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra aralarındaki azgınlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, Kendi bilgisi gereği, iman edenlere, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka kılavuz oldu. Ve Allah, dilediği kimseyi/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar. (Bakara/213) Bu konu daha evvel Meryem suresinin tahlilinde de ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. 66 Onlar kendileri farkına varmadan, ansızın, kıyâmet anının kendilerine gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? 9 (Razi; el Mefatihu’l Gayb) 24
  • 25. 67 O gün Allah'ın koruması altına girmiş kişiler hariç tüm önderler/ birbirinin izinden gidenler, birbirlerine düşmandırlar. Bu ayetlerde, bunca açıklamaların muhatabı olup da hala yola gelmeyen, hevalarını ilâh edinmiş zavallılar kınanmıştır. Ayrıca kıyamete ait şu kısa bilgi verilmiştir: O gün, ansızın gelecektir. Ona karşı tedbir almaları, onu geri çevirmeleri, ondan kurtulmaları söz konusu olmayacaktır. O gün Allah’ın yolundan gitmeyip de birbirinin izinden gidenler birbirlerine düşman olacaklardır. Dünyada iken birbirleriyle canciğer dost olmalarına karşın o gün birbirlerine düşman kesilecek ve “Senin yüzünden bu hale düştüm” diyerek birbirlerini itham edeceklerdir. Muttakiler ise her zamanki gibi birbirlerinin dostu olacaklardır. Aralarındaki dostluklar ahirette de devam edecektir. Müşriklerin birbirine olan husumetleri birçok ayette dile getirilmiştir: 58 Ve onun şeklinden çifter çifter diğerleri vardır. 59 İşte bunlar da sizinle birlikte atılırcasına giren bir gruptur. Onlara bir rahat yok. Şüphesiz onlar cehenneme sallandılar. 60 Derler ki: “Hayır, asıl size merhaba; selam sabah yok. Cehennemi önümüze siz getirdiniz. O ne kötü bir duraktır!” 61 Derler ki: “Rabbimiz! Bizim önümüze bunu kim getirdiyse onun ateşteki azabını kat kat arttır!” 62 Ve yine derler ki: “Kendilerini kötülerden saydığımız birtakım adamları niye göremiyoruz? 63 Biz onları alaya almıştık/aşağılamıştık. Yoksa gözler onlardan kaydı mı?” 64 Şüphesiz ki bu, ateş ehlinin birbiriyle tartışması/ davalaşması gerçektir. (Sad/58-64) 38 Allah, “Sizden önce geçmiş tanıdığınız-tanımadığınız ateş içindeki önderli toplumların içine girin!” der. Her toplum girdikçe kardeşini dışlayıp gözden çıkarır. Sonunda hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında, “Rabbimiz! İşte şunlar bizi saptırdı. Onlara ateşten kat kat azap ver” derler. Allah, “Herkese kat kattır, fakat siz bilmiyorsunuz” der. 39 Öncekiler de sonrakilere, “Sizin bize karşı fazlalığınız yoktur. O hâlde yaptıklarınızdan dolayı azabı tadın” derler. (A’raf/38, 39) 57 Şüphesiz Allah'a ve Elçisi'ne eziyet verenler; Allah onları dünyada ve âhirette dışlamıştır. Ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır. (Ahzab/64- 68) 25 Ve İbrâhîm dedi ki: “Siz, sırf aranızdaki dünya hayatında sevgi için Allah'ın astlarından birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyâmet günü, kiminiz kiminizi tanımayacak, kiminiz kiminizi dışlayıp gözden çıkaracaktır. Varacağınız yer de cehennemdir. Ve sizin için yardımcılardan da yoktur.” (Ankebût/25) 125 Ve din bakımından, iyileştiren-güzelleştiren biri olarak, kendisini Allah için İslâmlaştırandan ve hanif; eski inançlarından dönen biri olarak, İbrâhîm'in dinine uyan kimseden daha iyi-güzel kim olabilir? Ve Allah, İbrâhîm'i “çığır açan-iz bırakan; imam-önder” edindi. (Nisa/125) 2 Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın alâmetlerine, haram aya, hedye/hac yapanlara yiyecek yollamaya, hediye etmeye, gerdanlıklarına [hac yapanların/orada yüksek ilâhîyat eğitimi için bulunanların yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretlerine] ve Rablerinden lütuf ve rıza bekleyerek Beytü'l-Haram'a/hac görevi yapmak isteyenlere saygısızlık etmeyin. Dokunulmazlığınız kalktığında/hac göreviniz bittiğinde de avlanın. Sizi Mescid-i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya da sevk etmesin. Ve “iyi adam”lık ve Allah'ın koruması altına girme üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Ve Allah'ın koruması altına girin. Hiç şüphesiz Allah, azabı/kovuşturması çok çetin olandır. 25
  • 26. (Maide/2) “68-70 Ey âyetlerimize iman etmiş ve Müslümanlar olmuş olan kullarım! Bugün size korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz. Siz ve eşleriniz ağırlanmış olanlar olarak girin cennete! 71-73 -Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz.” Bu ayet gurubunda Rabbimiz, iman eden, takvalı davranan kullarına vereceği nimetleri sayıp dökmüştür. Yedi ayetten oluşan bu paragraf, belağat gereği, orijinalinde ayrı ayrı ayetler halindedir. Biz anlamı ve cümle öğelerini de dikkate alarak ayetleri iki grup halinde meallendirdik. Bu ayet gurubunda bildirilen cennet nimetleri Kur’an’ın birçok yerinde sayılıp dökülmüştür; özellikle de İnsan ve Vakıa surelerinde toplu olarak yer almıştır: 5-22 Şüphesiz, “iyi adamlar”, kâfur katılmış bir tastan içerler, fışkırtıldıkça fışkırtılacak bir pınardan ki ondan, verdikleri sözleri yerine getiren, kötülüğü yayılan bir günden korkan ve “Biz sizi, ancak Allah rızası için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde Rabbimizden korkarız” diyerek Allah sevgisi için/sevmesine rağmen yiyeceği, yoksula ve öksüze ve tutsağa veren Allah'ın kulları içerler. Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur; onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak, sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve ipekleri verecek; orada tahtlara kurulmuş olarak kalacaklar; orada bir güneş de, dondurucu bir soğuk da görmeyecekler ve bahçenin gölgeleri onların üzerlerine sarkacak ve alçaltıldıkça alçaltılacak. Ve aralarında gümüş bir kap ve billûr kâseler dolaştırılacak, -kendilerinin ayarladığı billûrları gümüştendir-. Ve orada onlar, karışımı zencefil olan bir tastan sulanırlar, orada Selsebil denilen bir pınardan... Ve aralarında büyümez, yaşlanmaz çocuklar dolaşır; onları gördüğünde, saçılmış birer inci sanacaksın! Orayı gördüğünde, mutluluk ve büyük bir mülk ve yönetim göreceksin; üzerlerinde ince, yeşil ipekli, parlak atlastan giysiler olacak; gümüş bileziklerle süslenmiş olacaklar; Rableri onlara tertemiz bir içecek içirecek. Şüphesiz ki bu, sizin için karşılıktır. Çalışmalarınız da karşılık ödenecek niteliktedir. (İnsan/5-22) 13,14 Birçoğu evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. 24 Onlar, yaptıklarına karşılık olarak, 15 mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. 16 Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. 17,23 Çevrelerinde, kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; hiç büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. 25 Orada boş söz, saçmalama ve günaha sokan şeyleri işitmezler. 26 Sadece söz olarak: “Selâm [sağlık, esenlik, mutluluk], selâm [sağlık, esenlik, mutluluk]!” 27-34 Ve sağın yaranı, nedir o sağın yaranı! Onlar, dikensiz kirazlar, meyve dizili muzlar/akasyalar, uzamış gölgeler, fışkıran su, kesilmeyen; tükenmeyen ve yasaklanmayan birçok meyveler ve yükseltilmiş döşekler içindedirler. 35 Şüphesiz Biz, kirazı, muzu, gölgeleri, fışkıran suyu öyle bir yaratışla yarattık. 36-38 Ki onları, sağın ashâbı için albenili ve hepsi bir ayarda hiç dokunulmamışlar yaptık. (Vakıa/15- 38) 32,33 Sonra Biz, Kitab'ı kullarımızdan, süzüp seçtiklerimize miras bıraktık. Şimdi de onlardan bazıları kendilerine haksızlık eden, bazıları orta yolu tutan/ikili oynayan, bazıları da Allah'ın izniyle/ bilgisiyle hayırlarda önde gidenlerdir. İşte bu, büyük armağanın; Adn cennetlerinin ta kendisidir. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bileziklerle ve incilerle süsleneceklerdir. Oradaki elbiseleri ipektir. 34,35 Onlar orada, “Tüm övgüler, bizden o üzüntüyü gideren ve bizi armağanlarından, 26
  • 27. kendisinde bize yorgunluk gelmeyen, kendisinde bizim için usanç olmayan, durulacak bu yurda girdiren Allah'a özgüdür; başkası övülemez. Gerçekten Rabbimiz çok bağışlayıcı ve çok karşılık vericidir” derler. (Fatır/32,33) Pasajın ilk bölümündeki “Siz ve eşleriniz ağırlanmış olanlar olarak girin cennete!” ifadesi ile kastedilenler dünyadaki eşler değildir. Zira dünyadaki eşlerin her biri ayrı ayrı mükellef kişiliklerdir. Suçun ve cezanın şahsîliği söz konusudur. Dünyada muttaki olan bir kişinin eşinin de muttaki olması, her ikisinin de aynı lütfu hak etmiş olması mümkün fakat mutlak değildir. Burada konu edilen eşler, Rabbimizin ahirette insana vereceği özel olarak yaratılmış eşlerdir. 74-76 Şüphesiz ki günahkârlar cehennem azabında süreklidirler. Kendilerinden hafifletilmeyecektir. Onlar, orada da ümitsizlerdir. Ve Biz, onlara haksızlık etmedik, fakat onlar, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerin ta kendileri idiler. 77 Ve onlar seslenirler: “Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin.” Mâlik: “Şüphesiz siz, böyle kalacaksınız” dedi. 78 Andolsun ki Biz size hakkı getirdik. Velâkin sizin çoğunuz hakkı çirkin görüyorsunuz. Bu ayet gurubunda ise mücrimlerin ahiretteki durumları anlatılmaktadır. Onlar cehennem azabında ebedi kalıcıdırlar. Azapları hafifletilmez; azap içinde ümitsizce yaşarlar. Çaresizlikten cehennem görevlisine başvurarak Allah’a yalvarıp kendilerini bu durumdan kurtarması için aracı olmasını isterler. Cehennem görevlisi ise onlara “Şüphesiz siz böyle kalacaksınız” diye karşılık verir. 44 Derken kendilerine hatırlatılanı terk ettiklerinde, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Öyle ki, kendilerine verilen şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar, umutları suya düşenler oldular. (En'am/44) Ayette geçen “Malik”, pasajdaki söz akışından anlaşıldığına göre, cehennemin görevlisidir. Cehennemde bir takım meleklerin, zebanîlerin görev yaptığını Kur’an’dan öğrenmekteyiz. 49 Ve ateş içindeki kimseler, cehennem bekçilerine: “Rabbinize dua edin de bir gün olsun bizden azaptan biraz hafifletsin” dediler. (Mü’min/49) 6,7 Ey iman etmiş kimseler! Kendinizi ve yakınlarınızı, yakıtı insanlar ve taşlar olacak bir Ateş'ten koruyun. Ateşin üzerinde, Allah'a karşı gelmeyen, kendilerine emredilenleri yapan çetin ve kaba görevli güçler vardır. Ey kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler! Bugün özür dilemeyin. Siz ancak işlediklerinizin cezasını çekeceksiniz! (Tahrim/6, 7) 15,16 Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Eğer salât edene; mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan; toplumu aydınlatmaya çalışan kimseye engel olan o kişi, salâtı; mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmaya çalışmayı engellemesine son vermeyecek olursa, andolsun, perçemden; yalancı, günahkâr perçemden; saçından tutup sürükleyeceğiz. 17 O zaman o, meclisini/örgütünü çağırsın. 18 Biz zebanileri; defedicileri, engelleyicileri çağıracağız. 27
  • 28. (Alak/15-18) 36 Ve şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kişiler, cehennem ateşi kendileri için olanlardır. Onlar hakkında hüküm verilmez ki ölsünler. Kendilerinden, cehennem ateşinin birazı da hafifletilmez. İşte Biz, kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden her aşırı kimseyi böyle cezalandırırız. 37 Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapmış olduklarımızdan başka düzgün amel yapalım.” –Sizi, düşünecek olanın düşüneceği kadar ömürlendirmedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın! Artık şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için bir yardımcı da yoktur.– (Fatır/36,37) 9,10 Bundan dolayı sen hemen öğüt ver, eğer öğüt yarar sağlıyorsa/ sağlayacaksa; saygısı olan öğüt alacaktır. 11 En mutsuz olacak olan kişi de ondan kaçınacaktır. 12 O kişi, en büyük ateşe yaslanacaktır. 13 Sonra onun içinde ne ölecek ne de hayat bulacaktır. (A’la/9- 13) 79 Yoksa onlar işi sağlama mı almışlar/garantiye mi bağlamışlar? İşte Biz, şüphesiz sağlamcılarız. 80 Yoksa onlar, şüphesiz Bizim, onların sırlarını ve fısıltılarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Evet! İşitiriz, yanlarında bulunan elçilerimiz de yazıyorlar. Bu ayetlerde, müşriklere inkarî sorular yöneltilerek yaptıklarının ve aldıkları tedbirlerin yararsızlığı anlatılmaktadır. Onlara yöneltilen bu sorular, “onlar işi hiç de sağlama almadılar, çok çürük iş yaptılar. Biz onları hep işitiyor, ne yaptıklarını biliyoruz. Üstelik yanlarında daima yazan elçilerimiz de var. Bu elçiler sürekli olarak onların yaptıklarını yazmaktadırlar” demektir. 16 Ve andolsun insanı Biz oluşturduk. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız. 17,18 Onun sağından ve solundan (her yanından) yerleşik iki tesbitçi onun her işini tesbit edip dururken, insan hiçbir söz söylemez ki yanında hazır gözetleyen bulunmasın. (Kaf/16-18) 59 Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O'nun katındadır. O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın. 60 Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren; geçmişte yaptıklarınızı, yapmanız gerekirken yapmadıklarınızı bir bir hatırlattıran, gündüzün elde ettiğiniz şeyleri bilen, sonra adı konmuş süre sonunun gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O'nadır. Sonra O, yaptıklarınızı size haber verecektir. 61 Ve Allah, kulları üzerinde hükümranlığı sürdürür ve O, sizin üzerinize koruyucular gönderir. Sonra da sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksik-fazla yapmadan, onu vefat ettirirler; onlara geçmişte yaptıklarını, yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlatırlar. 62 Sonra kendi gerçek Mevlâları Allah'a döndürülürler. Dikkatli olun, hüküm ancak O'nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir.” (En’am/59- 61) Konumuz olan ayetlerde, Kureyş'in ileri gelenlerinin Resulullah’a karşı gizlice plân yaptıklarına da işaret edilmiştir: Bu âyet-i kerime, müşriklerin Daru'n-Nedve'de Peygamber için planlar düzmeleri hakkında inmiştir. Bu danışma neticesinde Ebu Cehil'in kendilerine teklif ettiği görüşü kabul etmişlerdi. Buna göre Peygamber (sav)'i öldürmeye katılmak üzere her kabileden bir kişi ortaya çıkacaktı. Böylelikle onun kanının [kısasının] istenme imkânı kalmayacaktı. İşte bu âyet-i kerime bu hususta 28
  • 29. nazil oldu. Yüce Allah onların hepsini Bedir'de ölümle cezalandırdı.10 50 Ve onlar, böyle bir tuzak kurdular, şüphesiz Biz de onların farkında olmadığı bir ceza ile cezalandırdık. (Neml/50) 30 Ve hani bir zaman, şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da cezalandırıyordu. Ve Allah, cezalandıranların en hayırlısıdır. (Enfal/30) 42 Yoksa bir sinsi plân mı yapmak istiyorlar? Fakat kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin kendileri sinsi plâna düşenlerdir. (Tur/42) Ve Nisa/108, Mücadele/7, İnfitar/9- 12. 81 De ki: “Eğer Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] için bir çocuk olsaydı, o takdirde kulluk edenlerin ilki ben olurdum.” 82 Göklerin ve yerin Rabbi, en büyük tahtın Rabbi onların niteledikleri şeylerden arınıktır. 83 Sen hemen bırak onları, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya kadar boşa uğraşsınlar ve oynayadursunlar. 84 Ve O, gökteki ilâh olandır ve yeryüzünde ilâh olandır. Ve O, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır, çok iyi bilendir. 85 Ve göklerin, yeryüzünün ve her ikisi arasındakilerin mülkü sadece Kendisine ait olan Allah ne cömerttir. Kıyâmet anının bilgisi de yalnızca O'nun yanındadır. Ve siz sadece O'na döndürüleceksiniz. Surenin buraya kadar olan ayetlerinin özeti mahiyetindeki bu ayet grubunda tevhide ağırlık verilmiş, Hıristiyanların İsa ile ilgili yanlış inançları reddedilmiştir. Kur’an’ın reddettiği “Teslis” inancı Hristiyanlar tarafından şu şekilde açıklanmaktadır: “Üçlübirlik’te tek bir Tanrı’ya ve birlik içindeki Üçlüğe tapınırız; bu kişileri ne birbirine karıştırır, ne de özünü böleriz. Çünkü Baba tek bir Kişi’dir, Oğul başka, Kutsal Ruh ise başka bir Kişidir. Ancak Baba’nın, Oğul'un ve Kutsal Ruh'un Tanrısal özyapısı birdir; görkemde eşit, yücelikte sonsuzdur. Baba nasıl ise, Oğul ve Kutsal Ruh da öyledir. Baba yaratılmamıştır, Oğul yaratılmamıştır, Kutsal Ruh yaratılmamıştır. Baba anlaşılmaz, Oğul anlaşılmaz, Kutsal Ruh anlaşılmazdır. Baba ebedi, Oğul ebedi, Kutsal Ruh ebedidir. Buna rağmen hepsi üç farklı ebedi değil, fakat tek bir ebedidir. Ne üç farklı ‘yaratılmamış’ ne de üç farklı ‘anlaşılmaz’ vardır, fakat tek bir ‘yaratılmamış’ ve tek bir ‘anlaşılmaz’ vardır. Aynı şekilde Baba her şeye kadir, Oğul her şeye kadir ve Kutsal Ruh her şeye kadirdir; Buna rağmen hepsi üç farklı ‘her şeye kadir’ değil, tek bir ‘her şeye kadir’dir. Baba nasıl Tanrı ise, Oğul da Tanrı’dır ve Kutsal Ruh da Tanrı’dır; Buna rağmen bunlar üç farklı Tanrı değil, tek bir Tanrı’dır. Baba nasıl Rab ise, Oğul da Rab'dir, Kutsal Ruh da Rab'dir; Buna rağmen bunlar üç farklı Rab değil, tek bir Rab'dir.” Rabbimiz Hıristiyanların bu inancını reddeder ve Kendisini şöyle tanıtır: 10 (Mukatil) 29