SlideShare a Scribd company logo
1 of 120
89 (3). ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ
MEDENÎ, 200 ÂYET
GİRİŞ
Medîne'de inen ilk sûrelerden olup iniş sırasına göre 89. sûre olarak kabul
edilir. İçeriğinden hareketle Enfâl sûresi'nden sonra indiği söylenebilir. İçerisindeki
farklı konulara ait birçok pasajın, farklı sebeplerle farklı zamanlarda indiği
anlaşılmaktadır.
Adını, 33-35. âyetlerden oluşan paragrafta geçen “Âl-i İmrân” [İmrân ailesi]
ifadesinden alan bu sûrede, Kitap Ehli ile, özellikle Hristiyanların inançlarının
yanlışlığı hususundaki sürtüşmeler, müşrik ve münâfıklar ile yapılan fikrî
mücâdeleler, onların iman ve samimiyete daveti, savaşlar, özellikle de Uhud savaşı
işlenmekte; bunun yanı sıra da, hayırlı ve diğer toplumlara şâhit olacak olan bu
ümmete dünyayı düzeltmeleri için yapmaları gereken görevler bildirilmektedir. Bu
sûre, konuları itibariyle Bakara sûresi'nin devamı ve ondaki bazı konuların da
açılımı mesâbesindedir.
Sûrenin iyi anlaşılabilmesi için târihsel arka planın bilinmesi gerekir. Bu
sebeple ilgili pasajın [121-122, 140-144, 155, 157, 165-168. âyetler] girişine Uhud
savaşı'nın nedenleri ve sonuçlarıyla ilgili ansiklopedik tarzda bir açıklamanın
yanısıra, sûrenin inişine neden olan Hristiyanlara yönelik boyutu hakkında da
merhum Râzî'nin târihçi İbn İshâk'tan naklettiği bilgiyi koymuş bulunuyoruz:
“Bu sûrenin başından, mübâhele âyetine [61. âyete] kadar olan kısım
Hristiyanlar hakkındadır.” Bu Muhammed b. İshâk'ın görüşüdür. O şöyle demiştir:
“Hz. Peygamber'e (s.a), Necrân'dan 70 kişilik binitli bir heyet geldi. İçlerinden 14'ü
onların eşrafından idi. Bu 14 kişinin 3'ü kavmin ileri gelenlerindendi. Bunlardan 1'i
başkanları olup adı da Abdu'l-Mesîh idi. İkincisi, danışmanları ve en ileri görüşlü
olanları idi. Ona “Seyyid” diyorlardı, adı ise el-Eyhem idi. Üçüncüsü de, âlimleri,
piskoposları ve müderrisleri idi ki adı Ebû Hârise ibn Alkame idi. O, Benû Bekr ibn
Vâil kabilesindendi. Hristiyanlık'taki eğitim ve öğretimi, Hristiyanlık'a yaptığı
hizmetleri, çalışmaları sebebi ve ilmi ile meşhur olduğu için Rûm hükümdarları
tarafından izzet ve ikramlara mazhar kılınarak kendisine birçok mal verilmiş ve
idaresine birçok kilise bağlanmıştı. Necrân'dan gelirken bir katıra binmiş, onun
yularını da kardeşi Kürz b. Alkame çekmiştir. Ebû Hârise'nin katırı yürürken birden
tökezler. Kardeşi Kürz, Hz. Peygamber'i (s.a) kastederek, “O uzaktaki helâk olsun”
deyince, Ebû Hârise, “Aksine senin anan helâk olsun” dedi. Bunun üzerine Kürz,
“Niçin ey kardeşim?” deyince, o cevaben, “Vallahi o bizim beklemekte olduğumuz
peygamberdir” der. Kürz de, “Bunu bildiğin hâlde, o'na inanmana mâni olan nedir?”
der. Ebû Hârise, “Şu krallar bize çok mal verip izzet ü ikramda bulundular. Eğer biz
Muhammed'i tasdik edecek olursak, onlar bütün verdiklerini geri alırlar” dedi. Bu
cevap Kürz'ün kalbinde bir ukde oldu. Müslüman oluncaya kadar bunu gönlünde
sakladı. Müslüman olunca, bu hâdiseyi anlattı.
Sonra ileri gelen bu üç reisleri, piskoposları ve danışmanları Hz. Peygamber
(s.a) ile, dinlerindeki ihtilaflar üzerine konuştular. Onlar bazan Hz. Îsâ'nın (a.s)
“Tanrı” olduğunu, bazan “Allah'ın oğlu” olduğunu, bazan da “üçün [Baba-Oğul-
Rûhu'l-Kudüs] üçüncüsü” olduğunu söylüyorlardı. “O, Allah'tır” demelerine,
“Çünkü ölüleri diriltir, anadan doğma körleri, alaca hastalığına musab olanları ve
diğer hastaları iyileştirir, ğaybları haber verir, çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar,
ona üfler, o da uçardı” diye delil getiriyorlardı. O'nun, Allah'ın oğlu olduğu
iddiasına da, “Çünkü o'nun bilinen bir babası yoktu” diye istidlal ediyorlardı. Onun,
üçün üçüncüsü olduğu görüşlerine de, “Çünkü Allah ‘Biz yaptık,’ ‘Biz kıldık’
1
diyor. Eğer Allah bir olsaydı ‘Ben yaptım’ derdi” diye istidlal etmişlerdir. Buna
karşılık Hz. Peygamber (s.a) onlara, “İslâm'a girin” deyince, onlar, “Biz senden
daha önce İslâm'a girdik” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), “Yalan
söylüyorsunuz. Allah'a bir oğul isnad edip duruyorken, haça taparken ve domuz eti
yiyip dururken, sizin Müslümanlığınız nasıl doğru olur?!” dedi. Onlar da, “Eğer O,
Allah'ın oğlu değil ise, o'nun babası kimdir?” dediler. Hz. Peygamber (s.a) sustu ve
bunun üzerine Allah Teâlâ, Âl-i İmrân sûresi'nin başından 80 kadar âyeti indirdi.
Daha sonra Hz. Peygamber (s.a) onlarla münazaraya başlayarak, şöyle dedi:
— Bilmiyor musunuz, Allah ölümsüz olan bir diridir? Hz. Îsâ ise, ölümlüdür.
— Evet biliyoruz.
— Bilmiyor musunuz ki, babasına benzemeyen hiç bir çocuk yoktur?
— Evet biliyoruz.
— Bilmiyor musunuz ki, Rabbimiz her şeye hâkim ve kayyûmdur? Onu korur,
gözetir, muhafaza eder ve rızıklandırır. Hâlbuki Îsâ, bunların herhangi birini
yapabilir mi?
— Hayır.
— Bilmiyor musunuz, yerde ve gökte bulunan hiç bir şey Allah'a gizli kalmaz.
Îsâ ise, Allah'ın bildirdiğinden başka herhangi bir şeyi bilebilir mi?
— Hayır.
— Rabbimiz, Îsâ'yı anasının rahminde dilediği gibi şekillendirdi. Bunu
bilmiyor musunuz? Rabbimizin ise yemez-içmez ve abdest bozmaz olduğunu
bilmiyor musunuz?
— Evet, biliyoruz.
— Îsâ'yı anası, bir kadının çocuğunu taşıdığı gibi taşımış, yine bir kadının
çocuğunu doğurduğu gibi de doğurmuştur. O da, bir çocuğun beslenmesi gibi
beslenmiş, gıdalanmıştı.
— Evet.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle dedi:
— O hâlde Îsâ, sizin iddia ettiğiniz gibi nasıl bir ilâh olabilir?
Onlar da, bunu anladılar; ama sonra küfrân-ı nimette bulunarak, inkârı
sürdürdüler.
Yine onlar inatlarını sürdürerek dediler ki:
— Sen, Îsâ'nın, Allah'ın kelimesi ve O'ndan bir rûh olduğunu zannetmiyor
musun?
Hz. Peygamber de şöyle karşılık verdi:
— Evet, öyle biliyorum.
Onlar da şöyle dediler:
— Eh, bu da bize yeter.
Bunun üzerine Allah Teâlâ, İşte kalplerinde bir eğrilik bulunanlar, sırf fitne
aramak, onun te’vîline yeltenmek için onun müteşâbih olanına tâbi olurlar. Hâlbuki
onun te’vîlini ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar ise, “Biz ona inandık.
Hepsi Rabbimiz katındandır” derler. Akıl sahiplerinden başkası bunu iyi
düşünemez (Âl-i İmrân/7) âyetini indirdi.
Sonra onlar, bu âyeti kabul etmeyince Allah Teâlâ Hz. Muhammed'e (s.a)
onlarla “mübâhele”yi [karşılıklı lânetleşmeyi] emretti. Bunun üzerine Hz.
Peygamber (s.a), onları “mübâhele”ye davet edince, onlar dediler ki:
— Ey Ebâ'l-Kâsım! Bizi bırak da bir düşünelim. Sonra, yapmamızı istediğin
şeyi yapmak için sana geliriz.
Sonra da çekip gittiler.
Daha sonra bu üç kişi kendi aralarında birbirlerine sordular:
2
— Bu konuda ne diyorsunuz?
İçlerinden birisi şöyle dedi:
— Ey Hristiyan topluluğu! Allah'a yemin ederim ki, sizler hiç şüphesiz
Muhammed'in peygamber olduğunu biliyorsunuz. Andolsun ki o size,
peygamberiniz hakkındaki meseleyi çok güzel izah etti. Yine, yemin ederim ki, bir
peygamber ile lânetleşmeye girmiş olan her kavmin, büyüğünün-küçüğünün
öldüğünü; eğer siz de bunu yaparsanız, bunun sizin kökünüzü kurutacağını biliyor
musunuz? Madem ki bu dinde kalmak istiyorsunuz, o hâlde o adamla bir anlaşma
yapın, sonra da ülkenize dönün!
Bunun üzerine onlar, Allah'ın Rasûlü'ne gelerek şöyle dediler:
— Ey Ebâ'l-Kâsım! Biz seninle lânetleşmemeye, seni kendi dininde
bırakmaya, kendimiz de kendi dinimiz üzere kalmaya karar verdik. O hâlde,
malımız, mülkümüz hususunda anlaşmazlığa düştüğümüzde aramızda hükmedecek
ashâbından birini beraberimizde yolla. Çünkü siz bizim nazarımızda kabule şayan
kimselersiniz.
Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara şöyle dedi:
— Öğle sonu yanıma geliniz de, çok kuvvetli ve güvenilir bir hakemi sizinle
beraber yollayayım.
Hz. Ömer ise içinden şöyle diyormuş: “Ben hiç bir zaman emirlikten
hoşlanmadım. Fakat o gün, kendimin tayin edilmesini umuyordum. Öğle namazını
Allah'ın Rasûlü ile kıldığımızda, o, selâmdan sonra, sağa ve sola bakmıyordu. Ben
de, beni görsün diye ileri atılıyordum. O ise, sürekli göz gezdiriyordu. Nihâyet Ebû
Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'ı gördü. Onu çağırdı ve dedi ki”:
— Onlarla git; ihtilâf ettikleri hususlarda aralarında hakk ile hüküm ver.
(Ömer şöyle devam etti:) “Hayatımda ilk defa arzuladığım emirliği, idareciliği
de Ebû Ubeyde alıp götürdü.”1
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA
MEAL:
1
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
3
1
Elif/1, Lâm/30, Mîm/40.
2
Allah, Kendisinden başka tanrı diye bir şey olmayandır, her zaman
diridir, kayyûm'dur [her şeyi ayakta tutandır, koruyandır].
3,4
Allah, sana, sadece içinde konu edilenleri doğrulayıcı olarak bu kitabı
hak ile indirdi. O, daha önce insanlara doğru yol kılavuzu olarak Tevrât'ı ve
İncîl'i de indirmişti. Furkân'ı da O indirdi. Şüphesiz kâfirler; Allah'ın
âyetlerini bilerek reddeden şu kimseler, çetin bir azap kendileri için olanlardır.
Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak
galip olandır, suçluları yakalayıp cezalandırmak sûretiyle adaleti sağlayandır.
5
Şüphesiz Allah, yeryüzünde ve gökte hiçbir şey Kendisine gizli
kalmayandır.
6
O, sizi, rahimlerde dilediği gibi şekillendirendir. Kendisinden başka ilâh
diye bir şey yoktur. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün
olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapandır.
7-9
Allah, sana bu kitabı indirendir. Bu kitaptan bir kısmı yasa içeren
âyetlerdir ki bunlar, kitabın anasıdır. Diğerleri de benzeşen anlamlılardır.
Amma, durum bu iken, kalplerinde kaypaklık/tutarsızlık olan kimseler,
insanları dinden çıkarmak,
ortak koşmaya sürüklemek
ve onun anlamlarından en uygununun tesbitine yeltenmek için hemen
ondan benzeşen anlamlı olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun
anlamlarından en uygun olanının tesbitini ancak Allah ve –“Biz buna inandık,
hepsi Rabbimiz katındandır. Rabbimiz! Bize kılavuzluk ettikten sonra kalplerimizi
çevirme! Bize Kendi nezdinden rahmet lütfet! Şüphesiz Sen, bol bol lütfedenin ta
kendisisin. Rabbimiz! Şüphesiz Sen, insanları, kendisinde hiçbir şüphe olmayan
gün için toplayansın. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez” diyen– o bilgide
uzman olanlar bilirler. Ve sadece kavrama yetenekleri olanlar öğüt alırlar.
10,11
Şüphesiz kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan
şu kimseler; onların malları ve evlatları, –aynı Firavun'un yakınlarının ve
onlardan öncekilerinki gibi– Allah'tan hiçbir şeyi savamaz. Ve onlar Ateş'in
yakıtıdırlar. Firavun'un yakınları ve onlardan öncekiler, âyetlerimizi
yalanladılar da Allah, onları günahları yüzünden yakalayıverdi. Ve Allah,
cezası/yakalaması çok çetin olandır.
12
Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan şu
kimselere: “Siz, yakında yenilgiye uğrayacak ve cehenneme toplanacaksınız”
de. Ve o, ne kötü bir döşektir!
13
Karşılaşan iki birlikte sizin için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır;
birliğin biri, Allah yolunda savaşıyordu; diğeri de kâfirdi; Allah'ın ilâhlığını
ve rabliğini örtendi/ inanmayandı. Onları, göz görüşüyle kendilerinin iki misli
4
görüyorlardı. Ve Allah, dilediğini yardımıyla güçlendirir. Şüphesiz bunda
basiret sahipleri; sağduyulu kimseler için kesinlikle bir ibret vardır.
14
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel
atlara, etinden ve sütünden yararlanılan hayvanlara ve ekinlere duyulan
tutkulu aşırı istek, insanlara süslü/çekici kılındı. Bunlar, basit dünya hayatının
kazanımıdır. Ve Allah, varılacak güzel yer Kendi katında olandır.
15-17
De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Allah'ın
koruması altına girmiş; “Rabbimiz! Şüphesiz biz inandık, artık bizim
suçlarımızı bağışla ve bizi Ateş'in azabından koru!” diyen, sabreden; direnç
gösteren, doğru olan, sürekli saygıda duran, Allah yolunda harcamada bulunan
ve seherlerde bağışlanma dileyen kişiler için Rablerinin katında, içinde temelli
kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah'tan
hoşnutluk vardır. Ve Allah, kulları en iyi görendir.
18
Allah, doğadaki güçler/haberci âyetler ve hakkaniyeti ayakta tutan bilgi
sahipleri, şüphesiz Allah'tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığına tanıklık etti.
O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak
galip olandan, en iyi yasa koyandan başka ilâh diye bir şey yoktur.
19
Şüphesiz Allah nezdinde din, İslâm'dır. Kendisine Kitap verilen kimseler
de, ancak, kendilerine o bilgi geldikten sonra aralarındaki kıskançlıktan dolayı
ayrılığa düştüler. Kim de Allah'ın âyetlerini örtbas ederse; artık şüphesiz
Allah, hesabı çabuklaştırandır.
20
Buna rağmen eğer seninle tartışırlarsa de ki: “Ben tüm benliğimi Allah
için İslâmlaştırdım/ben Müslüman oldum. Bana uyanlar da Müslüman
oldular.” Kitap verilenlere ve Anakentliler'e: “Siz de sağlamlaştırdınız
mı/İslâm'ı kabul ettiniz mi?” de. Eğer sağlamlaştırırlarsa/İslâm'a girerlerse,
artık kılavuzlandıkları doğru yola ermişlerdir. Ve eğer sırt çevirirlerse sana
düşen sadece mesajı iletmektir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.
21
Şüphesiz Allah'ın âyetlerini örtbas eden, haksız yere peygamberleri
öldüren ve insanlardan hakkaniyeti emreden kimseleri öldüren kişiler; sen
hemen bunları acıklı bir azapla müjdele!
22
İşte bunlar, dünyada ve âhirette amelleri boşa gitmiş kimselerdir. Onlar
için yardımcılardan da bir şey yoktur.
23
Kendilerine Kitap'tan bir nasip verilmiş olan şu kimseleri görmedin
mi/hiç düşünmedin mi? Onlar, aralarında hüküm vermek için Allah'ın
kitabına çağrılıyorlar, sonra onlardan bir kısmı, mesafelenerek geri
duruyorlar.
24,25
Bu, onların, “Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla
dokunmayacaktır” demeleri nedeniyledir. Onların uydurmuş oldukları şeyler
de dinlerinde kendilerini aldatmaktadır. Peki, kendisinde hiç şüphe olmayan o
günde onları bir araya topladığımız ve hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese
kazandıkları şeyler tamamen ödendiği zaman nasıl olacaktır?
26,27
De ki: “Ey hükümranlığın hükümranı Allah'ım! Sen hükümranlığı
dilediğin kimseye verirsin, dilediğin kimseden de hükümranlığı çeker alırsın,
dilediğin kimseyi güçlü yaparsın, dilediğin kimseyi de alçak, rezil edersin.
Hayır Senin elindedir. Şüphesiz Sen, her şeye güç yetirensin! Sen, geceyi
gündüzün içine sokarsın, gündüzü gecenin içine sokarsın; Sen, ölüden diri
çıkarırsın, diriden ölü çıkarırsın. Sen, dilediğine de hesapsız rızık verirsin.”
28
Mü’minler, kendilerinden seviyesiz, kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını,
rabliğini bilerek reddeden kimseleri yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar
edinmesinler/yönetici yapmasınlar, yaşamlarını onların ellerine teslim
5
etmesinler. Artık onu her kim yaparsa, Allah'tan hiçbir şeyi yoktur. Ancak
onlardan bir korunma/takıyye yaparak korunmanız başkadır. Allah sizi
Kendisinden sakındırıyor. Ve oluş/varış yalnızca Allah'adır.
29
De ki: “Göğüslerinizdeki şeyleri gizleseniz de, açığa vursanız da Allah
onu bilir. Ve Allah, göklerde olan şeyleri ve yerde olan şeyleri bilir. Ve Allah,
her şeye gücü yetendir.”
30
O gün her kişi, hayırdan işlediği şeyleri, kötülükten işlediği şeyleri
hazırlanmış bulur. Kendisi ile yaptığı kötülükler arasında şüphesiz çok uzak
bir mesafe bulunmasını ister. Allah, sizi Kendisinden sakındırıyor. Şüphesiz
Allah, kullarına çok şefkatlidir.
31
De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız o zaman bana uyun ki, Allah sizi
sevsin ve günahlarınızı sizin için bağışlasın. Ve Allah, kullarının günahlarını
çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet
sahibidir.”
32
De ki: “Allah'a ve Elçi'ye itaat edin!” Artık yüz çevirirlerse, biliniz ki,
şüphesiz Allah, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden
kimseleri sevmez.
33,34
Şüphesiz Allah, Âdem'i, Nûh'u, İbrâhîm ailesini ve İmrân ailesini –
birbirinin soyundan olmak üzere– âlemler üzerine seçkin kıldı. Ve Allah, en iyi
işitendir, en iyi bilendir.
35
Hani bir zaman İmrân'ın karısı: “Rabbim! Kesinlikle ben, karnımdakini
tam hür olarak senin için adadım. Sen de benden kabul et, şüphesiz Sen en iyi
işitensin, en iyi bilensin” demişti.
36
Onu doğurunca da: “Rabbim, şüphesiz ben, onu kız doğurdum; -
Hâlbuki Allah onun doğurduğu şeyi daha iyi bilir- erkek, kız gibi değildir. Ve
şüphesiz ona Meryem adını verdim. Ve şüphesiz ben, onu ve soyunu şeytan-ı
racimden; kovulmuş/ katil, asılsız söz ve düşünce üreten, karanlığa taş atan
şeytandan sana sığındırırım” dedi.
37
Bunun üzerine Rabbi Meryem'i güzel bir kabul ile kabul etti. Ve onu
güzel bir bitki olarak bitirdi ve ona; Meryem’e, İsa’yı gayri meşru şekilde
doğurmayıp Allah’ın iradesi çerçevesinde babasız doğuruşuna Zekeriyyâ’yı
kefil kıldı. Zekeriyyâ ne zaman onun üzerine/özel odaya girse, onun yanında bir
rızık bulurdu. Zekeriyyâ, “Ey Meryem! Bu sana nereden?” dedi. Meryem de:
“O, Allah katındandır” dedi. Şüphesiz Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır.
***
– 38
Orada Zekeriyyâ, Rabbine yakardı: “Rabbim! Bana katından temiz bir
nesil ver. Şüphesiz Sen, duayı en iyi işitensin” dedi.
39
Sonra Zekeriyyâ, özel kürsüde dikilmiş salât ederken [eğitim-öğretim
yaptırırken] haberci âyetler ona: “Şüphesiz Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi
doğrulayıcı, efendi/ bir önder, iffetli bir peygamber olarak, sâlihlerden Yahyâ'yı
müjdeliyor” diye seslendiler.
40
Zekeriyyâ: “Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çatmışken, karım da kısır iken
benim için bir delikanlı nasıl olabilir?” dedi. Allah: “Öyledir, Allah dilediğini
yapar” dedi.
41
Zekeriyyâ: “Rabbim! Benim için bir alâmet/gösterge göster” dedi. Allah:
“Senin alâmetin/ göstergen, işaretle hariç, insanlara üç gün, konuşmamandır. Ve
Rabbini çok an, her zaman noksan sıfatlardan arındır” dedi.–
6
42,43
Ve hani haberci âyetler. “Ey Meryem! Şüphesiz Allah seni seçti, seni
tertemiz biri yaptı ve seni âlemlerin kadınlarına seçti. Ey Meryem! Rabbine
saygılı ol, O'na boyun eğip teslimiyet göster ve Allah'ı birleyen erkeklerle
beraber sen de Allah'ı birle!” demişlerdi.
44
İşte bu, algılama imkânının olmadığı, geçmişin önemli haberlerinden
sana vahyettiklerimizdir. Ve Meryem'e hangisi kefil olacağına kalemlerini
atarlarken sen yanlarında değildin. Onlar tartışırlarken de sen yanlarında
değildin.
45-46
Hani bir zaman haberci âyetler: “Ey Meryem! Allah seni, Kendisinden
bir kelimeyle müjdeliyor. Onun adı, Meryem oğlu Îsâ Mesih'tir. Dünya ve
âhirette saygındır. Ve O, yaklaştırılanlardan ve sâlihlerdendir. Yüksek
mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da. 48
Ve
Allah, O'na kitabı, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için
konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri ve Tevrât ile İncîl'i öğretecek.
49-51
Ve o'nu İsrâîloğulları'na; ‘Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir
alâmet /gösterge getirdim/ gösterge ile geldim; şüphesiz ben, sizin için,
çamurdan; kilden; seramikten kuş şekli gibi bir şey; “buhurdan (tütsülük”)
tasarlarım. Sonra onun içine üflerim; aerosol oluştururum da Allah'ın izniyle
hastalık yapan şeyler kuş oluverir/uçar gider. Ben, körü ve abraşı iyileştirir,
sosyal ölüleri Allah'ın izniyle diriltirim. Yiyeceklerinizi ve evlerinizde zahire
yapacaklarınızı; biriktirip sonra yiyeceklerinizi size haber veririm. -Eğer
inananlarsanız bunda sizin için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır.- Tevrât'tan
sadece İncîl'de yer alanları doğrulayıcıyım. Size yasaklanmış olanların bir
kısmını serbest edeceğim. Rabbinizden bir alâmet/gösterge de getirdim size. Artık
Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Şüphesiz Allah, benim
Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Onun için O'na kulluk edin! İşte bu, doğru
yoldur’ diye bir elçi yapacak” demişlerdi.
47
Meryem: “Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim için çocuk
nasıl olur?” dedi. Allah: “Öyledir! Allah dilediği şeyi oluşturur; O, bir işe
karar verdiği zaman onun için “Ol!” der, o da hemen olur” dedi.
52,53
Sonra Îsâ, onlardan küfrü: Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek
reddetmeyi sezince: “Allah yolunda benim yardımcılarım kimlerdir?” dedi.
Havariler: “Allah'ın yardımcıları biziz, biz Allah'a iman ettik, bizim şüphesiz
müslimler olduğumuza tanık ol. –Rabbimiz! Biz, senin indirdiğine iman ettik,
elçiye de uyduk. Artık bizi şâhitlerle beraber yaz”– dediler.
54
Ve inanmayanlar kötü plân yaptılar, Allah da onların kötü plânlarını
boşa çıkardı. Ve Allah, kötü plânları boşa çıkaranların en hayırlısıdır.
55-57
Hani Allah: “Ey Îsâ! Şüphesiz ki Ben seni geçmişte yaptıklarını ve
yapman gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırıcıyım/öldürücüyüm, seni
Kendime yükselticiyim ve seni kâfirlerden; Benim ilâhlığımı ve rabliğimi
bilerek reddeden kimselerden temizleyiciyim. Ve de sana uyan kimseleri,
kıyâmete kadar kâfirlerin; Benim ilâhlığımı, rabliğimi bilerek reddeden o
kişilerin üstünde tutucuyum. Sonra dönüşünüz yalnızca Bana'dır. Sonra da
ayrılığa düştüğünüz şeylerde aranızda hükmedeceğim. Kâfirlere; Benim
ilâhlığımı ve rabliğimi bilerek reddeden şu kimselere gelince de, onlara
dünyada ve âhirette şiddetli bir azapla azap edeceğim. Onlar için
7
yardımcılardan bir şey de olmayacaktır. İman eden ve düzeltmeye yönelik işler
yapan kimselere gelince de, Allah, onların ödüllerini tastamam ödeyecektir. Ve
Allah, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları sevmez” demişti.
58
İşte bu, Biz bunu sana, âyetlerden ve yasalar içeren hatırlatmalardan/
öğütlerden/ Kur’ân'dan okuyoruz.
59
Şüphesiz Allah katında Îsâ'nın durumu, Âdem'in/her insanın durumu
gibidir; O, onu topraktan oluşturdu, sonra ona “Ol!” dedi, o da hemen oldu.
60
Bu gerçek, senin Rabbindendir, öyleyse şüphecilerden olma. 61
Sana
bilgiden geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışırsa hemen: “Gelin,
oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve
kendinizi çağıralım, sonra da birbirimizi dışlayıp gözden çıkaralım da Allah'ın
dışlayıp gözden çıkarmasını yalancılar üzerine kılalım” de.
62
Şüphesiz bu, kesinlikle gerçek kıssanın ta kendisidir. Allah'tan başka
hiçbir tanrı da yoktur. Ve şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp
edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, en iyi yasa koyan, bozulmayı
iyi engelleyen/sağlam yapanın ta kendisidir.
63
Artık yüz çevirirlerse, bilinsin ki Allah, bozguncuları en iyi bilendir.
64
De ki: “Ey Kitap Ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze;
‘Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve
Allah'ın astlarından bazımız bazımızı rabler edinmeyelim’ ilkesine geliniz.
Buna rağmen eğer Kitap Ehli, yüz çevirirlerse, artık “Şüphesiz bizim
müslimler olduğumuza şâhit olun” deyin.
65
Ey Kitap Ehli! Tevrât ve İncîl kendisinden sonra indirildiği hâlde
İbrâhîm hakkında niçin tartışıyorsunuz? Hâlâ aklınızı kullanmayacak
mısınız?
66
İşte siz bunlarsınız. Biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız, peki, hiç
bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Ve Allah bilir, siz
bilmezsiniz.
67
İbrâhîm, Yahudi ve Nasrani/ Hristiyan değildi. Ama o, hakka dönmüş
bir müslimdi/İslâmlaştıran kişiydi. O, ortak koşanlardan da değildi.
68
Şüphesiz, insanların İbrâhîm'e en yakın olanları, elbette o'na uyanlar,
bu Peygamber ve şu iman eden kimselerdir. Allah, mü’minlerin yardımcı, yol
gösterici, koruyucu yakınıdır.
***
69
Kitap Ehlinden bir taife sizi saptırmak istedi. Hâlbuki onlar, sadece
kendilerini saptırıyorlar, farkına da varmıyorlar.
70
Ey Kitap Ehli! Sizler tanık olup dururken, niçin Allah'ın âyetlerini
bilerek reddedip duruyorsunuz?
71
Ey Kitap Ehli! Sizler bilip dururken, niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve
gerçeği gizliyorsunuz?
8
72-74
Kitap Ehlinden bir grup da, mü’minlerin dönmeleri için, “İndirilene
günün başlangıcında inanın, sonunda da bilerek reddedin /inanmayın. Ve size
verilenin benzerinin bir kimseye verilmiş olduğuna yahut Rabbinizin nezdinde
sizin aleyhinize deliller getirecekleri hususunda kendi dininize uyanlardan
başkasına inanmayın” dediler. De ki: “Şüphesiz kılavuzluk, Allah'ın
kılavuzluğudur.” De ki: “ Şüphesiz lütuf, Allah'ın elindedir, onu dilediğine
verir. Ve Allah, bilgisi ve rahmeti geniş ve sınırsız olandır, çok iyi bilendir.
Rahmetini dilediğine özelleştirir. Ve Allah, büyük lütuf sahibidir.”
75
Ve Kitap Ehlinden öylesi vardır ki, eğer onlara yüklerle emanet teslim
etsen onu sana geri öder. Onlardan öyleleri de vardır ki ona bir tek altın para
emanet etsen, üzerine dikilmeden onu sana geri vermez. Bu, onların:
“Ümmilerin/Anakentlilerin bizim aleyhimize yol bulmaları mümkün değildir”
demelerinden dolayıdır. Onlar, bilip durdukları hâlde, Allah hakkında yalan
da söylerler.
76
Hayır, kim O'nun ahdine/ O'na verdiği söze vefalı olursa ve Allah'ın
koruması altına girerse, bilsin ki şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına
girmiş kişileri sever.
77
Şüphesiz Allah'ın ahdini/Allah'a verdikleri sözleri ve yeminlerini az bir
paraya satan şu kimseler; işte onlar, âhirette kendilerine hiçbir pay
olmayanlardır. Ve Allah kıyâmet günü onlarla konuşmayacak, onlara
bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Çok acıklı azap da onlar
içindir.
78
Ve Kitap Ehlinden, bazı söz ve ilkeleri, kitaptan olmamasına rağmen, siz
onu kitaptan sanasınız diye, dillerini kitaba doğru eğip büken akılsız, serseri
bir gurup vardır. O, Allah katından olmadığı hâlde, “Bu, Allah katındandır”
derler. Kendileri bilip dururken, Allah'a karşı yalan da söylerler.
79
Allah'ın ölümlü kimselerden, kendisine kitap, yasama-yürütme ve
peygamberlik verdiği hiçbir kimse için, insanlara: “Allah'ın astlarından olan
bana, kul/köle olun” demek yakışmaz. Fakat: “Öğrettiğiniz ve ders
aldığınız/okuduğunuz kitap gereğince Rabbe içtenlikli kullar olunuz” demesi
yaraşır.
80
Ve Allah size, doğal güçleri; zorbaları, zorba yönetimleri ve
peygamberleri Rabler edinmenizi emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra,
size küfrü; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmeyi emreder mi?!
81
Ve hani Allah, peygamberlerden: “Andolsun ki size kitaptan ve
haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur
ve ilkelerden verdim, sonra yanınızda bulunanı doğrulayıcı bir elçi geldiğinde
ona kesinlikle inanacak ve ona yardım edeceksiniz!” sağlam sözünü almıştı.
Allah, “Bunu ikrar edip de kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi
üzerinize aldınız mı/verdğiniz sözü kesinlikle yerine getirecek misiniz?” dedi.
Onlar: “İkrar ettik” dediler. Allah: “Öyleyse şâhit olun, Ben de sizinle beraber
şâhit olanlardanım” dedi.
82
Artık bundan sonra her kim dönerse, artık işte onlar hak yoldan
çıkanların ta kendileridir
83
Peki onlar, göklerde ve yerde olan herkes, ister istemez O'nun için
İslâmlaşmış iken ve kendileri de sadece O'na döndürüleceklerken Allah'ın
dininden başkasını mı arıyorlar?
9
84
De ki: “Biz, Allah'a, bize indirilen Kur’ân'a, İbrâhîm'e, İsmâîl'e,
İshâk'a, Ya‘kûb'a ve torunlara indirilene, Mûsâ'ya, Îsâ'ya ve peygamberlere
Rablerinden verilenlere inandık. Onlardan hiç biri arasında ayırım yapmayız.
Ve biz, yalnız O'nun için İslâmlaşanlarız.”
85
Ve kim İslâm'dan başka bir din ararsa, o takdirde hiçbir zaman ondan
kabul edilmeyecektir. Ve İslâm'dan başka din arayan kimse, âhirette zarar
edenlerden olacaktır.
86
İmanlarından ve şüphesiz elçinin hak olduğuna tanık olduktan ve
kendilerine açık deliller geldikten sonra, küfreden; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini
bilerek reddeden bir topluma Allah nasıl kılavuzluk eder? Ve Allah, şirk
koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar toplumuna kılavuzluk etmez.
87,88
İşte onların cezaları, Allah'ın, doğal güçlerin/haberci âyetlerin,
insanların hepsinin dışlayıp gözden çıkarması, sürekli içinde kalmak üzere
şüphesiz onların üzerlerindedir. Kendilerinden bu azap hafifletilmez ve
kendilerine süre tanınmaz.
89
Ancak bundan sonra bilinçlenerek hatalarından dönen ve düzeltenler
başka. Artık, şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
90
Şüphesiz imanlarının arkasından, küfreden; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini
bilerek reddeden, sonra da küfürü; gerçeği örtme işini artırmış olan şu
kimseler; onların hatalardan dönüşleri asla kabul olunmayacaktır. Ve işte
onlar sapıkların ta kendileridir.
91
Şüphesiz ki küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş ve
bu durumda oldukları hâlde de ölen şu kişilerin hiç birinden, yeryüzü dolusu
altın –onu fidye/kurtulmalık verseler bile– asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar,
dayanılmaz azap kendileri için olanlardır. Onlar için yardımcılardan da
yoktur.
92
Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça asla “iyi adamlık”
mertebesine eremezsiniz. Ve siz, her neyi bağışlarsanız kesinlikle Allah, onu en
iyi bilendir.
93,94
Tevrât indirilmeden önce, İsrâîl'in/Ya‘kûb'un kendisine haram kıldığı
dışında, yiyeceklerin hepsi İsrâîloğulları için helal idi. De ki: “Eğer doğru
kimseler iseniz, hemen Tevrât'ı getirip de onu okuyun. Artık kim bundan
sonra Allah'a karşı yalan uydurursa, artık işte onlar yanlış, kendi zararlarına
iş yapanların ta kendileridir.”
95
De ki: “Allah doğru söylemiştir. Öyle ise ortak koşmaktan, Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten vaz geçen biri olarak İbrâhîm'in
dinine uyun. Ve o, ortak koşanlardan değildi.”
96,97
Şüphesiz, insanlar için bereketli ve âlemlere yol gösterme olarak
konulan ilk ev, Mekke'dekidir. Onda apaçık alâmetler/göstergeler; İbrâhîm'in
görev yaptığı yer [eğitilip, yetiştirilip ortak koşmaya karşı ayaklandığı yer]
vardır. Ve oraya kim girerse güvende olmuştur. Ve yoluna gücü yeten herkesin
Beyt'i/ilâhiyat eğitim merkezini kastetmesi, ilâhiyat eğitimi için oraya gitmesi
Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim de gerçeği örtbas ederse, bilsin ki,
şüphesiz Allah bütün âlemlerden zengindir.
(89/3, Âl-i İmrân/96-97)
Necm: 493
10
98
De ki: “Ey Kitap Ehli! Allah, yaptıklarınıza tanık iken, niçin Allah'ın
âyetlerini örtüp duruyorsunuz?”
99
De ki: “Ey Kitap Ehli! Siz tanık olduğunuz hâlde niçin Allah'ın yolunu
eğri göstermeye yeltenerek inanan kimseleri Allah'ın yolundan çeviriyorsunuz?
Allah yaptıklarınıza duyarsız değildir.”
100
Ey iman etmiş kimseler! Kendilerine Kitap verilenlerden herhangi bir
zümreye itaat ederseniz, imanınızdan sonra sizi, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını,
rabliğini bilerek reddeden kimseler olarak döndürürler.
101
Size Allah'ın âyetleri okunup dururken ve O'nun Elçisi de aranızda iken
nasıl olur da küfredersiniz; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedip
durursunuz? Kim de Allah'a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, dosdoğru
kılavuzlanmıştır.
102
Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın koruması altına girmiş kişiler olmanız
için nasıl koruma altına alınmanız gerekiyorsa kendinizi öyle Allah'ın
koruması altına alın ve ancak müslimler olarak can verin.
103
Ve hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın/Allah'ın ipi ile korunun,
ayrılmayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz, birbirinize
düşmanlar idiniz de, Allah, kalpleriniz arasında ülfet oluşturdu. Sonra da siz,
O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz, bir ateş çukurunun tam
kenarında idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, kılavuzlandığınız
doğru yolu bulasınız diye alâmetlerini/ göstergelerini sizin için böyle ortaya
koyar.
104
Ve içinizden hayra çağıran, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden,
vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü-çirkinliği kabul edilen şeyleri engelleyen bir
önderli toplum bulunsun. Ve işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
105-107
Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanan ve ayrılığa
düşen kimseler gibi de olmayın. İşte bunlar, birtakım yüzlerin beyazlaştığı,
birtakım yüzlerin siyahlaştığı günde büyük bir azap kendileri için olanlardır.
Artık yüzleri kararan kimselere: “Siz inandıktan sonra yeniden kâfir;
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden biri mi oldunuz? Öyleyse,
küfretmenizden; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmenizden dolayı
tadın cezayı!” Yüzleri ağaran kimseler de, biliniz ki, Allah'ın rahmeti
içindedirler. Onlar orada sürekli kalanlardır.
108
Bunlar, Allah'ın âyetleridir. Biz, sana gerçek olarak okuyoruz. Allah
âlemlere hiçbir haksızlığı, yanlış yapmayı istemez.
109
Ve göklerde ve yeryüzünde olan şeyler Allah'ındır. Ve bütün işler
yalnızca Allah'a döndürülür.
110
Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Herkesçe iyi kabul
edilen şeyleri emreder, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen
şeyleri engeller ve Allah'a inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için
elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mü’mindirler, pek çoğu da yoldan
çıkmış kimsedirler.
111
Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler. Eğer sizinle
savaşırlarsa, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlar, yardım olunmazlar.
11
112
Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine alçaklık damgası
vurulmuştur. Ve –Allah'ın sözleşmesine ve insanların sözleşmesine bağlı
kalanlar hariç– onlar Allah'ın hışmına uğradılar ve üzerlerine de miskinlik
vurulmuştur. Bu, onların Allah'ın âyetlerini örtbas etmiş olmaları ve haksız
yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyledir. Bu, isyan etmiş ve sınırı da aşmış
olmaları nedeniyledir.
113,114
Hepsi bir değildirler. Kitap Ehli içinde doğruluk üzere bulunan bir
önderli topluluk vardır ki onlar, gecenin saatlerinde boyun eğip teslimiyet
göstererek Allah'ın âyetlerini okurlar. Allah'a ve âhiret gününe inanırlar,
herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emrederler, herkesçe kötülüğü kabul edilen
şeylerden vazgeçirmeye çalışırlar, hayırlarda da birbirleriyle yarışırlar. Ve işte
onlar, iyi insanlardandırlar.
115
Ve onlar hayırdan ne işlerlerse asla saklanmayacaktır/ karşılıksız
bırakılmayacaklardır. Ve Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri en
iyi bilendir.
116
Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden şu kimselerin
malları ve çocukları, Allah'ın katında, onlara asla bir fayda vermeyecektir. Ve
işte onlar, ateş ashâbıdırlar. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.
117
Onların bu basit dünya hayatında harcadıklarının durumu, şirk
koşmak sûretiyle kendilerine haksızlık eden bir toplumun ekinlerine isabet edip
de onları değişime/yıkıma uğratan, içinde kavurucu soğuğu olan rüzgârın
durumu gibidir. Ve Allah, onlara haksızlık etmedi. Fakat onlar, şirk koşmak
sûretiyle kendilerine haksızlık ediyorlar.
118
Ey iman etmiş kimseler! Kendi seviyenizde olmayanlardan sırdaş/sıkı
arkadaş edinmeyin. Onlar, size fenalık etmekten geri kalmazlar. Onlar,
sıkıntıya düşmenizi istediler. Kesinlikle kinleri ağızlarından dışa vurmuştur.
Göğüslerinde gizledikleri şeyler de daha büyüktür. Eğer siz, aklınızı
kullanacaksanız, Biz, sizin için âyetleri/alâmetleri/göstergeleri kesinlikle açığa
koymuşuzdur.
119
İşte siz öyle kimselersiniz ki onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler,
siz kitabın hepsine inanırsınız, onlarsa sizinle buluştukları zaman “İnandık”
derler, başbaşa kaldıkları zaman da size olan kinlerinden dolayı
parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: “Kininizle ölün/ geberin!” Şüphesiz ki
Allah, göğüslerin özünü/gönülleri en iyi bilendir.
120
Size bir iyilik dokunsa fenalarına gider ve eğer size bir kötülük isabet
etse onunla sevinirler. Ve eğer sabreder ve Allah'ın koruması altına girerseniz,
onların hileleri size hiçbir şekilde zarar vermez. Şüphesiz Allah onları kendi
yaptıkları şeylerle kuşatmıştır.
121
Ve hani sen, sabah erkenden mü’minleri savaş mevzilerine yerleştirmek
için ehlinden ayrılmıştın. –Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.– 122
O zaman
sizden iki grup, Allah kendilerinin yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakını
olmasına rağmen bozulmaya yüz tutmuştu. –Artık inananlar, yalnızca Allah'a
işin sonucunu havale etsinler!–
123-127
Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, kendinize verilen nimetlerin
karşılığını ödersiniz diye size Bedir'de yardım etti: Hani sen inananlara,
“Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç bin haberci âyetle size yardım etmesi size
yetmez mi?” diyordun. Eğer sabreder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, evet
sizi Rabbiniz destekler. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size
12
işaretlenmiş /eğiten/ gönderilmiş beş bin haberci âyetle yardım eder. Ve Allah, bu
yardımı size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu
yardım, sırf Allah, kâfirlerden; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş
olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de
kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye, en üstün, en güçlü, en şerefli,
mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan,
bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah katındandır. Öyleyse Allah'ın
koruması altına girin.
128
Bu işten sana hiçbir şey yoktur. Allah, ya onların tevbesini kabul eder
yahut onlara azap eder. Artık, şüphesiz onlar yanlış; kendi zararlarına iş
yapanlardır.
129
Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler Allah'ındır. O, dilediğini
bağışlar, dilediğine azap eder. Ve Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
130
Ey iman etmiş kimseler! Kat kat artırılmış olarak ribayı [emeksiz,
hizmetsiz, risksiz kazancı] yemeyin. Kurtuluşa ermeniz için Allah'ın koruması
altına girin. 131
Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler
için hazırlanmış olan ateşten de sakının. 132
Merhamet olunmanız için Allah'a ve
Elçi'ye itaat edin.
133-135
Ve Rabbinizden bağışlanmaya, bollukta ve darlıkta Allah yolunda
harcama yapan, öfkelerini yutan, insanları affeden, çirkin bir hayâsızlık
işledikleri ya da kendi kendilerine haksızlık ettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp
hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyen, –Allah'tan başka günahları
bağışlayan kimdir?– yaptıkları kötü şeylerde bile bile ısrar etmeyen, Allah'ın
koruması altına girmiş kişiler için hazırlanmış eni göklerle yer kadar olan
cennete koşuşun. Ve Allah, iyilik, güzellik üretenleri sever.
136
İşte bunların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinde sonsuza dek
kalacakları altından ırmaklar akan cennetlerdir. Yapıp edenlerin
karşılığı/ödülü ne güzeldir!
137
Kesinlikle sizden önce uygulamalar gelip geçti. Hadi, yeryüzünde gezin
de yalanlayıcıların âkıbetinin nasıl olduğunu bir görün.
138
Bu emirler, insanlar için bir açıklama ve Allah'ın koruması altına
girmiş kişiler için bir yol gösterme ve bir öğüttür.
139
Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan
sizsiniz.
140,141
Eğer size bir yara değmişse, o topluma da benzeri bir yara
dokunmuştu. Ve işte o günler; Biz onları, Allah'ın sizden iman eden kimseleri
bildirmesi/ işaretleyip göstermesi ve sizden şâhitler edinmesi, Allah'ın iman
eden kimseleri arındırması, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek
reddedenleri de mahvetmesi için insanlar arasında döndürür dururuz. Ve
Allah, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları sevmez.
142
Yoksa Allah, içinizden çaba harcayanları bildirmeden/ işaretleyip
göstermeden, sabredenleri de bildirmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
143
Andolsun ki siz ölümle karşılaşmadan önce onu arzuluyordunuz. İşte
bakıp duruyorken onu gerçekten gördünüz.
13
144
Ve Muhammed, ancak bir elçidir. Kesinlikle o'ndan önce elçiler gelip
geçmiştir. Şimdi eğer o ölür veya öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz?
Kim ki de geri dönerse, bilsin ki Allah'a hiçbir şekilde zarar veremez. Ve
Allah, sahip olduğu nimetlerin karşılığını ödeyenleri karşılıklandıracaktır.
145
Ve herkes sadece Allah'ın bilgisiyle vakitlendirilmiş bir yazgı olarak
ölür. Ve kim dünya karşılığını dilerse, kendisine ondan veririz. Kim de âhiret
karşılığını isterse ona da ondan veririz. Ve Biz, sahip olduğu nimetlerin
karşılığını ödeyenleri karşılıklandıracağız.
146
Nice peygamberler de vardı ki kendileriyle beraber birçok Allah erleri
savaştılar; Allah yolunda kendilerine isabet eden şeylerden gevşemediler, zaafa
düşmediler ve boyun eğmediler. Ve Allah, sabredenleri sever.
147
Onların sözleri de sadece: “Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve
işlerimizdeki aşırılıklarımızı bağışla ve ayaklarımızı sabitle, kâfirler; Senin
ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenler toplumuna karşı bize yardım et!” idi.
148
Bu yüzden Allah, onlara dünya karşılığını ve âhiret karşılığının
güzelliğini verdi. Ve Allah, güzelleştirenleri-iyileştirenleri sever.
149
Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini
bilerek reddetmiş olan şu kimselere uyarsanız, onlar sizi topuklarınız üstünde
gerisin geriye çevirirler de siz kaybedenlerden oluverirsiniz.
150
Aslında Allah, sizin yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınınızdır. Ve
O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.
151
Biz, Allah'ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak
koşmalarından dolayı, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş
olan şu kimselerin kalplerine korku salacağız. Onların varacakları yer Ateş'tir.
Şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanların barınağı da ne kötüdür!
152
Ve siz, Allah'ın bilgisi ile düşmanlarınızı doğrarken Allah, size olan
vaadini doğru olarak gerçekleştirdi. Allah, size sevdiğiniz şeyleri gösterdikten
sonra zaafa düştünüz, o iş hakkında çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi
dünyayı istiyordu, kiminiz de âhireti istiyordu. Sonra Allah sizi, denemek için
onlardan geri çevirdi ve kesinlikle sizi bağışladı. Ve Allah, mü’minlere karşı
çok armağan sahibidir.
153
Ve hani siz yukarı kaçıyordunuz hiç kimseye bakmıyordunuz. Elçi de
ötenizden sizi çağırıyordu. Bundan dolayı Allah, elinizden gidene ve kendinize
isabet edene üzülmeyesiniz diye size keder üstüne keder ile karşılık verdi.
Allah, yaptıklarınıza haberdardır.
154
Sonra Allah, o kederin ardından üzerinize bir güven, sizden bir grubu
örtüp bürüyen bir uyku indirdi. Bir grup da nefislerinin sevdasına düştü;
Allah'a karşı gerçek dışı cahiliyet zannı olarak, zan üretiyorlardı. Onlar, “Bu
işten bize bir şey var mı?” diyorlardı. –De ki: “Bütün iş Allah'a aittir.– Onlar,
sana açıklamayacakları şeyleri içlerinde saklıyorlardı. Onlar, “Bize bu işten
bir şey olsaydı burada öldürülmezdik” diyorlardı. De ki: “Eğer siz, evlerinizde
olsaydınız bile, üzerlerine öldürülme yazılmış olanlar kesinlikle yan gelip
14
yatacakları [öldürülecekleri] yerlere çıkıp gidecekti.” Ve o, Allah'ın
göğüslerinizdekini sınaması ve kalplerinizdekini temizlemesi içindir. Ve Allah,
göğüslerinizdekini çok iyi bilendir.
155
Şüphesiz iki toplumun karşılaştığı gün, sizden yüz çevirip giden
kimseler, şeytan onların kazandıkları şeylerin acısıyla ayaklarını kaydırmak
istedi. Yine de Allah, onları kesinlikle affetti. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır,
çok yumuşak davranandır.
156
Ey iman etmiş kişiler! Allah'ın ilâhlığını, rabliğini tanımayan ve
yeryüzünde dolaşan yahut gazaya çıkan kardeşleri için “Yanımızda olsalardı
ölmezlerdi, öldürülmezlerdi” diyen şu kişiler gibi olmayın. –Kesinlikle Allah,
bunu, onların kalplerinde bir yara yapacaktır.– Ve Allah, hayat verir ve öldürür.
Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.
157
Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz de, Allah'tan bir
bağışlanma ve rahmet, kesinlikle onların topladıklarından daha hayırlıdır.
158
Andolsun, ölseniz veya öldürülseniz de kesinlikle Allah'a toplanacaksınız.
159
İşte sen, sırf Allah'ın rahmeti sebebiyle onlara karşı yumuşak
davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp
giderlerdi. Artık onları bağışla, onlar için bağışlanma dile. İşlerde onlarla
müşavere et; işin en güzelini ortaklaşa bulup ortaya çıkar, bir kere de azmettin mi,
artık Allah'a işin sonucunu havale et. Şüphesiz Allah, işin sonucunu Kendisine
havale edenleri sever.
160
Allah size yardım ederse, sizi yenecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi
yardımsız bırakırsa, artık ondan sonra size kim yardım edebilir? Öyleyse
mü’minler sadece Allah'a, işin sonucunu havale etsinler.
161
Ve hiçbir peygamber için, kamu malına hıyanet olur şey değildir. Ve
kim kamu malına ihanette bulunursa kıyâmet günü hainlik ettiği kamu malı ile
gelir. Sonra da herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir. Ve onlar,
haksızlığa uğramazlar.
162
Peki, Allah'ın rızasına uyan kimse, Allah'ın hışmına uğrayan ve
varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? O, ne kötü dönüş yeridir!
163
Onlar, Allah nezdinde derece derecedirler. Allah, onların yaptıklarını
en iyi görendir.
164
Andolsun ki Allah, mü’minlere kendilerinden, onlara Kendi âyetlerini
okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve haksızlık, bozgunculuk ve
kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğreten bir
peygamber göndermekle büyük bir iyilikte bulunmuştur. Oysa onlar, daha
önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.
165
İki katını isabet ettirdiğiniz bir musibet, kendinize isabet edince mi, “Bu
hezimet nereden!?” dediniz. De ki: “Başınıza gelen bu hezimet, kendi
nezdinizdendir.” Şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.
166-168
İki topluluğun karşılaştığı günde size dokunan şeyler de Allah'ın
izniyledir/ bilgisiyledir. Ve mü’minleri bildirsin/ işaretleyip göstersin ve
münâfıklık yapan kimseleri –kendileri oturup dururken kardeşleri için: “Eğer
bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi” diyen kimseleri– bildirsin/ işaretleyip
15
göstersin diyedir. Ve onlara: “Geliniz, Allah yolunda savaşınız veya savunma
yapınız” denilmişti. Onlar: “Biz, savaşı bilseydik kesinlikle size uyardık”
dediler. Onlar o gün, imandan çok Allah'ın ilâhlığını, rabliğini örmeye
yakındılar. Onlar, kalplerinde olmayan şeyleri ağızlarıyla söylüyorlar. Allah,
gizledikleri şeyleri daha iyi bilendir. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, haydi
kendinizden ölümü uzaklaştırınız.”
169-171
Allah yolunda öldürülenleri de sakın ölüler sanma. Tam tersi onlar
diridirler, Allah'ın armağanlarından verdiği şeylerle sevinçli olarak Rableri
katında rızıklanmaktadırlar. Arkalarından kendilerine henüz ulaşmayan
kimselere, kendileri için hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini
müjdelemek isterler. Onlar, Allah'tan bir nimeti, armağanı ve Allah'ın
şüphesiz, mü’minlerin ecrini kaybetmeyeceğini müjdelemek isterler.
172,173
Kendilerine yara dokunduktan sonra Allah ve Elçi'nin davetine
katılan kimseler; insanlar kendilerine: “Şüphesiz insanlar size karşı birlik
oldular, onlardan ürperin” dediklerinde, bunun, kendilerini inanç yönünden
artırdığı ve: “Allah bize yeter. O, ne güzel tüm varlıkları belirli bir programa
göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan”dır!”
diyen kimseler; onlardan iyileştiren, güzelleştiren ve Allah'ın koruması altına
girmiş kimselere büyük bir ödül vardır.
174
Sonra da onlar, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan Allah'ın nimeti
ve armağanıyla geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular. Ve Allah, çok
büyük lütfun sahibidir.
175
Şüphesiz ki o şeytan/kötü niyetli insan, kendi yakınlarını korkutur.
Onlardan korkmayın, eğer mü’min iseniz Benden korkun.
176
Küfürde Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmekte yarışan şu
kişiler de seni üzmesin. Onlar, Allah'a hiçbir şekilde asla zarar vermezler.
Allah onlara âhirette herhangi bir pay vermemeyi istiyor. Ve onlar için çok
büyük bir azap vardır.
177
Şüphesiz iman karşılığında küfrü; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek
reddetmeyi satın alan kimseler, Allah'a hiçbir şekilde asla zarar vermezler. Ve
onlar için çok acıklı bir azap vardır.
178
Allah'ın ilâhlığını rabliğini tanımayan şu kimseler, şüphesiz Bizim
kendilerine süre tanıyışımızın, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar.
Şüphesiz Biz, onlara daha çok günaha girsinler diye süre tanıyoruz. Ve onlar
için alçaltıcı bir azap vardır.
179
Allah, murdar olanı temiz olandan ayırt edinceye kadar mü’minleri,
sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz şey üzerinde bırakacak değildir. Allah
sizleri görülmeyen, duyulmayan, sezilmeyen, geçmiş, gelecek üzerine bilgilenen
biri yapacak da değildir. Velâkin Allah, elçilerinden dilediğini seçer. Öyleyse
Allah'a ve Elçisi'ne iman edin. Ve eğer iman eder ve Allah'ın koruması altına
girerseniz, işte o zaman sizin için çok büyük bir karşılık vardır.
180
Ve Allah'ın, kendilerine fazlından verdiği nimetlere karşı cimrilik
edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Tam tersi o
kendileri için zarardır. Cimrilik ettikleri şey, kıyâmet gününde boyunlarına
dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası yalnızca Allah'a aittir. Ve Allah,
yaptıklarınıza bilgi sahibidir.
16
181,182
Allah, “Şüphesiz Allah fakirdir, biz zenginiz” diyen kimselerin
sözünü kesinlikle duydu. Onların söyledikleri şeyleri ve peygamberleri haksız
yere öldürmelerini yazacağız. Ve Biz: “Tadın o yakıcının azabını! Bu, kendi
ellerinizin önden gönderdiklerinin karşılığıdır” diyeceğiz. Ve şüphesiz Allah,
kullara asla haksızlık eden biri değildir.
“183
Allah fakir, biz zenginiz” diyenler, “Ateşin yiyeceği bir kurbanı bize
getirmedikçe hiçbir elçiye iman etmeyeceğimize dair Allah, bize kesinlikle ahitte
bulundu” diye saçmalayan kimselerdir. De ki: “Kesinlikle benden önce, size
kimi elçiler açık belgelerle ve sizin dediğiniz şeyle geldiler de, peki, –eğer doğru
kimseler iseniz– onları niçin öldürdünüz?”
184
Eğer şimdi seni yalanladılarsa, bil ki senden önce açık deliller, sayfalar
ve aydınlatıcı kitap ile gelen elçiler de yalanlanmıştı.
185
Her benliği olan varlık, ölümü tadıcıdır. Ve şüphesiz kıyâmet günü
ecirleriniz size eksiksiz verilecektir. Kim ateşten uzaklaştırılıp cennete
girdirilirse bilsin ki o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Ve basit dünya hayatı,
aldatıcı bir yararlanmadan başka bir şey değildir.
186
Hiç kuşkusuz siz, mallarınız ve canlarınız konusunda
yıpranacaksınız/imtihan olunacaksınız. Sizden önce kendilerine Kitap verilen
kimselerden ve ortak koşan kimselerden birçok eza; can sıkıçı, sinir bozucu
şeyler de işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'ın koruması altına girerseniz,
şüphesiz işte bu azmi gerektiren işlerdendir.
187
Ve hani Allah, kendilerine Kitap verilen kimselerden sağlam sözünü
almıştı: “Kitabı kesinlikle insanların önüne apaçık koyacaksınız, onu
gizlemeyeceksiniz.” Onlar ise bunu sırtlarının ötesine attılar ve onu az bir bedel
karşılığı sattılar. İşte, satın aldıkları şeyler ne kötüdür!
188
O yaptıkları şeylerle sevinen ve yapmadıkları şeylerle de övülmek
isteyenleri sakın hesaba katma! Onların azaptan kurtulacak bir yerde
olacaklarını da sanma! Ve onlar için çok acıklı bir azap vardır.
189
Göklerin ve yeryüzünün yönetimi Allah'ındır. Ve Allah her şeye en iyi
güç yetirendir.
190-194
Göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşunda, gecenin ve gündüzün
ardarda gelişinde, elbette, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken
Allah'ı anan; göklerin ve yerin oluşturuluşu üzerinde: “Rabbimiz! Sen, bunu
boş yere oluşturmadın, Sen, tüm noksanlıklardan arınıksın. Artık bizi Ateş'in
azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, kimi o ateşe girdirirsen artık onu
kesinlikle rezil etmişsindir. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için
yardımcılardan da hiç kimse yoktur. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, “Rabbinize
inanın!” diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabbimiz! Artık
bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi “iyi adamlar” ile birlikte,
geçmişte yaptıklarımızı ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızı bir bir
hatırlattır/öldür. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver,
kıyâmet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen, verdiğin sözden dönmezsin” diye
iyiden iyiye düşünen kavrama yetenekleri olanlar için nice
alâmetler/göstergeler vardır.
195
Bunun üzerine Rableri onlara karşılık verdi: “Şüphesiz Ben, sizden
erkek olsun, kadın olsun –ki hepiniz aynısınızdır– çalışanın amelini kaybetmem.
O nedenle, göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyet
17
edilenler, savaşanlar ve öldürülenler; elbette onlardan kötülüklerini örteceğim
ve Allah katından bir sevap olarak, onları altından ırmaklar akan cennetlere
koyacağım. Ve Allah, sevabın güzeli Kendi katında olandır.”
196,197
Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan şu
kişilerin beldelerde dolaşmaları, çok az bir kazanım, sakın seni aldatmasın.
Sonra onların varacakları yer cehennemdir ve o, ne kötü bir yataktır!
198
Ama, Rablerinin koruması altına girmiş kişilere gelince, onlar için,
Allah katından bir yolcu ikramı olarak, altlarından ırmaklar akan, içinde
temelli kalacakları cennetler vardır. Ve Allah katındaki, “iyi adamlar” için
daha iyidir.
199
Şüphesiz ki Kitap Ehlinden, Allah'a inananlar, size indirilene ve
kendilerine indirilene –Allah'a samimiyetle saygı duyanlar olarak– inananlar da
vardır. Onlar, Allah'ın âyetlerini az bir değere değişmezler. İşte onlar,
ücretleri Rableri katında olanlardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
200
Ey iman etmiş kimseler! Kurtulmanız, başarı kazanmanız için sabredin
ve birbirinizin sabırlı olmasını sağlayın, birbirinize bağlanın ve Allah'ın
koruması altına girin.
TAHLİL:
1
‫ا‬ [elif/1], ‫ل‬ [lâm/30], ‫م‬ [mîm/40].
“Hurûf-ı Mukatta‘a” [Kesik Harfler] diye adlandırılan bu harflerin neyi ifade
ettiği kesin olarak bilinmemektedir. Bir uyarı veya gelecek âyetlere dikkat çekme
ünlemi olabilecekleri gibi, Kur’ân'ın içyapısına ait önemli bir yapı taşı da olabilirler.
Ayrıca Kur’ân indiği dönemde henüz rakamların icat edilmemiş olduğu ve rakam
yerine Ebced harflerinin kullanıldığı dikkate alındığında, bu harflerin belirli sayıları
ifade ediyor olması da mümkündür. İleriki dönemlerde yapılacak çalışmalar
sonucunda bu harflerin işaret ettiği anlamların doğru şekilde te’vîl edilebileceği
18
kanaatindeyiz. Ebced hesabına göre sûrenin başındaki harflerin sayı değerleri
şöyledir:
‫ا‬ [elif] 1
‫[ل‬lâm] 30.
‫[م‬mîm] 40
2
Allah, Kendisinden başka tanrı diye bir şey olmayandır, her zaman
diridir, kayyûm'dur [her şeyi ayakta tutandır, koruyandır].
Bu âyette, Allah'ın, “Kendisinden başka ilâh olmayan hayy ve kayyûm” olduğu
vurgulanmıştır.
Bu âyette yer alan özellikler Bakara/255'te [âyete'l-kürsi] daha detaylı olarak
zikredilmişti. Burada kısaca yer almasının nedeni, bu sûrenin ilk pasajlarının
Hristiyanlara yönelik olmasındandır. Çünkü Hristiyanlar, Îsâ'yı tanrılaştırarak küfre
düşmüşlerdir. Burada Hristiyanların şirki reddedilmekte, onlara, Îsâ'nın bu vasıfları
haiz olmadığı, Tanrı olarak kabul edilebilecek bir varlığın, “tek, hayy ve kayyûm”
olması gerektiği bildirilerek tevhid inancı öğretilmektedir.
Bu âyette kısaca, Bakara/255'te ise detaylıca zikredilen ilâhî nitelikler
hakkında şu açıklamayı yapmıştık:
255
Allah, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır, her zaman diridir, her şeyi ayakta
tutan, koruyan, diri ve bütün kâinatın idaresini bizzat yürütendir. Kendisini uyuklama ve uyku
yakalamaz. Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O'nun içindir. Kendisinin izni/
bilgisi olmadan yanında yardım, kayırma yapacak olan kimmiş? O, onların önlerinde ve arkalarında
olan şeyleri bilir. Onlar ise, O'nun dilediğinden başka bilgisinden hiçbir şeyi kavrayamazlar. O'nun
kürsüsü, gökleri ve yeryüzünü kucaklamıştır. Onların ikisinin de korunması O'na zor gelmez. Ve O,
çok yücedir, yücelticidir, sonsuz büyüktür.
Müstakil bir necm olan bu âyet, evvelki âyetlere de sonraki âyetlere de bağlanabilir. Ama
müstakil olup Allah'ın sıfatları ve varlıklarla ilişkisi ciheti ön planda tutulmalıdır. Âyetin açık olan
ifadesinde Allah'ın şu vasıfları vurgulanmıştır:
* Allah, Kendisinden başka ilâh olmayandır.
* Hayy'dır [her zaman diridir], kayyûm'dur [her şeyi ayakta tutan, koruyan ve kâinatın
idaresini yürüten, Kendisine hiçbir şeyin gizli kalmadığı zattır].
* Kendisini uyuklama ve uyku tutmaz.
* Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O'nun mülküdür.
* O'nun izni olmadan yanında kimse şefaat edemez.
* Allah, varlıkların önlerinde ve arkalarında olan şeyleri bilir.
* Varlıklar, dilediğinden başka O'nun ilminden hiç bir şeyi kavrayamazlar.
* Allah'ın kürsüsü, gökleri ve yeryüzünü kucaklamıştır.
* Göklerin ve yeryüzünün korunması Allah'a zor gelmez.
* O, alî'dir, azîm'dir.
19
Allah Kendisini şu âyetlerde de toplu olarak tanıtmaktadır:
1
De ki: “O Rabb, bir tek olan Allah'tır, 2
Samed olan Allah'tır, 3
doğurmamış ve
doğurulmamıştır. 4
Ve hiçbir şey O'na denk olmamıştır.”
(İhlâs/1-4)
22
O, kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah'tır. Görülmeyeni ve görüleni bilendir.
O, yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet edendir, engin merhamet sahibidir.
23
O, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah'tır. O, bütün kâinatın hükümdârı,
tertemiz, her türlü kötülük ve eksiklikten uzak, her türlü kusurdan uzak; sapasağlam, güven veren,
gözetici, koruyucu, doğrulayıcı ve güvenilir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün
olmayan/mutlak galip olan, dilediğini zorla yaptıran, ulaşılmaz, azametli, ihtiyaçları gideren, işleri
düzelten, derman veren, büyüklük ve ululukta tek olan; her şeyde ve her hâdisede büyüklüğünü
gösterendir. Allah, onların ortak koştukları şeylerden arınıktır.
24
O, oluşturan, kusursuz yaratan, her şeye şekil ve sûret veren Allah'tır. En güzel isimler O'nun
içindir. Göklerde ve yeryüzünde olanlar O'nu noksan sıfatlardan arındırırlar. Ve O, en üstün, en
güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan,
bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
(Haşr/22-24)
Allah'ın kayyûm sıfatı şu âyetlerde detaylandırılmıştır:
33
Peki, o, kazandığı şeyler ile birlikte her bir kişinin üzerinde dikilen/görüp gözeten kimdir?
Onlar ise Allah'a ortaklar edindiler. De ki: “Onları isimlendirin! Yoksa siz, O'na yeryüzünde
bilmediği bir şey mi ya da sözden açık olanı mı haber vereceksiniz? Aslında kâfirlere; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişilere plânları güzel gösterildi de Yol'dan
saptırıldılar. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren kimse yoktur.
(Ra‘d/33)
41
Hiç şüphesiz gökleri ve yeryüzünü yokoluvermekten, Allah tutuyor. Andolsun ki eğer gökler
ve yeryüzü yokoluverirlerse, onları O'ndan sonra kimse tutamaz. Gerçekten O, çok yumuşak
davranan, çok bağışlayandır.
(Fâtır/41)
Âyetteki, O, onların önlerinde ve arkalarında olan şeyleri bilir ifadesi, “onların dünya ve
âhiretteki konumlarını, geçmiş ve geleceklerini bilir” demektir. Onlar ise, O'nun dilediğinden başka
ilminden hiç bir şeyi kavrayamazlar ifadesi ise, insanların Allah katındaki bilgiyi, ancak O'nun
dilemesiyle alabileceğini ifade eder.
3,4
Allah, sana, sadece içinde konu edilenleri doğrulayıcı olarak bu kitabı
hak ile indirdi. O, daha önce insanlara doğru yol kılavuzu olarak Tevrât'ı ve
İncîl'i de indirmişti. Furkân'ı da O indirdi. Şüphesiz kâfirler; Allah'ın
âyetlerini bilerek reddeden şu kimseler, çetin bir azap kendileri için olanlardır.
Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak
galip olandır, suçluları yakalayıp cezalandırmak sûretiyle adaleti sağlayandır.
Bu âyetlerde, Ehl-i Kitabın, özellikle de Hristiyanların Son Peygamber ve Son
Kitabı tanımasına yönelik bir giriş yapılmakta ve Hristiyanlara, “Daha evvel Tevrât
ve İncîl'i indirdiği gibi Furkân'ı [Kur’ân'ı] da indirmiştir. Bunda anormal bir durum
yoktur. Buna da inanmalısınız. Aksi takdirde çok çetin bir azap ile
20
azaplandırılacaksınız. Allah'a karşı koyamazsınız. Allah, suçluları yakalar ve
cezalandırır” mesajı verilmektedir.
Âyetteki, kendisinin iki eli arasındakiler ifadesi ile kastedilen, “önceki ilâhî
kitapların Kur’ân'da yer alan kısımları”dır. Bu demektir ki, mevcut Kitab-ı
Mukaddes'in hepsi Allah'ın gönderdiği vahiylerden değildir. Bir kısmı Ehl-i Kitap
bilginlerince eklenmiş, bir kısmı da tahrif edilmiştir. Geriye kalanlar ise Kur’ân
tarafından doğrulanmaktadır.
TEVRÂT
Mûsâ peygambere verilen kitabın adı olan Tevrât'ın, sözcük olarak ne anlama
geldiği hususunda şunlar söylenebilir:
‫ترورية‬ّ‫و‬‫ال‬ [Tevrât] kelimesi, çakmak taşının alevi görüldüğü vakit kullanılan ‫ى‬ ‫ر‬ ‫و‬
[v-r-y] kelimesinden türemiş olup “aydınlık ve nûr” demektir.2
Klâsik kaynaklarda Tevrât kelimesinin, tevriye'den alındığı da söylenmiştir.3
Bu ise, “bir şeyi tariz yoluyla [üstü kapalı] açıklarken, diğer tarafını gizlemek”
demektir. “Adeta Tevrât'ın çoğunluğu, gereken tasrih ve açıklamadan yoksun olup
birtakım tariz ve işaretlerden meydana geldiğinden, bu isim verilmiş gibidir”
şeklinde açıklamalar da mevcuttur. Bu sözcüğün, Süryânice veya İbrânice olması
daha büyük bir ihtimal olmakla birlikte, Arapça olduğu var sayıldığında v-r-y'den
türediği ve “aydınlık-nûr” anlamına geldiği söylenebilir. Zira Allah Tevrât'ı şöyle
nitelemiştir:
.
48,49
Ve andolsun ki Mûsâ ve Hârûn'a Furkân'ı ve görülmeyen, duyulmayan, sezilmeyen ıssız
yerde Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan, kıyâmetin kopmasından içleri titreyen,
Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için bir ışığı ve öğüdü verdik.
(Enbiyâ/48-49)
53
Ve hani Biz, kılavuzlandığınız doğru yolu bulursunuz diye, Mûsâ'ya, o kitabı ve Furkân'ı
vermiştik.
(Bakara/53)
44
İçinde doğru yol rehberi ve ışık bulunan Tevrât'ı, şüphesiz Biz indirdik. Müslümanlaşmış
kişiler olan peygamberler onunla Yahudilere hükmederler, kendilerini Allah'a adamış kişiler ve
hahamlar da, Allah'ın kitabından kendilerinden korumaları istenilen ve kendilerinin de üzerine
tanıklık ettikleri şeylerle hükmederler. İnsanlara saygı duyup ürpermeyin, Bana saygı duyup
ürperin. Benim âyetlerimi de az bir paraya satmayın. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse,
işte onlar kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselerin ta kendileridir.
(Mâide/44)
İNCÎL
‫يل‬‫ي‬‫[الجنجي‬İncîl], sözcüğünün de Süryanice veya İbranice olduğu genel kabul
görmesine rağmen, Arapça olduğu var sayılarak anlamı üzerinde durulabilir:
2
Lisân; 9/285-287, “Vry” mad.
3
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
21
İncîl kelimesi, “asl” demek olan ‫[النجل‬en-necl] kelimesinden if‘îl vezninde bir
kelime olup çoğulu, ‫[اجناجل‬enâcîl]’dir. Kişinin aslı olduklarından dolayı, –anne ve
babası kastedilerek– “Allah onun iki nâciline de lânet etsin” denilir.
İncîl, birçok ilim ve hikmetin aslı demektir.
İncîl kelimesinin, “bir şeyi çıkartmak, hâlini anlatmak” için kullanılan,
neceltü'ş-şey’e tabirinden geldiği de söylenmiştir. Buna göre, kendisi vasıtasıyla
birçok ilim ve hikmet elde edildiği için ona İncîl ismi verilmiş olmaktadır. Çocuğa
ve soy-sopa, –anne-babasından çıktığı için– neci denilmesi bundan dolayıdır.
Necl, aynı zamanda “sızıntı hâlinde çıkan su” demektir. Su bir yerden sızıntı
hâlinde çıktığı vakit, ‫يال‬‫ي‬‫جنج‬ ‫يا‬‫ي‬‫به‬ ‫و‬ ‫الرض‬ ‫يتنجلت‬‫ي‬‫اس‬ [istenceletil arzu ve biha nicâlün]
ifadesi kullanılır. İşte bundan dolayı İncîl'e bu ad verilmiştir. Zira yüce Allah, onun
vasıtasıyla, silinip izi kaybolmuş hakkı ortaya çıkarmıştır.
İncîl kelimesinin, “gözün genişliği”ni ifade etmek üzere kullanılan necel'den
alınma olduğu da söylenmiştir. Geniş bir mızrak yarasını ifade etmek için, ‫منجل‬ ‫سنان‬
[sinânü mincel] tabiri kullanılır. Bu anlam göz önünde bulundurularak, İncîl'e bu
isim verilmiştir. Çünkü İncîl, onlar için çıkartılan, genişletilen ve onlar için hem
nûr, hem aydınlık olan aslî bir kaynaktır.4
Tevrât ve İncîl ile ilgili merhum Mevdûdî'nin bir açıklamasını naklediyoruz:
Tevrât ve İncîl hakkında genel bir yanılgı vardır. Çünkü çoğu kişi Pentateuch'u [Eski Ahid'in
ilk beş kitabını] Tevrât, Gospel'i [Yeni Ahid'in ilk dört kitabını] ise İncîl olarak kabul eder. Bu yanlış
anlama vahyin kendisinde şüpheler uyandırır ve şöyle bir soru akla gelebilir: “Bu kitaplar gerçekten
Allah'ın kelamı mı? Kur’ân-ı Kerîm gerçekten bunların içindekileri tasdik mi ediyor?”
Aslında Kur’ân'ın tasdik ettiği Tevrât, Pentateuch'un kendisi değildir; fakat onun içine
serpiştirilmiştir. Aynı şekilde İncîl de, “Dört Gospel” değildir, fakat bu kitaplarda muhtevîdir.
Tevrât, Hz. Mûsâ'ya (a.s) 40 yıl süren peygamberliği müddetince verilen emir ve öğütlerden
oluşur. Taş tabletlere kazınmış olan ve Tûr dağı'nda Mûsâ'ya verilen On Emir de bunların içindedir.
Geri kalan emir ve öğütleri ise Hz. Mûsâ (a.s) kendisi yazdırmıştır. Daha sonra 12 İsrâîl kabilesinin
[sıbt] her birine, rehberlik etmesi için Tevrât'ın bir kopyasını vermiştir. Bir kopyası da dikkatle
korunması için Levi'lere verilmiş ve taş tabletlerle birlikte tâbût'ta [On Emir'in muhafaza edildiği
sandıkta] muhafaza edilmiştir. Bu Tevrât, Kudüs'ün ilk yakılıp yıkılmasına kadar tam bir kitap olarak
kalmıştır. Fakat zamanla İsrâîloğulları bu Kitab'a o denli ilgisiz, anlayışsız ve aldırmaz bir hâle
geldiler ki, Yoşiya'nın krallığı zamanında Süleymân Tapınağı tamir edilirken, başkâhin Hilkiya onu
şans eseri buldu; fakat onun Tevrât olduğunu anlayamadı. Onun sadece bir kanun kitabı olduğunu
düşündü ve Kitab'ı krallık yazmanına antika bir eser olarak verdi. Bir sonraki, onu Kral Yoşiya'ya
iletti. Kitap okununca Yoşiya elbiselerini yırttı ve Hilkiya ile diğerlerine Kitab'ın içindekiler
hakkında Rabbe danışmalarını emretti. (II. Krallar, 22:8-13). Nebukadanazor'un Kudüs'ü yağmalayıp
Süleymân Tapınağı'nı yıktığı dönemde, İsrâîloğulları'nın durumu işte böyleydi. Bu şekilde uzun
yıllardan beri bir köşede unutulmuş Tevrât'ın son kopyalarını da ebediyen kaybetmiş oldular.
İsrâîloğulları, Bâbil'deki sürgünden ülkeleri Kudüs'e geri dönüp tapınağı tekrar yaptıklarında
Ezra, Eski Ahid'i derledi. Ezra, halkının ileri gelen bazı adamlarını topladı ve onların yardımıyla
şimdi Kitab-ı Mukaddes'in ilk 17 kitabını oluşturan İsrâîloğulları'nın tüm târihini yazdı. Bunlardan
Çıkış, Levililer, Sayılar, Tesniye Hz. Mûsâ'nın (a.s) hayatını anlatır. Ezra ve yardımcılarının bulup
vahyin kronolojik düzenini göz önünde bulundurarak uygun yerlere yerleştirdikleri asıl Tevrât
âyetlerini de içerir. Asıl Tevrât, Hz. Mûsâ'nın (a.s) hayat hikâyesi içine serpiştirilmiş bulunan
âyetlerden oluşur ve bugün bile onları diğerlerinden ayırıp Mûsâ'nın (a.s) “Rabbiniz Allah diyor ki”
dediği yerde asıl Tevrât başlar ve hayat hikâyesi yeniden başladığında Tevrât'ın o bölümü biter.
Kitab-ı Mukaddes'in yazarı buralara açıklama ve yorum mahiyetinde bazı şeyler eklemiştir. Sıradan
okuyucu işte bu yorumlardan asıl Tevrât'ı ayırt etmede yanılgıya düşer.
4
Lisân; 469-471, “Ncl” mad.
22
Bununla birlikte İlâhî Kitaplar'ın mahiyetini iyi bilenler, bir dereceye kadar bu yorumla,
vahyolunan âyetleri ayırt edebilirler.
Kur’ân'a göre sadece Pentateuch'un içine serpiştirilen bu bölümler gerçek Tevrât'tır ve Kur’ân
sadece bu bölümleri tasdik eder. Bu âyetleri derleyip Kur’ân'la karşılaştırarak sınayabiliriz. Orada
veya burada ayrıntılarda bazı farklılıklarla karşılaşılabilir; fakat, iki kitabın ana öğretilerinde en ufak
bir farklılık bile yoktur. Bugün bile bu iki Kitab'ın aynı kaynaktan geldiği açıkça görülebilir. Aynı
şekilde, İncîl de Hz. Îsâ'nın (a.s) hayatının son birkaç yılı boyunca sarfettiği, vahyolunan sözler ve
konulardan oluşur.
Bu sözlerin Hz. Îsâ'nın (a.s) hayatı esnasında derlenip kaydedildiğinden emin olamayız.
Moffat, Kitab-ı Mukaddes tercümesine yazdığı önsözde şöyle diyor: “Îsâ (a.s) hiç bir şey yazmadı ve
bir müddet için havarileri de o'nunla ilgili hiç bir kayıt tutma ihtiyacı duymadılar. O hâlde târihte Îsâ
ile ilgili bize ulaşan bilgiler Filistinli ilk havarilerin sözlerine ve derlemelerine dayanıyor. Bunların
ne zaman yazıya geçirildiğini söyleyemeyiz. Fakat en azından onlardan bir tanesi her hâlde yaklaşık
M.S. 50 yıllarında yazılı hâlde mevcut idi.” Her ne ise, ölümünden yıllar sonra Hz. Îsâ'nın (a.s)
hikâyeleri 4 İncîl [Gospel] şeklinde derlendiği zaman (Markos'un tertiplendiği zaman, ilki M.S. 65-
67 yıllarında düzenlenmiştir), o'nun bazı yazılı veya ezberde kalan sözleri, târihsel sıralamaya göre
uygun yerlere konulmuştur. Yani, ilk Dört Gospel'in İncîl olmadığı, yani Hz. Îsâ'nın (a.s) söz ve
rivâyetlerinden oluşmadığı, fakat onları içerdiği çok açıktır. Yazarların eserlerinde Hz. Îsâ'nın (a.s)
sözlerini diğerlerinden ayırmak için tek bir aracımız var: Yazarların “Îsâ şunu söyledi ve öğretti”
dediği yerlerde İncîl başlar ve hikâyeye geri döndüklerinde İncîl biter. Kur’ân'a göre sadece bu
bölümler İncîl'dir ve Kur’ân sadece bu bölümleri tasdik eder. Eğer bu bölümler derlenir ve Kur’ân'la
karşılaştırılırsa, ikisi arasında ciddî bir fark görülmez. Eğer bazı ufak farklılıklar varmış gibi
görünüyorsa, bunlar da ön yargısız bir düşünce sonucunda ortadan kaldırılabilir.5
Burada Kur’ân'ın hakk ile indirildiği ifade edilmektedir. Kur’ân'ın hakk ile
indirilmiş olmasından maksat, içerisinde geçmişe ait nakledilen bilgilerin
doğruluğu, geleceğe ait verilen sözlerin gerçekliği, emir ve yasaklarının insanlık
için gerekli olduğu, insanın eğitimine yönelik öğretilenlerde iyi-kötü, güzel-çirkin,
hakk-bâtıl ayırımının yapıldığı, insanlar arası ilişkilere yönelik adalet ve
hakkaniyeti içerdiği ve kendisinde çelişki, tutarsızlık, eğrilik olmadığıdır. Kur’ân'ın
bu özellikleri farklı âyetlerde yüzlerce defa yer almıştı.
Buradaki bir başka nokta da Kur’ân'ın, “kendisinden önceki kitapların doğru
olan bölümlerini tasdik eden bir kitap” olmasıdır. Eğer Kur’ân onları tasdik
etmeseydi, Kur’ân'ın Allah tarafından indirildiği hususunda şüphe olurdu. Çünkü
Kur’ân, Allah'tan indirilmeseydi, diğer kitaplara uygun olmayabilirdi. Zira
Peygamber, hiç bir bilginle görüşmemiş, hiç kimseye talebelik yapmamış ve hiç
kimseden bir şey okumamıştı. Allah bütün peygamberleri, zâtını bir tanımaya,
Kendisine inanmaya, O'na yakışmayan şeylerden Kendisini tenzih etmeye, kulların
yararına olan ilkeleri bildirmeye ve uygulamaya davet etmek için göndermiştir. O
nedenle Kur’ân, bütün bu hususlarda önceki kitapların tahrif edilmemiş bölümlerini
doğrulamakta ve peygamberler arasında fark gözetmemektedir:
285,286
Elçi, kendi Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de. Hepsi Allah'a, doğal
güçlerine/haberci âyetlerine, kitaplarına ve elçilerine iman ettiler: “Biz Allah'ın elçileri arasında
ayırım yapmayız.” Ve “Biz duyduk ve itaat ettik. Rabbimiz! Bağışlamanı dileriz, dönüş ancak
Sanadır. Ey Rabbimiz! Eğer terk ettiysek ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz!
Bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır sorumluluk/sıkıntıya sokacak şeyler yükleme! Ey
Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Ve affet bizi, bağışla bizi, merhamet et
bize! Sen bizim yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınımızsın. Ve de kâfirler toplumuna; Senin
ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden toplumlara karşı yardım et bize” dediler.
Allah, hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka; kapasitesi dışında yük yüklemez. Herkesin
kazandığı kendi yararına ve kendi yaptığı zararınadır.
(Bakara/285,286)
5
Mevdûdî, Tefhîmü'l-Kur’ân.
23
Âyetteki, Furqân'ı da O indirdi ifadesindeki furqân'dan, öncelikli olarak
Kur’ân anlaşılır. Zira Kur’ân, daha evvel Furqân olarak nitelenmişti.
Bu âyette Kur’ân'ın “furqân” özelliği ön plâna çıkarılmıştır. Kur’ân'ın
isimlerinden biri olan ‫[الفرقييان‬furqân] sözcüğü, “iki şeyi birbirinden ayırmak”
anlamındaki ‫[فرق‬farq] kökünden türemiştir ve ‫[فارقة‬fâriqa] sözcüğü ile aynı anlama
gelir. Yaygın kullanımına bakıldığında, farq sözcüğünün türevleri olan tefriq, firaq,
firqat, fırqa, tefriqa, feriq sözcüklerinin somut şeyler [mahsûsât] için; ‫فارقييات‬
[fâriqât], ‫[فاروق‬fârûq] ve ‫الفرقان‬ [furqân] sözcüklerinin ise soyut şeyler [ma‘kûlât]
için kullanıldığı görülür.
Bakara/53 ve Enbiyâ/48'de Mûsâ peygambere verilen Furqân, soyut şeyler
olan hakk ile bâtılı, iman ile küfrü, güzel ile çirkini, iyi ile kötüyü birbirinden
ayırdığı için Kur’ân'a da isim olarak verilmiştir. Halife Ömer'e verilen “fârûq”
unvanı da, onun hakk ile bâtılı iyi ayırmasından dolayıdır.6
Kur’ân'ın, “Furqân” olarak anıldığı birçok âyet vardır:
185
Ramazân ayı ki, Kur’ân, bir kılavuz olarak ve furkândan, yol göstermeden açık seçik
açıklamalar olarak kendisinde indirilmiştir. Bu nedenle sizden her kim bu aya şâhit olursa hemen
onda oruç tutsun. Kim de hasta veya sefer; çiftçilik, ticaret, askerlik, eğitim- öğretim gibi gidiş
gelişli; hareketli bir iş üzerinde ise diğer günlerden sayısıncadır. Allah, size kolaylık diler, size
zorluk dilemez. Bu kolaylık, Allah'ın koruması altına girmeniz ve sayıyı tamamlamanız, size yol
gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve Allah'ın verdiği nimetlerin karşılığını ödeyesiniz
diyedir.
(Bakara/185)
1
Âlemlere uyarıcı olsun diye kuluna/kullarına Furkân'ı indiren ne cömerttir/ ne bol bol nimet
verendir! 2
Furkân'ı indiren, göklerin ve yerin hükümranlığı Kendisinin olan, hiç çocuk edinmeyen,
hükümranlıkta ortağı olmayan ve her şeyi oluşturup sonra da onları bir ölçüye göre ayarlama
yapandır.
(Furkân/1)
Aslında “Furqân”, ilâhî kitapların genel bir niteliğidir.
Âyetin son bölümündeki, Şüphesiz Allah'ın âyetlerini inkâr eden şu kimseler,
çetin bir azap kendileri için olanlardır. Allah, azîz'dir, intikam sahibidir [suçluları
yakalayıp cezalandırmak sûretiyle adaleti sağlayandır] ifadesiyle, gerçeği bile bile
inkâr eden ve akıllarını kullanmayanlar tehdit edilmektedir.
5
Şüphesiz Allah, yeryüzünde ve gökte hiçbir şey Kendisine gizli
kalmayandır.
6
O, sizi, rahimlerde dilediği gibi şekillendirendir. Kendisinden başka ilâh
diye bir şey yoktur. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün
olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapandır.
Bu âyetlerde de Allah, Kendisini tanıtmakta ve özellikle Hristiyanlara, Allah'ın
her şeyi bildiği, O'na hiç bir şeyin gizli kalmadığı, Allah'ın rahimlerde yaratılan
bebeği dilediği gibi şekillendirdiği, O'ndan başka ilâh olmadığı, yenilmezliği ve
yasa koyuculuğu vurgulanıp ilâhlaştırılan Îsâ'nın bu özelliklere sahip olmadığı ima
edilerek, Îsâ'nın, nasıl ilâh veya ilâhın oğlu olabileceğini düşünmeleri gerektiği
mesajı verilmektedir.
6
Tebyînu'l-Kur’ân, c. 7, s. 470-471; Lisânu'l-Arab, c.7, s. 82-85; Tâcu'l-Arûs, “Frq” mad.
24
Allah'ın burada zikredilen nitelikleri birçok âyette yer almıştı. Bunlardan
birkaçını hatırlatıyoruz:
59
Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O'nun katındadır.
O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak
dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta
bulunmasın.
(En‘âm/59)
49
İşte Nûh ile ilgili anlatılanlar, sana vahyettiğimiz görülmeyenin, duyulmayanın, sezilmeyenin
haberlerindendir. Bunları sen ve toplumun bundan önce bilmiyordunuz. Şu hâlde sabret. Şüphesiz
âkıbet, Allah'ın koruması altına girmiş olan kişilerindir.
(Hûd/49)
22
O, kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah'tır. Görülmeyeni ve görüleni bilendir.
O, yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet edendir, engin merhamet sahibidir.
23
O, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah'tır. O, bütün kâinatın hükümdârı,
tertemiz, her türlü kötülük ve eksiklikten uzak, her türlü kusurdan uzak; sapasağlam, güven veren,
gözetici, koruyucu, doğrulayıcı ve güvenilir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün
olmayan/mutlak galip olan, dilediğini zorla yaptıran, ulaşılmaz, azametli, ihtiyaçları gideren, işleri
düzelten, derman veren, büyüklük ve ululukta tek olan; her şeyde ve her hâdisede büyüklüğünü
gösterendir. Allah, onların ortak koştukları şeylerden arınıktır.
24
O, oluşturan, kusursuz yaratan, her şeye şekil ve sûret veren Allah'tır. En güzel isimler O'nun
içindir. Göklerde ve yeryüzünde olanlar O'nu noksan sıfatlardan arındırırlar. Ve O, en üstün, en
güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan,
bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
(Haşr/22-24)
12-16
Ve andolsun ki Biz, insanı seçilmiş bir çamurdan oluşturduk. Sonra onu çok dayanıklı bir
karargâhta bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir embriyon oluşturduk. Sonra o embriyoyu bir et
parçası oluşturduk. Sonra o bir et parçasını kemikler olarak oluşturdukk. Sonunda o kemiklere de bir
et giydirdik. Sonra onu bir başka oluşumda yeniden kurduk. İşte, oluşturanların en güzeli Allah ne
cömerttir! Sonra şüphesiz sizler, bunların ardından kesinlikle öleceksiniz. Sonra şüphesiz siz, kıyâmet
gününde diriltileceksiniz.
(Mü’minûn/12-16)
6-8
Ey insan! Üstün kerem sahibi olan, seni oluşturan, sonra da sana bir düzen içinde biçim
veren, sonra da seni dengeleyen, dilediği bir sûrette seni tertip eden Rabbine karşı seni aldatan şey
nedir?
(İnfitâr/6-8)
164
Şüphesiz ki göklerin ve yerin oluşturuluşunda, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde,
insanlara yarayan şeylerle denizde akıp giden gemide,
Allah'ın semadan bir su indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde,
yeryüzünde her deprenen canlılardan yaymasında,
rüzgârları evirip çevirmesinde,
gök ile yeryüzü arasında emre hazır olan bulutta, şüphesiz akıllarını çalıştıran bir toplum için
elbette alâmetler/göstergeler vardır.
(Bakara/164)
25
Bu âyetlerde ayrıca, insanın yaratılışına kimsenin müdahalesinin olmadığı-
olamayacağı ve tüm yaratılış aşamalarının bir plan dâhilinde gerçekleştiği, tesadüfe
yer olmadığı bildirilmektedir:
13
Ey insanlar! Biz sizi, bir erkek ile bir dişiden oluşturduk, birbirinizle tanışasınız diye sizi
uluslar ve oymaklar yaptık. Şüphesiz ki, Allah katında en değerliniz, en çok Allah'ın koruması altına
girmiş olanınızdır. Gerçekten Allah, en iyi bilendir, en çok haber alandır.
(Hucurât/13)
6
O, sizi tek bir nefisten oluşturdu, sonra ondan eşini yaptı ve sizin için hayvanlardan sekiz eş
indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, oluşturluştan sonra bir oluşturuluşla
oluşturuyor. İşte bu, sahiplik, yönetim yalnız Kendisinin olan Rabbiniz Allah'tır. O'ndan başka ilâh
diye bir şey yoktur. Öyleyse, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?
(Zümer/6)
49,50
Göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı yalnız Allah'ındır. O, dilediğini oluşturur, dilediğine
kız çocuk bahşeder, dilediğine de erkek çocuk bahşeder.
Yahut Allah onları erkek ve kız olmak üzere eşleştirir. Dilediğini de kısır yapar. Şüphesiz O,
en iyi bilendir, çok güçlü olandır.
(Şûrâ/49-50)
Buradaki, dilediği şekilde ifadesi, “erkeklik, dişilik, güzellik, çirkinlik,
siyahlık, beyazlık, uzunluk, kısalık, azaların sağlıklı olması yahut herhangi bir
noksanlık vs.” olarak anlaşılabilir. Bu konuda detaylı bilgi İnfitâr sûresi'nde
verilmiştir.7
7-9
Allah, sana bu kitabı indirendir. Bu kitaptan bir kısmı yasa içeren
âyetlerdir ki bunlar, kitabın anasıdır. Diğerleri de benzeşen anlamlılardır.
Amma, durum bu iken, kalplerinde kaypaklık/tutarsızlık olan kimseler,
insanları dinden çıkarmak,
ortak koşmaya sürüklemek
ve onun anlamlarından en uygununun tesbitine yeltenmek için hemen
ondan benzeşen anlamlı olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun
anlamlarından en uygun olanının tesbitini ancak Allah ve –“Biz buna inandık,
hepsi Rabbimiz katındandır. Rabbimiz! Bize kılavuzluk ettikten sonra kalplerimizi
çevirme! Bize Kendi nezdinden rahmet lütfet! Şüphesiz Sen, bol bol lütfedenin ta
kendisisin. Rabbimiz! Şüphesiz Sen, insanları, kendisinde hiçbir şüphe olmayan
gün için toplayansın. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez” diyen– o bilgide
uzman olanlar bilirler. Ve sadece kavrama yetenekleri olanlar öğüt alırlar.
Allah bu âyet grubunda, önce Kendisini tanıtıp sonra indirdiği kitap ile kullar
arasındaki bağı açıklamaktadır. Buna göre:
• Kur’ân'ı Rasûlullah'a indiren Allah'tır.
• Kur’ân âyetlerinin bir kısmı muhkemdir [yasa içerenlerdir], ki bunlar, kitabın
anasıdır.
• Kur’ân âyetlerinin diğer kısmı da müteşâbihlerdir [benzeşen anlamlılardır].
• Kalplerinde kaypaklık olan kimseler, fitne çıkarmak ve onun te’vîline
7
Tebyînu'l-Kur’ân; c. 8 , s. 226-231.
26
yeltenmek için müteşâbih âyetlerin peşine düşerler.
• Müteşâbih âyetlerin te’vîlini ancak Allah ve –“Biz buna inandık, hepsi
Rabbimiz katındandır. Rabbimiz! Bize kılavuzluk ettikten sonra kalplerimizi
çevirme! Bize Kendi nezdinden rahmet lütfet! Şüphesiz Sen, bol bol lütfedenin ta
kendisisin. Rabbimiz! Şüphesiz Sen, insanları, kendisinde hiç bir şüphe olmayan
gün için toplayansın. Şüphesiz Allah, vaadinden dönmez” diyen– ilimde uzman
olanlar bilirler, câhil ve sığ kimseler bilmezler.
• Öğüdü de sadece kavrama yeteneği olanlar alırlar.
Kur’ân'ın müteşâbihliği Zümer sûresi'nde de konu edilmiştir:
23
Allah, sözün en güzelini benzeşen anlamlı olarak, ikişerli bir kitap hâlinde indirmiştir. Ondan,
Rablerine saygısı olanların tüyleri ürperir. Sonra derileri ve kalpleri Allah'ın anılmasına karşı
yumuşar. İşte bu, Allah'ın rehberidir. Allah, onunla dilediğini kılavuzlar. Her kimi de Allah şaşırtırsa,
artık ona doğru yolu gösteren biri yoktur.
(Zümer/23)
Bilindiği üzere, muhkem, müteşâbih ve te’vîl sözcükleri, kavramlaştırılmak
sûretiyle anlaşılması zor, makul ve makbul olmayan tanımlar ortaya konulmuştur.
Bunlardan birçok anlayışa da kaynaklık edenlerini örnek olarak sunuyoruz:
MUHKEM ve MÜTEŞÂBİHE DAİR İLİM ADAMLARININ GÖRÜŞLERİ
İlim adamları muhkem ve müteşâbih âyetlerle ilgili olarak farklı görüşlere sahiptir. Câbir b.
Abdillah –ki bu aynı zamanda eş-Şa‘bî'nin, Süfyân Sevrî'nin ve diğerlerinin görüşlerinin de
muktezasıdır– der ki: “Kur’ân-ı Kerîm'in muhkem âyetleri, te’vîli bilinebilen, manası ve tefsiri
anlaşılabilen buyruklardır. Müteşâbih âyetler ise Yüce Allah'ın, ilmini yalnızca Kendisine sakladığı,
yarattıklarına vermediği, herhangi bir kimsenin bilme imkânı bulunmayan buyruklardır.” Kimi ilim
adamları der ki: “Bu kabilden olanlara örnek, kıyâmetin kopma vakti, Ye’cûc-Me’cûc'un çıkma
vakti, Deccal'in çıkma vakti, Hz. Îsâ'nın inme vakti ve sûre başlarında bulunan Mukatta‘a Harfleri
gibi şeylerdir.
Bir diğer görüşe göre de müteşâbih, birden çok anlama gelme ihtimali olmakla birlikte, bu
değişik anlamlar tek bir anlama havale edilerek geri kalanı iptal edilecek olursa, müteşâbih muhkem
olur. Buna göre muhkem, her zaman için fer’î hususların kendisine havale edildiği [o esas alınarak
yorumlandığı] bir asıl ilkedir. Müteşâbih ise onun fer’î durumundadır.8
Bu örnekteki anlayışa göre, herkesin anlayacağı bir açıklıkta olan Kur’ân,
anlaşılması zor veya imkânsız bir kitap hâline sokulmaktadır. Hem bu âyetlerin,
hem de Kur’ân'ın diğer âyetlerinin iyi anlaşılması için çalışmamızın [Tebyînu'l-
Kur’ân] Sunuş bölümünde müteşâbih, muhkem ve te’vîl ile ilgili yaptığımız
açıklamaları naklediyoruz:
Zümer/23 ve Âl-i İmrân/7 âyetleri, Kur’ân'ın ‫محكييم‬ [muhkem] ve ‫ييابه‬‫ي‬‫متش‬
[müteşâbih] âyetlerden oluştuğunu açıkça belirtmektedir. Mekke'de inen ve iniş
sırasına göre 59. sırada yer alan Zümer/23 âyeti bir ipucu olarak
değerlendirildiğinde, o âna kadar inmiş olan bütün âyetlerin müteşâbih oldukları
öne sürülebilir. Muhkem ve müteşâbih kavramlarının ne anlama geldiklerini
açıklama gereği duyan sözlük, ansiklopedi ve terim kitaplarının neredeyse tümünde
muhkem sözcüğünün “açık, anlaşılan, sağlam”; müteşâbih sözcüğünün ise “kapalı
ve anlaşılmaz” anlamlarına geldiği belirtilmektedir. Söz konusu lügat ve
8
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
27
ansiklopedilerin işlediği ortak yanlış, bu iki sözcüğün birbirinin karşıt anlamlısı
olarak gösterilmesidir.
Bu satırların yazarı, söz konusu kavramların zıt anlamlı iki sözcük olduğu
şeklindeki yerleşik kanaati paylaşmamaktadır. Ayrıntıları yeri geldiğinde verilecek
olmakla birlikte, Kur’ân âyetleri hakkında yerleşmiş bulunan bu yanlış ön kabulü
düzeltmek üzere her iki kavramın özü hakkında kısaca bilgi vermeyi yararlı
görmekteyiz:
‫محكييم‬ [muhkem] sözcüğü, “hüküm içeren” demektir. Dolayısıyla muhkem
âyetler, “içerisinde, insanları kargaşa ve zulme düşmekten engelleyen ilkelerin
bulunduğu âyetler” anlamına gelir. Bu âyetler açıktır, nettir ve tek bir anlam ifade
ederler. Bu âyetlerden, ifade ettikleri birincil anlamlardan başka anlamlar
çıkarılmaz/çıkarılamaz.
Müteşâbih âyetler ise, “birden çok, birbirine benzer, birbirinden güzel anlamlar
içeren ve her bir anlamı da açık olarak anlaşılan âyetler” demektir. Bu âyetler
mecâz, kinâye ve diğer edebî sanatların da kullanıldığı, ama yapılan benzetme ve
örneklemelerden dolayı kültür seviyesi en alt düzeyde olanların bile
anlayabilecekleri âyetlerdir. Onlar da tıpkı muhkem âyetler gibi açık-seçik, anlaşılır
âyetler olup kesinlikle kapalı, müşkil ve anlaşılmaz değildirler. Müteşâbih âyetler;
kapalı, müşkil ve anlaşılmaz âyetler olarak kabul edildiği takdirde Zümer/23'te
“sözün en güzeli” olarak nitelenen Kur’ân, aynı zamanda kapalı, anlaşılmaz âyetler
de içeriyor olacaktır. Bu ise kapalı, anlaşılmaz âyetlerin “sözün en güzeli” olması
anlamına gelir ki, Kur’ân ile böyle bir tuhaflığın bağdaşması mümkün değildir.
İşin doğrusu, müteşâbih âyetler, “anlaşılır, birden çok ve birbirinden güzel
anlamlar içeren, kim hangisini anlarsa anlasın bu anlamların hepsinin de doğru
olduğu âyetler”dir.
Âl-i İmrân/7'de bu âyetlerin te’vîlinin mümkün olduğu bildirilmektedir.
Kimilerinin “yorumlama”, kimilerinin de “tefsir etme” anlamında kullandığı ‫تأويل‬
[te’vîl] sözcüğü de anlamı çarpıtılmış sözcüklerden biridir. Aslında sözcük, ‫رجروع‬ّ‫و‬ ‫ال‬
[er-rucû‘/geriye dönüş] anlamındaki ‫اول‬ [evl] sözcüğünün tef‘il babından
mastarıdır. Türkçe'deki “evvel, ilk” kelimeleri de bu sözcükten gelmektedir.
Te’vîl sözcüğü, “geriye dönüş” şeklindeki kök anlamından değişerek “tedbir”
[arkalaştırma], yani “birinci, ikinci, üçüncü şeklinde ardı ardına dizmek, sıralamak,
öncelik sırasına koymak” anlamlarında kullanılır.
Bu anlamlara göre müteşâbih âyetlerin te’vîli demek, “o âyetlerin birbirinden
güzel, birbirine benzeyen açık-seçik anlamlarının arka arkaya sıralanması, bu
anlamların öncelikli bir sıraya tâbi tutulması” demektir. Yoksa, anlamları sadece
Allah tarafından bilinen, kapalı ve anlaşılmaz âyetlerin ancak “râsihûn” denen ehil
kimselerce yorumlanabilmesi değildir.
Karşıt anlamlı oldukları iddia edilen muhkem ve müteşâbih ile müteşâbih
âyetlerin te’vîli konularında daha ayrıntılı bilgiye bu kelimelerin geçtiği âyetler
incelenirken değinilecektir. Yine de unutulmamalıdır ki, âyetteki muhkem ve
müteşâbih kelimeleri, birer terim olmayıp sözlük anlamlarında kullanılmış
sözcüklerdir.
Âyetteki, Amma, durum bu iken, kalplerinde kaypaklık olan kimseler, fitne
çıkarmak ve onun te’vîline yeltenmek için hemen ondan müteşâbih olanlarının
peşine düşerler ifadesiyle, Necrân heyetinin veya Yahûdi bir grubun kastedildiği
ileri sürülse de, bizce bu tüm zamanlara yöneliktir. Böyle öküz altında buzağı
arayan zavallılar her zaman ve her yerde bulunur. Nitekim Mekkî sûrelerde bunun
örneklerini (İsra/60) görmüştük.
28
Âyetteki, fitne çıkarmak ifadesi, “inanmış kimseleri dinden döndürmek”
demektir. Bu konu hakkında Bakara sûresi'nde açıklama yapmıştık.
Kısacası müteşâbih âyetler, sanatsal mucize içeren, indiği dönemde insan
havsalasının ulaşmayacağı konulara, bilgilere ve ğayba dair âyetlerdir. Bunlarla
Kur’ân'ın Allah kelâmı olduğu ortaya çıkar.
Muhkem âyetler de, kişisel davranışları, aile ve sosyal hukuku, uluslararası
ilişkileri düzenleyen ilkeleri içeren âyetlerdir. Bu âyetler, Kitab'ın anasıdır; yani,
Kur’ân'ın amacı muhkem âyetlerle düzeni sağlamak, insanlığı, zulümden, fesattan
ve kan dökmekten alıkoymaktır.
Dikkat edilirse âyette, Hâlbuki onun te’vîlini ancak Allah ve –“Biz buna
inandık, hepsi Rabbimiz katındandır. Rabbimiz! Bize kılavuzluk ettikten sonra
kalplerimizi çevirme! Bize Kendi nezdinden rahmet lütfet! Şüphesiz Sen, bol bol
lütfedenin ta kendisisin. Rabbimiz! Şüphesiz Sen, insanları, kendisinde hiç bir şüphe
olmayan gün için toplayansın. Şüphesiz Allah, vaadinden dönmez” diyen– ilimde
uzman olanlar bilirler buyurulmaktadır. Burada zikri geçen, “ilimde uzman
olanlar”ın kimler olduğuna gelince:
RÂSİH
Arapça'da ‫[رسروخ‬rusûh], “bir şeyin iyice içinde olmak, bir şeyde sebat bulmak
(ağaç ve dağ gibi derinlemesine yerleşmek)” demektir.9
İlimde râsih olmak ise, “belirli bir ilim dalında uzman olmak” demektir. Klâsik
kabule göre ilimde râsih olan, “yakînî ve kat‘î deliller ile Allah'ın zât ve sıfatlarını;
Kur’ân'ın Allah kelâmı olduğunu bilen kimse”dir. Hâlbuki müteşâbih âyetlerin bir
kısmı, biyoloji açısından, bir kısmı fizik açısından, bir kısmı kimya açısından, bir
kısmı filoloji açısından, bir kısmı astronomi açısından, bir kısmı astrofizik
açısından… müteşâbihtir. Dolayısıyla da bu müteşâbihlik, her ilmin, her bilgi
dalının kendi uzmanı tarafından te’vîl edilmesi gerekir.
ÂYETTEKİ TEKNİK YAPI
Âyetin, ‫يأويله‬‫ي‬‫ت‬ ‫يعلم‬ ‫[وما‬ve mâ ya‘lemu te’vîlehu] kısmıyla ilgili olarak teknik
açıdan iki vecih söz konusudur: Birinci vecihe göre ‫ييم‬‫ي‬‫يعل‬ ‫ييا‬‫ي‬‫'وم‬daki [ve mâ
ya‘lemu'daki] ‫[و‬vav/ve] bağlacı, ‫ال‬ ‫'ال‬daki [illâllâhu'daki] ‫[ال‬Allâh] lafzına atıf
olup âyetin anlamı, “hâlbuki onun te’vîlini ancak Allah ve ilimde uzman olanlar
bilirler” şeklindedir. Biz de âyeti bu şekle göre meallendirdik.
İkinci vecih ise, ‫يم‬‫ي‬‫يعل‬ ‫يا‬‫ي‬‫[وم‬ve mâ ya‘lemu] ifadesinin, yeni bir cümle başı
olmasıdır, ki buna göre mana, “müteşâbihatın te’vîlini yalnızca Allah bilir, başkası
bilemez” şeklinde olur. Bu durumda, “Anlamayacağımız, anlayamayacağımız
âyetleri Allah niye indirdi?” sorusu gündeme gelir.
Bu konuya ait klâsik kaynaklarda yer alan bilgiler ise şöyledir:
İLİMDE DERİNLEŞMİŞ OLANLAR:
9
Lisânu'l-Arab; c. 4, s. 137.
29
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi

More Related Content

What's hot

What's hot (20)

Guzel ahlak 14 18 yas
Guzel ahlak 14 18 yasGuzel ahlak 14 18 yas
Guzel ahlak 14 18 yas
 
El Beşir
El BeşirEl Beşir
El Beşir
 
Kur'an ve Sünnet Bütünlüğü
Kur'an ve Sünnet BütünlüğüKur'an ve Sünnet Bütünlüğü
Kur'an ve Sünnet Bütünlüğü
 
Besmele
BesmeleBesmele
Besmele
 
Mahşer Hayatı
Mahşer HayatıMahşer Hayatı
Mahşer Hayatı
 
Hadis ve Sünnet
Hadis ve SünnetHadis ve Sünnet
Hadis ve Sünnet
 
El Beşir
El BeşirEl Beşir
El Beşir
 
1. alak suresi
1. alak suresi1. alak suresi
1. alak suresi
 
Dua
DuaDua
Dua
 
Haya Örneği Hz.Osman
Haya Örneği Hz.Osman Haya Örneği Hz.Osman
Haya Örneği Hz.Osman
 
Tefsir ve Meal
Tefsir ve MealTefsir ve Meal
Tefsir ve Meal
 
25. kadr suresi
25. kadr suresi25. kadr suresi
25. kadr suresi
 
İmam gazali i̇nançta hassas ölçüler
İmam gazali   i̇nançta hassas ölçülerİmam gazali   i̇nançta hassas ölçüler
İmam gazali i̇nançta hassas ölçüler
 
Lise nefis terbiyesi
Lise nefis terbiyesiLise nefis terbiyesi
Lise nefis terbiyesi
 
SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!
SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!
SüNnete GöRe Hareket Etmek Vacip, Onu Inkar KüFüRdüR!
 
Lise cennet cehennem
Lise cennet cehennemLise cennet cehennem
Lise cennet cehennem
 
Peygamberimizin Örnek Kulluğu
Peygamberimizin Örnek KulluğuPeygamberimizin Örnek Kulluğu
Peygamberimizin Örnek Kulluğu
 
Cehennem
CehennemCehennem
Cehennem
 
Lise hadis sunnet
Lise hadis sunnetLise hadis sunnet
Lise hadis sunnet
 
Ahiret
AhiretAhiret
Ahiret
 

Viewers also liked

8 ficha efa_stc1_3_2012_luis_moura_r (1)
8 ficha efa_stc1_3_2012_luis_moura_r (1)8 ficha efa_stc1_3_2012_luis_moura_r (1)
8 ficha efa_stc1_3_2012_luis_moura_r (1)Luis Moura
 
8 cristong aming tagapagligtas
8 cristong aming tagapagligtas8 cristong aming tagapagligtas
8 cristong aming tagapagligtasIglesia Ng Dios
 
8a lhagwadulam
8a lhagwadulam8a lhagwadulam
8a lhagwadulamojargal
 
8 ConfiguracióN 8 4 Permisos...
8 ConfiguracióN 8 4 Permisos...8 ConfiguracióN 8 4 Permisos...
8 ConfiguracióN 8 4 Permisos...jlzurdol
 
8 claves... dente... uft...
8 claves... dente... uft...8 claves... dente... uft...
8 claves... dente... uft...reanpabe0306
 
8a purewsuren
8a purewsuren8a purewsuren
8a purewsurenojargal
 
8, bes tables & api
8, bes tables & api8, bes tables & api
8, bes tables & apited-xu
 
Control De Los Extremos En La Relacion
 Control De Los Extremos En La Relacion Control De Los Extremos En La Relacion
Control De Los Extremos En La Relacionacademiamartinsoria
 
8월 문제기반 신제품 개발
8월 문제기반 신제품 개발8월 문제기반 신제품 개발
8월 문제기반 신제품 개발Seon Hong Kim
 
8a aula-primeira-parte-da-apostila.
8a aula-primeira-parte-da-apostila.8a aula-primeira-parte-da-apostila.
8a aula-primeira-parte-da-apostila.Alexandre Quadrado
 
8 浜у搧璁捐涓殑浠峰€艰 Dm
8 浜у搧璁捐涓殑浠峰€艰 Dm8 浜у搧璁捐涓殑浠峰€艰 Dm
8 浜у搧璁捐涓殑浠峰€艰 Dmzhu02
 
8911366 loto-praxias-labioseugenia-romero[1]
8911366 loto-praxias-labioseugenia-romero[1]8911366 loto-praxias-labioseugenia-romero[1]
8911366 loto-praxias-labioseugenia-romero[1]Claudia Claudia
 
8 читаем слушаем_играем
8 читаем слушаем_играем8 читаем слушаем_играем
8 читаем слушаем_играемDrofaUral
 

Viewers also liked (20)

8 4 etica
8 4 etica8 4 etica
8 4 etica
 
8 ficha efa_stc1_3_2012_luis_moura_r (1)
8 ficha efa_stc1_3_2012_luis_moura_r (1)8 ficha efa_stc1_3_2012_luis_moura_r (1)
8 ficha efa_stc1_3_2012_luis_moura_r (1)
 
8 al gore
8 al gore8 al gore
8 al gore
 
8 de marzo marcha vida
8 de marzo marcha vida8 de marzo marcha vida
8 de marzo marcha vida
 
8 cristong aming tagapagligtas
8 cristong aming tagapagligtas8 cristong aming tagapagligtas
8 cristong aming tagapagligtas
 
8a lhagwadulam
8a lhagwadulam8a lhagwadulam
8a lhagwadulam
 
8 ConfiguracióN 8 4 Permisos...
8 ConfiguracióN 8 4 Permisos...8 ConfiguracióN 8 4 Permisos...
8 ConfiguracióN 8 4 Permisos...
 
8 choses à savoir sur le lasik
8 choses à savoir sur le lasik8 choses à savoir sur le lasik
8 choses à savoir sur le lasik
 
8 claves... dente... uft...
8 claves... dente... uft...8 claves... dente... uft...
8 claves... dente... uft...
 
8a purewsuren
8a purewsuren8a purewsuren
8a purewsuren
 
8, bes tables & api
8, bes tables & api8, bes tables & api
8, bes tables & api
 
Control De Los Extremos En La Relacion
 Control De Los Extremos En La Relacion Control De Los Extremos En La Relacion
Control De Los Extremos En La Relacion
 
8월 문제기반 신제품 개발
8월 문제기반 신제품 개발8월 문제기반 신제품 개발
8월 문제기반 신제품 개발
 
8a aula-primeira-parte-da-apostila.
8a aula-primeira-parte-da-apostila.8a aula-primeira-parte-da-apostila.
8a aula-primeira-parte-da-apostila.
 
8 浜у搧璁捐涓殑浠峰€艰 Dm
8 浜у搧璁捐涓殑浠峰€艰 Dm8 浜у搧璁捐涓殑浠峰€艰 Dm
8 浜у搧璁捐涓殑浠峰€艰 Dm
 
8ºano ficha3 2014
8ºano ficha3 20148ºano ficha3 2014
8ºano ficha3 2014
 
8911366 loto-praxias-labioseugenia-romero[1]
8911366 loto-praxias-labioseugenia-romero[1]8911366 loto-praxias-labioseugenia-romero[1]
8911366 loto-praxias-labioseugenia-romero[1]
 
л 8
л 8л 8
л 8
 
8BVCTC
8BVCTC8BVCTC
8BVCTC
 
8 читаем слушаем_играем
8 читаем слушаем_играем8 читаем слушаем_играем
8 читаем слушаем_играем
 

Similar to 89. âl i imran suresi (20)

38. sad
38. sad38. sad
38. sad
 
49.kasas suresi
49.kasas suresi49.kasas suresi
49.kasas suresi
 
45.ta ha suresi
45.ta ha suresi45.ta ha suresi
45.ta ha suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
34. kaf
34.  kaf34.  kaf
34. kaf
 
23. necm suresi
23. necm suresi23. necm suresi
23. necm suresi
 
Peygamberler
PeygamberlerPeygamberler
Peygamberler
 
75. secde suresi
75. secde suresi75. secde suresi
75. secde suresi
 
44.meryem suresi
44.meryem suresi44.meryem suresi
44.meryem suresi
 
Hi̇creti̇n geli̇ni̇ HACER
Hi̇creti̇n geli̇ni̇ HACERHi̇creti̇n geli̇ni̇ HACER
Hi̇creti̇n geli̇ni̇ HACER
 
67. zariyat suresi
67. zariyat suresi67. zariyat suresi
67. zariyat suresi
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
41.yasin suresi
41.yasin suresi41.yasin suresi
41.yasin suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
GüNcel Itikat Meseleleri
GüNcel Itikat MeseleleriGüNcel Itikat Meseleleri
GüNcel Itikat Meseleleri
 
64. duhan suresi
64. duhan suresi64. duhan suresi
64. duhan suresi
 
94. hadid suresi
94. hadid suresi94. hadid suresi
94. hadid suresi
 
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğitIsra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
 
Ali imran 95 125 TEFSİR
Ali imran 95 125 TEFSİRAli imran 95 125 TEFSİR
Ali imran 95 125 TEFSİR
 

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN (20)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 
99. talak suresi
99. talak suresi99. talak suresi
99. talak suresi
 
98. insan suresi
98. insan suresi98. insan suresi
98. insan suresi
 
97. rahman suresi
97. rahman suresi97. rahman suresi
97. rahman suresi
 

89. âl i imran suresi

  • 1. 89 (3). ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ MEDENÎ, 200 ÂYET GİRİŞ Medîne'de inen ilk sûrelerden olup iniş sırasına göre 89. sûre olarak kabul edilir. İçeriğinden hareketle Enfâl sûresi'nden sonra indiği söylenebilir. İçerisindeki farklı konulara ait birçok pasajın, farklı sebeplerle farklı zamanlarda indiği anlaşılmaktadır. Adını, 33-35. âyetlerden oluşan paragrafta geçen “Âl-i İmrân” [İmrân ailesi] ifadesinden alan bu sûrede, Kitap Ehli ile, özellikle Hristiyanların inançlarının yanlışlığı hususundaki sürtüşmeler, müşrik ve münâfıklar ile yapılan fikrî mücâdeleler, onların iman ve samimiyete daveti, savaşlar, özellikle de Uhud savaşı işlenmekte; bunun yanı sıra da, hayırlı ve diğer toplumlara şâhit olacak olan bu ümmete dünyayı düzeltmeleri için yapmaları gereken görevler bildirilmektedir. Bu sûre, konuları itibariyle Bakara sûresi'nin devamı ve ondaki bazı konuların da açılımı mesâbesindedir. Sûrenin iyi anlaşılabilmesi için târihsel arka planın bilinmesi gerekir. Bu sebeple ilgili pasajın [121-122, 140-144, 155, 157, 165-168. âyetler] girişine Uhud savaşı'nın nedenleri ve sonuçlarıyla ilgili ansiklopedik tarzda bir açıklamanın yanısıra, sûrenin inişine neden olan Hristiyanlara yönelik boyutu hakkında da merhum Râzî'nin târihçi İbn İshâk'tan naklettiği bilgiyi koymuş bulunuyoruz: “Bu sûrenin başından, mübâhele âyetine [61. âyete] kadar olan kısım Hristiyanlar hakkındadır.” Bu Muhammed b. İshâk'ın görüşüdür. O şöyle demiştir: “Hz. Peygamber'e (s.a), Necrân'dan 70 kişilik binitli bir heyet geldi. İçlerinden 14'ü onların eşrafından idi. Bu 14 kişinin 3'ü kavmin ileri gelenlerindendi. Bunlardan 1'i başkanları olup adı da Abdu'l-Mesîh idi. İkincisi, danışmanları ve en ileri görüşlü olanları idi. Ona “Seyyid” diyorlardı, adı ise el-Eyhem idi. Üçüncüsü de, âlimleri, piskoposları ve müderrisleri idi ki adı Ebû Hârise ibn Alkame idi. O, Benû Bekr ibn Vâil kabilesindendi. Hristiyanlık'taki eğitim ve öğretimi, Hristiyanlık'a yaptığı hizmetleri, çalışmaları sebebi ve ilmi ile meşhur olduğu için Rûm hükümdarları tarafından izzet ve ikramlara mazhar kılınarak kendisine birçok mal verilmiş ve idaresine birçok kilise bağlanmıştı. Necrân'dan gelirken bir katıra binmiş, onun yularını da kardeşi Kürz b. Alkame çekmiştir. Ebû Hârise'nin katırı yürürken birden tökezler. Kardeşi Kürz, Hz. Peygamber'i (s.a) kastederek, “O uzaktaki helâk olsun” deyince, Ebû Hârise, “Aksine senin anan helâk olsun” dedi. Bunun üzerine Kürz, “Niçin ey kardeşim?” deyince, o cevaben, “Vallahi o bizim beklemekte olduğumuz peygamberdir” der. Kürz de, “Bunu bildiğin hâlde, o'na inanmana mâni olan nedir?” der. Ebû Hârise, “Şu krallar bize çok mal verip izzet ü ikramda bulundular. Eğer biz Muhammed'i tasdik edecek olursak, onlar bütün verdiklerini geri alırlar” dedi. Bu cevap Kürz'ün kalbinde bir ukde oldu. Müslüman oluncaya kadar bunu gönlünde sakladı. Müslüman olunca, bu hâdiseyi anlattı. Sonra ileri gelen bu üç reisleri, piskoposları ve danışmanları Hz. Peygamber (s.a) ile, dinlerindeki ihtilaflar üzerine konuştular. Onlar bazan Hz. Îsâ'nın (a.s) “Tanrı” olduğunu, bazan “Allah'ın oğlu” olduğunu, bazan da “üçün [Baba-Oğul- Rûhu'l-Kudüs] üçüncüsü” olduğunu söylüyorlardı. “O, Allah'tır” demelerine, “Çünkü ölüleri diriltir, anadan doğma körleri, alaca hastalığına musab olanları ve diğer hastaları iyileştirir, ğaybları haber verir, çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üfler, o da uçardı” diye delil getiriyorlardı. O'nun, Allah'ın oğlu olduğu iddiasına da, “Çünkü o'nun bilinen bir babası yoktu” diye istidlal ediyorlardı. Onun, üçün üçüncüsü olduğu görüşlerine de, “Çünkü Allah ‘Biz yaptık,’ ‘Biz kıldık’ 1
  • 2. diyor. Eğer Allah bir olsaydı ‘Ben yaptım’ derdi” diye istidlal etmişlerdir. Buna karşılık Hz. Peygamber (s.a) onlara, “İslâm'a girin” deyince, onlar, “Biz senden daha önce İslâm'a girdik” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), “Yalan söylüyorsunuz. Allah'a bir oğul isnad edip duruyorken, haça taparken ve domuz eti yiyip dururken, sizin Müslümanlığınız nasıl doğru olur?!” dedi. Onlar da, “Eğer O, Allah'ın oğlu değil ise, o'nun babası kimdir?” dediler. Hz. Peygamber (s.a) sustu ve bunun üzerine Allah Teâlâ, Âl-i İmrân sûresi'nin başından 80 kadar âyeti indirdi. Daha sonra Hz. Peygamber (s.a) onlarla münazaraya başlayarak, şöyle dedi: — Bilmiyor musunuz, Allah ölümsüz olan bir diridir? Hz. Îsâ ise, ölümlüdür. — Evet biliyoruz. — Bilmiyor musunuz ki, babasına benzemeyen hiç bir çocuk yoktur? — Evet biliyoruz. — Bilmiyor musunuz ki, Rabbimiz her şeye hâkim ve kayyûmdur? Onu korur, gözetir, muhafaza eder ve rızıklandırır. Hâlbuki Îsâ, bunların herhangi birini yapabilir mi? — Hayır. — Bilmiyor musunuz, yerde ve gökte bulunan hiç bir şey Allah'a gizli kalmaz. Îsâ ise, Allah'ın bildirdiğinden başka herhangi bir şeyi bilebilir mi? — Hayır. — Rabbimiz, Îsâ'yı anasının rahminde dilediği gibi şekillendirdi. Bunu bilmiyor musunuz? Rabbimizin ise yemez-içmez ve abdest bozmaz olduğunu bilmiyor musunuz? — Evet, biliyoruz. — Îsâ'yı anası, bir kadının çocuğunu taşıdığı gibi taşımış, yine bir kadının çocuğunu doğurduğu gibi de doğurmuştur. O da, bir çocuğun beslenmesi gibi beslenmiş, gıdalanmıştı. — Evet. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle dedi: — O hâlde Îsâ, sizin iddia ettiğiniz gibi nasıl bir ilâh olabilir? Onlar da, bunu anladılar; ama sonra küfrân-ı nimette bulunarak, inkârı sürdürdüler. Yine onlar inatlarını sürdürerek dediler ki: — Sen, Îsâ'nın, Allah'ın kelimesi ve O'ndan bir rûh olduğunu zannetmiyor musun? Hz. Peygamber de şöyle karşılık verdi: — Evet, öyle biliyorum. Onlar da şöyle dediler: — Eh, bu da bize yeter. Bunun üzerine Allah Teâlâ, İşte kalplerinde bir eğrilik bulunanlar, sırf fitne aramak, onun te’vîline yeltenmek için onun müteşâbih olanına tâbi olurlar. Hâlbuki onun te’vîlini ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar ise, “Biz ona inandık. Hepsi Rabbimiz katındandır” derler. Akıl sahiplerinden başkası bunu iyi düşünemez (Âl-i İmrân/7) âyetini indirdi. Sonra onlar, bu âyeti kabul etmeyince Allah Teâlâ Hz. Muhammed'e (s.a) onlarla “mübâhele”yi [karşılıklı lânetleşmeyi] emretti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), onları “mübâhele”ye davet edince, onlar dediler ki: — Ey Ebâ'l-Kâsım! Bizi bırak da bir düşünelim. Sonra, yapmamızı istediğin şeyi yapmak için sana geliriz. Sonra da çekip gittiler. Daha sonra bu üç kişi kendi aralarında birbirlerine sordular: 2
  • 3. — Bu konuda ne diyorsunuz? İçlerinden birisi şöyle dedi: — Ey Hristiyan topluluğu! Allah'a yemin ederim ki, sizler hiç şüphesiz Muhammed'in peygamber olduğunu biliyorsunuz. Andolsun ki o size, peygamberiniz hakkındaki meseleyi çok güzel izah etti. Yine, yemin ederim ki, bir peygamber ile lânetleşmeye girmiş olan her kavmin, büyüğünün-küçüğünün öldüğünü; eğer siz de bunu yaparsanız, bunun sizin kökünüzü kurutacağını biliyor musunuz? Madem ki bu dinde kalmak istiyorsunuz, o hâlde o adamla bir anlaşma yapın, sonra da ülkenize dönün! Bunun üzerine onlar, Allah'ın Rasûlü'ne gelerek şöyle dediler: — Ey Ebâ'l-Kâsım! Biz seninle lânetleşmemeye, seni kendi dininde bırakmaya, kendimiz de kendi dinimiz üzere kalmaya karar verdik. O hâlde, malımız, mülkümüz hususunda anlaşmazlığa düştüğümüzde aramızda hükmedecek ashâbından birini beraberimizde yolla. Çünkü siz bizim nazarımızda kabule şayan kimselersiniz. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara şöyle dedi: — Öğle sonu yanıma geliniz de, çok kuvvetli ve güvenilir bir hakemi sizinle beraber yollayayım. Hz. Ömer ise içinden şöyle diyormuş: “Ben hiç bir zaman emirlikten hoşlanmadım. Fakat o gün, kendimin tayin edilmesini umuyordum. Öğle namazını Allah'ın Rasûlü ile kıldığımızda, o, selâmdan sonra, sağa ve sola bakmıyordu. Ben de, beni görsün diye ileri atılıyordum. O ise, sürekli göz gezdiriyordu. Nihâyet Ebû Ubeyde ibnu'l-Cerrâh'ı gördü. Onu çağırdı ve dedi ki”: — Onlarla git; ihtilâf ettikleri hususlarda aralarında hakk ile hüküm ver. (Ömer şöyle devam etti:) “Hayatımda ilk defa arzuladığım emirliği, idareciliği de Ebû Ubeyde alıp götürdü.”1 RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA MEAL: 1 Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb. 3
  • 4. 1 Elif/1, Lâm/30, Mîm/40. 2 Allah, Kendisinden başka tanrı diye bir şey olmayandır, her zaman diridir, kayyûm'dur [her şeyi ayakta tutandır, koruyandır]. 3,4 Allah, sana, sadece içinde konu edilenleri doğrulayıcı olarak bu kitabı hak ile indirdi. O, daha önce insanlara doğru yol kılavuzu olarak Tevrât'ı ve İncîl'i de indirmişti. Furkân'ı da O indirdi. Şüphesiz kâfirler; Allah'ın âyetlerini bilerek reddeden şu kimseler, çetin bir azap kendileri için olanlardır. Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, suçluları yakalayıp cezalandırmak sûretiyle adaleti sağlayandır. 5 Şüphesiz Allah, yeryüzünde ve gökte hiçbir şey Kendisine gizli kalmayandır. 6 O, sizi, rahimlerde dilediği gibi şekillendirendir. Kendisinden başka ilâh diye bir şey yoktur. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. 7-9 Allah, sana bu kitabı indirendir. Bu kitaptan bir kısmı yasa içeren âyetlerdir ki bunlar, kitabın anasıdır. Diğerleri de benzeşen anlamlılardır. Amma, durum bu iken, kalplerinde kaypaklık/tutarsızlık olan kimseler, insanları dinden çıkarmak, ortak koşmaya sürüklemek ve onun anlamlarından en uygununun tesbitine yeltenmek için hemen ondan benzeşen anlamlı olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun anlamlarından en uygun olanının tesbitini ancak Allah ve –“Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır. Rabbimiz! Bize kılavuzluk ettikten sonra kalplerimizi çevirme! Bize Kendi nezdinden rahmet lütfet! Şüphesiz Sen, bol bol lütfedenin ta kendisisin. Rabbimiz! Şüphesiz Sen, insanları, kendisinde hiçbir şüphe olmayan gün için toplayansın. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez” diyen– o bilgide uzman olanlar bilirler. Ve sadece kavrama yetenekleri olanlar öğüt alırlar. 10,11 Şüphesiz kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler; onların malları ve evlatları, –aynı Firavun'un yakınlarının ve onlardan öncekilerinki gibi– Allah'tan hiçbir şeyi savamaz. Ve onlar Ateş'in yakıtıdırlar. Firavun'un yakınları ve onlardan öncekiler, âyetlerimizi yalanladılar da Allah, onları günahları yüzünden yakalayıverdi. Ve Allah, cezası/yakalaması çok çetin olandır. 12 Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimselere: “Siz, yakında yenilgiye uğrayacak ve cehenneme toplanacaksınız” de. Ve o, ne kötü bir döşektir! 13 Karşılaşan iki birlikte sizin için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır; birliğin biri, Allah yolunda savaşıyordu; diğeri de kâfirdi; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtendi/ inanmayandı. Onları, göz görüşüyle kendilerinin iki misli 4
  • 5. görüyorlardı. Ve Allah, dilediğini yardımıyla güçlendirir. Şüphesiz bunda basiret sahipleri; sağduyulu kimseler için kesinlikle bir ibret vardır. 14 Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, etinden ve sütünden yararlanılan hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu aşırı istek, insanlara süslü/çekici kılındı. Bunlar, basit dünya hayatının kazanımıdır. Ve Allah, varılacak güzel yer Kendi katında olandır. 15-17 De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Allah'ın koruması altına girmiş; “Rabbimiz! Şüphesiz biz inandık, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi Ateş'in azabından koru!” diyen, sabreden; direnç gösteren, doğru olan, sürekli saygıda duran, Allah yolunda harcamada bulunan ve seherlerde bağışlanma dileyen kişiler için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah'tan hoşnutluk vardır. Ve Allah, kulları en iyi görendir. 18 Allah, doğadaki güçler/haberci âyetler ve hakkaniyeti ayakta tutan bilgi sahipleri, şüphesiz Allah'tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığına tanıklık etti. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandan, en iyi yasa koyandan başka ilâh diye bir şey yoktur. 19 Şüphesiz Allah nezdinde din, İslâm'dır. Kendisine Kitap verilen kimseler de, ancak, kendilerine o bilgi geldikten sonra aralarındaki kıskançlıktan dolayı ayrılığa düştüler. Kim de Allah'ın âyetlerini örtbas ederse; artık şüphesiz Allah, hesabı çabuklaştırandır. 20 Buna rağmen eğer seninle tartışırlarsa de ki: “Ben tüm benliğimi Allah için İslâmlaştırdım/ben Müslüman oldum. Bana uyanlar da Müslüman oldular.” Kitap verilenlere ve Anakentliler'e: “Siz de sağlamlaştırdınız mı/İslâm'ı kabul ettiniz mi?” de. Eğer sağlamlaştırırlarsa/İslâm'a girerlerse, artık kılavuzlandıkları doğru yola ermişlerdir. Ve eğer sırt çevirirlerse sana düşen sadece mesajı iletmektir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir. 21 Şüphesiz Allah'ın âyetlerini örtbas eden, haksız yere peygamberleri öldüren ve insanlardan hakkaniyeti emreden kimseleri öldüren kişiler; sen hemen bunları acıklı bir azapla müjdele! 22 İşte bunlar, dünyada ve âhirette amelleri boşa gitmiş kimselerdir. Onlar için yardımcılardan da bir şey yoktur. 23 Kendilerine Kitap'tan bir nasip verilmiş olan şu kimseleri görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Onlar, aralarında hüküm vermek için Allah'ın kitabına çağrılıyorlar, sonra onlardan bir kısmı, mesafelenerek geri duruyorlar. 24,25 Bu, onların, “Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır” demeleri nedeniyledir. Onların uydurmuş oldukları şeyler de dinlerinde kendilerini aldatmaktadır. Peki, kendisinde hiç şüphe olmayan o günde onları bir araya topladığımız ve hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese kazandıkları şeyler tamamen ödendiği zaman nasıl olacaktır? 26,27 De ki: “Ey hükümranlığın hükümranı Allah'ım! Sen hükümranlığı dilediğin kimseye verirsin, dilediğin kimseden de hükümranlığı çeker alırsın, dilediğin kimseyi güçlü yaparsın, dilediğin kimseyi de alçak, rezil edersin. Hayır Senin elindedir. Şüphesiz Sen, her şeye güç yetirensin! Sen, geceyi gündüzün içine sokarsın, gündüzü gecenin içine sokarsın; Sen, ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü çıkarırsın. Sen, dilediğine de hesapsız rızık verirsin.” 28 Mü’minler, kendilerinden seviyesiz, kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseleri yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmesinler/yönetici yapmasınlar, yaşamlarını onların ellerine teslim 5
  • 6. etmesinler. Artık onu her kim yaparsa, Allah'tan hiçbir şeyi yoktur. Ancak onlardan bir korunma/takıyye yaparak korunmanız başkadır. Allah sizi Kendisinden sakındırıyor. Ve oluş/varış yalnızca Allah'adır. 29 De ki: “Göğüslerinizdeki şeyleri gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Ve Allah, göklerde olan şeyleri ve yerde olan şeyleri bilir. Ve Allah, her şeye gücü yetendir.” 30 O gün her kişi, hayırdan işlediği şeyleri, kötülükten işlediği şeyleri hazırlanmış bulur. Kendisi ile yaptığı kötülükler arasında şüphesiz çok uzak bir mesafe bulunmasını ister. Allah, sizi Kendisinden sakındırıyor. Şüphesiz Allah, kullarına çok şefkatlidir. 31 De ki: “Eğer siz Allah'ı seviyorsanız o zaman bana uyun ki, Allah sizi sevsin ve günahlarınızı sizin için bağışlasın. Ve Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.” 32 De ki: “Allah'a ve Elçi'ye itaat edin!” Artık yüz çevirirlerse, biliniz ki, şüphesiz Allah, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseleri sevmez. 33,34 Şüphesiz Allah, Âdem'i, Nûh'u, İbrâhîm ailesini ve İmrân ailesini – birbirinin soyundan olmak üzere– âlemler üzerine seçkin kıldı. Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. 35 Hani bir zaman İmrân'ın karısı: “Rabbim! Kesinlikle ben, karnımdakini tam hür olarak senin için adadım. Sen de benden kabul et, şüphesiz Sen en iyi işitensin, en iyi bilensin” demişti. 36 Onu doğurunca da: “Rabbim, şüphesiz ben, onu kız doğurdum; - Hâlbuki Allah onun doğurduğu şeyi daha iyi bilir- erkek, kız gibi değildir. Ve şüphesiz ona Meryem adını verdim. Ve şüphesiz ben, onu ve soyunu şeytan-ı racimden; kovulmuş/ katil, asılsız söz ve düşünce üreten, karanlığa taş atan şeytandan sana sığındırırım” dedi. 37 Bunun üzerine Rabbi Meryem'i güzel bir kabul ile kabul etti. Ve onu güzel bir bitki olarak bitirdi ve ona; Meryem’e, İsa’yı gayri meşru şekilde doğurmayıp Allah’ın iradesi çerçevesinde babasız doğuruşuna Zekeriyyâ’yı kefil kıldı. Zekeriyyâ ne zaman onun üzerine/özel odaya girse, onun yanında bir rızık bulurdu. Zekeriyyâ, “Ey Meryem! Bu sana nereden?” dedi. Meryem de: “O, Allah katındandır” dedi. Şüphesiz Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. *** – 38 Orada Zekeriyyâ, Rabbine yakardı: “Rabbim! Bana katından temiz bir nesil ver. Şüphesiz Sen, duayı en iyi işitensin” dedi. 39 Sonra Zekeriyyâ, özel kürsüde dikilmiş salât ederken [eğitim-öğretim yaptırırken] haberci âyetler ona: “Şüphesiz Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi doğrulayıcı, efendi/ bir önder, iffetli bir peygamber olarak, sâlihlerden Yahyâ'yı müjdeliyor” diye seslendiler. 40 Zekeriyyâ: “Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çatmışken, karım da kısır iken benim için bir delikanlı nasıl olabilir?” dedi. Allah: “Öyledir, Allah dilediğini yapar” dedi. 41 Zekeriyyâ: “Rabbim! Benim için bir alâmet/gösterge göster” dedi. Allah: “Senin alâmetin/ göstergen, işaretle hariç, insanlara üç gün, konuşmamandır. Ve Rabbini çok an, her zaman noksan sıfatlardan arındır” dedi.– 6
  • 7. 42,43 Ve hani haberci âyetler. “Ey Meryem! Şüphesiz Allah seni seçti, seni tertemiz biri yaptı ve seni âlemlerin kadınlarına seçti. Ey Meryem! Rabbine saygılı ol, O'na boyun eğip teslimiyet göster ve Allah'ı birleyen erkeklerle beraber sen de Allah'ı birle!” demişlerdi. 44 İşte bu, algılama imkânının olmadığı, geçmişin önemli haberlerinden sana vahyettiklerimizdir. Ve Meryem'e hangisi kefil olacağına kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Onlar tartışırlarken de sen yanlarında değildin. 45-46 Hani bir zaman haberci âyetler: “Ey Meryem! Allah seni, Kendisinden bir kelimeyle müjdeliyor. Onun adı, Meryem oğlu Îsâ Mesih'tir. Dünya ve âhirette saygındır. Ve O, yaklaştırılanlardan ve sâlihlerdendir. Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da. 48 Ve Allah, O'na kitabı, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri ve Tevrât ile İncîl'i öğretecek. 49-51 Ve o'nu İsrâîloğulları'na; ‘Şu bir gerçek ki, ben size Rabbinizden bir alâmet /gösterge getirdim/ gösterge ile geldim; şüphesiz ben, sizin için, çamurdan; kilden; seramikten kuş şekli gibi bir şey; “buhurdan (tütsülük”) tasarlarım. Sonra onun içine üflerim; aerosol oluştururum da Allah'ın izniyle hastalık yapan şeyler kuş oluverir/uçar gider. Ben, körü ve abraşı iyileştirir, sosyal ölüleri Allah'ın izniyle diriltirim. Yiyeceklerinizi ve evlerinizde zahire yapacaklarınızı; biriktirip sonra yiyeceklerinizi size haber veririm. -Eğer inananlarsanız bunda sizin için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır.- Tevrât'tan sadece İncîl'de yer alanları doğrulayıcıyım. Size yasaklanmış olanların bir kısmını serbest edeceğim. Rabbinizden bir alâmet/gösterge de getirdim size. Artık Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Şüphesiz Allah, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Onun için O'na kulluk edin! İşte bu, doğru yoldur’ diye bir elçi yapacak” demişlerdi. 47 Meryem: “Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim için çocuk nasıl olur?” dedi. Allah: “Öyledir! Allah dilediği şeyi oluşturur; O, bir işe karar verdiği zaman onun için “Ol!” der, o da hemen olur” dedi. 52,53 Sonra Îsâ, onlardan küfrü: Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmeyi sezince: “Allah yolunda benim yardımcılarım kimlerdir?” dedi. Havariler: “Allah'ın yardımcıları biziz, biz Allah'a iman ettik, bizim şüphesiz müslimler olduğumuza tanık ol. –Rabbimiz! Biz, senin indirdiğine iman ettik, elçiye de uyduk. Artık bizi şâhitlerle beraber yaz”– dediler. 54 Ve inanmayanlar kötü plân yaptılar, Allah da onların kötü plânlarını boşa çıkardı. Ve Allah, kötü plânları boşa çıkaranların en hayırlısıdır. 55-57 Hani Allah: “Ey Îsâ! Şüphesiz ki Ben seni geçmişte yaptıklarını ve yapman gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırıcıyım/öldürücüyüm, seni Kendime yükselticiyim ve seni kâfirlerden; Benim ilâhlığımı ve rabliğimi bilerek reddeden kimselerden temizleyiciyim. Ve de sana uyan kimseleri, kıyâmete kadar kâfirlerin; Benim ilâhlığımı, rabliğimi bilerek reddeden o kişilerin üstünde tutucuyum. Sonra dönüşünüz yalnızca Bana'dır. Sonra da ayrılığa düştüğünüz şeylerde aranızda hükmedeceğim. Kâfirlere; Benim ilâhlığımı ve rabliğimi bilerek reddeden şu kimselere gelince de, onlara dünyada ve âhirette şiddetli bir azapla azap edeceğim. Onlar için 7
  • 8. yardımcılardan bir şey de olmayacaktır. İman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere gelince de, Allah, onların ödüllerini tastamam ödeyecektir. Ve Allah, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları sevmez” demişti. 58 İşte bu, Biz bunu sana, âyetlerden ve yasalar içeren hatırlatmalardan/ öğütlerden/ Kur’ân'dan okuyoruz. 59 Şüphesiz Allah katında Îsâ'nın durumu, Âdem'in/her insanın durumu gibidir; O, onu topraktan oluşturdu, sonra ona “Ol!” dedi, o da hemen oldu. 60 Bu gerçek, senin Rabbindendir, öyleyse şüphecilerden olma. 61 Sana bilgiden geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışırsa hemen: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da birbirimizi dışlayıp gözden çıkaralım da Allah'ın dışlayıp gözden çıkarmasını yalancılar üzerine kılalım” de. 62 Şüphesiz bu, kesinlikle gerçek kıssanın ta kendisidir. Allah'tan başka hiçbir tanrı da yoktur. Ve şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapanın ta kendisidir. 63 Artık yüz çevirirlerse, bilinsin ki Allah, bozguncuları en iyi bilendir. 64 De ki: “Ey Kitap Ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze; ‘Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ın astlarından bazımız bazımızı rabler edinmeyelim’ ilkesine geliniz. Buna rağmen eğer Kitap Ehli, yüz çevirirlerse, artık “Şüphesiz bizim müslimler olduğumuza şâhit olun” deyin. 65 Ey Kitap Ehli! Tevrât ve İncîl kendisinden sonra indirildiği hâlde İbrâhîm hakkında niçin tartışıyorsunuz? Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? 66 İşte siz bunlarsınız. Biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız, peki, hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz. 67 İbrâhîm, Yahudi ve Nasrani/ Hristiyan değildi. Ama o, hakka dönmüş bir müslimdi/İslâmlaştıran kişiydi. O, ortak koşanlardan da değildi. 68 Şüphesiz, insanların İbrâhîm'e en yakın olanları, elbette o'na uyanlar, bu Peygamber ve şu iman eden kimselerdir. Allah, mü’minlerin yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınıdır. *** 69 Kitap Ehlinden bir taife sizi saptırmak istedi. Hâlbuki onlar, sadece kendilerini saptırıyorlar, farkına da varmıyorlar. 70 Ey Kitap Ehli! Sizler tanık olup dururken, niçin Allah'ın âyetlerini bilerek reddedip duruyorsunuz? 71 Ey Kitap Ehli! Sizler bilip dururken, niçin hakkı bâtıla karıştırıyor ve gerçeği gizliyorsunuz? 8
  • 9. 72-74 Kitap Ehlinden bir grup da, mü’minlerin dönmeleri için, “İndirilene günün başlangıcında inanın, sonunda da bilerek reddedin /inanmayın. Ve size verilenin benzerinin bir kimseye verilmiş olduğuna yahut Rabbinizin nezdinde sizin aleyhinize deliller getirecekleri hususunda kendi dininize uyanlardan başkasına inanmayın” dediler. De ki: “Şüphesiz kılavuzluk, Allah'ın kılavuzluğudur.” De ki: “ Şüphesiz lütuf, Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Ve Allah, bilgisi ve rahmeti geniş ve sınırsız olandır, çok iyi bilendir. Rahmetini dilediğine özelleştirir. Ve Allah, büyük lütuf sahibidir.” 75 Ve Kitap Ehlinden öylesi vardır ki, eğer onlara yüklerle emanet teslim etsen onu sana geri öder. Onlardan öyleleri de vardır ki ona bir tek altın para emanet etsen, üzerine dikilmeden onu sana geri vermez. Bu, onların: “Ümmilerin/Anakentlilerin bizim aleyhimize yol bulmaları mümkün değildir” demelerinden dolayıdır. Onlar, bilip durdukları hâlde, Allah hakkında yalan da söylerler. 76 Hayır, kim O'nun ahdine/ O'na verdiği söze vefalı olursa ve Allah'ın koruması altına girerse, bilsin ki şüphesiz Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri sever. 77 Şüphesiz Allah'ın ahdini/Allah'a verdikleri sözleri ve yeminlerini az bir paraya satan şu kimseler; işte onlar, âhirette kendilerine hiçbir pay olmayanlardır. Ve Allah kıyâmet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Çok acıklı azap da onlar içindir. 78 Ve Kitap Ehlinden, bazı söz ve ilkeleri, kitaptan olmamasına rağmen, siz onu kitaptan sanasınız diye, dillerini kitaba doğru eğip büken akılsız, serseri bir gurup vardır. O, Allah katından olmadığı hâlde, “Bu, Allah katındandır” derler. Kendileri bilip dururken, Allah'a karşı yalan da söylerler. 79 Allah'ın ölümlü kimselerden, kendisine kitap, yasama-yürütme ve peygamberlik verdiği hiçbir kimse için, insanlara: “Allah'ın astlarından olan bana, kul/köle olun” demek yakışmaz. Fakat: “Öğrettiğiniz ve ders aldığınız/okuduğunuz kitap gereğince Rabbe içtenlikli kullar olunuz” demesi yaraşır. 80 Ve Allah size, doğal güçleri; zorbaları, zorba yönetimleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size küfrü; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmeyi emreder mi?! 81 Ve hani Allah, peygamberlerden: “Andolsun ki size kitaptan ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerden verdim, sonra yanınızda bulunanı doğrulayıcı bir elçi geldiğinde ona kesinlikle inanacak ve ona yardım edeceksiniz!” sağlam sözünü almıştı. Allah, “Bunu ikrar edip de kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı/verdğiniz sözü kesinlikle yerine getirecek misiniz?” dedi. Onlar: “İkrar ettik” dediler. Allah: “Öyleyse şâhit olun, Ben de sizinle beraber şâhit olanlardanım” dedi. 82 Artık bundan sonra her kim dönerse, artık işte onlar hak yoldan çıkanların ta kendileridir 83 Peki onlar, göklerde ve yerde olan herkes, ister istemez O'nun için İslâmlaşmış iken ve kendileri de sadece O'na döndürüleceklerken Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? 9
  • 10. 84 De ki: “Biz, Allah'a, bize indirilen Kur’ân'a, İbrâhîm'e, İsmâîl'e, İshâk'a, Ya‘kûb'a ve torunlara indirilene, Mûsâ'ya, Îsâ'ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere inandık. Onlardan hiç biri arasında ayırım yapmayız. Ve biz, yalnız O'nun için İslâmlaşanlarız.” 85 Ve kim İslâm'dan başka bir din ararsa, o takdirde hiçbir zaman ondan kabul edilmeyecektir. Ve İslâm'dan başka din arayan kimse, âhirette zarar edenlerden olacaktır. 86 İmanlarından ve şüphesiz elçinin hak olduğuna tanık olduktan ve kendilerine açık deliller geldikten sonra, küfreden; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden bir topluma Allah nasıl kılavuzluk eder? Ve Allah, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar toplumuna kılavuzluk etmez. 87,88 İşte onların cezaları, Allah'ın, doğal güçlerin/haberci âyetlerin, insanların hepsinin dışlayıp gözden çıkarması, sürekli içinde kalmak üzere şüphesiz onların üzerlerindedir. Kendilerinden bu azap hafifletilmez ve kendilerine süre tanınmaz. 89 Ancak bundan sonra bilinçlenerek hatalarından dönen ve düzeltenler başka. Artık, şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. 90 Şüphesiz imanlarının arkasından, küfreden; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden, sonra da küfürü; gerçeği örtme işini artırmış olan şu kimseler; onların hatalardan dönüşleri asla kabul olunmayacaktır. Ve işte onlar sapıkların ta kendileridir. 91 Şüphesiz ki küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş ve bu durumda oldukları hâlde de ölen şu kişilerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altın –onu fidye/kurtulmalık verseler bile– asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar, dayanılmaz azap kendileri için olanlardır. Onlar için yardımcılardan da yoktur. 92 Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça asla “iyi adamlık” mertebesine eremezsiniz. Ve siz, her neyi bağışlarsanız kesinlikle Allah, onu en iyi bilendir. 93,94 Tevrât indirilmeden önce, İsrâîl'in/Ya‘kûb'un kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrâîloğulları için helal idi. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, hemen Tevrât'ı getirip de onu okuyun. Artık kim bundan sonra Allah'a karşı yalan uydurursa, artık işte onlar yanlış, kendi zararlarına iş yapanların ta kendileridir.” 95 De ki: “Allah doğru söylemiştir. Öyle ise ortak koşmaktan, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten vaz geçen biri olarak İbrâhîm'in dinine uyun. Ve o, ortak koşanlardan değildi.” 96,97 Şüphesiz, insanlar için bereketli ve âlemlere yol gösterme olarak konulan ilk ev, Mekke'dekidir. Onda apaçık alâmetler/göstergeler; İbrâhîm'in görev yaptığı yer [eğitilip, yetiştirilip ortak koşmaya karşı ayaklandığı yer] vardır. Ve oraya kim girerse güvende olmuştur. Ve yoluna gücü yeten herkesin Beyt'i/ilâhiyat eğitim merkezini kastetmesi, ilâhiyat eğitimi için oraya gitmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim de gerçeği örtbas ederse, bilsin ki, şüphesiz Allah bütün âlemlerden zengindir. (89/3, Âl-i İmrân/96-97) Necm: 493 10
  • 11. 98 De ki: “Ey Kitap Ehli! Allah, yaptıklarınıza tanık iken, niçin Allah'ın âyetlerini örtüp duruyorsunuz?” 99 De ki: “Ey Kitap Ehli! Siz tanık olduğunuz hâlde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek inanan kimseleri Allah'ın yolundan çeviriyorsunuz? Allah yaptıklarınıza duyarsız değildir.” 100 Ey iman etmiş kimseler! Kendilerine Kitap verilenlerden herhangi bir zümreye itaat ederseniz, imanınızdan sonra sizi, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler olarak döndürürler. 101 Size Allah'ın âyetleri okunup dururken ve O'nun Elçisi de aranızda iken nasıl olur da küfredersiniz; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedip durursunuz? Kim de Allah'a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, dosdoğru kılavuzlanmıştır. 102 Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın koruması altına girmiş kişiler olmanız için nasıl koruma altına alınmanız gerekiyorsa kendinizi öyle Allah'ın koruması altına alın ve ancak müslimler olarak can verin. 103 Ve hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın/Allah'ın ipi ile korunun, ayrılmayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz, birbirinize düşmanlar idiniz de, Allah, kalpleriniz arasında ülfet oluşturdu. Sonra da siz, O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, kılavuzlandığınız doğru yolu bulasınız diye alâmetlerini/ göstergelerini sizin için böyle ortaya koyar. 104 Ve içinizden hayra çağıran, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü-çirkinliği kabul edilen şeyleri engelleyen bir önderli toplum bulunsun. Ve işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. 105-107 Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanan ve ayrılığa düşen kimseler gibi de olmayın. İşte bunlar, birtakım yüzlerin beyazlaştığı, birtakım yüzlerin siyahlaştığı günde büyük bir azap kendileri için olanlardır. Artık yüzleri kararan kimselere: “Siz inandıktan sonra yeniden kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden biri mi oldunuz? Öyleyse, küfretmenizden; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmenizden dolayı tadın cezayı!” Yüzleri ağaran kimseler de, biliniz ki, Allah'ın rahmeti içindedirler. Onlar orada sürekli kalanlardır. 108 Bunlar, Allah'ın âyetleridir. Biz, sana gerçek olarak okuyoruz. Allah âlemlere hiçbir haksızlığı, yanlış yapmayı istemez. 109 Ve göklerde ve yeryüzünde olan şeyler Allah'ındır. Ve bütün işler yalnızca Allah'a döndürülür. 110 Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emreder, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeyleri engeller ve Allah'a inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mü’mindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler. 111 Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler. Eğer sizinle savaşırlarsa, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlar, yardım olunmazlar. 11
  • 12. 112 Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine alçaklık damgası vurulmuştur. Ve –Allah'ın sözleşmesine ve insanların sözleşmesine bağlı kalanlar hariç– onlar Allah'ın hışmına uğradılar ve üzerlerine de miskinlik vurulmuştur. Bu, onların Allah'ın âyetlerini örtbas etmiş olmaları ve haksız yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyledir. Bu, isyan etmiş ve sınırı da aşmış olmaları nedeniyledir. 113,114 Hepsi bir değildirler. Kitap Ehli içinde doğruluk üzere bulunan bir önderli topluluk vardır ki onlar, gecenin saatlerinde boyun eğip teslimiyet göstererek Allah'ın âyetlerini okurlar. Allah'a ve âhiret gününe inanırlar, herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emrederler, herkesçe kötülüğü kabul edilen şeylerden vazgeçirmeye çalışırlar, hayırlarda da birbirleriyle yarışırlar. Ve işte onlar, iyi insanlardandırlar. 115 Ve onlar hayırdan ne işlerlerse asla saklanmayacaktır/ karşılıksız bırakılmayacaklardır. Ve Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri en iyi bilendir. 116 Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden şu kimselerin malları ve çocukları, Allah'ın katında, onlara asla bir fayda vermeyecektir. Ve işte onlar, ateş ashâbıdırlar. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar. 117 Onların bu basit dünya hayatında harcadıklarının durumu, şirk koşmak sûretiyle kendilerine haksızlık eden bir toplumun ekinlerine isabet edip de onları değişime/yıkıma uğratan, içinde kavurucu soğuğu olan rüzgârın durumu gibidir. Ve Allah, onlara haksızlık etmedi. Fakat onlar, şirk koşmak sûretiyle kendilerine haksızlık ediyorlar. 118 Ey iman etmiş kimseler! Kendi seviyenizde olmayanlardan sırdaş/sıkı arkadaş edinmeyin. Onlar, size fenalık etmekten geri kalmazlar. Onlar, sıkıntıya düşmenizi istediler. Kesinlikle kinleri ağızlarından dışa vurmuştur. Göğüslerinde gizledikleri şeyler de daha büyüktür. Eğer siz, aklınızı kullanacaksanız, Biz, sizin için âyetleri/alâmetleri/göstergeleri kesinlikle açığa koymuşuzdur. 119 İşte siz öyle kimselersiniz ki onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler, siz kitabın hepsine inanırsınız, onlarsa sizinle buluştukları zaman “İnandık” derler, başbaşa kaldıkları zaman da size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: “Kininizle ölün/ geberin!” Şüphesiz ki Allah, göğüslerin özünü/gönülleri en iyi bilendir. 120 Size bir iyilik dokunsa fenalarına gider ve eğer size bir kötülük isabet etse onunla sevinirler. Ve eğer sabreder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, onların hileleri size hiçbir şekilde zarar vermez. Şüphesiz Allah onları kendi yaptıkları şeylerle kuşatmıştır. 121 Ve hani sen, sabah erkenden mü’minleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ehlinden ayrılmıştın. –Ve Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.– 122 O zaman sizden iki grup, Allah kendilerinin yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakını olmasına rağmen bozulmaya yüz tutmuştu. –Artık inananlar, yalnızca Allah'a işin sonucunu havale etsinler!– 123-127 Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye size Bedir'de yardım etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç bin haberci âyetle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabreder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, evet sizi Rabbiniz destekler. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size 12
  • 13. işaretlenmiş /eğiten/ gönderilmiş beş bin haberci âyetle yardım eder. Ve Allah, bu yardımı size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf Allah, kâfirlerden; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah katındandır. Öyleyse Allah'ın koruması altına girin. 128 Bu işten sana hiçbir şey yoktur. Allah, ya onların tevbesini kabul eder yahut onlara azap eder. Artık, şüphesiz onlar yanlış; kendi zararlarına iş yapanlardır. 129 Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Ve Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir. 130 Ey iman etmiş kimseler! Kat kat artırılmış olarak ribayı [emeksiz, hizmetsiz, risksiz kazancı] yemeyin. Kurtuluşa ermeniz için Allah'ın koruması altına girin. 131 Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler için hazırlanmış olan ateşten de sakının. 132 Merhamet olunmanız için Allah'a ve Elçi'ye itaat edin. 133-135 Ve Rabbinizden bağışlanmaya, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcama yapan, öfkelerini yutan, insanları affeden, çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da kendi kendilerine haksızlık ettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyen, –Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir?– yaptıkları kötü şeylerde bile bile ısrar etmeyen, Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için hazırlanmış eni göklerle yer kadar olan cennete koşuşun. Ve Allah, iyilik, güzellik üretenleri sever. 136 İşte bunların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinde sonsuza dek kalacakları altından ırmaklar akan cennetlerdir. Yapıp edenlerin karşılığı/ödülü ne güzeldir! 137 Kesinlikle sizden önce uygulamalar gelip geçti. Hadi, yeryüzünde gezin de yalanlayıcıların âkıbetinin nasıl olduğunu bir görün. 138 Bu emirler, insanlar için bir açıklama ve Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için bir yol gösterme ve bir öğüttür. 139 Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz. 140,141 Eğer size bir yara değmişse, o topluma da benzeri bir yara dokunmuştu. Ve işte o günler; Biz onları, Allah'ın sizden iman eden kimseleri bildirmesi/ işaretleyip göstermesi ve sizden şâhitler edinmesi, Allah'ın iman eden kimseleri arındırması, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenleri de mahvetmesi için insanlar arasında döndürür dururuz. Ve Allah, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları sevmez. 142 Yoksa Allah, içinizden çaba harcayanları bildirmeden/ işaretleyip göstermeden, sabredenleri de bildirmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? 143 Andolsun ki siz ölümle karşılaşmadan önce onu arzuluyordunuz. İşte bakıp duruyorken onu gerçekten gördünüz. 13
  • 14. 144 Ve Muhammed, ancak bir elçidir. Kesinlikle o'ndan önce elçiler gelip geçmiştir. Şimdi eğer o ölür veya öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim ki de geri dönerse, bilsin ki Allah'a hiçbir şekilde zarar veremez. Ve Allah, sahip olduğu nimetlerin karşılığını ödeyenleri karşılıklandıracaktır. 145 Ve herkes sadece Allah'ın bilgisiyle vakitlendirilmiş bir yazgı olarak ölür. Ve kim dünya karşılığını dilerse, kendisine ondan veririz. Kim de âhiret karşılığını isterse ona da ondan veririz. Ve Biz, sahip olduğu nimetlerin karşılığını ödeyenleri karşılıklandıracağız. 146 Nice peygamberler de vardı ki kendileriyle beraber birçok Allah erleri savaştılar; Allah yolunda kendilerine isabet eden şeylerden gevşemediler, zaafa düşmediler ve boyun eğmediler. Ve Allah, sabredenleri sever. 147 Onların sözleri de sadece: “Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılıklarımızı bağışla ve ayaklarımızı sabitle, kâfirler; Senin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenler toplumuna karşı bize yardım et!” idi. 148 Bu yüzden Allah, onlara dünya karşılığını ve âhiret karşılığının güzelliğini verdi. Ve Allah, güzelleştirenleri-iyileştirenleri sever. 149 Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimselere uyarsanız, onlar sizi topuklarınız üstünde gerisin geriye çevirirler de siz kaybedenlerden oluverirsiniz. 150 Aslında Allah, sizin yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınınızdır. Ve O, yardım edenlerin en hayırlısıdır. 151 Biz, Allah'ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmalarından dolayı, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimselerin kalplerine korku salacağız. Onların varacakları yer Ateş'tir. Şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanların barınağı da ne kötüdür! 152 Ve siz, Allah'ın bilgisi ile düşmanlarınızı doğrarken Allah, size olan vaadini doğru olarak gerçekleştirdi. Allah, size sevdiğiniz şeyleri gösterdikten sonra zaafa düştünüz, o iş hakkında çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi dünyayı istiyordu, kiminiz de âhireti istiyordu. Sonra Allah sizi, denemek için onlardan geri çevirdi ve kesinlikle sizi bağışladı. Ve Allah, mü’minlere karşı çok armağan sahibidir. 153 Ve hani siz yukarı kaçıyordunuz hiç kimseye bakmıyordunuz. Elçi de ötenizden sizi çağırıyordu. Bundan dolayı Allah, elinizden gidene ve kendinize isabet edene üzülmeyesiniz diye size keder üstüne keder ile karşılık verdi. Allah, yaptıklarınıza haberdardır. 154 Sonra Allah, o kederin ardından üzerinize bir güven, sizden bir grubu örtüp bürüyen bir uyku indirdi. Bir grup da nefislerinin sevdasına düştü; Allah'a karşı gerçek dışı cahiliyet zannı olarak, zan üretiyorlardı. Onlar, “Bu işten bize bir şey var mı?” diyorlardı. –De ki: “Bütün iş Allah'a aittir.– Onlar, sana açıklamayacakları şeyleri içlerinde saklıyorlardı. Onlar, “Bize bu işten bir şey olsaydı burada öldürülmezdik” diyorlardı. De ki: “Eğer siz, evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine öldürülme yazılmış olanlar kesinlikle yan gelip 14
  • 15. yatacakları [öldürülecekleri] yerlere çıkıp gidecekti.” Ve o, Allah'ın göğüslerinizdekini sınaması ve kalplerinizdekini temizlemesi içindir. Ve Allah, göğüslerinizdekini çok iyi bilendir. 155 Şüphesiz iki toplumun karşılaştığı gün, sizden yüz çevirip giden kimseler, şeytan onların kazandıkları şeylerin acısıyla ayaklarını kaydırmak istedi. Yine de Allah, onları kesinlikle affetti. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok yumuşak davranandır. 156 Ey iman etmiş kişiler! Allah'ın ilâhlığını, rabliğini tanımayan ve yeryüzünde dolaşan yahut gazaya çıkan kardeşleri için “Yanımızda olsalardı ölmezlerdi, öldürülmezlerdi” diyen şu kişiler gibi olmayın. –Kesinlikle Allah, bunu, onların kalplerinde bir yara yapacaktır.– Ve Allah, hayat verir ve öldürür. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. 157 Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz de, Allah'tan bir bağışlanma ve rahmet, kesinlikle onların topladıklarından daha hayırlıdır. 158 Andolsun, ölseniz veya öldürülseniz de kesinlikle Allah'a toplanacaksınız. 159 İşte sen, sırf Allah'ın rahmeti sebebiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları bağışla, onlar için bağışlanma dile. İşlerde onlarla müşavere et; işin en güzelini ortaklaşa bulup ortaya çıkar, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a işin sonucunu havale et. Şüphesiz Allah, işin sonucunu Kendisine havale edenleri sever. 160 Allah size yardım ederse, sizi yenecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, artık ondan sonra size kim yardım edebilir? Öyleyse mü’minler sadece Allah'a, işin sonucunu havale etsinler. 161 Ve hiçbir peygamber için, kamu malına hıyanet olur şey değildir. Ve kim kamu malına ihanette bulunursa kıyâmet günü hainlik ettiği kamu malı ile gelir. Sonra da herkese kazandığının karşılığı tastamam ödenir. Ve onlar, haksızlığa uğramazlar. 162 Peki, Allah'ın rızasına uyan kimse, Allah'ın hışmına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi midir? O, ne kötü dönüş yeridir! 163 Onlar, Allah nezdinde derece derecedirler. Allah, onların yaptıklarını en iyi görendir. 164 Andolsun ki Allah, mü’minlere kendilerinden, onlara Kendi âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir iyilikte bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler. 165 İki katını isabet ettirdiğiniz bir musibet, kendinize isabet edince mi, “Bu hezimet nereden!?” dediniz. De ki: “Başınıza gelen bu hezimet, kendi nezdinizdendir.” Şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir. 166-168 İki topluluğun karşılaştığı günde size dokunan şeyler de Allah'ın izniyledir/ bilgisiyledir. Ve mü’minleri bildirsin/ işaretleyip göstersin ve münâfıklık yapan kimseleri –kendileri oturup dururken kardeşleri için: “Eğer bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi” diyen kimseleri– bildirsin/ işaretleyip 15
  • 16. göstersin diyedir. Ve onlara: “Geliniz, Allah yolunda savaşınız veya savunma yapınız” denilmişti. Onlar: “Biz, savaşı bilseydik kesinlikle size uyardık” dediler. Onlar o gün, imandan çok Allah'ın ilâhlığını, rabliğini örmeye yakındılar. Onlar, kalplerinde olmayan şeyleri ağızlarıyla söylüyorlar. Allah, gizledikleri şeyleri daha iyi bilendir. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, haydi kendinizden ölümü uzaklaştırınız.” 169-171 Allah yolunda öldürülenleri de sakın ölüler sanma. Tam tersi onlar diridirler, Allah'ın armağanlarından verdiği şeylerle sevinçli olarak Rableri katında rızıklanmaktadırlar. Arkalarından kendilerine henüz ulaşmayan kimselere, kendileri için hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allah'tan bir nimeti, armağanı ve Allah'ın şüphesiz, mü’minlerin ecrini kaybetmeyeceğini müjdelemek isterler. 172,173 Kendilerine yara dokunduktan sonra Allah ve Elçi'nin davetine katılan kimseler; insanlar kendilerine: “Şüphesiz insanlar size karşı birlik oldular, onlardan ürperin” dediklerinde, bunun, kendilerini inanç yönünden artırdığı ve: “Allah bize yeter. O, ne güzel tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan”dır!” diyen kimseler; onlardan iyileştiren, güzelleştiren ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselere büyük bir ödül vardır. 174 Sonra da onlar, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan Allah'ın nimeti ve armağanıyla geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular. Ve Allah, çok büyük lütfun sahibidir. 175 Şüphesiz ki o şeytan/kötü niyetli insan, kendi yakınlarını korkutur. Onlardan korkmayın, eğer mü’min iseniz Benden korkun. 176 Küfürde Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmekte yarışan şu kişiler de seni üzmesin. Onlar, Allah'a hiçbir şekilde asla zarar vermezler. Allah onlara âhirette herhangi bir pay vermemeyi istiyor. Ve onlar için çok büyük bir azap vardır. 177 Şüphesiz iman karşılığında küfrü; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmeyi satın alan kimseler, Allah'a hiçbir şekilde asla zarar vermezler. Ve onlar için çok acıklı bir azap vardır. 178 Allah'ın ilâhlığını rabliğini tanımayan şu kimseler, şüphesiz Bizim kendilerine süre tanıyışımızın, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Şüphesiz Biz, onlara daha çok günaha girsinler diye süre tanıyoruz. Ve onlar için alçaltıcı bir azap vardır. 179 Allah, murdar olanı temiz olandan ayırt edinceye kadar mü’minleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz şey üzerinde bırakacak değildir. Allah sizleri görülmeyen, duyulmayan, sezilmeyen, geçmiş, gelecek üzerine bilgilenen biri yapacak da değildir. Velâkin Allah, elçilerinden dilediğini seçer. Öyleyse Allah'a ve Elçisi'ne iman edin. Ve eğer iman eder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, işte o zaman sizin için çok büyük bir karşılık vardır. 180 Ve Allah'ın, kendilerine fazlından verdiği nimetlere karşı cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Tam tersi o kendileri için zarardır. Cimrilik ettikleri şey, kıyâmet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası yalnızca Allah'a aittir. Ve Allah, yaptıklarınıza bilgi sahibidir. 16
  • 17. 181,182 Allah, “Şüphesiz Allah fakirdir, biz zenginiz” diyen kimselerin sözünü kesinlikle duydu. Onların söyledikleri şeyleri ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini yazacağız. Ve Biz: “Tadın o yakıcının azabını! Bu, kendi ellerinizin önden gönderdiklerinin karşılığıdır” diyeceğiz. Ve şüphesiz Allah, kullara asla haksızlık eden biri değildir. “183 Allah fakir, biz zenginiz” diyenler, “Ateşin yiyeceği bir kurbanı bize getirmedikçe hiçbir elçiye iman etmeyeceğimize dair Allah, bize kesinlikle ahitte bulundu” diye saçmalayan kimselerdir. De ki: “Kesinlikle benden önce, size kimi elçiler açık belgelerle ve sizin dediğiniz şeyle geldiler de, peki, –eğer doğru kimseler iseniz– onları niçin öldürdünüz?” 184 Eğer şimdi seni yalanladılarsa, bil ki senden önce açık deliller, sayfalar ve aydınlatıcı kitap ile gelen elçiler de yalanlanmıştı. 185 Her benliği olan varlık, ölümü tadıcıdır. Ve şüphesiz kıyâmet günü ecirleriniz size eksiksiz verilecektir. Kim ateşten uzaklaştırılıp cennete girdirilirse bilsin ki o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Ve basit dünya hayatı, aldatıcı bir yararlanmadan başka bir şey değildir. 186 Hiç kuşkusuz siz, mallarınız ve canlarınız konusunda yıpranacaksınız/imtihan olunacaksınız. Sizden önce kendilerine Kitap verilen kimselerden ve ortak koşan kimselerden birçok eza; can sıkıçı, sinir bozucu şeyler de işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, şüphesiz işte bu azmi gerektiren işlerdendir. 187 Ve hani Allah, kendilerine Kitap verilen kimselerden sağlam sözünü almıştı: “Kitabı kesinlikle insanların önüne apaçık koyacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz.” Onlar ise bunu sırtlarının ötesine attılar ve onu az bir bedel karşılığı sattılar. İşte, satın aldıkları şeyler ne kötüdür! 188 O yaptıkları şeylerle sevinen ve yapmadıkları şeylerle de övülmek isteyenleri sakın hesaba katma! Onların azaptan kurtulacak bir yerde olacaklarını da sanma! Ve onlar için çok acıklı bir azap vardır. 189 Göklerin ve yeryüzünün yönetimi Allah'ındır. Ve Allah her şeye en iyi güç yetirendir. 190-194 Göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşunda, gecenin ve gündüzün ardarda gelişinde, elbette, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anan; göklerin ve yerin oluşturuluşu üzerinde: “Rabbimiz! Sen, bunu boş yere oluşturmadın, Sen, tüm noksanlıklardan arınıksın. Artık bizi Ateş'in azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, kimi o ateşe girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için yardımcılardan da hiç kimse yoktur. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, “Rabbinize inanın!” diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi “iyi adamlar” ile birlikte, geçmişte yaptıklarımızı ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızı bir bir hatırlattır/öldür. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver, kıyâmet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen, verdiğin sözden dönmezsin” diye iyiden iyiye düşünen kavrama yetenekleri olanlar için nice alâmetler/göstergeler vardır. 195 Bunun üzerine Rableri onlara karşılık verdi: “Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun –ki hepiniz aynısınızdır– çalışanın amelini kaybetmem. O nedenle, göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyet 17
  • 18. edilenler, savaşanlar ve öldürülenler; elbette onlardan kötülüklerini örteceğim ve Allah katından bir sevap olarak, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Ve Allah, sevabın güzeli Kendi katında olandır.” 196,197 Kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişilerin beldelerde dolaşmaları, çok az bir kazanım, sakın seni aldatmasın. Sonra onların varacakları yer cehennemdir ve o, ne kötü bir yataktır! 198 Ama, Rablerinin koruması altına girmiş kişilere gelince, onlar için, Allah katından bir yolcu ikramı olarak, altlarından ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetler vardır. Ve Allah katındaki, “iyi adamlar” için daha iyidir. 199 Şüphesiz ki Kitap Ehlinden, Allah'a inananlar, size indirilene ve kendilerine indirilene –Allah'a samimiyetle saygı duyanlar olarak– inananlar da vardır. Onlar, Allah'ın âyetlerini az bir değere değişmezler. İşte onlar, ücretleri Rableri katında olanlardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. 200 Ey iman etmiş kimseler! Kurtulmanız, başarı kazanmanız için sabredin ve birbirinizin sabırlı olmasını sağlayın, birbirinize bağlanın ve Allah'ın koruması altına girin. TAHLİL: 1 ‫ا‬ [elif/1], ‫ل‬ [lâm/30], ‫م‬ [mîm/40]. “Hurûf-ı Mukatta‘a” [Kesik Harfler] diye adlandırılan bu harflerin neyi ifade ettiği kesin olarak bilinmemektedir. Bir uyarı veya gelecek âyetlere dikkat çekme ünlemi olabilecekleri gibi, Kur’ân'ın içyapısına ait önemli bir yapı taşı da olabilirler. Ayrıca Kur’ân indiği dönemde henüz rakamların icat edilmemiş olduğu ve rakam yerine Ebced harflerinin kullanıldığı dikkate alındığında, bu harflerin belirli sayıları ifade ediyor olması da mümkündür. İleriki dönemlerde yapılacak çalışmalar sonucunda bu harflerin işaret ettiği anlamların doğru şekilde te’vîl edilebileceği 18
  • 19. kanaatindeyiz. Ebced hesabına göre sûrenin başındaki harflerin sayı değerleri şöyledir: ‫ا‬ [elif] 1 ‫[ل‬lâm] 30. ‫[م‬mîm] 40 2 Allah, Kendisinden başka tanrı diye bir şey olmayandır, her zaman diridir, kayyûm'dur [her şeyi ayakta tutandır, koruyandır]. Bu âyette, Allah'ın, “Kendisinden başka ilâh olmayan hayy ve kayyûm” olduğu vurgulanmıştır. Bu âyette yer alan özellikler Bakara/255'te [âyete'l-kürsi] daha detaylı olarak zikredilmişti. Burada kısaca yer almasının nedeni, bu sûrenin ilk pasajlarının Hristiyanlara yönelik olmasındandır. Çünkü Hristiyanlar, Îsâ'yı tanrılaştırarak küfre düşmüşlerdir. Burada Hristiyanların şirki reddedilmekte, onlara, Îsâ'nın bu vasıfları haiz olmadığı, Tanrı olarak kabul edilebilecek bir varlığın, “tek, hayy ve kayyûm” olması gerektiği bildirilerek tevhid inancı öğretilmektedir. Bu âyette kısaca, Bakara/255'te ise detaylıca zikredilen ilâhî nitelikler hakkında şu açıklamayı yapmıştık: 255 Allah, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır, her zaman diridir, her şeyi ayakta tutan, koruyan, diri ve bütün kâinatın idaresini bizzat yürütendir. Kendisini uyuklama ve uyku yakalamaz. Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O'nun içindir. Kendisinin izni/ bilgisi olmadan yanında yardım, kayırma yapacak olan kimmiş? O, onların önlerinde ve arkalarında olan şeyleri bilir. Onlar ise, O'nun dilediğinden başka bilgisinden hiçbir şeyi kavrayamazlar. O'nun kürsüsü, gökleri ve yeryüzünü kucaklamıştır. Onların ikisinin de korunması O'na zor gelmez. Ve O, çok yücedir, yücelticidir, sonsuz büyüktür. Müstakil bir necm olan bu âyet, evvelki âyetlere de sonraki âyetlere de bağlanabilir. Ama müstakil olup Allah'ın sıfatları ve varlıklarla ilişkisi ciheti ön planda tutulmalıdır. Âyetin açık olan ifadesinde Allah'ın şu vasıfları vurgulanmıştır: * Allah, Kendisinden başka ilâh olmayandır. * Hayy'dır [her zaman diridir], kayyûm'dur [her şeyi ayakta tutan, koruyan ve kâinatın idaresini yürüten, Kendisine hiçbir şeyin gizli kalmadığı zattır]. * Kendisini uyuklama ve uyku tutmaz. * Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O'nun mülküdür. * O'nun izni olmadan yanında kimse şefaat edemez. * Allah, varlıkların önlerinde ve arkalarında olan şeyleri bilir. * Varlıklar, dilediğinden başka O'nun ilminden hiç bir şeyi kavrayamazlar. * Allah'ın kürsüsü, gökleri ve yeryüzünü kucaklamıştır. * Göklerin ve yeryüzünün korunması Allah'a zor gelmez. * O, alî'dir, azîm'dir. 19
  • 20. Allah Kendisini şu âyetlerde de toplu olarak tanıtmaktadır: 1 De ki: “O Rabb, bir tek olan Allah'tır, 2 Samed olan Allah'tır, 3 doğurmamış ve doğurulmamıştır. 4 Ve hiçbir şey O'na denk olmamıştır.” (İhlâs/1-4) 22 O, kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah'tır. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet edendir, engin merhamet sahibidir. 23 O, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah'tır. O, bütün kâinatın hükümdârı, tertemiz, her türlü kötülük ve eksiklikten uzak, her türlü kusurdan uzak; sapasağlam, güven veren, gözetici, koruyucu, doğrulayıcı ve güvenilir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan, dilediğini zorla yaptıran, ulaşılmaz, azametli, ihtiyaçları gideren, işleri düzelten, derman veren, büyüklük ve ululukta tek olan; her şeyde ve her hâdisede büyüklüğünü gösterendir. Allah, onların ortak koştukları şeylerden arınıktır. 24 O, oluşturan, kusursuz yaratan, her şeye şekil ve sûret veren Allah'tır. En güzel isimler O'nun içindir. Göklerde ve yeryüzünde olanlar O'nu noksan sıfatlardan arındırırlar. Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. (Haşr/22-24) Allah'ın kayyûm sıfatı şu âyetlerde detaylandırılmıştır: 33 Peki, o, kazandığı şeyler ile birlikte her bir kişinin üzerinde dikilen/görüp gözeten kimdir? Onlar ise Allah'a ortaklar edindiler. De ki: “Onları isimlendirin! Yoksa siz, O'na yeryüzünde bilmediği bir şey mi ya da sözden açık olanı mı haber vereceksiniz? Aslında kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişilere plânları güzel gösterildi de Yol'dan saptırıldılar. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren kimse yoktur. (Ra‘d/33) 41 Hiç şüphesiz gökleri ve yeryüzünü yokoluvermekten, Allah tutuyor. Andolsun ki eğer gökler ve yeryüzü yokoluverirlerse, onları O'ndan sonra kimse tutamaz. Gerçekten O, çok yumuşak davranan, çok bağışlayandır. (Fâtır/41) Âyetteki, O, onların önlerinde ve arkalarında olan şeyleri bilir ifadesi, “onların dünya ve âhiretteki konumlarını, geçmiş ve geleceklerini bilir” demektir. Onlar ise, O'nun dilediğinden başka ilminden hiç bir şeyi kavrayamazlar ifadesi ise, insanların Allah katındaki bilgiyi, ancak O'nun dilemesiyle alabileceğini ifade eder. 3,4 Allah, sana, sadece içinde konu edilenleri doğrulayıcı olarak bu kitabı hak ile indirdi. O, daha önce insanlara doğru yol kılavuzu olarak Tevrât'ı ve İncîl'i de indirmişti. Furkân'ı da O indirdi. Şüphesiz kâfirler; Allah'ın âyetlerini bilerek reddeden şu kimseler, çetin bir azap kendileri için olanlardır. Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, suçluları yakalayıp cezalandırmak sûretiyle adaleti sağlayandır. Bu âyetlerde, Ehl-i Kitabın, özellikle de Hristiyanların Son Peygamber ve Son Kitabı tanımasına yönelik bir giriş yapılmakta ve Hristiyanlara, “Daha evvel Tevrât ve İncîl'i indirdiği gibi Furkân'ı [Kur’ân'ı] da indirmiştir. Bunda anormal bir durum yoktur. Buna da inanmalısınız. Aksi takdirde çok çetin bir azap ile 20
  • 21. azaplandırılacaksınız. Allah'a karşı koyamazsınız. Allah, suçluları yakalar ve cezalandırır” mesajı verilmektedir. Âyetteki, kendisinin iki eli arasındakiler ifadesi ile kastedilen, “önceki ilâhî kitapların Kur’ân'da yer alan kısımları”dır. Bu demektir ki, mevcut Kitab-ı Mukaddes'in hepsi Allah'ın gönderdiği vahiylerden değildir. Bir kısmı Ehl-i Kitap bilginlerince eklenmiş, bir kısmı da tahrif edilmiştir. Geriye kalanlar ise Kur’ân tarafından doğrulanmaktadır. TEVRÂT Mûsâ peygambere verilen kitabın adı olan Tevrât'ın, sözcük olarak ne anlama geldiği hususunda şunlar söylenebilir: ‫ترورية‬ّ‫و‬‫ال‬ [Tevrât] kelimesi, çakmak taşının alevi görüldüğü vakit kullanılan ‫ى‬ ‫ر‬ ‫و‬ [v-r-y] kelimesinden türemiş olup “aydınlık ve nûr” demektir.2 Klâsik kaynaklarda Tevrât kelimesinin, tevriye'den alındığı da söylenmiştir.3 Bu ise, “bir şeyi tariz yoluyla [üstü kapalı] açıklarken, diğer tarafını gizlemek” demektir. “Adeta Tevrât'ın çoğunluğu, gereken tasrih ve açıklamadan yoksun olup birtakım tariz ve işaretlerden meydana geldiğinden, bu isim verilmiş gibidir” şeklinde açıklamalar da mevcuttur. Bu sözcüğün, Süryânice veya İbrânice olması daha büyük bir ihtimal olmakla birlikte, Arapça olduğu var sayıldığında v-r-y'den türediği ve “aydınlık-nûr” anlamına geldiği söylenebilir. Zira Allah Tevrât'ı şöyle nitelemiştir: . 48,49 Ve andolsun ki Mûsâ ve Hârûn'a Furkân'ı ve görülmeyen, duyulmayan, sezilmeyen ıssız yerde Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan, kıyâmetin kopmasından içleri titreyen, Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için bir ışığı ve öğüdü verdik. (Enbiyâ/48-49) 53 Ve hani Biz, kılavuzlandığınız doğru yolu bulursunuz diye, Mûsâ'ya, o kitabı ve Furkân'ı vermiştik. (Bakara/53) 44 İçinde doğru yol rehberi ve ışık bulunan Tevrât'ı, şüphesiz Biz indirdik. Müslümanlaşmış kişiler olan peygamberler onunla Yahudilere hükmederler, kendilerini Allah'a adamış kişiler ve hahamlar da, Allah'ın kitabından kendilerinden korumaları istenilen ve kendilerinin de üzerine tanıklık ettikleri şeylerle hükmederler. İnsanlara saygı duyup ürpermeyin, Bana saygı duyup ürperin. Benim âyetlerimi de az bir paraya satmayın. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselerin ta kendileridir. (Mâide/44) İNCÎL ‫يل‬‫ي‬‫[الجنجي‬İncîl], sözcüğünün de Süryanice veya İbranice olduğu genel kabul görmesine rağmen, Arapça olduğu var sayılarak anlamı üzerinde durulabilir: 2 Lisân; 9/285-287, “Vry” mad. 3 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. 21
  • 22. İncîl kelimesi, “asl” demek olan ‫[النجل‬en-necl] kelimesinden if‘îl vezninde bir kelime olup çoğulu, ‫[اجناجل‬enâcîl]’dir. Kişinin aslı olduklarından dolayı, –anne ve babası kastedilerek– “Allah onun iki nâciline de lânet etsin” denilir. İncîl, birçok ilim ve hikmetin aslı demektir. İncîl kelimesinin, “bir şeyi çıkartmak, hâlini anlatmak” için kullanılan, neceltü'ş-şey’e tabirinden geldiği de söylenmiştir. Buna göre, kendisi vasıtasıyla birçok ilim ve hikmet elde edildiği için ona İncîl ismi verilmiş olmaktadır. Çocuğa ve soy-sopa, –anne-babasından çıktığı için– neci denilmesi bundan dolayıdır. Necl, aynı zamanda “sızıntı hâlinde çıkan su” demektir. Su bir yerden sızıntı hâlinde çıktığı vakit, ‫يال‬‫ي‬‫جنج‬ ‫يا‬‫ي‬‫به‬ ‫و‬ ‫الرض‬ ‫يتنجلت‬‫ي‬‫اس‬ [istenceletil arzu ve biha nicâlün] ifadesi kullanılır. İşte bundan dolayı İncîl'e bu ad verilmiştir. Zira yüce Allah, onun vasıtasıyla, silinip izi kaybolmuş hakkı ortaya çıkarmıştır. İncîl kelimesinin, “gözün genişliği”ni ifade etmek üzere kullanılan necel'den alınma olduğu da söylenmiştir. Geniş bir mızrak yarasını ifade etmek için, ‫منجل‬ ‫سنان‬ [sinânü mincel] tabiri kullanılır. Bu anlam göz önünde bulundurularak, İncîl'e bu isim verilmiştir. Çünkü İncîl, onlar için çıkartılan, genişletilen ve onlar için hem nûr, hem aydınlık olan aslî bir kaynaktır.4 Tevrât ve İncîl ile ilgili merhum Mevdûdî'nin bir açıklamasını naklediyoruz: Tevrât ve İncîl hakkında genel bir yanılgı vardır. Çünkü çoğu kişi Pentateuch'u [Eski Ahid'in ilk beş kitabını] Tevrât, Gospel'i [Yeni Ahid'in ilk dört kitabını] ise İncîl olarak kabul eder. Bu yanlış anlama vahyin kendisinde şüpheler uyandırır ve şöyle bir soru akla gelebilir: “Bu kitaplar gerçekten Allah'ın kelamı mı? Kur’ân-ı Kerîm gerçekten bunların içindekileri tasdik mi ediyor?” Aslında Kur’ân'ın tasdik ettiği Tevrât, Pentateuch'un kendisi değildir; fakat onun içine serpiştirilmiştir. Aynı şekilde İncîl de, “Dört Gospel” değildir, fakat bu kitaplarda muhtevîdir. Tevrât, Hz. Mûsâ'ya (a.s) 40 yıl süren peygamberliği müddetince verilen emir ve öğütlerden oluşur. Taş tabletlere kazınmış olan ve Tûr dağı'nda Mûsâ'ya verilen On Emir de bunların içindedir. Geri kalan emir ve öğütleri ise Hz. Mûsâ (a.s) kendisi yazdırmıştır. Daha sonra 12 İsrâîl kabilesinin [sıbt] her birine, rehberlik etmesi için Tevrât'ın bir kopyasını vermiştir. Bir kopyası da dikkatle korunması için Levi'lere verilmiş ve taş tabletlerle birlikte tâbût'ta [On Emir'in muhafaza edildiği sandıkta] muhafaza edilmiştir. Bu Tevrât, Kudüs'ün ilk yakılıp yıkılmasına kadar tam bir kitap olarak kalmıştır. Fakat zamanla İsrâîloğulları bu Kitab'a o denli ilgisiz, anlayışsız ve aldırmaz bir hâle geldiler ki, Yoşiya'nın krallığı zamanında Süleymân Tapınağı tamir edilirken, başkâhin Hilkiya onu şans eseri buldu; fakat onun Tevrât olduğunu anlayamadı. Onun sadece bir kanun kitabı olduğunu düşündü ve Kitab'ı krallık yazmanına antika bir eser olarak verdi. Bir sonraki, onu Kral Yoşiya'ya iletti. Kitap okununca Yoşiya elbiselerini yırttı ve Hilkiya ile diğerlerine Kitab'ın içindekiler hakkında Rabbe danışmalarını emretti. (II. Krallar, 22:8-13). Nebukadanazor'un Kudüs'ü yağmalayıp Süleymân Tapınağı'nı yıktığı dönemde, İsrâîloğulları'nın durumu işte böyleydi. Bu şekilde uzun yıllardan beri bir köşede unutulmuş Tevrât'ın son kopyalarını da ebediyen kaybetmiş oldular. İsrâîloğulları, Bâbil'deki sürgünden ülkeleri Kudüs'e geri dönüp tapınağı tekrar yaptıklarında Ezra, Eski Ahid'i derledi. Ezra, halkının ileri gelen bazı adamlarını topladı ve onların yardımıyla şimdi Kitab-ı Mukaddes'in ilk 17 kitabını oluşturan İsrâîloğulları'nın tüm târihini yazdı. Bunlardan Çıkış, Levililer, Sayılar, Tesniye Hz. Mûsâ'nın (a.s) hayatını anlatır. Ezra ve yardımcılarının bulup vahyin kronolojik düzenini göz önünde bulundurarak uygun yerlere yerleştirdikleri asıl Tevrât âyetlerini de içerir. Asıl Tevrât, Hz. Mûsâ'nın (a.s) hayat hikâyesi içine serpiştirilmiş bulunan âyetlerden oluşur ve bugün bile onları diğerlerinden ayırıp Mûsâ'nın (a.s) “Rabbiniz Allah diyor ki” dediği yerde asıl Tevrât başlar ve hayat hikâyesi yeniden başladığında Tevrât'ın o bölümü biter. Kitab-ı Mukaddes'in yazarı buralara açıklama ve yorum mahiyetinde bazı şeyler eklemiştir. Sıradan okuyucu işte bu yorumlardan asıl Tevrât'ı ayırt etmede yanılgıya düşer. 4 Lisân; 469-471, “Ncl” mad. 22
  • 23. Bununla birlikte İlâhî Kitaplar'ın mahiyetini iyi bilenler, bir dereceye kadar bu yorumla, vahyolunan âyetleri ayırt edebilirler. Kur’ân'a göre sadece Pentateuch'un içine serpiştirilen bu bölümler gerçek Tevrât'tır ve Kur’ân sadece bu bölümleri tasdik eder. Bu âyetleri derleyip Kur’ân'la karşılaştırarak sınayabiliriz. Orada veya burada ayrıntılarda bazı farklılıklarla karşılaşılabilir; fakat, iki kitabın ana öğretilerinde en ufak bir farklılık bile yoktur. Bugün bile bu iki Kitab'ın aynı kaynaktan geldiği açıkça görülebilir. Aynı şekilde, İncîl de Hz. Îsâ'nın (a.s) hayatının son birkaç yılı boyunca sarfettiği, vahyolunan sözler ve konulardan oluşur. Bu sözlerin Hz. Îsâ'nın (a.s) hayatı esnasında derlenip kaydedildiğinden emin olamayız. Moffat, Kitab-ı Mukaddes tercümesine yazdığı önsözde şöyle diyor: “Îsâ (a.s) hiç bir şey yazmadı ve bir müddet için havarileri de o'nunla ilgili hiç bir kayıt tutma ihtiyacı duymadılar. O hâlde târihte Îsâ ile ilgili bize ulaşan bilgiler Filistinli ilk havarilerin sözlerine ve derlemelerine dayanıyor. Bunların ne zaman yazıya geçirildiğini söyleyemeyiz. Fakat en azından onlardan bir tanesi her hâlde yaklaşık M.S. 50 yıllarında yazılı hâlde mevcut idi.” Her ne ise, ölümünden yıllar sonra Hz. Îsâ'nın (a.s) hikâyeleri 4 İncîl [Gospel] şeklinde derlendiği zaman (Markos'un tertiplendiği zaman, ilki M.S. 65- 67 yıllarında düzenlenmiştir), o'nun bazı yazılı veya ezberde kalan sözleri, târihsel sıralamaya göre uygun yerlere konulmuştur. Yani, ilk Dört Gospel'in İncîl olmadığı, yani Hz. Îsâ'nın (a.s) söz ve rivâyetlerinden oluşmadığı, fakat onları içerdiği çok açıktır. Yazarların eserlerinde Hz. Îsâ'nın (a.s) sözlerini diğerlerinden ayırmak için tek bir aracımız var: Yazarların “Îsâ şunu söyledi ve öğretti” dediği yerlerde İncîl başlar ve hikâyeye geri döndüklerinde İncîl biter. Kur’ân'a göre sadece bu bölümler İncîl'dir ve Kur’ân sadece bu bölümleri tasdik eder. Eğer bu bölümler derlenir ve Kur’ân'la karşılaştırılırsa, ikisi arasında ciddî bir fark görülmez. Eğer bazı ufak farklılıklar varmış gibi görünüyorsa, bunlar da ön yargısız bir düşünce sonucunda ortadan kaldırılabilir.5 Burada Kur’ân'ın hakk ile indirildiği ifade edilmektedir. Kur’ân'ın hakk ile indirilmiş olmasından maksat, içerisinde geçmişe ait nakledilen bilgilerin doğruluğu, geleceğe ait verilen sözlerin gerçekliği, emir ve yasaklarının insanlık için gerekli olduğu, insanın eğitimine yönelik öğretilenlerde iyi-kötü, güzel-çirkin, hakk-bâtıl ayırımının yapıldığı, insanlar arası ilişkilere yönelik adalet ve hakkaniyeti içerdiği ve kendisinde çelişki, tutarsızlık, eğrilik olmadığıdır. Kur’ân'ın bu özellikleri farklı âyetlerde yüzlerce defa yer almıştı. Buradaki bir başka nokta da Kur’ân'ın, “kendisinden önceki kitapların doğru olan bölümlerini tasdik eden bir kitap” olmasıdır. Eğer Kur’ân onları tasdik etmeseydi, Kur’ân'ın Allah tarafından indirildiği hususunda şüphe olurdu. Çünkü Kur’ân, Allah'tan indirilmeseydi, diğer kitaplara uygun olmayabilirdi. Zira Peygamber, hiç bir bilginle görüşmemiş, hiç kimseye talebelik yapmamış ve hiç kimseden bir şey okumamıştı. Allah bütün peygamberleri, zâtını bir tanımaya, Kendisine inanmaya, O'na yakışmayan şeylerden Kendisini tenzih etmeye, kulların yararına olan ilkeleri bildirmeye ve uygulamaya davet etmek için göndermiştir. O nedenle Kur’ân, bütün bu hususlarda önceki kitapların tahrif edilmemiş bölümlerini doğrulamakta ve peygamberler arasında fark gözetmemektedir: 285,286 Elçi, kendi Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de. Hepsi Allah'a, doğal güçlerine/haberci âyetlerine, kitaplarına ve elçilerine iman ettiler: “Biz Allah'ın elçileri arasında ayırım yapmayız.” Ve “Biz duyduk ve itaat ettik. Rabbimiz! Bağışlamanı dileriz, dönüş ancak Sanadır. Ey Rabbimiz! Eğer terk ettiysek ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz! Bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır sorumluluk/sıkıntıya sokacak şeyler yükleme! Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Ve affet bizi, bağışla bizi, merhamet et bize! Sen bizim yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınımızsın. Ve de kâfirler toplumuna; Senin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden toplumlara karşı yardım et bize” dediler. Allah, hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka; kapasitesi dışında yük yüklemez. Herkesin kazandığı kendi yararına ve kendi yaptığı zararınadır. (Bakara/285,286) 5 Mevdûdî, Tefhîmü'l-Kur’ân. 23
  • 24. Âyetteki, Furqân'ı da O indirdi ifadesindeki furqân'dan, öncelikli olarak Kur’ân anlaşılır. Zira Kur’ân, daha evvel Furqân olarak nitelenmişti. Bu âyette Kur’ân'ın “furqân” özelliği ön plâna çıkarılmıştır. Kur’ân'ın isimlerinden biri olan ‫[الفرقييان‬furqân] sözcüğü, “iki şeyi birbirinden ayırmak” anlamındaki ‫[فرق‬farq] kökünden türemiştir ve ‫[فارقة‬fâriqa] sözcüğü ile aynı anlama gelir. Yaygın kullanımına bakıldığında, farq sözcüğünün türevleri olan tefriq, firaq, firqat, fırqa, tefriqa, feriq sözcüklerinin somut şeyler [mahsûsât] için; ‫فارقييات‬ [fâriqât], ‫[فاروق‬fârûq] ve ‫الفرقان‬ [furqân] sözcüklerinin ise soyut şeyler [ma‘kûlât] için kullanıldığı görülür. Bakara/53 ve Enbiyâ/48'de Mûsâ peygambere verilen Furqân, soyut şeyler olan hakk ile bâtılı, iman ile küfrü, güzel ile çirkini, iyi ile kötüyü birbirinden ayırdığı için Kur’ân'a da isim olarak verilmiştir. Halife Ömer'e verilen “fârûq” unvanı da, onun hakk ile bâtılı iyi ayırmasından dolayıdır.6 Kur’ân'ın, “Furqân” olarak anıldığı birçok âyet vardır: 185 Ramazân ayı ki, Kur’ân, bir kılavuz olarak ve furkândan, yol göstermeden açık seçik açıklamalar olarak kendisinde indirilmiştir. Bu nedenle sizden her kim bu aya şâhit olursa hemen onda oruç tutsun. Kim de hasta veya sefer; çiftçilik, ticaret, askerlik, eğitim- öğretim gibi gidiş gelişli; hareketli bir iş üzerinde ise diğer günlerden sayısıncadır. Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. Bu kolaylık, Allah'ın koruması altına girmeniz ve sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah'ı büyüklemeniz ve Allah'ın verdiği nimetlerin karşılığını ödeyesiniz diyedir. (Bakara/185) 1 Âlemlere uyarıcı olsun diye kuluna/kullarına Furkân'ı indiren ne cömerttir/ ne bol bol nimet verendir! 2 Furkân'ı indiren, göklerin ve yerin hükümranlığı Kendisinin olan, hiç çocuk edinmeyen, hükümranlıkta ortağı olmayan ve her şeyi oluşturup sonra da onları bir ölçüye göre ayarlama yapandır. (Furkân/1) Aslında “Furqân”, ilâhî kitapların genel bir niteliğidir. Âyetin son bölümündeki, Şüphesiz Allah'ın âyetlerini inkâr eden şu kimseler, çetin bir azap kendileri için olanlardır. Allah, azîz'dir, intikam sahibidir [suçluları yakalayıp cezalandırmak sûretiyle adaleti sağlayandır] ifadesiyle, gerçeği bile bile inkâr eden ve akıllarını kullanmayanlar tehdit edilmektedir. 5 Şüphesiz Allah, yeryüzünde ve gökte hiçbir şey Kendisine gizli kalmayandır. 6 O, sizi, rahimlerde dilediği gibi şekillendirendir. Kendisinden başka ilâh diye bir şey yoktur. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. Bu âyetlerde de Allah, Kendisini tanıtmakta ve özellikle Hristiyanlara, Allah'ın her şeyi bildiği, O'na hiç bir şeyin gizli kalmadığı, Allah'ın rahimlerde yaratılan bebeği dilediği gibi şekillendirdiği, O'ndan başka ilâh olmadığı, yenilmezliği ve yasa koyuculuğu vurgulanıp ilâhlaştırılan Îsâ'nın bu özelliklere sahip olmadığı ima edilerek, Îsâ'nın, nasıl ilâh veya ilâhın oğlu olabileceğini düşünmeleri gerektiği mesajı verilmektedir. 6 Tebyînu'l-Kur’ân, c. 7, s. 470-471; Lisânu'l-Arab, c.7, s. 82-85; Tâcu'l-Arûs, “Frq” mad. 24
  • 25. Allah'ın burada zikredilen nitelikleri birçok âyette yer almıştı. Bunlardan birkaçını hatırlatıyoruz: 59 Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O'nun katındadır. O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın. (En‘âm/59) 49 İşte Nûh ile ilgili anlatılanlar, sana vahyettiğimiz görülmeyenin, duyulmayanın, sezilmeyenin haberlerindendir. Bunları sen ve toplumun bundan önce bilmiyordunuz. Şu hâlde sabret. Şüphesiz âkıbet, Allah'ın koruması altına girmiş olan kişilerindir. (Hûd/49) 22 O, kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah'tır. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet edendir, engin merhamet sahibidir. 23 O, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah'tır. O, bütün kâinatın hükümdârı, tertemiz, her türlü kötülük ve eksiklikten uzak, her türlü kusurdan uzak; sapasağlam, güven veren, gözetici, koruyucu, doğrulayıcı ve güvenilir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan, dilediğini zorla yaptıran, ulaşılmaz, azametli, ihtiyaçları gideren, işleri düzelten, derman veren, büyüklük ve ululukta tek olan; her şeyde ve her hâdisede büyüklüğünü gösterendir. Allah, onların ortak koştukları şeylerden arınıktır. 24 O, oluşturan, kusursuz yaratan, her şeye şekil ve sûret veren Allah'tır. En güzel isimler O'nun içindir. Göklerde ve yeryüzünde olanlar O'nu noksan sıfatlardan arındırırlar. Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. (Haşr/22-24) 12-16 Ve andolsun ki Biz, insanı seçilmiş bir çamurdan oluşturduk. Sonra onu çok dayanıklı bir karargâhta bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir embriyon oluşturduk. Sonra o embriyoyu bir et parçası oluşturduk. Sonra o bir et parçasını kemikler olarak oluşturdukk. Sonunda o kemiklere de bir et giydirdik. Sonra onu bir başka oluşumda yeniden kurduk. İşte, oluşturanların en güzeli Allah ne cömerttir! Sonra şüphesiz sizler, bunların ardından kesinlikle öleceksiniz. Sonra şüphesiz siz, kıyâmet gününde diriltileceksiniz. (Mü’minûn/12-16) 6-8 Ey insan! Üstün kerem sahibi olan, seni oluşturan, sonra da sana bir düzen içinde biçim veren, sonra da seni dengeleyen, dilediği bir sûrette seni tertip eden Rabbine karşı seni aldatan şey nedir? (İnfitâr/6-8) 164 Şüphesiz ki göklerin ve yerin oluşturuluşunda, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarayan şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah'ın semadan bir su indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, yeryüzünde her deprenen canlılardan yaymasında, rüzgârları evirip çevirmesinde, gök ile yeryüzü arasında emre hazır olan bulutta, şüphesiz akıllarını çalıştıran bir toplum için elbette alâmetler/göstergeler vardır. (Bakara/164) 25
  • 26. Bu âyetlerde ayrıca, insanın yaratılışına kimsenin müdahalesinin olmadığı- olamayacağı ve tüm yaratılış aşamalarının bir plan dâhilinde gerçekleştiği, tesadüfe yer olmadığı bildirilmektedir: 13 Ey insanlar! Biz sizi, bir erkek ile bir dişiden oluşturduk, birbirinizle tanışasınız diye sizi uluslar ve oymaklar yaptık. Şüphesiz ki, Allah katında en değerliniz, en çok Allah'ın koruması altına girmiş olanınızdır. Gerçekten Allah, en iyi bilendir, en çok haber alandır. (Hucurât/13) 6 O, sizi tek bir nefisten oluşturdu, sonra ondan eşini yaptı ve sizin için hayvanlardan sekiz eş indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, oluşturluştan sonra bir oluşturuluşla oluşturuyor. İşte bu, sahiplik, yönetim yalnız Kendisinin olan Rabbiniz Allah'tır. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Öyleyse, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? (Zümer/6) 49,50 Göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı yalnız Allah'ındır. O, dilediğini oluşturur, dilediğine kız çocuk bahşeder, dilediğine de erkek çocuk bahşeder. Yahut Allah onları erkek ve kız olmak üzere eşleştirir. Dilediğini de kısır yapar. Şüphesiz O, en iyi bilendir, çok güçlü olandır. (Şûrâ/49-50) Buradaki, dilediği şekilde ifadesi, “erkeklik, dişilik, güzellik, çirkinlik, siyahlık, beyazlık, uzunluk, kısalık, azaların sağlıklı olması yahut herhangi bir noksanlık vs.” olarak anlaşılabilir. Bu konuda detaylı bilgi İnfitâr sûresi'nde verilmiştir.7 7-9 Allah, sana bu kitabı indirendir. Bu kitaptan bir kısmı yasa içeren âyetlerdir ki bunlar, kitabın anasıdır. Diğerleri de benzeşen anlamlılardır. Amma, durum bu iken, kalplerinde kaypaklık/tutarsızlık olan kimseler, insanları dinden çıkarmak, ortak koşmaya sürüklemek ve onun anlamlarından en uygununun tesbitine yeltenmek için hemen ondan benzeşen anlamlı olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun anlamlarından en uygun olanının tesbitini ancak Allah ve –“Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır. Rabbimiz! Bize kılavuzluk ettikten sonra kalplerimizi çevirme! Bize Kendi nezdinden rahmet lütfet! Şüphesiz Sen, bol bol lütfedenin ta kendisisin. Rabbimiz! Şüphesiz Sen, insanları, kendisinde hiçbir şüphe olmayan gün için toplayansın. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez” diyen– o bilgide uzman olanlar bilirler. Ve sadece kavrama yetenekleri olanlar öğüt alırlar. Allah bu âyet grubunda, önce Kendisini tanıtıp sonra indirdiği kitap ile kullar arasındaki bağı açıklamaktadır. Buna göre: • Kur’ân'ı Rasûlullah'a indiren Allah'tır. • Kur’ân âyetlerinin bir kısmı muhkemdir [yasa içerenlerdir], ki bunlar, kitabın anasıdır. • Kur’ân âyetlerinin diğer kısmı da müteşâbihlerdir [benzeşen anlamlılardır]. • Kalplerinde kaypaklık olan kimseler, fitne çıkarmak ve onun te’vîline 7 Tebyînu'l-Kur’ân; c. 8 , s. 226-231. 26
  • 27. yeltenmek için müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. • Müteşâbih âyetlerin te’vîlini ancak Allah ve –“Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır. Rabbimiz! Bize kılavuzluk ettikten sonra kalplerimizi çevirme! Bize Kendi nezdinden rahmet lütfet! Şüphesiz Sen, bol bol lütfedenin ta kendisisin. Rabbimiz! Şüphesiz Sen, insanları, kendisinde hiç bir şüphe olmayan gün için toplayansın. Şüphesiz Allah, vaadinden dönmez” diyen– ilimde uzman olanlar bilirler, câhil ve sığ kimseler bilmezler. • Öğüdü de sadece kavrama yeteneği olanlar alırlar. Kur’ân'ın müteşâbihliği Zümer sûresi'nde de konu edilmiştir: 23 Allah, sözün en güzelini benzeşen anlamlı olarak, ikişerli bir kitap hâlinde indirmiştir. Ondan, Rablerine saygısı olanların tüyleri ürperir. Sonra derileri ve kalpleri Allah'ın anılmasına karşı yumuşar. İşte bu, Allah'ın rehberidir. Allah, onunla dilediğini kılavuzlar. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösteren biri yoktur. (Zümer/23) Bilindiği üzere, muhkem, müteşâbih ve te’vîl sözcükleri, kavramlaştırılmak sûretiyle anlaşılması zor, makul ve makbul olmayan tanımlar ortaya konulmuştur. Bunlardan birçok anlayışa da kaynaklık edenlerini örnek olarak sunuyoruz: MUHKEM ve MÜTEŞÂBİHE DAİR İLİM ADAMLARININ GÖRÜŞLERİ İlim adamları muhkem ve müteşâbih âyetlerle ilgili olarak farklı görüşlere sahiptir. Câbir b. Abdillah –ki bu aynı zamanda eş-Şa‘bî'nin, Süfyân Sevrî'nin ve diğerlerinin görüşlerinin de muktezasıdır– der ki: “Kur’ân-ı Kerîm'in muhkem âyetleri, te’vîli bilinebilen, manası ve tefsiri anlaşılabilen buyruklardır. Müteşâbih âyetler ise Yüce Allah'ın, ilmini yalnızca Kendisine sakladığı, yarattıklarına vermediği, herhangi bir kimsenin bilme imkânı bulunmayan buyruklardır.” Kimi ilim adamları der ki: “Bu kabilden olanlara örnek, kıyâmetin kopma vakti, Ye’cûc-Me’cûc'un çıkma vakti, Deccal'in çıkma vakti, Hz. Îsâ'nın inme vakti ve sûre başlarında bulunan Mukatta‘a Harfleri gibi şeylerdir. Bir diğer görüşe göre de müteşâbih, birden çok anlama gelme ihtimali olmakla birlikte, bu değişik anlamlar tek bir anlama havale edilerek geri kalanı iptal edilecek olursa, müteşâbih muhkem olur. Buna göre muhkem, her zaman için fer’î hususların kendisine havale edildiği [o esas alınarak yorumlandığı] bir asıl ilkedir. Müteşâbih ise onun fer’î durumundadır.8 Bu örnekteki anlayışa göre, herkesin anlayacağı bir açıklıkta olan Kur’ân, anlaşılması zor veya imkânsız bir kitap hâline sokulmaktadır. Hem bu âyetlerin, hem de Kur’ân'ın diğer âyetlerinin iyi anlaşılması için çalışmamızın [Tebyînu'l- Kur’ân] Sunuş bölümünde müteşâbih, muhkem ve te’vîl ile ilgili yaptığımız açıklamaları naklediyoruz: Zümer/23 ve Âl-i İmrân/7 âyetleri, Kur’ân'ın ‫محكييم‬ [muhkem] ve ‫ييابه‬‫ي‬‫متش‬ [müteşâbih] âyetlerden oluştuğunu açıkça belirtmektedir. Mekke'de inen ve iniş sırasına göre 59. sırada yer alan Zümer/23 âyeti bir ipucu olarak değerlendirildiğinde, o âna kadar inmiş olan bütün âyetlerin müteşâbih oldukları öne sürülebilir. Muhkem ve müteşâbih kavramlarının ne anlama geldiklerini açıklama gereği duyan sözlük, ansiklopedi ve terim kitaplarının neredeyse tümünde muhkem sözcüğünün “açık, anlaşılan, sağlam”; müteşâbih sözcüğünün ise “kapalı ve anlaşılmaz” anlamlarına geldiği belirtilmektedir. Söz konusu lügat ve 8 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân. 27
  • 28. ansiklopedilerin işlediği ortak yanlış, bu iki sözcüğün birbirinin karşıt anlamlısı olarak gösterilmesidir. Bu satırların yazarı, söz konusu kavramların zıt anlamlı iki sözcük olduğu şeklindeki yerleşik kanaati paylaşmamaktadır. Ayrıntıları yeri geldiğinde verilecek olmakla birlikte, Kur’ân âyetleri hakkında yerleşmiş bulunan bu yanlış ön kabulü düzeltmek üzere her iki kavramın özü hakkında kısaca bilgi vermeyi yararlı görmekteyiz: ‫محكييم‬ [muhkem] sözcüğü, “hüküm içeren” demektir. Dolayısıyla muhkem âyetler, “içerisinde, insanları kargaşa ve zulme düşmekten engelleyen ilkelerin bulunduğu âyetler” anlamına gelir. Bu âyetler açıktır, nettir ve tek bir anlam ifade ederler. Bu âyetlerden, ifade ettikleri birincil anlamlardan başka anlamlar çıkarılmaz/çıkarılamaz. Müteşâbih âyetler ise, “birden çok, birbirine benzer, birbirinden güzel anlamlar içeren ve her bir anlamı da açık olarak anlaşılan âyetler” demektir. Bu âyetler mecâz, kinâye ve diğer edebî sanatların da kullanıldığı, ama yapılan benzetme ve örneklemelerden dolayı kültür seviyesi en alt düzeyde olanların bile anlayabilecekleri âyetlerdir. Onlar da tıpkı muhkem âyetler gibi açık-seçik, anlaşılır âyetler olup kesinlikle kapalı, müşkil ve anlaşılmaz değildirler. Müteşâbih âyetler; kapalı, müşkil ve anlaşılmaz âyetler olarak kabul edildiği takdirde Zümer/23'te “sözün en güzeli” olarak nitelenen Kur’ân, aynı zamanda kapalı, anlaşılmaz âyetler de içeriyor olacaktır. Bu ise kapalı, anlaşılmaz âyetlerin “sözün en güzeli” olması anlamına gelir ki, Kur’ân ile böyle bir tuhaflığın bağdaşması mümkün değildir. İşin doğrusu, müteşâbih âyetler, “anlaşılır, birden çok ve birbirinden güzel anlamlar içeren, kim hangisini anlarsa anlasın bu anlamların hepsinin de doğru olduğu âyetler”dir. Âl-i İmrân/7'de bu âyetlerin te’vîlinin mümkün olduğu bildirilmektedir. Kimilerinin “yorumlama”, kimilerinin de “tefsir etme” anlamında kullandığı ‫تأويل‬ [te’vîl] sözcüğü de anlamı çarpıtılmış sözcüklerden biridir. Aslında sözcük, ‫رجروع‬ّ‫و‬ ‫ال‬ [er-rucû‘/geriye dönüş] anlamındaki ‫اول‬ [evl] sözcüğünün tef‘il babından mastarıdır. Türkçe'deki “evvel, ilk” kelimeleri de bu sözcükten gelmektedir. Te’vîl sözcüğü, “geriye dönüş” şeklindeki kök anlamından değişerek “tedbir” [arkalaştırma], yani “birinci, ikinci, üçüncü şeklinde ardı ardına dizmek, sıralamak, öncelik sırasına koymak” anlamlarında kullanılır. Bu anlamlara göre müteşâbih âyetlerin te’vîli demek, “o âyetlerin birbirinden güzel, birbirine benzeyen açık-seçik anlamlarının arka arkaya sıralanması, bu anlamların öncelikli bir sıraya tâbi tutulması” demektir. Yoksa, anlamları sadece Allah tarafından bilinen, kapalı ve anlaşılmaz âyetlerin ancak “râsihûn” denen ehil kimselerce yorumlanabilmesi değildir. Karşıt anlamlı oldukları iddia edilen muhkem ve müteşâbih ile müteşâbih âyetlerin te’vîli konularında daha ayrıntılı bilgiye bu kelimelerin geçtiği âyetler incelenirken değinilecektir. Yine de unutulmamalıdır ki, âyetteki muhkem ve müteşâbih kelimeleri, birer terim olmayıp sözlük anlamlarında kullanılmış sözcüklerdir. Âyetteki, Amma, durum bu iken, kalplerinde kaypaklık olan kimseler, fitne çıkarmak ve onun te’vîline yeltenmek için hemen ondan müteşâbih olanlarının peşine düşerler ifadesiyle, Necrân heyetinin veya Yahûdi bir grubun kastedildiği ileri sürülse de, bizce bu tüm zamanlara yöneliktir. Böyle öküz altında buzağı arayan zavallılar her zaman ve her yerde bulunur. Nitekim Mekkî sûrelerde bunun örneklerini (İsra/60) görmüştük. 28
  • 29. Âyetteki, fitne çıkarmak ifadesi, “inanmış kimseleri dinden döndürmek” demektir. Bu konu hakkında Bakara sûresi'nde açıklama yapmıştık. Kısacası müteşâbih âyetler, sanatsal mucize içeren, indiği dönemde insan havsalasının ulaşmayacağı konulara, bilgilere ve ğayba dair âyetlerdir. Bunlarla Kur’ân'ın Allah kelâmı olduğu ortaya çıkar. Muhkem âyetler de, kişisel davranışları, aile ve sosyal hukuku, uluslararası ilişkileri düzenleyen ilkeleri içeren âyetlerdir. Bu âyetler, Kitab'ın anasıdır; yani, Kur’ân'ın amacı muhkem âyetlerle düzeni sağlamak, insanlığı, zulümden, fesattan ve kan dökmekten alıkoymaktır. Dikkat edilirse âyette, Hâlbuki onun te’vîlini ancak Allah ve –“Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır. Rabbimiz! Bize kılavuzluk ettikten sonra kalplerimizi çevirme! Bize Kendi nezdinden rahmet lütfet! Şüphesiz Sen, bol bol lütfedenin ta kendisisin. Rabbimiz! Şüphesiz Sen, insanları, kendisinde hiç bir şüphe olmayan gün için toplayansın. Şüphesiz Allah, vaadinden dönmez” diyen– ilimde uzman olanlar bilirler buyurulmaktadır. Burada zikri geçen, “ilimde uzman olanlar”ın kimler olduğuna gelince: RÂSİH Arapça'da ‫[رسروخ‬rusûh], “bir şeyin iyice içinde olmak, bir şeyde sebat bulmak (ağaç ve dağ gibi derinlemesine yerleşmek)” demektir.9 İlimde râsih olmak ise, “belirli bir ilim dalında uzman olmak” demektir. Klâsik kabule göre ilimde râsih olan, “yakînî ve kat‘î deliller ile Allah'ın zât ve sıfatlarını; Kur’ân'ın Allah kelâmı olduğunu bilen kimse”dir. Hâlbuki müteşâbih âyetlerin bir kısmı, biyoloji açısından, bir kısmı fizik açısından, bir kısmı kimya açısından, bir kısmı filoloji açısından, bir kısmı astronomi açısından, bir kısmı astrofizik açısından… müteşâbihtir. Dolayısıyla da bu müteşâbihlik, her ilmin, her bilgi dalının kendi uzmanı tarafından te’vîl edilmesi gerekir. ÂYETTEKİ TEKNİK YAPI Âyetin, ‫يأويله‬‫ي‬‫ت‬ ‫يعلم‬ ‫[وما‬ve mâ ya‘lemu te’vîlehu] kısmıyla ilgili olarak teknik açıdan iki vecih söz konusudur: Birinci vecihe göre ‫ييم‬‫ي‬‫يعل‬ ‫ييا‬‫ي‬‫'وم‬daki [ve mâ ya‘lemu'daki] ‫[و‬vav/ve] bağlacı, ‫ال‬ ‫'ال‬daki [illâllâhu'daki] ‫[ال‬Allâh] lafzına atıf olup âyetin anlamı, “hâlbuki onun te’vîlini ancak Allah ve ilimde uzman olanlar bilirler” şeklindedir. Biz de âyeti bu şekle göre meallendirdik. İkinci vecih ise, ‫يم‬‫ي‬‫يعل‬ ‫يا‬‫ي‬‫[وم‬ve mâ ya‘lemu] ifadesinin, yeni bir cümle başı olmasıdır, ki buna göre mana, “müteşâbihatın te’vîlini yalnızca Allah bilir, başkası bilemez” şeklinde olur. Bu durumda, “Anlamayacağımız, anlayamayacağımız âyetleri Allah niye indirdi?” sorusu gündeme gelir. Bu konuya ait klâsik kaynaklarda yer alan bilgiler ise şöyledir: İLİMDE DERİNLEŞMİŞ OLANLAR: 9 Lisânu'l-Arab; c. 4, s. 137. 29