1. EL-METÎN
Pek sağlam Eşsiz benzersiz çetin
Dayanma gücü sınırsız olan Her durumda metanetini
koruyan
1. LUGÂVÎ ÇERÇEVE
El-Metîn, Kur’an’da yer alan esma-i hüsnadandır. Bir yerde isim formunda, Allah’a isnatla gelir. Pek sağlam,
çok metanetli, eşsiz benzersiz çetin, dayanma gücü sınırsız olan, her durumda metanetini koruyan mutlak ve
sonsuzözne demektir.
M-t-n, zamanın yıpratıcı etkisine direnen sağlamlığa ve dayanıklılığa delalet eder. Yüksek ve sert araziye el-
mitn denilir. Daha sonra üzeri ve sırtı sert olan her şey için kullanılmıştır. Zira bir hayvanın sırtı, onun en
dayanıklı ve sağlam yeridir. Metene kavsehû, “yayını gerdi” demektir. Benzetme yoluyla iki şairin “atışma
yapmasına” da mumâtene denilmiştir. Sert ve dayanıklı adam için raculun metnun denilir.
Metânet, bir şeyin dayanıklı ve sağlam olmasını ifade eder.
Metîn, metânet’ten mübalağa ile ism-i faildir. Her açıdan her durumda, sonsuzca sağlamlığı ifade eder. Metîn
isminin anlamalanına, bizim “çetin ceviz” derken “çetin” ile kasdettiğimiz anlamda girer. Nitekim Beyhaki’ye
göre İbn Abbas Metîn ismine “çetin, baş edilmez, zor” anlamı vermiştir. Yazılı belgeye de, yazıyla “sağlama
alındığı” için metin denmiştir.
Bazı dilciler, anlamındaki olumsuzluğu gerekçe göstererek bu ismin Allah’a nisbetinde tereddüt etmişlerdir.
Hatta Kurtubi Esmaullah’ta, Aklîşî’nin Allah’ın Metîn ismiyle isimlendirilemeyeceği görüşünde olduğunu
nakleder.
Bu pek ilginç bir durumdur. Zira el-Metîn ismini kendine seçip beğenen Rabbimizdir. Kur’an’da açıkça ve
doğrudan Allah’a nisbetle isimolarak kullanılmıştır. Mü’mine düşen “başımgözüm üstüne” demektir. Allah’ın
kendine seçip beğendiği ismi, anlamının olumsuzluğu gerekçesiyle yok saymak kimsenin haddine düşmez?
Allah yüce zatına neyi isim olarak seçmişse, onun anlamı güzeldir. Dilcilere düşen Kur’an’ı Arap lügatine göre
yargılamak değil, Arap lügatini Kur’an’a göre yargılamaktır. Zira Arap dilinin elde bulunan en eski ve en
mükemmel metni Kur’an’dır. Bilinen en eski Arap sözlüğü Kur’an’ın inişinden 150 yıl sonra derlenmiştir.
Kaldı ki kelimeler, anlam bakımından durağan değil hareketlidirler. Anlam yolculukları sırasında anlam
daralmalarına ve anlam genişlemelerine maruz kalırlar. Bu da onları, anlam kaymalarıyla yüz yüze bırakır.
Kur’an’ın Allah’a sıfat olarak seçtiği tüm isimlerin “en güzel” (husnâ) vasfına sahip olduğu yine Kur’an’ın
haberidir. Rabbimizin el-Metîn sıfatı da “en güzel” vasfına layıktır.
2. 2. NAZARİ ÇERÇEVE
2.1. Dayanma gücü sınırsız olan sadece Allah’tır
Zamanın yıpratıcı etkisine karşı, dayanıklılık testinden geçip de yıpranmayan bir mahlûk yoktur. Her
yaratılmışın bir ecelinin olması, bu hakikati ifade eder. Ölüm, zamanın etkisine karşı duramayan varlıkları
bekleyen mukadder bir gelecektir. Bu anlamda Kur’an bize, Allah dışında her şeyin ve herkesin fani olduğu
hakikatini söyler.
El-Metîn ismi, Allah dışında her şeyin ve herkesin fani olduğu hakikatini zımnen dillendiren bir isimdir. Zira
zamanın yıpratıcı etkisi Allah için söz konusu değildir. El-Metîn olan, “sağlamlıkta eşsiz benzersiz olan” zat
sadece O’dur. Zira O, zamana maruz kalmaz, zamanı maruz bırakır. Çünkü zamanın yaratıcısı O’dur. Yaratılan
bir şey, yaratanını nesnesikılamaz.
Esma-i hüsnanın iki işlevinden biri Allah’ı tanıtmak, diğeri kulu tanıtmaktır.
Esma-i hüsna,
Allah’ın mükemmel ve erişilmez, eşsiz ve benzersiz, mutlak ve sonsuzolduğunu hatırlatır.
Kulun ise mükemmel olmadığını, eş ve benzerlerinin bulunduğunu,mukayyet ve sonlu olduğunu hatırlatır.
El-Metîn ismi üzerinden verilen ders de aynıdır. Zımnen denilir ki: Ey kul! Allah’ı kendin gibi sanma! Senin
ömrün, bilgin, gücün gibi, dayanıklılığın da sınırlıdır. Mutlaka pes edeceğin bir nokta vardır. Rabbinle ayaklaşma!
Eğer kendi sınırlarını bilirsen, haddini de bilirsin. Haddini bilirsen, onu aşmaya yeltenmezsin. Zira haddini
aştığında hem başkalarına hem kendine zarar verirsin. Eğer dayanma gücün tükenirse, Metîn olan Allah’tan
dayanma gücü vermesini niyaz et!
3. KUR’ANİ ÇERÇEVE
3.1. Kur’an’da Metîn ismi
Kur’an’da bu maddeden sadece üç adet metîn sıfatı yer alır:
A’raf 183,
Zariyat 58,
Kalem 45.
Bu üç metîn’den biri Allah’a isnatla isim olarak gelir. Diğer ikisi Allah’ın “ince ve hassas düzeni” anlamına
gelEn keyd’inin sıfatı olarak gelir.
Doğrudan Allah’a isnatla gelen tek el-Metîn ismi Zâriyât 58’de geçer. Bu sure Mekke döneminin son
yıllarında inen surelerden biridir. Vahiy surecinde bu yıllar zor yıllardır. Zira Mekke’de imkânlar artık
tükenmekte, Muhammedi davetin selameti için hicret kaçınılmaz olmaktadır. Hicreti kaçınılmaz kılan şey,
davetin önünün tıkanmış olmasıdır. Hicret, bu tıkanıklığı açmak için bir çıkış yolu olarak kullanılacaktır.
3. İşte böylesi zor bir dönemde, arştan sarkıtılan bir gök ipi gibi Metîn ismi mü’minlerin yüreğine inzal
olmuştur. Bununla verilen mesaj açıktır:
Ey mü’minler! El-Metîn olan Allah’a dayanın ve rızık endişesiyle sakın metanetinizi kaybetmeyin. O’ndan
metanet dilenin. Eğer Allah’a iman ediyorsanız, O’nun hem er- Rezzâk hem de el-Metîn olduğuna iman edin!
3.2. El-Metîn olan yegâne varlık Allah’tır
Allah dışında hiçbir varlığın el-Metîn olma kapasitesi yoktur. Yaratılmışlar içinde en dayanıklısının bile bir
dayanma eşiği vardır. O eşiği aşan tüm metanetini yitirir. İnsan da öyledir. Eğer insan dayanma çıtasını
yükseltmek istiyorsa, el-Metîn olan yegâne zatın kapısına başvurmalıdır.
İşte bu mesajı veren ayet:
“Hiç şüphesiz Allah, evet O’dur güç kuvvet sahibi Rezzâk olan, Metîn olan.” (Zâriyât 51:58)
Ayetin başındaki inne edatı hem pekiştirme (te’kît), hem de öncesi için gerekçe ifade eder. Neyin gerekçesi
olduğunu bilmek için bir önceki ayete bakmak gerekir. Âlemlerin Rabbi, 57. ayette, görünür görünmez iradeli
varlıkları sadece kendisine kulluk etsinler diye yarattığını söylemektedir. Eğer insan, “Peki, o zaman biz ne
yiyip içeceğiz?” sorusunu soracakolursa,ona da “Unutma! Allah Rezzâk’tır, Metîn’dir” cevabı verilmektedir.
Elbette Allah rızık için kullarının önüne bin bir fırsat çıkarmaktadır. Kaldı ki, helal rızık kazanmak için çaba
göstermek de O’nun emrettiği kulluğun bir parçasıdır. Rezzâk isminin nüktesi budur.
Peki, ya Metîn isminin nüktesi?
Metîn ismi ile verilen mesajın muhatabı iman edenlerden daha çok, inkâr edenlerdir. Mekke müşriklerinin
Muhammedi davete karşı taktikleri amansız bir yıldırma politikasıydı. Bunun için her yolu denemekte
kararlıydılar. İftira, karalama, hakaret, tehdit, şantaj, ayartma, işkence, saldırı bu yollardan bazılarıydı. İstekleri
Hz. Peygamber’i davasından vazgeçirmekti.
Fakat onlar bütün bunları planlarken Allah’ı unutuyorlardı. Oysa Allah el-Metîn olandı ve asla O’nunla baş
edemezlerdi. Mü’minleri yıldırabilirler, onları Mekke’den kovabilirler, zayıflara işkence uygulayabilirler, hatta
canlarına kastedebilirlerdi. Dahası Hz. Peygamber’i öldürebilirlerdi. Bu ayet onlara zımnen şunu hatırlatıyordu:
Ey Mekkeliler! El-Metîn olan Allah ile nasıl baş etmeyi düşünüyorsunuz?
Onlar işte bu sorunun cevabını bilmiyorlardı. Onun için tuzaklarını planlarken, Allah’ın el-Metîn oluşunu
hesabakatmamışlardı.
3.3. Allah entrikaları bozan bir Metîn’dir
Allah’ın el-Metîn oluşunu hesaba katmayan Mekke müşriklerinin mü’minler için kurdukları tuzaklar bir bir
boşa çıkarılıyordu.
4. Onlar, Muhammedi daveti suskunluğa mahkûm ederek alt etmeyi denemişlerdi. Görmezden gelince davetin
toplumda yankı bulmayacağını, unutulup gideceğini sandılar. Planlarını bu beklenti üzerine bina ettiler.
Fakat sonuç bekledikleri gibi olmadı. Onların hesap etmedikleri şey, hakikatin bizatihi güçlü olduğu
gerçeğiydi. Hakikat kendisinden kaynaklanan bu güçle vicdanlara ulaşıyordu. Vicdanla hakikatin
buluşmasını engellemek mümkün değildi. Giderek bu gerçek, vahye karşI tuzak kuranları bile kuşatacaktı.
Zira vahyi gönderen,“kendisiyle asla baş edilemez” (el-Metîn) vasfına sahip olan Allah’tı.
Suskunluk tuzağının işe yaramadığını görünce alay tuzağını devreye soktular. Onlar, davetin önderini alay
ederek yıldıracaklardı. Panayırlarda önünü kesiyorlar, onu insanların önünde küçük düşürmeye
çalışıyorlardı. Daha da ileri gidip, vahiyle alay ettiler. Hesap Günü ile korkutulduklarında, Allah’a karşı
diklenerek; “Rabbimiz! Bizim hesabımızı Hesap Günü’nden önce hemen şimdi kes!” (38:16) dediler.
Kur’an Nebi’yi teselli babından, önceki nebilerle de alay edildiğini söyledi (43:7). Sonunda alay ettikleri
hakikatin kendilerini çepeçevre kuşatacağını ihtar etti (39:48). Ezeli ve ebedi hakikati alay konusu
yapanların ahirette nasıl alay konusu olacaklarını hatırlattı (39:56).
Bu tuzağın da işe yaramadığını gördüklerinde farklı bir taktik denediler. Bu, iftira taktiğiydi. Davetin
elçisine “Cin musallat olmuş” anlamına Mecnûn dediler. Ona vahyi başkalarının öğrettiğini iddia ettiler.
Fakat bunu söylerken, onun davet ettiklerini en ideal manada önce kendi hayatında yaşama erdemini
gösterdiğini göz ardı ettiler. Bu iddia, ilettiği vahyin onda nasıl olup da ahlaka dönüştüğünü asla
açıklamıyordu. Ona “vahyin ravisi” muamelesi yapılamazdı. Nebi, vahyi rivayet eden değil, vahye riayet
edendi. Zira vahiy Metîn olan Allah’ın vahyi idi. Onu yaşayana da “metîn” vasfını kazandırıyordu.
Bu tuzakların tümü boşa çıkınca fiili saldırıya geçtiler. Varlığını yok etmeyi tasarladılar. Fakat Allah’ın el-
Metîn olduğu hakikatini unutuyorlardı. Allah kurdukları tuzakların tümünü başlarına geçirmişti. Bu
sonuncu tuzağı da başlarına geçirirdi. Onlar Allah’ın “baş edilemez” olduğu hakikatini görmüyorlardı.
Görmedikleri bir şey daha vardı: El-Metîn olanın tuzakları bozan ince ve hassas sistemi de pek “metîn” idi:
“Ayetlerimizi yalan sayan kimselere gelince: onları bir süreç içerisinde yavaş yavaş eriteceğiz de farkına
dahi varmayacaklardır. Onları bir süre kendi hallerine bıraksam bile,unutmayın ki onların entrikalarını
başlarına geçiren düzenim çok sağlamdır.” (A’raf 7:182-183)
“Artık bana bırak bu sözü yalanlayanları; hiç bilmedikleri bir yerden azar azar bitireceğiz onları. Ama
onlara imkân ve zaman tanırım; çünkü onların entrikalarını başlarına geçiren düzenim pek
metîndir(Kalem 68: 44-45)
İki ayette de Allah’a isnatla kullanılan keyd, kök anlamıyla “tuzak” demektir. Fakat Allah’a isnatla
kullanılan bu iki makamda “tuzak” anlamına değil, kendisine karşı kurulan tuzakları bozan “kontra tuzak”
anlamına kullanılmıştır. Yani ilahi keyd, insan davranışıyla bakışımlı olan ilahi yasalara bağlı cezalandırma
düzenidir. İnsan hazırlıksız ve ansızın yakalandığı için, ilahi yasaları tuzak gibi algılar. Allah için
kullanıldığında, “tasarlanmış bir entrikayı hiç ummadığı bir yerden bozup tuzağı yapanın başına geçirme”
anlamını taşır.
Bu iki ayette, Allah’ın tuzakları bozma planının “metîn” niteliğine sahip olduğu dile getirilmektedir. Bu şu
demektir: Allah el-Metîn’dir. Yani, eşsiz ve benzersiz sağlam, hiç kimselerin kendisiyle baş edemeyeceği
kadar çetindir. O, sadece özünde Metîn değil, işinde de metindir. Mesela kendisine karşı kurulan tuzakları
bozmada hiçbir tuzak bozucu O’nunla boy ölçüşemez. O’nun dinine, vahyine, nebilerine ve onların yolunu
sürdürenlere karşı tuzak kuran herkesin tuzağı başına geçirilir.
5. 4. METÎN OLAN ALLAH’IN TECELLİLERİ
4.1. Metîn ismine iman eden tecellisine medar olur
Allah, pek sağlam, eşsiz benzersiz çetin, asla baş edilemez olan el-Metin sıfatına sahiptir. Allah’ın el-Metîn
sıfatına iman etmek, Allah’a iman etmenin bir parçasıdır. Bu isme iman edende, imanı oranında bu isim tecelli
eder.
Metîn isminin tecellisine medar olan mü’min, olağanüstü olaylar karşısında, herkesin verdiği tepkiyi vermez.
Mesela;
Bir ölüm ve zulümle, acı ve ıstırapla, musibet ve imtihanla, mahrumiyet ve yoklukla sınandığında,
metanetini kaybetmez. İmanının imtihanını verdiğini bilir. Hepsinden öte, Allah’ın kimseye gücünün
üstünde yük yüklemeyeceğini bilir. “O yüklediyse götürürüm” der ve yükünü taşımaya çalışır. Hatta “tek
yüküme nazar et de, isterse yüküm artsın” der. Böyle deyince sadece yükü artmaz, gücü yükünden
daha çok artar. Allah Fatır 1’de vaat ettiği gibi kapasitesini artırır.
Biz Metîn ismine imanın insanı nasıl metanetli kıldığını Allah’ın elçilerinde görüyoruz.
Hz. Nuh, kendisiyle alay edenlere aldırmadan karada gemisini bu metanet sayesinde yapmıştı.
Hz. İbrahim, ateşe atılırken aynı metaneti korumuş ve el- Metîn olan Allah’ın korumasına sığınmıştı.
Hz. İsmail, bıçağın altına boynunu yatırırken gayet metindi. Eğer metin olmasaydı “Babacığım!
Emrolunduğun şeyi yap! İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın!” diyemezdi.
Hz. Yusuf, zindanda “Efendinin yanında beni an” derken endişeliydi. Fakat Metîn olan Allah onun
endişesini gönlünden giderdi. O da hapishaneyi bir okula çevirdi.
Hz. Musa, Firavun’u davetle görevlendirildiğinde hayli kaygılıydı. Fakat Metîn olan Allah, Yed-i Beyza
ve Âsâ-yı Mûsa ile onun kaygısını izale etti.
Hz. Meryem, kendisi için endişeliydi. Metîn olan Allah onun endişesini Hz. Zekeriyya ile giderdi.
Hz. Nebi’de, el-Metîn isminin tecellisini çok yüksek dozda görüyoruz. Eğer o dillere destan metanet
olmasaydı, insanlık durdukça duracak olan o büyük iman hamlesi nasıl gerçekleşebilirdi?
5. METÎN OLAN ALLAH’A DUA
Ya Metîn, Ya Allah!
Metanetin eşsiz benzersizdir, imanımız var!
Hâşâ kimse zatınla baş edemez, imanımız var!
Sana dayanan asla yıkılmaz, imanımız var!
Bize de Metîn isminden bir pay ver ya Rabbî!
Ya Metîn, Ya Allah!
İmana karşı kuyu kazanların kuyularına, İmanı değil kendilerini düşürya Rabbi!
Kur’an’a karşı tuzak kuranların tuzaklarını, Metîn olan keyd ‘inle başlarına geçir ya Rabbi!
Ya Metîn, Ya Allah!
Karada gemi yapanlara, Nuh’un dirayetini ver!
Ateşle sınananlara, İbrahim’in haliliyetini ver!