SlideShare a Scribd company logo
1 of 97
50 / İSRA SURESİ
GİRİŞ:
Adını 1. ayetteki “ ‫أسرى‬esra” fiilinin mastarı olan “ ‫إسراء‬isra” sözcüğünden alan
sure Mekke’de 50. sırada inmiştir. Surenin 26’ıncı, 32’inci, 33’üncü, 57’inci ve 73-
80’inci ayetlerinin Medenî olduğu1
nakledilmesine rağmen, tahlillerini yaparken
açıklayacağımız gibi, biz, 73-77. ayetlerin Mekkî olduğunu düşünüyoruz. Medeni
oldukları belirtilen diğer ayetlerin Mekkî bir sure olan İsra suresi içinde yer
almasının sebebini de Mushaf’ı tertip eden sahabe heyetinin ayetleri bu şekilde tertip
etmesi olarak görüyoruz.
Surenin giriş bölümünde “İsrailoğulları”ndan bahsedildiği için sureye “Benû
İsrail (israiloğulları) Suresi” de denmektedir.
Allah’ın koyduğu hikmetlerden birçoğunun sayılıp döküldüğü surenin ana
ekseni “iman”dır. Surede Allah’ın varlığı, birliği, peygamberlik, öldükten sonra
dirilme konuları üzerinde çokça durulmuş, bu konularla bağlantılı olarak
peygamberimizin kimliği, Allah’ın ona desteği ve çeşitli mucizeler hakkında çeşitli
bilgiler verilmiştir.
Surede ayrıca İsrailoğullarının yakın tarihine de değinilmiş, azmaları ve fesat
çıkarmaları sonucu esaret, sürgün gibi cezalara çarptırıldıkları açıklanmıştır.
Hatırlanacak olursa, bundan evvelki surelerde çeşitli yönlerden İsrailoğullarının
üzerinde durulmuş, bir önceki sure olan Kasas suresinde ise Ehlikitap’ın akıllı ve
adil olanlarının Kur’an’a inandıkları ve böyle bir kitap beklentisi içinde oldukları
bildirilmişti. Bu surede de İsrailoğullarının bilginlerinin peygamberimizi gözetim
altında tuttukları; onun hak elçi, getirdiği kitabın da hak olduğuna kanaat getirerek
teslimiyetle yere kapandıkları anlatılmaktadır.
Surenin 1. ayetinin tahlilinde açıklanacağı gibi, İsra suresi Kasas suresinin
devamı mahiyetindedir. Özellikle 1. ayeti Kasas suresinin 85-88. ayetlerinin devamı
olarak okunduğunda, hem Kasas suresinin 85-88. ayetlerinin oluşturduğu pasaj hem
de İsra suresinin 1. ayeti daha iyi anlaşılmaktadır.
1
(Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)
1
RAHMAN RAHİM ALLAH ADINA
MEAL:
1
Kulunu, bir gece, âyetlerimizden/ alâmetlerimizden/ göstergelerimizden
gösterelim diye, Mescid-i Haram'dan bir kenarını mübarek kıldığımız Mescid-i
Aksa'ya yürüten Zat, her türlü noksan sıfatlardan arınıktır. Şüphesiz O, en iyi
işitenin, en iyi görenin ta kendisidir.
2,3
Mûsâ'ya da Kitap verdik ve Benim astlarımdan vekil [tüm varlıkları
belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek
uygulayan bir kişi/ kurum] tanımayınız diye Kitab'ı, İsrâîloğulları –Nûh'la
beraber gemiye taşıyarak kurtardığımız kimselerin soyundan olanlar– için bir
kılavuz yaptık. Şüphesiz Nûh, şükredici; kendisine verilen nimetlerin karşılığını
çokça ödeyen bir kuldu.
4
Ve Biz İsrâîloğulları'na Kitap'ta/ yazgıda şunu gerçekleştirdik:
“Kesinlikle siz, yeryüzünde iki defa kargaşa çıkaracaksınız/ bozguna
uğrayacaksınız ve kesinlikle büyük bir yükselişle yükseleceksiniz.” 5
İşte o
ikisinden birincisinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı
gönderdik de onlar, evlerin aralarına girip araştırdılar. Ve o, yerine getirilmesi
gereken bir vaat idi. 6
Sonra sizi tekrar güçlü kulların üzerine galip kıldık ve
size mallarla ve oğullarla yardım ettik. Ve sizi işe yarayanlar açısından daha
çok şey sahibi yaptık.
–7
Eğer iyilik ettiyseniz, kendinize iyilik etmişsinizdir ve eğer kötülük
ettiyseniz o da onun kendisi içindir.– Artık diğer bozguna uğrama zamanı
gelince de size kötülük yapmaları, ilk kez girdikleri gibi yine mescide/Beytü'l-
Makdis'e girmeleri, ele geçirdikleri yerleri yıkıp bozmaları için üzerinize güçlü
kullarımızı tekrar göndereceğiz. 8
Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Ve
eğer siz döndüyseniz Biz de döndük. Ve Biz cehennemi, kâfirler; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için kuşatıcı bir zindan yaptık.
9,10
Şüphesiz ki bu Kur’ân, insanları en doğru ve en sağlam şeye; rüşde
kılavuzlar ve düzeltmeye yönelik işler yapan mü’minlere kendileri için
kesinlikle ve kesinlikle büyük bir ecir olduğunu ve âhirete inanmayan kişiler
için Bizim can yakıcı bir azap hazırladığımızı müjdeler.
11
Ve insan, hayrı davet eder gibi kötülüğü davet eder. Ve insan çok
acelecidir.
12
Ve Biz, geceyi ve gündüzü iki alâmet/gösterge yaptık. Sonra Rabbinizden
bir armağanlar aramanız, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için gecenin
alâmetini/göstergesini silip, bir gördürücü aydınlık olarak gündüzün
alâmetini/göstergesini getirdik. Ve Biz, her şeyi ayrıntılı olarak açıkladık da
açıkladık.
13,14
Ve her insanın kendi yaptıklarının karşılıklarını, ayrılmayacak şekilde
boynuna doladık. Ve Biz, kıyâmet günü açılmış bulacağı kitabı onun için
çıkarırız: “Oku kendi kitabını! Bugün kendi zatın, kendine karşı hesap sorucu
olarak sana o yeter!”
15
Kim, kılavuzlanan doğru yolu bulursa, sırf kendi iyiliği için kılavuzlanan
doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve
hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz, bir peygamber
göndermedikçe, azap ediciler olmadık.
2
16
Ve Biz, bir ülkeyi değişime/yıkıma uğratmak istediğimiz zaman, onun
varlık ve güç sahibi önde gelenlerine, hak yolda olmalarını, hak yolda önderlik
yapmalarını emrederiz de onlar, bunun aksine, orada hak yoldan çıkarlar.
Artık oranın üzerine Söz hak olur da Biz orayı kökünden darmadağın ederiz.
17
Ve Biz Nûh'tan sonraki nesillerden nicelerini değişime/ yıkıma uğrattık.
Ve kullarının günahlarını hakkıyla haberdar olan ve en iyi gören olarak
Rabbin yeter.
18
Her kim çarçabuk geçen dünyayı isterse, istediğimiz kimseye, dilediğimiz
şeyi çabuklaştırırız. Sonra onun için cehennemi hazırlarız, kınanmış ve
kovulmuş olarak oraya girer. 19
Kim de âhireti isterse ve mü’min olarak âhirete
yaraşır bir çaba ile âhiret için çalışırsa, işte öylelerinin çalışmalarının karşılığı
verilir. 20
Hepsine; dünyayı isteyenlere ve âhireti isteyenlere Rabbinin
ihsanından veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir.
21
Onların bir kısmını bir kısmı üzerine fazlalıklı yaptığımıza bir bak!
Elbette âhiret, dereceler bakımından daha büyüktür, fazlalık bakımından da
daha büyüktür.
22
Allah ile birlikte başka bir ilâh edinme/ tanıma! Yoksa kınanmış ve
yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalırsın.
23,24
Ve senin Rabbin kesin olarak, Kendisinden başkasına kul olmamanızı,
anne ve babayı iyileştirmeyi- güzelleştirmeyi karar altına aldı. Onlardan biri
veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse, sakın onlara “Öf” deme, onları
azarlama; onlara çok duyarlı davran. Ve ikisine de onurlu, tatlı ve güzel söz
söyle. Ve merhametinden dolayı onlar için alçak gönüllülük kanatlarını indir.
Ve de ki: “Rabbim! Onların beni küçükten eğitip görgülü biri olarak
yetiştirdikleri gibi, onlara rahmet et.”
25
Sizin Rabbiniz içinizdekileri çok iyi bilir. Eğer sâlihler olursanız elbette
O tam anlamıyla dönenleri bağışlayıcıdır.
26,27
Yakınlık sahibine; yurtlarından çıkarılan fakirlere, yoksula ve yolda
kalmışa da hakkını ver. Ve yersiz/ kötülüğe harcama yapma. –Şüphesiz yersiz/
kötülüğe harcama yapanlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı
çok nankördür.–
28
Ve eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti arayarak, akraba, yoksul ve
yolda kalmışa yardım etmeyeceksen, o vakit de kendilerine yumuşak ve
tatlı/onların ağırına gitmeyecek bir söz söyle.
29
Ve elini boynuna bağlanmış yapma/cimri olma, onu büsbütün de
saçma/savurganlık yapma. Aksi hâlde kınanmış ve yaptığına pişman olur
kalırsın.
30
Gerçekten senin Rabbin, kullarından dilediği için rızkı genişletir ve
daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından gerçekten haberdardır, hakkıyla görendir.
31
Ve yoksulluk kaygısıyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları ve sizi Biz
rızıklandırırız/besleriz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır.
32
Zinaya da yaklaşmayın/ zinaya yol açacak yollardan uzak olun. Şüphesiz
ki o, iğrençliktir ve kötü bir yoldur.
33
Ve hak ile olmadıkça, Allah'ın haram kıldığı bir kimseyi öldürmeyin. Ve
kim haksızlık edilerek öldürülürse, Biz onun yakınlarına bir yetki vermişizdir.
O da öldürmede aşırı gitmesin. –Şüphesiz öldürülen/haklarını koruyacak
yakınları yardım olunmuştur.–
34
Ergenlik çağına erinceye kadar yetimin malına da –en güzel bir şekilde
olması dışında– yaklaşmayın. Ahdi/ verilmiş sözünüzü de yerine getirin.
Şüphesiz verilen sözde sorumluluk vardır.
3
35
Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve dosdoğru terazi ile tartın. Bu, hem daha
hayırlıdır ve sonuç/uygulama olarak daha güzeldir.
36
Ve hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Şüphesiz kulak, göz, gönül,
bunların her biri ondan sorumludurlar.
37
Ve yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Şüphesiz ki sen asla yeri
yaramazsın ve boyca dağlara erişemezsin.
38
Kötü olan bütün bunlar, Rabbinin katında hoşlanılmayan şeylerdir.
39
İşte yukarıda belirlenen bu ilkeler/ emirler, Rabbinin sana vahyettiği
yanlış işleri ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerden
bazılarıdır. Allah'la beraber başka bir ilâh edinme. Aksi hâlde kınanmış ve
kovulmuş olarak cehenneme bırakılırsın.
41
Biz, bu Kur’ân'da, onların akıllarını başlarına almaları için türlü
şekillerde evirip çevirdik/farklı farklı şekillerde açıklama yaptık. Ve bu
açıklamalar, ancak onların nefretini artırmıştır.
45
Kur’ân öğrenip- öğrettiğin zaman seninle âhirete inanmayanlar arasında
görünmez/ gizli bir perde yaptık.
46
Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen
kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık yaptık. Ve sen Kur’ân'da sadece Rabbini
‘bir ve tek’ olarak andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin geriye
giderler.
47
Biz, onların seni dinlediklerinde ne için dinlediklerini, gizli
konuşmalarında da o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan
kimselerin, “Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz”
dediklerini çok iyi biliriz. 48
Senin için nasıl örnekler verdiklerine bir bak!
Böylece sapıklığa düştüler! Artık bir yola da güçleri yetmez.
42
De ki: “Eğer dedikleri gibi Allah ile birlikte birtakım ilâhlar olsaydı, o
zaman o ilâhlar en büyük tahtın sahibine; Allah'a bir yol ararlardı.”
40
Rabbiniz, oğulları size özel olarak verdi de Kendisi meleklerden dişiler
mi edindi? Şüphesiz ki siz çok büyük bir söz söylüyorsunuz.
43
Allah, onların dediklerinden büyük bir yücelikle arınık ve pek yücedir.
44
Tüm gökler/ uzay, yeryüzü ve bunların içinde bulunanlar, Allah'ı noksan
sıfatlardan arındırırlar. O'nun övgüsü ile birlikte noksan sıfatlardan
arındırmayan hiçbir şey yoktur. Fakat siz, onların Allah'ı noksan sıfatlardan
arındırmalarını iyi kavramıyorsunuz. Şüphesiz ki O, yumuşak davranandır,
çok bağışlayandır.
49
Ve onlar dediler ki: “Biz, bir kemik yığını olduğumuz ve ufalanıp toz
olduğumuz vakit mi, gerçekten biz, yeni bir oluşturuluşla diriltilecek miyiz?”
50-52
De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka
bir yaratık olun.” Sonra onlar; “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki:
“Sizi ilk defa yoktan yaratmış olan.” Bunun üzerine sana başlarını
sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın olması
umulur! Sizi çağıracağı/diriltileceğiniz gün, O'nu överek O'nun çağrısına
uyacaksınız ve sadece pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.”
53
Kullarıma söyle de en güzel olanı söylesinler. Şüphesiz şeytan aralarına
kargaşa sokar. Şüphesiz şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.
54
Sizin Rabbiniz sizi daha iyi bilendir. Dilerse tevbeniz sebebiyle size
merhamet eder veyahut dilerse azap eder. Seni de onların üzerine, vekil [bir
programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan
biri] olarak göndermedik.
4
55
Ve Rabbin göklerde ve yerde olan kimseleri en iyi bilendir. Ve andolsun
ki Biz, peygamberlerin kimini kiminin üzerine fazlalıklı kıldık. Biz, Dâvûd'a da
Zebûr'u verdik.
56
De ki: “Allah'ın astlarından, ilâh olduğunu iddia ettiğiniz şeyleri çağırın.
Göreceksiniz ki onlar, sizden sıkıntıyı kaldırmaya ve değiştirmeye güç
yetiremezler.
57
İşte ilâh olduğunu iddia ettiğiniz şeyler, hangisi Rablerine daha yakın
olmak için vesile arayarak yalvaran ve O'nun merhametini uman ve O'nun
azabından korkan kimselerdir. Gerçekten senin Rabbinin azabı korkunçtur.
58
Ve hiçbir şehir yoktur ki, kıyâmet gününden önce Biz onu
değişime/yıkıma uğratmayalım yahut şiddetli bir azap ile azaplandırmayalım.
Bu, Kitap'ta satırlaştırılmıştır.
59
Ve Bizi, alâmetleri/göstergeleri göndermekten ancak öncekilerin onları
yalanlamış olmaları alıkoydu. Ve Semûd'a, açık, gözle görülebilir biçimde
sosyal destek kurumları kurmaları görevini vermiştik de onun sebep olmasıyla
haksız davranmışlardı. Ve Biz, o alâmetleri/göstergeleri ancak korkutmak için
göndeririz.
60
Ve hani Biz sana, “Şüphesiz Rabbin insanları kuşatmıştır” demiştik. Ve
sana açıkça gösterdiğimiz o görüntüyü ve Kur’ân'da uzak durulmasını
istediğimiz altın, mal-mülk tutkunluğunu da, yalnız insanlara bir imtihan için
yapmışızdır. Ve Biz onları korkutuyoruz, fakat bu, onlara sadece büyük bir
azgınlığı arttırıyor.
61
Ve hani Biz bir vakit doğadaki güçlere; “Âdem'e; bilgilendirilmiş insana
boyun eğip teslimiyet gösterin” demiştik de İblis'ten; düşünce yetisinden başka
hepsi boyun eğip teslimiyet göstermişlerdi. O, “Ben bir çamur olarak; madde
olarak oluşturduğun kimseye mi boyun eğip teslimiyet göstereceğim?” demişti.
62
İblis dedi ki: “Şu benden üstün tuttuğun şu kişiyi gördün mü? Yemin
ederim ki, eğer beni kıyâmet gününe kadar ertelersen, pek azı dışında onun
soyunu kendi buyruğum altına alacağım.”
63-65
Allah dedi ki: “Git! Sonra onlardan kim sana uyarsa, bilin ki, şüphesiz
ki, cezanız yeterli bir ceza olarak cehennemdir. Onlardan gücünü yetirdiklerini
sesinle sars. Ve atlılarınla ve yayalarınla onların üzerine yaygara kopar!
Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol! Ve onlara vaatlerde bulun.” –Ve
şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez.– Şüphesiz ki, Benim
kullarım, senin için onlar aleyhine hiçbir güç yoktur.” –Tüm varlıkları belirli bir
programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan”
olarak da Rabbin yeter.–
66
Sizin Rabbiniz, Kendi armağanlarından hak ettiklerinizi arayasınız diye,
sizin için denizde gemileri yürüten Zat'tır. Şüphesiz ki O, size çok
merhametlidir.
67
Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler
kaybolup giderler, O, kaybolmaz. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca,
yüz dönersiniz. Ve insan, çok iyilik bilmeyen biridir!
68
O'nun sizi kara tarafından yerin dibine geçirmesinden yahut üzerinize
bir kasırga göndermesinden güvende misiniz? Sonra kendinize varlıkları belirli
bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek
uygulayan birini de bulamazsınız.
69
Ya da sizi tekrar denize döndürüp de üzerinize kasırgalar
göndermesinden ve böylece ettiğiniz iyilikbilmezlik sebebiyle sizi boğmasından
5
güvende misiniz? Sonra bu yaptığımıza karşı, Bizim aleyhimize size yardım
edecek bir koruyucu bulamazsınız.
70
Ve andolsun ki Biz, insanoğlunu şan ve şeref sahibi yaptık ve karada,
denizde taşıtlara yükledik ve temiz-hoş yiyeceklerden onları rızıklandırdık. Ve
onları oluşturduklarımızın birçoğundan oldukça fazlalıklı kıldık.
71
O gün Biz, bütün insanları önderleriyle çağıracağız. Ki o gün, kimin
kitabı sağ eline verilirse, işte onlar kendi kitaplarını okuyacaklar ve onlar
kandil fitili/çekirdeğin iplikçiği kadar bir haksızlığa uğratılmayacaklar.
72
Her kim de bu dünyada kör ise işte o, âhirette de kördür. Ve yolca daha
şaşkındır.
73
Az kalsın onlar seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak ondan
başkasını Bize dayandırarak söyleyesin diye sana yanlış yaptırıp seni ateşte
yakacaklardı. İşte o takdirde seni halil/ iz bırakan bir önder edinirlerdi.
74
Ve eğer Biz, seni sağlamlaştırmamış olsaydık, gerçekten onlara birazcık
meylediverecektin.
75
O durumda sana hayatın iki katını ve ölümün iki katını tattırırdık.
Sonra Bize karşı kendine hiçbir yardımcı da bulamazdın.
76,77
Ve yakında seni bu yerden/ yurdundan çıkarmak için kesinlikle
rahatsız edecekler. O takdirde senden önce elçilerimizden gönderdiğimiz kişiler
hakkındaki yasamıza/uygulamamıza göre onlar da senin ardından pek az
kalacaklardır. –Bizim uygulamamızda herhangi bir değişme göremezsin.–
78
Güneşin batmasından/ kaybolmasından gecenin kararmasına kadar
salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu
aydınlatmayı kurumlaştır ve ayakta tut] ve sabah öğrenip-öğretilmesini sağla.
Çünkü sabah öğrenip-öğretilmesi görülecek şeydir.
79
Ve geceden de. Ayrıca, sana özgü bir fazlalık olarak sen, salâtı geceleri
uyanıp uygula! Rabbinin, seni güzel bir makama ulaştıracağı umulur.
80
Ve de ki: “Rabbim! Beni, doğruluk girişiyle girdir ve doğruluk çıkışıyla
çıkar. Ve bana katından yardımcı bir kuvvet ver.”
81
Ve de ki: “Hak geldi, bâtıl yok oldu. Şüphesiz bâtıl yok olup gider.”
82
Ve Biz Kur’ân'dan, inananlar için şifa ve rahmet olan şeyleri
indiriyoruz. Ve bu, sadece şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların
yıkımını artırıyor.
83
Ve Biz insana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirip uzaklaşır. Ona
fenalık dokununca da ümitsizliğe düşer.
84
De ki: “Herkes bulunduğu hâl üzerine iş yapar. Bu durumda Rabbin, yol
olarak kimin en doğru olduğunu daha iyi bilendir.”
85
Ve sana vahiyden soruyorlar. De ki: “Vahy, Rabbimin işindendir. Size
ise az bilgiden başka bir şey verilmemiştir.”
86
Ve andolsun ki dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız; sonra
Bize karşı, kendine varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu
programı koruyarak, destekleyerek uygulayan birini bulamazsın.
87
Rabbinden bir rahmet olarak Biz bunu yapmadık. Gerçekten O'nun
senin üzerindeki armağanları çok büyüktür.
88
De ki: “Andolsun ki bugünün, yarının tüm insanları, bu Kur’ân'ın bir
benzerini getirmek üzere bir araya gelseler, birbirlerine yardımcı da olsalar,
onun benzerini kesinlikle getiremezler.”
89
Ve andolsun ki Biz bu Kur’ân'da insanlar için her örnekten evirip
çevirmişizdir. Yine de insanların çoğu gerçeği örtmekten başkasından
kaçındılar/ inkârda ısrarcı oldular.
6
90-93
Ve “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla
inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen
olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin
gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah'ı ve melekleri
karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe
yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, öğrenip öğreteceğimiz bir kitabı bize
indirmene kadar asla inanmayız” dediler. Sen de ki: “Rabbim noksanlıklardan
arınıktır. Ben, beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!”
94
Ve insanlara yol gösterimi/Kur’ân gelince, kendilerinin iman etmelerine,
sadece “Allah bir beşeri mi elçi gönderdi?” demeleri engel olur.
95
De ki: “Eğer yeryüzünde huzur içinde yürüyüp duran melekler olsaydı,
elbette Biz onlara gökten elçi olarak bir melek indirirdik.”
96
De ki: “Benimle sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. Şüphesiz O,
kullarına, her şeyin iç yüzünü, gizli taraflarını iyi bilendir, en iyi görendir.
97,98
Ve Allah kime kılavuz olursa, işte o doğru yolu bulmuş olandır. Kimi
de saptırırsa, artık bunlar için Allah'ın astlarından hiçbir yardımcı, koruyucu,
yol gösterici yakın kimse bulamazsın. Ve Biz, onları kıyâmet günü kör, dilsiz ve
sağır oldukları hâlde, yüzleri üstü toplayacağız. Onların varacakları yer
cehennemdir. Ne zaman ki cehennem dindi, onlara ateşi arttırırız. İşte bu,
onların, âyetlerimizi/ alâmetlerimizi/ göstergelerimizi örtbas etmiş olmaları ve
“Bizler, bir yığın kemik ve ufalanmış toz olduğumuz zaman mı, biz yeni bir
oluşturuluşla kesinlikle diriltilmiş mi olacağız?” demiş olmaları nedeniyle
onların cezasıdır.
99
Onlar, gökleri ve yeri oluşturan Allah'ın, kendilerinin aynı olan insanları
oluşturmaya da güç yetiren olduğunu ve onlar için şüphe edilmeyen bir süre
sonu belirlemiş olduğunu da görmediler mi? İşte bu şirk koşarak yanlış; kendi
zararlarına iş yapanlar, gerçeği örtmeden başka şeyden kaçındılar/ hep
gerçekleri örtmeye yöneldiler.
100
De ki: “Eğer siz, Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız,
harcanır tükenir endişesiyle kesinlikle elinizde tutar; kimseye bir şey
vermezdiniz. Ve insan çok cimridir.”
101
Ve andolsun Biz, Mûsâ'ya apaçık dokuz; birçok âyet [alâmet/gösterge]
verdik –işte İsrâîloğulları'na soruver–. Hani Mûsâ, kendilerine geldi de Firavun
o'na, “Ey Mûsâ! Ben senin büyülenmiş olduğunu kesinlikle biliyorum” demişti.
102
Mûsâ dedi ki: “Sen kesinlikle bildin ki, âyetleri, birer ibret olmak üzere,
ancak göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ve ben de senin yıkıma uğramışlığına
kesinlikle inanıyorum.”
103
Bunun üzerine Firavun, Mûsâ'yı ve İsrâîloğulları'nı Mısır'dan sürmek
istedi de Biz, onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk.
104
Ve ondan sonra Biz İsrâîloğulları'na, “Bu topraklara siz yerleşin! Sonra
âhirete dair verilen söz geldiği vakit, sizi toplayıp bir araya getireceğiz” dedik.
105
Ve Biz Kur’ân'ı sadece hak ile indirdik, o da sadece hak ile indi. Ve Biz
seni yalnızca müjdeci ve uyarıcı olarak elçi yaptık.
106
Ve Kur’ân'ı, Biz onu insanlara beklentilere göre öğrenip öğretesin diye
parça parça ayırdık ve Biz onu indirdikçe indirdik!
107,108
De ki: “Siz Kur’ân'a ister inanın, ister inanmayın; şu daha önce
kendilerine bilgi verilenler; Kur’ân onlara okunduğunda onlar, boyun eğip
7
teslimiyet göstererek çeneleri üstü kapanırlar. Ve “Rabbimiz her türlü
kusurdan arınıktır. Rabbimizin vaadi kesinlikle gerçekleşecektir” derler.”
109
Ve onlar, ağlayarak çeneleri üstü kapanırlar. Ve Kur’ân, onların
saygılarını, alçak gönüllüğünü artırır.
110
De ki: “Allah diye çağırın veyahut Rahmân diye çağırın. Hangi şeyle
çağırırsanız çağırın en güzel isimler O'nundur. Salâtı [mâlî yönden ve zihinsel
açıdan destek olmanı; toplumu aydınlatmaya çalışmanı] açıkça yapma, gizli
de yapma. Ve bu ikisi arasında bir yol ara.”
111
Ve de ki: “Tüm övgüler, hiçbir çocuk edinmeyen, sahiplikte ve
yönetimde kendisinin herhangi bir ortağı bulunmayan, düşkünlükten dolayı
yardımcısı olmayan Allah'a özgüdür; başkası övülemez.” Ve Allah'ı ululadıkça
ulula!
TAHLİL:
1
Kulunu, bir gece, âyetlerimizden/ alâmetlerimizden/ göstergelerimizden
gösterelim diye, Mescid-i Haram'dan bir kenarını mübarek kıldığımız Mescid-i
Aksa'ya yürüten Zat, her türlü noksan sıfatlardan arınıktır. Şüphesiz O, en iyi
işitenin, en iyi görenin ta kendisidir.
Mushaf tertip heyeti tarafından İsra suresinin ilk ayeti olarak tertip edilen bu
ayet, “giriş” bölümünde söylediğimiz gibi, Kur’an, elçi ve Kur’an-elçi ilişkisi
üzerinde duran Kasas suresinin 85-88. ayetlerinin devamıdır:
88
Ve Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarma. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O'nun
Zatından başka her şey yok olacaktır. Yasa-ilke, yalnızca O'nundur. Siz de ancak O'na
döndürüleceksiniz. İsra1
Kulunu, bir gece, âyetlerimizden/ alâmetlerimizden/ göstergelerimizden
gösterelim diye, Mescid-i Haram'dan bir kenarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten Zat,
her türlü noksan sıfatlardan arınıktır. Şüphesiz O, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir.
(Kasas/85-88 ve İsra/1)
İslam toplumları arasında özel bir yeri olan bu ayet, gerçek ifadelerinden
uzaklaştırılmış ve “Mi’raç” diye ortaya konulan bir efsaneye kaynak yapılmıştır.
(Mi’raç efsanesini konu eden rivayetler; Buharî; Kitab-ü Bed’il halk; 17 ve
Menakıbu’l Ensar; 107. No.lu rivayet, Hıristiyanlıktaki “Pavlusun Vizyonu”
safsatasının adaptasyonudur.) Ayrıca ikinci ayetten itiberen Musa ve İsrailoğulları
konu edildiğinden, birinci ayette yürütüldüğü bildirilen kulun, Musa olduğu intibaı
da verilmiştir.
Biz, ayetin doğru anlaşılabilmesi için ayetteki ifadelerin değerlendirmesinin
topluca değil de sözcükler bazında yapılmasının daha yararlı olduğunu düşünüyor ve
tahlilimizi buna göre sürdürüyoruz.
Bir gece,
8
Ayette sözü edilen olayın bir gece vakti meydana geldiği tartışmasızdır. Ama
bu gecenin hangi gece olduğu, ayette geçen diğer sözcüklerin açıklamaları
yapıldıktan sonra, ileride belirtilecektir.
Kul
Olayın kahramanı olarak ayette bahsi geçen kulun, adı sanı açıklanmamasına
rağmen ittifakla peygamberimiz Muhammed (as) olduğu kabul edilmiş ve bu konuda
farklı bir görüş ileri sürülmemiştir. Çünkü eski ve yeni tüm din bilginleri, Alak ve
Cinn surelerinde geçen “ ‫بد‬‫ب‬‫عب‬kul”un, Necm suresinin 3. ve Tekvir suresinin 22.
ayetlerinde geçen “ ‫باحبكم‬‫ب‬‫ص‬ sahibüküm [arkadaşınız]” ifadesi ile kastedilenin ve
Kadir suresinin 2. ayetindeki “ ‫ادراك‬ ‫وما‬ve ma edrake [… sana]” şeklindeki hitabın
muhatabının peygamberimiz Muhammed olduğunda, dolayısıyla buradaki “kul”un
da yine peygamberimize yönelik olarak kullanıldığında en başından beri aynı fikirde
olmuşlardır.
Mescid-i Haram’dan
Gerek tüm din ve dil bilginlerine, gerek tüm tarih ve coğrafya kaynaklarına
göre ve gerekse hem Arap hem Rum şair ve yazarlarının eserlerinde yer aldığına
göre, Mescid-i Haram, Kâbe’dir. Çünkü Kâbe’nin haram, yani savaşın, kavganın
yapılmadığı, yapılmayacağı “güvenli bölge / güvenli mescit” olarak bilinmesi İslâm
öncesine dayanmaktadır. Bu sebeple ayette geçen “Mescid-i Haram” tartışmasız
olarak “Kâbe”dir.
Mescid-i Aksa’ya
Konumuzu aydınlatacak hususlardan biri, sıfat tamlaması şeklindeki bu
ifadedir. Peygamberimizin bir gece Mescid-i Haram’dan yürütüldüğü [yürüyerek
gittiği] Mescid-i Aksa’nın neresi olduğunun doğru bilinmesi önem arz etmektedir.
Rivayetlere dayalı yorum yapanlar, konumuz olan ayette geçen Mescid-i
Aksa’nın bugün Kudüs’te bulunan mabet olduğunu ileri sürerek kitaplara bu şekilde
yazılmasını sağlamışlar ve bu yanlışı âdeta dayatmışlardır. Dolayısıyla bugün
Mescid-i Aksa denilince çoğunluğun aklına Kudüs’teki mescit gelmektedir. Bu
yanlış bilginin üstüne bir de bu konuda uydurulmuş çok sayıdaki rivayetin etkisi
eklenince, Müslümanlar arasında peygamberimizin Mekke’deki Mescid-i
Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya yürüyerek gittiği, hatta oradan da göklere
çıktığı yolunda bir inanç oluşmuştur.
Hâlbuki “Mescid-i Aksa” ismi sadece üç rivayette yer almakta, o rivayetlerde
de bu mescidin nerede olduğu hakkında herhangi bir ifade bulunmamaktadır. Diğer
taraftan, Kudüs’te bulunan tapınağın kastedildiği rivayetlerde ise, bu tapınak hep
Beytü’l-Makdis adıyla anılmaktadır.
Bu rivayetlere geçmeden önce, her Müslüman tarafından mutlaka iyice ve
doğru olarak bilinmesi gerektiğine inandığımız aşağıdaki hususları hatırlatmakta
yarar görüyoruz:
UYARI:
Hadis ıstilâhında “sahih” kavramı bir isnadın mutlak doğru ve sağlam
olduğunu değil, o isnadın Hadis ilmi otoritelerince belirlenmiş belli kural ve
9
kriterlere uygun olduğunu ifade etmektedir. Hadis İlmi’nin bu kural ve kriterlerine
göre; adalet ve zabıt sahibi kişilerin birbirlerinden naklederek getirdikleri, kesintisiz
senetle rivayet edilen, şazz olmak ve illetli bulunmak gibi vasıflardan uzak hadislere
“sahih” denir. Bu kurallar içerisindeki hadislerin sahih olduğu söylenebilirse de
kesinkes peygamberimize ait oldukları söylenemez. Ayrıca muhaddislerden
bazısının sahih gördüğünü bir başkası sahih görmeyebilir.
Hadis konusunda Müslüman bilginlerin geliştirdikleri yöntem o gün için ileri
bir metodolojik çalışmayı ifade etse de, ilgi alanı mahza “din” olan “sünnet” gibi bir
konuda Allah Resulü’nün sözlerini doğru tespit etme anlamında çok daha güvenli bir
metodolojinin belirlenmesine ihtiyaç vardır. Rivayet edilen hadis metinlerine bu
evsafta bir metodolojik yaklaşımla eğilinememesinin nedeni Hadis bilginlerinin
konuya olan duyarsızlıkları değil, araştırma teknikleri bakımından modern
çağlardaki araçsal imkanlara o gün sahip olunamamış olmasıdır. İslam
egemenliğinin ilk yüzyılında hızlı ve yaygın bir İslamlaşma trendi izlenmiş, pozitif
istikrarsızlığın [sosyal ve dinî hareketliliğin] hızla devam ettiği bu dönemde tüm
Müslümanların Kur’an değerlerini gereği gibi içselleştirdikleri varsayılarak
peygamberimizden rivayet edilen bir sözün mutlaka ona ait olması gerektiği
şeklindeki iyimser kanaate sımsıkı bağlı kalınmıştır. Bu iyimser kanaatle bir
Müslümanın kendi yalan ya da yanlış sözünü peygamberimize isnat edebileceğine
pek az ihtimal verilmiştir. Bu nedenle, ravi güvenilirliğini ön planda tutan Ehli
Hadis, rivayet ettiği hadislerin “metin tenkidi”ni yapmayı hiç düşünmemiştir.
Böylece hadislerin “akla, bilime, Kur’an’a, fıtrata, mütevatir sünnete ve ümmetin
icmaına” uygun olup olmadığı hiç dikkate alınmamıştır. Herkesin duyup bilmesi
lâzım gelen olayları yalnızca tek bir kişinin rivayet etmesi bile dikkatleri
çekmemiştir.
Ancak Hadis bilginlerinin bu dikkatsizliklerini, sıradan ve kolayca anlaşılabilir
yalan rivayetleri bile hakikat zannedecek kadar saf ve zekasız oldukları şeklinde
değerlendirmek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Düştükleri açmaz, insanların kendi
inanç ve bakış açılarını teyit etme yönündeki beşeri zaaflarını gözlemleyememeleri,
önlerine gelen rivayetleri kesin güvene değil, kesin kuşkuya öncelik vererek
değerlendirme gerekliliğini kavrayamamış olmalarıdır. Onlar sadece “sahih” tanımı
içindeki kriterleri göz önüne almışlar ve rivayetlerin nakil kurallarına uygun olup
olmadığına dikkat etmekle yetinmişlerdir.
Bazı mezhep mensupları ise Bakara suresinin 143’üncü, Âl-i Imran suresinin
110’uncu, Enfal suresinin 64’üncü, Tövbe suresinin 100’üncü, Fetih suresinin
18’inci, Haşr suresinin 8’inci ayetlerini kendi siyasî görüşleri doğrultusunda
çarpıtmışlar, ayrıca çok sayıda hadis uydurarak sahabe sıfatlı kişilerin hatasız,
kusursuz, yalansız, yanlışsız, art niyetsiz ve yüzde yüz güvenilir olduklarını kabul
etmişlerdir. Öyle ki, sahabe sayılanlardan bir bölümünün münafık olduğu hiç dikkate
alınmadan hepsine dokunulmazlık zırhı giydirilmiştir. Durum böyle olunca da, hiç
kimse önüne konulan rivayeti sorgulama cesaretini gösterememiştir. Dolayısıyla
yalan ve yanlışın üstüne gidilememiş, “Hazretin böyle deyişinde, böyle yapışında
mutlaka bir hikmet vardır” denilerek pek çok rivayet “sahih” kabul edilmiştir.
Hâlbuki sahabe de olsa, beşerin masumluğu söz konusu olamaz. Ayrıca İslâm
literatüründe “münafık” denilen kesimin peygamberimizin çevresinde bulunan,
bizim de sahabe dediğimiz kimselerden oldukları unutulmamalıdır. Bu tür
kimselerin her türlü hainliği, sinsi düşmanlığı yapabileceği göz ardı edilmemelidir.
Bu hatalı ön kabullerin sonucu olarak hem bazı kimselerin uydurdukları
yalanlarla arı duru İslâm dinini yozlaştırma çabalarına destek olunmuş, hem de o
kimselerin haksız olarak elde ettikleri saltanatları ve gayrimeşru icraatları
10
meşrulaştırılmıştır. Peygamberimiz döneminde iktidarları ellerinden alınıp sus pus
olanlar, hırs ve hınçlarını peygamberimizin vefatından yıllar sonra bu yolla
almışlardır.
Bu safsataları gören din büyüklerimiz ise “Bu, yalan veya yanlıştır” deyip
reddetmek yerine, onlara uygun kılıflar bulunabilmesi için yüzlerce yeni yalan ve
yanlışın ortalığa yayılmasına vesile olmuşlardır.
Bu uyarıdan sonra, konumuz olan ayetteki Mescid-i Aksa’nın neresi olduğu
hakkındaki araştırmamıza rivayetlerle devam edebiliriz.
RİVAYETLERDEKİ MESCİD-İ AKSA:
Yukarıda da belirtildiği gibi, “Mescid-i Aksa” ismi sadece üç rivayette
geçmektedir.
1. Rivayet:
“... Ebu Hüreyre’den tahdis etti ki, Peygamber şöyle buyurmuştur: “İbadet için şu üç
mescitten başkasına yolculuk edilmez: Mescidi Haram, Mescid-i Rasülillah ve Mescid-i Aksâ.”2
2. Rivayet:
“… Bize Şu’be, Abdulmelik b. Umeyr’den tahdis etti. O şöyle demiştir: Ben, Ziyâd’ın
himayesinde olan Kazaa’dan işittim, o şöyle dedi: Ben Ebu Said Hudri’den işittim; o, peygamberden
dört şey tahdis ediyordu ki, bu dört şey hem beni hayrete düşürdü, hem de sevindirdi. Peygamber
şöyle buyurmuştur: “Eşi veya bir mahremi kendisiyle beraber bulunmayan kadın, iki günlük
mesafeye sefer etmesin. Ramazan bayramının ilk günü ile kurban bayramının dört gününden ibaret
olan ramazan ve kurban bayramı günlerinde oruç tutmak yoktur. İki namazdan sonra da namaz
yoktur; biri sabah namazından sonra güneş doğup yükselinceye kadar, öbürü ikindi namazından
sonra güneş batıncaya kadar. Namaz kılmak için şu üç mescitten başka bir mescide sefer edilmez:
Mescidi Haram, Mescid-i Aksâ ve benim mescidim.”3
Ezrakî’nin tespitlerine göre bu rivayet, saray beslemelerinden Şihab ez-Zühri
tarafından o günkü iktidara yaranmak ve iktidara meşruiyet kazandırmak maksadıyla
peygamberimizin “Ancak üç mescit için sefere çıkılır. İbrahim’in mescidi [Kâbe],
şu benim mescidim ve Süleyman’ın mescidi” şeklindeki ifadesinin: “Ancak üç
mescit için ziyaret seferine çıkılabilir. Bunlar, Mescid-i Haram, şu benim mescidim
ve Mescid-i Aksa’dır” şekline sokulması suretiyle tahrif edilmiştir.4
Bu iki rivayet aslında aynı olmasına rağmen ravileri farklıdır; birinci rivayet
Ebu Hüreyre menşeli iken, ikincide ara ravi Ebu Said el-Hudri olmuştur. Bu
konudaki başkalarının farklı rivayetleri de Şihab tarafından tahrif edilmiştir. Biz ise,
orijinal olarak ileri sürülen rivayetin de uydurma olduğu kanaatindeyiz. Çünkü
Kur’an’da bir çok ayette [Âl-i Imran/137, En’am/6, 11, Yusuf/109, Nahl/36,
Hacc/46, Neml/69, Ankebut/20, Rum/9, 42, Fatır/44, Mümin/21, 82,
2
(Sahih-i Buharî, 21 kitab, 1. Bab, 1 numaralı hadis: 3.cilt/1130)
3
(Sahih-i Buharî 21. Kitab, 8 numaralı hadis)
4
(Geniş bilgi Ezrakî’de mevcuttur.)
11
Muhammed/10] seyrüsefer emredilmektedir ve bu ilâhî emirleri yasaklamak ya da
sınırlamak, peygamberimizin asla yapmayacağı bir eylemdir.
3. Rivayet;
İbrahim İbn Yezid et-Teymî anlatıyor: Babamdan mescidin avlusunun kenarında Kur’ân
öğreniyordum. Bu sırada secde âyeti okumuşsam babam hemen secdeye kapanıyordu. Kendisine:
“Babacığım yolda niye secde ediyorsun?” diye sordum. Dedi ki: “Ben Ebu Zerr (ra)’ın şöyle
dediğini işittim: Rasülüllah’a yeryüzünde inşa edilen ilk mescidin hangisi olduğunu sordum: Mescid-
i Haram olduğunu söyledi. Ben: Sonra hangisi? dedim, Mescidi Aksâ! diye cevap verdi. Ben: İkisi
arasında kaç yıl fark var? dedim. Kırk yıl! dedi ve ilave etti: Yeryüzü sana mescittir, öyleyse nerede
namaz vaktine ulaşırsan namazını kıl, çünkü fazilet ondadır.”5
Bu üçüncü rivayette dikkat edilmesi gereken nokta, Mescid-i Haram ile
Mescid-i Aksa’nın yapımları arasında 40 sene olduğu şeklindeki ifadedir. Ne var ki,
bu ifade tarihî gerçeklere uymamaktadır. Çünkü milâttan önce 2. bin yılın başlarında
yaşamış olan İbrahim peygamberin6
inşa ettiği Mescid-i Haram’ın inşa tarihi ile
milâttan önce 1000-962 yıllarında hüküm sürmüş olan Davud peygamber7
ve ondan
sonra tahta geçen Süleyman peygamber tarafından yapılmış olan mescidin inşası
arasında yaklaşık 1000-1200 sene olması gerekmektedir. Bu bilgiler ışığında,
rivayetlerdeki Mescid-i Aksa’nın Davud ve Süleyman peygamberler tarafından
Kudüs’te yapılan mescit olmadığı, üçüncü rivayette ortaya atılmış olan 40 senelik
sürenin de uydurma olduğu kesin olarak anlaşılmaktadır. Her ne kadar rivayetlerdeki
bu uydurma -hâşâ- peygamberimize mal edilmişse de, gerçekte uyduranların kim
veya kimler olduğu ortadadır.
Tarihî bir gerçektir ki, gerek Kuran’ın indiği dönemde ve gerekse daha sonraki
yıllarda Kudüs’teki mescit “Beytü’l-Makdis” olarak bilinir, öyle anılır ve öyle
yazılırdı. Nitekim peygamberimize ve sahabeye mal edilen sahih rivayetlerin
tümünde de Kudüs’teki mescit için “Beytü’l-Makdis” ifadesi kullanılmıştır:
1. Rivayet:
… Rasülüllah’ın azatlısı Meymune (ra) anlatıyor: “Ey Allah’ın Rasülü! Bize Beytü’l-Makdis
hakkında fetva ver!” demiştim. Şöyle buyurdular: “Orası mahşer ve menşer yeridir. [İnsanların
kıyamet gününde toplanacağı ve defterlerin yayılacağı yer.] Oraya gidin ve içinde namaz kılın.
Çünkü orada kılınacak tek namaz kendi dışındaki yerlerde kılacağınız bin namaz gibidir.”
Ben tekrar sordum: “Oraya gitmeye muktedir olamazsam ne yapmalıyım?” Şu cevabı verdi:
“Ona kandil yağı bağışlarsın, aydınlatılmasında kullanılır. Böyle yapan da oraya varan gibidir.”8
Not: Bu rivayetin birçok ta’n noktası vardır. Ancak biz bu rivayeti sadece
konumuz sadedinde yani Beytü’l-Makdis konusunda ele aldığımız için diğer
hususlara değinmiyoruz.
2. Rivayet;
5
Bu rivayet, Sahih-i Buharî’nin Kitabu’l-Enbiya bölümünde 40 ve 98 numara ile yine Ebu Zerr kaynaklı, ama
son ravileri farklı olarak yer almıştır. Oradaki metinlerde de “Mescid-Aksa” adı geçmektedir.
6
(Ana Britannica, c:16, s:234)
7
(Ana Britannica, c:9, s:340)
8
(Prof. İbrahim Canan’ın hazırladığı Kütübü Sitte kitabının 17. Cilt, 95.
sayfası)
12
… Abdullah b. Amr (ra) anlatıyor: Rasülüllah buyurdular ki: “Hz.Davut’un oğlu Süleyman,
Beytü’l-Makdis inşaatını tamamlayınca Allah’tan üç şey talep etti: Allah’ın hükmüne uygun düşecek
şekilde hüküm vermek, kendinden sonra kimseye nasip olmayacak bir saltanat, bu mescide sırf namaz
kılmak niyetiyle gelenlerin günahlarından temizlenerek annelerinden doğdukları gündeki gibi
olmaları.”
Sonra dedi ki: “İlk ikisi verilmiştir, üçüncünün de verildiğini ümit ediyorum.”9
Yukarıdaki rivayetlerde görüldüğü gibi, Kudüs’teki mescidin adı o dönemde
“Mescid-i Aksa” değil, “Beytü’l-Makdis”dir.
Kudüs’teki Beytü’l-Makdis’in İslâm tarihinde önemli bir yeri vardır. Ama, bu
önem Mi’raç olayından değildir.
Uydurma Tarih ve rivayet kitaplarında yer aldığına göre, güya peygamberimiz
“kendisine vahiy gelmemiş olan birçok konuda Ehlikitap’ı esas almış, yani
Ehlikitap’ı müşriklerden üstün tutmuş, hatta müşriklere muhalefet olsun diye
saçlarının şeklini bile Ehlikitap’ınkine benzetmiş, … Hakkında herhangi bir vahiy
bulunmayan kıble konusunda da peygamberimiz Medine’ye gelince Ehlikitap’a
uymuş ve onların kıblesi olan Beytü’l-Makdis’i kıble edinmiş, … Peygamberimizin
fayda umarak yaptığı bir içtihadı olan bu uygulama, rivayetlere göre 16-18 ay
kadar sürmüş, ne var ki, bu süre zarfında bu uygulamadan beklenen fayda
sağlanamamış ve peygamberimiz bu konuda Allah’tan vahiy beklemeye başlamış, …
nitekim çok geçmeden vahiy gelmiş ve Mescid-i Haram kıble olarak belirlenmiş,
miş, miş, miş.”
Müminlerin Mekke dönemindeki kıbleleri ile ilgili iki farklı rivayet vardır.
Kıble konusunun aslı, Bakara suresinin 142-145. ayetlerde yer almakta olup oradan
tetkik edilmesi daha uygundur.
BEYTÜ’L-MAKDİS’İN KIBLE OLMASI İLE İLGİLİ RİVAYETLER:
1. Rivayet:
el-Berâ anlatıyor: Rasülüllah ile birlikte Beytü’l-Makdis’e doğru on sekiz ay namaz kıldık.
Medineye girişinden iki ay sonra kıble istikameti Kâ’be’ye çevrildi. Rasülüllah Beytü’l-Makdis’e
müteveccihen namaz kılarken yüzünü çokça semaya çeviriyordu. Allah Teala hazretleri,
peygamberinin kalbinden geçeni, yani, Kâ’be’ye yönelme arzusunu bildi. Bir gün Cebrail
Aleyhisselam yükseldi. Rasülüllah, o, yerle gök arasında yükselirken onu gözüyle takip etmeye
başladı, onun nasıl bir vahiy getireceğini gözetliyordu. Derken Aziz ve Celil olan Allah “Biz senin
yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz ...” [Bakara suresi 144. âyet] âyetini indirdi. Biz,
Beytü’l-Makdis’e doğru farzın iki rekatını kılmış tam rükuda iken, bir adam gelip: “Kıble, Kâ’be’ye
doğru çevrilmiştir!” haberini getirdi. Derhal yönlerimizi çevirdik. Namazımızı yenilemeyip kıldığımız
kısmın devamını tamamladık. Rasülüllah: “Ey Cibril! Beytü’l-Makdis’e doğru kıldığımız namazların
hali ne olacak?” diye sordu. Bunun üzerine de Allah Teala Hazretleri: “Allah sizin imanınızı [daha
önce Beytü’l-Makdis’e doğru kıldığınız namazları] zayi etmeyecektir” âyetini [Bakara suresi/143]
inzal buyurdu.10
2. Rivayet;
… el-Berâ b. Âzib buyurdular ki: Rasülüllah Medine’ye gelince, önce Ensar’dan olan
ecdadının -veya dayılarının- yanına indi: O zaman namazlarını on altı veya on yedi ay boyunca
Beytü’l-Makdis’e doğru kıldı. Ancak kıblenin Kâ’be’ye doğru olmasını arzuluyordu. Kâ’be’ye doğru
9
(Prof. İbrahim Canan; Hadis Ansiklopedisi, Kütübü Sitte, c:17, s:96)
10
(Prof. İbrahim Canan; Hadis Ansiklopedisi, Kütübü Sitte, c:17, s: 26, 27)
13
kıldığı ilk namaz da ikindi namazı idi. Bu namazı Rasülüllah ile beraber ashaptan bir grup kimse
kılmıştı. Bu namazı kılanlardan biri, oradan ayrılınca bir mescide rastladı. Cemaati namaz kılıyordu
ve tam rükû halinde idiler. Adam onlara: “Şehâdet ederim ki Hz. Peygamber’le Kâ’be’ye doğru
namaz kıldık” dedi. Cemaat oldukları yerde Kâ’be’ye yöneldiler. Müslümanların Beytü’l-Makdis’e
doğru namaz kılmaları Yahudileri memnun ediyordu. Yüzler Kâ’be’ye doğru yönelince Yahudiler
bundan hiç memnun kalmadılar. Beyinsiz Yahudiler dedikoduya başladılar. Arkadan hemen şu âyet
nazil oldu: “İnsanlar içinden bazı beyinsizler … [Bakara suresi âyet 142- 145].”11
Bu hadis Buhari’de dört kez, Müslim’de bir kez, Tirmizi’de üç kez, Nesaî’de
dört kez yer almıştır.
3. Rivayet;
Müslim ve Ebu Dâvud’un Enes’ten rivâyet ettikleri bir diğer hadis şöyledir:
Onlar Beytü’l-Makdis’e doğru yönelmiş halde sabah namazının rükûunda iken, Benî
Seleme’den bir adam kendilerine uğradı ve “Kıble istikameti Kâ’be’ye çevrildi” dedi. Bu sözünü iki
kere tekrar etti. Cemaat rükûda iken Kâbe’ye yöneldiler.12
4. rivayet;
İbnü Abbas anlatıyor: Âyeti kerimenin emriyle Rasülüllah kıbleyi Kâ’be’ye yöneltince
Müslümanlar sordular: “Ey Allah’ın rasülü, Beytül Makdis’e yönelerek namaz kılmış ve şimdi ölmüş
olan kardeşlerimizin namazları ne olacak?” Bunun üzerine Cenabı Hakk şu âyeti indirdi: “ Senin
yöneldiğin istikameti, peygamberlere uyanları, cayanlardan ayırd etmek için kıble yaptık… [Bakara
suresi 143. âyet].”13
Bu rivayet Ebu Davut ve Tirmizî’de yer almıştır.
Görüldüğü gibi, Mü’minlerin ana stratejileri olan bağımsız, özgür bir
yurtlarının, devletlerinin olması anlamındaki Kıble, namazda Kâbe’ye yönelme
olarak çarpıtılmıştır. Ama yine de yakayı ele vermişlerdir. Kudüs’teki mescidin adı
bütün rivayetlerde Beytü’l-Makdis olarak geçmiş, birinde bile Mescid-i Aksa adı
anılmamıştır. Zaten konumuz olan 1. ayette geçen Mescid-i Aksa gerçekten de
Kudüs’teki mescit olsaydı, başta peygamberimiz olmak üzere tüm Müslümanlar
Kudüs’teki mescit için “Mescid-i Aksa” ifadesini kullanırlar, Beytü’l-Makdis adını
ağızlarına bile almazlardı.
BEYTÜ’L-MAKDİS’E MESCİD-İ AKSA ADINI KİM VERDİ?
Burada, muhtemel bir yanılgıyı önlemek için hemen belirtmek gerekir ki, “
‫لصقصا‬ Aksa” sözcüğü ile “ ‫س‬m‫د‬ّ‫س‬‫مدق‬ُ mukaddes” ve “ ‫س‬m‫د‬ِ‫س‬‫مدق‬َ makdis” sözcükleri arasında
anlam ve yapı yönünden herhangi bir bağ ve yakınlık yoktur.
Çoğunluk tarafından yanlış olarak Mescid-i Aksa diye bilinen Kudüs’teki
mescit, Davud ve Süleyman peygamberler tarafından yapılmış olan mescidin [Kudüs
Tapınağı] M.S. 70 yıllarında Romalılar tarafından yıkılmasından sonra yıkıntıların
11
(Prof. İbrahim Canan; Kütübü Sitte, c:2, s:154)
12
(Prof. İbrahim Canan; Hadis Ansiklopedisi,Kütübü Sitte, c:2, s:157)
13
(Prof. İbrahim Canan; Hadis Ansiklopedisi, Kütübü Sitte, c:2, s:157)
14
hemen yanına yapılmıştır. Yapılışından itibaren de adına uzun yıllarca Yahudiler
tarafından “İlya Mescidi”, Araplar tarafından ise “Mescid-i Mukaddes” veya
“Beytü’l-Makdis” denilmiştir:
Kudüs Tapınağı, … Birinci tapınak, Hz. Davut’un oğlu Hz. Süleyman’ın hükümdarlığı
sırasında inşa edilerek İÖ 957’de tamamlandı. … Babil kralı II. Nabukadnezar İÖ 586’da … yapıyı
tümüyle yıktırdı. … Babil fatihi II. Kyros [Büyük], İÖ 538’de … Yahudilerin Kudüs’e dönmelerine ve
tapınağı yeniden inşa etmelerine izin verdi. Çalışmalar İÖ 515’te tamamlandı. Özgün yapının
gösterişsiz bir benzeri olarak yapılan İkinci Tapınak’ın ayrıntılı plânı günümüze ulaşamadı. … İS
66’da Roma’ya karşı çıkan ayaklanma kısa sürede tapınak üzerinde odaklaştı ve İS 70’de …
Romalıların tapınağı yıkmasıyla sonuçlandı. İkinci Tapınak’tan geriye yalnızca batı duvarının bir
parçası, bugün Ağlama Duvarı diye anılan bölüm kaldı. …14
Görüldüğü gibi, Davud ve Süleyman peygamberler tarafından yapılan tapınak
70 yılında yerle bir olmuş ve bugüne de sadece bir duvarı kalmıştır. Ama bugün o
duvardan başka 6. ve 7. yüzyıllarda tapınağın yıkıntılarının bir bölümü üzerinde inşa
edilmiş iki yapı da ayaktadır. Bunlardan biri, 527-565 yılları arasında hüküm sürmüş
olan Bizans imparatoru I. İustinianos tarafından yaptırılan bir bazilikadır ki, bu yapı
638 yılında halife Ömer’in Kudüs’ü almasından sonra camiye çevrilmiştir.15
Diğer
bina ise 691 yılında Emevî halifesi Abdülmelik b. Mervan tarafından ve halife
Ömer’in camiye çevirttiği yapının hemen kuzeyinde yaptırılan Kubbetü’s-
Sahra’dır.16
Bazı kaynaklara göre Abdülmelik b. Mervan, kendisine karşı Mekke’de halife
ilân edilen Abdullah b. Zübeyr17
ile girdiği politik mücadelede bir taktik olarak
Halife Ömer tarafından camiye çevrilen yapının adını, Mekke’deki Mescid-i
Haram’a nazire olsun diye “Mescid-i Aksa” koymuştur. Abdülmelik b. Mervan’ın
koyduğu isim meşhurlaşınca, geriye, konumuz olan 1. ayette geçen Mescid-i
Aksa’nın bu mescit olduğunu kitaplara yazdırmak kalmıştır. Tahmin edileceği gibi,
bu da pek zor olmamıştır. Sonuç olarak o yıllardan bu yana ne yazık ki tüm
Müslümanlar bunu böyle kabul etmişler ve bunun aksini söylemek, açıklamak hatta
düşünmek bile imkânsız hâle gelmiştir.
Yanlış olarak Mescid-i Aksa diye bilinen Beytü’l-Makdis hakkındaki bu
tahlilimizden sonra, 1. ayetteki ifadelerle ilgili değerlendirmemize kaldığımız yerden
devam edelim.
Ayetin orijinalinde yer alan “ ‫حول‬havl” kelimesinin gerçek anlamı “bir yan,
bir kenar, kıyı” demek olup, çevre demek değildir. Önemine binaen, A’râf suresinin
tahlilinin sonundaki “Cehennem ile İlgili Meseleler” başlığı altında verilen “havl”
sözcüğü ile ilgili detayın yeniden okunmasını öneriyoruz.18
Ancak kısaca özetlemek gerekirse, “havl” sözcüğünün esas anlamı “bir şeyin
değişmesi, değişime uğrayıp başkasından ayırt edilmesi” demektir. Bir şeyin “havl”i,
üzerine dönebilecek, çevrilebilecek tarafıdır. Yani bir şeyin değiştiğini gösteren,
belli eden tarafı [dış yüzü, dış kenarı] o şeyin havlidir. “Hile” sözcüğü de “havl”
sözcüğünden gelmektedir.19
14
(Ana Britannica, c:19, s:420)
15
(Ana Britannica, c:22, s:304, 305)
16
(Ana Britannica, c:19, s:411)
17
(Ana Britannica, c:1, s:32)
18
(Tebyînü’l-Kur’an; c:3, s:148-149)
19
(Tacü’l-Arus; c:14 s:179–186, Lisanü’l-Arab; c:2 s:664–673, Müfredat;
s:137, 138)
15
“Havl” sözcüğü Kur’an’da 17 kez geçmektedir. Bunlardan ikisi [Bakara/233,
240] “sene” anlamında, 15 tanesi de [Meryem/68, Zümer/75, Âl-i Imran/159,
Tövbe/101, 120, Ahkaf/27, Bakara/17, İsra/1, Şuara/25, 34, Mümin/7, En’âm/92,
Ankebut/67, Neml/8, Şura/7] “bir şeyin dış kenarlarından birisi” anlamında
kullanılmıştır. “Havl” sözcüğü Türkçemize “havlu [avlu; yapının yanı başında
duvarla çevrili yer]” olarak geçmiştir.
Bir kenarını mübarek kıldığımız
“Havl” sözcüğünün yukarıdaki açıklamaları çerçevesinde, ayette geçen “bir
kenarını mübarek kıldığımız” ifadesinden, Mescid-i Aksa’nın coğrafî olarak
mübarek kılınmış yerin dışında, bir kenarında olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda
yapılması gereken, önce mübarek yerin neresi olduğunu bulmak, sonra da bu yerin
kenarının neresi olduğunu tespit etmektir.
Mübarek yerin neresi olduğu Kur’an’da bildirilmiştir:
96,97
Şüphesiz, insanlar için bereketli ve âlemlere yol gösterme olarak konulan ilk ev,
Mekke'dekidir. Onda apaçık alâmetler/göstergeler; İbrâhîm'in görev yaptığı yer [eğitilip, yetiştirilip
ortak koşmaya karşı ayaklandığı yer] vardır. Ve oraya kim girerse güvende olmuştur. Ve yoluna gücü
yeten herkesin Beyt'i/ilâhiyat eğitim merkezini kastetmesi, ilâhiyat eğitimi için oraya gitmesi Allah'ın
insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim de gerçeği örtbas ederse, bilsin ki, şüphesiz Allah bütün
âlemlerden zengindir.
(Âl-i Imran/96, 97)
Yani, mübarek yer Kâbe’dir, diğer adıyla Mescid-i Haram’dır. Mescid-i
Haram, “Haram bölgenin mescidi” demek olduğuna göre, merkezinde Kâbe’nin
bulunduğu haram/mübarek/bereketli bölgenin sınırları belirlenmelidir ki, bu
bölgenin kenarlarının nereleri olduğu da tespit edilebilsin.
Mekke ve Kâbe’yi konu alan tüm belgelerde haram/mübarek/bereketli
bölgenin sınırları şöyle belirlenmiştir:
- Kâbe’den Medine yolu istikametine dört mil,
- Kâbe’den Yemen yolu istikametine altı mil,
- Kâbe’den Taif yolu istikametine on bir mil,
- Kâbe’den Irak yolu istikametine yedi mil,
- Kâbe’den Ci’rane vadisi istikametine dokuz mil,
- Kâbe’den Cidde yolu istikametine on mil.
Bu durumda, konumuz ayette sözü edilen Mescid-i Aksa, yukarıda sınırları
belirlenmiş olan bölgenin hemen dışında, kenarında olmalıdır. Yani, adı Abdülmelik
b. Mervan tarafından bu ayetlerin inişinden en az 50 sene sonra Mescid-i Aksa
olarak konulmuş Kudüs’teki mescidin ayette sözü edilen Mescid-i Aksa olması
mümkün değildir.
TARİHÎ KAYNAKLARDAKİ MESCİD-İ AKSA:
“Mescid-i Aksa”, “en uzak mescit” demektir. Bu ifadenin kullanılabilmesi için
birden fazla mescit olması ve bu mescitlerden birinin merkeze diğerlerinden daha
uzak olması gerekir. Aksi hâlde bu ifade dilbilimi bakımından hatalı olur. Nitekim o
16
dönemin Mekke şehrinin tarih ve coğrafyasından bahseden eserlere bakıldığında,
karşımıza bu mantığı doğru çıkaran bilgiler çıkmaktadır.
İlk İslâm tarihçilerinden Vakıdî’nin “Kitabü’l-Meğazî” ve el-Ezrakî’nin
“Ahbâru’l-Mekke” adlı kitaplarında derlemiş oldukları bilgilere göre, Mekke’de
Mescid-i Haram’dan başka değişik yerlerde mescitler vardır. Hatta bazı evler bile
Mekkeliler tarafından mescit olarak kullanılmaktadır. Bu mescitlerden biri de
Mekke’ye dokuz mil mesafedeki Cirane Vadisi’nin yukarısında olmasından dolayı
“Mescid-i Aksa/ en uzak mescit” denilen mescittir. Bu mescidi Kureyş’ten birisi
yaptırmıştır. Bir keresinde peygamberimiz burada ihrama girerek Mescid-i Haram’a
gelmiş ve Kâbe’yi tavaf etmiştir. Mekke’nin fethinden sonra Müslümanlar bu eski
küçük mescitleri yenilememişlerdir. Buna rağmen bu mescitlerin yerlerinde
teberrüken namaz kılmışlardır.
VAKIDİ BELGE ORİJİNALİ
UYARI:
O günkü Mekkeliler, kendi inanışlarına göre İbrahim peygamberin dininin
mensupları idiler. Dinleri tahrifata uğramış olsa da, kendi anlayışlarına göre namaz,
hacc gibi dinî vecibeleri kendi mevcut inançları doğrultusunda yerine
getirmekteydiler. Peygamberimizin durumu da aynıydı. Bu husus daima göz önünde
tutulmalı, namazın, haccın, secdenin ve dolayısıyla da mescidin peygamberimizin
elçi oluşu ile ortaya çıktığı düşünülmemelidir. Diğer taraftan, mescit denilince
bugünkü mescitler akla gelmemelidir. Örneğin Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî
denilince onların bugünkü şekli akla gelip bugünkü yapıları anlaşılmamalıdır. O
mescitler bugünkü şaşaalı, debdebeli, şatafatlı, tantanalı hâllerine Emevi, Abbasi,
Selçuklu, Osmanlı ve Suudiler döneminde getirilmişlerdir. Mescit, secde edilen yer
demek olduğuna göre, bu mescitler de, eğitim- öğretim, toplantı yapmak için
belirlenmiş olan yerler, yani o çağa göre basit kerpiç yapılar veya ağaçtan yapılma
çardaklardır. Önemli olan yapılarının şekli değil, kullanım amaçlarıdır.
Yukarıda verdiğimiz bilgiler ışığında, artık ayetteki “bir kenarını mübarek
kıldığımız” ifadesi daha iyi değerlendirilerek Mescid-i Aksa’nın haram/ mübarek
bölgenin dışında, kenarında bir yerde olduğu anlaşılmış olmalıdır. Sonuç olarak
söylemek gerekirse; Mescid-i Aksa Kudüs’te değil, Mekke’deki haram/mübarek
yerin kenarındadır. Dolayısıyla, konumuz olan ayette geçen Mescid-i Aksa da,
rivayetlerde söz konusu edilen mescit de Kudüs’teki mescit değil, Mekke’nin
kenarındaki bu mescittir. Yani, hakikî Mescid-i Aksa Mekke’nin kenarındadır ve
Kur’an’dan yapılan bu tespit, ilk dönem tarih ve coğrafya bilimcisi Vakıdi’in
kitabındaki ile aynıdır.
Gerçek bu olmasına rağmen, yukarıda verdiğimiz rivayetlere tefsir, şerh ve
haşiye yazanlar, bu rivayetlerde oluşan tutarsızlıklara kılıf hazırlamak için çeşitli
teviller ileri sürmüşlerdir. Birçoğu gülünç olan bu tevilleri görmek için klasik
kitapların orijinallerine veya tercümelerine bakılabilir.
PEYGAMBERİMİZİN YÜRÜTÜLÜŞ NEDENİ:
Ayetlerimizden gösterelim diye ...
17
Ayette bildirildiğine göre; Allah’ın kulu [Muhammed (as)], kendisine bir takım
ayetler gösterilmek üzere, bir gece, Mescid-i Haram’dan, mübarek kılınmış yerin
kenarındaki Mescid-i Aksa’ya yürütülmüştür.
Rabbimiz hem bu gösteriyi hem de ayetlerini “nerede” ve “nasıl” gösterdiğini
Necm suresinde açıklamıştır. Konunun öneminden dolayı, Necm Suresi’nin ilgili
bölümünün yeniden okunmasının yararlı olacağı kanaatindeyiz.20
Kısaca özetlemek gerekirse, Necm suresinin ilgili ayetleri çarpıtılmış ve
Allah`a ait olan nitelikler maalesef Cebrail`e yakıştırılarak Kur`an`ı vahyedenin
Cebrail olduğu ileri sürülmüştür. Necm Suresi’nin ilgili ayetlerinde vahyi kimin
öğrettiği isimle değil, sıfatlarla açıklanmıştır. Bu sıfatlar Yüce Allah’ın sıfatlarıdır.
Halbuki rivayetçiler bu sıfatları Cebrail`e vermişler, 10. ayette peygamberimizin
Cebrail`e kul olması anlamı ortaya çıkınca da işin içinden çıkamayarak bin bir
safsata uydurmuşlardır. Kur`an`ı öğretenin Cebrail olduğunu söylemek, Kur`an`a
tamamen terstir.
Tekrar konumuza dönersek; “Kulunu [Muhammed (as)’ı] ... Mescid-i Aksa’ya
yürüten” ifadesinden, peygamberimizin yürümesinin ve mucizelerden en büyüğünü
görmesinin geceleyin gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Yürüyüşün bir gece vakti vuku
bulduğu, hem “leylen [geceleyin]” zarfıyla hem de “gece yolculuğu” anlamına gelen
“esra” fiili ile vurgulanmaktadır
Bu gecenin nasıl bir gece olduğu hakkında Kur’an’da şu bilgiler verilmiştir:
- Bu gece mübarek bir gecedir:
2-7
Apaçık/açıklayan Kitab'a yemin olsun ki şüphesiz Biz, Kendi katımızdan bir iş olarak, onu,
haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler ile dolu/ sağlam, her işin/
oluşun kendisinde ayırt edildiği, her şeyin bol bol verildiği, kazancın bol olduğu bir gecede indirdik.
Şüphesiz Biz uyarıcılarız. Şüphesiz Biz, Rabbinden, göklerin, yeryüzünün ve ikisi arasındakilerin
Rabbinden –eğer kesin inanan kimseler iseniz– bir rahmet olarak elçi gönderenleriz. Şüphesiz O, en
iyi duyanın, en iyi görenin ta kendisidir.
(Duhan/2-7)
- Bu gece Kadir gecesidir:
1
Şüphesiz Biz, değerli sayfalar içindeki Kur’ân'ı Kadr gecesinde indirdik.
(Kadr/1)
Bu ayetlerden anlaşıldığına göre, İsra suresinin 1’inci, Duhan suresinin 4’üncü
ve Kadir suresinin 1’inci ayetlerinde geçen “gece” aynı gecedir.
Bakara/185’te ise bu gecenin Ramazan ayında olduğu açıklanmıştır. Ancak
hangi yıldaki Ramazan ayının kaçıncı gecesi olduğu Kur’an’da bildirilmemiştir.
Rabbimizin bilgi vermediği birçok konuda olduğu gibi bu konuda da rivayetler
ortaya çıkmış, bunların en sağlam kabul edilenlerinin birinde “Hicretten bir sene
evvel olduğu”21
; diğerinde ise Enes ve Hüseyin’den naklen “Muhammed (as) henüz
peygamber olmazdan evvel”22
denmiştir. Pek tabiîdir ki, bu olay peygamberimizin
elçilik görevi almasından 1-2 saat önce gerçekleşmiştir. Çünkü ayette bildirildiğine
göre, peygamberimiz, Mescid-i Haram’dam Mescid-i Aksa’ya, kendisine bir takım
ayetler gösterilmek, yani peygamber yapılmak, vahyedilmek için yürütülmüştür.
Nitekim Necm suresinden öğrendiğimize göre, peygamberimiz, bu yürüyüşün
20
(Tebyînü’l-Kur’an; c:1, s:405-415)
21
(Mükatil)
22
(Zemahşerî; Keşşaf)
18
sonunda, Mescid-i Aksa’daki son sidre ağacının yanında ilk vahyi almış ve “Kul
Muhammed” olarak geldiği “Cennetü’l-Meva”dan “Elçi Muhammed (as)” olarak
ayrılmıştır.
Şüphesiz O, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir.
Bu ayette Allah’ın “ ‫سيميع‬ّ‫م‬ ‫ال‬semi’” ve “ ‫بصير‬basîr” sıfatlarıyla yer almasının
sebebi, bize göre, Allah’ın toplumun cehaletinden ileri gelen sıkıntılarını görmesi ve
mevcut düzenlerdeki zulümden kaynaklanan feryatları duymasıdır. Yüce Allah, bu
sıkıntıları ve feryatları görmezlikten, duymazlıktan gelmemiş, toplumu aydınlatacak,
insanları mutlu kılacak, onların Allah’ın rahmetine kavuşmalarını sağlayacak bir elçi
görevlendirmek için o kişiyi Mescid’i Haram’dan Mescid’i Aksa’ya yürütmüştür.
Yüce Allah’ın elçi göndermesindeki bu gerekçeler, Musa peygamberin elçi
yapılması ile ilgili olarak Kitab-ı Mukaddes’te de varittir:
7- RAB, "Halkımın Mısır'da çektiği sıkıntıyı çok iyi biliyorum" dedi, "Angaryacılar yüzünden
ettikleri feryadı duydum. Acılarını biliyorum.
8- Bu yüzden aşağıya indim. Onları Mısırlılar'ın elinden kurtaracağım, o ülkeden çıkarıp
geniş ve verimli topraklara, süt ve bal ülkesine, Kenanlılar'ın, Hititler'in, Amorlular'ın, Perizliler'in,
Hivliler'in, Yevuslular'ın topraklarına götüreceğim.
9- İsrailliler'in feryadı bana erişti. Mısırlılar'ın onlara yapmakta olduğu baskıyı görüyorum.
10- Gel, halkım İsrail'i Mısır'dan çıkarmak için seni Firavun'a göndereyim."
11- Musa, "Ben kimim ki Firavun'a gidip İsrailliler'i Mısır'dan çıkarayım?" diye karşılık verdi.
12- Tanrı, "Kuşkun olmasın, ben seninle olacağım" dedi, "Seni benim gönderdiğimin kanıtı şu
olacak: Halkı Mısır'dan çıkardığın zaman bu dağda bana tapacaksınız."23
2,3
Mûsâ'ya da Kitap verdik ve Benim astlarımdan vekil [tüm varlıkları
belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek
uygulayan bir kişi/ kurum] tanımayınız diye Kitab'ı, İsrâîloğulları –Nûh'la
beraber gemiye taşıyarak kurtardığımız kimselerin soyundan olanlar– için bir
kılavuz yaptık. Şüphesiz Nûh, şükredici; kendisine verilen nimetlerin karşılığını
çokça ödeyen bir kuldu.
Surenin 2. ayetinden başlayıp 9. ayetine kadar devam edecek olan bu bölümde,
peygamberimizin çağdaşı olan İsrailoğulları, geçmişte başlarına gelenler
hatırlatılarak uyarılmaktadır. Bu uyarı, hem uzak hem de yakın tarihî geçmişleri dile
getirilerek yapılmaktadır.
Konumuz olan 2, 3. ayetlerdeki uyarılarda; Allah’ın astlarından “vekil”
edinmesinler diye onlara kılavuz olarak kitap yollandığı bildirilmekte, ayrıca Nuh
peygamber gibi çok şükreden bir atanın soyundan olmaları sebebiyle, onların da
ataları Nuh gibi çok şükreden ve “vekil” olarak sadece Allah’ı tanıyan kullar
olmaları istenmektedir.
“Vekil” sözcüğü “Rabb” sözcüğüyle eş anlamlı olup “var eden, varlığı
sürdüren, gelişim ve evrimi programlayan, rızk veren ve koruyan” demektir.
Nuh peygamber, tarih öncesi çağda yaşadığı için aslında tüm insanların atası
durumundadır. Burada İsrailoğullarının atası olarak nitelenmesi, İsrailoğullarına
verilen özel mesaj sebebiyledir. Bu nitelemeyle sanki İsrailoğullarına: “Sizin
dedeniz olan Nuh çok şükreden bir kuldu. Kendisine verilen her nimeti Rabbinden
23
Çıkış, 3. Bab; 7-12:
19
bilir ve karşılığını Allah için öderdi. Siz, onun zürriyetisiniz. Öyleyse atanız gibi
yapın” denilmiştir.
4
Ve Biz İsrâîloğulları'na Kitap'ta/ yazgıda şunu gerçekleştirdik:
“Kesinlikle siz, yeryüzünde iki defa kargaşa çıkaracaksınız/ bozguna
uğrayacaksınız ve kesinlikle büyük bir yükselişle yükseleceksiniz.” 5
İşte o
ikisinden birincisinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı
gönderdik de onlar, evlerin aralarına girip araştırdılar. Ve o, yerine getirilmesi
gereken bir vaat idi. 6
Sonra sizi tekrar güçlü kulların üzerine galip kıldık ve
size mallarla ve oğullarla yardım ettik. Ve sizi işe yarayanlar açısından daha
çok şey sahibi yaptık.
–7
Eğer iyilik ettiyseniz, kendinize iyilik etmişsinizdir ve eğer kötülük
ettiyseniz o da onun kendisi içindir.– Artık diğer bozguna uğrama zamanı
gelince de size kötülük yapmaları, ilk kez girdikleri gibi yine mescide/Beytü'l-
Makdis'e girmeleri, ele geçirdikleri yerleri yıkıp bozmaları için üzerinize güçlü
kullarımızı tekrar göndereceğiz. 8
Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Ve
eğer siz döndüyseniz Biz de döndük. Ve Biz cehennemi, kâfirler; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için kuşatıcı bir zindan yaptık.
Bu ayetlerde kısaca geçmişte İsrailoğullarının güçlenip kibirlendikleri ve
zorbalığa yöneldikleri zaman Allah’ın onları değişmez sünneti gereği terbiye ettiği,
terbiye ederken de başlarına kendilerinden daha güçlü olan kullarını musallat ettiği
anlatılmaktadır.
Ayetlerdeki anlatımlara göre, birinci felâketten sonra İsrailoğulları tövbe
etmişler ve ülkelerini yeniden onararak eski güçlü durumlarına dönmüşlerdir. Bu
dönemde Allah onları “Eğer iyilik ettiyseniz, kendinize iyilik etmişsinizdir ve eğer
kötülük ettiyseniz o da onun [kendisi] içindir. Artık diğer fesadınızın zamanı gelince
de yüzlerinizi kötülemeleri [size kötülük yapmaları], ilk kez girdikleri gibi yine
mescide [Beytü’l-Makdis’e] girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için
(üzerinize güçlü kullarımızı tekrar göndereceğiz) diyerek uyarmıştır.
Bu uyarılar ismen İsrailoğullarına yapılmış görünse de, ilk muhatap Mekkeli
müşriklerdir. Ancak ayetlerin genel mesajı Arabıyla, Yahudisiyle, Hıristiyanıyla,
tüm zamanların insanlarınadır. Dolayısıyla bu ayetlerde Rabbimiz, İsrailoğullarını
örnek göstererek tüm insanlara rahmet kapılarını kullarının yüzüne kapatmayacağını,
durumunu düzeltip samimî olan herkesin rahmetinden yararlanabileceğini
bildirmekte, buna karşılık taşkınlık, zulüm ve inkâr etmeleri hâlinde, dünyadaki
azabın başlarına tekrar geleceğini, ahirette de cehennemin kâfirlere ait olacağını
ihtar etmektedir.
Kur’an’daki kıssaların genel bir özelliği olarak, bu ayetlerde yer alan kıssada
da tarihî olayları açıklama amacı güdülmemiş, sadece İsriloğullarının başına gelen
olayların sebebi ortaya konmuş ve bu sebep, farklı zaman ve mekânda yaşayan
bütün insanlara örnek ve ibret olsun diye toplumsal yasa şeklinde açıklanmıştır. Ama
örnek ve hatırlatma amaçlı olarak anlatılması da bu olayların dinleyenlerce meçhul
olmadığına delâlet etmektedir.
İsrailoğullarının tarihinde onlarca felâket söz konusu olduğu hâlde burada “iki
kez” ifadesinin kullanılması, bunların en şiddetli iki tanesine dikkat çekmek içindir.
Derveze, bu iki olayı, klâsik İslâm ve Yahudi kaynaklarında yer alan birçok felâket
arasından seçmiş ve İsrailoğullarının başına gelen başka olayları şöyle tespit
etmiştir:
20
İsrailoğullarının Cezalandırılışına Dair İki Önemli Olay:
1- M. Ö. 8. yüzyılın sonlarında Asur Kralı'nın Yahudilerle savaşarak Filistin bölgesinin
geneline hükmeden İsrail devletine son vermesi; onları yurtlarından sürmesi, yerlerine dışarıdan
getirdikleri grupların yerleşmesidir.
2- M. Ö. 6. asrın ilk çeyreğinde, Babil kralı Buhtunnasır’ın [Nabukadnazar], İsrailoğullan'yla
savaşarak "Yahuda" devletini ikinci kez yerle bir etmesi, başkentleri Orşilim'i [Beyt-i Makdis] yakıp
yıkması, tapınaklarını harabeye çevirmesi, halkın genelini Babil'e sürmesidir.
Aynı şekilde tarihin belgelediği bir başka olay daha vardır: İsrailoğulları bu iki önemli
darbeden başka bir diğer darbeyi de M. Ö. 3. asırdan 1. asra kadar Şam bölgesinde hüküm süren
Yunan devletinden, ardından M. Ö. 1. asrın ilk yarılarında aynı bölgeyi hükmü altına alan Roma
devletinden yediler. Filistin'e kadar Babil devletini yönetimi altına alan Pers kralı Kurus,
İsrailoğulları'na yeniden itibar kazandırdı. Bunun üzerine başkent ve mabetlerini yeniden imar
ettiler. Fakat yönetim Yunanlılar'ın eline geçince İsrailoğulları tekrar taşkınlıkta bulundular ve
zulme başladılar. Bunun üzerine Yunan devleti onlara tavır aldı ve onları yenilgiye uğrattı. Ardından
yeniden güçlendiler. Yönetim Roma devletine geçince isyan ettiler ve taşkınlıkta bulundular. Bunun
üzerine Roma onlara dersini verdi, onları yenilgiye uğrattı. Başkentlerini ve tapınaklarını yerle bir
etti. M. S. 1. asırda onlardan büyük bir topluluğu öldürdü. Geri kalan halkı darmadağın etti,
mabetleri harap oldu. Bu ayetler ininceye dek durum böyle devam etti.24
Yasaları çiğnedikleri takdirde İsrailoğullarının başına neler geleceği hakkında
Kitab-ı Mukaddes’te şunlar yazılıdır:
26 "Put yapmayacaksınız. Oyma put ya da taş sütun dikmeyeceksiniz. Tapmak için ülkenize
putları simgeleyen oyma taşlar koymayacaksınız. Çünkü Tanrınız RAB benim.
2 Şabat günlerimi kutlayacak, tapınağıma saygı göstereceksiniz. RAB benim.
3 "Kurallarıma göre yaşar, buyruklarımı dikkatle yerine getirirseniz,
4 yağmurları zamanında yağdıracağım. Toprak ürün, ağaçlar meyve verecek.
5 Bağ bozumuna kadar harman dövecek, ekim zamanına kadar bağlarınızdan üzüm
toplayacaksınız. Bol bol yiyecek, ülkenizde güvenlik içinde yaşayacaksınız.
6 "Ülkenize barış sağlayacağım. Korku içinde yatmayacaksınız. Tehlikeli hayvanları
ülkenizden kovacağım. Savaş yüzü görmeyeceksiniz.
7 Düşmanlarınızı kovalayacaksınız. Kılıç darbeleriyle önünüzde yere serilecekler.
8 Beşiniz yüz kişinin, yüzünüz on bin kişinin hakkından gelecek. Düşmanlarınız kılıç
darbeleriyle önünüzde yere serilecek.
9 Size iyilikle bakacağım. Sizi verimli kılıp çoğaltacağım. Sizinle yaptığım antlaşmaya hep
bağlı kalacağım.
10 Eski ürününüz yemekle tükenmeyecek. Yeni ürüne yer bulmak için eskisini boşaltmak
zorunda kalacaksınız.
11 Konutumu aranızda kuracak, size sırt çevirmeyeceğim.
12 Aranızda yaşayacak, Tanrınız olacağım. Siz de benim halkım olacaksınız.
13 Ben sizi Mısır'da köle olmaktan kurtaran Tanrınız RABB'im. Boyunduruğunuzu kırdım. Sizi
başı dik yaşattım.
Tanrı'dan Uzaklaşmanın Cezası
14 "Ama beni dinlemez, bütün bu buyrukları yerine getirmezseniz, cezalandırılacaksınız.
15 Kurallarımı çiğner, ilkelerimden nefret eder, buyruklarıma karşı çıkar, antlaşmamı
bozarsanız,
16 sizi şöyle cezalandıracağım: Üzerinize dehşet salacağım. Verem ve sıtma gözlerinizin ferini
söndürecek, canınızı kemirecek. Boşa tohum ekeceksiniz, çünkü ürünlerinizi düşmanlarınız yiyecek.
17 Size öfkeyle bakacağım. Düşmanlarınız sizi bozguna uğratacak. Sizden nefret edenler sizi
yönetecek. Kovalayan yokken bile kaçacaksınız.
24
(Derveze; Tefsirü’l-Hadis)
21
18 "Bütün bunlara karşın beni dinlemezseniz, günahlarınıza karşılık cezanızı yedi kat
artıracağım.
19 İnatçı gururunuzu kıracağım. Gök demir, yer bakır olacak.
20 Gücünüz tükenecek. Topraklarınız ürün, ağaçlarınız meyve vermeyecek.
21 "Eğer karşı çıkmaya devam eder, beni dinlemek istemezseniz, günahlarınıza karşılık
cezanızı yedi kat artıracağım.
22 Üzerinize yabanıl hayvanlar göndereceğim. Çocuklarınızı öldürecek, hayvanlarınızı yok
edecekler. Sayınız azalacak, yollarınız ıssız kalacak.
23 "Bununla da yola gelmez, bana karşı çıkmaya devam ederseniz,
24 ben de size karşı çıkacağım, günahlarınıza karşılık sizi yedi kez cezalandıracağım.
25 Bozduğunuz antlaşmamın öcünü almak için başınıza savaş getireceğim. Kentlerinize
çekildiğinizde aranıza öldürücü hastalık salacağım. Düşman eline düşeceksiniz.
26 Ekmeğinizi kestiğim zaman, on kadın ekmeğinizi bir fırında pişirecek. Ekmeğiniz azar azar,
tartıyla verilecek. Yiyecek ama doymayacaksınız.
27 "Bütün bunlardan sonra yine beni dinlemez, bana karşı çıkarsanız,
28 bu kez ben de öfkeyle size karşı çıkacağım ve günahlarınıza karşılık sizi yedi kat
cezalandıracağım.
29 Açlıktan çocuklarınızın etini yiyeceksiniz.
30 Tapınma yerlerinizi yıkacak, buhur sunaklarınızı yok edeceğim. Cesetlerinizi devrilen
putların üzerine serecek, sizden nefret edeceğim.
31 Kentlerinizi viraneye çevirecek, tapınaklarınızı yıkacağım. Beni hoşnut etmek için
sunduğunuz kokuları duymayacağım.
32 Ülkenizi viran edeceğim, oraya yerleşen düşmanlarınız bile şaşkına dönecek.
33 Sizi öbür ulusların arasına dağıtacak, kılıcımla peşinize düşeceğim. Ülkeniz viran olacak,
kentleriniz harabeye dönecek.
34 Siz düşmanlarınızın ülkesinde yaşarken, ülke ıssız kaldığı yıllar boyunca Şabatlar'ın
sevincini yaşayacak. Ancak o zaman dinlenip Şabatları'nın tadına varacak.
35 Üzerinde yaşadığınız Şabat yıllarında görmediği rahatı ıssız kaldığı yıllarda görecek.
36 "Düşman ülkelerinde sağ kalanlarınızın yüreğine öyle bir korku düşüreceğim ki, rüzgarın
sürüklediği yaprakların sesinden bile kaçacaklar. Savaştan kaçarcasına kaçacaklar. Peşlerinde
kovalayan olmadığı halde düşecekler.
37 Kovalayan yokken savaştan kaçarcasına birbirlerinin üzerine yıkılacaklar.
Düşmanlarınızın karşısında ayakta duramayacaksınız.
38 Öbür ulusların arasında yok olacaksınız. Düşman ülkeler sizi yutacak.
39 Artakalanlarınız gerek kendi, gerekse atalarının suçlarından ötürü düşman ülkelerde eriyip
gidecekler.
40 "Ama işledikleri suçları, atalarının suçlarını, bana karşı geldiklerini, ihanet ettiklerini
itiraf eder
41 [bu yüzden onlara karşı çıkıp kendilerini düşman ülkelerine sürmüştüm], inadı bırakıp
alçakgönüllü olur, suçlarının bedelini öderlerse,
42 ben de Yakup'la, İshak'la, İbrahim'le yaptığım antlaşmayı ve onlara söz verdiğim ülkeyi
anımsayacağım.
43 Ülke önce ıssız bırakılacak ve ıssız kaldığı sürece Şabatlar'ın tadına varacak. Onlar da
işledikleri suçların bedelini ödeyecekler; çünkü ilkelerimi reddettiler, kurallarımdan nefret ettiler.
44 Bütün bunlara karşın, düşman ülkelerindeyken yine de onları reddetmeyecek, onlardan
nefret etmeyeceğim. Böylece hepsini yok etmeyecek, kendileriyle yaptığım antlaşmayı bozmayacağım.
Çünkü ben onların Tanrısı RABB'im.
45 Tanrıları olmak için öbür ulusların önünde Mısır'dan çıkardığım atalarıyla yaptığım
antlaşmayı onlar için anımsayacağım. RAB benim."
46 RABB'in Sina Dağı'nda Musa aracılığıyla kendisiyle İsrail halkı arasına koyduğu kurallar,
ilkeler, yasalar bunlardır25
.
Kitab-ı Mukaddes’in yukarıda verdiğimiz bölümünde yapılan uyarılar, başka
bölümlerinde de defalarca tekrar edilmiştir:
Mezmurlar: 106, 34-38, 40, 41
25
Levililer; 26. Bab:
22
İşaya Bab 1: 4-5; 21-24: Bab 2: 6, 8 Bab 3: 16-17; 25-26; Bab 8-7; Bab 30: 9-
10, 12-14
Yeremya, Bab: 2: 5-7, 20, 26-28; Bab 3: 6-9; Bab 5: 1, 7-9, 15-17; Bab 7: 33,
34; Bab 15: 2, 3.
Hezekiel; Bab 22: 3, 6-12, 14-16
Matta; Bab 23: 37, 38; Bab 24: 2
Luka; Bab 23: 28-30
9,10
Şüphesiz ki bu Kur’ân, insanları en doğru ve en sağlam şeye; rüşde
kılavuzlar ve düzeltmeye yönelik işler yapan mü’minlere kendileri için
kesinlikle ve kesinlikle büyük bir ecir olduğunu ve âhirete inanmayan kişiler
için Bizim can yakıcı bir azap hazırladığımızı müjdeler.
2. ayette İsrailoğullarına kılavuz olarak Kitap verdiğini söyleyen Rabbimiz,
burada da Müslümanlara Kur’an’ı verdiğini bildirmekte, Musa’ya verilen kitabın
insanları tevhide yönelttiği gibi Kur’an’ın da en doğru, en sağlam şeye
kılavuzladığını, iman edip salihatı işleyenleri büyük bir ödülle, ahirete
inanmayanları ise can yakıcı bir azapla müjdelediğini açıklamaktadır.
Dikkat edilirse burada teşvik ve korkutma bir arada yapılmış, “müjde” ile
başlayan cümle “tehdit” ile bitirilmek suretiyle çok farklı bir üslup kullanılmıştır.
Arap edebiyatının önemli yöntemlerinden biri olan bu üslup, Kur’an’da sık sık
görülmektedir.
9. ayette Kur’an için kullanılan “en sağlam şeye kılavuzlar” ifadesindeki “en
sağlam şey”in ne anlama geldiğini bulmak için Cinn suresinin 3. ayetini hatırlamak
gerekmektedir. Çünkü orada Kur’an için “rüşde kılavuzlar” ifadesi kullanılmıştır.
Böylece bu ayette “en sağlam şey” ile kastedilenin “rüşd” olduğu ortaya
çıkmaktadır.
RÜŞD
“Rüşd” sözcüğü “doğru ve eğriyi ayırt etme bilinci, zihinsel olgunluk, doğru
yolu bulup ona girmek, iyi ve doğru olan şeyleri yapabilme olgunluğuna ulaşmak”
demektir.26
Sözcük, Kur’an’da farklı türevleriyle 19 kez yer almaktadır [Bakara/186,
256, A’râf/146, Nisa/6, Kehf/10, 17, 24, 66, Enbiya/51, Cinn/3, 10, 14, 21,
Mümin/29, 38, Hucurat/7, Hud/78, 87, 97].
“Reşit olma”, “rüşdüne erme”, “irşat etme”, “mürşit” gibi türevleri Türkçede
de kullanılan “rüşd” sözcüğünün Kur’an ayetlerindeki manasını kısaca “İslâm’ın
öngördüğü olgunluğa ulaşmak ve yaşamak” diye tarif etmek mümkündür.
Buna göre “rüşde kılavuzluk eden Kur’an” ifadesi, “Kur’an’ın insanları akıl
kullandırtarak bilinçlendirdiği, olgunluğa ulaştırdığı, -başka bir ifade ile- kimseyi
büyülemediği, kimsenin beynini yıkamadığı” anlamına gelmektedir.
Bu ayetlerde Kur’an’ın çok önemli özelliklerinden biri ortaya konularak
Kur’an’ın rüşde, en sağlama iletme işini, müjde ve uyarma yöntemlerinin ikisiyle
birden yaptığını göstermektedir. Kur’an’da nerede bir uyarı yapılmışsa, hemen
arkasından cennet ve cehennem sahneleri verilmektedir.
SALİHATI İŞLEMEK:
26
(Lisanü’l-Arab, c.4, s. 148, 149 “rşd” mad.)
23
“‫صحلحات‬ّ‫م‬ ‫ال‬ ‫عيمحلوا‬ Salihatı işleyenler” olarak çevirdiğimiz kalıp, Kur`an`da toplam
62 ayette yer almıştır. Bu kalıbın pek çok meal ve tefsirde olduğu gibi “amel-i salih
işleyenler” şeklinde çevrilmesi yanlıştır.
“‫اصل ح‬ Islah” sözcüğünden türemiş olan “salihat” düzeltmek demektir. “Salihat
işlemek” ise bozuk olan şeyi düzeltmek, düzelticilik yapmak, düzeltmeye yönelik
işler yapmak anlamlarına gelir.
Kur`an, bozuklukları düzeltme faaliyetinde bulunanları tek kelime ile ifade
etmiş ve bu kimseleri “muslih” olarak isimlendirmiştir [Bakara; 11, 220 , A`râf; 56,
85, 170 , Hud; 117 ve Kasas; 19].
Diğer taraftan Kur`an; bu ayette geçen “hakkı ve sabrı tavsiyeleşme”,
Bakara/277’de geçen “namaz kılma ve zekât verme”, Hud/23’te geçen “edep ve
gönülden Allah`a boyun eğme” kavramlarını aynı ayet içinde ayrı ayrı zikretmek
suretiyle “salihat”tan ayırmıştır. Yani “hakkı ve sabrı tavsiyeleşme”, “namaz kılma
ve zekât verme”, “edep ve gönülden Allah`a boyun eğme” gibi hasenat, Kur`an`a
göre “salihat”tan sayılmamaktadır.
Kur`an`daki bu hususlar dikkate alınarak “salihat” konusunda şunları söylemek
mümkündür: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, salihatı işlemek değildir.
Ama öğüt verme yolu ile namaz kılmayanı namaz kılar hale getirmek, zekât
vermeyeni zekât verir hale getirmek, oruç tutmayanı da oruç tutar hale getirmek,
salihatı işlemektir. Kavramın toplumsal boyutunun ise şu şekilde tanımlanması
mümkündür: Bulunduğumuz zaman ve zeminde adlî, idarî, siyasî, iktisadî ve diğer
alanlarda her türlü bozukluğun düzeltilmesi için gösterilecek çaba, yapılacak
uygulama, salihatı işlemektir.
Bu konuda, “dışa yansımayan işler” demek olan hasenat ile salihat arasındaki
fark iyi anlaşılmalıdır. Rabbimiz bu iki konu arasındaki farkı her bir haseneye on
karşılık verirken [En`âm/60], salihat karşılığında cenneti vaat etmek suretiyle çok
açık bir şekilde belirlemiştir [Bakara/25, 82, Nisa/57, 122, 124; Hud/23, İbrahim/23,
Kehf/107 ve daha birçok ayet].
11
Ve insan, hayrı davet eder gibi kötülüğü davet eder. Ve insan çok
acelecidir.
Bu ayette, insanların sanki hayra davet ediyormuşçasına şerre davet etmeleri
gündeme getirilmiş ve insanoğlu her şeyin hemen oluvermesini isteme yönündeki bu
fıtri eğilimi denetleme konusundaki dikkatsizliği sebebiyle eleştirilmiştir. Bu ayet
aynı zamanda “kılavuz”un önemine işaret etmektedir. Çünkü kendisi için neyin iyi
neyin kötü olduğunu bilmeyen insan, Allah tarafından verilen kılavuz sayesinde
iyiyle kötüyü birbirinden ayırıp kendisine zarar veren davranışlardan sakınabilir.
İnsanın hayrı çağırır gibi şerri çağırması, Kur’an’ın diğer ayetlerinden
yararlanılarak iki şekilde anlaşılabilir:
a- İnsan, yaptığı bir davranışın ne sonuç vereceğini kesin olarak bilmediği için,
bazen kendisine zarar verecek olan bir şeyi yararlıymış gibi isteyebilir:
216
Ve savaş sizin için hoş olmayan bir şey olmasına rağmen, size zorunlu görev olarak verildi.
Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için kötü,
zararlı olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz.
(Bakara/216)
24
19
Ey iman etmiş kişiler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız/ mallarından istifade etmek amacıyla
onların sizden ayrılmasını engellemeniz size helal olmaz. Ve onlara verdiğinizin bir kısmını götürmeniz
için, açık bir fahişe [çirkin bir hayâsızlık/zina] getirmedikleri sürece onları sıkıştırmayınız. Ve onlarla
örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul edilen yollarla ilişkide bulununuz. Ve eğer kendilerinden
hoşlanmadınızsa, siz bir şeyden hoşlanmasanız da Allah, sizin hoşlanmadığınız şeyde birçok hayır
oluşturacak olabilir.
(Nisa/19)
Bu duruma verilebilecek bir diğer örnek de şudur: İnsanların pek çoğu,
başlarına gelen sıkıntı verici herhangi bir olay üzerine “Ölsem de kurtulsam” der.
Böyle söylemekteki amacı, kendisine sıkıntı veren o olayın etkisinden kurtulmaktır.
Halbuki küçük sıkıntı ve eziyetlerden kurtulmak için ölümü isterken, o güne kadar
yaptıkları yüzünden ahirette sürekli azabı hak edip etmediğinin hesabını yapmayı
aklına bile getirmemiştir. Kendini Allah’a affettirmek için tövbe edip O’nun istediği
gibi bir insan olmaya çabalayacağı yerde, sadece o andaki azaptan kurtulmayı
düşünerek kısa yoldan ölümü istemektedir. Oysa bu düşüncesiz ve aceleci tavrıyla
azabın en korkunç ve sürekli olanını tercih etmiş olmaktadır.
b- İnsan, eski kavimlerin yaptığı gibi, inanmadığı için azabı isteyebilir:
32
Bir vakit de onlar, “Ey Allah'ım! Eğer bu, Senin katından gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi
ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi.
(Enfal/32)
48
Bir de duyarsız toplum: “Eğer doğrulardan iseniz bu söz verilen tehdit ne zaman?” diyorlar.
(Ya Sin/48)
53
Ve senden azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer belirlenmiş/ adı konmuş bir süre sonu olmasaydı,
azap onlara elbette gelmişti. Ve o azap, hiç farkında olmadıkları bir sırada kendilerine ansızın elbette
gelecektir.
54,55
Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Şüphesiz cehennem de kesinlikle, kendilerini üstlerinden
ve ayaklarının altından bürüdüğü günde kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddedenleri kuşatıcıdır. Ve O, “Yapmış olduklarınızı tadın!” der.
(Ankebut/53, 54)
Ve Ahkaf/24, 25, Nahl/46, Ra’d/6.
12
Ve Biz, geceyi ve gündüzü iki alâmet/gösterge yaptık. Sonra Rabbinizden
bir armağanlar aramanız, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için gecenin
alâmetini/göstergesini silip, bir gördürücü aydınlık olarak gündüzün
alâmetini/göstergesini getirdik. Ve Biz, her şeyi ayrıntılı olarak açıkladık da
açıkladık.
Bu ayette, gece ve gündüzün düşünenler, akıllarını kullananlar için Allah’ı
tanımaya kanıt ve bir ibret olduğu açıklanmaktadır. Bu açıklama değişik ifadelerle
başka ayetlerde de yapılmıştır:
10
Ve Biz, geceyi bir elbise yaptık.
11
Ve Biz, gündüzü bir geçim zamanı yaptık.
(Nebe’/10, 11)
25
67
Allah, içinde dinlenesiniz diye sizin için geceyi, göresiniz diye de gündüzü var edendir.
Şüphesiz bunda kulak verecek bir toplum için alâmetler/göstergeler vardır.
(Yunus/67)
164
Şüphesiz ki göklerin ve yerin oluşturuluşunda, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde,
insanlara yarayan şeylerle denizde akıp giden gemide,
Allah'ın semadan bir su indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde,
yeryüzünde her deprenen canlılardan yaymasında,
rüzgârları evirip çevirmesinde,
gök ile yeryüzü arasında emre hazır olan bulutta, şüphesiz akıllarını çalıştıran bir toplum için
elbette alâmetler/göstergeler vardır.
(Bakara/164)
Ve Kasas/71-73, Furkan/61, 62, Mü’minun/80, Zümer/5, Ya Sîn/37, 38.
VAKTİN ÖNEMİ
Saat, gün, ay ve yıl ile ifade edilen “vakit”, toplumsal hayatta olduğu kadar
dinî hayatta da büyük öneme sahip bir kavramdır. Çünkü dinî hayatta salat, zekat,
oruç, hacc gibi ibadetler mevkutedir, yani belli bir zamana göre düzenlenmiştir. İşte,
Allah’ın bir ayeti olduğu bildirilen gece ile gündüz, diğer birçok hayatî konuda
olduğu gibi “vakit” konusunda da temel bir öge niteliğindedir. Öyle ki, zamanın
ölçülmesi ancak gece ile gündüzün varlığı ile mümkün olur.
5
O, güneşi bir aydınlık, ay'ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, aya
menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile oluşturmuştur. O, bilecek olan bir toplum için
âyetleri ayrıntılı olarak açıklar.
6
Şüphesiz gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde ve Allah'ın göklerde ve yerde
oluşturduğu şeylerde, Allah'ın koruması altına giren bir toplum için nice alâmetler/göstergeler vardır.
(Yunus/5, 6)
189
Sana hilallerden soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hac/programlı ilâhiyat eğitim
dönemleri için zaman ölçüleridir.” Evlerinize arka taraflarından girmeniz/dinde Allah'ın
ilkelerinden başka ilkeler benimsemeniz, “iyi adamlık” değildir. Ama “iyi adamlık”, Allah'ın
koruması altına girmektir. Öyleyse, evlerinize kapılarından girin; dini, din sahibi Allah'ın çizdiği
çerçevede yaşayın. Ve başarıya erenlerden, kurtulanlardan olmanız için Allah'ın koruması altına
girin.
(Bakara/189)
96
Tan yerini yarıp çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ay'ı hesap ile yapmıştır. Bu,
en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, çok iyi bilenin
belirlemesidir, ayarlamasıdır.
(En'âm/96)
Ayette geçen “gecenin ayetini silip, bir gördürücü olarak, gündüzün ayetini
kıldık [getirdik]” ifadesi, bir zamanlar Ay’ın da Güneş gibi ısı ve ışık veren bir
durumda olduğunu, daha sonra da bu özelliğini kaybedip sadece yansıtan niteliğe
büründüğünü düşündürmektedir. Bilindiği gibi, Ay’ın oluşumu ve evrimi hakkında
ortaya atılan üç varsayım da [Yer’in bölünmesi, Yer çevresinde yoğunlaşma, Yer
yörüngesine yakalanma gibi teoriler] bugüne kadar ispatlanamamış, onlar ışığında
Ay’ın ve Yer’in mevcut durumlarına yeterli açıklamalar getirilememiştir. Belki
ilerideki zamanlarda Ay’ın oluşumu kesin kanıtlarla izah edilebilir hâle gelecek ve
ayetteki ifadenin nasıl anlaşılması lâzım geldiği ortaya çıkacaktır. Bu takdirde bir
26
gerçeğin daha asırlar önceden Kur’an’da açıklanmış olduğu görülecek ve Kur’an’ın
bir mucizesi daha gözler önüne serilmiş olacaktır.
Ayetin son cümlesi olan “Ve Biz her şeyi detaylandırdıkça detaylandırdık”
ifadesi, “Dininiz ve dünyanız için ihtiyaç duyduğunuz her şeyi detaylıca izah ettik,
ortaya koyduk” anlamında olup bu husus Kur’an’da farklı ifadelerle başka ayetlerde
de dile getirilmiştir:
38
Ve yeryüzünde hiçbir irili-ufaklı kıpırdayan canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki,
sizin gibi önderli topluluklar olmasın. Biz Kitapta hiçbir şeyi noksan/yetersiz bırakmadık. Sonra onlar
Rablerine toplanacaklardır.
(En’âm/38)
89
Ve Biz o gün, her ümmet içinde, kendilerinden kendi aleyhlerine bir şâhit göndereceğiz. Seni
de onların üzerine şâhit getireceğiz. Biz bu kitabı da, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara bir kılavuz,
bir rahmet ve bir müjde olarak sana indirdik.
(Nahl/89)
164
Şüphesiz ki göklerin ve yerin oluşturuluşunda, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde,
insanlara yarayan şeylerle denizde akıp giden gemide,
Allah'ın semadan bir su indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde,
yeryüzünde her deprenen canlılardan yaymasında,
rüzgârları evirip çevirmesinde,
gök ile yeryüzü arasında emre hazır olan bulutta, şüphesiz akıllarını çalıştıran bir toplum için
elbette alâmetler/göstergeler vardır.
(Bakara/164)
Ayetin son bölümündeki ifadeler ile “gece” ve “gündüz”ün mecaz anlamları ön
plâna çıkmaktadır. Buna göre, “gece” cehaleti ve küfrü, “gündüz” de imanı ve
bilgiyi ifade etmektedir.
13,14
Ve her insanın kendi yaptıklarının karşılıklarını, ayrılmayacak şekilde
boynuna doladık. Ve Biz, kıyâmet günü açılmış bulacağı kitabı onun için
çıkarırız: “Oku kendi kitabını! Bugün kendi zatın, kendine karşı hesap sorucu
olarak sana o yeter!”
15
Kim, kılavuzlanan doğru yolu bulursa, sırf kendi iyiliği için kılavuzlanan
doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve
hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz, bir peygamber
göndermedikçe, azap ediciler olmadık.
Bu ayetlerde birçok uyarıcı noktaya değinilmiştir. Anlaşılması gereken ilk
nokta, “ ‫طائر‬tair” sözcüğü ile neyin kast edildiğidir. Daha önce de açıklandığı gibi,
“tair” kuş demektir. “Kuş”, iğretiliği ifade eder. Nitekim Türkçede “kuş misali”
deyimi ile konu edilen şeyin kısa zaman sonra ayrılıp gideceği kastedilir.
Ayetteki “boynuna” ifadesi ise gereklilikten kinayedir. Meselâ, “Bu işi senin
boynuna borç kıldım, bu işi bırakamazsın, bu iş için mutlaka sen gereklisin”
anlamındaki bir cümleyi, “Bu işi senin boynuna doladım” şeklinde ifade etmek
mümkündür.
Ayette geçen “kuşun boyuna dolanması” deyimi, bu durumda, insanın bir anda
yapıp geçiverdiği amellerinin bile kendisinden ayrılmayacağı, bu amellerin her
zaman insanla birlikte olduğu ve ahirette de birlikte olacağı anlamına gelmektedir.
Diğer taraftan, Arapların “tair” ve “tatayyur” sözcüklerini uğur-uğursuzluk
anlamında kullanmalarından hareket ederek “Ve her insanın kendi kuşunu
ayrılmayacak şekilde boynuna doladık” ifadesini şu şekilde anlamak da
27
mümkündür: “Biz herkesin kaderini [ölçüsünü, bulacağı karşılığı iyilik ya da
kötülük yaptıran etmenleri] kendi boynuna doladık, yapacağı iyi davranışlarla iyi
sonuçlara, kötü davranışlarla da kötü sonuçlara ulaşır, yani iyi veya kötü işler
sebep ve sonuçlarıyla kişinin kendisindedir.” Çünkü Araplar, yapmak istedikleri
herhangi bir işin kendilerini hayra mı şerre mi götüreceğini anlamak için kuşların
hâllerine bakarlar; ürkütüldüklerinde veya kendi kendilerine uçtuklarında kuşların
sağa, sola veya yukarı doğru uçmalarından manalar çıkarırlar, buna göre de
yapacakları işin kendileri için mutluluk veya mutsuzluk doğuracağına karar
verirlerdi.
Sonuç olarak şöyle söylenebilir: Ayette geçen “tair”, insandan sadır olan her
türlü davranışlardır. Bunlar kuş gibi uçup gitmezler, kolye gibi herkesin boynuna
asılı durumdadırlar:
Zilzal 7,8
Artık her kim, zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı bir şer
işlerse onu görecektir.
(Zilzal/ 7-8)
17,18
Onun sağından ve solundan (her yanından) yerleşik iki tesbitçi onun her işini tesbit edip
dururken, insan hiçbir söz söylemez ki yanında hazır gözetleyen bulunmasın.
(Kaf/17, 18)
9-12
Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Aslında siz, şüphesiz üzerinizde, yaptığınız
şeyleri ezberleyen, saygın yazıcılar olmasına rağmen, Din'i yalanlıyorsunuz.
13
Şüphesiz ki “ebrar/iyi adamlar”, elbette bol nimet, mutluluk cennetinin içindedirler.
14-16
Din-iman tanımayıp kötülüğe batmış olanlar da kesinlikle cehennemdedirler. Din Günü
ondan kaybolmamak üzere oraya yaslanacaklardır.
(İnfitar/9-16)
13-16
O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu, yalanlayıp durduğunuz
ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister
sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!–
(Tur/13-16)
123
Bu iş, sizin kuruntularınızla ve Kitap Ehlinin kuruntularıyla değildir. Kim kötülük yaparsa
onunla cezalandırılır. Ve o kendisi için Allah'ın astlarından bir yol gösterici, koruyucu yakın ve iyi bir
yardımcı bulamaz.
(Nisa/123)
15. ayetteki “Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez” ifadesi, 14.
ayette tahlilini yapmaya çalıştığımız “Her insanın kendi kuşunu ayrılmayacak
şekilde boynuna doladık” ifadesinin bir açılımı, farklı bir şekilde anlatımıdır. Her iki
ifade de, hiç kimsenin başkasının işlediği suçtan sorumlu tutulmayacağını, hiç bir
suçlunun işlediği suçları bir başkasına yükleyemeyeceğini; buna karşılık, güzel ve
iyi amelin mükâfatının onu yapana ait olduğunu, bu mükâfattan da bir başkasının
yararlanamayacağını anlatmaktadır. Bu ilke Kur’an’da değişik ifadelerle birçok
ayette belirtilmiştir:
“38
Gerçek şu ki, hiçbir günahkâr bir başka günahkârın günahını çekmez. 39
Gerçek şu ki, insan
için çalışıp didindiğinden başka şey yoktur. 40
Ve onun çalışıp didinmesi yakında görülecektir. 41
Sonra
karşılığı kendisine hiç eksiksiz verilecektir.
(Necm/38-41)
164,165
De ki: “Allah her şeyin Rabbi iken, ben Allah'tan başka Rabb mi arayayım?” Her kişinin
kazandığı yalnız kendisine aittir. Yükünü taşıyan kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Sonra sadece
Rabbinizedir dönüşünüz. Böylece Allah, ayrılığa düştüğünüz şeyi size haber verecektir. Ve O, sizi
yeryüzünde gidenlerin yerine getirilenler yapan, verdikleriyle sizi sınamak için, kiminizi kiminizin
28
üzerine derecelerle yükseltendir. Şüphesiz Rabbin, kovuşturması çabuk olandır ve şüphesiz O, çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.
(Enam/164, 165)
18
Ve günâhkar bir kimse, başkasının günahını çekmez. Eğer çok günahı olan/çok zengin olan
bir kimse, günahını çektirmek için birini çağırsa da ondan hiçbir günah alınıp başkasına
çektirtilmeyecek. –Bir akrabası olsa bile– Şüphesiz sen ancak Rablerine karşı ıssız yerlerde
saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve salâtı ikame edenleri [mâlî yönden ve destek olma;
toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan-ayakta tutanları] uyarırsın. Her kim arınırsa ancak
kendisi için arınır. Dönüş de yalnızca Allah'adır.
(Fatır/18)
7
Eğer küfredecek; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedecek/ iyilikbilmezlik edecek
olursanız, biliniz ki, şüphesiz Allah size hiçbir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için, küfre;
Kendisinin ilâhlığının ve rabliğinin bilerek reddedilmesine/ nankörlüğe rıza göstermez. Ve eğer
kendinize verilen nimetlerin karşılığını öderseniz, sizin için ona razı olur. Hiç bir taşıyıcı, bir
başkasının yükünü çekmez. Sonra dönüşünüz yalnızca Rabbinizedir. Böylece yapmış olduklarınızı
size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı iyi bilendir.
(Zümer/7)
Tabiî ki, bu ilke, kişinin önderlik yapmak, teşvik etmek suretiyle sebep olduğu
ama fiilen başkaları tarafından işlenen suçlardaki payını ortadan kaldırmamaktadır.
Çünkü “herkesin eserlerinden sorumlu tutulacağı” ilkesi, suça azmettirenlerin ve
kötü eser bırakanların da suçu işleyenlerin cezasından ayrıca pay alacaklarını
bildirmektedir:
24,25
Ve onlara: “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, onlar, kıyâmet günü, kendi günahlarını
tam olarak yüklenmek ve bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir
kısmını da yüklenmeleri için, “Öncekilerin efsaneleri” dediler. Dikkat edin, yüklendikleri şey ne
kötüdür!
(Nahl/25)
12
Şüphesiz ki ölüleri ancak Biz diriltiriz Biz. Onların önceden yapıp gönderdiklerini ve
eserlerini de yazarız. Zaten Biz her şeyi bir “apaçık önderde/ Kur’ân'da” sayıp tesbit etmişizdir.
(Ya Sin/12)
DİNDE KUR’AN DIŞI BİR KAYNAK YARATILMAMASI HAKKINDA
TARİHTEN BİR OLAY:
İbn Ömer, Rasülullah (as)’ın "Ölü, ehlinin, çoluk çocuğunun ağlaması sebebiyle azâb görür"
dediğini rivayet etmiştir. Halbuki Aişe, bu haberin sıhhatini ta'n etmiş, tenkidinin doğruluğuna da,
Cenâb-ı Hakk'ın “bir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez" ayetiyle istidlal etmiştir. Çünkü
çoluk-çocuğunun ağlaması sebebiyle kişiye azap etmek, kişiyi başkasının suçu sebebiyle sorgulamak
olur ki, bu da bu ayetin hükmünün hilafınadır.27
OKUNACAK KİTAP
Burada konu edilen kitap, insanın tüm amellerinin kaydedildiği kitaptır. Öyle
ki, amellerin kaydından oluşan bu kitap, tıpkı bir uçağın kara kutusu, bir bilgisayarın
ana belleği gibi, insanın içinde bir yerinde dürülü, kapalı durumdadır. Ahirette ise bu
kitap açılacak, ekrana taşınacak ve kişiye “Oku kendi kitabını! Bugün nefsin [kendi
zatın], kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!” (İsra/14) denilecektir. Eğer
27
(Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)
29
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi
50. isra suresi

More Related Content

What's hot (20)

Acz ve fakr
Acz ve fakrAcz ve fakr
Acz ve fakr
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
65. casiye suresi
65. casiye suresi65. casiye suresi
65. casiye suresi
 
84.rum suresi
84.rum suresi84.rum suresi
84.rum suresi
 
Esmâdan Sıfatlara
Esmâdan SıfatlaraEsmâdan Sıfatlara
Esmâdan Sıfatlara
 
90. ahzab suresi
90. ahzab suresi90. ahzab suresi
90. ahzab suresi
 
Tefekkür
TefekkürTefekkür
Tefekkür
 
İmam gazali tevhid ve ledün risaleleri
İmam gazali   tevhid ve ledün risaleleriİmam gazali   tevhid ve ledün risaleleri
İmam gazali tevhid ve ledün risaleleri
 
İmam gazali itikatta sözün özü
İmam gazali   itikatta sözün özüİmam gazali   itikatta sözün özü
İmam gazali itikatta sözün özü
 
İmam gazali dinde kırk prensip
İmam gazali   dinde kırk prensipİmam gazali   dinde kırk prensip
İmam gazali dinde kırk prensip
 
97. rahman suresi
97. rahman suresi97. rahman suresi
97. rahman suresi
 
70. nahl suresi
70. nahl suresi70. nahl suresi
70. nahl suresi
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
 
Din bir ihtiyac midir
Din bir ihtiyac midirDin bir ihtiyac midir
Din bir ihtiyac midir
 
248. Kur'an Buluşması
248. Kur'an Buluşması248. Kur'an Buluşması
248. Kur'an Buluşması
 
Lise kader
Lise kaderLise kader
Lise kader
 
İmam gazali ariflerin yolu
İmam gazali   ariflerin yoluİmam gazali   ariflerin yolu
İmam gazali ariflerin yolu
 
Velayet
VelayetVelayet
Velayet
 
Esmâdan Sıfatlara
Esmâdan SıfatlaraEsmâdan Sıfatlara
Esmâdan Sıfatlara
 
Acz ve fakr
Acz ve fakrAcz ve fakr
Acz ve fakr
 

Similar to 50. isra suresi (20)

39. araf
39. araf39. araf
39. araf
 
42.furkan suresi
42.furkan suresi42.furkan suresi
42.furkan suresi
 
61. fussilet suresi
61. fussilet suresi61. fussilet suresi
61. fussilet suresi
 
58. sebe suresi
58. sebe suresi58. sebe suresi
58. sebe suresi
 
Turkish Quran
Turkish QuranTurkish Quran
Turkish Quran
 
73. enbiya suresi
73. enbiya suresi73. enbiya suresi
73. enbiya suresi
 
54. hicr suresi
54. hicr suresi54. hicr suresi
54. hicr suresi
 
98. insan suresi
98. insan suresi98. insan suresi
98. insan suresi
 
64. duhan suresi
64. duhan suresi64. duhan suresi
64. duhan suresi
 
47. şuara suresi
47. şuara suresi47. şuara suresi
47. şuara suresi
 
67. zariyat suresi
67. zariyat suresi67. zariyat suresi
67. zariyat suresi
 
51.yunus suresi
51.yunus suresi51.yunus suresi
51.yunus suresi
 
63. zuhruf suresi
63. zuhruf suresi63. zuhruf suresi
63. zuhruf suresi
 
43.fatır suresi
43.fatır suresi43.fatır suresi
43.fatır suresi
 
85. ankebut suresi
85. ankebut suresi85. ankebut suresi
85. ankebut suresi
 
52. hud suresi
52. hud suresi52. hud suresi
52. hud suresi
 
55. en'am suresi
55. en'am suresi55. en'am suresi
55. en'am suresi
 
Mü'minlere Nizamı İlahiden Bir Katre ! İnkârcılara Allah Kelamı ile Uyarı !
Mü'minlere Nizamı İlahiden Bir Katre !  İnkârcılara Allah Kelamı ile Uyarı !Mü'minlere Nizamı İlahiden Bir Katre !  İnkârcılara Allah Kelamı ile Uyarı !
Mü'minlere Nizamı İlahiden Bir Katre ! İnkârcılara Allah Kelamı ile Uyarı !
 
74. müminun suresi
74. müminun suresi74. müminun suresi
74. müminun suresi
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
 

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN (20)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 
99. talak suresi
99. talak suresi99. talak suresi
99. talak suresi
 
96. ra'd suresi
96. ra'd suresi96. ra'd suresi
96. ra'd suresi
 

50. isra suresi

  • 1. 50 / İSRA SURESİ GİRİŞ: Adını 1. ayetteki “ ‫أسرى‬esra” fiilinin mastarı olan “ ‫إسراء‬isra” sözcüğünden alan sure Mekke’de 50. sırada inmiştir. Surenin 26’ıncı, 32’inci, 33’üncü, 57’inci ve 73- 80’inci ayetlerinin Medenî olduğu1 nakledilmesine rağmen, tahlillerini yaparken açıklayacağımız gibi, biz, 73-77. ayetlerin Mekkî olduğunu düşünüyoruz. Medeni oldukları belirtilen diğer ayetlerin Mekkî bir sure olan İsra suresi içinde yer almasının sebebini de Mushaf’ı tertip eden sahabe heyetinin ayetleri bu şekilde tertip etmesi olarak görüyoruz. Surenin giriş bölümünde “İsrailoğulları”ndan bahsedildiği için sureye “Benû İsrail (israiloğulları) Suresi” de denmektedir. Allah’ın koyduğu hikmetlerden birçoğunun sayılıp döküldüğü surenin ana ekseni “iman”dır. Surede Allah’ın varlığı, birliği, peygamberlik, öldükten sonra dirilme konuları üzerinde çokça durulmuş, bu konularla bağlantılı olarak peygamberimizin kimliği, Allah’ın ona desteği ve çeşitli mucizeler hakkında çeşitli bilgiler verilmiştir. Surede ayrıca İsrailoğullarının yakın tarihine de değinilmiş, azmaları ve fesat çıkarmaları sonucu esaret, sürgün gibi cezalara çarptırıldıkları açıklanmıştır. Hatırlanacak olursa, bundan evvelki surelerde çeşitli yönlerden İsrailoğullarının üzerinde durulmuş, bir önceki sure olan Kasas suresinde ise Ehlikitap’ın akıllı ve adil olanlarının Kur’an’a inandıkları ve böyle bir kitap beklentisi içinde oldukları bildirilmişti. Bu surede de İsrailoğullarının bilginlerinin peygamberimizi gözetim altında tuttukları; onun hak elçi, getirdiği kitabın da hak olduğuna kanaat getirerek teslimiyetle yere kapandıkları anlatılmaktadır. Surenin 1. ayetinin tahlilinde açıklanacağı gibi, İsra suresi Kasas suresinin devamı mahiyetindedir. Özellikle 1. ayeti Kasas suresinin 85-88. ayetlerinin devamı olarak okunduğunda, hem Kasas suresinin 85-88. ayetlerinin oluşturduğu pasaj hem de İsra suresinin 1. ayeti daha iyi anlaşılmaktadır. 1 (Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) 1
  • 2. RAHMAN RAHİM ALLAH ADINA MEAL: 1 Kulunu, bir gece, âyetlerimizden/ alâmetlerimizden/ göstergelerimizden gösterelim diye, Mescid-i Haram'dan bir kenarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten Zat, her türlü noksan sıfatlardan arınıktır. Şüphesiz O, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir. 2,3 Mûsâ'ya da Kitap verdik ve Benim astlarımdan vekil [tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan bir kişi/ kurum] tanımayınız diye Kitab'ı, İsrâîloğulları –Nûh'la beraber gemiye taşıyarak kurtardığımız kimselerin soyundan olanlar– için bir kılavuz yaptık. Şüphesiz Nûh, şükredici; kendisine verilen nimetlerin karşılığını çokça ödeyen bir kuldu. 4 Ve Biz İsrâîloğulları'na Kitap'ta/ yazgıda şunu gerçekleştirdik: “Kesinlikle siz, yeryüzünde iki defa kargaşa çıkaracaksınız/ bozguna uğrayacaksınız ve kesinlikle büyük bir yükselişle yükseleceksiniz.” 5 İşte o ikisinden birincisinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik de onlar, evlerin aralarına girip araştırdılar. Ve o, yerine getirilmesi gereken bir vaat idi. 6 Sonra sizi tekrar güçlü kulların üzerine galip kıldık ve size mallarla ve oğullarla yardım ettik. Ve sizi işe yarayanlar açısından daha çok şey sahibi yaptık. –7 Eğer iyilik ettiyseniz, kendinize iyilik etmişsinizdir ve eğer kötülük ettiyseniz o da onun kendisi içindir.– Artık diğer bozguna uğrama zamanı gelince de size kötülük yapmaları, ilk kez girdikleri gibi yine mescide/Beytü'l- Makdis'e girmeleri, ele geçirdikleri yerleri yıkıp bozmaları için üzerinize güçlü kullarımızı tekrar göndereceğiz. 8 Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Ve eğer siz döndüyseniz Biz de döndük. Ve Biz cehennemi, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için kuşatıcı bir zindan yaptık. 9,10 Şüphesiz ki bu Kur’ân, insanları en doğru ve en sağlam şeye; rüşde kılavuzlar ve düzeltmeye yönelik işler yapan mü’minlere kendileri için kesinlikle ve kesinlikle büyük bir ecir olduğunu ve âhirete inanmayan kişiler için Bizim can yakıcı bir azap hazırladığımızı müjdeler. 11 Ve insan, hayrı davet eder gibi kötülüğü davet eder. Ve insan çok acelecidir. 12 Ve Biz, geceyi ve gündüzü iki alâmet/gösterge yaptık. Sonra Rabbinizden bir armağanlar aramanız, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için gecenin alâmetini/göstergesini silip, bir gördürücü aydınlık olarak gündüzün alâmetini/göstergesini getirdik. Ve Biz, her şeyi ayrıntılı olarak açıkladık da açıkladık. 13,14 Ve her insanın kendi yaptıklarının karşılıklarını, ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. Ve Biz, kıyâmet günü açılmış bulacağı kitabı onun için çıkarırız: “Oku kendi kitabını! Bugün kendi zatın, kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!” 15 Kim, kılavuzlanan doğru yolu bulursa, sırf kendi iyiliği için kılavuzlanan doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz, bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. 2
  • 3. 16 Ve Biz, bir ülkeyi değişime/yıkıma uğratmak istediğimiz zaman, onun varlık ve güç sahibi önde gelenlerine, hak yolda olmalarını, hak yolda önderlik yapmalarını emrederiz de onlar, bunun aksine, orada hak yoldan çıkarlar. Artık oranın üzerine Söz hak olur da Biz orayı kökünden darmadağın ederiz. 17 Ve Biz Nûh'tan sonraki nesillerden nicelerini değişime/ yıkıma uğrattık. Ve kullarının günahlarını hakkıyla haberdar olan ve en iyi gören olarak Rabbin yeter. 18 Her kim çarçabuk geçen dünyayı isterse, istediğimiz kimseye, dilediğimiz şeyi çabuklaştırırız. Sonra onun için cehennemi hazırlarız, kınanmış ve kovulmuş olarak oraya girer. 19 Kim de âhireti isterse ve mü’min olarak âhirete yaraşır bir çaba ile âhiret için çalışırsa, işte öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir. 20 Hepsine; dünyayı isteyenlere ve âhireti isteyenlere Rabbinin ihsanından veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir. 21 Onların bir kısmını bir kısmı üzerine fazlalıklı yaptığımıza bir bak! Elbette âhiret, dereceler bakımından daha büyüktür, fazlalık bakımından da daha büyüktür. 22 Allah ile birlikte başka bir ilâh edinme/ tanıma! Yoksa kınanmış ve yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalırsın. 23,24 Ve senin Rabbin kesin olarak, Kendisinden başkasına kul olmamanızı, anne ve babayı iyileştirmeyi- güzelleştirmeyi karar altına aldı. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse, sakın onlara “Öf” deme, onları azarlama; onlara çok duyarlı davran. Ve ikisine de onurlu, tatlı ve güzel söz söyle. Ve merhametinden dolayı onlar için alçak gönüllülük kanatlarını indir. Ve de ki: “Rabbim! Onların beni küçükten eğitip görgülü biri olarak yetiştirdikleri gibi, onlara rahmet et.” 25 Sizin Rabbiniz içinizdekileri çok iyi bilir. Eğer sâlihler olursanız elbette O tam anlamıyla dönenleri bağışlayıcıdır. 26,27 Yakınlık sahibine; yurtlarından çıkarılan fakirlere, yoksula ve yolda kalmışa da hakkını ver. Ve yersiz/ kötülüğe harcama yapma. –Şüphesiz yersiz/ kötülüğe harcama yapanlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.– 28 Ve eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti arayarak, akraba, yoksul ve yolda kalmışa yardım etmeyeceksen, o vakit de kendilerine yumuşak ve tatlı/onların ağırına gitmeyecek bir söz söyle. 29 Ve elini boynuna bağlanmış yapma/cimri olma, onu büsbütün de saçma/savurganlık yapma. Aksi hâlde kınanmış ve yaptığına pişman olur kalırsın. 30 Gerçekten senin Rabbin, kullarından dilediği için rızkı genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından gerçekten haberdardır, hakkıyla görendir. 31 Ve yoksulluk kaygısıyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları ve sizi Biz rızıklandırırız/besleriz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır. 32 Zinaya da yaklaşmayın/ zinaya yol açacak yollardan uzak olun. Şüphesiz ki o, iğrençliktir ve kötü bir yoldur. 33 Ve hak ile olmadıkça, Allah'ın haram kıldığı bir kimseyi öldürmeyin. Ve kim haksızlık edilerek öldürülürse, Biz onun yakınlarına bir yetki vermişizdir. O da öldürmede aşırı gitmesin. –Şüphesiz öldürülen/haklarını koruyacak yakınları yardım olunmuştur.– 34 Ergenlik çağına erinceye kadar yetimin malına da –en güzel bir şekilde olması dışında– yaklaşmayın. Ahdi/ verilmiş sözünüzü de yerine getirin. Şüphesiz verilen sözde sorumluluk vardır. 3
  • 4. 35 Ölçtüğünüz zaman tam ölçün ve dosdoğru terazi ile tartın. Bu, hem daha hayırlıdır ve sonuç/uygulama olarak daha güzeldir. 36 Ve hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Şüphesiz kulak, göz, gönül, bunların her biri ondan sorumludurlar. 37 Ve yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Şüphesiz ki sen asla yeri yaramazsın ve boyca dağlara erişemezsin. 38 Kötü olan bütün bunlar, Rabbinin katında hoşlanılmayan şeylerdir. 39 İşte yukarıda belirlenen bu ilkeler/ emirler, Rabbinin sana vahyettiği yanlış işleri ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerden bazılarıdır. Allah'la beraber başka bir ilâh edinme. Aksi hâlde kınanmış ve kovulmuş olarak cehenneme bırakılırsın. 41 Biz, bu Kur’ân'da, onların akıllarını başlarına almaları için türlü şekillerde evirip çevirdik/farklı farklı şekillerde açıklama yaptık. Ve bu açıklamalar, ancak onların nefretini artırmıştır. 45 Kur’ân öğrenip- öğrettiğin zaman seninle âhirete inanmayanlar arasında görünmez/ gizli bir perde yaptık. 46 Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık yaptık. Ve sen Kur’ân'da sadece Rabbini ‘bir ve tek’ olarak andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin geriye giderler. 47 Biz, onların seni dinlediklerinde ne için dinlediklerini, gizli konuşmalarında da o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerin, “Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz” dediklerini çok iyi biliriz. 48 Senin için nasıl örnekler verdiklerine bir bak! Böylece sapıklığa düştüler! Artık bir yola da güçleri yetmez. 42 De ki: “Eğer dedikleri gibi Allah ile birlikte birtakım ilâhlar olsaydı, o zaman o ilâhlar en büyük tahtın sahibine; Allah'a bir yol ararlardı.” 40 Rabbiniz, oğulları size özel olarak verdi de Kendisi meleklerden dişiler mi edindi? Şüphesiz ki siz çok büyük bir söz söylüyorsunuz. 43 Allah, onların dediklerinden büyük bir yücelikle arınık ve pek yücedir. 44 Tüm gökler/ uzay, yeryüzü ve bunların içinde bulunanlar, Allah'ı noksan sıfatlardan arındırırlar. O'nun övgüsü ile birlikte noksan sıfatlardan arındırmayan hiçbir şey yoktur. Fakat siz, onların Allah'ı noksan sıfatlardan arındırmalarını iyi kavramıyorsunuz. Şüphesiz ki O, yumuşak davranandır, çok bağışlayandır. 49 Ve onlar dediler ki: “Biz, bir kemik yığını olduğumuz ve ufalanıp toz olduğumuz vakit mi, gerçekten biz, yeni bir oluşturuluşla diriltilecek miyiz?” 50-52 De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun.” Sonra onlar; “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yoktan yaratmış olan.” Bunun üzerine sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın olması umulur! Sizi çağıracağı/diriltileceğiniz gün, O'nu överek O'nun çağrısına uyacaksınız ve sadece pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.” 53 Kullarıma söyle de en güzel olanı söylesinler. Şüphesiz şeytan aralarına kargaşa sokar. Şüphesiz şeytan, insan için apaçık bir düşmandır. 54 Sizin Rabbiniz sizi daha iyi bilendir. Dilerse tevbeniz sebebiyle size merhamet eder veyahut dilerse azap eder. Seni de onların üzerine, vekil [bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan biri] olarak göndermedik. 4
  • 5. 55 Ve Rabbin göklerde ve yerde olan kimseleri en iyi bilendir. Ve andolsun ki Biz, peygamberlerin kimini kiminin üzerine fazlalıklı kıldık. Biz, Dâvûd'a da Zebûr'u verdik. 56 De ki: “Allah'ın astlarından, ilâh olduğunu iddia ettiğiniz şeyleri çağırın. Göreceksiniz ki onlar, sizden sıkıntıyı kaldırmaya ve değiştirmeye güç yetiremezler. 57 İşte ilâh olduğunu iddia ettiğiniz şeyler, hangisi Rablerine daha yakın olmak için vesile arayarak yalvaran ve O'nun merhametini uman ve O'nun azabından korkan kimselerdir. Gerçekten senin Rabbinin azabı korkunçtur. 58 Ve hiçbir şehir yoktur ki, kıyâmet gününden önce Biz onu değişime/yıkıma uğratmayalım yahut şiddetli bir azap ile azaplandırmayalım. Bu, Kitap'ta satırlaştırılmıştır. 59 Ve Bizi, alâmetleri/göstergeleri göndermekten ancak öncekilerin onları yalanlamış olmaları alıkoydu. Ve Semûd'a, açık, gözle görülebilir biçimde sosyal destek kurumları kurmaları görevini vermiştik de onun sebep olmasıyla haksız davranmışlardı. Ve Biz, o alâmetleri/göstergeleri ancak korkutmak için göndeririz. 60 Ve hani Biz sana, “Şüphesiz Rabbin insanları kuşatmıştır” demiştik. Ve sana açıkça gösterdiğimiz o görüntüyü ve Kur’ân'da uzak durulmasını istediğimiz altın, mal-mülk tutkunluğunu da, yalnız insanlara bir imtihan için yapmışızdır. Ve Biz onları korkutuyoruz, fakat bu, onlara sadece büyük bir azgınlığı arttırıyor. 61 Ve hani Biz bir vakit doğadaki güçlere; “Âdem'e; bilgilendirilmiş insana boyun eğip teslimiyet gösterin” demiştik de İblis'ten; düşünce yetisinden başka hepsi boyun eğip teslimiyet göstermişlerdi. O, “Ben bir çamur olarak; madde olarak oluşturduğun kimseye mi boyun eğip teslimiyet göstereceğim?” demişti. 62 İblis dedi ki: “Şu benden üstün tuttuğun şu kişiyi gördün mü? Yemin ederim ki, eğer beni kıyâmet gününe kadar ertelersen, pek azı dışında onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım.” 63-65 Allah dedi ki: “Git! Sonra onlardan kim sana uyarsa, bilin ki, şüphesiz ki, cezanız yeterli bir ceza olarak cehennemdir. Onlardan gücünü yetirdiklerini sesinle sars. Ve atlılarınla ve yayalarınla onların üzerine yaygara kopar! Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol! Ve onlara vaatlerde bulun.” –Ve şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez.– Şüphesiz ki, Benim kullarım, senin için onlar aleyhine hiçbir güç yoktur.” –Tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan” olarak da Rabbin yeter.– 66 Sizin Rabbiniz, Kendi armağanlarından hak ettiklerinizi arayasınız diye, sizin için denizde gemileri yürüten Zat'tır. Şüphesiz ki O, size çok merhametlidir. 67 Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler, O, kaybolmaz. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok iyilik bilmeyen biridir! 68 O'nun sizi kara tarafından yerin dibine geçirmesinden yahut üzerinize bir kasırga göndermesinden güvende misiniz? Sonra kendinize varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan birini de bulamazsınız. 69 Ya da sizi tekrar denize döndürüp de üzerinize kasırgalar göndermesinden ve böylece ettiğiniz iyilikbilmezlik sebebiyle sizi boğmasından 5
  • 6. güvende misiniz? Sonra bu yaptığımıza karşı, Bizim aleyhimize size yardım edecek bir koruyucu bulamazsınız. 70 Ve andolsun ki Biz, insanoğlunu şan ve şeref sahibi yaptık ve karada, denizde taşıtlara yükledik ve temiz-hoş yiyeceklerden onları rızıklandırdık. Ve onları oluşturduklarımızın birçoğundan oldukça fazlalıklı kıldık. 71 O gün Biz, bütün insanları önderleriyle çağıracağız. Ki o gün, kimin kitabı sağ eline verilirse, işte onlar kendi kitaplarını okuyacaklar ve onlar kandil fitili/çekirdeğin iplikçiği kadar bir haksızlığa uğratılmayacaklar. 72 Her kim de bu dünyada kör ise işte o, âhirette de kördür. Ve yolca daha şaşkındır. 73 Az kalsın onlar seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak ondan başkasını Bize dayandırarak söyleyesin diye sana yanlış yaptırıp seni ateşte yakacaklardı. İşte o takdirde seni halil/ iz bırakan bir önder edinirlerdi. 74 Ve eğer Biz, seni sağlamlaştırmamış olsaydık, gerçekten onlara birazcık meylediverecektin. 75 O durumda sana hayatın iki katını ve ölümün iki katını tattırırdık. Sonra Bize karşı kendine hiçbir yardımcı da bulamazdın. 76,77 Ve yakında seni bu yerden/ yurdundan çıkarmak için kesinlikle rahatsız edecekler. O takdirde senden önce elçilerimizden gönderdiğimiz kişiler hakkındaki yasamıza/uygulamamıza göre onlar da senin ardından pek az kalacaklardır. –Bizim uygulamamızda herhangi bir değişme göremezsin.– 78 Güneşin batmasından/ kaybolmasından gecenin kararmasına kadar salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı kurumlaştır ve ayakta tut] ve sabah öğrenip-öğretilmesini sağla. Çünkü sabah öğrenip-öğretilmesi görülecek şeydir. 79 Ve geceden de. Ayrıca, sana özgü bir fazlalık olarak sen, salâtı geceleri uyanıp uygula! Rabbinin, seni güzel bir makama ulaştıracağı umulur. 80 Ve de ki: “Rabbim! Beni, doğruluk girişiyle girdir ve doğruluk çıkışıyla çıkar. Ve bana katından yardımcı bir kuvvet ver.” 81 Ve de ki: “Hak geldi, bâtıl yok oldu. Şüphesiz bâtıl yok olup gider.” 82 Ve Biz Kur’ân'dan, inananlar için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Ve bu, sadece şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların yıkımını artırıyor. 83 Ve Biz insana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirip uzaklaşır. Ona fenalık dokununca da ümitsizliğe düşer. 84 De ki: “Herkes bulunduğu hâl üzerine iş yapar. Bu durumda Rabbin, yol olarak kimin en doğru olduğunu daha iyi bilendir.” 85 Ve sana vahiyden soruyorlar. De ki: “Vahy, Rabbimin işindendir. Size ise az bilgiden başka bir şey verilmemiştir.” 86 Ve andolsun ki dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız; sonra Bize karşı, kendine varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan birini bulamazsın. 87 Rabbinden bir rahmet olarak Biz bunu yapmadık. Gerçekten O'nun senin üzerindeki armağanları çok büyüktür. 88 De ki: “Andolsun ki bugünün, yarının tüm insanları, bu Kur’ân'ın bir benzerini getirmek üzere bir araya gelseler, birbirlerine yardımcı da olsalar, onun benzerini kesinlikle getiremezler.” 89 Ve andolsun ki Biz bu Kur’ân'da insanlar için her örnekten evirip çevirmişizdir. Yine de insanların çoğu gerçeği örtmekten başkasından kaçındılar/ inkârda ısrarcı oldular. 6
  • 7. 90-93 Ve “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, öğrenip öğreteceğimiz bir kitabı bize indirmene kadar asla inanmayız” dediler. Sen de ki: “Rabbim noksanlıklardan arınıktır. Ben, beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!” 94 Ve insanlara yol gösterimi/Kur’ân gelince, kendilerinin iman etmelerine, sadece “Allah bir beşeri mi elçi gönderdi?” demeleri engel olur. 95 De ki: “Eğer yeryüzünde huzur içinde yürüyüp duran melekler olsaydı, elbette Biz onlara gökten elçi olarak bir melek indirirdik.” 96 De ki: “Benimle sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. Şüphesiz O, kullarına, her şeyin iç yüzünü, gizli taraflarını iyi bilendir, en iyi görendir. 97,98 Ve Allah kime kılavuz olursa, işte o doğru yolu bulmuş olandır. Kimi de saptırırsa, artık bunlar için Allah'ın astlarından hiçbir yardımcı, koruyucu, yol gösterici yakın kimse bulamazsın. Ve Biz, onları kıyâmet günü kör, dilsiz ve sağır oldukları hâlde, yüzleri üstü toplayacağız. Onların varacakları yer cehennemdir. Ne zaman ki cehennem dindi, onlara ateşi arttırırız. İşte bu, onların, âyetlerimizi/ alâmetlerimizi/ göstergelerimizi örtbas etmiş olmaları ve “Bizler, bir yığın kemik ve ufalanmış toz olduğumuz zaman mı, biz yeni bir oluşturuluşla kesinlikle diriltilmiş mi olacağız?” demiş olmaları nedeniyle onların cezasıdır. 99 Onlar, gökleri ve yeri oluşturan Allah'ın, kendilerinin aynı olan insanları oluşturmaya da güç yetiren olduğunu ve onlar için şüphe edilmeyen bir süre sonu belirlemiş olduğunu da görmediler mi? İşte bu şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar, gerçeği örtmeden başka şeyden kaçındılar/ hep gerçekleri örtmeye yöneldiler. 100 De ki: “Eğer siz, Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, harcanır tükenir endişesiyle kesinlikle elinizde tutar; kimseye bir şey vermezdiniz. Ve insan çok cimridir.” 101 Ve andolsun Biz, Mûsâ'ya apaçık dokuz; birçok âyet [alâmet/gösterge] verdik –işte İsrâîloğulları'na soruver–. Hani Mûsâ, kendilerine geldi de Firavun o'na, “Ey Mûsâ! Ben senin büyülenmiş olduğunu kesinlikle biliyorum” demişti. 102 Mûsâ dedi ki: “Sen kesinlikle bildin ki, âyetleri, birer ibret olmak üzere, ancak göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ve ben de senin yıkıma uğramışlığına kesinlikle inanıyorum.” 103 Bunun üzerine Firavun, Mûsâ'yı ve İsrâîloğulları'nı Mısır'dan sürmek istedi de Biz, onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk. 104 Ve ondan sonra Biz İsrâîloğulları'na, “Bu topraklara siz yerleşin! Sonra âhirete dair verilen söz geldiği vakit, sizi toplayıp bir araya getireceğiz” dedik. 105 Ve Biz Kur’ân'ı sadece hak ile indirdik, o da sadece hak ile indi. Ve Biz seni yalnızca müjdeci ve uyarıcı olarak elçi yaptık. 106 Ve Kur’ân'ı, Biz onu insanlara beklentilere göre öğrenip öğretesin diye parça parça ayırdık ve Biz onu indirdikçe indirdik! 107,108 De ki: “Siz Kur’ân'a ister inanın, ister inanmayın; şu daha önce kendilerine bilgi verilenler; Kur’ân onlara okunduğunda onlar, boyun eğip 7
  • 8. teslimiyet göstererek çeneleri üstü kapanırlar. Ve “Rabbimiz her türlü kusurdan arınıktır. Rabbimizin vaadi kesinlikle gerçekleşecektir” derler.” 109 Ve onlar, ağlayarak çeneleri üstü kapanırlar. Ve Kur’ân, onların saygılarını, alçak gönüllüğünü artırır. 110 De ki: “Allah diye çağırın veyahut Rahmân diye çağırın. Hangi şeyle çağırırsanız çağırın en güzel isimler O'nundur. Salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmanı; toplumu aydınlatmaya çalışmanı] açıkça yapma, gizli de yapma. Ve bu ikisi arasında bir yol ara.” 111 Ve de ki: “Tüm övgüler, hiçbir çocuk edinmeyen, sahiplikte ve yönetimde kendisinin herhangi bir ortağı bulunmayan, düşkünlükten dolayı yardımcısı olmayan Allah'a özgüdür; başkası övülemez.” Ve Allah'ı ululadıkça ulula! TAHLİL: 1 Kulunu, bir gece, âyetlerimizden/ alâmetlerimizden/ göstergelerimizden gösterelim diye, Mescid-i Haram'dan bir kenarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten Zat, her türlü noksan sıfatlardan arınıktır. Şüphesiz O, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir. Mushaf tertip heyeti tarafından İsra suresinin ilk ayeti olarak tertip edilen bu ayet, “giriş” bölümünde söylediğimiz gibi, Kur’an, elçi ve Kur’an-elçi ilişkisi üzerinde duran Kasas suresinin 85-88. ayetlerinin devamıdır: 88 Ve Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarma. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O'nun Zatından başka her şey yok olacaktır. Yasa-ilke, yalnızca O'nundur. Siz de ancak O'na döndürüleceksiniz. İsra1 Kulunu, bir gece, âyetlerimizden/ alâmetlerimizden/ göstergelerimizden gösterelim diye, Mescid-i Haram'dan bir kenarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten Zat, her türlü noksan sıfatlardan arınıktır. Şüphesiz O, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir. (Kasas/85-88 ve İsra/1) İslam toplumları arasında özel bir yeri olan bu ayet, gerçek ifadelerinden uzaklaştırılmış ve “Mi’raç” diye ortaya konulan bir efsaneye kaynak yapılmıştır. (Mi’raç efsanesini konu eden rivayetler; Buharî; Kitab-ü Bed’il halk; 17 ve Menakıbu’l Ensar; 107. No.lu rivayet, Hıristiyanlıktaki “Pavlusun Vizyonu” safsatasının adaptasyonudur.) Ayrıca ikinci ayetten itiberen Musa ve İsrailoğulları konu edildiğinden, birinci ayette yürütüldüğü bildirilen kulun, Musa olduğu intibaı da verilmiştir. Biz, ayetin doğru anlaşılabilmesi için ayetteki ifadelerin değerlendirmesinin topluca değil de sözcükler bazında yapılmasının daha yararlı olduğunu düşünüyor ve tahlilimizi buna göre sürdürüyoruz. Bir gece, 8
  • 9. Ayette sözü edilen olayın bir gece vakti meydana geldiği tartışmasızdır. Ama bu gecenin hangi gece olduğu, ayette geçen diğer sözcüklerin açıklamaları yapıldıktan sonra, ileride belirtilecektir. Kul Olayın kahramanı olarak ayette bahsi geçen kulun, adı sanı açıklanmamasına rağmen ittifakla peygamberimiz Muhammed (as) olduğu kabul edilmiş ve bu konuda farklı bir görüş ileri sürülmemiştir. Çünkü eski ve yeni tüm din bilginleri, Alak ve Cinn surelerinde geçen “ ‫بد‬‫ب‬‫عب‬kul”un, Necm suresinin 3. ve Tekvir suresinin 22. ayetlerinde geçen “ ‫باحبكم‬‫ب‬‫ص‬ sahibüküm [arkadaşınız]” ifadesi ile kastedilenin ve Kadir suresinin 2. ayetindeki “ ‫ادراك‬ ‫وما‬ve ma edrake [… sana]” şeklindeki hitabın muhatabının peygamberimiz Muhammed olduğunda, dolayısıyla buradaki “kul”un da yine peygamberimize yönelik olarak kullanıldığında en başından beri aynı fikirde olmuşlardır. Mescid-i Haram’dan Gerek tüm din ve dil bilginlerine, gerek tüm tarih ve coğrafya kaynaklarına göre ve gerekse hem Arap hem Rum şair ve yazarlarının eserlerinde yer aldığına göre, Mescid-i Haram, Kâbe’dir. Çünkü Kâbe’nin haram, yani savaşın, kavganın yapılmadığı, yapılmayacağı “güvenli bölge / güvenli mescit” olarak bilinmesi İslâm öncesine dayanmaktadır. Bu sebeple ayette geçen “Mescid-i Haram” tartışmasız olarak “Kâbe”dir. Mescid-i Aksa’ya Konumuzu aydınlatacak hususlardan biri, sıfat tamlaması şeklindeki bu ifadedir. Peygamberimizin bir gece Mescid-i Haram’dan yürütüldüğü [yürüyerek gittiği] Mescid-i Aksa’nın neresi olduğunun doğru bilinmesi önem arz etmektedir. Rivayetlere dayalı yorum yapanlar, konumuz olan ayette geçen Mescid-i Aksa’nın bugün Kudüs’te bulunan mabet olduğunu ileri sürerek kitaplara bu şekilde yazılmasını sağlamışlar ve bu yanlışı âdeta dayatmışlardır. Dolayısıyla bugün Mescid-i Aksa denilince çoğunluğun aklına Kudüs’teki mescit gelmektedir. Bu yanlış bilginin üstüne bir de bu konuda uydurulmuş çok sayıdaki rivayetin etkisi eklenince, Müslümanlar arasında peygamberimizin Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya yürüyerek gittiği, hatta oradan da göklere çıktığı yolunda bir inanç oluşmuştur. Hâlbuki “Mescid-i Aksa” ismi sadece üç rivayette yer almakta, o rivayetlerde de bu mescidin nerede olduğu hakkında herhangi bir ifade bulunmamaktadır. Diğer taraftan, Kudüs’te bulunan tapınağın kastedildiği rivayetlerde ise, bu tapınak hep Beytü’l-Makdis adıyla anılmaktadır. Bu rivayetlere geçmeden önce, her Müslüman tarafından mutlaka iyice ve doğru olarak bilinmesi gerektiğine inandığımız aşağıdaki hususları hatırlatmakta yarar görüyoruz: UYARI: Hadis ıstilâhında “sahih” kavramı bir isnadın mutlak doğru ve sağlam olduğunu değil, o isnadın Hadis ilmi otoritelerince belirlenmiş belli kural ve 9
  • 10. kriterlere uygun olduğunu ifade etmektedir. Hadis İlmi’nin bu kural ve kriterlerine göre; adalet ve zabıt sahibi kişilerin birbirlerinden naklederek getirdikleri, kesintisiz senetle rivayet edilen, şazz olmak ve illetli bulunmak gibi vasıflardan uzak hadislere “sahih” denir. Bu kurallar içerisindeki hadislerin sahih olduğu söylenebilirse de kesinkes peygamberimize ait oldukları söylenemez. Ayrıca muhaddislerden bazısının sahih gördüğünü bir başkası sahih görmeyebilir. Hadis konusunda Müslüman bilginlerin geliştirdikleri yöntem o gün için ileri bir metodolojik çalışmayı ifade etse de, ilgi alanı mahza “din” olan “sünnet” gibi bir konuda Allah Resulü’nün sözlerini doğru tespit etme anlamında çok daha güvenli bir metodolojinin belirlenmesine ihtiyaç vardır. Rivayet edilen hadis metinlerine bu evsafta bir metodolojik yaklaşımla eğilinememesinin nedeni Hadis bilginlerinin konuya olan duyarsızlıkları değil, araştırma teknikleri bakımından modern çağlardaki araçsal imkanlara o gün sahip olunamamış olmasıdır. İslam egemenliğinin ilk yüzyılında hızlı ve yaygın bir İslamlaşma trendi izlenmiş, pozitif istikrarsızlığın [sosyal ve dinî hareketliliğin] hızla devam ettiği bu dönemde tüm Müslümanların Kur’an değerlerini gereği gibi içselleştirdikleri varsayılarak peygamberimizden rivayet edilen bir sözün mutlaka ona ait olması gerektiği şeklindeki iyimser kanaate sımsıkı bağlı kalınmıştır. Bu iyimser kanaatle bir Müslümanın kendi yalan ya da yanlış sözünü peygamberimize isnat edebileceğine pek az ihtimal verilmiştir. Bu nedenle, ravi güvenilirliğini ön planda tutan Ehli Hadis, rivayet ettiği hadislerin “metin tenkidi”ni yapmayı hiç düşünmemiştir. Böylece hadislerin “akla, bilime, Kur’an’a, fıtrata, mütevatir sünnete ve ümmetin icmaına” uygun olup olmadığı hiç dikkate alınmamıştır. Herkesin duyup bilmesi lâzım gelen olayları yalnızca tek bir kişinin rivayet etmesi bile dikkatleri çekmemiştir. Ancak Hadis bilginlerinin bu dikkatsizliklerini, sıradan ve kolayca anlaşılabilir yalan rivayetleri bile hakikat zannedecek kadar saf ve zekasız oldukları şeklinde değerlendirmek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Düştükleri açmaz, insanların kendi inanç ve bakış açılarını teyit etme yönündeki beşeri zaaflarını gözlemleyememeleri, önlerine gelen rivayetleri kesin güvene değil, kesin kuşkuya öncelik vererek değerlendirme gerekliliğini kavrayamamış olmalarıdır. Onlar sadece “sahih” tanımı içindeki kriterleri göz önüne almışlar ve rivayetlerin nakil kurallarına uygun olup olmadığına dikkat etmekle yetinmişlerdir. Bazı mezhep mensupları ise Bakara suresinin 143’üncü, Âl-i Imran suresinin 110’uncu, Enfal suresinin 64’üncü, Tövbe suresinin 100’üncü, Fetih suresinin 18’inci, Haşr suresinin 8’inci ayetlerini kendi siyasî görüşleri doğrultusunda çarpıtmışlar, ayrıca çok sayıda hadis uydurarak sahabe sıfatlı kişilerin hatasız, kusursuz, yalansız, yanlışsız, art niyetsiz ve yüzde yüz güvenilir olduklarını kabul etmişlerdir. Öyle ki, sahabe sayılanlardan bir bölümünün münafık olduğu hiç dikkate alınmadan hepsine dokunulmazlık zırhı giydirilmiştir. Durum böyle olunca da, hiç kimse önüne konulan rivayeti sorgulama cesaretini gösterememiştir. Dolayısıyla yalan ve yanlışın üstüne gidilememiş, “Hazretin böyle deyişinde, böyle yapışında mutlaka bir hikmet vardır” denilerek pek çok rivayet “sahih” kabul edilmiştir. Hâlbuki sahabe de olsa, beşerin masumluğu söz konusu olamaz. Ayrıca İslâm literatüründe “münafık” denilen kesimin peygamberimizin çevresinde bulunan, bizim de sahabe dediğimiz kimselerden oldukları unutulmamalıdır. Bu tür kimselerin her türlü hainliği, sinsi düşmanlığı yapabileceği göz ardı edilmemelidir. Bu hatalı ön kabullerin sonucu olarak hem bazı kimselerin uydurdukları yalanlarla arı duru İslâm dinini yozlaştırma çabalarına destek olunmuş, hem de o kimselerin haksız olarak elde ettikleri saltanatları ve gayrimeşru icraatları 10
  • 11. meşrulaştırılmıştır. Peygamberimiz döneminde iktidarları ellerinden alınıp sus pus olanlar, hırs ve hınçlarını peygamberimizin vefatından yıllar sonra bu yolla almışlardır. Bu safsataları gören din büyüklerimiz ise “Bu, yalan veya yanlıştır” deyip reddetmek yerine, onlara uygun kılıflar bulunabilmesi için yüzlerce yeni yalan ve yanlışın ortalığa yayılmasına vesile olmuşlardır. Bu uyarıdan sonra, konumuz olan ayetteki Mescid-i Aksa’nın neresi olduğu hakkındaki araştırmamıza rivayetlerle devam edebiliriz. RİVAYETLERDEKİ MESCİD-İ AKSA: Yukarıda da belirtildiği gibi, “Mescid-i Aksa” ismi sadece üç rivayette geçmektedir. 1. Rivayet: “... Ebu Hüreyre’den tahdis etti ki, Peygamber şöyle buyurmuştur: “İbadet için şu üç mescitten başkasına yolculuk edilmez: Mescidi Haram, Mescid-i Rasülillah ve Mescid-i Aksâ.”2 2. Rivayet: “… Bize Şu’be, Abdulmelik b. Umeyr’den tahdis etti. O şöyle demiştir: Ben, Ziyâd’ın himayesinde olan Kazaa’dan işittim, o şöyle dedi: Ben Ebu Said Hudri’den işittim; o, peygamberden dört şey tahdis ediyordu ki, bu dört şey hem beni hayrete düşürdü, hem de sevindirdi. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Eşi veya bir mahremi kendisiyle beraber bulunmayan kadın, iki günlük mesafeye sefer etmesin. Ramazan bayramının ilk günü ile kurban bayramının dört gününden ibaret olan ramazan ve kurban bayramı günlerinde oruç tutmak yoktur. İki namazdan sonra da namaz yoktur; biri sabah namazından sonra güneş doğup yükselinceye kadar, öbürü ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar. Namaz kılmak için şu üç mescitten başka bir mescide sefer edilmez: Mescidi Haram, Mescid-i Aksâ ve benim mescidim.”3 Ezrakî’nin tespitlerine göre bu rivayet, saray beslemelerinden Şihab ez-Zühri tarafından o günkü iktidara yaranmak ve iktidara meşruiyet kazandırmak maksadıyla peygamberimizin “Ancak üç mescit için sefere çıkılır. İbrahim’in mescidi [Kâbe], şu benim mescidim ve Süleyman’ın mescidi” şeklindeki ifadesinin: “Ancak üç mescit için ziyaret seferine çıkılabilir. Bunlar, Mescid-i Haram, şu benim mescidim ve Mescid-i Aksa’dır” şekline sokulması suretiyle tahrif edilmiştir.4 Bu iki rivayet aslında aynı olmasına rağmen ravileri farklıdır; birinci rivayet Ebu Hüreyre menşeli iken, ikincide ara ravi Ebu Said el-Hudri olmuştur. Bu konudaki başkalarının farklı rivayetleri de Şihab tarafından tahrif edilmiştir. Biz ise, orijinal olarak ileri sürülen rivayetin de uydurma olduğu kanaatindeyiz. Çünkü Kur’an’da bir çok ayette [Âl-i Imran/137, En’am/6, 11, Yusuf/109, Nahl/36, Hacc/46, Neml/69, Ankebut/20, Rum/9, 42, Fatır/44, Mümin/21, 82, 2 (Sahih-i Buharî, 21 kitab, 1. Bab, 1 numaralı hadis: 3.cilt/1130) 3 (Sahih-i Buharî 21. Kitab, 8 numaralı hadis) 4 (Geniş bilgi Ezrakî’de mevcuttur.) 11
  • 12. Muhammed/10] seyrüsefer emredilmektedir ve bu ilâhî emirleri yasaklamak ya da sınırlamak, peygamberimizin asla yapmayacağı bir eylemdir. 3. Rivayet; İbrahim İbn Yezid et-Teymî anlatıyor: Babamdan mescidin avlusunun kenarında Kur’ân öğreniyordum. Bu sırada secde âyeti okumuşsam babam hemen secdeye kapanıyordu. Kendisine: “Babacığım yolda niye secde ediyorsun?” diye sordum. Dedi ki: “Ben Ebu Zerr (ra)’ın şöyle dediğini işittim: Rasülüllah’a yeryüzünde inşa edilen ilk mescidin hangisi olduğunu sordum: Mescid- i Haram olduğunu söyledi. Ben: Sonra hangisi? dedim, Mescidi Aksâ! diye cevap verdi. Ben: İkisi arasında kaç yıl fark var? dedim. Kırk yıl! dedi ve ilave etti: Yeryüzü sana mescittir, öyleyse nerede namaz vaktine ulaşırsan namazını kıl, çünkü fazilet ondadır.”5 Bu üçüncü rivayette dikkat edilmesi gereken nokta, Mescid-i Haram ile Mescid-i Aksa’nın yapımları arasında 40 sene olduğu şeklindeki ifadedir. Ne var ki, bu ifade tarihî gerçeklere uymamaktadır. Çünkü milâttan önce 2. bin yılın başlarında yaşamış olan İbrahim peygamberin6 inşa ettiği Mescid-i Haram’ın inşa tarihi ile milâttan önce 1000-962 yıllarında hüküm sürmüş olan Davud peygamber7 ve ondan sonra tahta geçen Süleyman peygamber tarafından yapılmış olan mescidin inşası arasında yaklaşık 1000-1200 sene olması gerekmektedir. Bu bilgiler ışığında, rivayetlerdeki Mescid-i Aksa’nın Davud ve Süleyman peygamberler tarafından Kudüs’te yapılan mescit olmadığı, üçüncü rivayette ortaya atılmış olan 40 senelik sürenin de uydurma olduğu kesin olarak anlaşılmaktadır. Her ne kadar rivayetlerdeki bu uydurma -hâşâ- peygamberimize mal edilmişse de, gerçekte uyduranların kim veya kimler olduğu ortadadır. Tarihî bir gerçektir ki, gerek Kuran’ın indiği dönemde ve gerekse daha sonraki yıllarda Kudüs’teki mescit “Beytü’l-Makdis” olarak bilinir, öyle anılır ve öyle yazılırdı. Nitekim peygamberimize ve sahabeye mal edilen sahih rivayetlerin tümünde de Kudüs’teki mescit için “Beytü’l-Makdis” ifadesi kullanılmıştır: 1. Rivayet: … Rasülüllah’ın azatlısı Meymune (ra) anlatıyor: “Ey Allah’ın Rasülü! Bize Beytü’l-Makdis hakkında fetva ver!” demiştim. Şöyle buyurdular: “Orası mahşer ve menşer yeridir. [İnsanların kıyamet gününde toplanacağı ve defterlerin yayılacağı yer.] Oraya gidin ve içinde namaz kılın. Çünkü orada kılınacak tek namaz kendi dışındaki yerlerde kılacağınız bin namaz gibidir.” Ben tekrar sordum: “Oraya gitmeye muktedir olamazsam ne yapmalıyım?” Şu cevabı verdi: “Ona kandil yağı bağışlarsın, aydınlatılmasında kullanılır. Böyle yapan da oraya varan gibidir.”8 Not: Bu rivayetin birçok ta’n noktası vardır. Ancak biz bu rivayeti sadece konumuz sadedinde yani Beytü’l-Makdis konusunda ele aldığımız için diğer hususlara değinmiyoruz. 2. Rivayet; 5 Bu rivayet, Sahih-i Buharî’nin Kitabu’l-Enbiya bölümünde 40 ve 98 numara ile yine Ebu Zerr kaynaklı, ama son ravileri farklı olarak yer almıştır. Oradaki metinlerde de “Mescid-Aksa” adı geçmektedir. 6 (Ana Britannica, c:16, s:234) 7 (Ana Britannica, c:9, s:340) 8 (Prof. İbrahim Canan’ın hazırladığı Kütübü Sitte kitabının 17. Cilt, 95. sayfası) 12
  • 13. … Abdullah b. Amr (ra) anlatıyor: Rasülüllah buyurdular ki: “Hz.Davut’un oğlu Süleyman, Beytü’l-Makdis inşaatını tamamlayınca Allah’tan üç şey talep etti: Allah’ın hükmüne uygun düşecek şekilde hüküm vermek, kendinden sonra kimseye nasip olmayacak bir saltanat, bu mescide sırf namaz kılmak niyetiyle gelenlerin günahlarından temizlenerek annelerinden doğdukları gündeki gibi olmaları.” Sonra dedi ki: “İlk ikisi verilmiştir, üçüncünün de verildiğini ümit ediyorum.”9 Yukarıdaki rivayetlerde görüldüğü gibi, Kudüs’teki mescidin adı o dönemde “Mescid-i Aksa” değil, “Beytü’l-Makdis”dir. Kudüs’teki Beytü’l-Makdis’in İslâm tarihinde önemli bir yeri vardır. Ama, bu önem Mi’raç olayından değildir. Uydurma Tarih ve rivayet kitaplarında yer aldığına göre, güya peygamberimiz “kendisine vahiy gelmemiş olan birçok konuda Ehlikitap’ı esas almış, yani Ehlikitap’ı müşriklerden üstün tutmuş, hatta müşriklere muhalefet olsun diye saçlarının şeklini bile Ehlikitap’ınkine benzetmiş, … Hakkında herhangi bir vahiy bulunmayan kıble konusunda da peygamberimiz Medine’ye gelince Ehlikitap’a uymuş ve onların kıblesi olan Beytü’l-Makdis’i kıble edinmiş, … Peygamberimizin fayda umarak yaptığı bir içtihadı olan bu uygulama, rivayetlere göre 16-18 ay kadar sürmüş, ne var ki, bu süre zarfında bu uygulamadan beklenen fayda sağlanamamış ve peygamberimiz bu konuda Allah’tan vahiy beklemeye başlamış, … nitekim çok geçmeden vahiy gelmiş ve Mescid-i Haram kıble olarak belirlenmiş, miş, miş, miş.” Müminlerin Mekke dönemindeki kıbleleri ile ilgili iki farklı rivayet vardır. Kıble konusunun aslı, Bakara suresinin 142-145. ayetlerde yer almakta olup oradan tetkik edilmesi daha uygundur. BEYTÜ’L-MAKDİS’İN KIBLE OLMASI İLE İLGİLİ RİVAYETLER: 1. Rivayet: el-Berâ anlatıyor: Rasülüllah ile birlikte Beytü’l-Makdis’e doğru on sekiz ay namaz kıldık. Medineye girişinden iki ay sonra kıble istikameti Kâ’be’ye çevrildi. Rasülüllah Beytü’l-Makdis’e müteveccihen namaz kılarken yüzünü çokça semaya çeviriyordu. Allah Teala hazretleri, peygamberinin kalbinden geçeni, yani, Kâ’be’ye yönelme arzusunu bildi. Bir gün Cebrail Aleyhisselam yükseldi. Rasülüllah, o, yerle gök arasında yükselirken onu gözüyle takip etmeye başladı, onun nasıl bir vahiy getireceğini gözetliyordu. Derken Aziz ve Celil olan Allah “Biz senin yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz ...” [Bakara suresi 144. âyet] âyetini indirdi. Biz, Beytü’l-Makdis’e doğru farzın iki rekatını kılmış tam rükuda iken, bir adam gelip: “Kıble, Kâ’be’ye doğru çevrilmiştir!” haberini getirdi. Derhal yönlerimizi çevirdik. Namazımızı yenilemeyip kıldığımız kısmın devamını tamamladık. Rasülüllah: “Ey Cibril! Beytü’l-Makdis’e doğru kıldığımız namazların hali ne olacak?” diye sordu. Bunun üzerine de Allah Teala Hazretleri: “Allah sizin imanınızı [daha önce Beytü’l-Makdis’e doğru kıldığınız namazları] zayi etmeyecektir” âyetini [Bakara suresi/143] inzal buyurdu.10 2. Rivayet; … el-Berâ b. Âzib buyurdular ki: Rasülüllah Medine’ye gelince, önce Ensar’dan olan ecdadının -veya dayılarının- yanına indi: O zaman namazlarını on altı veya on yedi ay boyunca Beytü’l-Makdis’e doğru kıldı. Ancak kıblenin Kâ’be’ye doğru olmasını arzuluyordu. Kâ’be’ye doğru 9 (Prof. İbrahim Canan; Hadis Ansiklopedisi, Kütübü Sitte, c:17, s:96) 10 (Prof. İbrahim Canan; Hadis Ansiklopedisi, Kütübü Sitte, c:17, s: 26, 27) 13
  • 14. kıldığı ilk namaz da ikindi namazı idi. Bu namazı Rasülüllah ile beraber ashaptan bir grup kimse kılmıştı. Bu namazı kılanlardan biri, oradan ayrılınca bir mescide rastladı. Cemaati namaz kılıyordu ve tam rükû halinde idiler. Adam onlara: “Şehâdet ederim ki Hz. Peygamber’le Kâ’be’ye doğru namaz kıldık” dedi. Cemaat oldukları yerde Kâ’be’ye yöneldiler. Müslümanların Beytü’l-Makdis’e doğru namaz kılmaları Yahudileri memnun ediyordu. Yüzler Kâ’be’ye doğru yönelince Yahudiler bundan hiç memnun kalmadılar. Beyinsiz Yahudiler dedikoduya başladılar. Arkadan hemen şu âyet nazil oldu: “İnsanlar içinden bazı beyinsizler … [Bakara suresi âyet 142- 145].”11 Bu hadis Buhari’de dört kez, Müslim’de bir kez, Tirmizi’de üç kez, Nesaî’de dört kez yer almıştır. 3. Rivayet; Müslim ve Ebu Dâvud’un Enes’ten rivâyet ettikleri bir diğer hadis şöyledir: Onlar Beytü’l-Makdis’e doğru yönelmiş halde sabah namazının rükûunda iken, Benî Seleme’den bir adam kendilerine uğradı ve “Kıble istikameti Kâ’be’ye çevrildi” dedi. Bu sözünü iki kere tekrar etti. Cemaat rükûda iken Kâbe’ye yöneldiler.12 4. rivayet; İbnü Abbas anlatıyor: Âyeti kerimenin emriyle Rasülüllah kıbleyi Kâ’be’ye yöneltince Müslümanlar sordular: “Ey Allah’ın rasülü, Beytül Makdis’e yönelerek namaz kılmış ve şimdi ölmüş olan kardeşlerimizin namazları ne olacak?” Bunun üzerine Cenabı Hakk şu âyeti indirdi: “ Senin yöneldiğin istikameti, peygamberlere uyanları, cayanlardan ayırd etmek için kıble yaptık… [Bakara suresi 143. âyet].”13 Bu rivayet Ebu Davut ve Tirmizî’de yer almıştır. Görüldüğü gibi, Mü’minlerin ana stratejileri olan bağımsız, özgür bir yurtlarının, devletlerinin olması anlamındaki Kıble, namazda Kâbe’ye yönelme olarak çarpıtılmıştır. Ama yine de yakayı ele vermişlerdir. Kudüs’teki mescidin adı bütün rivayetlerde Beytü’l-Makdis olarak geçmiş, birinde bile Mescid-i Aksa adı anılmamıştır. Zaten konumuz olan 1. ayette geçen Mescid-i Aksa gerçekten de Kudüs’teki mescit olsaydı, başta peygamberimiz olmak üzere tüm Müslümanlar Kudüs’teki mescit için “Mescid-i Aksa” ifadesini kullanırlar, Beytü’l-Makdis adını ağızlarına bile almazlardı. BEYTÜ’L-MAKDİS’E MESCİD-İ AKSA ADINI KİM VERDİ? Burada, muhtemel bir yanılgıyı önlemek için hemen belirtmek gerekir ki, “ ‫لصقصا‬ Aksa” sözcüğü ile “ ‫س‬m‫د‬ّ‫س‬‫مدق‬ُ mukaddes” ve “ ‫س‬m‫د‬ِ‫س‬‫مدق‬َ makdis” sözcükleri arasında anlam ve yapı yönünden herhangi bir bağ ve yakınlık yoktur. Çoğunluk tarafından yanlış olarak Mescid-i Aksa diye bilinen Kudüs’teki mescit, Davud ve Süleyman peygamberler tarafından yapılmış olan mescidin [Kudüs Tapınağı] M.S. 70 yıllarında Romalılar tarafından yıkılmasından sonra yıkıntıların 11 (Prof. İbrahim Canan; Kütübü Sitte, c:2, s:154) 12 (Prof. İbrahim Canan; Hadis Ansiklopedisi,Kütübü Sitte, c:2, s:157) 13 (Prof. İbrahim Canan; Hadis Ansiklopedisi, Kütübü Sitte, c:2, s:157) 14
  • 15. hemen yanına yapılmıştır. Yapılışından itibaren de adına uzun yıllarca Yahudiler tarafından “İlya Mescidi”, Araplar tarafından ise “Mescid-i Mukaddes” veya “Beytü’l-Makdis” denilmiştir: Kudüs Tapınağı, … Birinci tapınak, Hz. Davut’un oğlu Hz. Süleyman’ın hükümdarlığı sırasında inşa edilerek İÖ 957’de tamamlandı. … Babil kralı II. Nabukadnezar İÖ 586’da … yapıyı tümüyle yıktırdı. … Babil fatihi II. Kyros [Büyük], İÖ 538’de … Yahudilerin Kudüs’e dönmelerine ve tapınağı yeniden inşa etmelerine izin verdi. Çalışmalar İÖ 515’te tamamlandı. Özgün yapının gösterişsiz bir benzeri olarak yapılan İkinci Tapınak’ın ayrıntılı plânı günümüze ulaşamadı. … İS 66’da Roma’ya karşı çıkan ayaklanma kısa sürede tapınak üzerinde odaklaştı ve İS 70’de … Romalıların tapınağı yıkmasıyla sonuçlandı. İkinci Tapınak’tan geriye yalnızca batı duvarının bir parçası, bugün Ağlama Duvarı diye anılan bölüm kaldı. …14 Görüldüğü gibi, Davud ve Süleyman peygamberler tarafından yapılan tapınak 70 yılında yerle bir olmuş ve bugüne de sadece bir duvarı kalmıştır. Ama bugün o duvardan başka 6. ve 7. yüzyıllarda tapınağın yıkıntılarının bir bölümü üzerinde inşa edilmiş iki yapı da ayaktadır. Bunlardan biri, 527-565 yılları arasında hüküm sürmüş olan Bizans imparatoru I. İustinianos tarafından yaptırılan bir bazilikadır ki, bu yapı 638 yılında halife Ömer’in Kudüs’ü almasından sonra camiye çevrilmiştir.15 Diğer bina ise 691 yılında Emevî halifesi Abdülmelik b. Mervan tarafından ve halife Ömer’in camiye çevirttiği yapının hemen kuzeyinde yaptırılan Kubbetü’s- Sahra’dır.16 Bazı kaynaklara göre Abdülmelik b. Mervan, kendisine karşı Mekke’de halife ilân edilen Abdullah b. Zübeyr17 ile girdiği politik mücadelede bir taktik olarak Halife Ömer tarafından camiye çevrilen yapının adını, Mekke’deki Mescid-i Haram’a nazire olsun diye “Mescid-i Aksa” koymuştur. Abdülmelik b. Mervan’ın koyduğu isim meşhurlaşınca, geriye, konumuz olan 1. ayette geçen Mescid-i Aksa’nın bu mescit olduğunu kitaplara yazdırmak kalmıştır. Tahmin edileceği gibi, bu da pek zor olmamıştır. Sonuç olarak o yıllardan bu yana ne yazık ki tüm Müslümanlar bunu böyle kabul etmişler ve bunun aksini söylemek, açıklamak hatta düşünmek bile imkânsız hâle gelmiştir. Yanlış olarak Mescid-i Aksa diye bilinen Beytü’l-Makdis hakkındaki bu tahlilimizden sonra, 1. ayetteki ifadelerle ilgili değerlendirmemize kaldığımız yerden devam edelim. Ayetin orijinalinde yer alan “ ‫حول‬havl” kelimesinin gerçek anlamı “bir yan, bir kenar, kıyı” demek olup, çevre demek değildir. Önemine binaen, A’râf suresinin tahlilinin sonundaki “Cehennem ile İlgili Meseleler” başlığı altında verilen “havl” sözcüğü ile ilgili detayın yeniden okunmasını öneriyoruz.18 Ancak kısaca özetlemek gerekirse, “havl” sözcüğünün esas anlamı “bir şeyin değişmesi, değişime uğrayıp başkasından ayırt edilmesi” demektir. Bir şeyin “havl”i, üzerine dönebilecek, çevrilebilecek tarafıdır. Yani bir şeyin değiştiğini gösteren, belli eden tarafı [dış yüzü, dış kenarı] o şeyin havlidir. “Hile” sözcüğü de “havl” sözcüğünden gelmektedir.19 14 (Ana Britannica, c:19, s:420) 15 (Ana Britannica, c:22, s:304, 305) 16 (Ana Britannica, c:19, s:411) 17 (Ana Britannica, c:1, s:32) 18 (Tebyînü’l-Kur’an; c:3, s:148-149) 19 (Tacü’l-Arus; c:14 s:179–186, Lisanü’l-Arab; c:2 s:664–673, Müfredat; s:137, 138) 15
  • 16. “Havl” sözcüğü Kur’an’da 17 kez geçmektedir. Bunlardan ikisi [Bakara/233, 240] “sene” anlamında, 15 tanesi de [Meryem/68, Zümer/75, Âl-i Imran/159, Tövbe/101, 120, Ahkaf/27, Bakara/17, İsra/1, Şuara/25, 34, Mümin/7, En’âm/92, Ankebut/67, Neml/8, Şura/7] “bir şeyin dış kenarlarından birisi” anlamında kullanılmıştır. “Havl” sözcüğü Türkçemize “havlu [avlu; yapının yanı başında duvarla çevrili yer]” olarak geçmiştir. Bir kenarını mübarek kıldığımız “Havl” sözcüğünün yukarıdaki açıklamaları çerçevesinde, ayette geçen “bir kenarını mübarek kıldığımız” ifadesinden, Mescid-i Aksa’nın coğrafî olarak mübarek kılınmış yerin dışında, bir kenarında olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda yapılması gereken, önce mübarek yerin neresi olduğunu bulmak, sonra da bu yerin kenarının neresi olduğunu tespit etmektir. Mübarek yerin neresi olduğu Kur’an’da bildirilmiştir: 96,97 Şüphesiz, insanlar için bereketli ve âlemlere yol gösterme olarak konulan ilk ev, Mekke'dekidir. Onda apaçık alâmetler/göstergeler; İbrâhîm'in görev yaptığı yer [eğitilip, yetiştirilip ortak koşmaya karşı ayaklandığı yer] vardır. Ve oraya kim girerse güvende olmuştur. Ve yoluna gücü yeten herkesin Beyt'i/ilâhiyat eğitim merkezini kastetmesi, ilâhiyat eğitimi için oraya gitmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim de gerçeği örtbas ederse, bilsin ki, şüphesiz Allah bütün âlemlerden zengindir. (Âl-i Imran/96, 97) Yani, mübarek yer Kâbe’dir, diğer adıyla Mescid-i Haram’dır. Mescid-i Haram, “Haram bölgenin mescidi” demek olduğuna göre, merkezinde Kâbe’nin bulunduğu haram/mübarek/bereketli bölgenin sınırları belirlenmelidir ki, bu bölgenin kenarlarının nereleri olduğu da tespit edilebilsin. Mekke ve Kâbe’yi konu alan tüm belgelerde haram/mübarek/bereketli bölgenin sınırları şöyle belirlenmiştir: - Kâbe’den Medine yolu istikametine dört mil, - Kâbe’den Yemen yolu istikametine altı mil, - Kâbe’den Taif yolu istikametine on bir mil, - Kâbe’den Irak yolu istikametine yedi mil, - Kâbe’den Ci’rane vadisi istikametine dokuz mil, - Kâbe’den Cidde yolu istikametine on mil. Bu durumda, konumuz ayette sözü edilen Mescid-i Aksa, yukarıda sınırları belirlenmiş olan bölgenin hemen dışında, kenarında olmalıdır. Yani, adı Abdülmelik b. Mervan tarafından bu ayetlerin inişinden en az 50 sene sonra Mescid-i Aksa olarak konulmuş Kudüs’teki mescidin ayette sözü edilen Mescid-i Aksa olması mümkün değildir. TARİHÎ KAYNAKLARDAKİ MESCİD-İ AKSA: “Mescid-i Aksa”, “en uzak mescit” demektir. Bu ifadenin kullanılabilmesi için birden fazla mescit olması ve bu mescitlerden birinin merkeze diğerlerinden daha uzak olması gerekir. Aksi hâlde bu ifade dilbilimi bakımından hatalı olur. Nitekim o 16
  • 17. dönemin Mekke şehrinin tarih ve coğrafyasından bahseden eserlere bakıldığında, karşımıza bu mantığı doğru çıkaran bilgiler çıkmaktadır. İlk İslâm tarihçilerinden Vakıdî’nin “Kitabü’l-Meğazî” ve el-Ezrakî’nin “Ahbâru’l-Mekke” adlı kitaplarında derlemiş oldukları bilgilere göre, Mekke’de Mescid-i Haram’dan başka değişik yerlerde mescitler vardır. Hatta bazı evler bile Mekkeliler tarafından mescit olarak kullanılmaktadır. Bu mescitlerden biri de Mekke’ye dokuz mil mesafedeki Cirane Vadisi’nin yukarısında olmasından dolayı “Mescid-i Aksa/ en uzak mescit” denilen mescittir. Bu mescidi Kureyş’ten birisi yaptırmıştır. Bir keresinde peygamberimiz burada ihrama girerek Mescid-i Haram’a gelmiş ve Kâbe’yi tavaf etmiştir. Mekke’nin fethinden sonra Müslümanlar bu eski küçük mescitleri yenilememişlerdir. Buna rağmen bu mescitlerin yerlerinde teberrüken namaz kılmışlardır. VAKIDİ BELGE ORİJİNALİ UYARI: O günkü Mekkeliler, kendi inanışlarına göre İbrahim peygamberin dininin mensupları idiler. Dinleri tahrifata uğramış olsa da, kendi anlayışlarına göre namaz, hacc gibi dinî vecibeleri kendi mevcut inançları doğrultusunda yerine getirmekteydiler. Peygamberimizin durumu da aynıydı. Bu husus daima göz önünde tutulmalı, namazın, haccın, secdenin ve dolayısıyla da mescidin peygamberimizin elçi oluşu ile ortaya çıktığı düşünülmemelidir. Diğer taraftan, mescit denilince bugünkü mescitler akla gelmemelidir. Örneğin Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî denilince onların bugünkü şekli akla gelip bugünkü yapıları anlaşılmamalıdır. O mescitler bugünkü şaşaalı, debdebeli, şatafatlı, tantanalı hâllerine Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı ve Suudiler döneminde getirilmişlerdir. Mescit, secde edilen yer demek olduğuna göre, bu mescitler de, eğitim- öğretim, toplantı yapmak için belirlenmiş olan yerler, yani o çağa göre basit kerpiç yapılar veya ağaçtan yapılma çardaklardır. Önemli olan yapılarının şekli değil, kullanım amaçlarıdır. Yukarıda verdiğimiz bilgiler ışığında, artık ayetteki “bir kenarını mübarek kıldığımız” ifadesi daha iyi değerlendirilerek Mescid-i Aksa’nın haram/ mübarek bölgenin dışında, kenarında bir yerde olduğu anlaşılmış olmalıdır. Sonuç olarak söylemek gerekirse; Mescid-i Aksa Kudüs’te değil, Mekke’deki haram/mübarek yerin kenarındadır. Dolayısıyla, konumuz olan ayette geçen Mescid-i Aksa da, rivayetlerde söz konusu edilen mescit de Kudüs’teki mescit değil, Mekke’nin kenarındaki bu mescittir. Yani, hakikî Mescid-i Aksa Mekke’nin kenarındadır ve Kur’an’dan yapılan bu tespit, ilk dönem tarih ve coğrafya bilimcisi Vakıdi’in kitabındaki ile aynıdır. Gerçek bu olmasına rağmen, yukarıda verdiğimiz rivayetlere tefsir, şerh ve haşiye yazanlar, bu rivayetlerde oluşan tutarsızlıklara kılıf hazırlamak için çeşitli teviller ileri sürmüşlerdir. Birçoğu gülünç olan bu tevilleri görmek için klasik kitapların orijinallerine veya tercümelerine bakılabilir. PEYGAMBERİMİZİN YÜRÜTÜLÜŞ NEDENİ: Ayetlerimizden gösterelim diye ... 17
  • 18. Ayette bildirildiğine göre; Allah’ın kulu [Muhammed (as)], kendisine bir takım ayetler gösterilmek üzere, bir gece, Mescid-i Haram’dan, mübarek kılınmış yerin kenarındaki Mescid-i Aksa’ya yürütülmüştür. Rabbimiz hem bu gösteriyi hem de ayetlerini “nerede” ve “nasıl” gösterdiğini Necm suresinde açıklamıştır. Konunun öneminden dolayı, Necm Suresi’nin ilgili bölümünün yeniden okunmasının yararlı olacağı kanaatindeyiz.20 Kısaca özetlemek gerekirse, Necm suresinin ilgili ayetleri çarpıtılmış ve Allah`a ait olan nitelikler maalesef Cebrail`e yakıştırılarak Kur`an`ı vahyedenin Cebrail olduğu ileri sürülmüştür. Necm Suresi’nin ilgili ayetlerinde vahyi kimin öğrettiği isimle değil, sıfatlarla açıklanmıştır. Bu sıfatlar Yüce Allah’ın sıfatlarıdır. Halbuki rivayetçiler bu sıfatları Cebrail`e vermişler, 10. ayette peygamberimizin Cebrail`e kul olması anlamı ortaya çıkınca da işin içinden çıkamayarak bin bir safsata uydurmuşlardır. Kur`an`ı öğretenin Cebrail olduğunu söylemek, Kur`an`a tamamen terstir. Tekrar konumuza dönersek; “Kulunu [Muhammed (as)’ı] ... Mescid-i Aksa’ya yürüten” ifadesinden, peygamberimizin yürümesinin ve mucizelerden en büyüğünü görmesinin geceleyin gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Yürüyüşün bir gece vakti vuku bulduğu, hem “leylen [geceleyin]” zarfıyla hem de “gece yolculuğu” anlamına gelen “esra” fiili ile vurgulanmaktadır Bu gecenin nasıl bir gece olduğu hakkında Kur’an’da şu bilgiler verilmiştir: - Bu gece mübarek bir gecedir: 2-7 Apaçık/açıklayan Kitab'a yemin olsun ki şüphesiz Biz, Kendi katımızdan bir iş olarak, onu, haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler ile dolu/ sağlam, her işin/ oluşun kendisinde ayırt edildiği, her şeyin bol bol verildiği, kazancın bol olduğu bir gecede indirdik. Şüphesiz Biz uyarıcılarız. Şüphesiz Biz, Rabbinden, göklerin, yeryüzünün ve ikisi arasındakilerin Rabbinden –eğer kesin inanan kimseler iseniz– bir rahmet olarak elçi gönderenleriz. Şüphesiz O, en iyi duyanın, en iyi görenin ta kendisidir. (Duhan/2-7) - Bu gece Kadir gecesidir: 1 Şüphesiz Biz, değerli sayfalar içindeki Kur’ân'ı Kadr gecesinde indirdik. (Kadr/1) Bu ayetlerden anlaşıldığına göre, İsra suresinin 1’inci, Duhan suresinin 4’üncü ve Kadir suresinin 1’inci ayetlerinde geçen “gece” aynı gecedir. Bakara/185’te ise bu gecenin Ramazan ayında olduğu açıklanmıştır. Ancak hangi yıldaki Ramazan ayının kaçıncı gecesi olduğu Kur’an’da bildirilmemiştir. Rabbimizin bilgi vermediği birçok konuda olduğu gibi bu konuda da rivayetler ortaya çıkmış, bunların en sağlam kabul edilenlerinin birinde “Hicretten bir sene evvel olduğu”21 ; diğerinde ise Enes ve Hüseyin’den naklen “Muhammed (as) henüz peygamber olmazdan evvel”22 denmiştir. Pek tabiîdir ki, bu olay peygamberimizin elçilik görevi almasından 1-2 saat önce gerçekleşmiştir. Çünkü ayette bildirildiğine göre, peygamberimiz, Mescid-i Haram’dam Mescid-i Aksa’ya, kendisine bir takım ayetler gösterilmek, yani peygamber yapılmak, vahyedilmek için yürütülmüştür. Nitekim Necm suresinden öğrendiğimize göre, peygamberimiz, bu yürüyüşün 20 (Tebyînü’l-Kur’an; c:1, s:405-415) 21 (Mükatil) 22 (Zemahşerî; Keşşaf) 18
  • 19. sonunda, Mescid-i Aksa’daki son sidre ağacının yanında ilk vahyi almış ve “Kul Muhammed” olarak geldiği “Cennetü’l-Meva”dan “Elçi Muhammed (as)” olarak ayrılmıştır. Şüphesiz O, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir. Bu ayette Allah’ın “ ‫سيميع‬ّ‫م‬ ‫ال‬semi’” ve “ ‫بصير‬basîr” sıfatlarıyla yer almasının sebebi, bize göre, Allah’ın toplumun cehaletinden ileri gelen sıkıntılarını görmesi ve mevcut düzenlerdeki zulümden kaynaklanan feryatları duymasıdır. Yüce Allah, bu sıkıntıları ve feryatları görmezlikten, duymazlıktan gelmemiş, toplumu aydınlatacak, insanları mutlu kılacak, onların Allah’ın rahmetine kavuşmalarını sağlayacak bir elçi görevlendirmek için o kişiyi Mescid’i Haram’dan Mescid’i Aksa’ya yürütmüştür. Yüce Allah’ın elçi göndermesindeki bu gerekçeler, Musa peygamberin elçi yapılması ile ilgili olarak Kitab-ı Mukaddes’te de varittir: 7- RAB, "Halkımın Mısır'da çektiği sıkıntıyı çok iyi biliyorum" dedi, "Angaryacılar yüzünden ettikleri feryadı duydum. Acılarını biliyorum. 8- Bu yüzden aşağıya indim. Onları Mısırlılar'ın elinden kurtaracağım, o ülkeden çıkarıp geniş ve verimli topraklara, süt ve bal ülkesine, Kenanlılar'ın, Hititler'in, Amorlular'ın, Perizliler'in, Hivliler'in, Yevuslular'ın topraklarına götüreceğim. 9- İsrailliler'in feryadı bana erişti. Mısırlılar'ın onlara yapmakta olduğu baskıyı görüyorum. 10- Gel, halkım İsrail'i Mısır'dan çıkarmak için seni Firavun'a göndereyim." 11- Musa, "Ben kimim ki Firavun'a gidip İsrailliler'i Mısır'dan çıkarayım?" diye karşılık verdi. 12- Tanrı, "Kuşkun olmasın, ben seninle olacağım" dedi, "Seni benim gönderdiğimin kanıtı şu olacak: Halkı Mısır'dan çıkardığın zaman bu dağda bana tapacaksınız."23 2,3 Mûsâ'ya da Kitap verdik ve Benim astlarımdan vekil [tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan bir kişi/ kurum] tanımayınız diye Kitab'ı, İsrâîloğulları –Nûh'la beraber gemiye taşıyarak kurtardığımız kimselerin soyundan olanlar– için bir kılavuz yaptık. Şüphesiz Nûh, şükredici; kendisine verilen nimetlerin karşılığını çokça ödeyen bir kuldu. Surenin 2. ayetinden başlayıp 9. ayetine kadar devam edecek olan bu bölümde, peygamberimizin çağdaşı olan İsrailoğulları, geçmişte başlarına gelenler hatırlatılarak uyarılmaktadır. Bu uyarı, hem uzak hem de yakın tarihî geçmişleri dile getirilerek yapılmaktadır. Konumuz olan 2, 3. ayetlerdeki uyarılarda; Allah’ın astlarından “vekil” edinmesinler diye onlara kılavuz olarak kitap yollandığı bildirilmekte, ayrıca Nuh peygamber gibi çok şükreden bir atanın soyundan olmaları sebebiyle, onların da ataları Nuh gibi çok şükreden ve “vekil” olarak sadece Allah’ı tanıyan kullar olmaları istenmektedir. “Vekil” sözcüğü “Rabb” sözcüğüyle eş anlamlı olup “var eden, varlığı sürdüren, gelişim ve evrimi programlayan, rızk veren ve koruyan” demektir. Nuh peygamber, tarih öncesi çağda yaşadığı için aslında tüm insanların atası durumundadır. Burada İsrailoğullarının atası olarak nitelenmesi, İsrailoğullarına verilen özel mesaj sebebiyledir. Bu nitelemeyle sanki İsrailoğullarına: “Sizin dedeniz olan Nuh çok şükreden bir kuldu. Kendisine verilen her nimeti Rabbinden 23 Çıkış, 3. Bab; 7-12: 19
  • 20. bilir ve karşılığını Allah için öderdi. Siz, onun zürriyetisiniz. Öyleyse atanız gibi yapın” denilmiştir. 4 Ve Biz İsrâîloğulları'na Kitap'ta/ yazgıda şunu gerçekleştirdik: “Kesinlikle siz, yeryüzünde iki defa kargaşa çıkaracaksınız/ bozguna uğrayacaksınız ve kesinlikle büyük bir yükselişle yükseleceksiniz.” 5 İşte o ikisinden birincisinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik de onlar, evlerin aralarına girip araştırdılar. Ve o, yerine getirilmesi gereken bir vaat idi. 6 Sonra sizi tekrar güçlü kulların üzerine galip kıldık ve size mallarla ve oğullarla yardım ettik. Ve sizi işe yarayanlar açısından daha çok şey sahibi yaptık. –7 Eğer iyilik ettiyseniz, kendinize iyilik etmişsinizdir ve eğer kötülük ettiyseniz o da onun kendisi içindir.– Artık diğer bozguna uğrama zamanı gelince de size kötülük yapmaları, ilk kez girdikleri gibi yine mescide/Beytü'l- Makdis'e girmeleri, ele geçirdikleri yerleri yıkıp bozmaları için üzerinize güçlü kullarımızı tekrar göndereceğiz. 8 Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Ve eğer siz döndüyseniz Biz de döndük. Ve Biz cehennemi, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için kuşatıcı bir zindan yaptık. Bu ayetlerde kısaca geçmişte İsrailoğullarının güçlenip kibirlendikleri ve zorbalığa yöneldikleri zaman Allah’ın onları değişmez sünneti gereği terbiye ettiği, terbiye ederken de başlarına kendilerinden daha güçlü olan kullarını musallat ettiği anlatılmaktadır. Ayetlerdeki anlatımlara göre, birinci felâketten sonra İsrailoğulları tövbe etmişler ve ülkelerini yeniden onararak eski güçlü durumlarına dönmüşlerdir. Bu dönemde Allah onları “Eğer iyilik ettiyseniz, kendinize iyilik etmişsinizdir ve eğer kötülük ettiyseniz o da onun [kendisi] içindir. Artık diğer fesadınızın zamanı gelince de yüzlerinizi kötülemeleri [size kötülük yapmaları], ilk kez girdikleri gibi yine mescide [Beytü’l-Makdis’e] girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için (üzerinize güçlü kullarımızı tekrar göndereceğiz) diyerek uyarmıştır. Bu uyarılar ismen İsrailoğullarına yapılmış görünse de, ilk muhatap Mekkeli müşriklerdir. Ancak ayetlerin genel mesajı Arabıyla, Yahudisiyle, Hıristiyanıyla, tüm zamanların insanlarınadır. Dolayısıyla bu ayetlerde Rabbimiz, İsrailoğullarını örnek göstererek tüm insanlara rahmet kapılarını kullarının yüzüne kapatmayacağını, durumunu düzeltip samimî olan herkesin rahmetinden yararlanabileceğini bildirmekte, buna karşılık taşkınlık, zulüm ve inkâr etmeleri hâlinde, dünyadaki azabın başlarına tekrar geleceğini, ahirette de cehennemin kâfirlere ait olacağını ihtar etmektedir. Kur’an’daki kıssaların genel bir özelliği olarak, bu ayetlerde yer alan kıssada da tarihî olayları açıklama amacı güdülmemiş, sadece İsriloğullarının başına gelen olayların sebebi ortaya konmuş ve bu sebep, farklı zaman ve mekânda yaşayan bütün insanlara örnek ve ibret olsun diye toplumsal yasa şeklinde açıklanmıştır. Ama örnek ve hatırlatma amaçlı olarak anlatılması da bu olayların dinleyenlerce meçhul olmadığına delâlet etmektedir. İsrailoğullarının tarihinde onlarca felâket söz konusu olduğu hâlde burada “iki kez” ifadesinin kullanılması, bunların en şiddetli iki tanesine dikkat çekmek içindir. Derveze, bu iki olayı, klâsik İslâm ve Yahudi kaynaklarında yer alan birçok felâket arasından seçmiş ve İsrailoğullarının başına gelen başka olayları şöyle tespit etmiştir: 20
  • 21. İsrailoğullarının Cezalandırılışına Dair İki Önemli Olay: 1- M. Ö. 8. yüzyılın sonlarında Asur Kralı'nın Yahudilerle savaşarak Filistin bölgesinin geneline hükmeden İsrail devletine son vermesi; onları yurtlarından sürmesi, yerlerine dışarıdan getirdikleri grupların yerleşmesidir. 2- M. Ö. 6. asrın ilk çeyreğinde, Babil kralı Buhtunnasır’ın [Nabukadnazar], İsrailoğullan'yla savaşarak "Yahuda" devletini ikinci kez yerle bir etmesi, başkentleri Orşilim'i [Beyt-i Makdis] yakıp yıkması, tapınaklarını harabeye çevirmesi, halkın genelini Babil'e sürmesidir. Aynı şekilde tarihin belgelediği bir başka olay daha vardır: İsrailoğulları bu iki önemli darbeden başka bir diğer darbeyi de M. Ö. 3. asırdan 1. asra kadar Şam bölgesinde hüküm süren Yunan devletinden, ardından M. Ö. 1. asrın ilk yarılarında aynı bölgeyi hükmü altına alan Roma devletinden yediler. Filistin'e kadar Babil devletini yönetimi altına alan Pers kralı Kurus, İsrailoğulları'na yeniden itibar kazandırdı. Bunun üzerine başkent ve mabetlerini yeniden imar ettiler. Fakat yönetim Yunanlılar'ın eline geçince İsrailoğulları tekrar taşkınlıkta bulundular ve zulme başladılar. Bunun üzerine Yunan devleti onlara tavır aldı ve onları yenilgiye uğrattı. Ardından yeniden güçlendiler. Yönetim Roma devletine geçince isyan ettiler ve taşkınlıkta bulundular. Bunun üzerine Roma onlara dersini verdi, onları yenilgiye uğrattı. Başkentlerini ve tapınaklarını yerle bir etti. M. S. 1. asırda onlardan büyük bir topluluğu öldürdü. Geri kalan halkı darmadağın etti, mabetleri harap oldu. Bu ayetler ininceye dek durum böyle devam etti.24 Yasaları çiğnedikleri takdirde İsrailoğullarının başına neler geleceği hakkında Kitab-ı Mukaddes’te şunlar yazılıdır: 26 "Put yapmayacaksınız. Oyma put ya da taş sütun dikmeyeceksiniz. Tapmak için ülkenize putları simgeleyen oyma taşlar koymayacaksınız. Çünkü Tanrınız RAB benim. 2 Şabat günlerimi kutlayacak, tapınağıma saygı göstereceksiniz. RAB benim. 3 "Kurallarıma göre yaşar, buyruklarımı dikkatle yerine getirirseniz, 4 yağmurları zamanında yağdıracağım. Toprak ürün, ağaçlar meyve verecek. 5 Bağ bozumuna kadar harman dövecek, ekim zamanına kadar bağlarınızdan üzüm toplayacaksınız. Bol bol yiyecek, ülkenizde güvenlik içinde yaşayacaksınız. 6 "Ülkenize barış sağlayacağım. Korku içinde yatmayacaksınız. Tehlikeli hayvanları ülkenizden kovacağım. Savaş yüzü görmeyeceksiniz. 7 Düşmanlarınızı kovalayacaksınız. Kılıç darbeleriyle önünüzde yere serilecekler. 8 Beşiniz yüz kişinin, yüzünüz on bin kişinin hakkından gelecek. Düşmanlarınız kılıç darbeleriyle önünüzde yere serilecek. 9 Size iyilikle bakacağım. Sizi verimli kılıp çoğaltacağım. Sizinle yaptığım antlaşmaya hep bağlı kalacağım. 10 Eski ürününüz yemekle tükenmeyecek. Yeni ürüne yer bulmak için eskisini boşaltmak zorunda kalacaksınız. 11 Konutumu aranızda kuracak, size sırt çevirmeyeceğim. 12 Aranızda yaşayacak, Tanrınız olacağım. Siz de benim halkım olacaksınız. 13 Ben sizi Mısır'da köle olmaktan kurtaran Tanrınız RABB'im. Boyunduruğunuzu kırdım. Sizi başı dik yaşattım. Tanrı'dan Uzaklaşmanın Cezası 14 "Ama beni dinlemez, bütün bu buyrukları yerine getirmezseniz, cezalandırılacaksınız. 15 Kurallarımı çiğner, ilkelerimden nefret eder, buyruklarıma karşı çıkar, antlaşmamı bozarsanız, 16 sizi şöyle cezalandıracağım: Üzerinize dehşet salacağım. Verem ve sıtma gözlerinizin ferini söndürecek, canınızı kemirecek. Boşa tohum ekeceksiniz, çünkü ürünlerinizi düşmanlarınız yiyecek. 17 Size öfkeyle bakacağım. Düşmanlarınız sizi bozguna uğratacak. Sizden nefret edenler sizi yönetecek. Kovalayan yokken bile kaçacaksınız. 24 (Derveze; Tefsirü’l-Hadis) 21
  • 22. 18 "Bütün bunlara karşın beni dinlemezseniz, günahlarınıza karşılık cezanızı yedi kat artıracağım. 19 İnatçı gururunuzu kıracağım. Gök demir, yer bakır olacak. 20 Gücünüz tükenecek. Topraklarınız ürün, ağaçlarınız meyve vermeyecek. 21 "Eğer karşı çıkmaya devam eder, beni dinlemek istemezseniz, günahlarınıza karşılık cezanızı yedi kat artıracağım. 22 Üzerinize yabanıl hayvanlar göndereceğim. Çocuklarınızı öldürecek, hayvanlarınızı yok edecekler. Sayınız azalacak, yollarınız ıssız kalacak. 23 "Bununla da yola gelmez, bana karşı çıkmaya devam ederseniz, 24 ben de size karşı çıkacağım, günahlarınıza karşılık sizi yedi kez cezalandıracağım. 25 Bozduğunuz antlaşmamın öcünü almak için başınıza savaş getireceğim. Kentlerinize çekildiğinizde aranıza öldürücü hastalık salacağım. Düşman eline düşeceksiniz. 26 Ekmeğinizi kestiğim zaman, on kadın ekmeğinizi bir fırında pişirecek. Ekmeğiniz azar azar, tartıyla verilecek. Yiyecek ama doymayacaksınız. 27 "Bütün bunlardan sonra yine beni dinlemez, bana karşı çıkarsanız, 28 bu kez ben de öfkeyle size karşı çıkacağım ve günahlarınıza karşılık sizi yedi kat cezalandıracağım. 29 Açlıktan çocuklarınızın etini yiyeceksiniz. 30 Tapınma yerlerinizi yıkacak, buhur sunaklarınızı yok edeceğim. Cesetlerinizi devrilen putların üzerine serecek, sizden nefret edeceğim. 31 Kentlerinizi viraneye çevirecek, tapınaklarınızı yıkacağım. Beni hoşnut etmek için sunduğunuz kokuları duymayacağım. 32 Ülkenizi viran edeceğim, oraya yerleşen düşmanlarınız bile şaşkına dönecek. 33 Sizi öbür ulusların arasına dağıtacak, kılıcımla peşinize düşeceğim. Ülkeniz viran olacak, kentleriniz harabeye dönecek. 34 Siz düşmanlarınızın ülkesinde yaşarken, ülke ıssız kaldığı yıllar boyunca Şabatlar'ın sevincini yaşayacak. Ancak o zaman dinlenip Şabatları'nın tadına varacak. 35 Üzerinde yaşadığınız Şabat yıllarında görmediği rahatı ıssız kaldığı yıllarda görecek. 36 "Düşman ülkelerinde sağ kalanlarınızın yüreğine öyle bir korku düşüreceğim ki, rüzgarın sürüklediği yaprakların sesinden bile kaçacaklar. Savaştan kaçarcasına kaçacaklar. Peşlerinde kovalayan olmadığı halde düşecekler. 37 Kovalayan yokken savaştan kaçarcasına birbirlerinin üzerine yıkılacaklar. Düşmanlarınızın karşısında ayakta duramayacaksınız. 38 Öbür ulusların arasında yok olacaksınız. Düşman ülkeler sizi yutacak. 39 Artakalanlarınız gerek kendi, gerekse atalarının suçlarından ötürü düşman ülkelerde eriyip gidecekler. 40 "Ama işledikleri suçları, atalarının suçlarını, bana karşı geldiklerini, ihanet ettiklerini itiraf eder 41 [bu yüzden onlara karşı çıkıp kendilerini düşman ülkelerine sürmüştüm], inadı bırakıp alçakgönüllü olur, suçlarının bedelini öderlerse, 42 ben de Yakup'la, İshak'la, İbrahim'le yaptığım antlaşmayı ve onlara söz verdiğim ülkeyi anımsayacağım. 43 Ülke önce ıssız bırakılacak ve ıssız kaldığı sürece Şabatlar'ın tadına varacak. Onlar da işledikleri suçların bedelini ödeyecekler; çünkü ilkelerimi reddettiler, kurallarımdan nefret ettiler. 44 Bütün bunlara karşın, düşman ülkelerindeyken yine de onları reddetmeyecek, onlardan nefret etmeyeceğim. Böylece hepsini yok etmeyecek, kendileriyle yaptığım antlaşmayı bozmayacağım. Çünkü ben onların Tanrısı RABB'im. 45 Tanrıları olmak için öbür ulusların önünde Mısır'dan çıkardığım atalarıyla yaptığım antlaşmayı onlar için anımsayacağım. RAB benim." 46 RABB'in Sina Dağı'nda Musa aracılığıyla kendisiyle İsrail halkı arasına koyduğu kurallar, ilkeler, yasalar bunlardır25 . Kitab-ı Mukaddes’in yukarıda verdiğimiz bölümünde yapılan uyarılar, başka bölümlerinde de defalarca tekrar edilmiştir: Mezmurlar: 106, 34-38, 40, 41 25 Levililer; 26. Bab: 22
  • 23. İşaya Bab 1: 4-5; 21-24: Bab 2: 6, 8 Bab 3: 16-17; 25-26; Bab 8-7; Bab 30: 9- 10, 12-14 Yeremya, Bab: 2: 5-7, 20, 26-28; Bab 3: 6-9; Bab 5: 1, 7-9, 15-17; Bab 7: 33, 34; Bab 15: 2, 3. Hezekiel; Bab 22: 3, 6-12, 14-16 Matta; Bab 23: 37, 38; Bab 24: 2 Luka; Bab 23: 28-30 9,10 Şüphesiz ki bu Kur’ân, insanları en doğru ve en sağlam şeye; rüşde kılavuzlar ve düzeltmeye yönelik işler yapan mü’minlere kendileri için kesinlikle ve kesinlikle büyük bir ecir olduğunu ve âhirete inanmayan kişiler için Bizim can yakıcı bir azap hazırladığımızı müjdeler. 2. ayette İsrailoğullarına kılavuz olarak Kitap verdiğini söyleyen Rabbimiz, burada da Müslümanlara Kur’an’ı verdiğini bildirmekte, Musa’ya verilen kitabın insanları tevhide yönelttiği gibi Kur’an’ın da en doğru, en sağlam şeye kılavuzladığını, iman edip salihatı işleyenleri büyük bir ödülle, ahirete inanmayanları ise can yakıcı bir azapla müjdelediğini açıklamaktadır. Dikkat edilirse burada teşvik ve korkutma bir arada yapılmış, “müjde” ile başlayan cümle “tehdit” ile bitirilmek suretiyle çok farklı bir üslup kullanılmıştır. Arap edebiyatının önemli yöntemlerinden biri olan bu üslup, Kur’an’da sık sık görülmektedir. 9. ayette Kur’an için kullanılan “en sağlam şeye kılavuzlar” ifadesindeki “en sağlam şey”in ne anlama geldiğini bulmak için Cinn suresinin 3. ayetini hatırlamak gerekmektedir. Çünkü orada Kur’an için “rüşde kılavuzlar” ifadesi kullanılmıştır. Böylece bu ayette “en sağlam şey” ile kastedilenin “rüşd” olduğu ortaya çıkmaktadır. RÜŞD “Rüşd” sözcüğü “doğru ve eğriyi ayırt etme bilinci, zihinsel olgunluk, doğru yolu bulup ona girmek, iyi ve doğru olan şeyleri yapabilme olgunluğuna ulaşmak” demektir.26 Sözcük, Kur’an’da farklı türevleriyle 19 kez yer almaktadır [Bakara/186, 256, A’râf/146, Nisa/6, Kehf/10, 17, 24, 66, Enbiya/51, Cinn/3, 10, 14, 21, Mümin/29, 38, Hucurat/7, Hud/78, 87, 97]. “Reşit olma”, “rüşdüne erme”, “irşat etme”, “mürşit” gibi türevleri Türkçede de kullanılan “rüşd” sözcüğünün Kur’an ayetlerindeki manasını kısaca “İslâm’ın öngördüğü olgunluğa ulaşmak ve yaşamak” diye tarif etmek mümkündür. Buna göre “rüşde kılavuzluk eden Kur’an” ifadesi, “Kur’an’ın insanları akıl kullandırtarak bilinçlendirdiği, olgunluğa ulaştırdığı, -başka bir ifade ile- kimseyi büyülemediği, kimsenin beynini yıkamadığı” anlamına gelmektedir. Bu ayetlerde Kur’an’ın çok önemli özelliklerinden biri ortaya konularak Kur’an’ın rüşde, en sağlama iletme işini, müjde ve uyarma yöntemlerinin ikisiyle birden yaptığını göstermektedir. Kur’an’da nerede bir uyarı yapılmışsa, hemen arkasından cennet ve cehennem sahneleri verilmektedir. SALİHATI İŞLEMEK: 26 (Lisanü’l-Arab, c.4, s. 148, 149 “rşd” mad.) 23
  • 24. “‫صحلحات‬ّ‫م‬ ‫ال‬ ‫عيمحلوا‬ Salihatı işleyenler” olarak çevirdiğimiz kalıp, Kur`an`da toplam 62 ayette yer almıştır. Bu kalıbın pek çok meal ve tefsirde olduğu gibi “amel-i salih işleyenler” şeklinde çevrilmesi yanlıştır. “‫اصل ح‬ Islah” sözcüğünden türemiş olan “salihat” düzeltmek demektir. “Salihat işlemek” ise bozuk olan şeyi düzeltmek, düzelticilik yapmak, düzeltmeye yönelik işler yapmak anlamlarına gelir. Kur`an, bozuklukları düzeltme faaliyetinde bulunanları tek kelime ile ifade etmiş ve bu kimseleri “muslih” olarak isimlendirmiştir [Bakara; 11, 220 , A`râf; 56, 85, 170 , Hud; 117 ve Kasas; 19]. Diğer taraftan Kur`an; bu ayette geçen “hakkı ve sabrı tavsiyeleşme”, Bakara/277’de geçen “namaz kılma ve zekât verme”, Hud/23’te geçen “edep ve gönülden Allah`a boyun eğme” kavramlarını aynı ayet içinde ayrı ayrı zikretmek suretiyle “salihat”tan ayırmıştır. Yani “hakkı ve sabrı tavsiyeleşme”, “namaz kılma ve zekât verme”, “edep ve gönülden Allah`a boyun eğme” gibi hasenat, Kur`an`a göre “salihat”tan sayılmamaktadır. Kur`an`daki bu hususlar dikkate alınarak “salihat” konusunda şunları söylemek mümkündür: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, salihatı işlemek değildir. Ama öğüt verme yolu ile namaz kılmayanı namaz kılar hale getirmek, zekât vermeyeni zekât verir hale getirmek, oruç tutmayanı da oruç tutar hale getirmek, salihatı işlemektir. Kavramın toplumsal boyutunun ise şu şekilde tanımlanması mümkündür: Bulunduğumuz zaman ve zeminde adlî, idarî, siyasî, iktisadî ve diğer alanlarda her türlü bozukluğun düzeltilmesi için gösterilecek çaba, yapılacak uygulama, salihatı işlemektir. Bu konuda, “dışa yansımayan işler” demek olan hasenat ile salihat arasındaki fark iyi anlaşılmalıdır. Rabbimiz bu iki konu arasındaki farkı her bir haseneye on karşılık verirken [En`âm/60], salihat karşılığında cenneti vaat etmek suretiyle çok açık bir şekilde belirlemiştir [Bakara/25, 82, Nisa/57, 122, 124; Hud/23, İbrahim/23, Kehf/107 ve daha birçok ayet]. 11 Ve insan, hayrı davet eder gibi kötülüğü davet eder. Ve insan çok acelecidir. Bu ayette, insanların sanki hayra davet ediyormuşçasına şerre davet etmeleri gündeme getirilmiş ve insanoğlu her şeyin hemen oluvermesini isteme yönündeki bu fıtri eğilimi denetleme konusundaki dikkatsizliği sebebiyle eleştirilmiştir. Bu ayet aynı zamanda “kılavuz”un önemine işaret etmektedir. Çünkü kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmeyen insan, Allah tarafından verilen kılavuz sayesinde iyiyle kötüyü birbirinden ayırıp kendisine zarar veren davranışlardan sakınabilir. İnsanın hayrı çağırır gibi şerri çağırması, Kur’an’ın diğer ayetlerinden yararlanılarak iki şekilde anlaşılabilir: a- İnsan, yaptığı bir davranışın ne sonuç vereceğini kesin olarak bilmediği için, bazen kendisine zarar verecek olan bir şeyi yararlıymış gibi isteyebilir: 216 Ve savaş sizin için hoş olmayan bir şey olmasına rağmen, size zorunlu görev olarak verildi. Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için kötü, zararlı olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara/216) 24
  • 25. 19 Ey iman etmiş kişiler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız/ mallarından istifade etmek amacıyla onların sizden ayrılmasını engellemeniz size helal olmaz. Ve onlara verdiğinizin bir kısmını götürmeniz için, açık bir fahişe [çirkin bir hayâsızlık/zina] getirmedikleri sürece onları sıkıştırmayınız. Ve onlarla örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul edilen yollarla ilişkide bulununuz. Ve eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa, siz bir şeyden hoşlanmasanız da Allah, sizin hoşlanmadığınız şeyde birçok hayır oluşturacak olabilir. (Nisa/19) Bu duruma verilebilecek bir diğer örnek de şudur: İnsanların pek çoğu, başlarına gelen sıkıntı verici herhangi bir olay üzerine “Ölsem de kurtulsam” der. Böyle söylemekteki amacı, kendisine sıkıntı veren o olayın etkisinden kurtulmaktır. Halbuki küçük sıkıntı ve eziyetlerden kurtulmak için ölümü isterken, o güne kadar yaptıkları yüzünden ahirette sürekli azabı hak edip etmediğinin hesabını yapmayı aklına bile getirmemiştir. Kendini Allah’a affettirmek için tövbe edip O’nun istediği gibi bir insan olmaya çabalayacağı yerde, sadece o andaki azaptan kurtulmayı düşünerek kısa yoldan ölümü istemektedir. Oysa bu düşüncesiz ve aceleci tavrıyla azabın en korkunç ve sürekli olanını tercih etmiş olmaktadır. b- İnsan, eski kavimlerin yaptığı gibi, inanmadığı için azabı isteyebilir: 32 Bir vakit de onlar, “Ey Allah'ım! Eğer bu, Senin katından gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi. (Enfal/32) 48 Bir de duyarsız toplum: “Eğer doğrulardan iseniz bu söz verilen tehdit ne zaman?” diyorlar. (Ya Sin/48) 53 Ve senden azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer belirlenmiş/ adı konmuş bir süre sonu olmasaydı, azap onlara elbette gelmişti. Ve o azap, hiç farkında olmadıkları bir sırada kendilerine ansızın elbette gelecektir. 54,55 Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Şüphesiz cehennem de kesinlikle, kendilerini üstlerinden ve ayaklarının altından bürüdüğü günde kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri kuşatıcıdır. Ve O, “Yapmış olduklarınızı tadın!” der. (Ankebut/53, 54) Ve Ahkaf/24, 25, Nahl/46, Ra’d/6. 12 Ve Biz, geceyi ve gündüzü iki alâmet/gösterge yaptık. Sonra Rabbinizden bir armağanlar aramanız, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için gecenin alâmetini/göstergesini silip, bir gördürücü aydınlık olarak gündüzün alâmetini/göstergesini getirdik. Ve Biz, her şeyi ayrıntılı olarak açıkladık da açıkladık. Bu ayette, gece ve gündüzün düşünenler, akıllarını kullananlar için Allah’ı tanımaya kanıt ve bir ibret olduğu açıklanmaktadır. Bu açıklama değişik ifadelerle başka ayetlerde de yapılmıştır: 10 Ve Biz, geceyi bir elbise yaptık. 11 Ve Biz, gündüzü bir geçim zamanı yaptık. (Nebe’/10, 11) 25
  • 26. 67 Allah, içinde dinlenesiniz diye sizin için geceyi, göresiniz diye de gündüzü var edendir. Şüphesiz bunda kulak verecek bir toplum için alâmetler/göstergeler vardır. (Yunus/67) 164 Şüphesiz ki göklerin ve yerin oluşturuluşunda, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarayan şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah'ın semadan bir su indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, yeryüzünde her deprenen canlılardan yaymasında, rüzgârları evirip çevirmesinde, gök ile yeryüzü arasında emre hazır olan bulutta, şüphesiz akıllarını çalıştıran bir toplum için elbette alâmetler/göstergeler vardır. (Bakara/164) Ve Kasas/71-73, Furkan/61, 62, Mü’minun/80, Zümer/5, Ya Sîn/37, 38. VAKTİN ÖNEMİ Saat, gün, ay ve yıl ile ifade edilen “vakit”, toplumsal hayatta olduğu kadar dinî hayatta da büyük öneme sahip bir kavramdır. Çünkü dinî hayatta salat, zekat, oruç, hacc gibi ibadetler mevkutedir, yani belli bir zamana göre düzenlenmiştir. İşte, Allah’ın bir ayeti olduğu bildirilen gece ile gündüz, diğer birçok hayatî konuda olduğu gibi “vakit” konusunda da temel bir öge niteliğindedir. Öyle ki, zamanın ölçülmesi ancak gece ile gündüzün varlığı ile mümkün olur. 5 O, güneşi bir aydınlık, ay'ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, aya menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile oluşturmuştur. O, bilecek olan bir toplum için âyetleri ayrıntılı olarak açıklar. 6 Şüphesiz gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde ve Allah'ın göklerde ve yerde oluşturduğu şeylerde, Allah'ın koruması altına giren bir toplum için nice alâmetler/göstergeler vardır. (Yunus/5, 6) 189 Sana hilallerden soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hac/programlı ilâhiyat eğitim dönemleri için zaman ölçüleridir.” Evlerinize arka taraflarından girmeniz/dinde Allah'ın ilkelerinden başka ilkeler benimsemeniz, “iyi adamlık” değildir. Ama “iyi adamlık”, Allah'ın koruması altına girmektir. Öyleyse, evlerinize kapılarından girin; dini, din sahibi Allah'ın çizdiği çerçevede yaşayın. Ve başarıya erenlerden, kurtulanlardan olmanız için Allah'ın koruması altına girin. (Bakara/189) 96 Tan yerini yarıp çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ay'ı hesap ile yapmıştır. Bu, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, çok iyi bilenin belirlemesidir, ayarlamasıdır. (En'âm/96) Ayette geçen “gecenin ayetini silip, bir gördürücü olarak, gündüzün ayetini kıldık [getirdik]” ifadesi, bir zamanlar Ay’ın da Güneş gibi ısı ve ışık veren bir durumda olduğunu, daha sonra da bu özelliğini kaybedip sadece yansıtan niteliğe büründüğünü düşündürmektedir. Bilindiği gibi, Ay’ın oluşumu ve evrimi hakkında ortaya atılan üç varsayım da [Yer’in bölünmesi, Yer çevresinde yoğunlaşma, Yer yörüngesine yakalanma gibi teoriler] bugüne kadar ispatlanamamış, onlar ışığında Ay’ın ve Yer’in mevcut durumlarına yeterli açıklamalar getirilememiştir. Belki ilerideki zamanlarda Ay’ın oluşumu kesin kanıtlarla izah edilebilir hâle gelecek ve ayetteki ifadenin nasıl anlaşılması lâzım geldiği ortaya çıkacaktır. Bu takdirde bir 26
  • 27. gerçeğin daha asırlar önceden Kur’an’da açıklanmış olduğu görülecek ve Kur’an’ın bir mucizesi daha gözler önüne serilmiş olacaktır. Ayetin son cümlesi olan “Ve Biz her şeyi detaylandırdıkça detaylandırdık” ifadesi, “Dininiz ve dünyanız için ihtiyaç duyduğunuz her şeyi detaylıca izah ettik, ortaya koyduk” anlamında olup bu husus Kur’an’da farklı ifadelerle başka ayetlerde de dile getirilmiştir: 38 Ve yeryüzünde hiçbir irili-ufaklı kıpırdayan canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi önderli topluluklar olmasın. Biz Kitapta hiçbir şeyi noksan/yetersiz bırakmadık. Sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. (En’âm/38) 89 Ve Biz o gün, her ümmet içinde, kendilerinden kendi aleyhlerine bir şâhit göndereceğiz. Seni de onların üzerine şâhit getireceğiz. Biz bu kitabı da, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara bir kılavuz, bir rahmet ve bir müjde olarak sana indirdik. (Nahl/89) 164 Şüphesiz ki göklerin ve yerin oluşturuluşunda, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarayan şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah'ın semadan bir su indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, yeryüzünde her deprenen canlılardan yaymasında, rüzgârları evirip çevirmesinde, gök ile yeryüzü arasında emre hazır olan bulutta, şüphesiz akıllarını çalıştıran bir toplum için elbette alâmetler/göstergeler vardır. (Bakara/164) Ayetin son bölümündeki ifadeler ile “gece” ve “gündüz”ün mecaz anlamları ön plâna çıkmaktadır. Buna göre, “gece” cehaleti ve küfrü, “gündüz” de imanı ve bilgiyi ifade etmektedir. 13,14 Ve her insanın kendi yaptıklarının karşılıklarını, ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. Ve Biz, kıyâmet günü açılmış bulacağı kitabı onun için çıkarırız: “Oku kendi kitabını! Bugün kendi zatın, kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!” 15 Kim, kılavuzlanan doğru yolu bulursa, sırf kendi iyiliği için kılavuzlanan doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz, bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. Bu ayetlerde birçok uyarıcı noktaya değinilmiştir. Anlaşılması gereken ilk nokta, “ ‫طائر‬tair” sözcüğü ile neyin kast edildiğidir. Daha önce de açıklandığı gibi, “tair” kuş demektir. “Kuş”, iğretiliği ifade eder. Nitekim Türkçede “kuş misali” deyimi ile konu edilen şeyin kısa zaman sonra ayrılıp gideceği kastedilir. Ayetteki “boynuna” ifadesi ise gereklilikten kinayedir. Meselâ, “Bu işi senin boynuna borç kıldım, bu işi bırakamazsın, bu iş için mutlaka sen gereklisin” anlamındaki bir cümleyi, “Bu işi senin boynuna doladım” şeklinde ifade etmek mümkündür. Ayette geçen “kuşun boyuna dolanması” deyimi, bu durumda, insanın bir anda yapıp geçiverdiği amellerinin bile kendisinden ayrılmayacağı, bu amellerin her zaman insanla birlikte olduğu ve ahirette de birlikte olacağı anlamına gelmektedir. Diğer taraftan, Arapların “tair” ve “tatayyur” sözcüklerini uğur-uğursuzluk anlamında kullanmalarından hareket ederek “Ve her insanın kendi kuşunu ayrılmayacak şekilde boynuna doladık” ifadesini şu şekilde anlamak da 27
  • 28. mümkündür: “Biz herkesin kaderini [ölçüsünü, bulacağı karşılığı iyilik ya da kötülük yaptıran etmenleri] kendi boynuna doladık, yapacağı iyi davranışlarla iyi sonuçlara, kötü davranışlarla da kötü sonuçlara ulaşır, yani iyi veya kötü işler sebep ve sonuçlarıyla kişinin kendisindedir.” Çünkü Araplar, yapmak istedikleri herhangi bir işin kendilerini hayra mı şerre mi götüreceğini anlamak için kuşların hâllerine bakarlar; ürkütüldüklerinde veya kendi kendilerine uçtuklarında kuşların sağa, sola veya yukarı doğru uçmalarından manalar çıkarırlar, buna göre de yapacakları işin kendileri için mutluluk veya mutsuzluk doğuracağına karar verirlerdi. Sonuç olarak şöyle söylenebilir: Ayette geçen “tair”, insandan sadır olan her türlü davranışlardır. Bunlar kuş gibi uçup gitmezler, kolye gibi herkesin boynuna asılı durumdadırlar: Zilzal 7,8 Artık her kim, zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek, her kim de zerre miktarı bir şer işlerse onu görecektir. (Zilzal/ 7-8) 17,18 Onun sağından ve solundan (her yanından) yerleşik iki tesbitçi onun her işini tesbit edip dururken, insan hiçbir söz söylemez ki yanında hazır gözetleyen bulunmasın. (Kaf/17, 18) 9-12 Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Aslında siz, şüphesiz üzerinizde, yaptığınız şeyleri ezberleyen, saygın yazıcılar olmasına rağmen, Din'i yalanlıyorsunuz. 13 Şüphesiz ki “ebrar/iyi adamlar”, elbette bol nimet, mutluluk cennetinin içindedirler. 14-16 Din-iman tanımayıp kötülüğe batmış olanlar da kesinlikle cehennemdedirler. Din Günü ondan kaybolmamak üzere oraya yaslanacaklardır. (İnfitar/9-16) 13-16 O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!– (Tur/13-16) 123 Bu iş, sizin kuruntularınızla ve Kitap Ehlinin kuruntularıyla değildir. Kim kötülük yaparsa onunla cezalandırılır. Ve o kendisi için Allah'ın astlarından bir yol gösterici, koruyucu yakın ve iyi bir yardımcı bulamaz. (Nisa/123) 15. ayetteki “Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez” ifadesi, 14. ayette tahlilini yapmaya çalıştığımız “Her insanın kendi kuşunu ayrılmayacak şekilde boynuna doladık” ifadesinin bir açılımı, farklı bir şekilde anlatımıdır. Her iki ifade de, hiç kimsenin başkasının işlediği suçtan sorumlu tutulmayacağını, hiç bir suçlunun işlediği suçları bir başkasına yükleyemeyeceğini; buna karşılık, güzel ve iyi amelin mükâfatının onu yapana ait olduğunu, bu mükâfattan da bir başkasının yararlanamayacağını anlatmaktadır. Bu ilke Kur’an’da değişik ifadelerle birçok ayette belirtilmiştir: “38 Gerçek şu ki, hiçbir günahkâr bir başka günahkârın günahını çekmez. 39 Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başka şey yoktur. 40 Ve onun çalışıp didinmesi yakında görülecektir. 41 Sonra karşılığı kendisine hiç eksiksiz verilecektir. (Necm/38-41) 164,165 De ki: “Allah her şeyin Rabbi iken, ben Allah'tan başka Rabb mi arayayım?” Her kişinin kazandığı yalnız kendisine aittir. Yükünü taşıyan kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Sonra sadece Rabbinizedir dönüşünüz. Böylece Allah, ayrılığa düştüğünüz şeyi size haber verecektir. Ve O, sizi yeryüzünde gidenlerin yerine getirilenler yapan, verdikleriyle sizi sınamak için, kiminizi kiminizin 28
  • 29. üzerine derecelerle yükseltendir. Şüphesiz Rabbin, kovuşturması çabuk olandır ve şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Enam/164, 165) 18 Ve günâhkar bir kimse, başkasının günahını çekmez. Eğer çok günahı olan/çok zengin olan bir kimse, günahını çektirmek için birini çağırsa da ondan hiçbir günah alınıp başkasına çektirtilmeyecek. –Bir akrabası olsa bile– Şüphesiz sen ancak Rablerine karşı ıssız yerlerde saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve salâtı ikame edenleri [mâlî yönden ve destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan-ayakta tutanları] uyarırsın. Her kim arınırsa ancak kendisi için arınır. Dönüş de yalnızca Allah'adır. (Fatır/18) 7 Eğer küfredecek; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedecek/ iyilikbilmezlik edecek olursanız, biliniz ki, şüphesiz Allah size hiçbir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için, küfre; Kendisinin ilâhlığının ve rabliğinin bilerek reddedilmesine/ nankörlüğe rıza göstermez. Ve eğer kendinize verilen nimetlerin karşılığını öderseniz, sizin için ona razı olur. Hiç bir taşıyıcı, bir başkasının yükünü çekmez. Sonra dönüşünüz yalnızca Rabbinizedir. Böylece yapmış olduklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı iyi bilendir. (Zümer/7) Tabiî ki, bu ilke, kişinin önderlik yapmak, teşvik etmek suretiyle sebep olduğu ama fiilen başkaları tarafından işlenen suçlardaki payını ortadan kaldırmamaktadır. Çünkü “herkesin eserlerinden sorumlu tutulacağı” ilkesi, suça azmettirenlerin ve kötü eser bırakanların da suçu işleyenlerin cezasından ayrıca pay alacaklarını bildirmektedir: 24,25 Ve onlara: “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, onlar, kıyâmet günü, kendi günahlarını tam olarak yüklenmek ve bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yüklenmeleri için, “Öncekilerin efsaneleri” dediler. Dikkat edin, yüklendikleri şey ne kötüdür! (Nahl/25) 12 Şüphesiz ki ölüleri ancak Biz diriltiriz Biz. Onların önceden yapıp gönderdiklerini ve eserlerini de yazarız. Zaten Biz her şeyi bir “apaçık önderde/ Kur’ân'da” sayıp tesbit etmişizdir. (Ya Sin/12) DİNDE KUR’AN DIŞI BİR KAYNAK YARATILMAMASI HAKKINDA TARİHTEN BİR OLAY: İbn Ömer, Rasülullah (as)’ın "Ölü, ehlinin, çoluk çocuğunun ağlaması sebebiyle azâb görür" dediğini rivayet etmiştir. Halbuki Aişe, bu haberin sıhhatini ta'n etmiş, tenkidinin doğruluğuna da, Cenâb-ı Hakk'ın “bir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez" ayetiyle istidlal etmiştir. Çünkü çoluk-çocuğunun ağlaması sebebiyle kişiye azap etmek, kişiyi başkasının suçu sebebiyle sorgulamak olur ki, bu da bu ayetin hükmünün hilafınadır.27 OKUNACAK KİTAP Burada konu edilen kitap, insanın tüm amellerinin kaydedildiği kitaptır. Öyle ki, amellerin kaydından oluşan bu kitap, tıpkı bir uçağın kara kutusu, bir bilgisayarın ana belleği gibi, insanın içinde bir yerinde dürülü, kapalı durumdadır. Ahirette ise bu kitap açılacak, ekrana taşınacak ve kişiye “Oku kendi kitabını! Bugün nefsin [kendi zatın], kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!” (İsra/14) denilecektir. Eğer 27 (Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) 29