SlideShare a Scribd company logo
1 of 16
81 NAZİAT SURESİ
GİRİŞ:
Naziat suresi Mekke’de 81. sırada inmiştir. Adını birinci ayetteki “ ‫نازعات‬ّ‫ا‬‫ال‬en-
Naziat” sözcüğünden almıştır.
Kur’an’ı tanıtarak başlayan surede tevhid, elçilik, öldükten sonra dirilme ve
hesap gibi inanç esasları üzerinde durulmaktadır. Ahiret inancı ile ilgili olarak önce
kıyametin dehşeti tasvir edilmekte, ardından da takva sahiplerinin ve suçluların
varacakları yerler bildirilmektedir. Ayrıca Rabbimizin evrendeki bir takım
ayetleriyle ahiretin gerçekliğine işaret edilmektedir.
Naziat suresi içeriği bakımından Nebe’ suresinin devamı ve biraz daha açılımı
mahiyetindedir.
Surede ayrıca geçmişten örnek verilerek iktidarını zorbalık ve taşkınlıkla
sürdüren ve toplumuna ilahlık iddiasında bulunan Firavun ve politikasına
değinilmekte, bu örnek üzerinden de Mekke halkına azgınlıkları ve Resulullah’a
karşı takındıkları inatçı tavırları yüzünden zorba Firavun gibi helak edilecekleri
mesajı verilmektedir.
Not: Surenin ayetlerinin elimizde mevcut, halife Osman döneminde
oluşturulan mushaftaki dizilişinde bir takım teknik ve semantik sorunlar vardır. Bu
nedenle biz imkânlarımız ölçüsünde teknik kurallara ve anlamsal kurallara göre
yeni bir dizim yapmış bulunuyoruz.
1
MEAL:
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
1-5
Evrendeki çekim kuvveti, evrendeki itme kuvveti,
yıldızlar; galaksiler; güneş, ay ve bunların kendi eksenlerinde ve bağlı
olduğu yıldız çevresindeki yörüngelerde yüzmesi, bu sayede gece, gündüz ve
diğer yaşam koşullarının, med-cezirin, gece-gündüzün, mevsimlerin oluşması,
tüm canlı türlerinin ve bitkilerin yaşam koşullarının ayarlanması kanıttır
ki
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için sürekli sıkıntı,
bunalım ve vicdan azabı vesilesi olan,
mü’minlere hem kolay, hem de kolaylaştıran, onlara müjdeler veren,
onların mutlu olmalarını sağlayan,
elden ele, dilden dile, gönülden gönüle dolaşıp duran, hep öne geçen,
önemseten ve kişisel ve sosyal tüm işleri ayarlayan, her işe ait emirlerinin,
yasaklarının olması; ilkeler koyan Kur’ân âyetleri kanıttır ki,
26
şüphesiz bunda; “o gün, kişinin iki gücünün/mal ve çevresinin ne takdim
ettiğine bakıp/yaptıklarıyla yüz yüze gelip ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve
rabliğini bilerek reddeden kişinin, ‘Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım’
demesinde”, saygıyla, sevgiyle bilgiyle ürperti duyacak kimseler için bir ibret
vardır.
10,11
Onlar, “Biz tekrar eski hâlimize mi döndürülecekmişiz? Biz, çürümüş
kemikler olduktan sonra mı” diyorlar.
12
Dediler ki: “Öyleyse bu çok zararlı bir dönüştür.”
27-33
Oluşturuluşça siz mi daha çetinsiniz yoksa gök mü? Göğü, Allah yaptı;
boyunu yükseltti, sonra da onu düzene koydu, gecesini kararttı ve ışığın
parlaklığını çıkarttı. Ve ondan sonra, sizin ve hayvanlarınız için bir
yararlanma olmak üzere yeryüzünü döşedi/ yeryüzünden suyunu ve otlağını
çıkardı, dağları da demirledi/sağlam bir şekilde yerleştirdi.
6
O gün, sarsan sarsacak.
7
Onu ikinci bir sarsıntı izleyecek.
8
Yürekler o gün titreyerek çarpar.
9
Onların gözleri saygılıdır.
13
İşte o, bir tek haykırıştır.
14
Bir de bakmışsın onlar meydandadır.
34
Artık o en büyük felaket geldiği vakit,
35
O gün, insan ne yaptığını iyice anlayacak.
36
Gören kimseler için cehennem apaçık gösterilecek.
37-39
Artık her azmış ve dünya hayatını tercih etmiş kimseye gelince, işte
şüphesiz cahîm/cehennem, varılacak yerin ta kendisidir.
2
40,41
Rabbinin makamından korkan ve kendini boş-iğreti arzudan meneden
kimseye gelince; artık, hiç şüphesiz cennet, barınağın ta kendisidir.
42
Sana o kıyâmetin kopuş zamanından soruyorlar; onun demir atması ne
zaman?
43
Onun anılmasından sende ne var ki?
44
Onun sonucu sadece senin Rabbine aittir.
45
Sen, ancak kıyâmetin kopuş zamanına, saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti
duyan kişilerin uyarıcısısın.
46
Sonra onlar onu görecekleri gün, dünyada bir akşam veya kuşluğundan
başka durmamış gibidirler.
15
Mûsâ'nın haberi sana geldi mi?
16,17
Hani, Rabbi ona mukaddes Tuvâ vadisinde/iki kez temizlenmiş vadide
seslenmişti: “ Firavun'a git! Şüphesiz o azdı.”
18,19
Sonra de ki: “Arınmaya var mısın? Ve de seni Rabbine kılavuzlayayım
da O'na saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyasın!”
20
Sonra da Mûsâ, Firavun'a o en büyük alâmeti/göstergeyi gösterdi.
21-24
Sonra da Firavun, yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü.
Sonra toplayıp seslendi de: “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi.
25
Allah da, dünya ve âhiret azabıyla yakalayıverdi.
TAHLİL:
1-5
Evrendeki çekim kuvveti, evrendeki itme kuvveti,
yıldızlar; galaksiler; güneş, ay ve bunların kendi eksenlerinde ve bağlı
olduğu yıldız çevresindeki yörüngelerde yüzmesi, bu sayede gece, gündüz ve
diğer yaşam koşullarının, med-cezirin, gece-gündüzün, mevsimlerin oluşması,
tüm canlı türlerinin ve bitkilerin yaşam koşullarının ayarlanması kanıttır
ki
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için sürekli sıkıntı,
bunalım ve vicdan azabı vesilesi olan,
mü’minlere hem kolay, hem de kolaylaştıran, onlara müjdeler veren,
onların mutlu olmalarını sağlayan,
elden ele, dilden dile, gönülden gönüle dolaşıp duran, hep öne geçen,
önemseten ve kişisel ve sosyal tüm işleri ayarlayan, her işe ait emirlerinin,
yasaklarının olması; ilkeler koyan Kur’ân âyetleri kanıttır ki,
26
şüphesiz bunda; “o gün, kişinin iki gücünün/mal ve çevresinin ne takdim
ettiğine bakıp/yaptıklarıyla yüz yüze gelip ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve
rabliğini bilerek reddeden kişinin, ‘Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım’
demesinde”, saygıyla, sevgiyle bilgiyle ürperti duyacak kimseler için bir ibret
vardır.
3
Bu pasajın ilk ayetlerinde, özellikleri sayılan bir varlığa kasem edilmiş ve “O
gün, kişinin iki elinin[iki gücünün; mal ve çevresi] ne takdim ettiğine bakıp
[yaptıklarıyla yüz yüze gelip] ve kâfirin ‘Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım!’
demesinde haşyet duyacak kimseler için” bir takım ibretler olduğu vurgulanmıştır.
Ne var ki, kasem edilen bu hususlar ilim ehli tarafından hassasiyetle tahlil
edilmesi gerekirken, bu yapılamamıştır. Şöyle ki: Çözüm için gayret gerektiren bir
durum ortaya çıktığında nasıl mesele “alt komisyona havale” ediliyorsa, emek
verilmeden anlaşılmayacak bu hususlar da “melekler”e yorumlanarak işin içinden
çıkılmaya çalışılmıştır. Klasik anlayışta bunun yüzlerce örneğini görmek
mümkündür. Mesela bu ayetlerde kasem edilenler melekler olarak yorumlanmış ve
kasemin cevabı da mahzuf kabul edilmiştir. Tahlilimize başlamadan önce, sonraki
kuşaklara da kaynaklık eden bu görüşleri naklediyoruz:
"Söküp çıkaranlar", kâfirlerin ruhlarını şiddetle söküp çıkaran meleklerdir. Bu açıklamayı Ali
(r.a) yapmıştır. İbn Mesud, İbn Abbas, Mesruk ve Mücahid de böyle demişlerdir: “Bunlar
Âdemoğullarının canlarını şiddetle söküp çıkartan meleklerdir.”
İbn Mesud dedi ki: Bu buyrukla kâfirlerin canlarını kastetmektedir. Ölüm meleği,
cesetlerinden her bir kılın altından, tırnakların altından, ayakların dibinden tıpkı bir demir çubuğun
nemli yünden çekilip çıkartılması gibi, kâfirlerin canlarını cesetlerinden öylece çıkartır. Sonra bunu
tekrar sokar, yani o canları bedenlerine geri döndürür, sonra tekrar söküp çıkarır. İşte kâfirlere
yapacağı uygulama böyle olacaktır. İbn Abbas da böyle açıklamıştır.
es-Süddî dedi ki: "Andolsun ... söküp çıkaranlara!” buyruğu ile kastedilen, göğüslerde
boğulma zamanındaki canlar, yani "nefisler"dir. Mücahid: Maksat canların çıkmasını sağlayan
ölümdür.
el-Hasen ve Katade: Bunlar bir ufuktan öbür ufka giden yıldızlardır. Bu da Arapların “Ona
gitti" tabirlerinden yahut da “Atlar koştu" ifadelerinden alınmıştır. “Şiddetle” lafzı da “batar,
kaybolur ve bir ufuktan öbür ufka gidip doğar” demektir, Ebu Ubeyde, İbn Keysan ve el-Ahfeş de
böyle açıklamıştır.
"Söküp, çıkaranlar"ın ok atan yaylar olduğu da söylenmiştir ki, bu açıklamayı Ata ve İkrime
yapmıştır. "Şiddetlice" ise “batırarak [yerleştirerek]” anlamındadır. Okun yayda batırılması ise
alabildiğine geriye doğru demir ucuna ulaşıncaya kadar gerilmesi demektir. “[Oku] yayda batırdı"
tabiri, onu “gerebildiği kadar gerdi” anlamındadır. Bu da yayın, okun yerleştirildiği kısmının okun
ucuna kadar ulaşması ile olur. (Aynı kökten gelen) "istiğrak" da, “bir şeyi tam anlamıyla kapatmak
ve kuşatmak” demektir. Yumurtanın içerideki zarına da -aynı kökten gelmek üzere- ğırgıyün
‫غرقىء‬ denilir.1
Ebu Ubeyde ve Ata şöyle demişlerdir: "Yumuşaklıkla çıkaranlar", bir beldeden diğerine gecen
yabani hayvanlar demektir. Nitekim kederler de insanları bir beldeden diğerine alıp götürür. Daha
sonra da Himyân'ın az önce geçen beytini zikretmektedir.
"Şiddetle söküp çıkaranlar" buyruğunun kâfirler; "yumuşaklıkla çıkaranlar" buyruğunun de
müminler hakkında olduğu da söylenmiştir. Yani melekler müminin ruhunu yumuşak bir şekilde alır.
"Nez'" şiddetle, "neşt" de yumuşaklıkla çekmek demektir.
Her ikisinin de kâfirler hakkında olduğu ve bunlardan sonraki iki âyetin dünyadan ayrılış
halinde müminler hakkında olduğu da söylenmiştir.
"Dalıp yüzenlere" buyruğu hakkında Ali (r.a) dedi ki: Bunlar, müminlerin canlarını alıp yüzen
meleklerdir. el-Kelbî dedi ki: Bunlar, kimi zaman suya gömülen, kimi zaman üstüne çıkan yüzücü
kimse gibi müminlerin canlarını alan meleklerdir. Onların canlarını kolay bir şekilde ve
incitmeksizin usul usul çekerler. Sonra dinleninceye kadar onu bırakırlar.
Mücahid ve Ebu Salih dedi ki: Bunlar, Yüce Allah'ın emrini çabucak yerine getirmek için
semadan inen meleklerdir. Nitekim hızlıca yürüyen asil ata, çabucak ve hızlıca koşacak olursa "sâbih
[yüzücü]" denilir. Yine Mücahid'den şöyle dediği nakledilmiştir: Melekler inişlerinde ve
yükselişlerinde yüzerler. Yine ondan nakledildiğine göre, "yüzenler" Âdemoğullarının ruhlarında yü-
zen ölümdür. Bunların, gazilerin atları olduğu da söylenmiştir.
……
Katade ve el-Hasen: Bunlar yörüngelerinde yüzen yıldızlar demektir, demiştir. Güneş ve Ay da
1
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
4
böyledir. Yüce Allah da şöyle buyurmuştur: "Hepsi de birer yörüngede yüzerler" (Yâsîn/40)
Mukatil: Müminlerin canlarını alelacele cennete ulaştıran meleklerdir, demiştir. İbn Mesud da
şöyle demiştir: Bunlar, kendi ruhlarını kabzeden melekleri gördüklerinde, karşılaştıkları sevindirici
haller sebebiyle Yüce Allah'a ve Onun rahmetine kavuşmak şevki ile meleklere hızlıca koşuşan
müminlerin canlarıdır. Benzer bir açıklama er-Rabi'den nakledilmiştir. O şöyle demiştir: Ölüm
halinde çıkmakta acele eden canlardır.
……
el-Maverdî dedi ki: Bu hususta iki görüş vardır. Birincisine göre, bunlar meleklerdir. Bu
cumhurun [büyük çoğunluğun] görüşüdür. İkinci görüşe göre, bunlar yedi gezegendir. Bu görüşü de
Halid b. Ma'dân. Muâz b. Cebel'den nakletmektedir. Gezegenlerin işleri[nin] yürüt[ül]mesi [tedbiri]
de iki şekilde açıklanmıştır. Bu açıklamanın birincisine göre, bunların doğuş ve batışlarının
düzenlenmesidir. İkinci görüşe göre, bunların tedbiri, Yüce Allah'ın onlar hakkında hükmettiği
hallerin değişmesi demektir.
Yine el-Kuşeyrî de bu görüşü Tefsir'inde nakletmiş ve Yüce Allah'ın, âlemin işlerinin
yürütülmesiyle ilgili pek çok hususu yıldızların hareketlerine bağlı olarak gerçekleştirdiğini, bundan
dolayı işlerin yürütülmesi [tedbiri] Allah'tan olsa bile, tedbir yıldızlara izafe edilmiştir. Tıpkı bir
şeyin kendisine yakın olan bir diğer şeyin adı ile adlandırılması gibi.
“İşleri yürütenler”den maksadın melekler olduğu görüşüne göre, onların işleri yürütmesi, helal
ve haram hükümleri ile bunlara dair açıklayıcı hükümleri indirmeleridir. Bu açıklamayı İbn Abbas,
Katade ve başkaları yapmıştır. Bu da, esası itibariyle Yüce Allah'a ait bir iştir; fakat bu emirleri
indirenler melekler olduğundan dolayı bu iş onlara izafe edilmiş bulunmaktadır. Nitekim Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Onu Ruhu'l-emin indirdi." (Şuarâ/193) Bir başka yerde de şöyle
buyurmaktadır: "Muhakkak ki o, onu Allah'ın izniyle kalbine ... indirmiştir." (Bakara/97) Bununla
Cebrail (a.s)'ı, Muhammed (sav)'in kalbine indirdiği kastedilmektedir. Onu indiren ise Yüce Allah'tır.
…………….
Yeminin cevabı hazfedilmiştir. Sanki Yüce Allah, şöyle buyurmuş gibidir: “And olsun şiddetle
söküp çıkaranlara, şuna ve şuna ki, siz mutlaka öldükten sonra diriltilecek ve hesaba
çekileceksinizdir.” Bunun [yeminin cevabının] hazfedilmesinin sebebi ise, dinleyenlerin manayı
bilmeleridir. Bu açıklamayı el-Ferrâ yapmıştır. Buna da Yüce Allah'ın: "Çürümüş, dağılmış kemikler
olduktan sonra mı" buyruğu delil teşkil etmektedir. Bunun onların: “Çürümüş, dağılmış kemikler
olduktan sonra mı diriltileceğiz?” sözlerine bir cevap gibi olduğu görünmüyor mu? Bundan dolayı
Yüce Allah "çürümüş, dağılmış kemikler olduktan sonra mı?" diye buyurmakla yetinmiştir.
Kimileri de şöyle demiştir: Yemin, Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki bunda korkan kimseler için
elbette bir ibret vardır." (Naziat/26) buyruğu için yapılmıştır. Tirmizi b. Ali'nin tercih ettiği görüş
budur. Yani “Benim anlatmış olduğum kıyamet günü ve Musa ve Firavun'un kıssasında "korkan
kimseler için elbette bir ibret vardır" demektir.
Fakat İbnu'l-Enbârî'nin söylediklerine göre yeminin sûrede açık ve görünür bir şekilde anılmış
bir hususa yapılması, daha önce kendisinden söz edilmemiş bir şeye yapılmasından daha uygundur.
Çünkü bu, çirkin bir şekil olur, zira her ikisi arasında geçen ifadeler oldukça uzamış bulunmaktadır.
Yeminin cevabının: "Musa'nın haberi geldi mi sana" (Naziat/15) buyruğu olduğu da
söylenmiştir. Çünkü: “... gelmiş bulunmaktadır” demektir. "O gün sarsan sarsacak" buyruğunun:
“Elbette ki o gün sarsacak” takdiri ile cevabı teşkil ettiği ve "lâm" harfinin hazfedildiği de
söylenmiştir.
Bir diğer açıklamaya göre, buyruklarda takdim ve tehir vardır. İfade: “O gün sarsan sarsacak,
arkasından onu Râdife izleyecek. Andolsun şiddetle söküp çıkaranlara...” takdirindedir.2
Abdullah İbn Mes'ûd, Abdullah İbn Abbâs, Mesrûk, Saîd b. Cübeyr, Ebu Salih, Ebu Duhâ,
Süddî: «Boğulmuş olanı söküp alanlara andolsun!» kavli ile meleklerin kastedildiğini söylerler.
Yani melekler Ademoğullarının ruhlarını çekip aldıkları zaman, bir kısmı katı ve sert olarak ruhu
kabzeder ve bunu söküp çıkarmak için çalışır. Bir kısmı da insanoğlunun ruhunu kolaylıkla alır.
Sanki bir ip düğümünü çözüyormuş gibi. İşte Allah Teâlâ'nm müteakiben buyurduğu: «Canları
kolaylıkla alanlara» kavlinden maksat budur. İbn Abbas böyle der. Bir başka rivayette de İbn Abbâs
der ki: «Söküp alanlar»dan maksat, kâfirlerin nefisleridir. Bunlar sökülüp alınır, sonra cehennem
ateşine daldırılırlar. İbn Ebî Hatim böyle rivayet eder. Mücâhid der ki: «Boğulmuş olanı söküp
alanlar» kavlinden maksat, ölümdür. Hasan, Katâde ise: «Boğulmuş olanları söküp alanlara
andolsun. Canları kolaylıkla alanlara da…» kavli ile yıldızlar kastedilmiştir. Atâ İbn Ebî Rebân der
ki: “Söküp alanlar” ile “Kolaylıkla alanlar” kavlinden maksat, savaşa kuvvetle katılanlardır. En
sahîh görüş birincisidir ve müfessirlerin ekseriyeti bu görüşü benimsemişlerdir. «Yüzüp yüzüp
2
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
5
gidenlere…» kavline gelince: Abdullah İbn Mes'ûd, bunların melekler olduğunu söyler. Hz. Ali,
Mücâhid, Saîd İbn Cübeyr ve Ebu Sâlih'den de buna benzer bir ifâde nakledilmiştir. Mücâhid ise
«Yüzüp yüzüp gidenlere» kavli ile ölüm kastedilmiştir derken, Katâde: “Bunlarla yıldızlar
kastedilmiştir” der. Atâ İbn Ebî Rebâh ise; bununla diriler kastedilmiştir, der. «Yarıştıkça
yarışanlara…» Ali, Mesrûk, Mücâhid, Ebu Salih ve Hasan el-Basrî'den rivayet edilir ki; bununla
melekler kastedilmiştir. Hasan ise; “iman yarışına katılıp tasdike koşanlar” anlamını vermiştir.
Mücâhid ölüm anlamını verirken, Katâde yıldızlar mânâsını verir. Atâ ise bununla Allah yoluna
koşulan atlar kastedilmiştir, der. «Ve işleri yönetenlere…» Ali, Mücâhid, Atâ, Ebu Salih, Hasan,
Katâde, Rebî' İbn Enes ve Süddî “Bunlar meleklerdir” derler. Hasan'ın ek bilgisinde ise şu ifâdeler
yer alır: Melekler emri gökten yeryüzüne yöneltirler. Bu konuda ihtilâf yoktur. Ancak İbn Cerîr
kesin olarak neyin kastedildiğini belirtmemiştir. Onun nakline göre: «Ve işleri yönetenlere...»
kavliyle melekler kastedilmiştir. Ancak kendisinin bu görüşe müspet veya menfi tarzda katılıp
katılmadığını zikretmemiştir.3
Kasemin Cevabının Mahzuf Olduğu Görüşü:
Birinci Görüş: Cevap mahzuftur. Böyle olması halinde, burada şu takdirler yapılabilir:
1- Ferra, mahzuf olan cevabın " ‫ن‬ّ ‫لتبعث‬ letübasünne Muhakkak ki diriltileceksiniz" ifadesi
olduğunu; bunun delilinin de Allah Teâlâ´nın, onların söylediklerini dile getirdiği, "Bizler, çürümüş
kemikler olduğumuzda mı? (Nâziat/11)” ifadesi olduğunu; zira bunun anlamının "Biz, çürümüş
kemikler haline geldiğimizde mi diriltileceğiz?!..." şeklinde olduğunu söylemiştir.
2- Ahfeş ve Zeccac´a göreyse, kasemlerin cevabı " letenfühunne cena ssuri ‫الصورلتنفخن‬ ‫جنا‬
Biz, Sûr´a iki kez üfleriz” ifadesidir. Mahzuf olan cevabın bu olduğunun delili ise "iki üfleme"yi
ifade eden erradife ve erracife ‫الراجفة‬ ‫الرادفة‬kelimelerinin burada yer almalarıdır.
3] Kısaî, mukadder cevabın " innelkıyamete vakıatün ‫لواقعة‬ ‫القيامة‬ ‫ن‬ّ  ‫ا‬Kıyamet kopacaktır”
ifadesi olduğunu; zira Cenâb-ı Hakk´ın, vezzariyati zervan felhamilati vegran ‫ا‬ً ‫ذرو‬ ‫لذاريات‬‫ل‬‫وال‬
‫ا‬ً ‫وقر‬ ‫فالحاملت‬ buyurup, daha sonra ennema tüadune lesadıkun, ‫لصادق‬ ‫توعدون‬ ‫انما‬ buyurmasının,
velmürselati urfen felasıfati asfen ‫ا‬ً ‫عصف‬ ‫فالعصفات‬ ‫ا‬ً ‫عرف‬ ‫والمرسلت‬buyurup, daha sonra da, ennema
tüadune levakıun ‫لواقع‬ ‫توعدون‬ ‫انما‬ buyurması gibi olduğunu; burada da böyle olduğunu; zira Kur
´ân´ın aslında tek bir sûre gibi olduğunu söylemiştir.
Kasemin Cevabının Zikredilmiş Olduğu Görüşü:
İkinci Görüş: Bu görüşe göre ayetteki ifadelerin cevabı mezkur demektir. Bu görüşe göre şu
ihtimaller söz konusudur:
1- Hakkında kasem edilen şey [cevap], "O gün kalpler titreyecek; gözleri zilletle eğilecektir”
ayetinin beyan ettiği husustur. Buna göre takdir, "Bunları derinliklerden söküp alanlara, rıfk ile
çıkaranlara ki, sarsanın sarstığı o günde, titreyen bir takım kalpler, zilletten eğilen bir takım gözler
meydana gelir, bulunur..." şeklinde olur.
2- Kasemin cevabı "Muhakkak ki sana Musa´nın haberi geldi..." (Naziat/15) ifadesidir. Çünkü
buradaki tıpkı "muhakkak ki sana Gâşiye’nin [kıyametin] haberi geldi" manasındaki Gâşiye/1’de
olduğu gibi "muhakkak" anlamındadır.
3- Kasemin cevabı "Şüphesiz ki, bunda, haşyet edenler için bir öğüt vardır" (Naziat/26)
cümlesidir.4
Kasemin Cevabının Zikredilmiş Olduğu Görüşü:
İkinci Görüş: Bu görüşe göre ayetteki ifadelerin cevabı mezkur demektir. Bu görüşe göre şu
ihtimaller söz konusudur:
1- Hakkında kasem edilen şey [cevap], "O gün kalpler titreyecek; gözleri zilletle eğilecektir”
ayetinin beyan ettiği husustur. Buna göre takdir, "Bunları derinliklerden söküp alanlara, rıfk ile
çıkaranlara ki, sarsanın sarstığı o günde, titreyen bir takım kalpler, zilletten eğilen bir takım gözler
meydana gelir, bulunur..." şeklinde olur.
3
(İbn Kesir)
4
(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
6
2- Kasemin cevabı "Muhakkak ki sana Musa´nın haberi geldi..." (Naziat/15) ifadesidir. Çünkü
buradaki tıpkı "muhakkak ki sana Gâşiye’nin [kıyametin] haberi geldi" manasındaki Gâşiye/1’de
olduğu gibi "muhakkak" anlamındadır.
3- Kasemin cevabı "Şüphesiz ki, bunda, haşyet edenler için bir öğüt vardır" (Naziat/26)
cümlesidir.5
BİZİM TAHLİLİMİZ:
Teknik olarak 1-5. ayetler kasem; kasemin cevabı da 26. ayettir. Surede
kasemin cevabı olabilecek başka bir ayet yoktur. 26. ayet hem teknik yapısı hem de
anlamı itibariyle kasemin cevabı mahiyetindedir.
Mealde de ortaya koyduğumuz gibi, kasem cümlesinin bir bütün olması lazım
gelirken, kanaatimizce, Kur’an’ı mushaflaştıranlar tarafından bu yapı bozulmuştur.
Bunun sonucunda da yukarıdaki alıntılarda sunduğumuz gibi bir takım uyarlamalar
yapmak zorunda kalınmıştır. Biz, olması gereken teknik yapıyı dikkate alarak
meallendirmiş bulunuyoruz.
Sure kasem cümlesi ile başlamıştır. Ardı ardına oluşan bir takım olgulara
kasem edilerek, yani bunlar delil, kanıt gösterilmek suretiyle akıllı, bilgili insanlara
bunda; Nebe’ suresinin son paragrafında anlatılanlarda “ibret” olduğu kanıtlanmak
istenmektedir. Surenin bu bölümü, Zariyat suresinin ilk ayetlerine çok
benzemektedir.
İLK AYETLERDE KASEM EDİLENLER:
- ‫نازعات‬ّ ‫ال‬Naziat:
“Naziat” sözcüğü “sökerek çekmek”6
anlamındaki “ ‫نلزع‬nezea” sözcüğünün
ismi fail kalıbının çoğuludur. Anlamı “sökerek çekenler” demektir. Sözcük
belirteçli olduğundan, “o sökerek çekenler” anlamını taşımaktadır. Hemen peşinden
gelen “ ‫ا‬ً ‫غرق‬ğarkan” sözcüğü de “mef’ulu mutlak” veya “hal” olarak getirildiğinden,
ayetteki ifadenin anlamı da “suya batırırcasına, suda boğarcasına çekenler” veya
“suya batırarak, suda boğarak söküp çekenler” demek olur.
Bu anlamdan anlaşıldığına göre, Rabbimiz bu ifade ile “suda boğarcasına
sıkıntı veren” bir olguya kasem etmektedir.
‫ناشطات‬ّ ‫ال‬ Naşitat:
“Naşitat” sözcüğü, “ ‫ط‬ ‫ش‬ ‫ن‬nşt” mastarının ism-i fail kalıbının çoğuludur.
Sözcüğün kökü olan “nşt”, Lisanü’l-Arab’da “keselin nâkızı [ağırdan almanın;
tembelliğin karşıtı]” olarak verilmekte ve sözcüğün “yumuşaklıkla hareket ettirme,
özendirme, kolaylaştırma, gayrete getirme” gibi anlamlarda kullanıldığı örneklerle
açıklanmaktadır.7
‫برات‬ّ ‫المد‬ ‫سابقات‬ّ  ‫ال‬ ‫سابحات‬ّ  ‫ال‬ Sabihat, Sabikat, Müdebbirat:
“Yüzdükçe yüzen, yüzerken de öne geçtikçe geçip işleri düzenleyenler”:
Bu ayetlerin iki açıdan değerlendirilmesi uygundur:
5
(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
6
(Lisanü’l-Arab; c: 8, s: 518-520, nza mad.)
7
(Lisan; 8/557-560. nşt mad.)
7
1- Evrendeki olaylar açısından: Buna göre, Rabbimiz evrendeki her zaman
hayranlıkla izlenen yasalarına; iş ve oluşları ayarlayan kanunlarına dikkat
çekmektedir.
“Naziat”, evrendeki çekim kuvvetidir.
“Naşitat” ise evrendeki itme kuvveti, suyun kaldırma kuvvetidir.
“Yüzenler”; yıldızlar; galaksiler; Güneş, Ay ve bunların kendi mihverlerinde
ve bağlı olduğu yıldız çevresindeki yörüngelerde yüzmesi, bu sayede gece gündüz
ve diğer yaşam koşullarının, med-cezirin, gece gündüzün, mevsimlerin oluşması,
tüm canlı türlerinin ve bitkilerin yaşam koşullarının ayarlanmasıdır.
33
Ve O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ay'ı oluşturandır. Hepsi bir yörüngede yüzmektedir.
34
Biz, senden önce de hiçbir beşer için sonsuzluk tanımadık. Peki, sen öldün de onlar sürekli
kalanlar mıdırlar?
(Enbiya/33, 34)
38
Kendi yolunda kendisi için kararlaştırılmış olan için akıp giden güneş de duyarsız toplum için
bir delildir. İşte bu, çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın ayarlamasıdır.
39
Bizim kendisi için, eski kuru bir hurma dalı gibi dönünceye dek menziller; konaklar
ayarladığımız Ay da, o duyarsızlaşmış toplum için bir delildir.
40
Güneşin aya erişip çatması uygun olmaz. Gece de gündüzü öne geçici değildir. Hepsi de bir
yörüngede yüzerler.
(Yasin/38- 40)
5
Allah, gökten yere, sistemleri düzenler, sonra da sistemler, ölçüsü, sizin saydıklarınızdan bin
yıl olan bir günde Allah'a yükselir; geri döner, sistem çöker, bozulur.
(Secde/5)
Ve Ra’d/2, Yunus/3, A’raf/54.
Evrene konmuş bu işleyiş yasalarının “haşyet duyacak kimselerin ibret
almaları”na referans olması ise, bu düzenin bozulacağının bilimsel gerçekliğinden
dolayı ahiretin mutlaka gerçekleşeceğinin bilginlerce kabul edilmesidir.
2- Kur’an’ın özellikleri açısından: Rabbimizin kasem ettiği “kolaylaştıran, işi
tereyağından kıl çeker gibi rahat ve kolay yapan, özendiren, bıkkınlık vermeyen,
nefret ettirmeyen, insanı tembelliğe, ağırdan almaya sevk etmeyen” hususlardan
kasıt Kur’an ayetleridir.
Kur’an kâfirlerin kalplerine hançer gibi saplanmış, onlara sürekli sıkıntı
vermektedir. Müminleri ise kendine çekmekte, her yönüyle Allah’ı tanıtmakta, O’nu
noksan niteliklerden tenzih etmekte, her işlerinde müminlere yol haritası olup işlerini
düzenlemektedir. İçerdiği mesajlar gayet etkili sözlerden oluşmakta, elden ele, dilden
dile, gönülden gönüle yağ gibi akmakta ve herkesin her işini görmekte, problemlerini
çözmektedir. Kur’an’ın bir adı da “Ruh” olup ölü mesabesindeki kâfirlere hayat verip
müminleştirmektedir.
“Naziat” Kur’an’dır: Çünkü Kur’an kâfirler için sürekli sıkıntı, bunalım ve
vicdan azabı vesilesi olmuştur:
41
Biz, bu Kur’ân'da, onların akıllarını başlarına almaları için türlü şekillerde evirip
çevirdik/farklı farklı şekillerde açıklama yaptık. Ve bu açıklamalar, ancak onların nefretini artırmıştır.
(İsra/41)
46
Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da
bir ağırlık yaptık. Ve sen Kur’ân'da sadece Rabbini ‘bir ve tek’ olarak andığın zaman, ‘nefretle kaçar
vaziyette’ gerisin geriye giderler.
(İsra/46)
8
42,43
Ve onlar, var güçleriyle Allah'a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber
gelirse, kesinlikle önderli toplumların her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne
zaman ki kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden
onların sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi düzenbazını çepeçevre kuşatır. O
hâlde öncekilerin kanunundan/ onlara uygulanandan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen, Allah'ın
uygulamasında asla bir değişme bulamazsın. Sen, Allah'ın uygulamasında asla bir başkalaşma da
bulamazsın.
(Fatır/42,43)
12
Böylece Biz Kur’ân'ı, suçluların kalplerine sokarız.
(Hıcr/12)
200,201
Böylece onu günahkârların kalplerine soktuk. Onlar acıklı azabı görünceye kadar ona
iman etmezler.
(Şuara/200)
Şimdi de konumuz olan pasajı tahlil edelim:
Kasem ifade eden ilk ayetlerden sonra, kâfirlerin Kur’an karşısındaki inatçı
tutumlarına ve bu tutumun yol açtığı akıbete değinilmektedir. Şüpheci akılsızlar her
ne kadar peygamberimizden tehdit edildikleri azabı hemen getirmesini isteyerek
inanmaz görünseler de, kafalarının içinde daima bir “acaba?” taşımaktadırlar. Yani,
görünüşte inanmaz, hakikati kabul etmez bir tavır sergileyen bu inkârcılar, aslında
içlerinden “Ya doğruysa, ya varsa!” diye şüpheye düşmekte ve huzursuz
olmaktadırlar:
55
Küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişiler de, kendilerine
ansızın kıyâmetin kopuş anı veya kısır [yararsız, verimsiz] bir günün azabı gelinceye kadar,
Kur’ân'dan kuşku duymaya devam edeceklerdir.
(Hacc/55)
1
Elif/1, Lâm/20, Râ/200. Bunlar, Kitab'ın ve apaçık/açıklayıcı bir Kur’ân'ın âyetleridir.
2
Zaman zaman kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişiler, ‘Keşke
Müslüman olsaydık!’ temennisinde bulunacaklar.
12
Böylece Biz Kur’ân'ı, suçluların kalplerine sokarız.
(Hicr/1,2, 12)
“Naşitat”ın Kur’an olduğunu yukarıda da ifade etmiştik. Çünkü Kur’an ayetleri
müminlere hem kolaydır, hem de kolaylaştırandır. Onlara müjdeler verir, mutlu
olmalarını sağlar.
İşte şüphesiz Biz onu [Kur’an’ı], kendisiyle takva sahiplerini müjdeleyesin, inat eden kavmi de
uyarasın diye senin lisanın üzere kolaylaştırdık. (Meryem/97)
(Ahkaf/12)
9,10
Şüphesiz ki bu Kur’ân, insanları en doğru ve en sağlam şeye; rüşde kılavuzlar ve
düzeltmeye yönelik işler yapan mü’minlere kendileri için kesinlikle ve kesinlikle büyük bir ecir
olduğunu ve âhirete inanmayan kişiler için Bizim can yakıcı bir azap hazırladığımızı müjdeler.
(İsra/9)
1-4
Tüm övgüler, katından şiddetli azaba karşı uyarmak, düzeltmeye yönelik işler yapan
mü’minlere, şüphesiz kendileri için, içinde sürekli kalıcılar olarak güzel bir ödül bulunduğunu
müjdelemek ve “Allah çocuk edindi” diyenleri uyarmak için, kuluna, gözetici olarak, kendisi için
hiçbir pürüz oluşturmadığı Kitab'ı indiren Allah içindir; başkası övülemez.
(Kehf/2)
Ve Neml/1-3, Neml/49, Mülk/21, İsra/9, 10.
9
“Sabihat”: Yüzdükçe yüzüp de [elden ele, dilden dile, gönülden gönüle dolaşıp
duran].
“Sabikati sekban”: Öne geçtikçe geçen; [hep öne geçen, önemseten ve kişisel
ve sosyal tüm işleri ayarlayan].
“Müdebbirati emran”: Kur’an ayetlerinin her işi düzenlemesi; Rabbimizin her
işe ait emirlerinin, yasaklarının olması; ilkeler koyması demektir. Zaten Kadr
suresinde bu açıklanmış idi.
4,5
Haberci âyetler, içlerindeki ruh; can katan, canlı tutan güçleriyle Rablerinin izniyle/ bilgisi
gereği, o şafak sökene kadar/aydınlığa kavuşuncaya kadar iner dururlar; her bir işten.
(Kadr/4,5)
Unutulmamalıdır ki, Kur’ân'daki mucize dağlarda, taşlarda, rüzgârlarda olan
mucizelerden daha yücedir. Öyle bir mucizedir ki, her an el altında ve göz önünde
bulunmasına rağmen kıyâmete kadar mucizeleri tükenmeyecektir.
Rabbimiz Kur’an’ın bütün bu özelliklerini ön plana çıkararak onların tanıklığı
ile “Şüphesiz bunda haşyet duyacak kimseler için nice ibretler” olacağını
kanıtlamaktadır.
Ayetteki “bunda” işaret zamiri ile işaret edilen olgu, Nebe’ suresinde konu
edilen “kişi iki elinin [iki gücünün; mal ve çevresi] ne takdim ettiğine bakıp da
[yaptıklarıyla yüz yüze gelip de] ve kâfir kişinin: “Ah ne olaydı, ben bir toprak
olsaydım!” demesidir.
Ayette “haşyet [saygı] duyacak kimseler için bir ibret vardır” buyrulmuştur.
Daha evvel “haşyet”in “bilgi kaynaklı bir saygı” olduğunu açıklamıştık. Burada da
bu konulara ait bilgisi olanların bundan ibret alacağı, evrendeki ayetleri fark edecek
akıl ve bilgiye sahip olmayanlara bu ayetlerin bir şey ifade etmeyeceği
bildirilmektedir.
9,10
Bundan dolayı sen hemen öğüt ver, eğer öğüt yarar sağlıyorsa/ sağlayacaksa; saygısı olan
öğüt alacaktır.
(A’la/9, 10)
21
Eğer Biz, bu Kur’ân'ı bir dağa/çok iri cüsseli bir yükümlü varlığa indirseydik, Allah'a olan
saygıyla, sevgiyle ve bilgiyle ürpertiden onu samimiyetle saygı duyar, baş eğer ve parça parça
olmuş görürdün. Ve Biz, bu örnekleri iyiden iyiye düşünürler diye insanlara veriyoruz.
(Haşr/21)
2-4
Biz, Kur’ân'ı sana sıkıntıya düşesin/mutsuz olasın diye değil, ancak saygıyla, sevgiyle,
bilgiyle ürperti duyan kimse için bir öğüt olmak üzere, yeryüzünü ve yüce gökleri oluşturandan bir
indirilişle indirdik.
(Ta Ha/3)
28
İnsanlardan, diğer canlı varlıklardan ve davarlardan da böyle türlü türlü renkte olanlar vardır.
Kulları arasında Allah'tan ancak bilginler saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperirler. Hiç şüphesiz Allah
çok güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.
(Fatır/28)
Kuran, burada olduğu gibi, başka sure başlarında da bir çok kez böyle mecazi
ifadeler ile tanıtılmıştır:
1-7
Küme küme/necm necm gönderilip de önüne gelenleri devirdikçe deviren, toplumları
canlandırdıkça canlandıran, canlandırdıkça da hakkı bâtılı ayıran, özür veya uyarı olarak öğüt bırakan
10
Kur’ân âyetleri kanıttır ki kesinlikle tehdit olunduğunuz, korkutulduğunuz şey, kesinlikle meydana
gelecektir.
(Mürselat/1- 7)
1-5
O saflar hâlinde dizilen/dizen, sonra da haykırıp sürükleyen, haykırıp sürükledikten sonra da
öğüt okuyan Kur’ân âyetleri kanıttır ki sizin İlâhınız kesinlikle Bir Tek'tir. O, göklerin, yerin ve
aralarındakilerin Rabbidir. Doğuların da Rabbidir.
(Saffat/1- 5)
1-6
O tozuttukça tozutanlar, arkasından ağırlığı taşıyanlar, sonra kolaylıkla akanlar, sonra da bir
emri paylaştıranlar kanıttır ki şüphesiz tehdit olunduğunuz o şey, kesinlikle doğrudur. Şüphesiz
yapılanların karşılıklarını verilmesi de kesinlikle gerçekleşecektir.
(Zariyat/1-6)
10,11
Onlar, “Biz tekrar eski hâlimize mi döndürülecekmişiz? Biz, çürümüş
kemikler olduktan sonra mı” diyorlar.
12
Dediler ki: “Öyleyse bu çok zararlı bir dönüştür.”
27-33
Oluşturuluşça siz mi daha çetinsiniz yoksa gök mü? Göğü, Allah yaptı;
boyunu yükseltti, sonra da onu düzene koydu, gecesini kararttı ve ışığın
parlaklığını çıkarttı. Ve ondan sonra, sizin ve hayvanlarınız için bir
yararlanma olmak üzere yeryüzünü döşedi/ yeryüzünden suyunu ve otlağını
çıkardı, dağları da demirledi/sağlam bir şekilde yerleştirdi.
Bu ayetler Nebe suresinin devamı, biraz da açılımı mahiyetindedir. Nebe
suresinde “o çok büyük ve önemli haber” üzerinden soruşanların, tartışanların
içinde bulundukları çıkmazların detayı verilmekte ve onlara cevaplar verilmektedir:
Onlar, Kur’an’daki önemli haberleri duydukça, birbirlerine: “Biz tekrar eski
halimize mi döndürülecekmişiz? Biz, çürümüş kemikler olduktan sonra mı?”,
“Öyleyse bu çok zararlı bir dönüştür” deyip durmaktadırlar.
Rabbimiz bu kişilere “dirilme”nin mümkün, “diriltme”nin de Kendisisi için
çok kolay olduğunu bildirerek insanları düşünmeye davet etmektedir: “Yaratılışça
siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? Onu [göğü], O [Allah] yaptı; boyunu
yükseltti, sonra da onu düzene koydu, gecesini kararttı ve kuşluğunu [ışığın
parlaklığını] çıkarttı. Ve ondan sonra, sizin ve hayvanlarınız için bir faydalanma
olmak [yararlanmak] üzere yeryüzünü döşedi; ondan [yeryüzünden] suyunu ve
otlağını çıkardı, dağları da sabitledi [demirledi; sağlam bir şekilde yerleştirdi].”
Ayetteki “Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü?” ifadesinin birincil
muhatabı ahireti inkâr eden o günkü Mekkeli müşrikler olmakla beraber, aslında
tüm zamanlardaki inkârcılardır. Ayette sorulan bu sorular, tüm inkârcıların
cevaplaması gereken sorulardır. Rabbimiz, insanlar akıllarını başlarına alsınlar,
kendilerine gelsinler diye bu konuda birçok kez ikazda bulunmuştur:
57
Elbette göklerin ve yerin oluşturulması, insanların oluşturulmasından daha büyüktür. Ama
insanların çoğu bilmiyorlar.
(Mu'min/57)
49
Ve onlar dediler ki: “Biz, bir kemik yığını olduğumuz ve ufalanıp toz olduğumuz vakit mi,
gerçekten biz, yeni bir oluşturuluşla diriltilecek miyiz?”
50-52
De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun.”
Sonra onlar; “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yoktan yaratmış olan.”
Bunun üzerine sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın
11
olması umulur! Sizi çağıracağı/diriltileceğiniz gün, O'nu överek O'nun çağrısına uyacaksınız ve
sadece pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.”
(İsra/49- 52)
78
Ve kendi oluşturuluşunu dikkate almayarak Bize bir örnekleme yaptı: Dedi ki: “Kim
diriltecekmiş o kemikleri? Onlar çürümüş iken!”
79,80
De ki: “Onları ilk defa oluşturan onları diriltecektir. Ve O, her oluşturmayı çok iyi bilendir.
O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş/oksijen yapandır. Şimdi de siz oksijenden yakıp duruyorsunuz.
81
Gökleri ve yeri oluşturan, onlar gibilerini de oluşturmaya güç yetiren değil midir? Evet,
elbette güç yetirendir! Ve O, çok çok mükemmel oluşturandır, çok iyi bilendir.
(Ya Sin/78- 81)
15-17
Ve onlar: “Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir. Öldüğümüz ve toprak, kemik
olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz tekrar dirilecekmişiz? Önceki atalarımız da mı?” diyorlar.
(Saffat/16)
Ayetteki “Ve ondan sonra, sizin ve hayvanlarınız için bir faydalanma olmak
[yararlanmak] üzere yeryüzünü döşedi” ifadesindeki sonralık “zamanda sonralığı”
değil, kelamdaki sonralığı ifade eder. “ ‫م‬ّs‫ث‬sümme” ve “ ‫بعد‬ ba’de” edatlarının sadece
zamanda sonralığı değil, kelamda sonralığı ifade ettiğini bundan önce [Beled/17 ve
Kalem/13’ün tahlillerinde] birkaç kez açıklamıştık. O nedenle, bu ayetin de yer
kürenin semalardan sonra yaratıldığı şeklinde anlaşılmaması gerekir. Buna benzer
bir ayet de ileride [Bakara/29] gelecektir.
Yerküre ile göklerin yaratılışı Fussılet suresinde detaylıca yer almıştı:
9
De ki: “Siz yeryüzünü iki evrede oluşturanı gerçekten örtüp duracak mısınız/ inanmayacak
mısınız? Bir de O'na eşler koşuyorsunuz! O, âlemlerin Rabbidir.”
10
Ve O, yeryüzünün içinde sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler meydana getirdi. Orada
araştırıp isteyenler için eşit olarak/ayırım yapılmadan rızıkları dört evrede ayarladı.
11
Sonra duman hâlinde bulunan göğe yerleşti/ egemenlik kurdu da ona ve yeryüzüne,
“İsteyerek veya istemeyerek gelin!” dedi. İkisi de, “Biz isteyerek geldik” dediler.
(Fussılet/9-12)
6
O gün, sarsan sarsacak.
7
Onu ikinci bir sarsıntı izleyecek.
8
Yürekler o gün titreyerek çarpar.
9
Onların gözleri saygılıdır.
13
İşte o, bir tek haykırıştır.
14
Bir de bakmışsın onlar meydandadır.
Rabbimiz çevremizdeki ayetlerine [evrendeki delil ve işaretlerine] dikkat
çektikten sonra, bunların akıbetine dair açıklamalarda bulunmaktadır.
Birinci sarsıntı ile “kıyamet koptuğunda dünyanın alt-üst olması” kastedilirken,
ikinci sarsıntı ile de ölülerin ayağa kalkmasına işaret edilmektedir. Bu olguya daha
önceki surelerde de birçok kez değinilmişti. Hatırlatmak için şu örnekle yetiniyoruz:
68
Ve sûra üflenmiştir de Allah'ın dilediği hariç, göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp
yıkılıvermiştir. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir de onlar kalkmışlar karşıda bakıp duruyorlar.
(Zümer/68)
12
Ayetteki “Yürekler o gün titreyerek çarpar” ifadesinin çağrıştırdığı korku
psikolojisi, korku ve dehşet içindeki kâfirlerin psikolojik durumlarını
yansıtmaktadır. Zira o gün müminler güven içinde olacaktır:
1,2
Ey insanlar! Rabbinizin koruması altına girin, şüphesiz kıyametin kopuş anının sarsıntısı çok
büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vaz geçer. Ve her hamile
kadın taşıdığını bırakır. Ve sen, insanları sarhoş olmadıkları hâlde sarhoş görürsün. Velâkin Allah'ın
azabı çok şiddetlidir.
(Hacc/1,2)
101,102
Şüphesiz tarafımızdan kendilerine “En Güzel” hazırlanan kimseler; işte onlar,
cehennemden uzaklaştırılmışlardır. Onlar, cehennemin uğultusunu duymazlar. Onlar, nefislerinin
istediği şeyler içinde sürekli kalıcıdırlar.
103
O en büyük korku onları üzmez ve kendilerine haberciler: “İşte bu, size söz verilmiş olan
gününüzdür” diye akıllarına getirirler.
(Enbiya/101-103)
21-23
Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman,
Rabbinin hesaba çektiği, gönderdiği vahiyler tanık olarak saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de
getirilmiştir; o insanın, o gün aklı başına gelecektir, artık aklının başına gelmesinin kendisine ne
yararı var ki!
(Fecr/21-23)
34
Artık o en büyük felaket geldiği vakit,
35
O gün, insan ne yaptığını iyice anlayacak.
36
Gören kimseler için cehennem apaçık gösterilecek.
37-39
Artık her azmış ve dünya hayatını tercih etmiş kimseye gelince, işte
şüphesiz cahîm/cehennem, varılacak yerin ta kendisidir.
40,41
Rabbinin makamından korkan ve kendini boş-iğreti arzudan meneden
kimseye gelince; artık, hiç şüphesiz cennet, barınağın ta kendisidir.
Bu ayetler, kıyametin kopmasından sonra kimsenin yapacağı bir şey
kalmayacağı; bu nedenle herkesin sağ iken kendisine verilen fırsatı doğru
değerlendirmesi gerektiği mesajını vermektedir.
Kıyamet gelince, o gün insan ne yaptığını iyice anlayacak. Gören kimseler için
cehennem apaçık gösterilecek. Her azmış ve dünya hayatını tercih etmiş kimse
kesinlikle cehenneme, Rabbinin makamından korkan ve nefsini hevâdan meneden
kimse de cennete gönderilecektir.
6
Artık Allah, onların hepsini dirilteceği gün yaptıkları şeyleri kendilerine haber verecektir. Allah
onların yaptıkları şeyleri bir bir saymıştır, onlar ise unutmuşlardır. Ve Allah, her şeye en iyi şâhittir.
(Mücadele/6)
87-91
Ve yeniden diriltilen gün; mal ve oğulların sağlam bir kalple/gerçek imanla gelenlerden
başkasına yarar sağlamadığı ve cennetin Allah'ın koruması altına girenlere yaklaştırıldığı, azgınlar
için de cehennemin açılıp gösterildiği gün beni rezil etme!” dedi.
(Şuara/90, 91)
71
Ve Rabbinin üzerine almış olduğu kesinleşmiş bir hüküm olarak, içinizden cehennemin dış
kenarına/toplanma yerine uğramayacak hiç kimse yoktur.
13
72
Sonra Biz, Allah'ın koruması altına girmiş kişileri kurtarırız. Şirk koşarak yanlış; kendi
zararlarına iş yapanları da cehennemin dış kenarında/toplanma alanında dizleri üzerine çökmüş
hâlde bırakırız.
(Meryem/71, 72)
101,102
Şüphesiz tarafımızdan kendilerine “En Güzel” hazırlanan kimseler; işte onlar,
cehennemden uzaklaştırılmışlardır. Onlar, cehennemin uğultusunu duymazlar. Onlar, nefislerinin
istediği şeyler içinde sürekli kalıcıdırlar.
103
O en büyük korku onları üzmez ve kendilerine haberciler: “İşte bu, size söz verilmiş olan
gününüzdür” diye akıllarına getirirler.
(Enbiya/101-103)
12
O çılgın alev onları uzak bir yerden görünce, onun öfkelenmesini ve uğultusunu işittiler.
(Furkan/12)
35. ayetteki “O gün, insan ne yaptığını iyice anlayacak” ifadesiyle, kişinin
henüz amel defteri eline verilmeden önce, dünyada tüm yaptıklarını tek tek
hatırlamaya başlayacağı açıklanmaktadır.
46
Aslında onlara vaat edilen, o saattir. O saat cidden daha feci ve daha acıdır.
(Kamer/46)
21-23
Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman,
Rabbinin hesaba çektiği, gönderdiği vahiyler tanık olarak saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de
getirilmiştir; o insanın, o gün aklı başına gelecektir, artık aklının başına gelmesinin kendisine ne
yararı var ki!
(Fecr/21- 23)
42
Sana o kıyâmetin kopuş zamanından soruyorlar; onun demir atması ne
zaman?
43
Onun anılmasından sende ne var ki?
44
Onun sonucu sadece senin Rabbine aittir.
45
Sen, ancak kıyâmetin kopuş zamanına, saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti
duyan kişilerin uyarıcısısın.
46
Sonra onlar onu görecekleri gün, dünyada bir akşam veya kuşluğundan
başka durmamış gibidirler.
Bu ayetlerde, kıyametin ne zaman kopacağının sorulduğu açıklanıp onlara
gerekli uyarıcı cevaplar verilmektedir. Daha evvel birçok kez açıkladığımız gibi,
Mekkeli müşrikler Resulullah’a sık sık kıyametin ne zaman kopacağını sorarlardı.
Asıl maksatları kıyametin tarih ve vaktini tespit etmek değil, sadece alay etmekti.
Ayetteki “onun demir atması ne zaman?” ifadesi, onun nihai hali demektir.
Bilindiği üzere, geminin demir atacağı yer, geminin vardığı son yerdir.
Kıyamete dair bilgi O'ndan başkasının yanında asla bulunmaz. Bu birçok kez
(A'raf/187, 188, Lokman/34, Ta Ha/15, Ahzab/63, 73, Ya Sin/11, Talâk/3, Enfal/18, Ahkaf/35)
açıklanmıştır.
15
Mûsâ'nın haberi sana geldi mi?
16,17
Hani, Rabbi ona mukaddes Tuvâ vadisinde/iki kez temizlenmiş vadide
seslenmişti: “ Firavun'a git! Şüphesiz o azdı.”
14
18,19
Sonra de ki: “Arınmaya var mısın? Ve de seni Rabbine kılavuzlayayım
da O'na saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyasın!”
20
Sonra da Mûsâ, Firavun'a o en büyük alâmeti/göstergeyi gösterdi.
21-24
Sonra da Firavun, yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü.
Sonra toplayıp seslendi de: “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi.
25
Allah da, dünya ve âhiret azabıyla yakalayıverdi.
Bu ayet gurubunda azgın Firavun ve ona elçi giden Musa peygamberin
kıssasına çok kısa olarak tekrar değinilmiştir. Böylece Resulullah teselli edilmiş ve
sanki ona “Firavun, senin çağdaşın olan kâfirlerden daha güçlü idi ama Biz, onu da
[azabımızla] yakaladık. Bunlar da öyle olacaklardır” mesajı verilmiştir.
Musa ve Firavun'un haberlerine dair daha önceki surelerde birçok detay
verilmişti. Bunlardan sadece bir kaçını hatırlatmakla yetiniyoruz:
24
Firavun'a git, şüphesiz o azdı” dedi.
(Tâ Hâ/24)
38
Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim
için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana
bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi.
(Kasas/38)
99
Ve bu dünyada ve kıyâmet gününde dışlanarak izlendiler. –Verilen bu vergi ne kötü
vergidir!–
(Hûd/99)
20. ayette konu edilen “en büyük ayet [mucize]” ile âsânın yılan olmasına
işaret olunmaktadır. Bu konu birçok ayette geçmişti:
21
Allah: “23
Sana en büyük alâmetlerimizden/göstergelerimizden göstermemiz için 21
tut onu,
korkma! Biz onu ilk durumuna çevireceğiz. 22
Diğer bir alâmet; gösterge olmak üzere de
gücünü/kanadına ekle, çirkinlik olmadan hiç kusursuz, mükemmelce çıkacaksın” dedi.
(Ta Ha/22, 23)
Kısaca özetlersek; Firavun, Musa'nın (as) diğer sihirbazlar gibi bir sihirbaz
olduğunu ve elçilikle alakasının bulunmadığını ileri sürmüş ve ondan iddiasını ispat
etmesini istemiştir. Sonra da Mısır'da bulunan en hünerli sihirbazları toplayarak
Musa (as) ile müsabaka yapmalarını emretmiştir. Sihirbazlar, Firavun’un emrine
uyup mükâfat da umarak sopa ve iplerden sahte yılanlar yapmışlar, ne var ki,
kendilerinin hünerlerine karşılık Musa’nın (as) ortaya koyduğunun sihir değil, bir
mucize olduğunu anlayarak derhal iman etmişlerdir. Böylece Firavun’un silahı geri
tepmiş ve hakk karşısında mağlup olmuştur. Firavun, bu haletiruhiye içerisinde
daha da azgınlaşarak toplumuna “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” demiştir.
Firavun’un bu ifadesi birkaç yerde daha geçmektedir. Firavun’un inanç
durumunu kavrayabilmek için şu ayetlerin göz önünde bulundurulması gerekir:
29
Firavun: “Benden başka ilâh edinirsen, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan yaparım”
dedi.
(Şuara/29)
38
Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim
için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana
bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi.
15
(Kasas/38)
127
Firavun toplumundan ileri gelenler de, “Seni ve senin ilâhlarını/ seni ilâh edinmeyi terk
etsinler de yeryüzünde kargaşa çıkarsınlar diye mi Mûsâ'yı ve toplumunu serbest bırakacaksın?”
dediler. Firavun dedi ki: “Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve biz onlar
üzerinde ezici bir güce sahip kimseleriz.”
(A'raf/127)
51-53
Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: “Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan
akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta
kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun
üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli
değil miydi?” dedi.
(Zuhruf/51-53)
Bu ayetlerden anlaşılacağı üzere, Firavun, bu sözleri "Allah'a hiç
inanmıyorum, kâinatın yaratıcısı benim" anlamında söylememiştir. O, yaratıcı
anlamında değil, siyasî anlamda ilâhlığını ilân etmiştir. Bununla "İktidarın tek
sahibi benim ve bu beldede benden başka iktidar sahibi kimse yoktur ve olamaz”
demek istemiştir.
Firavun’un inancı ile ilgili olarak daha evvel A’raf/127’nin tahlilinde detaylı
açıklama yapıldığından, konunun oradan okunmasını öneriyoruz.
‫طوى‬ TUVA
Konumuz olan pasajda geçen sözcüklerden biri de “Tuva” sözcüğüdür. Bu
sözcükle ilgili olarak Ta Ha suresinde şu açıklamayı yapmış idik:
Bu sözcüğün geçtiği cümle genellikle “Şüphesiz sen temizlenmiş vadidesin;
Tuva’dasın” şeklinde çevrilerek “Tuva” sözcüğü özel bir vadinin adı olarak
açıklanmıştır. Ancak Zebidi, en önemli Arap kaynakları arasında yer alan Tacü’l-
Arus adlı eserinde böyle bir vadiden hiç bahsetmemiştir. Aynı konu üzerinde emek
harcayanlardan biri olan Zemahşeri ise “tuva” sözcüğünün anlamının “iki kere”
demek olduğundan yola çıkarak cümleye “sen iki kere temizlenmiş bir vadidesin”
anlamını vermiştir.
Allah, doğrusunu en iyi bilendir.
16

More Related Content

What's hot (20)

30. kariah suresi
30. kariah suresi30. kariah suresi
30. kariah suresi
 
Mahşer Hayatı
Mahşer HayatıMahşer Hayatı
Mahşer Hayatı
 
24. abese suresi
24. abese suresi24. abese suresi
24. abese suresi
 
37. kamer
37.  kamer37.  kamer
37. kamer
 
38. sad
38. sad38. sad
38. sad
 
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğitIsra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
 
İmam gazali ahiret aleminin sırları
İmam gazali   ahiret aleminin sırlarıİmam gazali   ahiret aleminin sırları
İmam gazali ahiret aleminin sırları
 
82. infitar suresi
82. infitar suresi82. infitar suresi
82. infitar suresi
 
İmam gazali ölüm ve ötesi
İmam gazali   ölüm ve ötesiİmam gazali   ölüm ve ötesi
İmam gazali ölüm ve ötesi
 
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
 
Peygamberimizin Komutanları
Peygamberimizin KomutanlarıPeygamberimizin Komutanları
Peygamberimizin Komutanları
 
7. tekvir suresi
7. tekvir suresi7. tekvir suresi
7. tekvir suresi
 
GüNcel Itikat Meseleleri
GüNcel Itikat MeseleleriGüNcel Itikat Meseleleri
GüNcel Itikat Meseleleri
 
Ahirete iman
Ahirete imanAhirete iman
Ahirete iman
 
Esma i hüsna -78 el-metîn
Esma i hüsna -78  el-metînEsma i hüsna -78  el-metîn
Esma i hüsna -78 el-metîn
 
Miraç
MiraçMiraç
Miraç
 
Müslümanın şahsiyeti
Müslümanın şahsiyetiMüslümanın şahsiyeti
Müslümanın şahsiyeti
 
26. şems suresi
26. şems suresi26. şems suresi
26. şems suresi
 
Kur'an ve Hayat
Kur'an ve HayatKur'an ve Hayat
Kur'an ve Hayat
 
12. inşirah suresi
12.  inşirah suresi12.  inşirah suresi
12. inşirah suresi
 

Viewers also liked

Viewers also liked (20)

8 12
8 128 12
8 12
 
Θουκυδίδης Γ' 81
Θουκυδίδης Γ' 81 Θουκυδίδης Γ' 81
Θουκυδίδης Γ' 81
 
8072485
80724858072485
8072485
 
803 5
803   5803   5
803 5
 
8093
80938093
8093
 
8. XING Kapitalmarkt Kolloquium - Intro
8. XING Kapitalmarkt Kolloquium - Intro8. XING Kapitalmarkt Kolloquium - Intro
8. XING Kapitalmarkt Kolloquium - Intro
 
806c... Upravljanje finansijama u farmaciji (deo 3 - finansijska analiza)
806c... Upravljanje finansijama u farmaciji (deo 3 - finansijska analiza)806c... Upravljanje finansijama u farmaciji (deo 3 - finansijska analiza)
806c... Upravljanje finansijama u farmaciji (deo 3 - finansijska analiza)
 
802.16NLOSsystemandtheOFDMATechnolog
802.16NLOSsystemandtheOFDMATechnolog802.16NLOSsystemandtheOFDMATechnolog
802.16NLOSsystemandtheOFDMATechnolog
 
8 1-3水產品進口 國家別水產別
8 1-3水產品進口 國家別水產別8 1-3水產品進口 國家別水產別
8 1-3水產品進口 國家別水產別
 
800.06 duties of the public education officer
800.06 duties of the public education officer800.06 duties of the public education officer
800.06 duties of the public education officer
 
8085 settings
8085 settings8085 settings
8085 settings
 
8111 LPL
8111 LPL8111 LPL
8111 LPL
 
сайт 8 марта 15
сайт 8 марта 15сайт 8 марта 15
сайт 8 марта 15
 
81. munajat para pezikir
81. munajat para pezikir81. munajat para pezikir
81. munajat para pezikir
 
แบบฝึกท้ายบทบท 8 ชุดที่ 1
แบบฝึกท้ายบทบท 8 ชุดที่ 1แบบฝึกท้ายบทบท 8 ชุดที่ 1
แบบฝึกท้ายบทบท 8 ชุดที่ 1
 
שאלון 805
שאלון 805שאלון 805
שאלון 805
 
8.03.15
8.03.158.03.15
8.03.15
 
810 23 july_2014
810 23 july_2014810 23 july_2014
810 23 july_2014
 
810d... Evaluacija i nagrađivanje zaposlenih (deo 4 - izgradnja sistema)
810d... Evaluacija i nagrađivanje zaposlenih (deo 4 - izgradnja sistema)810d... Evaluacija i nagrađivanje zaposlenih (deo 4 - izgradnja sistema)
810d... Evaluacija i nagrađivanje zaposlenih (deo 4 - izgradnja sistema)
 
804 - 8 summer 2013 a
804 - 8 summer 2013 a804 - 8 summer 2013 a
804 - 8 summer 2013 a
 

Similar to 81. naziat suresi (20)

64. duhan suresi
64. duhan suresi64. duhan suresi
64. duhan suresi
 
68. ğaşiye suresi
68. ğaşiye suresi68. ğaşiye suresi
68. ğaşiye suresi
 
78. hakka suresi
78. hakka suresi78. hakka suresi
78. hakka suresi
 
20. felâk suresi
20. felâk suresi20. felâk suresi
20. felâk suresi
 
4. müddessir suresi
4. müddessir suresi4. müddessir suresi
4. müddessir suresi
 
98. insan suresi
98. insan suresi98. insan suresi
98. insan suresi
 
Kadir gecesi ve kur’an i kerim
Kadir gecesi ve kur’an i kerimKadir gecesi ve kur’an i kerim
Kadir gecesi ve kur’an i kerim
 
Allah'in heryerde olusu
Allah'in heryerde olusuAllah'in heryerde olusu
Allah'in heryerde olusu
 
9. leyl suresi
9. leyl suresi9. leyl suresi
9. leyl suresi
 
Reshalar
ReshalarReshalar
Reshalar
 
75. secde suresi
75. secde suresi75. secde suresi
75. secde suresi
 
83. inşikak suresi
83. inşikak suresi83. inşikak suresi
83. inşikak suresi
 
36. tarik
36. tarik36. tarik
36. tarik
 
74. müminun suresi
74. müminun suresi74. müminun suresi
74. müminun suresi
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
Peygamberimiz ve Sunneti-1
Peygamberimiz ve Sunneti-1Peygamberimiz ve Sunneti-1
Peygamberimiz ve Sunneti-1
 
Melekler
MeleklerMelekler
Melekler
 
31. kiyamet suresi
31. kiyamet suresi31. kiyamet suresi
31. kiyamet suresi
 
77. mülk suresi
77. mülk suresi77. mülk suresi
77. mülk suresi
 
80. nebe suresi
80. nebe suresi80. nebe suresi
80. nebe suresi
 

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN (20)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 

81. naziat suresi

  • 1. 81 NAZİAT SURESİ GİRİŞ: Naziat suresi Mekke’de 81. sırada inmiştir. Adını birinci ayetteki “ ‫نازعات‬ّ‫ا‬‫ال‬en- Naziat” sözcüğünden almıştır. Kur’an’ı tanıtarak başlayan surede tevhid, elçilik, öldükten sonra dirilme ve hesap gibi inanç esasları üzerinde durulmaktadır. Ahiret inancı ile ilgili olarak önce kıyametin dehşeti tasvir edilmekte, ardından da takva sahiplerinin ve suçluların varacakları yerler bildirilmektedir. Ayrıca Rabbimizin evrendeki bir takım ayetleriyle ahiretin gerçekliğine işaret edilmektedir. Naziat suresi içeriği bakımından Nebe’ suresinin devamı ve biraz daha açılımı mahiyetindedir. Surede ayrıca geçmişten örnek verilerek iktidarını zorbalık ve taşkınlıkla sürdüren ve toplumuna ilahlık iddiasında bulunan Firavun ve politikasına değinilmekte, bu örnek üzerinden de Mekke halkına azgınlıkları ve Resulullah’a karşı takındıkları inatçı tavırları yüzünden zorba Firavun gibi helak edilecekleri mesajı verilmektedir. Not: Surenin ayetlerinin elimizde mevcut, halife Osman döneminde oluşturulan mushaftaki dizilişinde bir takım teknik ve semantik sorunlar vardır. Bu nedenle biz imkânlarımız ölçüsünde teknik kurallara ve anlamsal kurallara göre yeni bir dizim yapmış bulunuyoruz. 1
  • 2. MEAL: RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA 1-5 Evrendeki çekim kuvveti, evrendeki itme kuvveti, yıldızlar; galaksiler; güneş, ay ve bunların kendi eksenlerinde ve bağlı olduğu yıldız çevresindeki yörüngelerde yüzmesi, bu sayede gece, gündüz ve diğer yaşam koşullarının, med-cezirin, gece-gündüzün, mevsimlerin oluşması, tüm canlı türlerinin ve bitkilerin yaşam koşullarının ayarlanması kanıttır ki Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için sürekli sıkıntı, bunalım ve vicdan azabı vesilesi olan, mü’minlere hem kolay, hem de kolaylaştıran, onlara müjdeler veren, onların mutlu olmalarını sağlayan, elden ele, dilden dile, gönülden gönüle dolaşıp duran, hep öne geçen, önemseten ve kişisel ve sosyal tüm işleri ayarlayan, her işe ait emirlerinin, yasaklarının olması; ilkeler koyan Kur’ân âyetleri kanıttır ki, 26 şüphesiz bunda; “o gün, kişinin iki gücünün/mal ve çevresinin ne takdim ettiğine bakıp/yaptıklarıyla yüz yüze gelip ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişinin, ‘Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım’ demesinde”, saygıyla, sevgiyle bilgiyle ürperti duyacak kimseler için bir ibret vardır. 10,11 Onlar, “Biz tekrar eski hâlimize mi döndürülecekmişiz? Biz, çürümüş kemikler olduktan sonra mı” diyorlar. 12 Dediler ki: “Öyleyse bu çok zararlı bir dönüştür.” 27-33 Oluşturuluşça siz mi daha çetinsiniz yoksa gök mü? Göğü, Allah yaptı; boyunu yükseltti, sonra da onu düzene koydu, gecesini kararttı ve ışığın parlaklığını çıkarttı. Ve ondan sonra, sizin ve hayvanlarınız için bir yararlanma olmak üzere yeryüzünü döşedi/ yeryüzünden suyunu ve otlağını çıkardı, dağları da demirledi/sağlam bir şekilde yerleştirdi. 6 O gün, sarsan sarsacak. 7 Onu ikinci bir sarsıntı izleyecek. 8 Yürekler o gün titreyerek çarpar. 9 Onların gözleri saygılıdır. 13 İşte o, bir tek haykırıştır. 14 Bir de bakmışsın onlar meydandadır. 34 Artık o en büyük felaket geldiği vakit, 35 O gün, insan ne yaptığını iyice anlayacak. 36 Gören kimseler için cehennem apaçık gösterilecek. 37-39 Artık her azmış ve dünya hayatını tercih etmiş kimseye gelince, işte şüphesiz cahîm/cehennem, varılacak yerin ta kendisidir. 2
  • 3. 40,41 Rabbinin makamından korkan ve kendini boş-iğreti arzudan meneden kimseye gelince; artık, hiç şüphesiz cennet, barınağın ta kendisidir. 42 Sana o kıyâmetin kopuş zamanından soruyorlar; onun demir atması ne zaman? 43 Onun anılmasından sende ne var ki? 44 Onun sonucu sadece senin Rabbine aittir. 45 Sen, ancak kıyâmetin kopuş zamanına, saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kişilerin uyarıcısısın. 46 Sonra onlar onu görecekleri gün, dünyada bir akşam veya kuşluğundan başka durmamış gibidirler. 15 Mûsâ'nın haberi sana geldi mi? 16,17 Hani, Rabbi ona mukaddes Tuvâ vadisinde/iki kez temizlenmiş vadide seslenmişti: “ Firavun'a git! Şüphesiz o azdı.” 18,19 Sonra de ki: “Arınmaya var mısın? Ve de seni Rabbine kılavuzlayayım da O'na saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyasın!” 20 Sonra da Mûsâ, Firavun'a o en büyük alâmeti/göstergeyi gösterdi. 21-24 Sonra da Firavun, yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü. Sonra toplayıp seslendi de: “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi. 25 Allah da, dünya ve âhiret azabıyla yakalayıverdi. TAHLİL: 1-5 Evrendeki çekim kuvveti, evrendeki itme kuvveti, yıldızlar; galaksiler; güneş, ay ve bunların kendi eksenlerinde ve bağlı olduğu yıldız çevresindeki yörüngelerde yüzmesi, bu sayede gece, gündüz ve diğer yaşam koşullarının, med-cezirin, gece-gündüzün, mevsimlerin oluşması, tüm canlı türlerinin ve bitkilerin yaşam koşullarının ayarlanması kanıttır ki Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için sürekli sıkıntı, bunalım ve vicdan azabı vesilesi olan, mü’minlere hem kolay, hem de kolaylaştıran, onlara müjdeler veren, onların mutlu olmalarını sağlayan, elden ele, dilden dile, gönülden gönüle dolaşıp duran, hep öne geçen, önemseten ve kişisel ve sosyal tüm işleri ayarlayan, her işe ait emirlerinin, yasaklarının olması; ilkeler koyan Kur’ân âyetleri kanıttır ki, 26 şüphesiz bunda; “o gün, kişinin iki gücünün/mal ve çevresinin ne takdim ettiğine bakıp/yaptıklarıyla yüz yüze gelip ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişinin, ‘Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım’ demesinde”, saygıyla, sevgiyle bilgiyle ürperti duyacak kimseler için bir ibret vardır. 3
  • 4. Bu pasajın ilk ayetlerinde, özellikleri sayılan bir varlığa kasem edilmiş ve “O gün, kişinin iki elinin[iki gücünün; mal ve çevresi] ne takdim ettiğine bakıp [yaptıklarıyla yüz yüze gelip] ve kâfirin ‘Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım!’ demesinde haşyet duyacak kimseler için” bir takım ibretler olduğu vurgulanmıştır. Ne var ki, kasem edilen bu hususlar ilim ehli tarafından hassasiyetle tahlil edilmesi gerekirken, bu yapılamamıştır. Şöyle ki: Çözüm için gayret gerektiren bir durum ortaya çıktığında nasıl mesele “alt komisyona havale” ediliyorsa, emek verilmeden anlaşılmayacak bu hususlar da “melekler”e yorumlanarak işin içinden çıkılmaya çalışılmıştır. Klasik anlayışta bunun yüzlerce örneğini görmek mümkündür. Mesela bu ayetlerde kasem edilenler melekler olarak yorumlanmış ve kasemin cevabı da mahzuf kabul edilmiştir. Tahlilimize başlamadan önce, sonraki kuşaklara da kaynaklık eden bu görüşleri naklediyoruz: "Söküp çıkaranlar", kâfirlerin ruhlarını şiddetle söküp çıkaran meleklerdir. Bu açıklamayı Ali (r.a) yapmıştır. İbn Mesud, İbn Abbas, Mesruk ve Mücahid de böyle demişlerdir: “Bunlar Âdemoğullarının canlarını şiddetle söküp çıkartan meleklerdir.” İbn Mesud dedi ki: Bu buyrukla kâfirlerin canlarını kastetmektedir. Ölüm meleği, cesetlerinden her bir kılın altından, tırnakların altından, ayakların dibinden tıpkı bir demir çubuğun nemli yünden çekilip çıkartılması gibi, kâfirlerin canlarını cesetlerinden öylece çıkartır. Sonra bunu tekrar sokar, yani o canları bedenlerine geri döndürür, sonra tekrar söküp çıkarır. İşte kâfirlere yapacağı uygulama böyle olacaktır. İbn Abbas da böyle açıklamıştır. es-Süddî dedi ki: "Andolsun ... söküp çıkaranlara!” buyruğu ile kastedilen, göğüslerde boğulma zamanındaki canlar, yani "nefisler"dir. Mücahid: Maksat canların çıkmasını sağlayan ölümdür. el-Hasen ve Katade: Bunlar bir ufuktan öbür ufka giden yıldızlardır. Bu da Arapların “Ona gitti" tabirlerinden yahut da “Atlar koştu" ifadelerinden alınmıştır. “Şiddetle” lafzı da “batar, kaybolur ve bir ufuktan öbür ufka gidip doğar” demektir, Ebu Ubeyde, İbn Keysan ve el-Ahfeş de böyle açıklamıştır. "Söküp, çıkaranlar"ın ok atan yaylar olduğu da söylenmiştir ki, bu açıklamayı Ata ve İkrime yapmıştır. "Şiddetlice" ise “batırarak [yerleştirerek]” anlamındadır. Okun yayda batırılması ise alabildiğine geriye doğru demir ucuna ulaşıncaya kadar gerilmesi demektir. “[Oku] yayda batırdı" tabiri, onu “gerebildiği kadar gerdi” anlamındadır. Bu da yayın, okun yerleştirildiği kısmının okun ucuna kadar ulaşması ile olur. (Aynı kökten gelen) "istiğrak" da, “bir şeyi tam anlamıyla kapatmak ve kuşatmak” demektir. Yumurtanın içerideki zarına da -aynı kökten gelmek üzere- ğırgıyün ‫غرقىء‬ denilir.1 Ebu Ubeyde ve Ata şöyle demişlerdir: "Yumuşaklıkla çıkaranlar", bir beldeden diğerine gecen yabani hayvanlar demektir. Nitekim kederler de insanları bir beldeden diğerine alıp götürür. Daha sonra da Himyân'ın az önce geçen beytini zikretmektedir. "Şiddetle söküp çıkaranlar" buyruğunun kâfirler; "yumuşaklıkla çıkaranlar" buyruğunun de müminler hakkında olduğu da söylenmiştir. Yani melekler müminin ruhunu yumuşak bir şekilde alır. "Nez'" şiddetle, "neşt" de yumuşaklıkla çekmek demektir. Her ikisinin de kâfirler hakkında olduğu ve bunlardan sonraki iki âyetin dünyadan ayrılış halinde müminler hakkında olduğu da söylenmiştir. "Dalıp yüzenlere" buyruğu hakkında Ali (r.a) dedi ki: Bunlar, müminlerin canlarını alıp yüzen meleklerdir. el-Kelbî dedi ki: Bunlar, kimi zaman suya gömülen, kimi zaman üstüne çıkan yüzücü kimse gibi müminlerin canlarını alan meleklerdir. Onların canlarını kolay bir şekilde ve incitmeksizin usul usul çekerler. Sonra dinleninceye kadar onu bırakırlar. Mücahid ve Ebu Salih dedi ki: Bunlar, Yüce Allah'ın emrini çabucak yerine getirmek için semadan inen meleklerdir. Nitekim hızlıca yürüyen asil ata, çabucak ve hızlıca koşacak olursa "sâbih [yüzücü]" denilir. Yine Mücahid'den şöyle dediği nakledilmiştir: Melekler inişlerinde ve yükselişlerinde yüzerler. Yine ondan nakledildiğine göre, "yüzenler" Âdemoğullarının ruhlarında yü- zen ölümdür. Bunların, gazilerin atları olduğu da söylenmiştir. …… Katade ve el-Hasen: Bunlar yörüngelerinde yüzen yıldızlar demektir, demiştir. Güneş ve Ay da 1 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 4
  • 5. böyledir. Yüce Allah da şöyle buyurmuştur: "Hepsi de birer yörüngede yüzerler" (Yâsîn/40) Mukatil: Müminlerin canlarını alelacele cennete ulaştıran meleklerdir, demiştir. İbn Mesud da şöyle demiştir: Bunlar, kendi ruhlarını kabzeden melekleri gördüklerinde, karşılaştıkları sevindirici haller sebebiyle Yüce Allah'a ve Onun rahmetine kavuşmak şevki ile meleklere hızlıca koşuşan müminlerin canlarıdır. Benzer bir açıklama er-Rabi'den nakledilmiştir. O şöyle demiştir: Ölüm halinde çıkmakta acele eden canlardır. …… el-Maverdî dedi ki: Bu hususta iki görüş vardır. Birincisine göre, bunlar meleklerdir. Bu cumhurun [büyük çoğunluğun] görüşüdür. İkinci görüşe göre, bunlar yedi gezegendir. Bu görüşü de Halid b. Ma'dân. Muâz b. Cebel'den nakletmektedir. Gezegenlerin işleri[nin] yürüt[ül]mesi [tedbiri] de iki şekilde açıklanmıştır. Bu açıklamanın birincisine göre, bunların doğuş ve batışlarının düzenlenmesidir. İkinci görüşe göre, bunların tedbiri, Yüce Allah'ın onlar hakkında hükmettiği hallerin değişmesi demektir. Yine el-Kuşeyrî de bu görüşü Tefsir'inde nakletmiş ve Yüce Allah'ın, âlemin işlerinin yürütülmesiyle ilgili pek çok hususu yıldızların hareketlerine bağlı olarak gerçekleştirdiğini, bundan dolayı işlerin yürütülmesi [tedbiri] Allah'tan olsa bile, tedbir yıldızlara izafe edilmiştir. Tıpkı bir şeyin kendisine yakın olan bir diğer şeyin adı ile adlandırılması gibi. “İşleri yürütenler”den maksadın melekler olduğu görüşüne göre, onların işleri yürütmesi, helal ve haram hükümleri ile bunlara dair açıklayıcı hükümleri indirmeleridir. Bu açıklamayı İbn Abbas, Katade ve başkaları yapmıştır. Bu da, esası itibariyle Yüce Allah'a ait bir iştir; fakat bu emirleri indirenler melekler olduğundan dolayı bu iş onlara izafe edilmiş bulunmaktadır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onu Ruhu'l-emin indirdi." (Şuarâ/193) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak ki o, onu Allah'ın izniyle kalbine ... indirmiştir." (Bakara/97) Bununla Cebrail (a.s)'ı, Muhammed (sav)'in kalbine indirdiği kastedilmektedir. Onu indiren ise Yüce Allah'tır. ……………. Yeminin cevabı hazfedilmiştir. Sanki Yüce Allah, şöyle buyurmuş gibidir: “And olsun şiddetle söküp çıkaranlara, şuna ve şuna ki, siz mutlaka öldükten sonra diriltilecek ve hesaba çekileceksinizdir.” Bunun [yeminin cevabının] hazfedilmesinin sebebi ise, dinleyenlerin manayı bilmeleridir. Bu açıklamayı el-Ferrâ yapmıştır. Buna da Yüce Allah'ın: "Çürümüş, dağılmış kemikler olduktan sonra mı" buyruğu delil teşkil etmektedir. Bunun onların: “Çürümüş, dağılmış kemikler olduktan sonra mı diriltileceğiz?” sözlerine bir cevap gibi olduğu görünmüyor mu? Bundan dolayı Yüce Allah "çürümüş, dağılmış kemikler olduktan sonra mı?" diye buyurmakla yetinmiştir. Kimileri de şöyle demiştir: Yemin, Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki bunda korkan kimseler için elbette bir ibret vardır." (Naziat/26) buyruğu için yapılmıştır. Tirmizi b. Ali'nin tercih ettiği görüş budur. Yani “Benim anlatmış olduğum kıyamet günü ve Musa ve Firavun'un kıssasında "korkan kimseler için elbette bir ibret vardır" demektir. Fakat İbnu'l-Enbârî'nin söylediklerine göre yeminin sûrede açık ve görünür bir şekilde anılmış bir hususa yapılması, daha önce kendisinden söz edilmemiş bir şeye yapılmasından daha uygundur. Çünkü bu, çirkin bir şekil olur, zira her ikisi arasında geçen ifadeler oldukça uzamış bulunmaktadır. Yeminin cevabının: "Musa'nın haberi geldi mi sana" (Naziat/15) buyruğu olduğu da söylenmiştir. Çünkü: “... gelmiş bulunmaktadır” demektir. "O gün sarsan sarsacak" buyruğunun: “Elbette ki o gün sarsacak” takdiri ile cevabı teşkil ettiği ve "lâm" harfinin hazfedildiği de söylenmiştir. Bir diğer açıklamaya göre, buyruklarda takdim ve tehir vardır. İfade: “O gün sarsan sarsacak, arkasından onu Râdife izleyecek. Andolsun şiddetle söküp çıkaranlara...” takdirindedir.2 Abdullah İbn Mes'ûd, Abdullah İbn Abbâs, Mesrûk, Saîd b. Cübeyr, Ebu Salih, Ebu Duhâ, Süddî: «Boğulmuş olanı söküp alanlara andolsun!» kavli ile meleklerin kastedildiğini söylerler. Yani melekler Ademoğullarının ruhlarını çekip aldıkları zaman, bir kısmı katı ve sert olarak ruhu kabzeder ve bunu söküp çıkarmak için çalışır. Bir kısmı da insanoğlunun ruhunu kolaylıkla alır. Sanki bir ip düğümünü çözüyormuş gibi. İşte Allah Teâlâ'nm müteakiben buyurduğu: «Canları kolaylıkla alanlara» kavlinden maksat budur. İbn Abbas böyle der. Bir başka rivayette de İbn Abbâs der ki: «Söküp alanlar»dan maksat, kâfirlerin nefisleridir. Bunlar sökülüp alınır, sonra cehennem ateşine daldırılırlar. İbn Ebî Hatim böyle rivayet eder. Mücâhid der ki: «Boğulmuş olanı söküp alanlar» kavlinden maksat, ölümdür. Hasan, Katâde ise: «Boğulmuş olanları söküp alanlara andolsun. Canları kolaylıkla alanlara da…» kavli ile yıldızlar kastedilmiştir. Atâ İbn Ebî Rebân der ki: “Söküp alanlar” ile “Kolaylıkla alanlar” kavlinden maksat, savaşa kuvvetle katılanlardır. En sahîh görüş birincisidir ve müfessirlerin ekseriyeti bu görüşü benimsemişlerdir. «Yüzüp yüzüp 2 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 5
  • 6. gidenlere…» kavline gelince: Abdullah İbn Mes'ûd, bunların melekler olduğunu söyler. Hz. Ali, Mücâhid, Saîd İbn Cübeyr ve Ebu Sâlih'den de buna benzer bir ifâde nakledilmiştir. Mücâhid ise «Yüzüp yüzüp gidenlere» kavli ile ölüm kastedilmiştir derken, Katâde: “Bunlarla yıldızlar kastedilmiştir” der. Atâ İbn Ebî Rebâh ise; bununla diriler kastedilmiştir, der. «Yarıştıkça yarışanlara…» Ali, Mesrûk, Mücâhid, Ebu Salih ve Hasan el-Basrî'den rivayet edilir ki; bununla melekler kastedilmiştir. Hasan ise; “iman yarışına katılıp tasdike koşanlar” anlamını vermiştir. Mücâhid ölüm anlamını verirken, Katâde yıldızlar mânâsını verir. Atâ ise bununla Allah yoluna koşulan atlar kastedilmiştir, der. «Ve işleri yönetenlere…» Ali, Mücâhid, Atâ, Ebu Salih, Hasan, Katâde, Rebî' İbn Enes ve Süddî “Bunlar meleklerdir” derler. Hasan'ın ek bilgisinde ise şu ifâdeler yer alır: Melekler emri gökten yeryüzüne yöneltirler. Bu konuda ihtilâf yoktur. Ancak İbn Cerîr kesin olarak neyin kastedildiğini belirtmemiştir. Onun nakline göre: «Ve işleri yönetenlere...» kavliyle melekler kastedilmiştir. Ancak kendisinin bu görüşe müspet veya menfi tarzda katılıp katılmadığını zikretmemiştir.3 Kasemin Cevabının Mahzuf Olduğu Görüşü: Birinci Görüş: Cevap mahzuftur. Böyle olması halinde, burada şu takdirler yapılabilir: 1- Ferra, mahzuf olan cevabın " ‫ن‬ّ ‫لتبعث‬ letübasünne Muhakkak ki diriltileceksiniz" ifadesi olduğunu; bunun delilinin de Allah Teâlâ´nın, onların söylediklerini dile getirdiği, "Bizler, çürümüş kemikler olduğumuzda mı? (Nâziat/11)” ifadesi olduğunu; zira bunun anlamının "Biz, çürümüş kemikler haline geldiğimizde mi diriltileceğiz?!..." şeklinde olduğunu söylemiştir. 2- Ahfeş ve Zeccac´a göreyse, kasemlerin cevabı " letenfühunne cena ssuri ‫الصورلتنفخن‬ ‫جنا‬ Biz, Sûr´a iki kez üfleriz” ifadesidir. Mahzuf olan cevabın bu olduğunun delili ise "iki üfleme"yi ifade eden erradife ve erracife ‫الراجفة‬ ‫الرادفة‬kelimelerinin burada yer almalarıdır. 3] Kısaî, mukadder cevabın " innelkıyamete vakıatün ‫لواقعة‬ ‫القيامة‬ ‫ن‬ّ ‫ا‬Kıyamet kopacaktır” ifadesi olduğunu; zira Cenâb-ı Hakk´ın, vezzariyati zervan felhamilati vegran ‫ا‬ً ‫ذرو‬ ‫لذاريات‬‫ل‬‫وال‬ ‫ا‬ً ‫وقر‬ ‫فالحاملت‬ buyurup, daha sonra ennema tüadune lesadıkun, ‫لصادق‬ ‫توعدون‬ ‫انما‬ buyurmasının, velmürselati urfen felasıfati asfen ‫ا‬ً ‫عصف‬ ‫فالعصفات‬ ‫ا‬ً ‫عرف‬ ‫والمرسلت‬buyurup, daha sonra da, ennema tüadune levakıun ‫لواقع‬ ‫توعدون‬ ‫انما‬ buyurması gibi olduğunu; burada da böyle olduğunu; zira Kur ´ân´ın aslında tek bir sûre gibi olduğunu söylemiştir. Kasemin Cevabının Zikredilmiş Olduğu Görüşü: İkinci Görüş: Bu görüşe göre ayetteki ifadelerin cevabı mezkur demektir. Bu görüşe göre şu ihtimaller söz konusudur: 1- Hakkında kasem edilen şey [cevap], "O gün kalpler titreyecek; gözleri zilletle eğilecektir” ayetinin beyan ettiği husustur. Buna göre takdir, "Bunları derinliklerden söküp alanlara, rıfk ile çıkaranlara ki, sarsanın sarstığı o günde, titreyen bir takım kalpler, zilletten eğilen bir takım gözler meydana gelir, bulunur..." şeklinde olur. 2- Kasemin cevabı "Muhakkak ki sana Musa´nın haberi geldi..." (Naziat/15) ifadesidir. Çünkü buradaki tıpkı "muhakkak ki sana Gâşiye’nin [kıyametin] haberi geldi" manasındaki Gâşiye/1’de olduğu gibi "muhakkak" anlamındadır. 3- Kasemin cevabı "Şüphesiz ki, bunda, haşyet edenler için bir öğüt vardır" (Naziat/26) cümlesidir.4 Kasemin Cevabının Zikredilmiş Olduğu Görüşü: İkinci Görüş: Bu görüşe göre ayetteki ifadelerin cevabı mezkur demektir. Bu görüşe göre şu ihtimaller söz konusudur: 1- Hakkında kasem edilen şey [cevap], "O gün kalpler titreyecek; gözleri zilletle eğilecektir” ayetinin beyan ettiği husustur. Buna göre takdir, "Bunları derinliklerden söküp alanlara, rıfk ile çıkaranlara ki, sarsanın sarstığı o günde, titreyen bir takım kalpler, zilletten eğilen bir takım gözler meydana gelir, bulunur..." şeklinde olur. 3 (İbn Kesir) 4 (Razi; el Mefatihu’l Gayb) 6
  • 7. 2- Kasemin cevabı "Muhakkak ki sana Musa´nın haberi geldi..." (Naziat/15) ifadesidir. Çünkü buradaki tıpkı "muhakkak ki sana Gâşiye’nin [kıyametin] haberi geldi" manasındaki Gâşiye/1’de olduğu gibi "muhakkak" anlamındadır. 3- Kasemin cevabı "Şüphesiz ki, bunda, haşyet edenler için bir öğüt vardır" (Naziat/26) cümlesidir.5 BİZİM TAHLİLİMİZ: Teknik olarak 1-5. ayetler kasem; kasemin cevabı da 26. ayettir. Surede kasemin cevabı olabilecek başka bir ayet yoktur. 26. ayet hem teknik yapısı hem de anlamı itibariyle kasemin cevabı mahiyetindedir. Mealde de ortaya koyduğumuz gibi, kasem cümlesinin bir bütün olması lazım gelirken, kanaatimizce, Kur’an’ı mushaflaştıranlar tarafından bu yapı bozulmuştur. Bunun sonucunda da yukarıdaki alıntılarda sunduğumuz gibi bir takım uyarlamalar yapmak zorunda kalınmıştır. Biz, olması gereken teknik yapıyı dikkate alarak meallendirmiş bulunuyoruz. Sure kasem cümlesi ile başlamıştır. Ardı ardına oluşan bir takım olgulara kasem edilerek, yani bunlar delil, kanıt gösterilmek suretiyle akıllı, bilgili insanlara bunda; Nebe’ suresinin son paragrafında anlatılanlarda “ibret” olduğu kanıtlanmak istenmektedir. Surenin bu bölümü, Zariyat suresinin ilk ayetlerine çok benzemektedir. İLK AYETLERDE KASEM EDİLENLER: - ‫نازعات‬ّ ‫ال‬Naziat: “Naziat” sözcüğü “sökerek çekmek”6 anlamındaki “ ‫نلزع‬nezea” sözcüğünün ismi fail kalıbının çoğuludur. Anlamı “sökerek çekenler” demektir. Sözcük belirteçli olduğundan, “o sökerek çekenler” anlamını taşımaktadır. Hemen peşinden gelen “ ‫ا‬ً ‫غرق‬ğarkan” sözcüğü de “mef’ulu mutlak” veya “hal” olarak getirildiğinden, ayetteki ifadenin anlamı da “suya batırırcasına, suda boğarcasına çekenler” veya “suya batırarak, suda boğarak söküp çekenler” demek olur. Bu anlamdan anlaşıldığına göre, Rabbimiz bu ifade ile “suda boğarcasına sıkıntı veren” bir olguya kasem etmektedir. ‫ناشطات‬ّ ‫ال‬ Naşitat: “Naşitat” sözcüğü, “ ‫ط‬ ‫ش‬ ‫ن‬nşt” mastarının ism-i fail kalıbının çoğuludur. Sözcüğün kökü olan “nşt”, Lisanü’l-Arab’da “keselin nâkızı [ağırdan almanın; tembelliğin karşıtı]” olarak verilmekte ve sözcüğün “yumuşaklıkla hareket ettirme, özendirme, kolaylaştırma, gayrete getirme” gibi anlamlarda kullanıldığı örneklerle açıklanmaktadır.7 ‫برات‬ّ ‫المد‬ ‫سابقات‬ّ ‫ال‬ ‫سابحات‬ّ ‫ال‬ Sabihat, Sabikat, Müdebbirat: “Yüzdükçe yüzen, yüzerken de öne geçtikçe geçip işleri düzenleyenler”: Bu ayetlerin iki açıdan değerlendirilmesi uygundur: 5 (Razi; el Mefatihu’l Gayb) 6 (Lisanü’l-Arab; c: 8, s: 518-520, nza mad.) 7 (Lisan; 8/557-560. nşt mad.) 7
  • 8. 1- Evrendeki olaylar açısından: Buna göre, Rabbimiz evrendeki her zaman hayranlıkla izlenen yasalarına; iş ve oluşları ayarlayan kanunlarına dikkat çekmektedir. “Naziat”, evrendeki çekim kuvvetidir. “Naşitat” ise evrendeki itme kuvveti, suyun kaldırma kuvvetidir. “Yüzenler”; yıldızlar; galaksiler; Güneş, Ay ve bunların kendi mihverlerinde ve bağlı olduğu yıldız çevresindeki yörüngelerde yüzmesi, bu sayede gece gündüz ve diğer yaşam koşullarının, med-cezirin, gece gündüzün, mevsimlerin oluşması, tüm canlı türlerinin ve bitkilerin yaşam koşullarının ayarlanmasıdır. 33 Ve O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ay'ı oluşturandır. Hepsi bir yörüngede yüzmektedir. 34 Biz, senden önce de hiçbir beşer için sonsuzluk tanımadık. Peki, sen öldün de onlar sürekli kalanlar mıdırlar? (Enbiya/33, 34) 38 Kendi yolunda kendisi için kararlaştırılmış olan için akıp giden güneş de duyarsız toplum için bir delildir. İşte bu, çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın ayarlamasıdır. 39 Bizim kendisi için, eski kuru bir hurma dalı gibi dönünceye dek menziller; konaklar ayarladığımız Ay da, o duyarsızlaşmış toplum için bir delildir. 40 Güneşin aya erişip çatması uygun olmaz. Gece de gündüzü öne geçici değildir. Hepsi de bir yörüngede yüzerler. (Yasin/38- 40) 5 Allah, gökten yere, sistemleri düzenler, sonra da sistemler, ölçüsü, sizin saydıklarınızdan bin yıl olan bir günde Allah'a yükselir; geri döner, sistem çöker, bozulur. (Secde/5) Ve Ra’d/2, Yunus/3, A’raf/54. Evrene konmuş bu işleyiş yasalarının “haşyet duyacak kimselerin ibret almaları”na referans olması ise, bu düzenin bozulacağının bilimsel gerçekliğinden dolayı ahiretin mutlaka gerçekleşeceğinin bilginlerce kabul edilmesidir. 2- Kur’an’ın özellikleri açısından: Rabbimizin kasem ettiği “kolaylaştıran, işi tereyağından kıl çeker gibi rahat ve kolay yapan, özendiren, bıkkınlık vermeyen, nefret ettirmeyen, insanı tembelliğe, ağırdan almaya sevk etmeyen” hususlardan kasıt Kur’an ayetleridir. Kur’an kâfirlerin kalplerine hançer gibi saplanmış, onlara sürekli sıkıntı vermektedir. Müminleri ise kendine çekmekte, her yönüyle Allah’ı tanıtmakta, O’nu noksan niteliklerden tenzih etmekte, her işlerinde müminlere yol haritası olup işlerini düzenlemektedir. İçerdiği mesajlar gayet etkili sözlerden oluşmakta, elden ele, dilden dile, gönülden gönüle yağ gibi akmakta ve herkesin her işini görmekte, problemlerini çözmektedir. Kur’an’ın bir adı da “Ruh” olup ölü mesabesindeki kâfirlere hayat verip müminleştirmektedir. “Naziat” Kur’an’dır: Çünkü Kur’an kâfirler için sürekli sıkıntı, bunalım ve vicdan azabı vesilesi olmuştur: 41 Biz, bu Kur’ân'da, onların akıllarını başlarına almaları için türlü şekillerde evirip çevirdik/farklı farklı şekillerde açıklama yaptık. Ve bu açıklamalar, ancak onların nefretini artırmıştır. (İsra/41) 46 Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık yaptık. Ve sen Kur’ân'da sadece Rabbini ‘bir ve tek’ olarak andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin geriye giderler. (İsra/46) 8
  • 9. 42,43 Ve onlar, var güçleriyle Allah'a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse, kesinlikle önderli toplumların her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne zaman ki kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden onların sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi düzenbazını çepeçevre kuşatır. O hâlde öncekilerin kanunundan/ onlara uygulanandan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen, Allah'ın uygulamasında asla bir değişme bulamazsın. Sen, Allah'ın uygulamasında asla bir başkalaşma da bulamazsın. (Fatır/42,43) 12 Böylece Biz Kur’ân'ı, suçluların kalplerine sokarız. (Hıcr/12) 200,201 Böylece onu günahkârların kalplerine soktuk. Onlar acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler. (Şuara/200) Şimdi de konumuz olan pasajı tahlil edelim: Kasem ifade eden ilk ayetlerden sonra, kâfirlerin Kur’an karşısındaki inatçı tutumlarına ve bu tutumun yol açtığı akıbete değinilmektedir. Şüpheci akılsızlar her ne kadar peygamberimizden tehdit edildikleri azabı hemen getirmesini isteyerek inanmaz görünseler de, kafalarının içinde daima bir “acaba?” taşımaktadırlar. Yani, görünüşte inanmaz, hakikati kabul etmez bir tavır sergileyen bu inkârcılar, aslında içlerinden “Ya doğruysa, ya varsa!” diye şüpheye düşmekte ve huzursuz olmaktadırlar: 55 Küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişiler de, kendilerine ansızın kıyâmetin kopuş anı veya kısır [yararsız, verimsiz] bir günün azabı gelinceye kadar, Kur’ân'dan kuşku duymaya devam edeceklerdir. (Hacc/55) 1 Elif/1, Lâm/20, Râ/200. Bunlar, Kitab'ın ve apaçık/açıklayıcı bir Kur’ân'ın âyetleridir. 2 Zaman zaman kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişiler, ‘Keşke Müslüman olsaydık!’ temennisinde bulunacaklar. 12 Böylece Biz Kur’ân'ı, suçluların kalplerine sokarız. (Hicr/1,2, 12) “Naşitat”ın Kur’an olduğunu yukarıda da ifade etmiştik. Çünkü Kur’an ayetleri müminlere hem kolaydır, hem de kolaylaştırandır. Onlara müjdeler verir, mutlu olmalarını sağlar. İşte şüphesiz Biz onu [Kur’an’ı], kendisiyle takva sahiplerini müjdeleyesin, inat eden kavmi de uyarasın diye senin lisanın üzere kolaylaştırdık. (Meryem/97) (Ahkaf/12) 9,10 Şüphesiz ki bu Kur’ân, insanları en doğru ve en sağlam şeye; rüşde kılavuzlar ve düzeltmeye yönelik işler yapan mü’minlere kendileri için kesinlikle ve kesinlikle büyük bir ecir olduğunu ve âhirete inanmayan kişiler için Bizim can yakıcı bir azap hazırladığımızı müjdeler. (İsra/9) 1-4 Tüm övgüler, katından şiddetli azaba karşı uyarmak, düzeltmeye yönelik işler yapan mü’minlere, şüphesiz kendileri için, içinde sürekli kalıcılar olarak güzel bir ödül bulunduğunu müjdelemek ve “Allah çocuk edindi” diyenleri uyarmak için, kuluna, gözetici olarak, kendisi için hiçbir pürüz oluşturmadığı Kitab'ı indiren Allah içindir; başkası övülemez. (Kehf/2) Ve Neml/1-3, Neml/49, Mülk/21, İsra/9, 10. 9
  • 10. “Sabihat”: Yüzdükçe yüzüp de [elden ele, dilden dile, gönülden gönüle dolaşıp duran]. “Sabikati sekban”: Öne geçtikçe geçen; [hep öne geçen, önemseten ve kişisel ve sosyal tüm işleri ayarlayan]. “Müdebbirati emran”: Kur’an ayetlerinin her işi düzenlemesi; Rabbimizin her işe ait emirlerinin, yasaklarının olması; ilkeler koyması demektir. Zaten Kadr suresinde bu açıklanmış idi. 4,5 Haberci âyetler, içlerindeki ruh; can katan, canlı tutan güçleriyle Rablerinin izniyle/ bilgisi gereği, o şafak sökene kadar/aydınlığa kavuşuncaya kadar iner dururlar; her bir işten. (Kadr/4,5) Unutulmamalıdır ki, Kur’ân'daki mucize dağlarda, taşlarda, rüzgârlarda olan mucizelerden daha yücedir. Öyle bir mucizedir ki, her an el altında ve göz önünde bulunmasına rağmen kıyâmete kadar mucizeleri tükenmeyecektir. Rabbimiz Kur’an’ın bütün bu özelliklerini ön plana çıkararak onların tanıklığı ile “Şüphesiz bunda haşyet duyacak kimseler için nice ibretler” olacağını kanıtlamaktadır. Ayetteki “bunda” işaret zamiri ile işaret edilen olgu, Nebe’ suresinde konu edilen “kişi iki elinin [iki gücünün; mal ve çevresi] ne takdim ettiğine bakıp da [yaptıklarıyla yüz yüze gelip de] ve kâfir kişinin: “Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım!” demesidir. Ayette “haşyet [saygı] duyacak kimseler için bir ibret vardır” buyrulmuştur. Daha evvel “haşyet”in “bilgi kaynaklı bir saygı” olduğunu açıklamıştık. Burada da bu konulara ait bilgisi olanların bundan ibret alacağı, evrendeki ayetleri fark edecek akıl ve bilgiye sahip olmayanlara bu ayetlerin bir şey ifade etmeyeceği bildirilmektedir. 9,10 Bundan dolayı sen hemen öğüt ver, eğer öğüt yarar sağlıyorsa/ sağlayacaksa; saygısı olan öğüt alacaktır. (A’la/9, 10) 21 Eğer Biz, bu Kur’ân'ı bir dağa/çok iri cüsseli bir yükümlü varlığa indirseydik, Allah'a olan saygıyla, sevgiyle ve bilgiyle ürpertiden onu samimiyetle saygı duyar, baş eğer ve parça parça olmuş görürdün. Ve Biz, bu örnekleri iyiden iyiye düşünürler diye insanlara veriyoruz. (Haşr/21) 2-4 Biz, Kur’ân'ı sana sıkıntıya düşesin/mutsuz olasın diye değil, ancak saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kimse için bir öğüt olmak üzere, yeryüzünü ve yüce gökleri oluşturandan bir indirilişle indirdik. (Ta Ha/3) 28 İnsanlardan, diğer canlı varlıklardan ve davarlardan da böyle türlü türlü renkte olanlar vardır. Kulları arasında Allah'tan ancak bilginler saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperirler. Hiç şüphesiz Allah çok güçlüdür, çok bağışlayıcıdır. (Fatır/28) Kuran, burada olduğu gibi, başka sure başlarında da bir çok kez böyle mecazi ifadeler ile tanıtılmıştır: 1-7 Küme küme/necm necm gönderilip de önüne gelenleri devirdikçe deviren, toplumları canlandırdıkça canlandıran, canlandırdıkça da hakkı bâtılı ayıran, özür veya uyarı olarak öğüt bırakan 10
  • 11. Kur’ân âyetleri kanıttır ki kesinlikle tehdit olunduğunuz, korkutulduğunuz şey, kesinlikle meydana gelecektir. (Mürselat/1- 7) 1-5 O saflar hâlinde dizilen/dizen, sonra da haykırıp sürükleyen, haykırıp sürükledikten sonra da öğüt okuyan Kur’ân âyetleri kanıttır ki sizin İlâhınız kesinlikle Bir Tek'tir. O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. Doğuların da Rabbidir. (Saffat/1- 5) 1-6 O tozuttukça tozutanlar, arkasından ağırlığı taşıyanlar, sonra kolaylıkla akanlar, sonra da bir emri paylaştıranlar kanıttır ki şüphesiz tehdit olunduğunuz o şey, kesinlikle doğrudur. Şüphesiz yapılanların karşılıklarını verilmesi de kesinlikle gerçekleşecektir. (Zariyat/1-6) 10,11 Onlar, “Biz tekrar eski hâlimize mi döndürülecekmişiz? Biz, çürümüş kemikler olduktan sonra mı” diyorlar. 12 Dediler ki: “Öyleyse bu çok zararlı bir dönüştür.” 27-33 Oluşturuluşça siz mi daha çetinsiniz yoksa gök mü? Göğü, Allah yaptı; boyunu yükseltti, sonra da onu düzene koydu, gecesini kararttı ve ışığın parlaklığını çıkarttı. Ve ondan sonra, sizin ve hayvanlarınız için bir yararlanma olmak üzere yeryüzünü döşedi/ yeryüzünden suyunu ve otlağını çıkardı, dağları da demirledi/sağlam bir şekilde yerleştirdi. Bu ayetler Nebe suresinin devamı, biraz da açılımı mahiyetindedir. Nebe suresinde “o çok büyük ve önemli haber” üzerinden soruşanların, tartışanların içinde bulundukları çıkmazların detayı verilmekte ve onlara cevaplar verilmektedir: Onlar, Kur’an’daki önemli haberleri duydukça, birbirlerine: “Biz tekrar eski halimize mi döndürülecekmişiz? Biz, çürümüş kemikler olduktan sonra mı?”, “Öyleyse bu çok zararlı bir dönüştür” deyip durmaktadırlar. Rabbimiz bu kişilere “dirilme”nin mümkün, “diriltme”nin de Kendisisi için çok kolay olduğunu bildirerek insanları düşünmeye davet etmektedir: “Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? Onu [göğü], O [Allah] yaptı; boyunu yükseltti, sonra da onu düzene koydu, gecesini kararttı ve kuşluğunu [ışığın parlaklığını] çıkarttı. Ve ondan sonra, sizin ve hayvanlarınız için bir faydalanma olmak [yararlanmak] üzere yeryüzünü döşedi; ondan [yeryüzünden] suyunu ve otlağını çıkardı, dağları da sabitledi [demirledi; sağlam bir şekilde yerleştirdi].” Ayetteki “Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü?” ifadesinin birincil muhatabı ahireti inkâr eden o günkü Mekkeli müşrikler olmakla beraber, aslında tüm zamanlardaki inkârcılardır. Ayette sorulan bu sorular, tüm inkârcıların cevaplaması gereken sorulardır. Rabbimiz, insanlar akıllarını başlarına alsınlar, kendilerine gelsinler diye bu konuda birçok kez ikazda bulunmuştur: 57 Elbette göklerin ve yerin oluşturulması, insanların oluşturulmasından daha büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar. (Mu'min/57) 49 Ve onlar dediler ki: “Biz, bir kemik yığını olduğumuz ve ufalanıp toz olduğumuz vakit mi, gerçekten biz, yeni bir oluşturuluşla diriltilecek miyiz?” 50-52 De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun.” Sonra onlar; “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yoktan yaratmış olan.” Bunun üzerine sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın 11
  • 12. olması umulur! Sizi çağıracağı/diriltileceğiniz gün, O'nu överek O'nun çağrısına uyacaksınız ve sadece pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.” (İsra/49- 52) 78 Ve kendi oluşturuluşunu dikkate almayarak Bize bir örnekleme yaptı: Dedi ki: “Kim diriltecekmiş o kemikleri? Onlar çürümüş iken!” 79,80 De ki: “Onları ilk defa oluşturan onları diriltecektir. Ve O, her oluşturmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş/oksijen yapandır. Şimdi de siz oksijenden yakıp duruyorsunuz. 81 Gökleri ve yeri oluşturan, onlar gibilerini de oluşturmaya güç yetiren değil midir? Evet, elbette güç yetirendir! Ve O, çok çok mükemmel oluşturandır, çok iyi bilendir. (Ya Sin/78- 81) 15-17 Ve onlar: “Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir. Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz tekrar dirilecekmişiz? Önceki atalarımız da mı?” diyorlar. (Saffat/16) Ayetteki “Ve ondan sonra, sizin ve hayvanlarınız için bir faydalanma olmak [yararlanmak] üzere yeryüzünü döşedi” ifadesindeki sonralık “zamanda sonralığı” değil, kelamdaki sonralığı ifade eder. “ ‫م‬ّs‫ث‬sümme” ve “ ‫بعد‬ ba’de” edatlarının sadece zamanda sonralığı değil, kelamda sonralığı ifade ettiğini bundan önce [Beled/17 ve Kalem/13’ün tahlillerinde] birkaç kez açıklamıştık. O nedenle, bu ayetin de yer kürenin semalardan sonra yaratıldığı şeklinde anlaşılmaması gerekir. Buna benzer bir ayet de ileride [Bakara/29] gelecektir. Yerküre ile göklerin yaratılışı Fussılet suresinde detaylıca yer almıştı: 9 De ki: “Siz yeryüzünü iki evrede oluşturanı gerçekten örtüp duracak mısınız/ inanmayacak mısınız? Bir de O'na eşler koşuyorsunuz! O, âlemlerin Rabbidir.” 10 Ve O, yeryüzünün içinde sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp isteyenler için eşit olarak/ayırım yapılmadan rızıkları dört evrede ayarladı. 11 Sonra duman hâlinde bulunan göğe yerleşti/ egemenlik kurdu da ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya istemeyerek gelin!” dedi. İkisi de, “Biz isteyerek geldik” dediler. (Fussılet/9-12) 6 O gün, sarsan sarsacak. 7 Onu ikinci bir sarsıntı izleyecek. 8 Yürekler o gün titreyerek çarpar. 9 Onların gözleri saygılıdır. 13 İşte o, bir tek haykırıştır. 14 Bir de bakmışsın onlar meydandadır. Rabbimiz çevremizdeki ayetlerine [evrendeki delil ve işaretlerine] dikkat çektikten sonra, bunların akıbetine dair açıklamalarda bulunmaktadır. Birinci sarsıntı ile “kıyamet koptuğunda dünyanın alt-üst olması” kastedilirken, ikinci sarsıntı ile de ölülerin ayağa kalkmasına işaret edilmektedir. Bu olguya daha önceki surelerde de birçok kez değinilmişti. Hatırlatmak için şu örnekle yetiniyoruz: 68 Ve sûra üflenmiştir de Allah'ın dilediği hariç, göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılıvermiştir. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir de onlar kalkmışlar karşıda bakıp duruyorlar. (Zümer/68) 12
  • 13. Ayetteki “Yürekler o gün titreyerek çarpar” ifadesinin çağrıştırdığı korku psikolojisi, korku ve dehşet içindeki kâfirlerin psikolojik durumlarını yansıtmaktadır. Zira o gün müminler güven içinde olacaktır: 1,2 Ey insanlar! Rabbinizin koruması altına girin, şüphesiz kıyametin kopuş anının sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vaz geçer. Ve her hamile kadın taşıdığını bırakır. Ve sen, insanları sarhoş olmadıkları hâlde sarhoş görürsün. Velâkin Allah'ın azabı çok şiddetlidir. (Hacc/1,2) 101,102 Şüphesiz tarafımızdan kendilerine “En Güzel” hazırlanan kimseler; işte onlar, cehennemden uzaklaştırılmışlardır. Onlar, cehennemin uğultusunu duymazlar. Onlar, nefislerinin istediği şeyler içinde sürekli kalıcıdırlar. 103 O en büyük korku onları üzmez ve kendilerine haberciler: “İşte bu, size söz verilmiş olan gününüzdür” diye akıllarına getirirler. (Enbiya/101-103) 21-23 Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman, Rabbinin hesaba çektiği, gönderdiği vahiyler tanık olarak saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de getirilmiştir; o insanın, o gün aklı başına gelecektir, artık aklının başına gelmesinin kendisine ne yararı var ki! (Fecr/21-23) 34 Artık o en büyük felaket geldiği vakit, 35 O gün, insan ne yaptığını iyice anlayacak. 36 Gören kimseler için cehennem apaçık gösterilecek. 37-39 Artık her azmış ve dünya hayatını tercih etmiş kimseye gelince, işte şüphesiz cahîm/cehennem, varılacak yerin ta kendisidir. 40,41 Rabbinin makamından korkan ve kendini boş-iğreti arzudan meneden kimseye gelince; artık, hiç şüphesiz cennet, barınağın ta kendisidir. Bu ayetler, kıyametin kopmasından sonra kimsenin yapacağı bir şey kalmayacağı; bu nedenle herkesin sağ iken kendisine verilen fırsatı doğru değerlendirmesi gerektiği mesajını vermektedir. Kıyamet gelince, o gün insan ne yaptığını iyice anlayacak. Gören kimseler için cehennem apaçık gösterilecek. Her azmış ve dünya hayatını tercih etmiş kimse kesinlikle cehenneme, Rabbinin makamından korkan ve nefsini hevâdan meneden kimse de cennete gönderilecektir. 6 Artık Allah, onların hepsini dirilteceği gün yaptıkları şeyleri kendilerine haber verecektir. Allah onların yaptıkları şeyleri bir bir saymıştır, onlar ise unutmuşlardır. Ve Allah, her şeye en iyi şâhittir. (Mücadele/6) 87-91 Ve yeniden diriltilen gün; mal ve oğulların sağlam bir kalple/gerçek imanla gelenlerden başkasına yarar sağlamadığı ve cennetin Allah'ın koruması altına girenlere yaklaştırıldığı, azgınlar için de cehennemin açılıp gösterildiği gün beni rezil etme!” dedi. (Şuara/90, 91) 71 Ve Rabbinin üzerine almış olduğu kesinleşmiş bir hüküm olarak, içinizden cehennemin dış kenarına/toplanma yerine uğramayacak hiç kimse yoktur. 13
  • 14. 72 Sonra Biz, Allah'ın koruması altına girmiş kişileri kurtarırız. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları da cehennemin dış kenarında/toplanma alanında dizleri üzerine çökmüş hâlde bırakırız. (Meryem/71, 72) 101,102 Şüphesiz tarafımızdan kendilerine “En Güzel” hazırlanan kimseler; işte onlar, cehennemden uzaklaştırılmışlardır. Onlar, cehennemin uğultusunu duymazlar. Onlar, nefislerinin istediği şeyler içinde sürekli kalıcıdırlar. 103 O en büyük korku onları üzmez ve kendilerine haberciler: “İşte bu, size söz verilmiş olan gününüzdür” diye akıllarına getirirler. (Enbiya/101-103) 12 O çılgın alev onları uzak bir yerden görünce, onun öfkelenmesini ve uğultusunu işittiler. (Furkan/12) 35. ayetteki “O gün, insan ne yaptığını iyice anlayacak” ifadesiyle, kişinin henüz amel defteri eline verilmeden önce, dünyada tüm yaptıklarını tek tek hatırlamaya başlayacağı açıklanmaktadır. 46 Aslında onlara vaat edilen, o saattir. O saat cidden daha feci ve daha acıdır. (Kamer/46) 21-23 Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman, Rabbinin hesaba çektiği, gönderdiği vahiyler tanık olarak saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de getirilmiştir; o insanın, o gün aklı başına gelecektir, artık aklının başına gelmesinin kendisine ne yararı var ki! (Fecr/21- 23) 42 Sana o kıyâmetin kopuş zamanından soruyorlar; onun demir atması ne zaman? 43 Onun anılmasından sende ne var ki? 44 Onun sonucu sadece senin Rabbine aittir. 45 Sen, ancak kıyâmetin kopuş zamanına, saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kişilerin uyarıcısısın. 46 Sonra onlar onu görecekleri gün, dünyada bir akşam veya kuşluğundan başka durmamış gibidirler. Bu ayetlerde, kıyametin ne zaman kopacağının sorulduğu açıklanıp onlara gerekli uyarıcı cevaplar verilmektedir. Daha evvel birçok kez açıkladığımız gibi, Mekkeli müşrikler Resulullah’a sık sık kıyametin ne zaman kopacağını sorarlardı. Asıl maksatları kıyametin tarih ve vaktini tespit etmek değil, sadece alay etmekti. Ayetteki “onun demir atması ne zaman?” ifadesi, onun nihai hali demektir. Bilindiği üzere, geminin demir atacağı yer, geminin vardığı son yerdir. Kıyamete dair bilgi O'ndan başkasının yanında asla bulunmaz. Bu birçok kez (A'raf/187, 188, Lokman/34, Ta Ha/15, Ahzab/63, 73, Ya Sin/11, Talâk/3, Enfal/18, Ahkaf/35) açıklanmıştır. 15 Mûsâ'nın haberi sana geldi mi? 16,17 Hani, Rabbi ona mukaddes Tuvâ vadisinde/iki kez temizlenmiş vadide seslenmişti: “ Firavun'a git! Şüphesiz o azdı.” 14
  • 15. 18,19 Sonra de ki: “Arınmaya var mısın? Ve de seni Rabbine kılavuzlayayım da O'na saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyasın!” 20 Sonra da Mûsâ, Firavun'a o en büyük alâmeti/göstergeyi gösterdi. 21-24 Sonra da Firavun, yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü. Sonra toplayıp seslendi de: “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi. 25 Allah da, dünya ve âhiret azabıyla yakalayıverdi. Bu ayet gurubunda azgın Firavun ve ona elçi giden Musa peygamberin kıssasına çok kısa olarak tekrar değinilmiştir. Böylece Resulullah teselli edilmiş ve sanki ona “Firavun, senin çağdaşın olan kâfirlerden daha güçlü idi ama Biz, onu da [azabımızla] yakaladık. Bunlar da öyle olacaklardır” mesajı verilmiştir. Musa ve Firavun'un haberlerine dair daha önceki surelerde birçok detay verilmişti. Bunlardan sadece bir kaçını hatırlatmakla yetiniyoruz: 24 Firavun'a git, şüphesiz o azdı” dedi. (Tâ Hâ/24) 38 Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi. (Kasas/38) 99 Ve bu dünyada ve kıyâmet gününde dışlanarak izlendiler. –Verilen bu vergi ne kötü vergidir!– (Hûd/99) 20. ayette konu edilen “en büyük ayet [mucize]” ile âsânın yılan olmasına işaret olunmaktadır. Bu konu birçok ayette geçmişti: 21 Allah: “23 Sana en büyük alâmetlerimizden/göstergelerimizden göstermemiz için 21 tut onu, korkma! Biz onu ilk durumuna çevireceğiz. 22 Diğer bir alâmet; gösterge olmak üzere de gücünü/kanadına ekle, çirkinlik olmadan hiç kusursuz, mükemmelce çıkacaksın” dedi. (Ta Ha/22, 23) Kısaca özetlersek; Firavun, Musa'nın (as) diğer sihirbazlar gibi bir sihirbaz olduğunu ve elçilikle alakasının bulunmadığını ileri sürmüş ve ondan iddiasını ispat etmesini istemiştir. Sonra da Mısır'da bulunan en hünerli sihirbazları toplayarak Musa (as) ile müsabaka yapmalarını emretmiştir. Sihirbazlar, Firavun’un emrine uyup mükâfat da umarak sopa ve iplerden sahte yılanlar yapmışlar, ne var ki, kendilerinin hünerlerine karşılık Musa’nın (as) ortaya koyduğunun sihir değil, bir mucize olduğunu anlayarak derhal iman etmişlerdir. Böylece Firavun’un silahı geri tepmiş ve hakk karşısında mağlup olmuştur. Firavun, bu haletiruhiye içerisinde daha da azgınlaşarak toplumuna “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” demiştir. Firavun’un bu ifadesi birkaç yerde daha geçmektedir. Firavun’un inanç durumunu kavrayabilmek için şu ayetlerin göz önünde bulundurulması gerekir: 29 Firavun: “Benden başka ilâh edinirsen, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan yaparım” dedi. (Şuara/29) 38 Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ'nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o'nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi. 15
  • 16. (Kasas/38) 127 Firavun toplumundan ileri gelenler de, “Seni ve senin ilâhlarını/ seni ilâh edinmeyi terk etsinler de yeryüzünde kargaşa çıkarsınlar diye mi Mûsâ'yı ve toplumunu serbest bırakacaksın?” dediler. Firavun dedi ki: “Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve biz onlar üzerinde ezici bir güce sahip kimseleriz.” (A'raf/127) 51-53 Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: “Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?” dedi. (Zuhruf/51-53) Bu ayetlerden anlaşılacağı üzere, Firavun, bu sözleri "Allah'a hiç inanmıyorum, kâinatın yaratıcısı benim" anlamında söylememiştir. O, yaratıcı anlamında değil, siyasî anlamda ilâhlığını ilân etmiştir. Bununla "İktidarın tek sahibi benim ve bu beldede benden başka iktidar sahibi kimse yoktur ve olamaz” demek istemiştir. Firavun’un inancı ile ilgili olarak daha evvel A’raf/127’nin tahlilinde detaylı açıklama yapıldığından, konunun oradan okunmasını öneriyoruz. ‫طوى‬ TUVA Konumuz olan pasajda geçen sözcüklerden biri de “Tuva” sözcüğüdür. Bu sözcükle ilgili olarak Ta Ha suresinde şu açıklamayı yapmış idik: Bu sözcüğün geçtiği cümle genellikle “Şüphesiz sen temizlenmiş vadidesin; Tuva’dasın” şeklinde çevrilerek “Tuva” sözcüğü özel bir vadinin adı olarak açıklanmıştır. Ancak Zebidi, en önemli Arap kaynakları arasında yer alan Tacü’l- Arus adlı eserinde böyle bir vadiden hiç bahsetmemiştir. Aynı konu üzerinde emek harcayanlardan biri olan Zemahşeri ise “tuva” sözcüğünün anlamının “iki kere” demek olduğundan yola çıkarak cümleye “sen iki kere temizlenmiş bir vadidesin” anlamını vermiştir. Allah, doğrusunu en iyi bilendir. 16