2. Esmâ ve
Sıfatlar
• İsim (çoğulu: esmâ): unvan
• Rahîm, Hakîm, Alîm, Kadîr . . .
• Sıfat (çoğulu: sıfât): zâta ait özellikler
• ilim, kudret, irade, rahmet, hikmet, adalet . . .
• Not: Çokluk eki (-lar) almaksızın birden
fazla sıfata atıfta bulunulduğu zaman
«sıfat»ın ikinci hecesi uzatılır / tekil olarak
kullanıldığında ise kısa okunur:
• Sıfât-ı Seb’a (yedi sıfat) / esmâ ve sıfât-ı
İlâhiye
• İlim sıfatı, kudret sıfatı . . .
3. Esmâ ve
Sıfatlar
• Dikkat:
• “Zatî sıfatlar, fiilî sıfatlar, selbî sıfatlar” gibi
tabirler altında yapılan tasnifat sınırlayıcı
değildir.
• Allah’ı sadece bu tasnif metodlarıyla
tanımaya / tanıtmaya çalışmak, eksik ve hattâ
yanlış yönlendirici olma riski taşır.
• Meselâ: hayat, görme, işitme, konuşma, ilim,
irade, kudret sıfatlarına sahip bir kimse zalim
bir sultan da olabilir.
4. Esmâ ve
Sıfatlar
• Bir not daha: Üstad eski metodları bütünüyle
reddetmez; fakat onlara tâbi de olmaz. “Elhak
büyük ve geniş olan o caddeye münhasır
değildir.”
• Bir tek cümlenin şu kısmında geçen
sıfatlardan “ilim” hariç hiçbirisi bu tariflerde
yer almaz:
• . . . rububiyetin en ehemmiyetli bir esası olan
adalet, hikmet ve rahmetinin tecellîleri ve
tahakkukları için koca Cennet ve Cehennemi
ve sırat ve mizan-ı ekberi yaratan bir Hâkim-i
Hakîm ve bir Alîm-i Rahîm . . .
5. Esmâ ve
Sıfatlar
Mesnevî-i Nuriye
(tam tercüme)
Lem’alar
• Nasıl ki kusursuz bir sarayın tezyinatındaki
nakışların mükemmelliği, sarayın sâni’ ve
mühendisi olan zâtın o nakışlar altında saklanan
ve o tezyinat altında hareket eden fiillerindeki
mükemmelliği gösterir.
• Bu fiillerin mükemmelliği de o fâilin isimlerinin
mükemmelliğini gösterir; yani, “O mahir bir
san’atkârdır, bilgili bir mühendistir, hikmetli bir
nakkàştır” der, ve hâkezâ...
• İsimlerin mükemmelliği ise, o isimlerle anılan
zâtın sıfatlarının mükemmelliğini gösterir; yani,
“O ilim ve hikmet sahibidir, san’at ve hendese
erbabıdır” der.
• Sıfatlarının mükemmelliği ise, o mühendisin zâtî
şe’nlerinin mükemmelliğine şehadet eder; yani
“Onun üstün bir kabiliyeti, pek güzel bir istidadı
vardır” der.
6. Dede Efendiyi nasıl tanırız?
• Eserleri: Besteleri
• Ünvanları (isim): musikişinas, bestekâr, müezzinbaşı,
neyzen, hanende, güftekâr, hoca, talebe, mutasavvıf,
dede…
• Sıfatlarına örnek:
• Hayat: böyle birisi yaşamıştır.
• İşitme: anadan doğma sağır birisinin musikiyle bir
işi olamazdı.
• İlim: eserleri başta musiki olmak üzere, bir kısım
alanlarda bilgi sahibi olduğunu gösteriyor. . . .
• Zâtî kabiliyetleri:
• Ayrıca eserlerindeki ustalık, zarafet, mükemmellik gibi
özelliklerden onun birtakım olağanüstü kabiliyetlere ve
son derece zarif ve yüksek bir ruh yapısına sahip
olduğunu anlıyoruz.
7. Esmâ ve
Sıfatlar
Mesnevî-i Nuriye
(tam tercüme)
Lem’alar
• Aynen öyle de, bu hatâsız ve kusursuz kâinatta
görünen şu eserlerin mükemmelliği, bizzat müşahede
etmek derecesinde bir hads ile, arkalarında saklı
fiillerin mükemmelliğine şehadet eder.
• Görünür gibi bilinen bu fiillerin mükemmelliği,
bilbedahe, o fâilin isimlerinin kemâline şehadet eder.
• Bu isimlerin kemâli ise bizzarure sıfatların kemâline
şehadet eder; çünkü isimler sıfatlardan doğmaktadır.
• Sıfatların kemâli ise, kat’î bir şekilde, zâtî şe’nlerin
kemâlini ortaya çıkarır ki, bunlar da kudsî sıfatların
mebdeidir.
• Şe’nlerin kemâli de, hakkalyakîn ile, her türlü
kusurdan münezzeh olan Cenâb-ı Hakka lâyık bir
şekilde, zâtın kemâline şehadet eder:
• Öyle bir kemal ki, kâinatta kemal ve cemal namına ne
varsa, hepsi, o Azîz-i Zülkemâlin kemâline ve o Celîl-i
Zülcemâlin cemâline nisbetle bir zayıf gölgeden başka
birşey değildir.
8. Sıfatlar
Celâl ve Cemal
âlemleri
• Cenâb-ı Hakkın sıfât-ı ezeliye âleminde biri
celâlî, diğeri cemalî, iki türlü tecellîsi vardır.
• Celâl ile cemâlin sıfât-ı ef'al âleminde
tecellîsinden lütuf ve kahır, hüsün ve heybet
tezahür eder.
• Ef'al âlemine tecellî edince, tahliye هَيِلْحَت ile
tahliye هَيِلْخَت tezyin ile tenzih doğar.
• Âsâr ve a'mâl âleminden âlem-i âhirete intıba'
edince, lütuf Cennet ve nur olarak, kahır da
Cehennem ve nar olarak tecellî eder. . . .
9. Sıfatlar
Celâl ve Cemal
âlemleri
• Sonra âlem-i zikre in'ikâs edince, biri hamd,
diğeri tesbih olmak üzere iki kısma ayrılır.
• Sonra âlem-i kelâmda tecellî edince, kelâmın
emir ve nehye taksimine sebep olur. Sonra
âlem-i irşada intikal edince, irşadı tergib ve
terhib, tebşir ve inzara taksim eder.
• Sonra vicdana tecellî edince, reca ve havf
husule gelir.
10. TECELLÎ MAHALLİ CEMALÎ TECELLÎLER CELÂLÎ TECELLÎLER
Sıfât-ı ef’âl âlemi Hüsün
Lütuf
Heybet
Kahr
Ef’âl âlemi Tezyin
تحليه
Tenzih
تخليه
Âsâr âleminden
âlem-i uhrevî
Lütuf = Cennet ve
nur
Kahr = Cehennem
ve nar
Âlem-i zikr Zikir = Hamd Zikir = Tesbih
Âlem-i kelâm Kelâm = Nehiy Kelâm = Nehiy
Âlem-i irşad İrşad = Tergib ve
tebşir
İrşad = Terhîb ve
inzar
Vicdan Reca Havf
Sıfatlar
Celâl ve Cemal
âlemleri
İşârâtü’l-İ’câz
11. Aynı
hikmet
farklı
tecellîler
• İsimler (meselâ Hakîm ismi) çeşitli yerlerde farklı
şekilde tecellî eder; ancak bütün bu tecellîlerin hepsi
de sonsuz olan hikmet sıfatını gösterir.
• Güzel bir çiçeğin dakik programını küçücük bir
tohumunda derc etmek, büyük bir ağacın sahife-i
a'mâlini, tarihçe-i hayatını, fihriste-i cihâzâtını küçücük
bir çekirdekte mânevî kader kalemiyle yazmak,
nihayetsiz bir hikmet kalemi işlediğini gösterir.
• 10. Söz | 3. Hakikat
• Nur şakirtleri madem mahpuslara teselli vermek ve
yüzde doksanını namaz kıldırmak hikmetiyle üç defa
hapse girdiler.
• 2. Emirdağ Lâhikası | 46. Mektup
12. Aynı
hikmet
farklı
tecellîler
• Esbab-ı zahiriyenin diğer bir hikmeti şudur ki:
Haksız şekvâları ve bâtıl itirazları Âdil-i Mutlaka
tevcih etmemek için, o şekvâlara, o itirazlara
hedef olacak esbab vaz edilmiştir. Çünkü kusur
onlardan çıkıyor ve onların kabiliyetsizliğinden
ileri geliyor.
• 22. Söz | 2. Makam | 1. Lem’a
• İnâyet-i İlâhiye, ihtiyarlığıma merhameten,
kuvvetli ve gizli düşmanı bulunmayan gençliğime
mahsus olan mağaralarımı, hapishanenin tecrid-i
münferit menzillerine çevirmesinde üç hikmet ve
hizmet-i Nuriyeye üç ehemmiyetli faydası var.
• 26. Lem’a | 16. Rica
13. Büyük ve
küçük
âlemlerde
ADALET
2. Şua | 3. Makam |
2. Alâmet ve Hüccet
• Hem sen gel, bu intizam ve nezafet içindeki bu
mizanın kemâl-i adaletine bak ki, bin derece
büyütmekle ancak görülebilen küçücük ve
incecik mahlûkları ve huveynâtı ve bin defa
küre-i arzdan büyük olan yıldızları ve güneşleri,
o mizanın ve o terazinin vezniyle ve ölçüsüyle tartılır
ve onlara lâzım olan herşeyleri noksansız verilir. Ve
o küçücük mahlûklar, o fevkalâde büyük
masnularla beraber, o mizan-ı adalet karşısında
omuz omuzadırlar. Halbuki, o büyüklerden
öyleleri var ki, eğer bir saniye kadar muvazenesini
kaybetse, muvazene-i âlemi bozacak ve bir kıyameti
koparacak kadar bir tesir yapabilir.
14. Dört temel kuvvet Şiddeti Tesir mesafesi (cm)
Güçlü nükleer kuvvet 1 10-15
Zayıf nükleer kuvvet 10-5 10-18
Elektromanyetik k. 10-2 Sonsuz
Çekim kuvveti 10-41 Sonsuz
16. . . . kemâlin ziyası
şuûn ve sıfât
ve esmâ ve
ef'al ve âsâr
perdelerinden
geçtiği halde,
şu kâinatta yine
bu kadar hüsnü
ve cemâli ve
kemâli
göstermiş.
32. Söz | 2. Mevkıf | 3. Maksat |
3. Remiz | 2. Hüccet
17. . . . o fiilleri takyid ve
tahdit eden, yalnız hikmet
ve iradedir ve mazharların
kàbiliyetleridir.
7. Şua | 2. Bab | 4. Hakikat | 2.
Hakikat
18. Cüz’î
tecelliden
küllî
tecellîye
intikal
• Beşerin zihni ve fikri, Cenâb-ı Hakkın
azametine bir mikyas, kemâlâtına bir mizan,
evsafının muhakemesine bir vasıta bulmak
vüs'atinde değildir; ancak cemi'
masnuatından ve mecmu-u âsârından ve
bütün ef'âlinden tahassul ve tecellî eden bir
vecihle bakılabilir. Evet, zerre mir'at olur, fakat
mikyas olamaz.
• İşârâtü’l-İ’câz | 7. âyetin tefsiri | İkinci Bir
Mukaddime | Beşincisi
19. Cüz’î
tecelliden
küllî
tecellîye
intikal
• Rabbin balarısına vahyetti: “Dağlardan,
ağaçlardan, insanların kurduğu kovanlardan
kendine evler edin.
• “Sonra her türlü üründen ye de, Rabbinin
sana müyesser kıldığı yollara çık.”
Karınlarından çeşitli renklerde bir şerbet
çıkar ki, onda insanlar için şifa bulunur.
Düşünen bir topluluk için bunda bir âyet
vardır.
• Nahl, 16:68-69
20. Cüz’î
tecelliden
küllî
tecellîye
intikal
• Kâinatta tasarrufları görünen ef’âl-i Rabbaniyenin
ıtlak ve ihata ve nihayetsiz bir surette
zuhurlarıdır. Ve o fiilleri takyid ve tahdid eden,
yalnız hikmet ve iradedir ve mazharların
kabiliyetleridir. Ve serseri tesadüf ve şuursuz
tabiat ve kör kuvvet ve camid esbab ve kayıdsız
ve her yere dağılan ve karıştıran unsurlar, o gayet
mizanlı ve hikmetli ve basîrane ve hayatdarane
ve muntazam ve muhkem olan fiillere
karışamazlar, belki Fâil-i Zülcelâlin emriyle ve
iradesiyle ve kuvvetiyle zahirî bir perde-i kudret
olarak istimal olunuyorlar. . . .
21. Cüz’î
tecelliden
küllî
tecellîye
intikal
7. Şua | 2. Bab
• . . . Balarısı fıtratça ve vazifece öyle bir mu'cize-i kudrettir ki,
koca Sure-i Nahl, onun ismiyle tesmiye edilmiş. Çünkü o
küçücük bal makinesinin zerrecik başında onun ehemmiyetli
vazifesinin mükemmel programını yazmak ve küçücük karnında
taamların en tatlısını koymak ve pişirmek ve süngücüğünde
zîhayat âzâları tahrip etmek ve öldürmek hâsiyetinde bulunan
zehiri o uzuvcuğuna ve cismine zarar vermeden yerleştirmek,
nihayet dikkat ve ilimle ve gayet hikmet ve irade ile ve tam bir
intizam ve muvazene ile olduğundan, şuursuz, intizamsız,
mizansız olan tabiat ve tesadüf gibi şeyler elbette müdahale
edemezler ve karışamazlar.
• İşte bu üç cihetle mucizeli bu san'at-ı İlâhiyenin ve bu fiil-i
Rabbanînin bütün zemin yüzünde hadsiz arılarda, aynı
hikmetle, aynı dikkatle, aynı mizanda, aynı anda, aynı tarzda
zuhuru ve ihatası, bedahetle vahdeti ispat eder.
22. Cüz’î
tecelliden
küllî
tecellîye
intikal
• Allah’ın kendisine verdiği hükümranlıkla şımarıp
da İbrahim ile Rabbi hakkında tartışmaya giren
kimseyi görmedin mi? İbrahim “Benim Rabbim
dirilten ve öldürendir” dediği zaman, o “Ben de
diriltir ve öldürürüm” demişti. İbrahim ise
“Benim Rabbim güneşi doğudan getirir; haydi,
sen de onu batıdan getir” dedi ve o kâfir donup
kaldı. Zaten Allah öyle zalimler güruhuna yol
göstermez.
• Bakara, 2:259
23. Cüz’î
tecelliden
küllî
tecellîye
intikal
• Hazret-i İbrahim aleyhisselâmın Nemrut'a
karşı imâte ve ihyâda güneşin tulû ve
gurubuna intikali, cüz'î imâte ve ihyâdan küllî
imâte ve ihyâya intikaldir ve bir terakkidir; o
delilin en parlak ve en geniş dairesini
göstermektir. Yoksa, bir kısım ehl-i tefsirin
dedikleri gibi hafî delili bırakıp zâhir delile
çıkmak değildir.
• 20. Mektup | 2. Makam | 8. Kelime
24. KEREM KAPISINDAN BAKIŞ
PROBLEM:
BİR DAHA
DÖNMEMEK
ÜZERE
ZEVAL
Çeşitli seviyelerde
küllî KEREM
tecellîleri: Sonsuz
ihtimaller arasında
her defasında en
mükemmel takdir
En zayıf, en âcizden tut, tâ en kavîye
kadar her canlıya lâyık rızık veriliyor.
En zayıf, en âcize en iyi rızık veriliyor.
Her dertliye ummadığı yerden derman
yetiştiriliyor.
Kerem SIFATINA
çıkış / sıfatın
sonsuzluğu
Öyle ulvî bir keremle ziyafetler, ikramlar
olunuyor ki, nihayetsiz bir kerem eli,
içinde işlediğini bedaheten gösteriyor.
Sonsuz sıfatın
gereği
Nihayetsiz kerem, nihayetsiz ikram ister.
25. PROBLEM:
BİR DAHA
DÖNMEMEK
ÜZERE
ZEVAL
Çeşitli
seviyelerde küllî
RAHMET
tecellîleri:
Sonsuz ihtimaller
arasında her
defasında en
mükemmel takdir
/ sıfatın
sonsuzluğu
Gerek nebatî ve gerek hayvanî
ve gerek insanî bütün validelerin
o rahîm şefkatleriyle ve süt gibi
o lâtif gıda ile o âciz ve zayıf
yavruların terbiyesi, ne kadar
geniş bir rahmetin cilvesi işlediği
bedaheten anlaşılır.
Sonsuz sıfatın
gereği
Nihayetsiz rahmet, kendine lâyık
ihsan ister.
RAHMET KAPISINDAN BAKIŞ
26. PROBLEM:
BİR DAHA
DÖNMEMEK
ÜZERE
ZEVAL
Çeşitli
seviyelerde küllî
CELÂL VE İZZET
tecellîleri:
Sonsuz ihtimaller
arasında her
defasında en
mükemmel takdir
/ sıfatın
sonsuzluğu
İnsan ve bazı canavarlardan başka,
güneş ve ay ve arzdan tut, ta en küçük
mahlûka kadar herşey kemal-i
dikkatle vazifesine çalışması, zerrece
haddinden tecavüz etmemesi, bir
azîm heybet tahtında umumî bir itaat
bulunması, büyük bir celâl ve izzet
sahibinin emriyle hareket ettiklerini
gösteriyor.
Sonsuz sıfatın
gereği
Nihayetsiz celâl ve izzet, edepsizlerin
tedibini ister.
CELÂL VE İZZET KAPISINDAN BAKIŞ
27. PROBLEM:
BİR DAHA
DÖNMEMEK
ÜZERE
ZEVAL
Çeşitli
seviyelerde küllî
ADALET
tecellîleri:
Sonsuz ihtimaller
arasında her
defasında en
mükemmel takdir
/ sıfatın
sonsuzluğu
Hem adalet ve mizanla iş görüldüğüne
burhan mı istersin? Herşeye hassas
mizanlarla, mahsus ölçülerle vücut
vermek, suret giydirmek, yerli yerine
koymak, nihayetsiz bir adalet ve
mizan ile iş görüldüğünü gösterir.
Hem her hak sahibine istidadı
nisbetinde hakkını vermek, yani
vücudunun bütün levâzımâtını,
bekàsının bütün cihâzâtını en münasip
bir tarzda vermek, nihayetsiz bir
adalet elini gösterir. . . .
ADALET KAPISINDAN BAKIŞ
28. PROBLEM:
BİR DAHA
DÖNMEMEK
ÜZERE
ZEVAL
Çeşitli
seviyelerde küllî
RAHMET
tecellîleri:
Hem istidat lisanıyla, ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla,
ıztırar lisanıyla sual edilen ve istenilen
herşeye daimî cevap vermek, nihayet
derecede bir adl ve hikmeti gösteriyor.
Sonsuz sıfatın
gereği
Şimdi, hiç mümkün müdür ki, böyle en küçük
bir mahlûkun en küçük bir hâcetinin imdadına
koşan bir adalet ve hikmet, insan gibi en
büyük bir mahlûkun bekà gibi en büyük bir
hacetini mühmel bıraksın? En büyük
istimdadını ve en büyük sualini cevapsız
bıraksın? Rububiyetin haşmetini, ibâdının
hukukunu muhafaza etmekle, muhafaza
etmesin?
ADALET KAPISINDAN BAKIŞ
29. 10. Sözün
metodu
Barla Lâhikası
247. Mektup
• O zât demiş ki: "Onuncu Sözün Hakikatleri
münkirlere karşı değil. Çünkü sıfât ve esmâ-i
İlâhiyeye binâ edilmiş." Abdülmecid
cevabında diyor ki: "Münkirleri Hakikatlerden
evvelki dört İşaretle imana getirmiş, ikrar
ettirmiş. Sonra Hakikatleri dinlettiriyor"
meâlinde cevap vermiş. Hakikî cevabı şudur
ki:
• Her bir Hakikat, üç şeyi birden ispat ediyor:
Hem Vâcibü'l-Vücudun vücudunu, hem esmâ
ve sıfâtını; sonra haşri onlara bina edip, ispat
ediyor. En muannid münkirden, tâ en hâlis bir
mü'mine kadar herkes, her Hakikatten
hissesini alabilir. Çünkü, Hakikatlerde,
mevcudata, âsâra nazarı çeviriyor. Der ki: . . .
30. 10. Sözün
metodu
Barla Lâhikası
247. Mektup
• Bunlarda muntazam ef'al var. Muntazam fiil
ise fâilsiz olmaz. Öyleyse bir fâili var. İntizam
ve mizanla o fâil iş gördüğü için, hakîm ve âdil
olmak lâzım gelir. Madem hakîmdir; abes
işleri yapmaz. Madem adaletle iş görüyor;
hukukları zayi etmez. Öyle ise bir mecma-ı
ekber, bir mahkeme-i kübrâ olacak.
• İşte Hakikatler, bu tarzda işe girişmişler.
Mücmel olduğu için, üç dâvâyı birden ispat
ediyorlar. Sathî nazar fark edemiyor.
31. Esmâ ve
Sıfatlar
• Bir hatırlatma
• Bu mantık yürütmeler felsefî bir tartışma gibi
algılanmamalıdır.
• Yaşanan hayatın içinden alınan misaller,
yaşanan bir imana dönüşmek ve eserini
yaşanan hayatta göstermek ister.
• Hayatta eserini güçlü bir şekilde göstermeyen
bir imana “tahkikî iman” demek mümkün
değildir.
• Bu sebepten, âhiretin varlığını bin bir delille
ispat ettikten sonra, insanın âhiret ile
ilişkisinde de bir gelişme görülmelidir; yoksa,
âhiretten habersiz gibi yaşamak için bu kadar
okumalara ihtiyaç yoktur.