SlideShare a Scribd company logo
1 of 98
1
Hak Dini Arayan Adam
Selmân-ı Fârisî
TALİP ARIŞAHİN
2
İÇİNDEKİLER
ORTA ÇAĞDA SÂSÂNÎLER
SELMÂN-I FÂRİSÎ’NİN HAYATI
Selmân-ı Fârisî’nin Gençliği
Mâhbe Ateş Tapınağında
Mâhbe Kilisede
Mâhbe Evden Kaçıp Şam’a Gidiyor
Mâhbe Musul'a Gidiyor
Mâhbe Nusaybin'e Gidiyor
Mâhbe Rum (Bizans) Diyarına Gidiyor
Mâhbe Arabistan Yolunda
Mâhbe Yesrib (Medine)'de
Müslümanların Medine'ye Hicretleri
Hz. Muhammed Medine’de Bekleniyor
Mâhbe’nin En Heyecanlı Günü
Resulüllah (s.a.v.)’ın Yesrib İçin Dua Etmesi
Mâhbe Tekrar Resûlüllah (s.a.v.)‘ın Huzurunda
Mâhbe, Selmân İbnü’l-İslâm Oluyor
Selmân İbnü’l-İslâm Müslüman Olduğunu Efendisine Anlatıyor
Selmân-ı Fârisî’nin Efendisine Verdiği Ders
Selman-ı Fârisî’nin Kölelikten Kurtarılışı
Suffe Okulu ve Suffe Ashabı
Eğitim Öğretimin Önemi
HENDEK SAVAŞI
Kureyş Müşrikleri ile Yardımcılarının Hazırlanıp Yola Çıkmaları
Savunma Hendekleri Kazılmasının Kararlaştırılması
Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın Hendek ve Karargâh Keşfine Çıkışı
Hendek Kazma İşine Başlama
Selman-ı Fârisî'ye Göz Değişi
Selman-ı Fârisî'nin Ehl-i Beyt'ten Sayılışı
Müslümanların Birbirlerini Korkutacak Şakalardan Sakındırılışı
Bir Avuç Hurmanın İslâm Ordusunu Doyuruşu
Resûlüllah (s.a.v.)’ın Koca Kayayı Bir Darbe ile Kum Hâline Getirişi
Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın Verdiği Fütuhat Müjdesi
Münafıkların Mü'minlerin Maneviyatını Bozmaya Çalışmaları
Kazılan Hendeğin Vasıfları
Müşrik Ordularının Karargâhlarını Kurdukları Yerler
Düşman Ordularının Hayvanlarını Doyurmakta Güçlük Çekmeleri
İslâm Ordusunun Savaş Düzeni Alışı
Benî Kurayza Yahudilerinin İhaneti
Münafıkların Hendekten Dağılmaları
Müşriklerin Baskın İçin Fırsat Kollamaları
Resûlüllah (s.a.v.) ’ın Müslümanlara Müjdeler Verişi
Ebu Süfyan Kumandasındaki Süvari Birliğinin Bozguna Uğratılışı
Müşrik Süvari Birliklerinin Püskürtülüşü
Düşman Hücumlarının Tekrar Tekrar Püskürtülüşü
Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın Sa'd b. Habte'ye İltifatı ve Duası
3
Müşrik Süvarilerinin Taarruz Keşifleri
Amr b. Abd'in Müslümanlara Meydan Okuması
Düşmanların Süvari, Piyade Bütün Güçleriyle Saldırıya Geçmeleri
Kureyş Müşrikleriyle Benî Kurayza Yahudileri Arasındaki Birliğin Bozuluşu
Nuaym b. Mes'ud'un Kureyşliler ve Gatafanlarla Konuşması
Yahudilerin Karar ve İsteklerini Kureyşlilere Bildirmeleri
İkrime b. Ebu Cehil'in Benî Kurayza Yahudilerine Gönderilişi
Kureyşlilerin Karar ve İsteklerini Benî Kurayzalara Bildirmeleri
Huyey b. Ahtab'ın Benî Kurayza Yahudilerini Kandırmaya Çalışması
Ebu Süfyan'ın Mektubu ve Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın Cevabı
Dehşetli Bir Rüzgârın Müşrikleri Perişan Edişi
Huzeyfe b. Yeman'ın Beyaz Sarıklı Süvarilere Rastlayışı
Kur'ân-ı Kerîm'in ve Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın Açıklamaları
Hendek Şehitleri
Selmân-ı Fârisî’nin Meziyetleri ve Erdemleri
Kur'an-ı Kerim’in Tercümesi
Selmân-ı Fârisî’nin Fâtihâ Suresini Farsçaya Tercümesi
Selmân-ı Fârisî’nin Türklere İslâm’ı Öğretmesi
Resulullah’a İmân Eden İlk Türk Hükümdârı “Bâsû Hân”dı
Dört Halife Döneminde Türk Hükümdarları Neler Yaptılar?
Selmân-ı Fârisî’nin Rivayet Ettiği Hadisler
İran’ın Fethi
Gerçekleşen Tarihî İki Mucize
Selmân-ı Fârisî’nin Ailesi
Selmân-ı Fârisî Sevgisi
Kaynaklar
4
Hak Dini Arayan Adam
Selmân-ı Fârisî
"Ashabım yıldızlargibidir,hangisineuyarsanız doğru yolu bulursunuz."
Hz. Muhammed (s.a.v.) 1
ORTA ÇAĞDA SÂSÂNÎLER
Orta Çağda Bizans İmparatorluğu zamanının süper gücüydü. Karşısında da
Irak’da kurulan ve İran’a yayılan Sâsânîler Devleti vardı. Sâsânîler, İran’da kurulan ve
bütün dünyaya yayılan ünlü Pers İmparatorluğu tarihten silindikten sonra onun mirası
üzerinde kurulmuştu.
Sâsânîler, güçlerini göstermek için Bizans’la mücadeleye giriştiler. 613’te İrmîniye ve
Suriye’ye girdiler. Dımaşk (şam)’ı işgal eden Sâsânî orduları ertesi yıl Kudüs’ü zaptederek
kutsal haçı ele geçirdiler ve Medâin’e götürdüler. 615’te Anadolu’ya akınlar yaptılar.
Anadolu’yu aşıp İstanbul’un karşısında Khalkedon’a (Kadıköy’e) kadar ilerlediler. 619’da
Mısır’ı işgal ettiler.
Medâin Sâsânîler’in başşehriydi. Bugünkü Bağdat’ın 30 km. kadar güneydoğusunda
Dicle nehrinin her iki yakasına karşılıklı kurulan yedi ayrı şehirden meydana gelmiş, bu
şehirler taş veya duba köprülerle birbirine bağlanmıştı. Beytül-ebyaz (Beyaz ev) adı verilen
hükümdarlık sarayı burada bulunuyordu. Köşkler, bahçeler, anıtlar ve meydanlar şehre
güzellik katıyordu. Halkı Ârâmî, Pers, Rum ve Suriyeliler’den meydana geliyordu.
Çoğunlukta olan Mecûsîlerin yanında Hristiyan ve Yahudiler de vardı. Hristiyanlar
çoğunlukla Nestûrî mezhebindendi.
Mecûsîlik, Zerdüşt’ün tebliğ ettiği, monoteist bir teoloji içeren inanç ve düşüncelerin
eski İran inanç ve gelenekleriyle yoğrulmasından oluşan bir dindir. Bu din, İslâm
kaynaklarında Mecûsîlik, Batı kaynaklarında ise Mazdeizm olarak adlandırılır. Ayrıca ateş
kültüyle ilgili inanç ve ritüelleri sebebiyle Ateşperestlik adıyla da bilinir.
Zerdüştîlik (Mecûsîlik) Hindistan’dan Anadolu ve Avrupa’ya, Horasan bölgesinden
Arap yarımadasına kadar oldukça geniş bir bölgede taraftar buldu.
SELMÂN-I FÂRİSÎ’NİN HAYATI
(Doğumu 587, Vefatı M. 656 = Hicrî 36)
Selmân-ı Fârisî’nin asıl adı Mâhbe idi. İran’ın Râmhürmüz şehrinde 587 yılının
1 Suyutî , Câmi'u'us-Sağîr (Feyzu-Kadîr 4, 76). İbnu Abdi'l-Berr, Câmi'u'l-İlm (2, 91).
5
Nevruzunda (21 Mart) doğdu ve ilk çocukluk yıllarını burada geçirmiştir.
Hicretten 36 yıl sonra, milâdî takvime göre 69; hicrî takvime göre 71 yaşında
vefat etmiştir.
Selmân-ı Fârisî’nin Gençliği
Küçük yaşlarda ailesiyle birlikte Râmhürmüz’den Isfahan (Esbâhan) şehrine
bağlı Ceyy (Ceyyân, daha sonra şehristan) diye anılan bir köye göç ettiler. Annesinin
adı Behnaz; babasının adı Bûzekhân idi. Ceyy köyünün muhtarıydı. Büyük bir çiftliğe,
uçsuz bucaksız tarlaları, bağları, bahçeleri ve pek çok malı mülkü vardı. Zengindi ve
saygın bir kişiliğe sahipti.
Babası onu çok severdi. Bu aşırı sevgisinden dolayı onu yanından hiç
ayırmazdı. Bir kız çocuğunu korurcasına onu evinde hapseder; bir yere gitmesine izin
vermezdi.
Mâhbe on beş yaşına geldiğinde, onun için bir tören hazırlandı. Mecûsîlik’te on
beş yaşına gelen her çocuk için dine giriş töreni (Nevzot) düzenlenirdi. Bu törende çocuklar
dualarla dinî elbise (südre) giyip kutsal kuşak (kusti) takarlardı.
*
Mâhbe Ateş Tapınağında
Babası Mâhbe’yi köylerindeki âteşkedenin rahibine teslim edip, ona Mecûsîliği
öğretmesini istedi.
“Âteşkede” adı verilen, içerisinde kutsal ateşin yakılı olduğu tapınağa giderlerdi.
Ateş tapınakları genellikle biri kutsal ateşin yakıldığı kısım, diğeri inananların ibadetlerini
yerine getirdikleri daha büyük bir kısım olmak üzere iki bölümden oluşmaktaydı.
Rahip, Mâhbe’ye Mecûsîliği öğretmeye başladı. Önce abdeste benzeyen bir temizlik
işlemi yapılıyordu. Güneş doğarken, öğle vakti, öğleden sonra, güneş batarken ve gece
olmak üzere beş vakitte çeşitli dualar okurlardı.
Mâhbe, Mecûsîliğe (ateşperestliğe) kendini o kadar kaptırmıştı ki, âteşkedeye
bakma, ateş yakma işini bile üzerine almıştı. Onun bir an olsun sönmemesi için gereken
dikkat ve titizliği gösteriyordu.
Rahip, Mâhbe’ye Mecûsîliğin kutsal kitabı Avesta’yı okutup anlatmaya koyuldu.
Birkaç ay sonra Zerdüşt’e dair çeşitli efsanelerin yer aldığı Denkârd kitabını okuttu. Ertesi
yıl, evrenin yaratılışıyla ilgili Bûndehişn kitabını okuttu.
Mecûsî din kitaplarının kiminde tek tanrı inancından bahsediliyordu. Bazısı iki
tanrıdan, bazısı da çok tanrıdan söz ediyordu. Peygamber Zerdüşt başlangıçtan beri var
olan bir tek üstün gücün, Ahura Mazda’nın varlığını savunmuştu. Ahura Mazda her şeyi
bilen, mutlak iyi ve âdil olan tek tanrıydı. Bu düşüncesiyle Zerdüşt yaşadığı sürece inanç
sisteminde İran’da yaygın olan birçok tanrısal varlıklara yer vermemiştir. Bütün varlıkların
Ahura Mazda’dan zuhur ettiğine inanan Zerdüşt var oluşun başlangıcını, yüce tanrıdan
6
zuhur eden ya da onun tarafından yaratılan yedi ilâhî varlıkla açıklamıştır. Zerdüşt’ün
ölümünden sonra onun açıkladığı inanç sistemi bozulmuş; tek tanrı inancı yerini, ikili tanrı
inancı almıştır.
Rahip anlatıyordu:
Kötülüğe ve yalana rağbet eden ruhlar Ahura Mazda’nın düşmanlarıdır. Kötü ruhlar
arasında en başta geleni Ehrimen’dir. Kötü karakterli ruhlara genel bir isim olarak Devalar
(devler) denilir. Hakikati tercih eden ve doğru karakter taşıyan ruhlar için de Ahuralar ismi
kullanılır.
Bunlardan Ahura Mazda kudret ve iyiliklerle çevrili ışık dünyasında iken Ehrimen,
karanlıklarla çevrili olan derin çukurlarda kana susamış bir hâlde yaşıyordu. Her iki tanrısal
varlık kendi âlemlerinde bir dizi yaratma eylemi gerçekleştirmiştir. Böylece Ahura Mazda
zamanı, ilâhî varlıkların özünü, Ameşa Spenta’yı ve diğer ilâhî varlıkları, Ehrimen de benzer
şekilde kendi ruhsal varlığıyla altı kötü varlığı ve diğer kötüleri yaratmıştır. Ardından Ahura
Mazda dünyayla ilgili olarak göğü, suyu, yeri, bitkileri, sığırı ve insanı, Ehrimen de
canavarları ve kötü varlıkları yaratmıştır. Bu düalizmde (ikicilikte), her ikisi de yaratılmamış
bütün iyiliklerin yaratıcısı ve sorumlusu olan bir iyi tanrı ile bütün kötülüklerin yaratıcısı ve
sorumlusu olan bir kötü tanrının varlığına inanılır.
Bütün bu anlatılanlar Mâhbe’nin kafasını karıştırıyor ve ikili tanrı inancı içine
sinmiyordu. Yine de âteşkedenin nöbetçiliğini yapmaya devam ediyordu. Rahip ona
ateşle ilgili olarak şöyle demişti:
- Ahura Mazda’nın yarattığı ilâhî varlıklardan Aşe Vehişta tarafından korunduğuna
inanılan ateş, tanrının yarattığı saf, temiz ve iyi bir varlıktır. Bu sebeple ateş Mecûsî
tapınaklarında önemlidir. Özellikle bu zamanda (Sâsânîler devrinde) tapınaklardan
temizlenen tanrı sûretlerinin yerini kutsal ateş almıştır. Mecûsîlik’te ateş, bir tanrı değil
tanrısal saflığın, temizliğin ve iyiliğin sembolüdür. Bu sebeple Mecûsîlik’te ateşle ilgili
temizlik kurallarına riayet etmek oldukça önemlidir. Ateşte kullanılan yakıtlar temiz ve kuru
olmalıdır. Rahipler, askerler, çiftçiler gibi her toplumsal tabakanın kendine has bir kutsal
ateşi vardır. Ateş Behram, tapınakta hiç sönmeden, yirmi dört saat yanan önemli bir
ateştir. Tapınakta kutsal ateş önünde yapılan dualar esnasında rahipler nefeslerinin ateşi
kirletmemesi için yüzlerini beyaz bir örtüyle kapatırlar.
*
Mâhbe, Zerdüşt’ün öğrettiği tek tanrı inancının zamanla unutulup, ikili tanrı
inancının ortaya çıktığını, sahip olduğu akıl ve sağlam fıtratı sayesinde anladı; ateşe
tapmayı reddetti. O, bu kâinatı yaratan tek bir ilâhın varlığını düşünüyordu. İnsanın
kendi eliyle yakıp söndürdüğü ateş, nasıl kutsal olabilirdi? Aklı bir türlü bunu almıyordu.
Zeki bir delikanlı olan Mâhbe, bu kâinatın, kimin eseri olduğunu düşünmeye
başladı. Sonunda hakikati buluncaya kadar onu aramaya karar verdi.
*
Mâhbe Kilisede
7
Babasının büyük bir çiftliği vardı. İşi gücü hiç bitmezdi. Devamlı onunla
meşgul olurdu. Bir gün, meşguliyetinden dolayı köye gidemedi ve Mâhbe’ye şöyle
dedi:
- Oğlum! Görüyorsun çiftliği ihmal ettim. Bari sen git de oranın işiyle ilgilen.
O günlerde Mâhbe on sekiz yaşını bitirmiş on dokuzuna girmişti. Mâhbe
çiftliğe gitmek amacıyla yola çıktı. Yolda bir kiliseye rastladı. Orada ibadet eden
Hristiyanların seslerini duydu ve bu dikkatini çekti.
Babasının uzun süre onu başkalarıyla görüştürmemesi nedeniyle ne
Hristiyanlar ne de diğer dinlere inananlar hakkında bilgisi vardı.
Seslerini duyunca ne yaptıklarını merak ederek, seyretmek için kiliseye girdi.
Uzun bir süre onları dinleyince, âyinleri hoşuna gitti ve dinlerine girmeyi arzu etti.
Kendi kendine; “Bu din bizimkinden daha iyi.” dedi.
Mâhbe, âyinden sonra kilisenin rahiplerinden biriyle uzun uzun konuştu.
Hristiyanlık hakkında bilgi aldı.
- Bu dinin merkezi, asıl yurdu neresidir? diye sordu. Rahip:
- Kudüs şehridir, diye cevap verdi.
Oradan ayrıldığında, güneş batmıştı. Çiftliğe gitmemiş, babasının verdiği
görevi de yapmamıştı. Akşam olunca eve döndü. Babası ne yaptığını sordu.
- Babacığım! Çiftliğe giderken yolda bir kiliseye rastladım. Duyduğum sesler
çok ilgimi çekti. Gidip kiliseye girdim. Âyinlerini ve ibadet eden insanları gördüm.
Onların dinleri hoşuma gitti. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım. Yanlarında güneş
batıncaya kadar kaldım. Özür dilerim, verdiğiniz görevi de yapamadım.
Babası Mâhbe’nin yaptığından korkup dedi ki:
- Yavrum! Bu din iyi değildir. Senin ve atalarının dini ondan daha iyidir.
- Hayır, onların dini bizim dinimizden daha iyi.
Babası Bûzekhân, Mâhbe’nin söylediklerine çok şaşırmıştı. Dininden
döneceğinden kuşkulanıp onu eve hapsetti ve ayaklarını da uzunca bir zincirle
bağladı. Bu duruma çok üzülen annesinin bütün yalvarmalarına rağmen babası onu
cezalandırmaktan vaz geçmiyordu. Odasının içinde dolaşabilen, ancak dışarı
çıkamayan Mâhbe, gece gündüz rahiple konuştuklarını aklından geçiriyordu.
Kendisine su ve yemek getiren hizmetçisi Mâhbe’yi çok severdi. O da bu duruma çok
üzülüyordu.
Mâhbe hizmetçiye:
- Sır tutar mısın?
- Evet efendim, özellikle sizin sırrınızı tutarım.
8
- Öyleyse senden bir ricam var. Kiliseye git. Rahibe sor. Kudüs'e gidecek bir
kervan var mı? O kervanın ne zaman hareket edeceğini öğren, gel bana haber ver.
- Baş üstüne efendim.
Hizmetçi rahiple konuştu. Kudüs'e gidecek bir kervan geldiğinde bana haber
veriniz, dedi. Rahip, Suriye’ye gidecek bir kervanın yolda olduğunu bir kaç güne
kadar, buraya geleceğini söyledi.
Mâhbe hizmetçiye:
- Gözünü kulağını aç. O kafile buraya gelince bana söyle.
İki gün sonra Suriye'ye gitmek üzere yola çıkmış bir kafile uğrayınca, hizmetçi
Mâhbe’ye haber verdi. Mâhbe hizmetçiye yüklü bir bahşiş vererek; “şimdi ayağımın
bağını çöz.” dedi.
Mâhbe Evden Kaçıp Şam’a Gidiyor
605 yılının 15 Eylül gecesi, Mâhbe gizlice evden kaçıp, o kafileyle birlikte yola
çıktı. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Suriye'nin Şam şehrine geldiler.
Mâhbe Şam’da birkaç gün araştırdı, soruşturdu; Hristiyanların en bilgili
rahibini buldu. Onun yanına gitti.
- Ben Hristiyan olmayı arzu ediyorum, senin yanında kalmayı, sana hizmet
etmeyi, senden bilgi edinmeyi ve burada ibâdet etmeyi istiyorum, dedi.
O kilisenin başpapazı olan rahip Beşir, onu kabul etti. Kilisede onun yanında
kalmaya ve ona hizmet etmeye başladı. Beşir’den Arapça ve İbranice dersleri aldı.
İncil okudu. Onun vaazlarını can kulağıyla dinledi. Bir süre sonra, başpapazın bir
açığını yakaladı. Başpapaz, vaazlarında dindaşlarına sadaka vermelerini söylüyor ve
onları sevap kazanmaya teşvik ediyordu. Ama o, Allah rızası için verilen sadakaları
kendisine ayırıp saklıyordu. Fakir ve yoksullara hiçbir şey vermiyordu. Kilisenin
mahzeninde tam yedi küp altın biriktirmişti. Gördükleri Mâhbe’nin hiç hoşuna
gitmemişti. Çok yaşlı olan Başpapaz bir müddet sonra öldü. Diğer papazlar onu
defnetmek için toplandılar. Mâhbe onlara dedi ki:
- Başpapazınız Beşir, kötü bir kişiydi. Herkesin sadaka vermesini ister ve
sevap kazanmaya teşvik ederdi. Fakat o topladığı sadakaları kendisi için ayırıp saklar,
yoksullara hiçbir şey vermezdi.
- Sen bunu nereden biliyorsun? dediler. Mâhbe de :
- Sakladığı yeri size gösterebilirim, dedi. Onlar:
- Haydi, orayı göster, dediler. Onları mahzene indirip sakladığı yeri gösterdim.
Oradan altın ve gümüş dolu yedi küp çıkardılar.
- Biz de bu adamı gömmeyiz, dediler ve onu bir dağın yamacına atıp üzerini
9
taşla kapattılar.
*
608 yılının Mayıs ayında Mâhbe, Kudüs’e gitmeye niyetliydi. Onun için Kudüs’e
gidecek bir kervanın yolunu gözlüyordu. Bu sırada kiliseye İlyas adında bir Piskopos
(Başpapaz) tayin ettiler. Mâhbe ona büyük bir sevgiyle bağlandı. Kudüs’e gitme
düşüncesinden vaz geçti. İlyas Piskopostan İncil okudu. Onun yorumunu ve Allah
inancını çok beğendi. Başpapaz İlyas samimi bir dindardı; her zaman ahireti
düşünen, gece gündüz ibadet eden bir kimseydi. Üç yıl onun yanında kaldı. Ölüm
döşeğine düşünce, ona dedi ki:
- İlyas efendim! Beni kime bırakacaksınız? Ne yapmamı emrediyorsunuz?
- Oğulcuğum! Bugün, benim yolum ve gidişatımda olan bir kimse bilmiyorum.
İyi din adamları hep ölüp gittiler. Yaşayanlar da, dinin öteden beri tatbik ede
geldikleri hükümlerini değiştirdiler ve onların çoklarını da bıraktılar. Benim gibi
düşünen ve inanan sadece Musul'da oturan birisini biliyorum. O dinini değiştirmemiş
ve ahlâkını bozmamıştır. Adı Vecid’dir. Sen onun yanına git, dedi.
Mâhbe, Hristiyanlığın din adamları eliyle bozulduğunu, aslını yitirdiğini
anlamıştı. Ama ondan başka din de yoktu. Yahudilik çok gerilerde kalmış; zaten o da
aslını kaybetmişti. Mâhbe, Hristiyandı; fakat kalbi açtı, içi rahat değildi. Kafası
şüphelerle doluydu. Bugün yaşadığı bu dinin Hak Din olduğundan emin değildi.
Bulduğu dinin daha iyisini arıyordu. Daha doğrusu Hak Dini arıyordu. Bu da ancak
daha mükemmel insanı bulmakla mümkün olabilirdi. Onun için arayış içindeydi.
Mâhbe Musul'a Gidiyor
Rahip İlyas ölünce, 611 yılının Ekim ayında Musul'a gidip Rahip Vecid’i buldu.
Ona başından geçenleri anlatıp şöyle dedi:
- İlyas Rahip ölürken bana, sizin yanınıza gelmemi tavsiye etti. Sizin Hak
yolunda olduğunuzu söyledi. O da:
- Peki, yanımda kal, dedi.
Mâhbe onun yanında iki yıl kaldı. Onun iyi bir kimse olduğunu anladı. Ölüm
yatağına düştüğünde:
- Vecid Rahibim, efendim! İşte Allah'ın emri sana geldi. Sen benim durumumu
biliyorsun. Ben Hak Dini arıyorum. Hak Din yolunda olan insan arıyorum. Beni kime
bırakacaksın, ne yapmamı emrediyorsun? dedi. O da:
- Oğlum! Bizim gibi inanan, Rahip Şihabeddin’i biliyorum. O Nusaybin'de
oturur. Onun yanına git, dedi.
Mâhbe Nusaybin'e Gidiyor
O da toprağa verilince Mâhbe, 613 yılının Ağustos ayının ilk günlerinde
10
Nusaybin'deki rahibin yanına gitti. Başından geçenleri ve Vecid Rahibin tavsiyesini
ona anlattı. Rahip Şihabeddin:
- Peki, burada kal, dedi.
Mâhbe de onun yanına yerleşti. Dört yıl Rahip şihabeddin’den Arapça,
Süryanice ve İbranice dersleri alıp, Kitab-ı Mukaddes (İncil) ve çeşitli kitaplar okudu.
Onun da Suriyeli ve Musullu zatlar gibi iyi birisi olduğunu gördü.
Bu rahip de vefat etmek üzereyken, Mâhbe:
“ Efendim, biliyorsunuz, ben Hak Dini arıyorum. Hak Din yolunda olan insan
arıyorum. Beni sizin gibi birine göndermenizi rica ediyorum, dedi. O da:
- Rum (Bizans) diyarında Amûriye2 şehrinde bulunan Rahip Nikolas’ı bul, diye
tavsiye etti. Benden selâm söyle, şu mektubu da ona ver, dedi.
Mâhbe Rum (Bizans) Diyarına Gidiyor
Mâhbe, Rahip şihabeddin’in vefatından sonra 617 yılının Mart ayının sonlarında
Amuriye’ye gitti. Rahip Nikolas’ı bulup, getirdiği mektubu verdi. Nikolas mektubu
okurken gözyaşlarını tutamadı.
- Hoş geldin evladım. Bundan sonra bu kilise senin evindir. Sen bana Rahip
Şihabeddin’in emanetisin, dedi.
Mâhbe, Rahip Nikolas’ın hizmetine girdiğinde yirmi sekiz yaşındaydı. Ondan
Rumca ve Lâtince öğrendi. Rahip Nikolas’tan İncil (Ahd-i Cedid =Yeni Ahid)’i
okuduktan sonra, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat (Ahd-i Atik=Eski Ahid)’ı da
okutmasını ve bu din hakkında bildiklerini anlatmasını istedi. Rahip Nikolas da Tevrat
(Eski Ahid)’ı okuttuktan sonra dedi ki:
“- Tevrat (Eski Ahid) bozulmuş, insanlar kendi uydurdukları pek çok şeyi bu
kitaba katmışlardır. Artık Yahudilik (Mûsevîlik) dini Yüce Allah tarafından ortadan
kaldırılmıştır. Çünkü Hz. İsa yeni bir din ile gönderilmiştir. Ne yazık ki İncil’in aslı da
korunamamıştır. Hz. İsa’dan 325 yıl sonra yeryüzünde binden fazla birbirine
benzemeyen İnciller ortaya çıkmıştır. Doğu Roma (Bizans) İmparatorunun emriyle İznik
de bir konsül toplanmış ve bu İnciller teker teker incelenerek sayıları dörde indirilmiştir.
Matta, Luka, Markos ve Yuhanna İncilleri. Uzun tartışmalara rağmen bire
indirilememiştir. Diğerleri yakılarak imha edilmiştir. Fakat Bernaba İncil’i kaçırılarak
yakılmaktan kurtulmuştur. Bu İncil gizlidir.
Dünyanın gidişatına ve kiliselerimizin durumuna bakıyorum da Îsevîliğin
(Hristiyanlığın) de sonunun yaklaştığını düşünüyorum.”
2
(Amûriye) Amorium, Afyonkarahisar ilinin, Emirdağ ilçesinin merkezine 13 km uzaklıkta bir antik
kenttir. Arap/İslâm kaynaklarında "Ammûriye" ya da "Amûriye" şeklinde geçer. Amorium höyüğünün
yamacında bugün Hisarköy bulunmaktadır. İslâm tarihi bakımından kentin önemi: Mâhbe (Sahabe
Selmân-ı Fârisî), Amorium'da bulunan kilisede çalışmıştır. Dönemin Arap kaynakları Amorium'un
Anadolu'nun en büyük kenti olduğunu yazar.
11
Mâhbe, İncil (Yeni Ahid)’i ve Tevrat (Eski Ahid)’ı okuduktan sonra Lâtince ve
İbranice yazılmış başka kitaplar da okudu.
Mâhbe, Rahip Nikolas’ın yanında üç yıl kaldı. O da çok yaşlanmıştı. Belki de
vefatı yaklaşmıştır diyerek, ona da kendisini başka birine göndermesini rica etti.
Rahip Nikolas dedi ki:
- Vallahi şimdi seni gönderebileceğim imanı sağlam bir kimse bilmiyorum. Fakat
âhir zaman Peygamberinin gelmesi çok yaklaşmış, gölgesi üzerimize düşmüştür!
Sanıyorum ki O, Hz. İbrahim aleyhisselam'ın Hanif diniyle gönderilecek. Araplar
arasından çıkacak. Doğup büyüdüğü şehirden hicret edecek. İki siyah dağ arasında,
hurması bol olan bir şehre yerleşecek. O Resûlüllah (s.a.v.)’ın gizli olmayan
peygamberlik alâmetleri şunlardır: Hediyeyi kabul eder, fakat sadakayı kabul etmez. İki
omzu arasında nübüvvet mührü vardır. Kitab-ı Mukaddes'in İşaya kitabında
peygamberlik alameti olan nübüvvet mührü haber verilmiştir. Markos’un İbranice ve
Süryanice tefsirlerinde de gelecek peygamberin iki kürek kemikleri arasında
peygamberlik mührü olacağı yazılıdır. Senin aradığın Hak Din, işte o Hak Peygamberin
dini olacaktır.
Mâhbe Rahip Nikolas’ın söylediklerini beynine, saydığı alâmetleri de kalbine
yazdı. Rahip Nikolas da vefat edince, onun tavsiyesi üzerine, Mâhbe, Arap diyarına
gitmeye hazırlandı. Amuriye'de çalışıp, birkaç öküz ve koyun sahibi olmuştu. Arabistan’a
gidecek bir kervan araştırmaya başladı. Nihayet Arapların Benî Kelb Kabîlesi'nden bir
kafilenin Arabistan’a gitmek üzere hazırlandığını duydu. Hemen gidip onları buldu.
Onlara dedi ki:
- Bu sığırlar ve koyunlar sizin olsun, beni Arabistan'a götürün. Onlar da:
- Biz bu sığırları ve koyunları ne yapalım? Yanımızda götüremeyiz ki! Git onları
sat, parasını getir, biz de seni Arabistan'a götürelim, dediler.
Mâhbe sığırlarını ve koyunlarını hayvan pazarına götürüp sattı. Parasını kervancı
başına verdi. Onlar da kabul edip Mâhbe’yi yanlarına aldılar.
Mâhbe Arabistan Yolunda
Çok uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra 620 yılının şubat ayının başında
Vâdi'l-kurâ 3 denilen yere geldiler. Burası hurma bahçeleri olan, güzel bir yerdi.
Kervan burada birkaç gün konakladı. Bu sırada kervancı başı hainlik yapıp,
"köledir" diyerek Mâhbe’yi bir Yahudi’ye sattı.
Mâhbe; “ben köle değilim” dediyse de dinleyen olmadı. Ne bağırıp çağırması, ne
de çırpınıp çabalaması fayda verdi. Birkaç kişi birden üzerine çullanıp ellerini ve
ayaklarını bağlayıp, lâle denilen kölelik tasmasını boynuna geçirdiler. Çaresiz kaderine
3
Vâdi'l-kurâ; Hz. Salih Peygamberin kavmi Semud’un yurtları olup, Hicaz ile Şam arasındaki
bölgededir. Medine'ye yedi gecelik mesafededir. Hz. Muhammed (s.a.v.), hicretin 9. yılında Tebük’e
giderken, oraya uğramıştı.
12
boyun eğdi.
Efendisi Yahudi İsak onu alıp, bir hurma bahçesine götürdü. Orada kendisi
gibi pek çok köle vardı. Öfkeli ve duygusuz bir şekilde yüksek sesle:
- Bana bak, uslu dur. Burada arkadaşlarınla beraber adam gibi çalışırsan sana
ekmek ve su veririm. Huysuzluk yaparsan hem aç bırakır, hem de işkence yaparım,
diye bağırdı.
Aradan aylar geçti. Hurma bahçesinde çalışıyordu. Efendisi Yahudi İsak onu o
kadar çok çalıştırıyordu ki yorgunluktan pestili çıkıyordu. Doğru dürüst uyumasına ve
dinlenmesine fırsat vermiyordu. Mâhbe bu güne kadar ömrü hayatında böyle sıkıntı
çekmemişti.
Fakat yine de Mâhbe’nin içinde bir ümit ışığı vardı. O ışık onun ruhunu
aydınlatıyor ve ona yaşama gücü veriyordu. Vadi'l-kurâ'daki hurma ağaçlarını
görünce:
“Acaba burası Amûriye'deki efendimin bana tarif ettiği, ahir zaman
peygamberinin göçeceği yer mi ola?” diye ümitleniyordu. Kendi kendine; “Mâhbe,
bekle ve gör!” diyordu.
Derken bir gün, Kurayza oğulları Yahudilerinden olan İsak’ın amcasının oğlu
Osman bin Eşhel, Yesrib (Medine)'den geldi. On beş gün kadar burada kaldı. Zaman
zaman Mâhbe ile konuştu. Ona kim olduğunu ve nereden geldiğini sordu. Mâhbe
kısa kısa cevaplar verdi. Duygularını ve niyetini sır olarak kendisine sakladı. (Osman
b. Eşhel), Mâhbe’nin hâl ve davranışlarını çok beğenmişti. Onu satın almak istedi.
Fakat İsak; “Satmam, o benim en iyi kölem.” diyerek vermedi. Osman b. Eşhel onu
almayı kafasına koymuştu. “Bu köleyi kaça almışsan iki mislini veririm.” deyince,
parayı çok seven İsak; “Bir köle senden kıymetli mi? Verdim gitti.” dedi; böylece
pazarlık bitti.
Mâhbe Yesrib (Medine)'de
622 yılının Nisan ayıydı. Osman b. Eşhel, Mâhbe’yi satın alıp Yesrib
(Medine)'ye götürdü.
Mâhbe, otuz beş yaşındaydı. Yesrib (Medine)'yi görür görmez, Amûriye'deki
rahibin tarif ettiği ahir zaman peygamberinin hicret yurdunun burası olduğunu
tahmin etti.
Artık Yesrib (Medine)'de Osman b. Eşhel’in hurma bahçelerinde çalışıyordu.
Osman b. Eşhel de İsak’tan merhametli değildi. Mâhbe’yi gece gündüz demeden
insafsızca çalıştırıyordu.
Oysa, Resûlüllah Muhammed (s.a.v.) peygamber olarak gönderilmiş,
Mekke'de on üç yıl kalmıştı.
Fakat Mâhbe, köleliğin getirdiği eziyet ve sıkıntı içinde bulunduğundan,
çevresinde olan bitenlerden haberi olmuyordu. Resûlüllah Muhammed (s.a.v.)
13
hakkında hiçbir şey işitmemişti.
Sonra da Resûlüllah (s.a.v.) Yesrib (Medine)'ye hicret etmişti.
Mâhbe onu da duymamıştı.
*
Müslümanların Medine'ye Hicretleri
Mekke'li müşrikler, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i peygamberlik görevinden vaz
geçirmek ve Müslümanları dinlerinden döndürmek için, birbirlerini kışkırtarak
yaptıkları işkenceleri şiddetlendirdiler. Müslümanlar, bu işkencelere dayanamayacak
hâle geldiler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e :
- Ya Resûlâllah ! Artık bıçak kemiğe dayandı. Mekke'de oturacak gücümüz
kalmadı. Eğer izniniz olursa bizim için güvenli olacak bir yere hicret edelim, diyerek
durumlarını arz ettiler.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) :
- Sizin hicret edeceğiniz yurt bana gösterildi. Orası sizin de bildiğiniz yakın bir
beldedir. şam'a giderken, ticaret kervanınızın yolu üzerindedir. Orası, Yesrib
(Medine)'dir. Gitmek isteyen, oraya gitsin! Yüce Allah, onları sizin için kardeş ve
Medine'yi de, emniyet ve huzur bulacağınız bir yurt kıldı! buyurdu.
Bunun üzerine Müslümanlar, müşriklere sezdirmeden, birbirleriyle
yardımlaşarak çarçabuk hazırlandılar ve peş peşe Medine'ye hicret etmeye başladılar.
Kimi yaya, kimi binitli olarak yollara düştüler.
Hz. Ali diyor ki:
“ Ömer İbni Hattab dışında bütün muhacirler gizlice hicret ettiler. O, hicret
edeceği zaman kılıcını kuşandı, yayını omzuna astı, mızrağını eline aldı ve Kâbe'ye
vardı.
Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, Kâbe'nin avlusunda toplanmışlardı. Ömer
İbni Hattab; Kâbe'yi tavaf ettikten sonra, onların yanına gidip tepelerine dikildi:
“Ben yarın Yesrib’e hicret edeceğim. Anasını ağlatmak, çocuğunu yetim,
karısını dul bırakmak isteyen varsa, şu vadiye gelip benimle karşılaşsın!” dedi. Hiç
kimse, ardına düşüp onu takip edemedi.
*
Yesrib kelimesi, hoş olmayan yer, fesat yahut kınama anlamına geliyordu.
Resulüllah (s.a.v.):
“ İnsanların Yesrib dedikleri yere benim hicret emrim çıktı. Ancak orası Yesrib
değil; Tâbe'dir, ya da Taybe’dir. Yani orası hoştur ve güzeldir.”
14
buyurarak, Yesrib’in ismini daha Mekke'den hareket etmeden değiştirmiş;
Medîne koymuştu. Medîne; medenî (uygar) insanların yaşadığı şehir, kalesi
bulunan şehir ve itaat edilen yer anlamlarına gelir. Resulüllah (s.a.v.) Medine’ye;
"Medinet’ül Münevvere" (Aydınlanmış, nurlu şehir) demişti.
*
Hz. Muhammed Medine’de Bekleniyor
Medine o gün görülmeye değerdi. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in geleceğini
öğrenen Müslümanlar, kadın erkek çoluk çocuk yollara dökülmüşlerdi. Müslümanların
coşkulu sevincini gören müşrikler ve Yahudiler de onu görebilmek için sokaklara
çıkmışlardı.
622 yılının nisan ayında, Müslümanların hepsi Medine'ye göç ettikten sonra,
bir gece, Hz. Muhammed de arkadaşı ve can yoldaşı Hz. Ebu Bekir'le beraber yola
çıktı. Müşriklerin amansız takiplerinden, Allah'ın yardımıyla kurtularak on dört gün
süren çileli ve sıkıntılı bir yolculuktan sonra, Medine'ye vardılar.
Medineli Müslümanlar, Rebiulevvel ayının başında Hz. Muhammed’in
Mekke’den yola çıktığını duymuşlardı. Merak ve heyecan içinde bekleşiyorlardı.
Rebiulevvel ayının on ikinci günü (622 yılının 23 Eylül Cuma günü) Hz. Muhammed’in
Kuba Köyü’ne geldiği, burada birkaç gün dinleneceği ve bir mescit (cami) yapacağı
haberi Medine’ye ulaştığında Müslümanlar sevinç ve mutluluktan uçuyorlardı. Kuba
Köyü’nden Medine’ye yaya olarak bir saatte gidilebilirdi.
*
Medine’nin dışında Seniyyet'ül-Veda’ dedikleri bir tepe vardı. Gelen hatırlı
yolcular burada beklenip karşılanır, giden yolcular da buradan uğurlanırdı.
Belki bugün gelir ümidiyle Medine halkı Seniyyet'ül-Veda’ tepesinde
toplanmışlar; üç dört gündür yolunu gözlüyorlardı.
Çocuklar, “Resûlüllah geliyor, Resûlüllah geliyor!” diye sevinç çığlıkları atarak
koşuşuyorlardı. Kız çocukları, Peygamber Efendimizi öven ve ona hoş geldin diyen
şiirler, şarkılar söylüyorlardı. Rabbimizin, saf ve temiz gönüllerine ilhamıyla
çocukların doğaçlama olarak söylediği ve o günden beri unutulmayan bu güzel
şiirlerden (ilâhîlerden) biri şöyleydi:
“ Talâal bedru aleyna...
Min Seniyyet'ül-Veda’ ...”
“Allah'a şükür ki, Allah'a çağıran birisi, Seniyyet'ül-Veda' Tepesinden üzerimize
ay gibi doğmuştur.
Ey aramıza gönderilmiş olan Elçi! Siz, itaat olunacak bir din getirdiniz.
Gelişinizle Medine'yi şereflendirdiniz. Ey hayra çağıran dâvetçi! Hoş geldiniz!
15
Ey Sevgili Muhammed! Ey iki kıble'nin imamı! Gelişinizle Medine'yi
şereflendirdiniz. Ey hayra çağıran davetçi! Hoş geldiniz!
Ey evliyanın imamı! Ey peygamberlerin sonuncusu! Ey Tâhâ! Siz, bize rahmet
olarak, hem ışık, hem ışıktan sonra kurtarıcı olarak gönderildiniz.
Ey Sevgili Muhammed! Ey Harameyn'in Önderi! Ey gayret edenlerin en
hayırlısı! Gelişinizle Medine'yi aydınlattınız.
Ey Kasım'ın babası! Ey daima hayra çağıran davetçi!
Biz de size Allah'ın salât ve selâmını sunarız...”
*
Yesrib, Yesrib olalı böyle coşkulu ve sevinçli bir gün yaşamamıştı.
Sahibi bulunduğu hisarın tepesinden yolu gözleyen Yesrib (Medine)'li bir
Yahudi Resûlüllah (s.a.v.) ile beraberinde gelenleri gördü ve yüksek sesle
haykırmaya başladı:
- Ey Yesrib ahalisi ! Ey Evs Kabilesi! Ey Hazrec Kabilesi! Beklediğiniz adam
geliyor!
*
Mâhbe’nin En Heyecanlı Günü
Mâhbe, o gün, hurma ağacının tepesinde çalışıyordu. Efendisi de ağacın
altında oturuyordu.
O sırada, efendisinin bir arkadaşı gelip başına dikildi ve:
- Ey Osman b. Eşhel! Allah, Kayle oğullarının (Evs ve Hazrec kabilelerinin)
belâlarını versin!
Vallahi, onlar Mekke'den yanlarına gelen, peygamber dedikleri bir adamın
başına Kuba4 Köyünde toplanmış bulunuyorlar! dedi.
Bunu işitir işitmez Mâhbe öyle heyecanlandı ki titremeye başladı; neredeyse
aşağıdaki adamların üzerine düşecekti. Yukardan:
- Ne dedin? Ne dedin?' diyerek hemen hurma ağacından indi.
Osman b. Eşhel kızdı, Mâhbe’ye şiddetli bir tokat attı ve:
- Bu senin neyine gerek, seni ne ilgilendirir? Sen işinin başına dön! dedi.
Mâhbe de:
4
Kuba aslında bir kuyunun adıdır. Köy onun adıyla anılır. Yesrib’e 4 km uzaklıktadır.
16
- Birşey yok! Ancak onun ne dediğini anlamak istedim, dedi ve tekrar ağaca
tırmandı. Akşama kadar işine gücüne devam etti.
Akşam olunca, yanına biriktirdiği yiyecekleri alıp Kuba köyünün yolunu tuttu.
Resûlüllah Aleyhisselam’ın yanına gitti. Kendisine selâm verip:
- Sizin salih bir zât olduğunuzu işittim. Gurbettesiniz. Yanınızda da, muhtaç,
kimsesiz sahabileriniz varmış! şu şeyleri, sadaka olarak vermek üzere, yanımda
getirdim. Buna, sizi başkalarından daha lâyık gördüm! diyerek, yiyecekleri Resûlüllah
(s.a.v.)’a uzattı.
Resûlüllah Aleyhisselam, ashabına:
- Alınız, yiyiniz! Allah’ın adını anarak yiyiniz, buyurdu, elini çekti ve ondan hiç
yemedi.
Mâhbe kendi kendine:
“Bu, bir! Sadaka kabul etmiyor.’’ dedi.
Sonra, Resûlüllah (s.a.v.)’ın yanından ayrılıp evine döndü.
*
Resulüllah (s.a.v.)’ın Yesrib İçin Dua Etmesi
Hz. Ayşe Annemiz Medine’nin nasıl Medine olduğunu bize şöyle anlatıyor:
Biz Yesrib’e (Medine'ye) geldiğimizde orası Allah'ın en sıtmalı yeriydi. Buthan
vadisinden, acı ve pis bir su akardı. Çevresi bataklıktı, sivrisinekten geçilmezdi.
Resulüllah (s.a.v.)’ın dışında herkes hastalandı. Yüce Allah, Sevgili
peygamberini bu hastalıktan korudu.
Ashap, namazlarını ayakta kılamaz hâle geldi. Oturarak kılmaya başladılar.
Babam Ebu Bekir ile azatlıları Âmir bin Füheyre ile Bilâl bir evde beraber
kalıyorlardı ve hummaya (ateşli bir hastalık) tutulmuşlardı.
Onları ziyaret için Resulüllah (s.a.v.)’tan izin istedim. Bu olay, bize
(Resulüllah’ın eşlerine) perde arkasına çekilme emrinden önceydi. İzin verilince
yanlarına gittim.
Kendilerinde, Allah'tan başkasının bilemeyeceği bir hastalık elemi vardı .
Babam Ebu Bekir'e:
- Babacığım! Kendini nasıl buluyorsun? diye sordum.
- Her kişi ailesi içinde sabahlarken, ölüm ona ayakkabısının bağından daha
yakındır… anlamında bir beyit okudu.
17
‘Vallahi, babam ne dediğini bilmiyor!’ diye düşündüm.
Sonra, Âmir bin Füheyre'nin yanına yaklaştım, ona:
- Ey Âmir! Kendini nasıl hissediyorsun? diye sordum. Bana:
- Muhakkak ki, ölümü daha onu tatmadan önce buldum.
Korkak kişinin ölümü, kendisinin tepesindedir. Her kişi, gücü nispetinde çalışıp
çabalar… anlamında beyitler okudu.
‘Vallahi, Âmir de ne söylediğini bilmiyor!’ diye düşündüm..
Bilâl'in yanına vardım. Onu da, sıtma nöbeti tutmuş hâlde, odanın kapısının
önüne serilip yatmış vaziyette buldum. Ona:
- Nasılsın? diye sordum. Bir süre inledikten sonra güzel ve alçak bir sesle:
- “Bilmem ki, acaba bir gece daha Mekke'nin Fah vadisinde, Izhır ve kokulu
Celil otları içinde geceler miyim?
Acaba bir gün olup da Mecenne sularının başına bir daha varır mıyım?
Acaba Mekke'nin şâme ve Tefîl dağları, bana bir daha görünür mü? ”
anlamında bir şiir söyledi ve:
“Allah'ım! şeybe bin Rebia, Utbe bin Rebia, Ümeyye bin Halef’in bizi
yurdumuzdan çıkarıp veba yurduna gelmeye mecbur ettikleri gibi, Sen de onlara
lânet et! (Onları rahmetinden uzaklaştır!)” diyerek ilendi.
Hepsine :
- Geçmiş olsun. Allah tez zamanda şifa versin! deyip, Resulüllah (s.a.v.)’ın
yanına geldim. Gördüklerimi anlattım.
- Onlar, hummanın şiddetinden, sayıklıyorlar! Akılları başlarında değil! dedim.
Bunun üzerine, Resulüllah (s.a.v.) gözlerini semaya dikti ve:
- Yesrib’in adını, “Medine” olarak değiştiriyorum, dedikten sonra:
- “Allah'ım! Bize Medine'yi sevdir! Mekke'yi sevdirdiğinden daha fazla sevdir!
Allah'ım! Bizim için Medine'yi sağlığa elverişli kıl!
Allah'ım! Medine'ye bereket ihsan et !...
Allahım! Ekinimizi bereketlendir.
Allah'ım! Mekke'ye verdiğin bereketin iki katını Medine'ye ver!” diyerek dua
18
etti.5
*
Medine’de, Evs ve Hazreç adındaki iki Arap kabilesinin yanında Yahudi olan
Kaynuka, Kurayza ve Nadir kabileleri yaşamaktaydı. Bu iki Arap kabilesi, Yahudilerin
kışkırtmaları nedeniyle yüz yıldan beri birbirleriyle savaşıyorlardı.
İslâmiyet’in Medine’yi nurlandırmasıyla bütün anlaşmazlıklar son buldu. Evs ve
Hazrec kabileleri Müslüman oldu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Yahudilerle
vatandaşlık antlaşması yaptı. Medine huzur ve güzellikler şehri oldu. Son peygamber
Hz. Muhammed (s.a.v), insanlığın hayır ve yararına olan bir toplum oluşturmak için
çalıştı ve bunda muvaffak oldu. Nitekim, Onun sağlığında Müslümanların egemenliği
altına giren Hayber Yahudileri, gördükleri adalet ve hakkaniyet karşısında:
“Herhâlde cennet, Müslümanların eliyle yeryüzünde kuruldu. Yer ve gök, bu
adaletle ayakta duruyor.” demekten kendilerini alamamışlardı.
Medine, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in duası bereketiyle, o kadar huzurlu
bir şehir hâline geldi ki hem orada yaşayanlar dirlik ve düzene, gönül rahatlığına
kavuştular; hem gelip geçen ziyaretçiler gerçekten mutluluğu tattılar. Böylece
Medine'ye hicret, medeniyete hicret oldu.
Ashaptan Ebu Hureyre derki:
“Medineli Müslümanlar, ilk çıkan turfanda meyveyi gördüler mi, onu
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e getirirler; Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de onu
alınca:
“Allah'ım! şüphe yok ki, İbrahim (Aleyhisselam), Senin kulun, halîlin ve
peygamberindi. Ben de Senin kulun ve peygamberinim!
O sana Mekke için dua etmişti. Ben de, Sana Medine için dua ediyor; onun
Mekke için yaptığı duasında Senden dilediğini, bir kat daha fazlasıyla Medine için
Senden diliyorum!” diye dua eder; sonra da, o turfanda meyveyi, orada bulunan
çocuklardan en küçüğünü çağırarak ona verirdi.
*
Mâhbe Tekrar Resûlüllah (s.a.v.)‘ın Huzurunda
Resûlüllah (s.a.v.) Yesrib (Medine)'in içine geldikten birkaç gün sonra Mâhbe
Resûlüllah (s.a.v.)’in yanına varıp:
- Sizin sadakadan yemediğinizi gördüm. Bu hurmalar size ikram olmak üzere
hazırladığım hediyemdir! dedi.
5 Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 225. ; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 3/123-127.
19
Resûlüllah Aleyhisselam, hemen ondan yedi ve ashabına da Allah’ın adıyla
yiyiniz, dedi. Onlar da kendisiyle birlikte yediler.
Bunun üzerine, Mâhbe kendi kendine:
“Bu, iki!” dedi.
Götürdüğü hurma aşağı-yukarı yirmi beş tane idi. Hâlbuki yenen hurma
çekirdekleri çok fazlaydı. Hz. Peygamber’in mucizesi ile hurma artmıştı. İçinden: “ Bir
alâmet daha gördüm.’’ diye geçirdi.
*
Mâhbe, Selmân İbnü’l-İslâm Oluyor
Bundan sonra bir gün Mâhbe, efendisinden izin alarak hurma bahçesinden
ayrıldı. Amacı Resûlüllah (s.a.v.)‘ı bulmak ve onunla tekrar görüşmekti. Sordu
soruşturdu, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Bakiyyü'l-Garkad (Baki Mezarlığı)'da
bulunduğunu öğrendi. Oraya gitti. Cenaze gömülürken Resûlüllah (s.a.v.), ashabı
arasında oturuyordu. Üzerinde, her tarafını bürüyen iki ihram vardı. Yanına vardı.
Kendisine selam verdi. Sonra da, Amûriye'deki efendisinin ona tarif ettiği
peygamberlik mührünü görebilir miyim diye sırtına bakmak için, arka tarafına geçti.
Resûlüllah (s.a.v.), onun niyetini anlayarak arkasından ridasını sıyırdı. Mâhbe,
Peygamberlik mührünü görünce üzerine kapandı. Öptü ve ağlamaya başladı. Bir
yandan da kelime-i şehâdeti söylüyordu.
Resûlüllah (s.a.v.), 'Bu tarafa dön!' buyurdu.
Mâhbe gelip önlerinde diz çöküp oturdu.
Cenaze gömülüp dua edildikten sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ona kim
olduğunu, nereden geldiğini sordu. O da başından geçen olayları bir bir anlattı.
Resûlüllah (s.a.v.) anlattıklarını can kulağıyla ve merakla dinledi. Hâline şaşırdı.
Mâhbe’nin Müslüman oluşu ve hayat hikâyesini ashabının da işitmiş olmaları,
Resûlüllah Aleyhisselam’ın pek hoşuna gitmişti.
Mezarlıktan ayrıldıktan sonra Mâhbe’nin yanına gelen sahabelerden biri ona
adını ve nereli olduğunu sordu.
Mâhbe:
- Adımı Müslüman olduktan sonra Selmân İbnü’l-İslâm (İslâm’ın oğlu Selmân)
olarak değiştirdim. Bundan sonra bana Selmân İbnü’l-İslâm deyin. İran’da doğdum;
ama artık buralıyım, dedi.
O günden sonra onu Selmân İbnü’l-İslâm ve Selmân-ı Fârisî diye çağırdılar.
Günler geçtikçe Selmân-ı Fârisî’yi ashab-ı kiram daha iyi tanıdı ve sevdi. Muhammed
(s.a.v.)’in de zaman zaman onu övdüğünü duyan sahabeler Selmân-ı Fârisî’ye
20
birbirinden güzel lâkaplar verdiler. Müslüman olduktan sonra yaptığı işler dolayısıyla
tarihler adını Selmân-ı Fârisî, Selmân el-Hayr, Selmân İbnü’l-İslâm, Selmân-ı Pâk ve
Selmân el-Hakîm diye de anmışlardır.
*
Selmân İbnü’l-İslâm Müslüman Olduğunu Efendisine Anlatıyor
Selmân İbnü’l-İslâm, evine dönerken çok heyecanlı ve sevinçliydi. Hayatında
hiç bu kadar mutlu olmamıştı. Efendisiyle karşılaşınca ona ne diyeceğini düşündü.
Gerçi Müslümanlarla Yahudiler Medine’de dostça ve barış içinde yaşıyorlardı. Fakat
Yahudiler, Müslümanları pek sevmezlerdi. Efendisi ne derse desin, o gerçeği
söylemeye karar verdi.
Efendisinin yanına gitti ve ona:
- Efendim, size bir şey söylemek istiyorum. Başkalarından duymayın, benden
duyun.
Efendisi meraklandı:
- Neymiş o? Hadi söyle.
- Ben bugün Resûlüllah (s.a.v.)’ın yanına gittim. Onun sırtındaki peygamberlik
mührünü gördüm ve ona iman ettim, Müslüman oldum. Adımı da değiştirdim; Selmân
İbnü’l-İslâm koydum. Fakat siz bana bundan sonra kısaca Selmân diyebilirsiniz.
- Nerden uyduruyorsun bu peygamberlik mührünü falan.
- Uydurmuyorum efendim. Ben Kitab-ı Mukaddeste okudum. Vaktiyle
kendilerinden ders aldığım rahipler de söylemişlerdi. Onlar da bunu biliyorlardı.
Selmân’ın bilgili ve kültürlü bir insan olduğunu bilen efendisi, onunla bir
tartışmaya girmeye cesaret edemedi. Hemen olayın üstünü kapatmak için:
- Eh ne yaparsan yap. Fakat sakın onun yanına gitmek için, işini gücünü
aksatma. Benden habersiz ve izinsiz hiçbir yere ayrılmayacaksın. Anlaşıldı mı?
- Anlaşıldı efendim.
- Bundan sonra gözüm üzerinde. Hareketlerine dikkat et.
- Baş üstüne efendim.
*
Efendisi Selman’ın başını hiç boş bırakmıyordu. Sürekli ona iş veriyor, meşgul
ediyordu. Selmân-ı Fârisî ancak gece yarısından sonra efendisinin baskısından
kurtulabiliyordu. Çok arzu etmesine rağmen ne Resûlüllah (s.a.v.)‘ın ne bir
Müslümanın yanına gidebiliyordu. Bedenen çektiği eziyetler bir yana, ruhu da bir
cenderede gibiydi. Bu sıkıntıdan kurtulabilmenin ilacının ne olduğunu biliyordu:
21
Resûlüllah (s.a.v.)’ın yanında olabilmek. Fakat günler aylar geçiyor Selmân-ı Fârisî,
Resûlüllah (s.a.v.)’ın yanına gidemiyordu. Resûlüllah (s.a.v.)’ın aşkı ve özlemiyle
yanıp tutuşuyordu. Geceleri sabahlara kadar; “Bütün kapıları açan Yüce Allah’ım.
Bana da Resûlüllah (s.a.v.)’ın kapısını aç!” diye dua ediyordu.
Selmân-ı Fârisî’nin Efendisine Verdiği Ders
Bir gün efendisiyle konuşmaya karar verdi. Efendisinin neşeli ve mutlu bir
zamanını gözledi. Öyle bir anını yakalayınca da:
- Efendim, benden ve işimden memnun musunuz? diye sordu.
- Memnunum.
- Beğenmediğiniz, hoşunuza gitmeyen bir hâlim var mı?
- Yok.
- Efendim, siz akıllı, merhametli ve hoşgörülü bir insansınız. Aynı zamanda
dininize bağlı ve inançlısınız. Tevrat’ı da okumuşsunuz.
- Evet.
- Af buyurun, haddim olmayarak size bir şey hatırlatabilir miyim?
Efendisi merak etti.
- Söyle, ne hatırlatacaksın.
- Tevrat’ı ben de okudum. Orada: “Efendisi kölesine karşı merhametli olmalıdır.
Köle altı gün çalıştırılıp bir gün dinlendirilmelidir. “ yazıyor. Hz. Musa’nın şeriatında
kölelere insanca davranılması; onlara eziyet ve işkence yapılmaması buyruluyor.
- Sen ne demek istiyorsun?
- Saygı değer efendim. Hatırladığıma göre Şabat6 (Cumartesi) günü kutsaldır.
Öyle değil mi?
- Evet, öyledir, diyerek Tevrat’tan bir emir okumaya başladı:
“ Tanrın Rab'bin buyruğu uyarınca Şabat Günü'nü tut ve kutsal say. Altı gün
çalışacak, bütün işlerini yapacaksın. Ama yedinci gün bana, Tanrın Rab'be Şabat
Günü olarak adanmıştır.”
Burada durup sustu. Selman bir süre bekledi. Efendisi emrin devamını
okumayınca o okumaya devam etti:
- “O gün sen, oğlun, kızın, erkek ve kadın kölen, öküzün, eşeğin ya da
herhangi bir hayvanın, aranızdaki yabancılar dâhil, hiçbir iş yapmayacaksınız. Öyle ki,
6
İbranice Şabat; Arapça Sebt; Cumartesi günü demektir.
22
senin gibi erkek ve kadın kölelerin de dinlensinler.
Mısır'da köle olduğunu ve Tanrın Rab'bin seni oradan güçlü ve kudretli eliyle
çıkardığını anımsayacaksın. Tanrın Rab bu yüzden Şabat Günü'nü tutmanı buyurdu.”
Derin bir sessizlik oldu. Efendisi, Selman’ın Tevrat’tan bir emri ezbere
okumasını hem hayretle karşıladı; hem de kendisine verilen edepli bir ders olarak
algıladı.
Selmân-ı Fârisî sözlerine şöyle devam etti:
- Saygı değer efendim, sizden ricam şudur: Kutsal Şabat (Cumartesi) günü
beni serbest bıraksanız da istediğim yere gidebilsem.
- Anlaşıldı. Bundan sonra Kutsal Şabat (Cumartesi) günleri izinlisin, dilediğin
yere gidebilirsin.
- Teşekkür ederim efendim.
Selmân-ı Fârisî artık Cumartesi günleri özgürdü. Cumartesi günü sabah
namazından başlayarak beş vakit Mescid-i Nebi’ye gidiyor; Resûlüllah (s.a.v.)’ın
arkasında namaz kılıyor; onu dinliyor ve bütün gün onun peşinden ayrılmıyordu.
Günler, aylar, yıllar su gibi akıp geçti.
*
Selman-ı Fârisî’nin Kölelikten Kurtarılışı
Selmân-ı Fârisî Hicretin 5. yılına kadar, yakasını kölelikten kurtaramadı.
Bir gün, Resûlüllah Aleyhisselam, Selman-ı Fârisî’ye:
- Ey Selman! Kendini kölelikten kurtarmak için, efendinle kesişme yapsan a!
buyurdu.
Bunun üzerine Selmân-ı Fârisî efendisine giderek:
- Efendim, hürriyetime kavuşmam için sizinle bir anlaşma yapmak istiyorum.
- Senin kurtuluş bedelini ödeyecek paran var mı? Bu nasıl olacak?
- Param yok, fakat bulacağım. Siz ne istediğinizi söyleyin.
- Çukurlarını da kazmak şartıyla 300 hurma fidanı dikeceksin ve bu fidanların
hepsi tutmuş olacak. Tutmayanların yerine yenilerini dikeceksin. Ayrıca 40 ukiyye7
(1600 dirhem) de altın vereceksin. Ancak ondan sonra seni serbest bırakırım.
- Tamam efendim, antlaştık. Bu anlaşmayı yazalım mı?
7
Ukıyye: Eski bir ağırlık ölçüsü birimi. 40 ukiyye altın, 1190 gr. altın eder. Dirhem: Bir ağırlık ölçüsü ve
ayrıca gümüş para birimi. (Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 468)
23
- Yaz getir, ben mühürlerim.
Selmân-ı Fârisî anlaşmayı yazıp getirdi. Mühürlendikten sonra Selmân:
- Ben hemen şimdi işe başlıyorum; izninizle, diyerek oradan ayrıldı.
Selmân-ı Fârisî doğruca Resûlüllah (s.a.v.)’ın yanına gitti. Efendisiyle yaptığı
anlaşmayı aktardı.
Resûlüllah Aleyhisselam, ashabına:
- Kardeşinize yardım ediniz! buyurdu.
Bunun üzerine, ashabın kimi on fidan, kimi on beş fidan, kimi yirmi fidan;
kısaca, herkes yanlarındaki hurma fidanları oranında Selmân-ı Fârisî’ye yardımda
bulundular.
Sonunda Selmân için gerekli 300 hurma fidanı toplandı.
Resûlüllah Aleyhisselam, Selmân’a:
- Ey Selman! Git, şu fidanlar için çukurlar kaz! Çukurları kazıp bitirdiğin zaman
bana gel de, onları ben kendi elimle dikeyim! buyurdu.
Hurma fidanları için çukurlar kazmaya başladım. Arkadaşlarım da bana yardım
ettiler.
Çukurları kazıp bitirince, Resûlüllah Aleyhisselam’a gidip haber verdim.
Resûlüllah Aleyhisselam, hurma fidanı dikilecek yere benimle birlikte gitti.
Biz, dikilecek hurma fidanlarını onun yanına yanaştırıyorduk.
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; Resûlüllah tarafından
dikilen hurma fidanlarından bir tane bile tutmayan, kuruyan olmadı, hepsi tuttu.
Böylece, hurma ağacından olan borcumu ödemiş oldum.
Ancak, dikilen fidanlardan birisi tutmamıştı.
Resûlüllah Aleyhisselam:
- Kim dikti bunu? diye sordu.
- Ömer! dediler.
Resûlüllah Aleyhisselam onu söküp kendisi tekrar dikti, o da tuttu. Bu suretle
dikilen hurma fidanları yılında meyve vermeye başladı ve meyvesi yendi.
Selmân-ı Fârisî’nin üzerinde yalnızca altın borcu kalmıştı.
Resûlüllah Aleyhisselam bazı gazalarda, madenlerden vergi olarak alınan,
24
tavuk yumurtası kadar bir altın külçesi getirtmişti.
Bir gün Resûlüllah Aleyhisselam ashabına:
- Efendisiyle azadlanmayı kesişen Selman ne yaptı? diye sordu.
Ashab:
- Bilmiyoruz kendisini çağıralım, dediler. Selmân çağırıldı.
Resûlüllah Aleyhisselam, ona:
- Ey Selman! şunu al da, üzerindeki borcu öde! Buyurarak yumurta kadar bir
külçe altın verdi. Selmân-ı Fârisî:
- Yâ Rasûlallah! Üzerimde bulunan o kadar borca, bu kadarcık altın parçası
nereden, nasıl yetecek?! dedi.
Resûlüllah Aleyhisselam altın külçesini eline alıp diline sürdükten sonra:
- Al bunu! Yüce Allah, muhakkak, senin üzerindeki borcu bununla ödeyecektir!
buyurdu.
Bunun üzerine Selmân-ı Fârisî, onu aldı. Alacaklıya, ondan tartıp tartıp verdi.
Selman diyor ki: “Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; o
altın külçesinden 40 ukıyye (1600 dirhem) tartıp alacaklıya verdim!
Resûlüllah Aleyhisselam’ın bana yardım ettiği yumurta kadar altın eğer Uhud
dağıyla tartılmış olsaydı, muhakkak, ondan daha ağır gelirdi.“
Peygamberimiz Aleyhisselam’ın verdiği yumurta kadar altından, alacaklıya
verildiği kadar, Selman-ı Fârisî'nin yanında da kalmıştı.
Selman-ı Fârisî kölelikten yakasını kurtardıktan sonra Hendek savaşına hür
olarak katılmış, bundan sonra hiçbir savaşta Peygamberimiz Aleyhisselam’ın yanında
bulunma fırsatını kaçırmamıştır.8
*
Köle veya câriye bir bedel karşılığında hürriyetini elde edebilmek için
efendisiyle anlaşabilir. Bu anlaşma sözlü olabildiği gibi yazılı da olabilir. Yazılı
sözleşmeye Fıkıhta mükâtebe denilir.
Kölenin mükâtebeyle kararlaştırılan bedeli başkalarından sağlayacağı yardım
veya alacağı borçla ödemesi mümkün olmakla birlikte genellikle çalışıp kazanması
gerekir.
İlk mükâtebe sözleşmesi yapan köle Selmân-ı Fârisî olup o da bu sözleşmesini
8 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 443-444; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 4/368-369.
25
Hz. Peygamber’in tavsiyesi ve yardımıyla gerçekleştirmiştir. Kitâbet bedeli olan 300
hurma fidanını, Resûl-i Ekrem’in gözetiminde dikmiştir. Benî Bekr kabilesinin altın
madeninden Beytülmale zekât alınıyordu. Bu zekât gelirinden Resûlüllah (s.a.v.)
yumurta kadar bir altını kölelikten kurtulması için Selmân’a vermişti. O da borcunu
ödeyip kölelikten kurtulmuştu. Beytülmalden (Devlet hazinesinden) 40 ukıyye
ödenerek Selmân’ın âzat edilmesi sağlandı.9
*
Hürriyetine kavuştuktan sonra Ashabu’s-Suffe’ye katılan Selmân, Hz.
Peygamber’den hiç ayrılmadı. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), zâhid bir kişiliğe
sahip olan Selmân’ı çok severdi. Ayrıca Sahâbe-i kirâm efendilerimizin hepsi de onu
çok sevmişlerdi.
*
Suffe Okulu ve Suffe Ashabı
Hz. Peygamber (s.a.v.) yeni Müslüman olanların ve çocukların eğitimlerine
önem veriyordu. Bunun için Medine mescidinin bitişiğinde bir okul açtı ve
öğretmenler görevlendirdi. Çocuklara önce okuma yazma; daha sonra iman ve
ibadet esaslarının öğretimiyle birlikte Kur'an-ı Kerim öğretiliyordu. Burası camiye
bitişik bir sofa şeklindeydi. Onun için burada kalan öğrencilere Suffe Ashabı denildi.
Yoksul ve kimsesiz öğrencilerin beslenme ve barınma ihtiyaçları da burada
karşılanıyordu. Hz. Peygamber (s.a.v.), her akşam bu öğrencilerden bir kısmını kendi
evine götürür, sofrasında ağırlardı. Diğerlerini de varlıklı sahabelere dağıtırdı.
Suffa, kısa bir süre sonra, artık ihtiyacı karşılamaya yetmez hâle geldi.
Resulüllah, buradaki yığılmayı dağıtmak için diğer mahallelerde de okullar açtı.
Hicretten iki yıl sonra Medine'de, Dâr'ul-Kurrâ adında Kur'ânı Kerîm öğretimi için yeni
bir okul öğretime başladı. Kuba camiinde de bir okul vardı. Resulüllah buraya sık sık
gelir ve öğretimi denetlerdi. Resulüllah'ın sağlığında Mescid-i Nebî'den başka dokuz
küçük camii daha yapılmış ve ibadete açılmıştı. Bu camilerin hepsi de aynı zamanda
okul olarak hizmet vermekteydi.
Mescid-i Nebi’nin yanındaki Suffa, yüksek okul olarak öğretimini sürdürdü.
Burada yetişenler, İslâm dinini öğretmek ve yaymak için Arap Yarımadası'nın dört bir
yanına görevlendiriliyordu.
Hz. Ali ibni Ebu Talip, Hz. Zeyd ibni Harise, Hz. Ebu Zerr, Hz. Enes, Hz. Ebu
Hüreyre, Hz. Saad İbni Ebî Vakkas ile kardeşleri Hz. Âmir ve Hz. Umeyr, Suffa
Okulu’nun ilk, orta ve yüksek kısımlarında okudular. Yeri ve zamanı gelince de
Resulüllah (s.a.v.) tarafından Medine dışındaki köy, kasaba ve şehirlere öğretmen,
din görevlisi, vergi memuru, hâkim ve vali olarak gönderildiler.
Burada okuyan öğrenciler sadece Medineli ve Mekkeli değildi. Arabistan'ın en
uzak bölgelerinde yaşayan kabilelerden gelen insanlar olduğu gibi, yabancı
ülkelerden gelenler bile vardı. İranlı Selman (Selman-ı Farisî), Bizanslı Suheyb
9 Müsned, V, 443-444; İbn Hişâm, I-II, 218.
26
(Süheyb-i Rûmî), Habeşistanlı Bilâl (Bilâl-i Habeşî) gibi… Bu öğrencilerin sayısının
dört yüzü aştığı ve yabancı öğrencilerin sayısının seksene ulaştığı zamanlar oldu.
*
Eğitim Öğretimin Önemi
Hz. Muhammed'in deyişile, onun çağındaki Araplar:
"Ne okuyup yazabilen, ne de hesap yapabilen bir cahiller topluluğuydu."
Bir yetim olarak doğan, küçük yaşta annesini de kaybedip öksüz kalan,
dedesinin ve amcasının yanında büyüyen Hz. Muhammed, okuma yazma öğrenmeye
fırsat bulamamıştı. O, hiç okuma yazma bilmiyordu. Fakat Yüce Allah’ımız kendisine
ilk vahyettiği Alâk Suresi’nde şöyle buyurmuştur:
“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku!
İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin en büyük kerem
sahibidir.”
Yüce Rabbimiz daha sonra vahyettiği âyetlerinde :
“… (Resûlüm) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”10
“…Ve şöyle de! Ey Rabbim, ilmimi arttır!” 11
“…Eğer siz bilmiyorsanız, aranızdaki bilenlere sorunuz.” 12 buyrukları, her iki
dünyada da insanın mutluluğu ve iyiliği için; bilgili olması, ilmini arttırması, okuması
ve bilmediğini sorup öğrenmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Hicretten iki yıl önce Medine'den gelen bazı kimseler Mekke'de Resulüllah ile
görüştüklerinde Müslüman olmak istediklerini belirttiler. Fakat kısa bir süre sonra
memleketlerine döneceklerdi. İslâmiyet’i tam olarak öğrenebilmek için kendilerine
Kur'ân-ı Kerim’i öğretecek bir öğretmen verilmesini istediler. Resulüllah da ashaptan
Mus’ab bin Umeyr’i öğretmen olarak görevlendirdi ve Medine’ye gönderdi. Onu İslâm
Dini Öğretmeni olarak görevlendirip Medine'ye gönderirken:
- Ey Mus’ab! Medineli Müslümanlara Kur’an oku! İslâm dinini anlat. İslâmiyet’i
ve Kur’an okumasını öğret. İmamlık yap, namaz kıldır, buyurdular.
Suffada görevli öğretmenler tarafından çocuklara, gençlere hatta yaşlılara
okuma yazma ve Kur’an-ı Kerim öğretiliyordu. Peygamber Efendimiz şöyle
söylüyordu:
“Çin'de bile olsa ilmi arayınız, zira Müslüman olan herkes için ilim peşinde
koşmak bir vazifedir.”
10
Zümer Suresi, 9. Ayet.
11
Tâ Hâ Suresi, 114. Ayet.
12
Nahl Suresi, 43. Ayet.
27
“Yaşlılar genç öğretmenlerin önüne oturup ilim öğrenmekten utanmasınlar…”
Resulüllah, kızların ve kadınların eğitimine de özen gösterilmesini istiyordu.
Kendisi haftanın bir gününü tamamen kadınlara ayırıyor ve bu günde mescitte onlara
hitap ediyor ve onların sorularını cevaplandırıyordu. Hz. Muhammed’in eşi Hz. Ayşe
de bu çalışmalarda vazife alıyordu.
Hz. Muhammed’in şu sözü çok dikkat çekicidir:
"Kimin bir cariyesi varsa, ona öğretim, fakat iyi bir öğretim yaptırsın; ve ona
eğitim, fakat iyi bir eğitim göstersin ve sonra onun, hür bir kadın olarak
evlenebilmesi için azat etsin. Böyle yapan bir insan Allah tarafından iki katıyla
mükâfatlandırılacaktır."
Medine'de insanlara verilen öğretim ve eğitimin seviyesi her geçen gün
yükseliyordu. Bizzat Resulüllah burada dersler veriyor; Kur'ân-ı Kerim’i tefsir ediyor
(yorumluyor) ve açıklıyordu.
Resulüllah (s.a.v.) insanlara her zaman şöyle diyordu:
“Allah beni bir öğretmen olarak göndermiş bulunuyor. Benim görevim Allah’ın
buyruklarını size öğretmektir.”
Kur'an-ı Kerim’de Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ilâhî görevi açıklanırken, bunun
bir eğitim ve öğretim işinden ibaret olduğu belirtilmiştir.
Suffada ilköğretimden sonra, orta ve yüksek öğretim de verilmeye başlandı ve
zamanla Suffa;" İslâm Üniversitesi" oldu.
Burada eğitimlerini tamamlayanlar, öğretmen, vergi memuru, hâkim ve vali
olarak ihtiyaç duyulan yerlere gönderiliyordu.
Meselâ; Mu'âz ibni Cebel, Yemen bölgesine hem "hâkim" , hem "vergi
tahsildarı" hem de "Kuran ve din öğretmeni" olarak görevlendirilmişti.
Sahâbî kadınlar arasında da başta Hz. Ayşe olmak üzere yirmi kadar kadın
hukukçu ve yüzlerce öğretmen yetişmiştir.
Hz. Muhammed, herkesin okuma-yazma öğrenmesine o kadar önem veriyordu
ki… Resulüllah, Bedir savaşında esir alınan müşrik düşman askerleri, adam başına
4.000 dirhem (gümüş para) fidye (kurtulmalık ödenen para) öderlerse serbest
bırakılacaklarını söyledi. Esirler arasında okuma-yazması olanların Medineli on
Müslüman çocuğa okuma-yazma öğretmeleri hâlinde serbest bırakılacaklarını;
"Müslümanların müşrik öğretmenlerden ders almalarında bir sakınca
olmadığını…" duyurdu.
*
HENDEK SAVAŞI
28
Hendek (Ahzab) savaşı, (M.627) Hicretin 5. yılında, Şevval ile Zilkade arasında
vuku buldu.
Benî Nadîr Yahudileri yurtlarından sürülüp çıkarıldıkları zaman, onlardan bir
kısmı Şam'a, bir kısmı da Hayber'e gelip yerleşmişlerdi.
Hayber'de hazırlıklı, cesaretli, çok sayıda Yahudi cemaati bulunuyordu.
Yahudilerden 19 kişilik bir heyet; Mekke'ye giderek Kureyş müşriklerini ve onlara bağlı
bulunan kabileleri Peygamberimiz Aleyhisselâmla çarpışmaya davet ettiler:
"Onun işini bitirinceye kadar, biz de sizin yanınızda bulunacak, sizinle el birliği
ve iş birliği yapacağız!" dediler.
Ebu Süfyan, onlara:
"Siz bu işte azimli ve kararlı mısınız?" diye sordu.
Heyet:
"Evet! Muhammed'e düşmanlık ve onunla çarpışmak hususunda sizinle
antlaşma yapalım diye geldik!" dediler.
Ebu Süfyan:
"Öyle ise, hoş geldiniz, safa geldiniz! Muhammed'e düşmanlıkta yardımcı
olanlar, bizim katımızda insanların en sevgilisi ve makbulüdür!" dedi.
Heyetten bazıları, Ebu Süfyan'a:
"Kureyş'in her kabilesinden 50 kişi getir ve sen de içlerinde bulun!
Siz ve biz, Kâbe örtüsünün arasına girip göğüslerimizi Kabe'ye yapıştırarak;
birbirimizden ayrılmamak, birbirimizi bırakmamak üzere, hepimiz birden Allah'a ant
içelim. Bizlerden tek adam kalmayıncaya kadar, şu adam (Peygamberimiz
Aleyhisselâm kastediliyor) hakkında sözbirliği yapalım!" dediler.
Öyle yaptılar ve antlaştılar.
Kureyş müşrikleri, birbirlerine:
"Medine'nin reisleri, bilgi ve ilk kitap sahipleri, ayağınıza kadar gelmiş
bulunuyorlar.
'Biz mi, yoksa Muhammed mi; hangimiz daha doğru yolda?' Onlardan bir sorun
bakalım?" dediler.
"İyi olur!" diyerek bu tavsiyeyi benimsediler.
29
Bunun üzerine, Ebu Süfyan, onlara:
"Ey Yahudi cemaati! Sizler, kendilerine ilk semavî kitap inmiş, ilim sahibi bir
kavimsiniz!
Muhammed'le anlaşamadığımız meselede bizi aydınlatın: Bizim dinimiz mi,
yoksa onun dini mi daha hayırlı?
Biz, Beytullah'ı imar ve ona develer kurban ederiz. Hacca gelenlerin su
ihtiyaçlarını karşılarız! Putlara taparız! Buna göre, biz mi daha doğru yoldayız, yoksa
Muhammed mi daha doğru yolda?" diye sordu.
Heyet:
"Allah için söylenecekse, siz hakka ondan daha yakınsınız:
Çünkü siz şu Beytullah'a hürmet ve tazimde bulunuyorsunuz. Hacıların su
ihtiyaçlarını karşılıyorsunuz. Develerden kurbanlar kesiyorsunuz. Atalarınızın
tapageldikleri putlara tapıyorsunuz. Evet! Sizin dininiz onun dininden daha hayırlıdır
ve siz hakka ondan daha yakınsınız!" dediler.
Yahudi heyetinin bu sözleri Kureyş müşriklerini çok sevindirdi.
Yahudi heyeti Peygamberimiz Aleyhisselâm ile çarpışmaya davet ettiği zaman,
Kureyş müşrikleri bunu sevinerek benimsediler; bu yolda hemen derlenip
toparlandılar ve hazırlıklara giriştiler.
Kureyş müşriklerinin sorularına Yahudi heyetinin verdiği cevaplar üzerine inen
âyetlerde şöyle buyuruldu:
“Kendilerine Kitap'tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar cibte
(putlara) ve tâğuta inanıyorlar. İnkâr edenler için de, ‘Bunlar, iman edenlerden daha
doğru yoldadır.’ diyorlar.”ᅠ Nisa Suresi: 51
Tefsir
Uhud Savaşı’ndan sonra Medine Yahudilerinden bir grup Kâ‘b b. Eşref, Huyey
b. Ahtab gibi reislerinin peşine takılarak Mekke’ye gelmişler, Müslümanlara karşı
savaşmak üzere Mekke müşrikleriyle bir antlaşma yapmak istemişlerdi. Mekkeliler
bunların okuryazar ve Ehl-i kitap olduklarını göz önüne alarak kendi din ve
gelenekleriyle Hz. Peygamber’in getirdiği din ve yaptığı işler hakkında bilgi vermişler,
Yahudilerden bir değerlendirme yapmalarını istemişlerdi.
Yahudiler İslâm aleyhine, şirk lehine hüküm verdiler ve değerlendirme
yaptılar, şirkin İslâm’dan daha hayırlı olduğunu söylediler, hatta müşriklerin isteği
üzerine putlara (cibt) secde ettiler. Âyet-i kerîme –başkalarına da ibret olmak üzere–
bu çirkin, ahlâksız, ikiyüzlülüğe dayalı, kendi kutsal kitaplarına da aykırı (Çıkış, 20/3-
30
4) davranışı kınamak ve sahiplerinin hak ettikleri cezayı bildirmek için gönderildi.
(“bâtıl” diye çevirdiğimiz tâgut kelimesi hakkında bilgi için bk. Mâide 5/60)
“Onlar, Allah'ın lanet ettiği kimselerdir. Allah kime lanet ederse, artık ona asla
bir yardımcı bulamazsın.”ᅠ Nisa Suresi: 52
“Yoksa onların hükümranlıkta bir payı mı var? Öyle olsa, insanlara bir zerre bile
vermezler.”ᅠ Nisa Suresi: 53
“Yoksa insanları; Allah'ın lütfundan kendilerine verdiği şey dolayısıyla
kıskanıyorlar mı? Şüphesiz biz, İbrahim ailesine de kitap ve hikmet vermişizdir. Onlara
büyük bir hükümranlık da vermiştik.”ᅠ Nisa Suresi: 54
Tefsir
Yahudiler de Hz. Muhammed Mustafa gibi Hz. İbrâhim soyundan
gelmektedirler. Allah Teâlâ bu büyük Peygamber’in soyuna peygamberlik, saltanat
(yönetim yetkisi) ve hikmet (gerçeğin ve adaletin bilgisi) vermeyi vaad etmiş, bu
vaadini de yerine getirmiştir. Yahudiler (İsrâiloğulları) bu nimetlerin kadrini
bilememiş, nankörlük, bencillik ve cimrilik etmiş, bu davranışların cezasını da zillet
içinde sürünerek ve oradan oraya sürgün edilerek görmüşlerdir. Allah Teâlâ’nın vaadi
olan nimetler yine İbrâhim aleyhisselâm soyundan gelen son peygambere ulaşınca
Yahudiler bunu kıskanmışlar, bu yüzden apaçık gerçekleri inkâra yönelmişlerdir.
“Böylece onlardan kimi ona iman etti, kimi de sırt çevirdi. (O iman
etmeyenlere) çılgın ateş olarak cehennem yeter.” Nisa Suresi: 55 13
*
Yahudi propaganda heyeti Arap kabilelerini dolaşarak Peygamberimiz
Aleyhisselâmla çarpışmaya davet ve teşvik ettiler. Çarpışmaya kalktıkları zaman
kendilerinin yanlarında bulunacaklarını ve Kureyşlilerin de bu yolda kendilerine tâbi
olacaklarını bildirdiler. Yahudi heyeti, çevredeki bütün Arap kabilelerine uğradılar ve
hepsini ayaklandırdılar.
Kureyş Müşrikleri de bütün Arap Kabilelerini Peygamberimiz Aleyhisselâmla
çarpışmak üzere kendilerine yardıma çağırdılar. Arap kabilelerinden bazılarını da,
ücretle kiraladılar.
Kureyş Müşrikleri ile Yardımcılarının Hazırlanıp Yola Çıkmaları
Kureyş müşrikleri, hazırlıklarını tamamladılar. Bütün kabileler bir araya
toplanmış, 4000 kişilik bir ordu meydana gelmişti. Kureyş ordusu için Dârü'n-
13 Kur'an Yolu Türkçe Meal Ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı.
31
Nedve'de sancak bağlandı. Kureyş ordusunda 300 at, 1500 deve bulunuyordu. Ordu,
Ebu Süfyan b. Harb'in kumandası altında yola çıktı.
Kureyş Ordusuyla Birleşen Arap Birlikleri ve Sayıları
Kureyş ordusunun Merru'z-zahran'da bulunduğu sırada, Süleym oğulları gelip
onlara kavuştular ki, 700 kişi idiler. Fezâre oğulları kabilesi, bütün cenk, savaş erleri
ile yola çıktılar ve 1000 kişi idiler. Eşcal kabilesi 400 kişilik cenkçi, savaşçı ile yola
çıktılar. Mürre oğulları da, 400 cenkçi, savaşçı ile yola çıktılar. Kinanelerden,
Sakîflerden ve daha başka kabilelerden birçok cenk, savaş birlikleri de, başlarında
kumandanları, liderleri olduğu hâlde , Ebu Süfyan'ın ordusuna gelip katıldılar. Çeşitli
kabilelerden toplanan ve sayıları 10.000'i aşan bu orduların başlıca üç ordugâhı vardı;
üçü de, Ebu Süfyan'ın emrine bağlı bulunuyordu.
Müşrik Ordularının Hareketleri Hakkında Alınan Haber Üzerine Alınacak
Tedbirlerin Konuşulması
Kureyş müşriklerinin Medine'ye yürüme hazırlıklarına giriştikleri sırada, Huzâa
kabilesinden bir süvari dört gecede Medine'ye yetişip Kureyş müşriklerinin Mekke'den
Medine üzerine yürüme hazırlıkları içinde bulunduklarını Peygamber Efendimize haber
verdi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Müslümanları acele toplayıp, düşmanlarının
kararlarını onlara bildirdi. Müşriklerle nasıl savaşılacağını Müslümanlarla konuştu.
Allah'ın emirlerine aykırı davranışlardan sakındıkları, güçlüklere katlandıkları
takdirde, kendilerine Allah'ın yardımının erişeceğini vaad etti.
Allah'ın ve Resûlünün emirlerine boyun eğmelerini emir ve tavsiye buyurdu.
Yapılacak işi onlara danıştı. Çünkü savaş konusunda ashabına danışmak, onların
görüşlerini almak, Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın âdeti idi. Peygamberimiz
Aleyhisselâm bu sefer de onlara:
"Medine dışında çarpışalım mı, yoksa Medine'de kalarak kazacağımız
hendeklerin arkasına mı çekilelim? Yahut düşmanların yakınına varıp arkamızı şu dağa
vererek müdafaa savaşı mı yapalım?" diye sordu.
Ashab, birbirine aykırı görüşler ileri sürdüler.
Savunma Hendekleri Kazılmasının Kararlaştırılması
Yüce Allah, hendek kazılması hususunu Peygamberimiz Aleyhisselâm’a ilham
etti. Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselâm, müdafaa hendekleri kazılmasını
Müslümanlara emir ve tavsiye buyurdu.
Selman-ı Fârisî de:
32
"Yâ Rasûlallah! Biz de Fars toprağında düşman süvarilerinin baskınlarından
korktuğumuz zaman etrafımızı hendekle çevirip savunurduk.
Yâ Rasûlallah! Hendek arkasına çekilip savunmamızı emretme işi sana ait değil
midir?" dedi.
Selman-ı Fârisî'nin Medine'nin hendekle savunulması hakkında Peygamberimiz
Aleyhisselâmın tavsiyesini destekleyen bu görüşü, Müslümanların hoşuna gitti.
Hendek kazılması hem Hz. Peygamber, hem Sahâbîler tarafından ittifakla
kararlaştırıldı. Hz. Peygamber ve Sahâbîler “Biz savaşlarda ne yapacağımızı bir
köleye mi soracağız?” demediler. Aksine bir kölenin tavsiyesine uydular. İşte İslâm’ın
insana verdiği değer!
Ashab, Uhud Savaşı günü, Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın, Medine dışına
çıkmayıp Medine'de savunmada kalmaya kendilerini davet etmiş olduğunu da
hatırladılar. Bunun için, Medine dışına çıkmak istemediler ve Medine'de müdafaada
kalmayı benimsediler.
Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın Hendek ve Karargâh Keşfine Çıkışı
Peygamberimiz Aleyhisselâm, hemen atına bindi. Muhacir ve Ensarın ileri
gelenlerinden bazılarını yanına aldı. Medine'nin savunulması için hendek kazılması
gereken yerleri tayin ve tesbit etmek üzere keşifte bulundu.
Medine, yalnız bir tarafından açık ve tehlikeli idi. Medine'nin diğer tarafları ise,
birbirine girmiş binalarla, kale gibi çevrili idi. Ayrıca, sık hurma ağaçları ile de, geçit
vermez bir hâldeydi. Peygamberimiz Aleyhisselâm, hendek kazılmak üzere, düşmana
açık olan tarafı seçti.
Peygamberimiz Aleyhisselâm ordugâh için de elverişli bir yer aradı. Buna en
uygun, en elverişli yer, Sel' Dağı’nın eteğiydi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.),
karargâhını oraya kurmayı ve arkalarını ona dayamayı uygun gördü. Hendek kazılacak
yer belirlendi ve her cemaate kazacakları yer gösterildi.
Peygamberimiz Aleyhisselâm, hendek kazma işinde kullanılmak üzere, Benî
Kurayza Yahudilerinden emaneten kazma, zenbil, keser, ip, kürek gibi araç gereçler
aldı.
O zaman, Peygamberimiz Aleyhisselâmla Benî Kurayza Yahudileri arasında
barışıklık vardı. Bunlar, Kureyş müşriklerinin Medine'ye gelmesini istemiyorlardı.
Hendek Kazma İşine Başlama
Hendek kazı işine nezaret etmek üzere, Peygamberimiz Aleyhisselâm’a, Zübab
dağı üzerinde kıldan bir Türk çadırı kuruldu.
33
Hendek kazma işine, Muhacirler, Ensar, genç ihtiyar bütün Müslümanlar
katıldılar. Kazılan topraklar zenbillere doldurulup başlarda taşınıyor, dönerken
dezenbillere Sel dağından taş doldurulup getiriliyordu. Topraklar Peygamberimiz
Aleyhisselâm’ın bulunduğu tarafa yığılıyor, taşlar diziliyordu. Taşlar, düşmana atmak
için, Müslümanların en büyük silahıydı.
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi sahabeler de, bir an bile çalışmaktan geri
durmuyor, zenbil bulamadıkları zaman eteklerinde toprak taşıyorlardı. Peygamber
Efendimiz (s.a.v.)’ın kendisi de zenbille toprak taşımakta ve yer kazmaktaydı.
Berâ b. Âzib anlatıyor:
"Resûlüllah Aleyhisselâm’ı, Ahzab günü, bizimle toprak taşırken gördüm.
Abdullah b. Revâha:
‘Allah'ım! Sen bize doğru yolu göstermemiş olsaydın, biz ne hidayete erebilir,
ne sadaka verebilir, ne de namaz kılabilirdik! Bize tecavüz eden, bizim çekindiğimiz
fitne ve fesadı bize yapmak isteyen düşmanlarımızla karşılaştığımızda, kalplerimize
sükûnet indir! Ayaklarımızı sabit kıl!’ anlamında şiir söylüyor ve son kısmını okurken
de sesini yükseltiyordu."14
Peygamberimiz Aleyhisselâm, Müslümanları ahiret sevabına teşvik için, onlarla
birlikte çalışmaktan geri durmuyordu. Soğuk bir günün sabahında Ensar ve Muhacirler
hendek kazmaya devam ettikleri sırada, Peygamberimiz Aleyhisselâm:
"Allah'ım! Gerçek hayır, ahiret hayrıdır! Onu Ensar ve Muhacirlere hayırlı kıl!"
diyerek dua etti. 15
Ensar ve Muhacirler de:
"Bizler, sağ oldukça, yaşadıkça, Muhammed Aleyhisselâm’a, İslâmiyet ve cihad
üzere söz vermiş kişileriz!" diyerek karşılık verdiler.
Selman-ı Fârisî'ye Göz Değişi
Selman-ı Fârisî; içlerinde Amr b. Avf, Huzeyfe b. Yeman, Numan b. Mukarrin
ile Ensardan altı kişinin bulunduğu takıma ayrılmıştı.
Kendisi çok güçlü kuvvetliydi. Hendek kazma işinde bilgili ve becerikliydi. On
kişinin kazdığı yeri yalnız başına kazardı. Kendisine ayrılan beş arşın uzunluğunda,
beş arşın derinliğindeki yeri vaktinde kazıp bitirince, Kays b. Sa'saa'nın ona gözü
değmiş, Selmân-ı Fârisî'nin birdenbire yere yıkıldığı görülmüştü.
14
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 282; Buhârî, Sahih, c. 5, s. 47; Müslim, Sahîh, c. 3, s.1430-1431.
15
Buhârî, Sahih, c. 3, s. 212, c. 5, s. 45.
34
Ne yapmak gerektiği Peygamberimiz Aleyhisselâm’a sorulmuş, Peygamberimiz
Aleyhisselâm da:
"Kays b. Sa'saa'ya uğrayınız! Selman için bir kapta abdest alsın! Selman, o
abdest suyu ile yıkansın! Su kabı, Selman'ın arkasında, baş aşağı çevrilsin!"
buyurmuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın buyurduğu yapılınca, Selman-ı Fârisî, devenin
diz bağından boşalıp kurtuluverdiği gibi kurtulmuş, açılmıştı.16
Selman-ı Fârisî'nin Ehl-i Beyt'ten Sayılışı
Selman-ı Fârisî hendekte çalışırken, Ensar:
"Selman bizdendir!"
Muhacirler de:
"Selman bizdendir!" diyorlar, onu çok sevdikleri için paylaşamıyorlar ve
kendilerinden başka takıma vermek istemiyorlardı.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.):
"Selman bizdendir, Ehl-i Beyttendir!" buyurarak, tartışmaya son verdirdi.17
Müslümanların Birbirlerini Korkutacak Şakalardan Sakındırılışı
Zeyd b. Sabit toprak taşırken, Sa'd b. Muaz Resûlüllah (s.a.v.)’in yanında
oturup dinleniyordu.
Zeyd b. Sabit'in çalıştığını görünce:
"Yâ Rasûlallah! Buas kavgası günü, ben bunun babası Sabit b. Dahhâk ile
boğaz boğaza boğuşmuştum. Allah'a hamd olsun ki, beni sağ bıraktı da, sana iman
etme şerefini bana nasip etti." dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselâm:
"Fakat onun bu oğlu ne iyi çocuktur!" buyurdu.
Zeyd b. Sabitin bir ara gözlerini uyku bürümüş, kalkanı, oku, yayı ve kılıcı
yanında olduğu hâlde uyuyakalmıştı. Hendekte çalışmakta olan Müslümanlar onu
hendeğin kenarında uyur bir hâlde bırakarak hendeği dolaşmaya gitmişlerdi.
16
M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 5/29-30.
17
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 446, 447.
35
Yanına varan Umâre b. Hazm şaka için onun silahını alıp saklamıştı. Zeyd b.
Sabit uyanıp silahlarını bulamayınca, çok heyecanlandı ve korktu.
Peygamberimiz Aleyhisselâm, bunu işitince, Zeyd'i yanına çağırttı ve ona:
"Ey uykucu! Sen uykuya daldın! Nihayet, silahların da kaybolup gitti!"
buyurduktan sonra:
"Bu çocuğun silahlarının nerede olduğunu kim biliyor?" diye sordu.
Umâre b. Hazm:
"Yâ Rasûlallah! Ben biliyorum. Silahlar benim yanımdadır!" dedi.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.):
"Silahlarını teslim et ona!" buyurdu ve şaka olarak da olsa Müslümanları
korkutmayı veya onların herhangi bir şeyini alıp saklamayı yasakladı. 18
Bir Avuç Hurmanın İslâm Ordusunu Doyuruşu
Beşir b. Sa'd'ın kızı, anlatıyor:
"Annem Amre binti Revâha beni çağırdı. Eteğime iki avuç hurma koyduktan
sonra: 'Kızcağızım! Git de, baban ile dayın Abdullah b. Revâha 'nın gıdalarını
kendilerine ver! dedi. Giderken, Resûlüllah Aleyhisselâm’a rastladım, babamla dayımın
nerede olduklarını sordum. Resûlüllah Aleyhisselâm: 'Kızcağızım! Beri gel! Yanındaki
nedir?' buyurdu.
'Yâ Rasûlallah! Bu, hurmadır! Annem bunu yesinler diye babam Beşir b. Sa'd
ile dayım Abdullah b. Revâha'ya gönderdi.' dedim. Resûlüllah Aleyhisselâm: 'Getir
onu!' buyurdu.
Ben de, onu Resûlüllah Aleyhisselâm’ın iki avucuna döktüm, avuçlarını
doldurmadı. Sonra, bir örtü getirilmesini emretti. Örtü getirilip serildi. Hurmayı
örtünün üzerine yayıp dağıttıktan sonra, yanındakilere:
"Yemeğe geliniz! Hendek halkına sesleniniz! Buyurdu. Herkes toplanıp ondan
yemeye koyuldular. Hurmalar yendikçe artmış, örtünün etrafından dolup taşmıştı."19
Resûlüllah (s.a.v.)’ın Koca Kayayı Bir Darbe ile Kum Hâline Getirişi
Cabirb. Abdullah anlatıyor:
"Hendek kazma günü, biz kazarken, çok sert bir yere rastlamıştık.
18 M. Asım Köksal, İslam Tarihi, 5/30.
19
Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 499, 500, M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 5/30-31.
36
Resûlüllah (s.a.v.)’ın yanına varıp, hendekte kazma işlemez sert bir kayaya
rastladığımızdan şikâyet ettik.
Resûlüllah Aleyhisselâm, bir kap içinde su istedi.
Ağzına aldığı suyu onun içine püskürdükten ve Allah'ın dilediği kadar dua
ettikten sonra, bu suyu o sert yerin üzerine serpti.
'Onu hak din ve Kitapla peygamber gönderen Allah'a andolsun ki, o sert yer
öyle dağıldı ki, sanki kum hâline geldi! Artık kazmaya küreğe karşı koymadı.20
Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın Verdiği Fütuhat Müjdesi
Amr b. Avf anlatıyor:
"Ben, Selmân-ı Fârisî, Huzeyfe b. Yeman, Numan b. Mukarrin ve Ensardan altı
kişi, kendimize ayrılmış olan kırk arşınlık yeri kazıyorduk.
Zübab'ın dibinden kazarak nemli tabakaya kadar inmiştik ki, karşımıza ak ve
parlak bir kaya çıktı. Onunla uğraşırken, balyoz, kazma, kürek, külünk gibi demir
araçlarımız kırıldı, kazı işinden aciz kaldık. Bunun üzerine, Selman'a:
'Ey Selman! Resûlüllah Aleyhisselâm’a git de, şu kayadan dolayı çektiğimizi
haber ver! dedik.
Resûlüllah Aleyhisselâm o sırada kıldan dokunmuş bir Türk çadırının içinde
dinleniyordu. Selman:
'Yâ Rasûlallah! Babalarımız, analarımız sana feda olsun! Karşımıza ak bir kaya
çıktı. Onunla uğraşırken, bütün demir araçlarımız kırıldı, kazmaktan aciz kaldık! Çizmiş
olduğun çizgiden sapılacak olan yer yakın olduğuna göre, o kayanın yanından biraz
sapıverelim mi, yoksa bu hususta bize vereceğin bir emir var mı? Biz senin çizdiğin
çizgiyi aşmak istemiyoruz?' dedi.
Resûlüllah Aleyhisselâm:
'Ver bana balyozu ey Selman!' buyurdu.
Selman'ın balyozunu aldıktan sonra, hendeğin içine, yanımıza indi. Biz, dokuz
kişi, hendeğin bir tarafına çekildik. Resûlüllah Aleyhisselâm kayaya elindeki balyozla
öyle bir darbe indirdi ki, kaya yarılıverdi! Ondan bir şimşek çakıp Medine'nin iki dağı
arasını aydınlattı!
Resûlüllah Aleyhisselâm ‘Allahuekber!’ diyerek fetih ve zafer tekbiri getirdi.
20
Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 419, 420.; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 5/31-32.
37
Biz de tekbir getirdik.
Sonra, kayaya balyozla ikinci bir darbe daha indirdi.
Yine, ondan karanlık bir evdeki kandil gibi Medine'nin iki dağı arasını aydınlatan
bir şimşek çaktı.
Resûlüllah Aleyhisselâm ‘Allahuekber!’ diyerek fetih tekbiri getirdi.
Biz de tekbir getirdik.
Resûlüllah Aleyhisselâm balyozla üçüncü darbeyi indirince, kayayı parçaladı.
Darbeyi indirdiği zaman, yine, ondan Medine'nin iki dağı arasını aydınlatan bir
şimşek çaktı.
Resûlüllah Aleyhisselâm, yine ‘Allahuekber!’ diyerek fetih tekbiri getirdi.
Biz de tekbir getirdik.
Selman, elinden tutarak, Resûlüllah Aleyhisselâm’ı hendekten yukarı çıkardı.
Selman:
'Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Ben şimdiye kadar hiç
görmediğim şeyi gördüm!' dedi.
Resûlüllah Aleyhisselâm, yanındakilere:
'Selman'ın gördüğünü siz de gördünüz mü? diye sordu.
'Evet! Babalarımız, analarımız sana feda olsun yâ Rasûlallah!
Sen vurduğun zaman kayadan şimşek çaktığını biz de gördük! Sen tekbir
getirdin, biz de tekbir getirdik. Biz bu ışık parıltısından başka bir şey görmedik!'
dediler.
Resûlüllah Aleyhisselâm:
'Doğru söylediniz!
Ben kayaya ilk darbeyi indirdiğim zaman çıkan, sizin de gördüğünüz şimşek,
bana Hîre şehrinin köşklerini ve Kisrâ'nın Medâin'ini aydınlattı da, onlar bana köpeğin
altlı üstlü yan dişleri gibi göründü! Cebrail de, ümmetimin oralara hâkim olacaklarını
haber verdi.
Kayaya ikinci darbeyi indirdiğim zaman çıkan, sizin görmüş olduğunuz şimşek,
bana Rum ülkesinin kızıl köşklerini, saraylarını aydınlattı da, onlar bana köpeğin altlı
38
üstlü yan dişleri gibi gözüktüler! Cebrail de, ümmetimin oralara hâkim olacaklarını
bana haber verdi!
Sonra, kayaya üçüncü darbeyi indirdiğim zaman, sizin de görmüş olduğunuz
şimşek, bana San'a diyarının köşklerini, saraylarını aydınlattı da, onlar bana köpeğin
altlı üstlü yan dişleri gibi gözüktüler!
Cebrail de, ümmetimin oralara hâkim olacaklarını bana haber verdi.
Sevininiz ki; ümmetim, yardıma ve zafere nail olacaklardır!
Sevininiz ki; ümmetim, yardıma ve zafere nail olacaklardır!
Sevininiz ki; ümmetim, yardıma ve zafere nail olacaklardır!' buyurdu.
Bu yardım va'di kendilerine müjdelenince, Müslümanlar:
'Allah'a hamd olsun ki, O, va'dinde sâdıktır. Kuşatıldıktan sonra yardıma nail
olacağımızı bize va'd buyuruyor!' diyerek sevindiler."
Selman-ı Fârisî de anlatıyor:
"Resûlüllah Aleyhisselâm kayaya bir darbe indirince, balyozun altından bir
şimşek parıldadı!
Sonra, ona bir darbe daha indirdi.
Yine, balyozun altından bir şimşek daha parıldadı!
Daha sonra, kayaya üçüncü darbeyi indirdi!
Yine, balyozun altından bir şimşek daha parıldadı!
'Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Kayaya balyozu vurduğun zaman
balyozun altından çıkan şu görmüş olduğum parıltılar nedir?' diye sordum.
Bana:
'Ey Selman! Sen onları gördün mü?' buyurdu.
'Evet! Gördüm!' dedim.
Resûlüllah Aleyhisselâm:
'Birinci parlamada, Allah bana Yemen'i fethetti, açtı!
İkinci parlamada, Allah bana Şam (Suriye) ve Mağrib'i fethedip açtı!
Üçüncü parlamada, Allah bana Maşrık'ı fethedip açtı! buyurdu."
Orada bulunan sahabiler de, her defasında:
39
"Yâ Rasûlallah! Oraları fethetmeyi bize nasip etmesi için Allah'a yalvar!" diye
ricada bulundular.
Resûlüllah Aleyhisselâm da, Allah'a yalvardı.
Berâ' b. Âzib de, bu mucizeli hadiseyi şöyle anlatır
"Resûlüllah Aleyhisselâm balyozu alıp 'Bismillah!' diyerek kayaya bir darbe
indirdi.
Kayanın üçte biri parçalandı!
'Allahuekber! Bana Şam'ın (Suriye’nin) anahtarları verildi!
Vallahi, şu bulunduğum yerden, oranın kızıl köşklerini görüyorum!' buyurdu.
Sonra 'Bismillah!' deyip kayaya ikinci darbeyi indirdi.
Kayanın üçte biri daha parçalandı!
'Allahuekber! Bana Fars'ın anahtarları verildi!
Vallahi, şu bulunduğum yerden, Medâin'i ve onun beyaz köşkünü görüyorum!'
buyurdu.
Daha sonra 'Bismillah!' diyerek kayaya üçüncü darbeyi indirdi. Kayanın kalan
son kısmını da parçaladı.
'Allahuekber! Bana Yemen'in anahtarları verildi!
Vallahi, şu bulunduğum yerden San'a'nın kapılarını görüyorum!' buyurdu."21
Peygamberimiz Aleyhisselâm Kisrâ'nın Medâin'deki beyaz köşkünü tarif edince,
Selman-ı Fârisî:
"Doğru buyurdunuz! Seni hak din ve Kitapla peygamber gönderen Allah'a
yemin ederim ki; onun vasfı aynen böyledir! Senin Resûlüllah olduğuna şehadet
ederim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselâm:
"Ey Selman! Bu fetihleri, Allah benden sonra size nasip edecektir! Şam (Suriye)
muhakkak fetholunacaktır! Herakliyus ülkesinin en uzak yerine kadar kaçacak,
çekilecek! Siz bütün Şam'a (Suriye’ye) hâkim olacaksınız! Hiç kimse size karşı
21
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 303.
40
koyamayacaktır. Yemen muhakkak fetholunacaktır! Ondan sonra, Kisrâ
öldürülecektir!" buyurdu.
*
Aradan yıllar geçtikten sonra bir gün Selman-ı Fârisî:
"Ben Resûlüllah (s.a.v.)‘ın söylediklerinin birer birer gerçekleştiğini gördüm!"
demiştir.
Resûlüllah Aleyhisselâm’ın anmış olduğu yerler, Hz. Ömer'in, Hz. Osman'ın
devrinde ve onlardan sonraki devirlerde birer birer fetholundukça, ashapdan Ebu
Hureyre:
"Bu fetihleriniz, sizin için birer başlangıçtır! Ebu Hureyre'nin varlığı Kudret
Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; fethedeceğiniz veya Kıyamete kadar
fetholunacak hiçbir şehir yoktur ki, şânı yüce olan Allah onların anahtarlarını
Muhammed Aleyhisselâm’a önceden vermiş olmasın!" derdi.22
Münafıkların Mü'minlerin Maneviyatını Bozmaya Çalışmaları
Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın fetih müjdelerine karşı, münafıklar:
"O size Yesrib (Medine)'den Hîre'nin köşklerini ve Kisrâ'nın Medâin'ini
gördüğünü ve oraları fethedeceğinizi haber veriyor, sizler ise düşmanlarınıza karşı
ortaya çıkmaya güç yetiremiyor, hendek kazmaya çalışıyorsunuz!?" diye
söyleniyorlardı.
Amr b. Avf oğullarının kardeşi olan Muattib b. Kuşeyr de bu bozguncu
münafıklar arasındaydı ve:
"Muhammed, Kisrâ ve Kayserin hazinelerinden yararlanacağımızı bize va'd edip
duruyor. Oysa bugün hiçbirimiz abdest bozmaya gidip de sağ döneceğinden emin
bulunmuyor!" demişti.
Yahudi müttefikleri hariç müşriklerin sayısı, on bin civarındaydı. Düşmanın amacı,
Medine'ye saldırmak, Hz. Muhammed başta olmak üzere Müslümanların tümünü yok
etmekti. Durum son derece kritikti. Bir yandan da münafıklar bozgunculuk
yapıyorlardı. Yüce Allah bu tabloyu Ahzâb Sûresinde şu şekilde tasvir ediyor:
“Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani (düşman) ordular
üzerinize gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgâr ve göremediğiniz ordular
göndermiştik. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.” 9. ayet
22
M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 5/32-37.
41
“Hani onlar size hem üst tarafınızdan hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Hani
gözler kaymış ve yürekler ağızlara gelmişti. Siz de Allah'a karşı çeşitli zanlarda
bulunuyordunuz.” 10. ayet
“İşte orada mü'minler denendiler ve şiddetli bir şekilde sarsıldılar.” 11. ayet
“Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, ‘Allah ve Resülü bize, ancak
aldatmak için vaadde bulunmuşlar’ diyorlardı.” 12. ayet
“Hani onlardan bir grup, "Ey Yesrib (Medine) halkı! Sizin burada durmak
imkanınız yok. Haydi geri dönün" demişti. Onlardan bir başka grup da, "Evlerimiz açık
(korumasız)" diyerek Peygamberden izin istiyorlardı. Oysa evleri açık (korumasız)
değildi. Onlar sadece kaçmak istiyorlardı.” 13. ayet
“Eğer Medine'nin her tarafından üzerlerine gelinse ve orada karışıklık
çıkarmaları istenseydi, onu mutlaka yaparlardı; o konuda fazla gecikmezlerdi.” 14.
ayet
“Andolsun ki, onlar, daha önce geri dönüp kaçmayacaklarına dair Allah'a söz
vermişlerdi. Allah'a verilen söz ise sorumluluğu gerektirir.” 15. ayet
“De ki: Eğer siz ölümden ya da öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla
fayda vermeyecektir. O takdirde bile (hayatın zevklerinden) pek az
yararlandırılırsınız.” 16. ayet
“De ki: ‘Eğer Allah size bir kötülük dilese, sizi Allah'tan koruyacak kimdir?
Yahut size bir rahmet dilese buna engel olacak kimdir?’ Onlar kendilerine Allah'tan
başka hiçbir dost ve hiçbir yardımcı bulamazlar.” 17. ayet
“Şüphesiz Allah içinizden, savaştan alıkoyanları ve kardeşlerine, ‘Bize gelin’
diyenleri biliyor. Size katkıda cimri davranarak savaşa pek az gelirler. Korku
geldiğinde ise, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş kimse gibi gözleri dönerek sana
baktıklarını görürsün. Korku gidince de ganimete karşı aşırı düşkünlük göstererek sizi
keskin dillerle incitirler. İşte onlar iman etmediler. Allah da onların amellerini boşa
çıkardı. Bu Allah'a kolaydır.” 18.-19. ayetler
“Düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Düşman birlikleri (bir daha)
gelecek olsa, isterler ki, (çölde) bedevilerin arasında bulunsunlar da size dair
haberleri (gidip gelenlerden) sorsunlar. İçinizde bulunsalardı da pek az savaşırlardı.”
20. ayet
“Andolsun, Allah'ın Resülünde sizin için; Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı
uman, Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” 21. ayet
“Mü'minler düşman birliklerini görünce, ‘İşte bu Allah'ın ve Resülünün bize
vaad ettiği şeydir. Allah ve Resülü doğru söylemişlerdir.’ dediler. Bu onların ancak
imanlarını ve teslimiyetlerini artırmıştır.” 22. ayet
42
“Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar.
İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da
(şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” 23. ayet
“Bunun böyle olması Allah'ın, doğruları, doğrulukları sebebiyle
mükafatlandırması, dilerse münafıklara azap etmesi yahut onların tövbesini kabul
etmesi içindir. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” 24. ayet
“Allah inkâr edenleri, hiçbir hayra ulaşmaksızın kin ve öfkeleriyle geri çevirdi.
Allah, savaşta mü'minlere kâfi geldi. Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” 25. ayet
“Allah kitap ehlinden olup müşriklere yardım edenleri kalelerinden indirdi ve
kalplerine büyük bir korku saldı. Siz onların bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir
ediyordunuz.” 26. ayet
“Allah sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak
basmadığınız topraklara varis kıldı. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.” 27. ayet
Tefsiri
Hendek kazılırken büyük bir kayaya rastlanmıştı, kayayı sökmeyi veya kırmayı
başaramayan askerler Peygamberimiz’e başvurdular. O, üst giysisini çıkardı, kazmayı
eline aldı ve üç vuruşta kayayı parçaladı. Her vuruşta “Allahü ekber” diyor ve “İran,
Suriye, Yemen” gibi yerleri zikrederek ileride Müslümanların gerçekleştirecekleri
fetihleri bir bir müjdeliyordu. Bu müjdeyi işiten Yahudiler ve münafıklar ise “Biz
korkudan helâya gidemezken o bize İran ve Bizans’ın hazinelerini müjdeliyor, bu
aldatmadan başka bir şey değil.” demişlerdi (Nesâî, “Cihâd”, 42; Kurtubî, XIV, 130).
Bu gruptaki âyetlerde münafıkların ortak karakteri, sözlerinden ve davranışlarından
örnekler verilerek açıklanmaktadır: Bunlar söz verirler ama yerine getirmezler; fitne
fesat fırsatı çıkınca ev bark aile düşünmeyip o fırsatı değerlendirmeye koşarlar;
hizmet gerektiğinde ise türlü bahaneler ileri sürerek izin almak isterler; sûret-i haktan
görünerek Müslümanların moralini bozarlar; çoluk çocuklarını, evlerinin tehlikede
olduğunu hatırlatarak savaş alanından çekilmeyi tavsiye ederler; korkunun ölüme
faydası olmadığı hâlde inançsızlıkları sebebiyle savaşmaktan ve ölümden fazlaca
korkarlar, korku ortamı geçip zafer kazanılınca da bu sonuçta kendilerinin de payı
varmış gibi konuşmaya ve hak talep etmeye kalkışırlar.
Hendek Savaşı’nda müminler, Hz. Peygamber’i örnek almışlar, ona itaat ederek
dünyada önemli bir zafer kazanmışlar, âhirette ise büyük bir ödülü hak etmişlerdir.
“Münafıkları da dilerse cezalandırsın, dilerse bağışlasın” cümlesi, söze bakıldığında
münafıkların da affedilebileceğini ifade etmektedir. Ancak Kur’an âyetleri bir bütün
olarak göz önüne alındığında cümleyi, “Tövbe ettikleri takdirde bağışlasın” şeklinde
anlamak gerekecektir.
Hendek Savaşı’nın ardından düşman çekilip gidince Müslümanlara hıyanet
eden, antlaşmayı bozarak onları arkadan vurma kararı alan Benî Kurayza Yahudileri,
büyük bir korkuya kapıldılar, kalelerine çekilip korunma tedbirleri aldılar. Ancak hak
ettikleri âkıbete ne korku engel olabildi ne de muhkem kaleler, alınan çeşitli tedbirler.
43
Kuşatma altında bir müddet kaldıktan sonra teslim oldular, anlaşma şartları gereği ve
Yahudilerin isteği üzerine Tevrat hükümleri esas alındı, savaşçı erkekleri idama
mahkûm edildi. Ancak rahmet peygamberi bu hükmü uygularken bile bazı istisnalara
yer vermiş, özel durumları bağışlamıştır.23
Kazılan Hendeğin Vasıfları
Hendek kazma işi, altı gün sürdü. Selman-ı Fârisî'nin günde 5 arşın derinliğinde
ve 5 arşın uzunluğunda yer kazdığı bildirildiğine göre; hendek, boydan boya beş arşın
derinliğinde kazılmıştı. En ünlü süvarilerin bile kolay kolay atlayıp geçemeyecekleri,
şaşırıp kalacakları kadarda geniş tutulmuştu.
Yalnız, hendeğin bir tek yeri, aceleye geldiğinden, derin ve geniş kazılamamış,
dar kalmıştı. Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselâm:
"Müşriklerin buradan başka bir yerden geçip gelebileceklerinden
korkmuyorum" buyurarak endişesini açıklar ve o gediği de, nöbet tutturup bekletirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselâm, hendeğin münasip yerlerine giriş çıkış kapıları da
koymuş, kapılara her kabileden bekçiler dikmiş, onların üzerine Zübeyr b. Avvam'ı
kumandan tayin etmiş, bir çarpışma yapıldığını görür görmez çarpışmaya katılmasını
da kendisine emir buyurmuştu.24
Hendek kazı işine devam edildiği ve Ebu Süfyan'ın gece gelip baskın
yapmasından korkulduğu sırada, Peygamberimiz Aleyhisselâm:
"Eğer siz geceleyin baskına uğrarsanız, parolanız:
‘Hâ Mîm Lâyünsarûn’=Andolsun ki, onlara yardım olunmayacaktır.” buyurdu.
İşte bu zor şartlarda Selmân-ı Fârisî (r.a.) Müslümanların güvenliğini garanti
altına alacak; Resûlüllah (s.a.v.) ‘ın Medine'yi savunmak için şehrin kuzeyine hendek
kazılması önerisini desteklemişti. Çünkü bu bölge müşriklerin, şehre saldırmak için
kullanabilecekleri en uygun yerdi, üstelik Araplar, İranlılara özgü hendek kazmak gibi bir
savunma taktiğini henüz bilmiyorlardı.
Müslümanlar Medine'nin kuzey kesimine hendek kazmak suretiyle şehri güven
altına almak için gece-gündüz çalıştılar. Sonunda hendek kazma işi sona ermişti.
Müşrikler de Medine'ye saldırmak üzere geldiklerinde onları bu hendek karşıladı. Medine'yi
savunmak konusunda Selmân'ın (r.a.) bu taktiği işe yaramıştı. Müşrikler, hendeğin öte
tarafında iki ay gibi (kimi rivayetlerde bu süre 15-20 gün civarındadır.) uzun bir süre
beklemelerine rağmen hendeği geçemediler. Sonunda Allah Teâlâ, çadırlarını söken ve
güçlerini darmadağın eden bir fırtına ile onları bozguna uğrattı.
Müşrik Ordularının Karargâhlarını Kurdukları Yerler
23
Kur'an Yolu Türkçe Meal Ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı.
24
M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 5/37-38.
44
Peygamberimiz Aleyhisselâm hendek kazma işini tamamlamak üzere
bulunduğu sırada, Kureyş müşrikleri, Ehâbiş ile Kinane ve Tihâme halkından
kendilerine bağlı bulunan 10.000 kişilik ordularla gelip Rûme kuyusu mevkiindeki
sellerin, suların toplandığı, Cüruf ve Zegabe arasındaki yere, Akik vadisine kondular.
Kureyş müşriklerinin Cüruf ile Zegabe arasında kondukları yere Rûme denir.
Hz. Osman'ın Medine'ye hicret edince satın alıp vakfetmiş olduğu Rûme kuyusu da
buradadır. Cüruf, Medine'ye 3 mil uzaklıkta, Şam tarafına düşen bir yerdir. Orada,
Cüşem ve Hamel adıyla anılan iki su kuyusu bulunuyordu.
Akik; Medinelilerin mülkleri bulunan bir vadi olup, orada kuyular ve hurma
bahçeleri bulunmaktadır. Akik, yerine göre, Medine'ye 2-7 mil kadar uzaklıktadır.
Gatafanlar da, Necd halkından kendilerine bağlı bulunanlarla birlikte gelip
Nakmâ'nın ucundan, Zegabe'den Uhud tarafına doğru uzanan mevkide ordugâhlarını
kurdular.
Düşman Ordularının Hayvanlarını Doyurmakta Güçlük Çekmeleri
Kureyş müşrikleri, develerini, Akik vadisindeki dikenli ağaçlardan yayılsınlar
diye saldılar. Orada atların yiyecekleri, yayılacakları bir şey yoktu. Ancak, yanlarında
getirdikleri bir miktar yem bulunuyordu. Gatafanlar da develerini, Zegabe'deki ılgın
ağaçlarından ve Cüruf’teki dikenli ağaçlardan yayılsınlar diye saldılar.
Müşrikler Irz'a, Cüruf'e geldikleri zaman, Müslümanlar ekin mahsullerini biran
önce yolmuş, biçmiş, zahirelerini ambarlarına, samanlarını da samanlıklarına koymuş
bulunuyorlardı. Gatafanlar, kendilerine ait 300 atı, Irz'daki ekinlerin kalıntılarını,
döküntülerini yayılmaya bıraktılar.
Bir müddet sonra, develer, karınlarını doyuracak bir şey bulamadıkları için
arıklamaya ve ölmeye yüz tuttular. Müşrikler Medine'ye geldikleri sırada, zaten
Medine'de kıtlık hüküm sürüyordu.
İslâm Ordusunun Savaş Düzeni Alışı
Müşrikler gelip karargâhlarını kurunca, Peygamberimiz Aleyhisselâm Medine'de
yerine Ümmi Mektum'u vekil bırakarak, sayıları 3.000'i bulan İslâm mücahidleriyle
birlikte acele hendeğe hareket etti.
Arkaları Sel Dağı’na gelmek üzere, karargâhını Sel Dağı’nın eteğinde kurdu.
Kazılmış bulunan hendek önlerinde bulunuyor, düşmanla aralarını ayırıyordu.
Muhacirlerin sancağını Zeyd b. Harise, Ensarın sancağını da Sa'd b. Ubâde
taşıyordu. Müslümanların 36 süvarisi vardı.
Sel Dağı’nda, Feth Mescidinin bulunduğu yerde, İslâm askerleri Peygamberimiz
Aleyhisselâm’a arzedildi.
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi
Selmân-ı Fârisi

More Related Content

Similar to Selmân-ı Fârisi

Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğitIsra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğitSalım Selvi
 
İL Üniversitesi - 1.13.peygamberligi ve mekke dönemi asr i saadet-islam tarihi
İL Üniversitesi - 1.13.peygamberligi ve mekke dönemi asr i saadet-islam tarihiİL Üniversitesi - 1.13.peygamberligi ve mekke dönemi asr i saadet-islam tarihi
İL Üniversitesi - 1.13.peygamberligi ve mekke dönemi asr i saadet-islam tarihiColorado Theology University
 
I lkokul 15 hafta hicret
I lkokul 15 hafta  hicretI lkokul 15 hafta  hicret
I lkokul 15 hafta hicretserizci
 
Kutsal Kitaplar
Kutsal KitaplarKutsal Kitaplar
Kutsal Kitaplargreyface
 
Ortaokul as er ei mubessere
Ortaokul as er ei mubessereOrtaokul as er ei mubessere
Ortaokul as er ei mubessereserizci
 
Orta aserei mubessere
Orta aserei mubessereOrta aserei mubessere
Orta aserei mubessereSerkan Dereli
 
Tasavvufun Tarifi ve Kaynağı
Tasavvufun Tarifi ve KaynağıTasavvufun Tarifi ve Kaynağı
Tasavvufun Tarifi ve KaynağıRecep Çarpar
 
Kutlu Dogum
Kutlu DogumKutlu Dogum
Kutlu DogumİRŞAD
 
Islamda Mezhep M.Sultan Masumi
Islamda Mezhep M.Sultan MasumiIslamda Mezhep M.Sultan Masumi
Islamda Mezhep M.Sultan Masumiguestd1cbe2
 
Il üniversitesi - islam tarihi - 1.19.Akabe Bey'atlari
 Il üniversitesi - islam tarihi - 1.19.Akabe Bey'atlari Il üniversitesi - islam tarihi - 1.19.Akabe Bey'atlari
Il üniversitesi - islam tarihi - 1.19.Akabe Bey'atlariColorado Theology University
 

Similar to Selmân-ı Fârisi (20)

1.22.medine dönemi islam tarihi il üniversitesi
1.22.medine dönemi islam tarihi il üniversitesi1.22.medine dönemi islam tarihi il üniversitesi
1.22.medine dönemi islam tarihi il üniversitesi
 
Kur'an Nedir?
Kur'an Nedir?Kur'an Nedir?
Kur'an Nedir?
 
44.meryem suresi
44.meryem suresi44.meryem suresi
44.meryem suresi
 
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğitIsra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
 
İL Üniversitesi - 1.13.peygamberligi ve mekke dönemi asr i saadet-islam tarihi
İL Üniversitesi - 1.13.peygamberligi ve mekke dönemi asr i saadet-islam tarihiİL Üniversitesi - 1.13.peygamberligi ve mekke dönemi asr i saadet-islam tarihi
İL Üniversitesi - 1.13.peygamberligi ve mekke dönemi asr i saadet-islam tarihi
 
I lkokul 15 hafta hicret
I lkokul 15 hafta  hicretI lkokul 15 hafta  hicret
I lkokul 15 hafta hicret
 
Kutsal Kitaplar
Kutsal KitaplarKutsal Kitaplar
Kutsal Kitaplar
 
Ortaokul as er ei mubessere
Ortaokul as er ei mubessereOrtaokul as er ei mubessere
Ortaokul as er ei mubessere
 
Orta aserei mubessere
Orta aserei mubessereOrta aserei mubessere
Orta aserei mubessere
 
Konularına Göre Düzenlenmiş Hadis Kitapları - 2
Konularına Göre Düzenlenmiş Hadis Kitapları - 2Konularına Göre Düzenlenmiş Hadis Kitapları - 2
Konularına Göre Düzenlenmiş Hadis Kitapları - 2
 
Mecalis i saba
Mecalis i sabaMecalis i saba
Mecalis i saba
 
Tasavvufun Tarifi ve Kaynağı
Tasavvufun Tarifi ve KaynağıTasavvufun Tarifi ve Kaynağı
Tasavvufun Tarifi ve Kaynağı
 
1.20.hicret islam tarihi il üniversitesi
1.20.hicret islam tarihi il üniversitesi1.20.hicret islam tarihi il üniversitesi
1.20.hicret islam tarihi il üniversitesi
 
Hicretsunum
HicretsunumHicretsunum
Hicretsunum
 
Kutlu Dogum
Kutlu DogumKutlu Dogum
Kutlu Dogum
 
Islamda Mezhep M.Sultan Masumi
Islamda Mezhep M.Sultan MasumiIslamda Mezhep M.Sultan Masumi
Islamda Mezhep M.Sultan Masumi
 
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
 
Kur’An Nedir
Kur’An NedirKur’An Nedir
Kur’An Nedir
 
Il üniversitesi - islam tarihi - 1.19.Akabe Bey'atlari
 Il üniversitesi - islam tarihi - 1.19.Akabe Bey'atlari Il üniversitesi - islam tarihi - 1.19.Akabe Bey'atlari
Il üniversitesi - islam tarihi - 1.19.Akabe Bey'atlari
 
Melekler
MeleklerMelekler
Melekler
 

Selmân-ı Fârisi

  • 1. 1 Hak Dini Arayan Adam Selmân-ı Fârisî TALİP ARIŞAHİN
  • 2. 2 İÇİNDEKİLER ORTA ÇAĞDA SÂSÂNÎLER SELMÂN-I FÂRİSÎ’NİN HAYATI Selmân-ı Fârisî’nin Gençliği Mâhbe Ateş Tapınağında Mâhbe Kilisede Mâhbe Evden Kaçıp Şam’a Gidiyor Mâhbe Musul'a Gidiyor Mâhbe Nusaybin'e Gidiyor Mâhbe Rum (Bizans) Diyarına Gidiyor Mâhbe Arabistan Yolunda Mâhbe Yesrib (Medine)'de Müslümanların Medine'ye Hicretleri Hz. Muhammed Medine’de Bekleniyor Mâhbe’nin En Heyecanlı Günü Resulüllah (s.a.v.)’ın Yesrib İçin Dua Etmesi Mâhbe Tekrar Resûlüllah (s.a.v.)‘ın Huzurunda Mâhbe, Selmân İbnü’l-İslâm Oluyor Selmân İbnü’l-İslâm Müslüman Olduğunu Efendisine Anlatıyor Selmân-ı Fârisî’nin Efendisine Verdiği Ders Selman-ı Fârisî’nin Kölelikten Kurtarılışı Suffe Okulu ve Suffe Ashabı Eğitim Öğretimin Önemi HENDEK SAVAŞI Kureyş Müşrikleri ile Yardımcılarının Hazırlanıp Yola Çıkmaları Savunma Hendekleri Kazılmasının Kararlaştırılması Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın Hendek ve Karargâh Keşfine Çıkışı Hendek Kazma İşine Başlama Selman-ı Fârisî'ye Göz Değişi Selman-ı Fârisî'nin Ehl-i Beyt'ten Sayılışı Müslümanların Birbirlerini Korkutacak Şakalardan Sakındırılışı Bir Avuç Hurmanın İslâm Ordusunu Doyuruşu Resûlüllah (s.a.v.)’ın Koca Kayayı Bir Darbe ile Kum Hâline Getirişi Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın Verdiği Fütuhat Müjdesi Münafıkların Mü'minlerin Maneviyatını Bozmaya Çalışmaları Kazılan Hendeğin Vasıfları Müşrik Ordularının Karargâhlarını Kurdukları Yerler Düşman Ordularının Hayvanlarını Doyurmakta Güçlük Çekmeleri İslâm Ordusunun Savaş Düzeni Alışı Benî Kurayza Yahudilerinin İhaneti Münafıkların Hendekten Dağılmaları Müşriklerin Baskın İçin Fırsat Kollamaları Resûlüllah (s.a.v.) ’ın Müslümanlara Müjdeler Verişi Ebu Süfyan Kumandasındaki Süvari Birliğinin Bozguna Uğratılışı Müşrik Süvari Birliklerinin Püskürtülüşü Düşman Hücumlarının Tekrar Tekrar Püskürtülüşü Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın Sa'd b. Habte'ye İltifatı ve Duası
  • 3. 3 Müşrik Süvarilerinin Taarruz Keşifleri Amr b. Abd'in Müslümanlara Meydan Okuması Düşmanların Süvari, Piyade Bütün Güçleriyle Saldırıya Geçmeleri Kureyş Müşrikleriyle Benî Kurayza Yahudileri Arasındaki Birliğin Bozuluşu Nuaym b. Mes'ud'un Kureyşliler ve Gatafanlarla Konuşması Yahudilerin Karar ve İsteklerini Kureyşlilere Bildirmeleri İkrime b. Ebu Cehil'in Benî Kurayza Yahudilerine Gönderilişi Kureyşlilerin Karar ve İsteklerini Benî Kurayzalara Bildirmeleri Huyey b. Ahtab'ın Benî Kurayza Yahudilerini Kandırmaya Çalışması Ebu Süfyan'ın Mektubu ve Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın Cevabı Dehşetli Bir Rüzgârın Müşrikleri Perişan Edişi Huzeyfe b. Yeman'ın Beyaz Sarıklı Süvarilere Rastlayışı Kur'ân-ı Kerîm'in ve Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın Açıklamaları Hendek Şehitleri Selmân-ı Fârisî’nin Meziyetleri ve Erdemleri Kur'an-ı Kerim’in Tercümesi Selmân-ı Fârisî’nin Fâtihâ Suresini Farsçaya Tercümesi Selmân-ı Fârisî’nin Türklere İslâm’ı Öğretmesi Resulullah’a İmân Eden İlk Türk Hükümdârı “Bâsû Hân”dı Dört Halife Döneminde Türk Hükümdarları Neler Yaptılar? Selmân-ı Fârisî’nin Rivayet Ettiği Hadisler İran’ın Fethi Gerçekleşen Tarihî İki Mucize Selmân-ı Fârisî’nin Ailesi Selmân-ı Fârisî Sevgisi Kaynaklar
  • 4. 4 Hak Dini Arayan Adam Selmân-ı Fârisî "Ashabım yıldızlargibidir,hangisineuyarsanız doğru yolu bulursunuz." Hz. Muhammed (s.a.v.) 1 ORTA ÇAĞDA SÂSÂNÎLER Orta Çağda Bizans İmparatorluğu zamanının süper gücüydü. Karşısında da Irak’da kurulan ve İran’a yayılan Sâsânîler Devleti vardı. Sâsânîler, İran’da kurulan ve bütün dünyaya yayılan ünlü Pers İmparatorluğu tarihten silindikten sonra onun mirası üzerinde kurulmuştu. Sâsânîler, güçlerini göstermek için Bizans’la mücadeleye giriştiler. 613’te İrmîniye ve Suriye’ye girdiler. Dımaşk (şam)’ı işgal eden Sâsânî orduları ertesi yıl Kudüs’ü zaptederek kutsal haçı ele geçirdiler ve Medâin’e götürdüler. 615’te Anadolu’ya akınlar yaptılar. Anadolu’yu aşıp İstanbul’un karşısında Khalkedon’a (Kadıköy’e) kadar ilerlediler. 619’da Mısır’ı işgal ettiler. Medâin Sâsânîler’in başşehriydi. Bugünkü Bağdat’ın 30 km. kadar güneydoğusunda Dicle nehrinin her iki yakasına karşılıklı kurulan yedi ayrı şehirden meydana gelmiş, bu şehirler taş veya duba köprülerle birbirine bağlanmıştı. Beytül-ebyaz (Beyaz ev) adı verilen hükümdarlık sarayı burada bulunuyordu. Köşkler, bahçeler, anıtlar ve meydanlar şehre güzellik katıyordu. Halkı Ârâmî, Pers, Rum ve Suriyeliler’den meydana geliyordu. Çoğunlukta olan Mecûsîlerin yanında Hristiyan ve Yahudiler de vardı. Hristiyanlar çoğunlukla Nestûrî mezhebindendi. Mecûsîlik, Zerdüşt’ün tebliğ ettiği, monoteist bir teoloji içeren inanç ve düşüncelerin eski İran inanç ve gelenekleriyle yoğrulmasından oluşan bir dindir. Bu din, İslâm kaynaklarında Mecûsîlik, Batı kaynaklarında ise Mazdeizm olarak adlandırılır. Ayrıca ateş kültüyle ilgili inanç ve ritüelleri sebebiyle Ateşperestlik adıyla da bilinir. Zerdüştîlik (Mecûsîlik) Hindistan’dan Anadolu ve Avrupa’ya, Horasan bölgesinden Arap yarımadasına kadar oldukça geniş bir bölgede taraftar buldu. SELMÂN-I FÂRİSÎ’NİN HAYATI (Doğumu 587, Vefatı M. 656 = Hicrî 36) Selmân-ı Fârisî’nin asıl adı Mâhbe idi. İran’ın Râmhürmüz şehrinde 587 yılının 1 Suyutî , Câmi'u'us-Sağîr (Feyzu-Kadîr 4, 76). İbnu Abdi'l-Berr, Câmi'u'l-İlm (2, 91).
  • 5. 5 Nevruzunda (21 Mart) doğdu ve ilk çocukluk yıllarını burada geçirmiştir. Hicretten 36 yıl sonra, milâdî takvime göre 69; hicrî takvime göre 71 yaşında vefat etmiştir. Selmân-ı Fârisî’nin Gençliği Küçük yaşlarda ailesiyle birlikte Râmhürmüz’den Isfahan (Esbâhan) şehrine bağlı Ceyy (Ceyyân, daha sonra şehristan) diye anılan bir köye göç ettiler. Annesinin adı Behnaz; babasının adı Bûzekhân idi. Ceyy köyünün muhtarıydı. Büyük bir çiftliğe, uçsuz bucaksız tarlaları, bağları, bahçeleri ve pek çok malı mülkü vardı. Zengindi ve saygın bir kişiliğe sahipti. Babası onu çok severdi. Bu aşırı sevgisinden dolayı onu yanından hiç ayırmazdı. Bir kız çocuğunu korurcasına onu evinde hapseder; bir yere gitmesine izin vermezdi. Mâhbe on beş yaşına geldiğinde, onun için bir tören hazırlandı. Mecûsîlik’te on beş yaşına gelen her çocuk için dine giriş töreni (Nevzot) düzenlenirdi. Bu törende çocuklar dualarla dinî elbise (südre) giyip kutsal kuşak (kusti) takarlardı. * Mâhbe Ateş Tapınağında Babası Mâhbe’yi köylerindeki âteşkedenin rahibine teslim edip, ona Mecûsîliği öğretmesini istedi. “Âteşkede” adı verilen, içerisinde kutsal ateşin yakılı olduğu tapınağa giderlerdi. Ateş tapınakları genellikle biri kutsal ateşin yakıldığı kısım, diğeri inananların ibadetlerini yerine getirdikleri daha büyük bir kısım olmak üzere iki bölümden oluşmaktaydı. Rahip, Mâhbe’ye Mecûsîliği öğretmeye başladı. Önce abdeste benzeyen bir temizlik işlemi yapılıyordu. Güneş doğarken, öğle vakti, öğleden sonra, güneş batarken ve gece olmak üzere beş vakitte çeşitli dualar okurlardı. Mâhbe, Mecûsîliğe (ateşperestliğe) kendini o kadar kaptırmıştı ki, âteşkedeye bakma, ateş yakma işini bile üzerine almıştı. Onun bir an olsun sönmemesi için gereken dikkat ve titizliği gösteriyordu. Rahip, Mâhbe’ye Mecûsîliğin kutsal kitabı Avesta’yı okutup anlatmaya koyuldu. Birkaç ay sonra Zerdüşt’e dair çeşitli efsanelerin yer aldığı Denkârd kitabını okuttu. Ertesi yıl, evrenin yaratılışıyla ilgili Bûndehişn kitabını okuttu. Mecûsî din kitaplarının kiminde tek tanrı inancından bahsediliyordu. Bazısı iki tanrıdan, bazısı da çok tanrıdan söz ediyordu. Peygamber Zerdüşt başlangıçtan beri var olan bir tek üstün gücün, Ahura Mazda’nın varlığını savunmuştu. Ahura Mazda her şeyi bilen, mutlak iyi ve âdil olan tek tanrıydı. Bu düşüncesiyle Zerdüşt yaşadığı sürece inanç sisteminde İran’da yaygın olan birçok tanrısal varlıklara yer vermemiştir. Bütün varlıkların Ahura Mazda’dan zuhur ettiğine inanan Zerdüşt var oluşun başlangıcını, yüce tanrıdan
  • 6. 6 zuhur eden ya da onun tarafından yaratılan yedi ilâhî varlıkla açıklamıştır. Zerdüşt’ün ölümünden sonra onun açıkladığı inanç sistemi bozulmuş; tek tanrı inancı yerini, ikili tanrı inancı almıştır. Rahip anlatıyordu: Kötülüğe ve yalana rağbet eden ruhlar Ahura Mazda’nın düşmanlarıdır. Kötü ruhlar arasında en başta geleni Ehrimen’dir. Kötü karakterli ruhlara genel bir isim olarak Devalar (devler) denilir. Hakikati tercih eden ve doğru karakter taşıyan ruhlar için de Ahuralar ismi kullanılır. Bunlardan Ahura Mazda kudret ve iyiliklerle çevrili ışık dünyasında iken Ehrimen, karanlıklarla çevrili olan derin çukurlarda kana susamış bir hâlde yaşıyordu. Her iki tanrısal varlık kendi âlemlerinde bir dizi yaratma eylemi gerçekleştirmiştir. Böylece Ahura Mazda zamanı, ilâhî varlıkların özünü, Ameşa Spenta’yı ve diğer ilâhî varlıkları, Ehrimen de benzer şekilde kendi ruhsal varlığıyla altı kötü varlığı ve diğer kötüleri yaratmıştır. Ardından Ahura Mazda dünyayla ilgili olarak göğü, suyu, yeri, bitkileri, sığırı ve insanı, Ehrimen de canavarları ve kötü varlıkları yaratmıştır. Bu düalizmde (ikicilikte), her ikisi de yaratılmamış bütün iyiliklerin yaratıcısı ve sorumlusu olan bir iyi tanrı ile bütün kötülüklerin yaratıcısı ve sorumlusu olan bir kötü tanrının varlığına inanılır. Bütün bu anlatılanlar Mâhbe’nin kafasını karıştırıyor ve ikili tanrı inancı içine sinmiyordu. Yine de âteşkedenin nöbetçiliğini yapmaya devam ediyordu. Rahip ona ateşle ilgili olarak şöyle demişti: - Ahura Mazda’nın yarattığı ilâhî varlıklardan Aşe Vehişta tarafından korunduğuna inanılan ateş, tanrının yarattığı saf, temiz ve iyi bir varlıktır. Bu sebeple ateş Mecûsî tapınaklarında önemlidir. Özellikle bu zamanda (Sâsânîler devrinde) tapınaklardan temizlenen tanrı sûretlerinin yerini kutsal ateş almıştır. Mecûsîlik’te ateş, bir tanrı değil tanrısal saflığın, temizliğin ve iyiliğin sembolüdür. Bu sebeple Mecûsîlik’te ateşle ilgili temizlik kurallarına riayet etmek oldukça önemlidir. Ateşte kullanılan yakıtlar temiz ve kuru olmalıdır. Rahipler, askerler, çiftçiler gibi her toplumsal tabakanın kendine has bir kutsal ateşi vardır. Ateş Behram, tapınakta hiç sönmeden, yirmi dört saat yanan önemli bir ateştir. Tapınakta kutsal ateş önünde yapılan dualar esnasında rahipler nefeslerinin ateşi kirletmemesi için yüzlerini beyaz bir örtüyle kapatırlar. * Mâhbe, Zerdüşt’ün öğrettiği tek tanrı inancının zamanla unutulup, ikili tanrı inancının ortaya çıktığını, sahip olduğu akıl ve sağlam fıtratı sayesinde anladı; ateşe tapmayı reddetti. O, bu kâinatı yaratan tek bir ilâhın varlığını düşünüyordu. İnsanın kendi eliyle yakıp söndürdüğü ateş, nasıl kutsal olabilirdi? Aklı bir türlü bunu almıyordu. Zeki bir delikanlı olan Mâhbe, bu kâinatın, kimin eseri olduğunu düşünmeye başladı. Sonunda hakikati buluncaya kadar onu aramaya karar verdi. * Mâhbe Kilisede
  • 7. 7 Babasının büyük bir çiftliği vardı. İşi gücü hiç bitmezdi. Devamlı onunla meşgul olurdu. Bir gün, meşguliyetinden dolayı köye gidemedi ve Mâhbe’ye şöyle dedi: - Oğlum! Görüyorsun çiftliği ihmal ettim. Bari sen git de oranın işiyle ilgilen. O günlerde Mâhbe on sekiz yaşını bitirmiş on dokuzuna girmişti. Mâhbe çiftliğe gitmek amacıyla yola çıktı. Yolda bir kiliseye rastladı. Orada ibadet eden Hristiyanların seslerini duydu ve bu dikkatini çekti. Babasının uzun süre onu başkalarıyla görüştürmemesi nedeniyle ne Hristiyanlar ne de diğer dinlere inananlar hakkında bilgisi vardı. Seslerini duyunca ne yaptıklarını merak ederek, seyretmek için kiliseye girdi. Uzun bir süre onları dinleyince, âyinleri hoşuna gitti ve dinlerine girmeyi arzu etti. Kendi kendine; “Bu din bizimkinden daha iyi.” dedi. Mâhbe, âyinden sonra kilisenin rahiplerinden biriyle uzun uzun konuştu. Hristiyanlık hakkında bilgi aldı. - Bu dinin merkezi, asıl yurdu neresidir? diye sordu. Rahip: - Kudüs şehridir, diye cevap verdi. Oradan ayrıldığında, güneş batmıştı. Çiftliğe gitmemiş, babasının verdiği görevi de yapmamıştı. Akşam olunca eve döndü. Babası ne yaptığını sordu. - Babacığım! Çiftliğe giderken yolda bir kiliseye rastladım. Duyduğum sesler çok ilgimi çekti. Gidip kiliseye girdim. Âyinlerini ve ibadet eden insanları gördüm. Onların dinleri hoşuma gitti. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım. Yanlarında güneş batıncaya kadar kaldım. Özür dilerim, verdiğiniz görevi de yapamadım. Babası Mâhbe’nin yaptığından korkup dedi ki: - Yavrum! Bu din iyi değildir. Senin ve atalarının dini ondan daha iyidir. - Hayır, onların dini bizim dinimizden daha iyi. Babası Bûzekhân, Mâhbe’nin söylediklerine çok şaşırmıştı. Dininden döneceğinden kuşkulanıp onu eve hapsetti ve ayaklarını da uzunca bir zincirle bağladı. Bu duruma çok üzülen annesinin bütün yalvarmalarına rağmen babası onu cezalandırmaktan vaz geçmiyordu. Odasının içinde dolaşabilen, ancak dışarı çıkamayan Mâhbe, gece gündüz rahiple konuştuklarını aklından geçiriyordu. Kendisine su ve yemek getiren hizmetçisi Mâhbe’yi çok severdi. O da bu duruma çok üzülüyordu. Mâhbe hizmetçiye: - Sır tutar mısın? - Evet efendim, özellikle sizin sırrınızı tutarım.
  • 8. 8 - Öyleyse senden bir ricam var. Kiliseye git. Rahibe sor. Kudüs'e gidecek bir kervan var mı? O kervanın ne zaman hareket edeceğini öğren, gel bana haber ver. - Baş üstüne efendim. Hizmetçi rahiple konuştu. Kudüs'e gidecek bir kervan geldiğinde bana haber veriniz, dedi. Rahip, Suriye’ye gidecek bir kervanın yolda olduğunu bir kaç güne kadar, buraya geleceğini söyledi. Mâhbe hizmetçiye: - Gözünü kulağını aç. O kafile buraya gelince bana söyle. İki gün sonra Suriye'ye gitmek üzere yola çıkmış bir kafile uğrayınca, hizmetçi Mâhbe’ye haber verdi. Mâhbe hizmetçiye yüklü bir bahşiş vererek; “şimdi ayağımın bağını çöz.” dedi. Mâhbe Evden Kaçıp Şam’a Gidiyor 605 yılının 15 Eylül gecesi, Mâhbe gizlice evden kaçıp, o kafileyle birlikte yola çıktı. Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Suriye'nin Şam şehrine geldiler. Mâhbe Şam’da birkaç gün araştırdı, soruşturdu; Hristiyanların en bilgili rahibini buldu. Onun yanına gitti. - Ben Hristiyan olmayı arzu ediyorum, senin yanında kalmayı, sana hizmet etmeyi, senden bilgi edinmeyi ve burada ibâdet etmeyi istiyorum, dedi. O kilisenin başpapazı olan rahip Beşir, onu kabul etti. Kilisede onun yanında kalmaya ve ona hizmet etmeye başladı. Beşir’den Arapça ve İbranice dersleri aldı. İncil okudu. Onun vaazlarını can kulağıyla dinledi. Bir süre sonra, başpapazın bir açığını yakaladı. Başpapaz, vaazlarında dindaşlarına sadaka vermelerini söylüyor ve onları sevap kazanmaya teşvik ediyordu. Ama o, Allah rızası için verilen sadakaları kendisine ayırıp saklıyordu. Fakir ve yoksullara hiçbir şey vermiyordu. Kilisenin mahzeninde tam yedi küp altın biriktirmişti. Gördükleri Mâhbe’nin hiç hoşuna gitmemişti. Çok yaşlı olan Başpapaz bir müddet sonra öldü. Diğer papazlar onu defnetmek için toplandılar. Mâhbe onlara dedi ki: - Başpapazınız Beşir, kötü bir kişiydi. Herkesin sadaka vermesini ister ve sevap kazanmaya teşvik ederdi. Fakat o topladığı sadakaları kendisi için ayırıp saklar, yoksullara hiçbir şey vermezdi. - Sen bunu nereden biliyorsun? dediler. Mâhbe de : - Sakladığı yeri size gösterebilirim, dedi. Onlar: - Haydi, orayı göster, dediler. Onları mahzene indirip sakladığı yeri gösterdim. Oradan altın ve gümüş dolu yedi küp çıkardılar. - Biz de bu adamı gömmeyiz, dediler ve onu bir dağın yamacına atıp üzerini
  • 9. 9 taşla kapattılar. * 608 yılının Mayıs ayında Mâhbe, Kudüs’e gitmeye niyetliydi. Onun için Kudüs’e gidecek bir kervanın yolunu gözlüyordu. Bu sırada kiliseye İlyas adında bir Piskopos (Başpapaz) tayin ettiler. Mâhbe ona büyük bir sevgiyle bağlandı. Kudüs’e gitme düşüncesinden vaz geçti. İlyas Piskopostan İncil okudu. Onun yorumunu ve Allah inancını çok beğendi. Başpapaz İlyas samimi bir dindardı; her zaman ahireti düşünen, gece gündüz ibadet eden bir kimseydi. Üç yıl onun yanında kaldı. Ölüm döşeğine düşünce, ona dedi ki: - İlyas efendim! Beni kime bırakacaksınız? Ne yapmamı emrediyorsunuz? - Oğulcuğum! Bugün, benim yolum ve gidişatımda olan bir kimse bilmiyorum. İyi din adamları hep ölüp gittiler. Yaşayanlar da, dinin öteden beri tatbik ede geldikleri hükümlerini değiştirdiler ve onların çoklarını da bıraktılar. Benim gibi düşünen ve inanan sadece Musul'da oturan birisini biliyorum. O dinini değiştirmemiş ve ahlâkını bozmamıştır. Adı Vecid’dir. Sen onun yanına git, dedi. Mâhbe, Hristiyanlığın din adamları eliyle bozulduğunu, aslını yitirdiğini anlamıştı. Ama ondan başka din de yoktu. Yahudilik çok gerilerde kalmış; zaten o da aslını kaybetmişti. Mâhbe, Hristiyandı; fakat kalbi açtı, içi rahat değildi. Kafası şüphelerle doluydu. Bugün yaşadığı bu dinin Hak Din olduğundan emin değildi. Bulduğu dinin daha iyisini arıyordu. Daha doğrusu Hak Dini arıyordu. Bu da ancak daha mükemmel insanı bulmakla mümkün olabilirdi. Onun için arayış içindeydi. Mâhbe Musul'a Gidiyor Rahip İlyas ölünce, 611 yılının Ekim ayında Musul'a gidip Rahip Vecid’i buldu. Ona başından geçenleri anlatıp şöyle dedi: - İlyas Rahip ölürken bana, sizin yanınıza gelmemi tavsiye etti. Sizin Hak yolunda olduğunuzu söyledi. O da: - Peki, yanımda kal, dedi. Mâhbe onun yanında iki yıl kaldı. Onun iyi bir kimse olduğunu anladı. Ölüm yatağına düştüğünde: - Vecid Rahibim, efendim! İşte Allah'ın emri sana geldi. Sen benim durumumu biliyorsun. Ben Hak Dini arıyorum. Hak Din yolunda olan insan arıyorum. Beni kime bırakacaksın, ne yapmamı emrediyorsun? dedi. O da: - Oğlum! Bizim gibi inanan, Rahip Şihabeddin’i biliyorum. O Nusaybin'de oturur. Onun yanına git, dedi. Mâhbe Nusaybin'e Gidiyor O da toprağa verilince Mâhbe, 613 yılının Ağustos ayının ilk günlerinde
  • 10. 10 Nusaybin'deki rahibin yanına gitti. Başından geçenleri ve Vecid Rahibin tavsiyesini ona anlattı. Rahip Şihabeddin: - Peki, burada kal, dedi. Mâhbe de onun yanına yerleşti. Dört yıl Rahip şihabeddin’den Arapça, Süryanice ve İbranice dersleri alıp, Kitab-ı Mukaddes (İncil) ve çeşitli kitaplar okudu. Onun da Suriyeli ve Musullu zatlar gibi iyi birisi olduğunu gördü. Bu rahip de vefat etmek üzereyken, Mâhbe: “ Efendim, biliyorsunuz, ben Hak Dini arıyorum. Hak Din yolunda olan insan arıyorum. Beni sizin gibi birine göndermenizi rica ediyorum, dedi. O da: - Rum (Bizans) diyarında Amûriye2 şehrinde bulunan Rahip Nikolas’ı bul, diye tavsiye etti. Benden selâm söyle, şu mektubu da ona ver, dedi. Mâhbe Rum (Bizans) Diyarına Gidiyor Mâhbe, Rahip şihabeddin’in vefatından sonra 617 yılının Mart ayının sonlarında Amuriye’ye gitti. Rahip Nikolas’ı bulup, getirdiği mektubu verdi. Nikolas mektubu okurken gözyaşlarını tutamadı. - Hoş geldin evladım. Bundan sonra bu kilise senin evindir. Sen bana Rahip Şihabeddin’in emanetisin, dedi. Mâhbe, Rahip Nikolas’ın hizmetine girdiğinde yirmi sekiz yaşındaydı. Ondan Rumca ve Lâtince öğrendi. Rahip Nikolas’tan İncil (Ahd-i Cedid =Yeni Ahid)’i okuduktan sonra, Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat (Ahd-i Atik=Eski Ahid)’ı da okutmasını ve bu din hakkında bildiklerini anlatmasını istedi. Rahip Nikolas da Tevrat (Eski Ahid)’ı okuttuktan sonra dedi ki: “- Tevrat (Eski Ahid) bozulmuş, insanlar kendi uydurdukları pek çok şeyi bu kitaba katmışlardır. Artık Yahudilik (Mûsevîlik) dini Yüce Allah tarafından ortadan kaldırılmıştır. Çünkü Hz. İsa yeni bir din ile gönderilmiştir. Ne yazık ki İncil’in aslı da korunamamıştır. Hz. İsa’dan 325 yıl sonra yeryüzünde binden fazla birbirine benzemeyen İnciller ortaya çıkmıştır. Doğu Roma (Bizans) İmparatorunun emriyle İznik de bir konsül toplanmış ve bu İnciller teker teker incelenerek sayıları dörde indirilmiştir. Matta, Luka, Markos ve Yuhanna İncilleri. Uzun tartışmalara rağmen bire indirilememiştir. Diğerleri yakılarak imha edilmiştir. Fakat Bernaba İncil’i kaçırılarak yakılmaktan kurtulmuştur. Bu İncil gizlidir. Dünyanın gidişatına ve kiliselerimizin durumuna bakıyorum da Îsevîliğin (Hristiyanlığın) de sonunun yaklaştığını düşünüyorum.” 2 (Amûriye) Amorium, Afyonkarahisar ilinin, Emirdağ ilçesinin merkezine 13 km uzaklıkta bir antik kenttir. Arap/İslâm kaynaklarında "Ammûriye" ya da "Amûriye" şeklinde geçer. Amorium höyüğünün yamacında bugün Hisarköy bulunmaktadır. İslâm tarihi bakımından kentin önemi: Mâhbe (Sahabe Selmân-ı Fârisî), Amorium'da bulunan kilisede çalışmıştır. Dönemin Arap kaynakları Amorium'un Anadolu'nun en büyük kenti olduğunu yazar.
  • 11. 11 Mâhbe, İncil (Yeni Ahid)’i ve Tevrat (Eski Ahid)’ı okuduktan sonra Lâtince ve İbranice yazılmış başka kitaplar da okudu. Mâhbe, Rahip Nikolas’ın yanında üç yıl kaldı. O da çok yaşlanmıştı. Belki de vefatı yaklaşmıştır diyerek, ona da kendisini başka birine göndermesini rica etti. Rahip Nikolas dedi ki: - Vallahi şimdi seni gönderebileceğim imanı sağlam bir kimse bilmiyorum. Fakat âhir zaman Peygamberinin gelmesi çok yaklaşmış, gölgesi üzerimize düşmüştür! Sanıyorum ki O, Hz. İbrahim aleyhisselam'ın Hanif diniyle gönderilecek. Araplar arasından çıkacak. Doğup büyüdüğü şehirden hicret edecek. İki siyah dağ arasında, hurması bol olan bir şehre yerleşecek. O Resûlüllah (s.a.v.)’ın gizli olmayan peygamberlik alâmetleri şunlardır: Hediyeyi kabul eder, fakat sadakayı kabul etmez. İki omzu arasında nübüvvet mührü vardır. Kitab-ı Mukaddes'in İşaya kitabında peygamberlik alameti olan nübüvvet mührü haber verilmiştir. Markos’un İbranice ve Süryanice tefsirlerinde de gelecek peygamberin iki kürek kemikleri arasında peygamberlik mührü olacağı yazılıdır. Senin aradığın Hak Din, işte o Hak Peygamberin dini olacaktır. Mâhbe Rahip Nikolas’ın söylediklerini beynine, saydığı alâmetleri de kalbine yazdı. Rahip Nikolas da vefat edince, onun tavsiyesi üzerine, Mâhbe, Arap diyarına gitmeye hazırlandı. Amuriye'de çalışıp, birkaç öküz ve koyun sahibi olmuştu. Arabistan’a gidecek bir kervan araştırmaya başladı. Nihayet Arapların Benî Kelb Kabîlesi'nden bir kafilenin Arabistan’a gitmek üzere hazırlandığını duydu. Hemen gidip onları buldu. Onlara dedi ki: - Bu sığırlar ve koyunlar sizin olsun, beni Arabistan'a götürün. Onlar da: - Biz bu sığırları ve koyunları ne yapalım? Yanımızda götüremeyiz ki! Git onları sat, parasını getir, biz de seni Arabistan'a götürelim, dediler. Mâhbe sığırlarını ve koyunlarını hayvan pazarına götürüp sattı. Parasını kervancı başına verdi. Onlar da kabul edip Mâhbe’yi yanlarına aldılar. Mâhbe Arabistan Yolunda Çok uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra 620 yılının şubat ayının başında Vâdi'l-kurâ 3 denilen yere geldiler. Burası hurma bahçeleri olan, güzel bir yerdi. Kervan burada birkaç gün konakladı. Bu sırada kervancı başı hainlik yapıp, "köledir" diyerek Mâhbe’yi bir Yahudi’ye sattı. Mâhbe; “ben köle değilim” dediyse de dinleyen olmadı. Ne bağırıp çağırması, ne de çırpınıp çabalaması fayda verdi. Birkaç kişi birden üzerine çullanıp ellerini ve ayaklarını bağlayıp, lâle denilen kölelik tasmasını boynuna geçirdiler. Çaresiz kaderine 3 Vâdi'l-kurâ; Hz. Salih Peygamberin kavmi Semud’un yurtları olup, Hicaz ile Şam arasındaki bölgededir. Medine'ye yedi gecelik mesafededir. Hz. Muhammed (s.a.v.), hicretin 9. yılında Tebük’e giderken, oraya uğramıştı.
  • 12. 12 boyun eğdi. Efendisi Yahudi İsak onu alıp, bir hurma bahçesine götürdü. Orada kendisi gibi pek çok köle vardı. Öfkeli ve duygusuz bir şekilde yüksek sesle: - Bana bak, uslu dur. Burada arkadaşlarınla beraber adam gibi çalışırsan sana ekmek ve su veririm. Huysuzluk yaparsan hem aç bırakır, hem de işkence yaparım, diye bağırdı. Aradan aylar geçti. Hurma bahçesinde çalışıyordu. Efendisi Yahudi İsak onu o kadar çok çalıştırıyordu ki yorgunluktan pestili çıkıyordu. Doğru dürüst uyumasına ve dinlenmesine fırsat vermiyordu. Mâhbe bu güne kadar ömrü hayatında böyle sıkıntı çekmemişti. Fakat yine de Mâhbe’nin içinde bir ümit ışığı vardı. O ışık onun ruhunu aydınlatıyor ve ona yaşama gücü veriyordu. Vadi'l-kurâ'daki hurma ağaçlarını görünce: “Acaba burası Amûriye'deki efendimin bana tarif ettiği, ahir zaman peygamberinin göçeceği yer mi ola?” diye ümitleniyordu. Kendi kendine; “Mâhbe, bekle ve gör!” diyordu. Derken bir gün, Kurayza oğulları Yahudilerinden olan İsak’ın amcasının oğlu Osman bin Eşhel, Yesrib (Medine)'den geldi. On beş gün kadar burada kaldı. Zaman zaman Mâhbe ile konuştu. Ona kim olduğunu ve nereden geldiğini sordu. Mâhbe kısa kısa cevaplar verdi. Duygularını ve niyetini sır olarak kendisine sakladı. (Osman b. Eşhel), Mâhbe’nin hâl ve davranışlarını çok beğenmişti. Onu satın almak istedi. Fakat İsak; “Satmam, o benim en iyi kölem.” diyerek vermedi. Osman b. Eşhel onu almayı kafasına koymuştu. “Bu köleyi kaça almışsan iki mislini veririm.” deyince, parayı çok seven İsak; “Bir köle senden kıymetli mi? Verdim gitti.” dedi; böylece pazarlık bitti. Mâhbe Yesrib (Medine)'de 622 yılının Nisan ayıydı. Osman b. Eşhel, Mâhbe’yi satın alıp Yesrib (Medine)'ye götürdü. Mâhbe, otuz beş yaşındaydı. Yesrib (Medine)'yi görür görmez, Amûriye'deki rahibin tarif ettiği ahir zaman peygamberinin hicret yurdunun burası olduğunu tahmin etti. Artık Yesrib (Medine)'de Osman b. Eşhel’in hurma bahçelerinde çalışıyordu. Osman b. Eşhel de İsak’tan merhametli değildi. Mâhbe’yi gece gündüz demeden insafsızca çalıştırıyordu. Oysa, Resûlüllah Muhammed (s.a.v.) peygamber olarak gönderilmiş, Mekke'de on üç yıl kalmıştı. Fakat Mâhbe, köleliğin getirdiği eziyet ve sıkıntı içinde bulunduğundan, çevresinde olan bitenlerden haberi olmuyordu. Resûlüllah Muhammed (s.a.v.)
  • 13. 13 hakkında hiçbir şey işitmemişti. Sonra da Resûlüllah (s.a.v.) Yesrib (Medine)'ye hicret etmişti. Mâhbe onu da duymamıştı. * Müslümanların Medine'ye Hicretleri Mekke'li müşrikler, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i peygamberlik görevinden vaz geçirmek ve Müslümanları dinlerinden döndürmek için, birbirlerini kışkırtarak yaptıkları işkenceleri şiddetlendirdiler. Müslümanlar, bu işkencelere dayanamayacak hâle geldiler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e : - Ya Resûlâllah ! Artık bıçak kemiğe dayandı. Mekke'de oturacak gücümüz kalmadı. Eğer izniniz olursa bizim için güvenli olacak bir yere hicret edelim, diyerek durumlarını arz ettiler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) : - Sizin hicret edeceğiniz yurt bana gösterildi. Orası sizin de bildiğiniz yakın bir beldedir. şam'a giderken, ticaret kervanınızın yolu üzerindedir. Orası, Yesrib (Medine)'dir. Gitmek isteyen, oraya gitsin! Yüce Allah, onları sizin için kardeş ve Medine'yi de, emniyet ve huzur bulacağınız bir yurt kıldı! buyurdu. Bunun üzerine Müslümanlar, müşriklere sezdirmeden, birbirleriyle yardımlaşarak çarçabuk hazırlandılar ve peş peşe Medine'ye hicret etmeye başladılar. Kimi yaya, kimi binitli olarak yollara düştüler. Hz. Ali diyor ki: “ Ömer İbni Hattab dışında bütün muhacirler gizlice hicret ettiler. O, hicret edeceği zaman kılıcını kuşandı, yayını omzuna astı, mızrağını eline aldı ve Kâbe'ye vardı. Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, Kâbe'nin avlusunda toplanmışlardı. Ömer İbni Hattab; Kâbe'yi tavaf ettikten sonra, onların yanına gidip tepelerine dikildi: “Ben yarın Yesrib’e hicret edeceğim. Anasını ağlatmak, çocuğunu yetim, karısını dul bırakmak isteyen varsa, şu vadiye gelip benimle karşılaşsın!” dedi. Hiç kimse, ardına düşüp onu takip edemedi. * Yesrib kelimesi, hoş olmayan yer, fesat yahut kınama anlamına geliyordu. Resulüllah (s.a.v.): “ İnsanların Yesrib dedikleri yere benim hicret emrim çıktı. Ancak orası Yesrib değil; Tâbe'dir, ya da Taybe’dir. Yani orası hoştur ve güzeldir.”
  • 14. 14 buyurarak, Yesrib’in ismini daha Mekke'den hareket etmeden değiştirmiş; Medîne koymuştu. Medîne; medenî (uygar) insanların yaşadığı şehir, kalesi bulunan şehir ve itaat edilen yer anlamlarına gelir. Resulüllah (s.a.v.) Medine’ye; "Medinet’ül Münevvere" (Aydınlanmış, nurlu şehir) demişti. * Hz. Muhammed Medine’de Bekleniyor Medine o gün görülmeye değerdi. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in geleceğini öğrenen Müslümanlar, kadın erkek çoluk çocuk yollara dökülmüşlerdi. Müslümanların coşkulu sevincini gören müşrikler ve Yahudiler de onu görebilmek için sokaklara çıkmışlardı. 622 yılının nisan ayında, Müslümanların hepsi Medine'ye göç ettikten sonra, bir gece, Hz. Muhammed de arkadaşı ve can yoldaşı Hz. Ebu Bekir'le beraber yola çıktı. Müşriklerin amansız takiplerinden, Allah'ın yardımıyla kurtularak on dört gün süren çileli ve sıkıntılı bir yolculuktan sonra, Medine'ye vardılar. Medineli Müslümanlar, Rebiulevvel ayının başında Hz. Muhammed’in Mekke’den yola çıktığını duymuşlardı. Merak ve heyecan içinde bekleşiyorlardı. Rebiulevvel ayının on ikinci günü (622 yılının 23 Eylül Cuma günü) Hz. Muhammed’in Kuba Köyü’ne geldiği, burada birkaç gün dinleneceği ve bir mescit (cami) yapacağı haberi Medine’ye ulaştığında Müslümanlar sevinç ve mutluluktan uçuyorlardı. Kuba Köyü’nden Medine’ye yaya olarak bir saatte gidilebilirdi. * Medine’nin dışında Seniyyet'ül-Veda’ dedikleri bir tepe vardı. Gelen hatırlı yolcular burada beklenip karşılanır, giden yolcular da buradan uğurlanırdı. Belki bugün gelir ümidiyle Medine halkı Seniyyet'ül-Veda’ tepesinde toplanmışlar; üç dört gündür yolunu gözlüyorlardı. Çocuklar, “Resûlüllah geliyor, Resûlüllah geliyor!” diye sevinç çığlıkları atarak koşuşuyorlardı. Kız çocukları, Peygamber Efendimizi öven ve ona hoş geldin diyen şiirler, şarkılar söylüyorlardı. Rabbimizin, saf ve temiz gönüllerine ilhamıyla çocukların doğaçlama olarak söylediği ve o günden beri unutulmayan bu güzel şiirlerden (ilâhîlerden) biri şöyleydi: “ Talâal bedru aleyna... Min Seniyyet'ül-Veda’ ...” “Allah'a şükür ki, Allah'a çağıran birisi, Seniyyet'ül-Veda' Tepesinden üzerimize ay gibi doğmuştur. Ey aramıza gönderilmiş olan Elçi! Siz, itaat olunacak bir din getirdiniz. Gelişinizle Medine'yi şereflendirdiniz. Ey hayra çağıran dâvetçi! Hoş geldiniz!
  • 15. 15 Ey Sevgili Muhammed! Ey iki kıble'nin imamı! Gelişinizle Medine'yi şereflendirdiniz. Ey hayra çağıran davetçi! Hoş geldiniz! Ey evliyanın imamı! Ey peygamberlerin sonuncusu! Ey Tâhâ! Siz, bize rahmet olarak, hem ışık, hem ışıktan sonra kurtarıcı olarak gönderildiniz. Ey Sevgili Muhammed! Ey Harameyn'in Önderi! Ey gayret edenlerin en hayırlısı! Gelişinizle Medine'yi aydınlattınız. Ey Kasım'ın babası! Ey daima hayra çağıran davetçi! Biz de size Allah'ın salât ve selâmını sunarız...” * Yesrib, Yesrib olalı böyle coşkulu ve sevinçli bir gün yaşamamıştı. Sahibi bulunduğu hisarın tepesinden yolu gözleyen Yesrib (Medine)'li bir Yahudi Resûlüllah (s.a.v.) ile beraberinde gelenleri gördü ve yüksek sesle haykırmaya başladı: - Ey Yesrib ahalisi ! Ey Evs Kabilesi! Ey Hazrec Kabilesi! Beklediğiniz adam geliyor! * Mâhbe’nin En Heyecanlı Günü Mâhbe, o gün, hurma ağacının tepesinde çalışıyordu. Efendisi de ağacın altında oturuyordu. O sırada, efendisinin bir arkadaşı gelip başına dikildi ve: - Ey Osman b. Eşhel! Allah, Kayle oğullarının (Evs ve Hazrec kabilelerinin) belâlarını versin! Vallahi, onlar Mekke'den yanlarına gelen, peygamber dedikleri bir adamın başına Kuba4 Köyünde toplanmış bulunuyorlar! dedi. Bunu işitir işitmez Mâhbe öyle heyecanlandı ki titremeye başladı; neredeyse aşağıdaki adamların üzerine düşecekti. Yukardan: - Ne dedin? Ne dedin?' diyerek hemen hurma ağacından indi. Osman b. Eşhel kızdı, Mâhbe’ye şiddetli bir tokat attı ve: - Bu senin neyine gerek, seni ne ilgilendirir? Sen işinin başına dön! dedi. Mâhbe de: 4 Kuba aslında bir kuyunun adıdır. Köy onun adıyla anılır. Yesrib’e 4 km uzaklıktadır.
  • 16. 16 - Birşey yok! Ancak onun ne dediğini anlamak istedim, dedi ve tekrar ağaca tırmandı. Akşama kadar işine gücüne devam etti. Akşam olunca, yanına biriktirdiği yiyecekleri alıp Kuba köyünün yolunu tuttu. Resûlüllah Aleyhisselam’ın yanına gitti. Kendisine selâm verip: - Sizin salih bir zât olduğunuzu işittim. Gurbettesiniz. Yanınızda da, muhtaç, kimsesiz sahabileriniz varmış! şu şeyleri, sadaka olarak vermek üzere, yanımda getirdim. Buna, sizi başkalarından daha lâyık gördüm! diyerek, yiyecekleri Resûlüllah (s.a.v.)’a uzattı. Resûlüllah Aleyhisselam, ashabına: - Alınız, yiyiniz! Allah’ın adını anarak yiyiniz, buyurdu, elini çekti ve ondan hiç yemedi. Mâhbe kendi kendine: “Bu, bir! Sadaka kabul etmiyor.’’ dedi. Sonra, Resûlüllah (s.a.v.)’ın yanından ayrılıp evine döndü. * Resulüllah (s.a.v.)’ın Yesrib İçin Dua Etmesi Hz. Ayşe Annemiz Medine’nin nasıl Medine olduğunu bize şöyle anlatıyor: Biz Yesrib’e (Medine'ye) geldiğimizde orası Allah'ın en sıtmalı yeriydi. Buthan vadisinden, acı ve pis bir su akardı. Çevresi bataklıktı, sivrisinekten geçilmezdi. Resulüllah (s.a.v.)’ın dışında herkes hastalandı. Yüce Allah, Sevgili peygamberini bu hastalıktan korudu. Ashap, namazlarını ayakta kılamaz hâle geldi. Oturarak kılmaya başladılar. Babam Ebu Bekir ile azatlıları Âmir bin Füheyre ile Bilâl bir evde beraber kalıyorlardı ve hummaya (ateşli bir hastalık) tutulmuşlardı. Onları ziyaret için Resulüllah (s.a.v.)’tan izin istedim. Bu olay, bize (Resulüllah’ın eşlerine) perde arkasına çekilme emrinden önceydi. İzin verilince yanlarına gittim. Kendilerinde, Allah'tan başkasının bilemeyeceği bir hastalık elemi vardı . Babam Ebu Bekir'e: - Babacığım! Kendini nasıl buluyorsun? diye sordum. - Her kişi ailesi içinde sabahlarken, ölüm ona ayakkabısının bağından daha yakındır… anlamında bir beyit okudu.
  • 17. 17 ‘Vallahi, babam ne dediğini bilmiyor!’ diye düşündüm. Sonra, Âmir bin Füheyre'nin yanına yaklaştım, ona: - Ey Âmir! Kendini nasıl hissediyorsun? diye sordum. Bana: - Muhakkak ki, ölümü daha onu tatmadan önce buldum. Korkak kişinin ölümü, kendisinin tepesindedir. Her kişi, gücü nispetinde çalışıp çabalar… anlamında beyitler okudu. ‘Vallahi, Âmir de ne söylediğini bilmiyor!’ diye düşündüm.. Bilâl'in yanına vardım. Onu da, sıtma nöbeti tutmuş hâlde, odanın kapısının önüne serilip yatmış vaziyette buldum. Ona: - Nasılsın? diye sordum. Bir süre inledikten sonra güzel ve alçak bir sesle: - “Bilmem ki, acaba bir gece daha Mekke'nin Fah vadisinde, Izhır ve kokulu Celil otları içinde geceler miyim? Acaba bir gün olup da Mecenne sularının başına bir daha varır mıyım? Acaba Mekke'nin şâme ve Tefîl dağları, bana bir daha görünür mü? ” anlamında bir şiir söyledi ve: “Allah'ım! şeybe bin Rebia, Utbe bin Rebia, Ümeyye bin Halef’in bizi yurdumuzdan çıkarıp veba yurduna gelmeye mecbur ettikleri gibi, Sen de onlara lânet et! (Onları rahmetinden uzaklaştır!)” diyerek ilendi. Hepsine : - Geçmiş olsun. Allah tez zamanda şifa versin! deyip, Resulüllah (s.a.v.)’ın yanına geldim. Gördüklerimi anlattım. - Onlar, hummanın şiddetinden, sayıklıyorlar! Akılları başlarında değil! dedim. Bunun üzerine, Resulüllah (s.a.v.) gözlerini semaya dikti ve: - Yesrib’in adını, “Medine” olarak değiştiriyorum, dedikten sonra: - “Allah'ım! Bize Medine'yi sevdir! Mekke'yi sevdirdiğinden daha fazla sevdir! Allah'ım! Bizim için Medine'yi sağlığa elverişli kıl! Allah'ım! Medine'ye bereket ihsan et !... Allahım! Ekinimizi bereketlendir. Allah'ım! Mekke'ye verdiğin bereketin iki katını Medine'ye ver!” diyerek dua
  • 18. 18 etti.5 * Medine’de, Evs ve Hazreç adındaki iki Arap kabilesinin yanında Yahudi olan Kaynuka, Kurayza ve Nadir kabileleri yaşamaktaydı. Bu iki Arap kabilesi, Yahudilerin kışkırtmaları nedeniyle yüz yıldan beri birbirleriyle savaşıyorlardı. İslâmiyet’in Medine’yi nurlandırmasıyla bütün anlaşmazlıklar son buldu. Evs ve Hazrec kabileleri Müslüman oldu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Yahudilerle vatandaşlık antlaşması yaptı. Medine huzur ve güzellikler şehri oldu. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v), insanlığın hayır ve yararına olan bir toplum oluşturmak için çalıştı ve bunda muvaffak oldu. Nitekim, Onun sağlığında Müslümanların egemenliği altına giren Hayber Yahudileri, gördükleri adalet ve hakkaniyet karşısında: “Herhâlde cennet, Müslümanların eliyle yeryüzünde kuruldu. Yer ve gök, bu adaletle ayakta duruyor.” demekten kendilerini alamamışlardı. Medine, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in duası bereketiyle, o kadar huzurlu bir şehir hâline geldi ki hem orada yaşayanlar dirlik ve düzene, gönül rahatlığına kavuştular; hem gelip geçen ziyaretçiler gerçekten mutluluğu tattılar. Böylece Medine'ye hicret, medeniyete hicret oldu. Ashaptan Ebu Hureyre derki: “Medineli Müslümanlar, ilk çıkan turfanda meyveyi gördüler mi, onu Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e getirirler; Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de onu alınca: “Allah'ım! şüphe yok ki, İbrahim (Aleyhisselam), Senin kulun, halîlin ve peygamberindi. Ben de Senin kulun ve peygamberinim! O sana Mekke için dua etmişti. Ben de, Sana Medine için dua ediyor; onun Mekke için yaptığı duasında Senden dilediğini, bir kat daha fazlasıyla Medine için Senden diliyorum!” diye dua eder; sonra da, o turfanda meyveyi, orada bulunan çocuklardan en küçüğünü çağırarak ona verirdi. * Mâhbe Tekrar Resûlüllah (s.a.v.)‘ın Huzurunda Resûlüllah (s.a.v.) Yesrib (Medine)'in içine geldikten birkaç gün sonra Mâhbe Resûlüllah (s.a.v.)’in yanına varıp: - Sizin sadakadan yemediğinizi gördüm. Bu hurmalar size ikram olmak üzere hazırladığım hediyemdir! dedi. 5 Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 225. ; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 3/123-127.
  • 19. 19 Resûlüllah Aleyhisselam, hemen ondan yedi ve ashabına da Allah’ın adıyla yiyiniz, dedi. Onlar da kendisiyle birlikte yediler. Bunun üzerine, Mâhbe kendi kendine: “Bu, iki!” dedi. Götürdüğü hurma aşağı-yukarı yirmi beş tane idi. Hâlbuki yenen hurma çekirdekleri çok fazlaydı. Hz. Peygamber’in mucizesi ile hurma artmıştı. İçinden: “ Bir alâmet daha gördüm.’’ diye geçirdi. * Mâhbe, Selmân İbnü’l-İslâm Oluyor Bundan sonra bir gün Mâhbe, efendisinden izin alarak hurma bahçesinden ayrıldı. Amacı Resûlüllah (s.a.v.)‘ı bulmak ve onunla tekrar görüşmekti. Sordu soruşturdu, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Bakiyyü'l-Garkad (Baki Mezarlığı)'da bulunduğunu öğrendi. Oraya gitti. Cenaze gömülürken Resûlüllah (s.a.v.), ashabı arasında oturuyordu. Üzerinde, her tarafını bürüyen iki ihram vardı. Yanına vardı. Kendisine selam verdi. Sonra da, Amûriye'deki efendisinin ona tarif ettiği peygamberlik mührünü görebilir miyim diye sırtına bakmak için, arka tarafına geçti. Resûlüllah (s.a.v.), onun niyetini anlayarak arkasından ridasını sıyırdı. Mâhbe, Peygamberlik mührünü görünce üzerine kapandı. Öptü ve ağlamaya başladı. Bir yandan da kelime-i şehâdeti söylüyordu. Resûlüllah (s.a.v.), 'Bu tarafa dön!' buyurdu. Mâhbe gelip önlerinde diz çöküp oturdu. Cenaze gömülüp dua edildikten sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ona kim olduğunu, nereden geldiğini sordu. O da başından geçen olayları bir bir anlattı. Resûlüllah (s.a.v.) anlattıklarını can kulağıyla ve merakla dinledi. Hâline şaşırdı. Mâhbe’nin Müslüman oluşu ve hayat hikâyesini ashabının da işitmiş olmaları, Resûlüllah Aleyhisselam’ın pek hoşuna gitmişti. Mezarlıktan ayrıldıktan sonra Mâhbe’nin yanına gelen sahabelerden biri ona adını ve nereli olduğunu sordu. Mâhbe: - Adımı Müslüman olduktan sonra Selmân İbnü’l-İslâm (İslâm’ın oğlu Selmân) olarak değiştirdim. Bundan sonra bana Selmân İbnü’l-İslâm deyin. İran’da doğdum; ama artık buralıyım, dedi. O günden sonra onu Selmân İbnü’l-İslâm ve Selmân-ı Fârisî diye çağırdılar. Günler geçtikçe Selmân-ı Fârisî’yi ashab-ı kiram daha iyi tanıdı ve sevdi. Muhammed (s.a.v.)’in de zaman zaman onu övdüğünü duyan sahabeler Selmân-ı Fârisî’ye
  • 20. 20 birbirinden güzel lâkaplar verdiler. Müslüman olduktan sonra yaptığı işler dolayısıyla tarihler adını Selmân-ı Fârisî, Selmân el-Hayr, Selmân İbnü’l-İslâm, Selmân-ı Pâk ve Selmân el-Hakîm diye de anmışlardır. * Selmân İbnü’l-İslâm Müslüman Olduğunu Efendisine Anlatıyor Selmân İbnü’l-İslâm, evine dönerken çok heyecanlı ve sevinçliydi. Hayatında hiç bu kadar mutlu olmamıştı. Efendisiyle karşılaşınca ona ne diyeceğini düşündü. Gerçi Müslümanlarla Yahudiler Medine’de dostça ve barış içinde yaşıyorlardı. Fakat Yahudiler, Müslümanları pek sevmezlerdi. Efendisi ne derse desin, o gerçeği söylemeye karar verdi. Efendisinin yanına gitti ve ona: - Efendim, size bir şey söylemek istiyorum. Başkalarından duymayın, benden duyun. Efendisi meraklandı: - Neymiş o? Hadi söyle. - Ben bugün Resûlüllah (s.a.v.)’ın yanına gittim. Onun sırtındaki peygamberlik mührünü gördüm ve ona iman ettim, Müslüman oldum. Adımı da değiştirdim; Selmân İbnü’l-İslâm koydum. Fakat siz bana bundan sonra kısaca Selmân diyebilirsiniz. - Nerden uyduruyorsun bu peygamberlik mührünü falan. - Uydurmuyorum efendim. Ben Kitab-ı Mukaddeste okudum. Vaktiyle kendilerinden ders aldığım rahipler de söylemişlerdi. Onlar da bunu biliyorlardı. Selmân’ın bilgili ve kültürlü bir insan olduğunu bilen efendisi, onunla bir tartışmaya girmeye cesaret edemedi. Hemen olayın üstünü kapatmak için: - Eh ne yaparsan yap. Fakat sakın onun yanına gitmek için, işini gücünü aksatma. Benden habersiz ve izinsiz hiçbir yere ayrılmayacaksın. Anlaşıldı mı? - Anlaşıldı efendim. - Bundan sonra gözüm üzerinde. Hareketlerine dikkat et. - Baş üstüne efendim. * Efendisi Selman’ın başını hiç boş bırakmıyordu. Sürekli ona iş veriyor, meşgul ediyordu. Selmân-ı Fârisî ancak gece yarısından sonra efendisinin baskısından kurtulabiliyordu. Çok arzu etmesine rağmen ne Resûlüllah (s.a.v.)‘ın ne bir Müslümanın yanına gidebiliyordu. Bedenen çektiği eziyetler bir yana, ruhu da bir cenderede gibiydi. Bu sıkıntıdan kurtulabilmenin ilacının ne olduğunu biliyordu:
  • 21. 21 Resûlüllah (s.a.v.)’ın yanında olabilmek. Fakat günler aylar geçiyor Selmân-ı Fârisî, Resûlüllah (s.a.v.)’ın yanına gidemiyordu. Resûlüllah (s.a.v.)’ın aşkı ve özlemiyle yanıp tutuşuyordu. Geceleri sabahlara kadar; “Bütün kapıları açan Yüce Allah’ım. Bana da Resûlüllah (s.a.v.)’ın kapısını aç!” diye dua ediyordu. Selmân-ı Fârisî’nin Efendisine Verdiği Ders Bir gün efendisiyle konuşmaya karar verdi. Efendisinin neşeli ve mutlu bir zamanını gözledi. Öyle bir anını yakalayınca da: - Efendim, benden ve işimden memnun musunuz? diye sordu. - Memnunum. - Beğenmediğiniz, hoşunuza gitmeyen bir hâlim var mı? - Yok. - Efendim, siz akıllı, merhametli ve hoşgörülü bir insansınız. Aynı zamanda dininize bağlı ve inançlısınız. Tevrat’ı da okumuşsunuz. - Evet. - Af buyurun, haddim olmayarak size bir şey hatırlatabilir miyim? Efendisi merak etti. - Söyle, ne hatırlatacaksın. - Tevrat’ı ben de okudum. Orada: “Efendisi kölesine karşı merhametli olmalıdır. Köle altı gün çalıştırılıp bir gün dinlendirilmelidir. “ yazıyor. Hz. Musa’nın şeriatında kölelere insanca davranılması; onlara eziyet ve işkence yapılmaması buyruluyor. - Sen ne demek istiyorsun? - Saygı değer efendim. Hatırladığıma göre Şabat6 (Cumartesi) günü kutsaldır. Öyle değil mi? - Evet, öyledir, diyerek Tevrat’tan bir emir okumaya başladı: “ Tanrın Rab'bin buyruğu uyarınca Şabat Günü'nü tut ve kutsal say. Altı gün çalışacak, bütün işlerini yapacaksın. Ama yedinci gün bana, Tanrın Rab'be Şabat Günü olarak adanmıştır.” Burada durup sustu. Selman bir süre bekledi. Efendisi emrin devamını okumayınca o okumaya devam etti: - “O gün sen, oğlun, kızın, erkek ve kadın kölen, öküzün, eşeğin ya da herhangi bir hayvanın, aranızdaki yabancılar dâhil, hiçbir iş yapmayacaksınız. Öyle ki, 6 İbranice Şabat; Arapça Sebt; Cumartesi günü demektir.
  • 22. 22 senin gibi erkek ve kadın kölelerin de dinlensinler. Mısır'da köle olduğunu ve Tanrın Rab'bin seni oradan güçlü ve kudretli eliyle çıkardığını anımsayacaksın. Tanrın Rab bu yüzden Şabat Günü'nü tutmanı buyurdu.” Derin bir sessizlik oldu. Efendisi, Selman’ın Tevrat’tan bir emri ezbere okumasını hem hayretle karşıladı; hem de kendisine verilen edepli bir ders olarak algıladı. Selmân-ı Fârisî sözlerine şöyle devam etti: - Saygı değer efendim, sizden ricam şudur: Kutsal Şabat (Cumartesi) günü beni serbest bıraksanız da istediğim yere gidebilsem. - Anlaşıldı. Bundan sonra Kutsal Şabat (Cumartesi) günleri izinlisin, dilediğin yere gidebilirsin. - Teşekkür ederim efendim. Selmân-ı Fârisî artık Cumartesi günleri özgürdü. Cumartesi günü sabah namazından başlayarak beş vakit Mescid-i Nebi’ye gidiyor; Resûlüllah (s.a.v.)’ın arkasında namaz kılıyor; onu dinliyor ve bütün gün onun peşinden ayrılmıyordu. Günler, aylar, yıllar su gibi akıp geçti. * Selman-ı Fârisî’nin Kölelikten Kurtarılışı Selmân-ı Fârisî Hicretin 5. yılına kadar, yakasını kölelikten kurtaramadı. Bir gün, Resûlüllah Aleyhisselam, Selman-ı Fârisî’ye: - Ey Selman! Kendini kölelikten kurtarmak için, efendinle kesişme yapsan a! buyurdu. Bunun üzerine Selmân-ı Fârisî efendisine giderek: - Efendim, hürriyetime kavuşmam için sizinle bir anlaşma yapmak istiyorum. - Senin kurtuluş bedelini ödeyecek paran var mı? Bu nasıl olacak? - Param yok, fakat bulacağım. Siz ne istediğinizi söyleyin. - Çukurlarını da kazmak şartıyla 300 hurma fidanı dikeceksin ve bu fidanların hepsi tutmuş olacak. Tutmayanların yerine yenilerini dikeceksin. Ayrıca 40 ukiyye7 (1600 dirhem) de altın vereceksin. Ancak ondan sonra seni serbest bırakırım. - Tamam efendim, antlaştık. Bu anlaşmayı yazalım mı? 7 Ukıyye: Eski bir ağırlık ölçüsü birimi. 40 ukiyye altın, 1190 gr. altın eder. Dirhem: Bir ağırlık ölçüsü ve ayrıca gümüş para birimi. (Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 468)
  • 23. 23 - Yaz getir, ben mühürlerim. Selmân-ı Fârisî anlaşmayı yazıp getirdi. Mühürlendikten sonra Selmân: - Ben hemen şimdi işe başlıyorum; izninizle, diyerek oradan ayrıldı. Selmân-ı Fârisî doğruca Resûlüllah (s.a.v.)’ın yanına gitti. Efendisiyle yaptığı anlaşmayı aktardı. Resûlüllah Aleyhisselam, ashabına: - Kardeşinize yardım ediniz! buyurdu. Bunun üzerine, ashabın kimi on fidan, kimi on beş fidan, kimi yirmi fidan; kısaca, herkes yanlarındaki hurma fidanları oranında Selmân-ı Fârisî’ye yardımda bulundular. Sonunda Selmân için gerekli 300 hurma fidanı toplandı. Resûlüllah Aleyhisselam, Selmân’a: - Ey Selman! Git, şu fidanlar için çukurlar kaz! Çukurları kazıp bitirdiğin zaman bana gel de, onları ben kendi elimle dikeyim! buyurdu. Hurma fidanları için çukurlar kazmaya başladım. Arkadaşlarım da bana yardım ettiler. Çukurları kazıp bitirince, Resûlüllah Aleyhisselam’a gidip haber verdim. Resûlüllah Aleyhisselam, hurma fidanı dikilecek yere benimle birlikte gitti. Biz, dikilecek hurma fidanlarını onun yanına yanaştırıyorduk. Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; Resûlüllah tarafından dikilen hurma fidanlarından bir tane bile tutmayan, kuruyan olmadı, hepsi tuttu. Böylece, hurma ağacından olan borcumu ödemiş oldum. Ancak, dikilen fidanlardan birisi tutmamıştı. Resûlüllah Aleyhisselam: - Kim dikti bunu? diye sordu. - Ömer! dediler. Resûlüllah Aleyhisselam onu söküp kendisi tekrar dikti, o da tuttu. Bu suretle dikilen hurma fidanları yılında meyve vermeye başladı ve meyvesi yendi. Selmân-ı Fârisî’nin üzerinde yalnızca altın borcu kalmıştı. Resûlüllah Aleyhisselam bazı gazalarda, madenlerden vergi olarak alınan,
  • 24. 24 tavuk yumurtası kadar bir altın külçesi getirtmişti. Bir gün Resûlüllah Aleyhisselam ashabına: - Efendisiyle azadlanmayı kesişen Selman ne yaptı? diye sordu. Ashab: - Bilmiyoruz kendisini çağıralım, dediler. Selmân çağırıldı. Resûlüllah Aleyhisselam, ona: - Ey Selman! şunu al da, üzerindeki borcu öde! Buyurarak yumurta kadar bir külçe altın verdi. Selmân-ı Fârisî: - Yâ Rasûlallah! Üzerimde bulunan o kadar borca, bu kadarcık altın parçası nereden, nasıl yetecek?! dedi. Resûlüllah Aleyhisselam altın külçesini eline alıp diline sürdükten sonra: - Al bunu! Yüce Allah, muhakkak, senin üzerindeki borcu bununla ödeyecektir! buyurdu. Bunun üzerine Selmân-ı Fârisî, onu aldı. Alacaklıya, ondan tartıp tartıp verdi. Selman diyor ki: “Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; o altın külçesinden 40 ukıyye (1600 dirhem) tartıp alacaklıya verdim! Resûlüllah Aleyhisselam’ın bana yardım ettiği yumurta kadar altın eğer Uhud dağıyla tartılmış olsaydı, muhakkak, ondan daha ağır gelirdi.“ Peygamberimiz Aleyhisselam’ın verdiği yumurta kadar altından, alacaklıya verildiği kadar, Selman-ı Fârisî'nin yanında da kalmıştı. Selman-ı Fârisî kölelikten yakasını kurtardıktan sonra Hendek savaşına hür olarak katılmış, bundan sonra hiçbir savaşta Peygamberimiz Aleyhisselam’ın yanında bulunma fırsatını kaçırmamıştır.8 * Köle veya câriye bir bedel karşılığında hürriyetini elde edebilmek için efendisiyle anlaşabilir. Bu anlaşma sözlü olabildiği gibi yazılı da olabilir. Yazılı sözleşmeye Fıkıhta mükâtebe denilir. Kölenin mükâtebeyle kararlaştırılan bedeli başkalarından sağlayacağı yardım veya alacağı borçla ödemesi mümkün olmakla birlikte genellikle çalışıp kazanması gerekir. İlk mükâtebe sözleşmesi yapan köle Selmân-ı Fârisî olup o da bu sözleşmesini 8 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 443-444; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 4/368-369.
  • 25. 25 Hz. Peygamber’in tavsiyesi ve yardımıyla gerçekleştirmiştir. Kitâbet bedeli olan 300 hurma fidanını, Resûl-i Ekrem’in gözetiminde dikmiştir. Benî Bekr kabilesinin altın madeninden Beytülmale zekât alınıyordu. Bu zekât gelirinden Resûlüllah (s.a.v.) yumurta kadar bir altını kölelikten kurtulması için Selmân’a vermişti. O da borcunu ödeyip kölelikten kurtulmuştu. Beytülmalden (Devlet hazinesinden) 40 ukıyye ödenerek Selmân’ın âzat edilmesi sağlandı.9 * Hürriyetine kavuştuktan sonra Ashabu’s-Suffe’ye katılan Selmân, Hz. Peygamber’den hiç ayrılmadı. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), zâhid bir kişiliğe sahip olan Selmân’ı çok severdi. Ayrıca Sahâbe-i kirâm efendilerimizin hepsi de onu çok sevmişlerdi. * Suffe Okulu ve Suffe Ashabı Hz. Peygamber (s.a.v.) yeni Müslüman olanların ve çocukların eğitimlerine önem veriyordu. Bunun için Medine mescidinin bitişiğinde bir okul açtı ve öğretmenler görevlendirdi. Çocuklara önce okuma yazma; daha sonra iman ve ibadet esaslarının öğretimiyle birlikte Kur'an-ı Kerim öğretiliyordu. Burası camiye bitişik bir sofa şeklindeydi. Onun için burada kalan öğrencilere Suffe Ashabı denildi. Yoksul ve kimsesiz öğrencilerin beslenme ve barınma ihtiyaçları da burada karşılanıyordu. Hz. Peygamber (s.a.v.), her akşam bu öğrencilerden bir kısmını kendi evine götürür, sofrasında ağırlardı. Diğerlerini de varlıklı sahabelere dağıtırdı. Suffa, kısa bir süre sonra, artık ihtiyacı karşılamaya yetmez hâle geldi. Resulüllah, buradaki yığılmayı dağıtmak için diğer mahallelerde de okullar açtı. Hicretten iki yıl sonra Medine'de, Dâr'ul-Kurrâ adında Kur'ânı Kerîm öğretimi için yeni bir okul öğretime başladı. Kuba camiinde de bir okul vardı. Resulüllah buraya sık sık gelir ve öğretimi denetlerdi. Resulüllah'ın sağlığında Mescid-i Nebî'den başka dokuz küçük camii daha yapılmış ve ibadete açılmıştı. Bu camilerin hepsi de aynı zamanda okul olarak hizmet vermekteydi. Mescid-i Nebi’nin yanındaki Suffa, yüksek okul olarak öğretimini sürdürdü. Burada yetişenler, İslâm dinini öğretmek ve yaymak için Arap Yarımadası'nın dört bir yanına görevlendiriliyordu. Hz. Ali ibni Ebu Talip, Hz. Zeyd ibni Harise, Hz. Ebu Zerr, Hz. Enes, Hz. Ebu Hüreyre, Hz. Saad İbni Ebî Vakkas ile kardeşleri Hz. Âmir ve Hz. Umeyr, Suffa Okulu’nun ilk, orta ve yüksek kısımlarında okudular. Yeri ve zamanı gelince de Resulüllah (s.a.v.) tarafından Medine dışındaki köy, kasaba ve şehirlere öğretmen, din görevlisi, vergi memuru, hâkim ve vali olarak gönderildiler. Burada okuyan öğrenciler sadece Medineli ve Mekkeli değildi. Arabistan'ın en uzak bölgelerinde yaşayan kabilelerden gelen insanlar olduğu gibi, yabancı ülkelerden gelenler bile vardı. İranlı Selman (Selman-ı Farisî), Bizanslı Suheyb 9 Müsned, V, 443-444; İbn Hişâm, I-II, 218.
  • 26. 26 (Süheyb-i Rûmî), Habeşistanlı Bilâl (Bilâl-i Habeşî) gibi… Bu öğrencilerin sayısının dört yüzü aştığı ve yabancı öğrencilerin sayısının seksene ulaştığı zamanlar oldu. * Eğitim Öğretimin Önemi Hz. Muhammed'in deyişile, onun çağındaki Araplar: "Ne okuyup yazabilen, ne de hesap yapabilen bir cahiller topluluğuydu." Bir yetim olarak doğan, küçük yaşta annesini de kaybedip öksüz kalan, dedesinin ve amcasının yanında büyüyen Hz. Muhammed, okuma yazma öğrenmeye fırsat bulamamıştı. O, hiç okuma yazma bilmiyordu. Fakat Yüce Allah’ımız kendisine ilk vahyettiği Alâk Suresi’nde şöyle buyurmuştur: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin en büyük kerem sahibidir.” Yüce Rabbimiz daha sonra vahyettiği âyetlerinde : “… (Resûlüm) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”10 “…Ve şöyle de! Ey Rabbim, ilmimi arttır!” 11 “…Eğer siz bilmiyorsanız, aranızdaki bilenlere sorunuz.” 12 buyrukları, her iki dünyada da insanın mutluluğu ve iyiliği için; bilgili olması, ilmini arttırması, okuması ve bilmediğini sorup öğrenmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Hicretten iki yıl önce Medine'den gelen bazı kimseler Mekke'de Resulüllah ile görüştüklerinde Müslüman olmak istediklerini belirttiler. Fakat kısa bir süre sonra memleketlerine döneceklerdi. İslâmiyet’i tam olarak öğrenebilmek için kendilerine Kur'ân-ı Kerim’i öğretecek bir öğretmen verilmesini istediler. Resulüllah da ashaptan Mus’ab bin Umeyr’i öğretmen olarak görevlendirdi ve Medine’ye gönderdi. Onu İslâm Dini Öğretmeni olarak görevlendirip Medine'ye gönderirken: - Ey Mus’ab! Medineli Müslümanlara Kur’an oku! İslâm dinini anlat. İslâmiyet’i ve Kur’an okumasını öğret. İmamlık yap, namaz kıldır, buyurdular. Suffada görevli öğretmenler tarafından çocuklara, gençlere hatta yaşlılara okuma yazma ve Kur’an-ı Kerim öğretiliyordu. Peygamber Efendimiz şöyle söylüyordu: “Çin'de bile olsa ilmi arayınız, zira Müslüman olan herkes için ilim peşinde koşmak bir vazifedir.” 10 Zümer Suresi, 9. Ayet. 11 Tâ Hâ Suresi, 114. Ayet. 12 Nahl Suresi, 43. Ayet.
  • 27. 27 “Yaşlılar genç öğretmenlerin önüne oturup ilim öğrenmekten utanmasınlar…” Resulüllah, kızların ve kadınların eğitimine de özen gösterilmesini istiyordu. Kendisi haftanın bir gününü tamamen kadınlara ayırıyor ve bu günde mescitte onlara hitap ediyor ve onların sorularını cevaplandırıyordu. Hz. Muhammed’in eşi Hz. Ayşe de bu çalışmalarda vazife alıyordu. Hz. Muhammed’in şu sözü çok dikkat çekicidir: "Kimin bir cariyesi varsa, ona öğretim, fakat iyi bir öğretim yaptırsın; ve ona eğitim, fakat iyi bir eğitim göstersin ve sonra onun, hür bir kadın olarak evlenebilmesi için azat etsin. Böyle yapan bir insan Allah tarafından iki katıyla mükâfatlandırılacaktır." Medine'de insanlara verilen öğretim ve eğitimin seviyesi her geçen gün yükseliyordu. Bizzat Resulüllah burada dersler veriyor; Kur'ân-ı Kerim’i tefsir ediyor (yorumluyor) ve açıklıyordu. Resulüllah (s.a.v.) insanlara her zaman şöyle diyordu: “Allah beni bir öğretmen olarak göndermiş bulunuyor. Benim görevim Allah’ın buyruklarını size öğretmektir.” Kur'an-ı Kerim’de Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ilâhî görevi açıklanırken, bunun bir eğitim ve öğretim işinden ibaret olduğu belirtilmiştir. Suffada ilköğretimden sonra, orta ve yüksek öğretim de verilmeye başlandı ve zamanla Suffa;" İslâm Üniversitesi" oldu. Burada eğitimlerini tamamlayanlar, öğretmen, vergi memuru, hâkim ve vali olarak ihtiyaç duyulan yerlere gönderiliyordu. Meselâ; Mu'âz ibni Cebel, Yemen bölgesine hem "hâkim" , hem "vergi tahsildarı" hem de "Kuran ve din öğretmeni" olarak görevlendirilmişti. Sahâbî kadınlar arasında da başta Hz. Ayşe olmak üzere yirmi kadar kadın hukukçu ve yüzlerce öğretmen yetişmiştir. Hz. Muhammed, herkesin okuma-yazma öğrenmesine o kadar önem veriyordu ki… Resulüllah, Bedir savaşında esir alınan müşrik düşman askerleri, adam başına 4.000 dirhem (gümüş para) fidye (kurtulmalık ödenen para) öderlerse serbest bırakılacaklarını söyledi. Esirler arasında okuma-yazması olanların Medineli on Müslüman çocuğa okuma-yazma öğretmeleri hâlinde serbest bırakılacaklarını; "Müslümanların müşrik öğretmenlerden ders almalarında bir sakınca olmadığını…" duyurdu. * HENDEK SAVAŞI
  • 28. 28 Hendek (Ahzab) savaşı, (M.627) Hicretin 5. yılında, Şevval ile Zilkade arasında vuku buldu. Benî Nadîr Yahudileri yurtlarından sürülüp çıkarıldıkları zaman, onlardan bir kısmı Şam'a, bir kısmı da Hayber'e gelip yerleşmişlerdi. Hayber'de hazırlıklı, cesaretli, çok sayıda Yahudi cemaati bulunuyordu. Yahudilerden 19 kişilik bir heyet; Mekke'ye giderek Kureyş müşriklerini ve onlara bağlı bulunan kabileleri Peygamberimiz Aleyhisselâmla çarpışmaya davet ettiler: "Onun işini bitirinceye kadar, biz de sizin yanınızda bulunacak, sizinle el birliği ve iş birliği yapacağız!" dediler. Ebu Süfyan, onlara: "Siz bu işte azimli ve kararlı mısınız?" diye sordu. Heyet: "Evet! Muhammed'e düşmanlık ve onunla çarpışmak hususunda sizinle antlaşma yapalım diye geldik!" dediler. Ebu Süfyan: "Öyle ise, hoş geldiniz, safa geldiniz! Muhammed'e düşmanlıkta yardımcı olanlar, bizim katımızda insanların en sevgilisi ve makbulüdür!" dedi. Heyetten bazıları, Ebu Süfyan'a: "Kureyş'in her kabilesinden 50 kişi getir ve sen de içlerinde bulun! Siz ve biz, Kâbe örtüsünün arasına girip göğüslerimizi Kabe'ye yapıştırarak; birbirimizden ayrılmamak, birbirimizi bırakmamak üzere, hepimiz birden Allah'a ant içelim. Bizlerden tek adam kalmayıncaya kadar, şu adam (Peygamberimiz Aleyhisselâm kastediliyor) hakkında sözbirliği yapalım!" dediler. Öyle yaptılar ve antlaştılar. Kureyş müşrikleri, birbirlerine: "Medine'nin reisleri, bilgi ve ilk kitap sahipleri, ayağınıza kadar gelmiş bulunuyorlar. 'Biz mi, yoksa Muhammed mi; hangimiz daha doğru yolda?' Onlardan bir sorun bakalım?" dediler. "İyi olur!" diyerek bu tavsiyeyi benimsediler.
  • 29. 29 Bunun üzerine, Ebu Süfyan, onlara: "Ey Yahudi cemaati! Sizler, kendilerine ilk semavî kitap inmiş, ilim sahibi bir kavimsiniz! Muhammed'le anlaşamadığımız meselede bizi aydınlatın: Bizim dinimiz mi, yoksa onun dini mi daha hayırlı? Biz, Beytullah'ı imar ve ona develer kurban ederiz. Hacca gelenlerin su ihtiyaçlarını karşılarız! Putlara taparız! Buna göre, biz mi daha doğru yoldayız, yoksa Muhammed mi daha doğru yolda?" diye sordu. Heyet: "Allah için söylenecekse, siz hakka ondan daha yakınsınız: Çünkü siz şu Beytullah'a hürmet ve tazimde bulunuyorsunuz. Hacıların su ihtiyaçlarını karşılıyorsunuz. Develerden kurbanlar kesiyorsunuz. Atalarınızın tapageldikleri putlara tapıyorsunuz. Evet! Sizin dininiz onun dininden daha hayırlıdır ve siz hakka ondan daha yakınsınız!" dediler. Yahudi heyetinin bu sözleri Kureyş müşriklerini çok sevindirdi. Yahudi heyeti Peygamberimiz Aleyhisselâm ile çarpışmaya davet ettiği zaman, Kureyş müşrikleri bunu sevinerek benimsediler; bu yolda hemen derlenip toparlandılar ve hazırlıklara giriştiler. Kureyş müşriklerinin sorularına Yahudi heyetinin verdiği cevaplar üzerine inen âyetlerde şöyle buyuruldu: “Kendilerine Kitap'tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar cibte (putlara) ve tâğuta inanıyorlar. İnkâr edenler için de, ‘Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır.’ diyorlar.”ᅠ Nisa Suresi: 51 Tefsir Uhud Savaşı’ndan sonra Medine Yahudilerinden bir grup Kâ‘b b. Eşref, Huyey b. Ahtab gibi reislerinin peşine takılarak Mekke’ye gelmişler, Müslümanlara karşı savaşmak üzere Mekke müşrikleriyle bir antlaşma yapmak istemişlerdi. Mekkeliler bunların okuryazar ve Ehl-i kitap olduklarını göz önüne alarak kendi din ve gelenekleriyle Hz. Peygamber’in getirdiği din ve yaptığı işler hakkında bilgi vermişler, Yahudilerden bir değerlendirme yapmalarını istemişlerdi. Yahudiler İslâm aleyhine, şirk lehine hüküm verdiler ve değerlendirme yaptılar, şirkin İslâm’dan daha hayırlı olduğunu söylediler, hatta müşriklerin isteği üzerine putlara (cibt) secde ettiler. Âyet-i kerîme –başkalarına da ibret olmak üzere– bu çirkin, ahlâksız, ikiyüzlülüğe dayalı, kendi kutsal kitaplarına da aykırı (Çıkış, 20/3-
  • 30. 30 4) davranışı kınamak ve sahiplerinin hak ettikleri cezayı bildirmek için gönderildi. (“bâtıl” diye çevirdiğimiz tâgut kelimesi hakkında bilgi için bk. Mâide 5/60) “Onlar, Allah'ın lanet ettiği kimselerdir. Allah kime lanet ederse, artık ona asla bir yardımcı bulamazsın.”ᅠ Nisa Suresi: 52 “Yoksa onların hükümranlıkta bir payı mı var? Öyle olsa, insanlara bir zerre bile vermezler.”ᅠ Nisa Suresi: 53 “Yoksa insanları; Allah'ın lütfundan kendilerine verdiği şey dolayısıyla kıskanıyorlar mı? Şüphesiz biz, İbrahim ailesine de kitap ve hikmet vermişizdir. Onlara büyük bir hükümranlık da vermiştik.”ᅠ Nisa Suresi: 54 Tefsir Yahudiler de Hz. Muhammed Mustafa gibi Hz. İbrâhim soyundan gelmektedirler. Allah Teâlâ bu büyük Peygamber’in soyuna peygamberlik, saltanat (yönetim yetkisi) ve hikmet (gerçeğin ve adaletin bilgisi) vermeyi vaad etmiş, bu vaadini de yerine getirmiştir. Yahudiler (İsrâiloğulları) bu nimetlerin kadrini bilememiş, nankörlük, bencillik ve cimrilik etmiş, bu davranışların cezasını da zillet içinde sürünerek ve oradan oraya sürgün edilerek görmüşlerdir. Allah Teâlâ’nın vaadi olan nimetler yine İbrâhim aleyhisselâm soyundan gelen son peygambere ulaşınca Yahudiler bunu kıskanmışlar, bu yüzden apaçık gerçekleri inkâra yönelmişlerdir. “Böylece onlardan kimi ona iman etti, kimi de sırt çevirdi. (O iman etmeyenlere) çılgın ateş olarak cehennem yeter.” Nisa Suresi: 55 13 * Yahudi propaganda heyeti Arap kabilelerini dolaşarak Peygamberimiz Aleyhisselâmla çarpışmaya davet ve teşvik ettiler. Çarpışmaya kalktıkları zaman kendilerinin yanlarında bulunacaklarını ve Kureyşlilerin de bu yolda kendilerine tâbi olacaklarını bildirdiler. Yahudi heyeti, çevredeki bütün Arap kabilelerine uğradılar ve hepsini ayaklandırdılar. Kureyş Müşrikleri de bütün Arap Kabilelerini Peygamberimiz Aleyhisselâmla çarpışmak üzere kendilerine yardıma çağırdılar. Arap kabilelerinden bazılarını da, ücretle kiraladılar. Kureyş Müşrikleri ile Yardımcılarının Hazırlanıp Yola Çıkmaları Kureyş müşrikleri, hazırlıklarını tamamladılar. Bütün kabileler bir araya toplanmış, 4000 kişilik bir ordu meydana gelmişti. Kureyş ordusu için Dârü'n- 13 Kur'an Yolu Türkçe Meal Ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı.
  • 31. 31 Nedve'de sancak bağlandı. Kureyş ordusunda 300 at, 1500 deve bulunuyordu. Ordu, Ebu Süfyan b. Harb'in kumandası altında yola çıktı. Kureyş Ordusuyla Birleşen Arap Birlikleri ve Sayıları Kureyş ordusunun Merru'z-zahran'da bulunduğu sırada, Süleym oğulları gelip onlara kavuştular ki, 700 kişi idiler. Fezâre oğulları kabilesi, bütün cenk, savaş erleri ile yola çıktılar ve 1000 kişi idiler. Eşcal kabilesi 400 kişilik cenkçi, savaşçı ile yola çıktılar. Mürre oğulları da, 400 cenkçi, savaşçı ile yola çıktılar. Kinanelerden, Sakîflerden ve daha başka kabilelerden birçok cenk, savaş birlikleri de, başlarında kumandanları, liderleri olduğu hâlde , Ebu Süfyan'ın ordusuna gelip katıldılar. Çeşitli kabilelerden toplanan ve sayıları 10.000'i aşan bu orduların başlıca üç ordugâhı vardı; üçü de, Ebu Süfyan'ın emrine bağlı bulunuyordu. Müşrik Ordularının Hareketleri Hakkında Alınan Haber Üzerine Alınacak Tedbirlerin Konuşulması Kureyş müşriklerinin Medine'ye yürüme hazırlıklarına giriştikleri sırada, Huzâa kabilesinden bir süvari dört gecede Medine'ye yetişip Kureyş müşriklerinin Mekke'den Medine üzerine yürüme hazırlıkları içinde bulunduklarını Peygamber Efendimize haber verdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Müslümanları acele toplayıp, düşmanlarının kararlarını onlara bildirdi. Müşriklerle nasıl savaşılacağını Müslümanlarla konuştu. Allah'ın emirlerine aykırı davranışlardan sakındıkları, güçlüklere katlandıkları takdirde, kendilerine Allah'ın yardımının erişeceğini vaad etti. Allah'ın ve Resûlünün emirlerine boyun eğmelerini emir ve tavsiye buyurdu. Yapılacak işi onlara danıştı. Çünkü savaş konusunda ashabına danışmak, onların görüşlerini almak, Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın âdeti idi. Peygamberimiz Aleyhisselâm bu sefer de onlara: "Medine dışında çarpışalım mı, yoksa Medine'de kalarak kazacağımız hendeklerin arkasına mı çekilelim? Yahut düşmanların yakınına varıp arkamızı şu dağa vererek müdafaa savaşı mı yapalım?" diye sordu. Ashab, birbirine aykırı görüşler ileri sürdüler. Savunma Hendekleri Kazılmasının Kararlaştırılması Yüce Allah, hendek kazılması hususunu Peygamberimiz Aleyhisselâm’a ilham etti. Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselâm, müdafaa hendekleri kazılmasını Müslümanlara emir ve tavsiye buyurdu. Selman-ı Fârisî de:
  • 32. 32 "Yâ Rasûlallah! Biz de Fars toprağında düşman süvarilerinin baskınlarından korktuğumuz zaman etrafımızı hendekle çevirip savunurduk. Yâ Rasûlallah! Hendek arkasına çekilip savunmamızı emretme işi sana ait değil midir?" dedi. Selman-ı Fârisî'nin Medine'nin hendekle savunulması hakkında Peygamberimiz Aleyhisselâmın tavsiyesini destekleyen bu görüşü, Müslümanların hoşuna gitti. Hendek kazılması hem Hz. Peygamber, hem Sahâbîler tarafından ittifakla kararlaştırıldı. Hz. Peygamber ve Sahâbîler “Biz savaşlarda ne yapacağımızı bir köleye mi soracağız?” demediler. Aksine bir kölenin tavsiyesine uydular. İşte İslâm’ın insana verdiği değer! Ashab, Uhud Savaşı günü, Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın, Medine dışına çıkmayıp Medine'de savunmada kalmaya kendilerini davet etmiş olduğunu da hatırladılar. Bunun için, Medine dışına çıkmak istemediler ve Medine'de müdafaada kalmayı benimsediler. Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın Hendek ve Karargâh Keşfine Çıkışı Peygamberimiz Aleyhisselâm, hemen atına bindi. Muhacir ve Ensarın ileri gelenlerinden bazılarını yanına aldı. Medine'nin savunulması için hendek kazılması gereken yerleri tayin ve tesbit etmek üzere keşifte bulundu. Medine, yalnız bir tarafından açık ve tehlikeli idi. Medine'nin diğer tarafları ise, birbirine girmiş binalarla, kale gibi çevrili idi. Ayrıca, sık hurma ağaçları ile de, geçit vermez bir hâldeydi. Peygamberimiz Aleyhisselâm, hendek kazılmak üzere, düşmana açık olan tarafı seçti. Peygamberimiz Aleyhisselâm ordugâh için de elverişli bir yer aradı. Buna en uygun, en elverişli yer, Sel' Dağı’nın eteğiydi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), karargâhını oraya kurmayı ve arkalarını ona dayamayı uygun gördü. Hendek kazılacak yer belirlendi ve her cemaate kazacakları yer gösterildi. Peygamberimiz Aleyhisselâm, hendek kazma işinde kullanılmak üzere, Benî Kurayza Yahudilerinden emaneten kazma, zenbil, keser, ip, kürek gibi araç gereçler aldı. O zaman, Peygamberimiz Aleyhisselâmla Benî Kurayza Yahudileri arasında barışıklık vardı. Bunlar, Kureyş müşriklerinin Medine'ye gelmesini istemiyorlardı. Hendek Kazma İşine Başlama Hendek kazı işine nezaret etmek üzere, Peygamberimiz Aleyhisselâm’a, Zübab dağı üzerinde kıldan bir Türk çadırı kuruldu.
  • 33. 33 Hendek kazma işine, Muhacirler, Ensar, genç ihtiyar bütün Müslümanlar katıldılar. Kazılan topraklar zenbillere doldurulup başlarda taşınıyor, dönerken dezenbillere Sel dağından taş doldurulup getiriliyordu. Topraklar Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın bulunduğu tarafa yığılıyor, taşlar diziliyordu. Taşlar, düşmana atmak için, Müslümanların en büyük silahıydı. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi sahabeler de, bir an bile çalışmaktan geri durmuyor, zenbil bulamadıkları zaman eteklerinde toprak taşıyorlardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’ın kendisi de zenbille toprak taşımakta ve yer kazmaktaydı. Berâ b. Âzib anlatıyor: "Resûlüllah Aleyhisselâm’ı, Ahzab günü, bizimle toprak taşırken gördüm. Abdullah b. Revâha: ‘Allah'ım! Sen bize doğru yolu göstermemiş olsaydın, biz ne hidayete erebilir, ne sadaka verebilir, ne de namaz kılabilirdik! Bize tecavüz eden, bizim çekindiğimiz fitne ve fesadı bize yapmak isteyen düşmanlarımızla karşılaştığımızda, kalplerimize sükûnet indir! Ayaklarımızı sabit kıl!’ anlamında şiir söylüyor ve son kısmını okurken de sesini yükseltiyordu."14 Peygamberimiz Aleyhisselâm, Müslümanları ahiret sevabına teşvik için, onlarla birlikte çalışmaktan geri durmuyordu. Soğuk bir günün sabahında Ensar ve Muhacirler hendek kazmaya devam ettikleri sırada, Peygamberimiz Aleyhisselâm: "Allah'ım! Gerçek hayır, ahiret hayrıdır! Onu Ensar ve Muhacirlere hayırlı kıl!" diyerek dua etti. 15 Ensar ve Muhacirler de: "Bizler, sağ oldukça, yaşadıkça, Muhammed Aleyhisselâm’a, İslâmiyet ve cihad üzere söz vermiş kişileriz!" diyerek karşılık verdiler. Selman-ı Fârisî'ye Göz Değişi Selman-ı Fârisî; içlerinde Amr b. Avf, Huzeyfe b. Yeman, Numan b. Mukarrin ile Ensardan altı kişinin bulunduğu takıma ayrılmıştı. Kendisi çok güçlü kuvvetliydi. Hendek kazma işinde bilgili ve becerikliydi. On kişinin kazdığı yeri yalnız başına kazardı. Kendisine ayrılan beş arşın uzunluğunda, beş arşın derinliğindeki yeri vaktinde kazıp bitirince, Kays b. Sa'saa'nın ona gözü değmiş, Selmân-ı Fârisî'nin birdenbire yere yıkıldığı görülmüştü. 14 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 282; Buhârî, Sahih, c. 5, s. 47; Müslim, Sahîh, c. 3, s.1430-1431. 15 Buhârî, Sahih, c. 3, s. 212, c. 5, s. 45.
  • 34. 34 Ne yapmak gerektiği Peygamberimiz Aleyhisselâm’a sorulmuş, Peygamberimiz Aleyhisselâm da: "Kays b. Sa'saa'ya uğrayınız! Selman için bir kapta abdest alsın! Selman, o abdest suyu ile yıkansın! Su kabı, Selman'ın arkasında, baş aşağı çevrilsin!" buyurmuştu. Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın buyurduğu yapılınca, Selman-ı Fârisî, devenin diz bağından boşalıp kurtuluverdiği gibi kurtulmuş, açılmıştı.16 Selman-ı Fârisî'nin Ehl-i Beyt'ten Sayılışı Selman-ı Fârisî hendekte çalışırken, Ensar: "Selman bizdendir!" Muhacirler de: "Selman bizdendir!" diyorlar, onu çok sevdikleri için paylaşamıyorlar ve kendilerinden başka takıma vermek istemiyorlardı. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.): "Selman bizdendir, Ehl-i Beyttendir!" buyurarak, tartışmaya son verdirdi.17 Müslümanların Birbirlerini Korkutacak Şakalardan Sakındırılışı Zeyd b. Sabit toprak taşırken, Sa'd b. Muaz Resûlüllah (s.a.v.)’in yanında oturup dinleniyordu. Zeyd b. Sabit'in çalıştığını görünce: "Yâ Rasûlallah! Buas kavgası günü, ben bunun babası Sabit b. Dahhâk ile boğaz boğaza boğuşmuştum. Allah'a hamd olsun ki, beni sağ bıraktı da, sana iman etme şerefini bana nasip etti." dedi. Peygamberimiz Aleyhisselâm: "Fakat onun bu oğlu ne iyi çocuktur!" buyurdu. Zeyd b. Sabitin bir ara gözlerini uyku bürümüş, kalkanı, oku, yayı ve kılıcı yanında olduğu hâlde uyuyakalmıştı. Hendekte çalışmakta olan Müslümanlar onu hendeğin kenarında uyur bir hâlde bırakarak hendeği dolaşmaya gitmişlerdi. 16 M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 5/29-30. 17 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 446, 447.
  • 35. 35 Yanına varan Umâre b. Hazm şaka için onun silahını alıp saklamıştı. Zeyd b. Sabit uyanıp silahlarını bulamayınca, çok heyecanlandı ve korktu. Peygamberimiz Aleyhisselâm, bunu işitince, Zeyd'i yanına çağırttı ve ona: "Ey uykucu! Sen uykuya daldın! Nihayet, silahların da kaybolup gitti!" buyurduktan sonra: "Bu çocuğun silahlarının nerede olduğunu kim biliyor?" diye sordu. Umâre b. Hazm: "Yâ Rasûlallah! Ben biliyorum. Silahlar benim yanımdadır!" dedi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.): "Silahlarını teslim et ona!" buyurdu ve şaka olarak da olsa Müslümanları korkutmayı veya onların herhangi bir şeyini alıp saklamayı yasakladı. 18 Bir Avuç Hurmanın İslâm Ordusunu Doyuruşu Beşir b. Sa'd'ın kızı, anlatıyor: "Annem Amre binti Revâha beni çağırdı. Eteğime iki avuç hurma koyduktan sonra: 'Kızcağızım! Git de, baban ile dayın Abdullah b. Revâha 'nın gıdalarını kendilerine ver! dedi. Giderken, Resûlüllah Aleyhisselâm’a rastladım, babamla dayımın nerede olduklarını sordum. Resûlüllah Aleyhisselâm: 'Kızcağızım! Beri gel! Yanındaki nedir?' buyurdu. 'Yâ Rasûlallah! Bu, hurmadır! Annem bunu yesinler diye babam Beşir b. Sa'd ile dayım Abdullah b. Revâha'ya gönderdi.' dedim. Resûlüllah Aleyhisselâm: 'Getir onu!' buyurdu. Ben de, onu Resûlüllah Aleyhisselâm’ın iki avucuna döktüm, avuçlarını doldurmadı. Sonra, bir örtü getirilmesini emretti. Örtü getirilip serildi. Hurmayı örtünün üzerine yayıp dağıttıktan sonra, yanındakilere: "Yemeğe geliniz! Hendek halkına sesleniniz! Buyurdu. Herkes toplanıp ondan yemeye koyuldular. Hurmalar yendikçe artmış, örtünün etrafından dolup taşmıştı."19 Resûlüllah (s.a.v.)’ın Koca Kayayı Bir Darbe ile Kum Hâline Getirişi Cabirb. Abdullah anlatıyor: "Hendek kazma günü, biz kazarken, çok sert bir yere rastlamıştık. 18 M. Asım Köksal, İslam Tarihi, 5/30. 19 Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 499, 500, M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 5/30-31.
  • 36. 36 Resûlüllah (s.a.v.)’ın yanına varıp, hendekte kazma işlemez sert bir kayaya rastladığımızdan şikâyet ettik. Resûlüllah Aleyhisselâm, bir kap içinde su istedi. Ağzına aldığı suyu onun içine püskürdükten ve Allah'ın dilediği kadar dua ettikten sonra, bu suyu o sert yerin üzerine serpti. 'Onu hak din ve Kitapla peygamber gönderen Allah'a andolsun ki, o sert yer öyle dağıldı ki, sanki kum hâline geldi! Artık kazmaya küreğe karşı koymadı.20 Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın Verdiği Fütuhat Müjdesi Amr b. Avf anlatıyor: "Ben, Selmân-ı Fârisî, Huzeyfe b. Yeman, Numan b. Mukarrin ve Ensardan altı kişi, kendimize ayrılmış olan kırk arşınlık yeri kazıyorduk. Zübab'ın dibinden kazarak nemli tabakaya kadar inmiştik ki, karşımıza ak ve parlak bir kaya çıktı. Onunla uğraşırken, balyoz, kazma, kürek, külünk gibi demir araçlarımız kırıldı, kazı işinden aciz kaldık. Bunun üzerine, Selman'a: 'Ey Selman! Resûlüllah Aleyhisselâm’a git de, şu kayadan dolayı çektiğimizi haber ver! dedik. Resûlüllah Aleyhisselâm o sırada kıldan dokunmuş bir Türk çadırının içinde dinleniyordu. Selman: 'Yâ Rasûlallah! Babalarımız, analarımız sana feda olsun! Karşımıza ak bir kaya çıktı. Onunla uğraşırken, bütün demir araçlarımız kırıldı, kazmaktan aciz kaldık! Çizmiş olduğun çizgiden sapılacak olan yer yakın olduğuna göre, o kayanın yanından biraz sapıverelim mi, yoksa bu hususta bize vereceğin bir emir var mı? Biz senin çizdiğin çizgiyi aşmak istemiyoruz?' dedi. Resûlüllah Aleyhisselâm: 'Ver bana balyozu ey Selman!' buyurdu. Selman'ın balyozunu aldıktan sonra, hendeğin içine, yanımıza indi. Biz, dokuz kişi, hendeğin bir tarafına çekildik. Resûlüllah Aleyhisselâm kayaya elindeki balyozla öyle bir darbe indirdi ki, kaya yarılıverdi! Ondan bir şimşek çakıp Medine'nin iki dağı arasını aydınlattı! Resûlüllah Aleyhisselâm ‘Allahuekber!’ diyerek fetih ve zafer tekbiri getirdi. 20 Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 419, 420.; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 5/31-32.
  • 37. 37 Biz de tekbir getirdik. Sonra, kayaya balyozla ikinci bir darbe daha indirdi. Yine, ondan karanlık bir evdeki kandil gibi Medine'nin iki dağı arasını aydınlatan bir şimşek çaktı. Resûlüllah Aleyhisselâm ‘Allahuekber!’ diyerek fetih tekbiri getirdi. Biz de tekbir getirdik. Resûlüllah Aleyhisselâm balyozla üçüncü darbeyi indirince, kayayı parçaladı. Darbeyi indirdiği zaman, yine, ondan Medine'nin iki dağı arasını aydınlatan bir şimşek çaktı. Resûlüllah Aleyhisselâm, yine ‘Allahuekber!’ diyerek fetih tekbiri getirdi. Biz de tekbir getirdik. Selman, elinden tutarak, Resûlüllah Aleyhisselâm’ı hendekten yukarı çıkardı. Selman: 'Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Ben şimdiye kadar hiç görmediğim şeyi gördüm!' dedi. Resûlüllah Aleyhisselâm, yanındakilere: 'Selman'ın gördüğünü siz de gördünüz mü? diye sordu. 'Evet! Babalarımız, analarımız sana feda olsun yâ Rasûlallah! Sen vurduğun zaman kayadan şimşek çaktığını biz de gördük! Sen tekbir getirdin, biz de tekbir getirdik. Biz bu ışık parıltısından başka bir şey görmedik!' dediler. Resûlüllah Aleyhisselâm: 'Doğru söylediniz! Ben kayaya ilk darbeyi indirdiğim zaman çıkan, sizin de gördüğünüz şimşek, bana Hîre şehrinin köşklerini ve Kisrâ'nın Medâin'ini aydınlattı da, onlar bana köpeğin altlı üstlü yan dişleri gibi göründü! Cebrail de, ümmetimin oralara hâkim olacaklarını haber verdi. Kayaya ikinci darbeyi indirdiğim zaman çıkan, sizin görmüş olduğunuz şimşek, bana Rum ülkesinin kızıl köşklerini, saraylarını aydınlattı da, onlar bana köpeğin altlı
  • 38. 38 üstlü yan dişleri gibi gözüktüler! Cebrail de, ümmetimin oralara hâkim olacaklarını bana haber verdi! Sonra, kayaya üçüncü darbeyi indirdiğim zaman, sizin de görmüş olduğunuz şimşek, bana San'a diyarının köşklerini, saraylarını aydınlattı da, onlar bana köpeğin altlı üstlü yan dişleri gibi gözüktüler! Cebrail de, ümmetimin oralara hâkim olacaklarını bana haber verdi. Sevininiz ki; ümmetim, yardıma ve zafere nail olacaklardır! Sevininiz ki; ümmetim, yardıma ve zafere nail olacaklardır! Sevininiz ki; ümmetim, yardıma ve zafere nail olacaklardır!' buyurdu. Bu yardım va'di kendilerine müjdelenince, Müslümanlar: 'Allah'a hamd olsun ki, O, va'dinde sâdıktır. Kuşatıldıktan sonra yardıma nail olacağımızı bize va'd buyuruyor!' diyerek sevindiler." Selman-ı Fârisî de anlatıyor: "Resûlüllah Aleyhisselâm kayaya bir darbe indirince, balyozun altından bir şimşek parıldadı! Sonra, ona bir darbe daha indirdi. Yine, balyozun altından bir şimşek daha parıldadı! Daha sonra, kayaya üçüncü darbeyi indirdi! Yine, balyozun altından bir şimşek daha parıldadı! 'Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Kayaya balyozu vurduğun zaman balyozun altından çıkan şu görmüş olduğum parıltılar nedir?' diye sordum. Bana: 'Ey Selman! Sen onları gördün mü?' buyurdu. 'Evet! Gördüm!' dedim. Resûlüllah Aleyhisselâm: 'Birinci parlamada, Allah bana Yemen'i fethetti, açtı! İkinci parlamada, Allah bana Şam (Suriye) ve Mağrib'i fethedip açtı! Üçüncü parlamada, Allah bana Maşrık'ı fethedip açtı! buyurdu." Orada bulunan sahabiler de, her defasında:
  • 39. 39 "Yâ Rasûlallah! Oraları fethetmeyi bize nasip etmesi için Allah'a yalvar!" diye ricada bulundular. Resûlüllah Aleyhisselâm da, Allah'a yalvardı. Berâ' b. Âzib de, bu mucizeli hadiseyi şöyle anlatır "Resûlüllah Aleyhisselâm balyozu alıp 'Bismillah!' diyerek kayaya bir darbe indirdi. Kayanın üçte biri parçalandı! 'Allahuekber! Bana Şam'ın (Suriye’nin) anahtarları verildi! Vallahi, şu bulunduğum yerden, oranın kızıl köşklerini görüyorum!' buyurdu. Sonra 'Bismillah!' deyip kayaya ikinci darbeyi indirdi. Kayanın üçte biri daha parçalandı! 'Allahuekber! Bana Fars'ın anahtarları verildi! Vallahi, şu bulunduğum yerden, Medâin'i ve onun beyaz köşkünü görüyorum!' buyurdu. Daha sonra 'Bismillah!' diyerek kayaya üçüncü darbeyi indirdi. Kayanın kalan son kısmını da parçaladı. 'Allahuekber! Bana Yemen'in anahtarları verildi! Vallahi, şu bulunduğum yerden San'a'nın kapılarını görüyorum!' buyurdu."21 Peygamberimiz Aleyhisselâm Kisrâ'nın Medâin'deki beyaz köşkünü tarif edince, Selman-ı Fârisî: "Doğru buyurdunuz! Seni hak din ve Kitapla peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; onun vasfı aynen böyledir! Senin Resûlüllah olduğuna şehadet ederim!" dedi. Peygamberimiz Aleyhisselâm: "Ey Selman! Bu fetihleri, Allah benden sonra size nasip edecektir! Şam (Suriye) muhakkak fetholunacaktır! Herakliyus ülkesinin en uzak yerine kadar kaçacak, çekilecek! Siz bütün Şam'a (Suriye’ye) hâkim olacaksınız! Hiç kimse size karşı 21 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 303.
  • 40. 40 koyamayacaktır. Yemen muhakkak fetholunacaktır! Ondan sonra, Kisrâ öldürülecektir!" buyurdu. * Aradan yıllar geçtikten sonra bir gün Selman-ı Fârisî: "Ben Resûlüllah (s.a.v.)‘ın söylediklerinin birer birer gerçekleştiğini gördüm!" demiştir. Resûlüllah Aleyhisselâm’ın anmış olduğu yerler, Hz. Ömer'in, Hz. Osman'ın devrinde ve onlardan sonraki devirlerde birer birer fetholundukça, ashapdan Ebu Hureyre: "Bu fetihleriniz, sizin için birer başlangıçtır! Ebu Hureyre'nin varlığı Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; fethedeceğiniz veya Kıyamete kadar fetholunacak hiçbir şehir yoktur ki, şânı yüce olan Allah onların anahtarlarını Muhammed Aleyhisselâm’a önceden vermiş olmasın!" derdi.22 Münafıkların Mü'minlerin Maneviyatını Bozmaya Çalışmaları Peygamberimiz Aleyhisselâm’ın fetih müjdelerine karşı, münafıklar: "O size Yesrib (Medine)'den Hîre'nin köşklerini ve Kisrâ'nın Medâin'ini gördüğünü ve oraları fethedeceğinizi haber veriyor, sizler ise düşmanlarınıza karşı ortaya çıkmaya güç yetiremiyor, hendek kazmaya çalışıyorsunuz!?" diye söyleniyorlardı. Amr b. Avf oğullarının kardeşi olan Muattib b. Kuşeyr de bu bozguncu münafıklar arasındaydı ve: "Muhammed, Kisrâ ve Kayserin hazinelerinden yararlanacağımızı bize va'd edip duruyor. Oysa bugün hiçbirimiz abdest bozmaya gidip de sağ döneceğinden emin bulunmuyor!" demişti. Yahudi müttefikleri hariç müşriklerin sayısı, on bin civarındaydı. Düşmanın amacı, Medine'ye saldırmak, Hz. Muhammed başta olmak üzere Müslümanların tümünü yok etmekti. Durum son derece kritikti. Bir yandan da münafıklar bozgunculuk yapıyorlardı. Yüce Allah bu tabloyu Ahzâb Sûresinde şu şekilde tasvir ediyor: “Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani (düşman) ordular üzerinize gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgâr ve göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.” 9. ayet 22 M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 5/32-37.
  • 41. 41 “Hani onlar size hem üst tarafınızdan hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Hani gözler kaymış ve yürekler ağızlara gelmişti. Siz de Allah'a karşı çeşitli zanlarda bulunuyordunuz.” 10. ayet “İşte orada mü'minler denendiler ve şiddetli bir şekilde sarsıldılar.” 11. ayet “Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, ‘Allah ve Resülü bize, ancak aldatmak için vaadde bulunmuşlar’ diyorlardı.” 12. ayet “Hani onlardan bir grup, "Ey Yesrib (Medine) halkı! Sizin burada durmak imkanınız yok. Haydi geri dönün" demişti. Onlardan bir başka grup da, "Evlerimiz açık (korumasız)" diyerek Peygamberden izin istiyorlardı. Oysa evleri açık (korumasız) değildi. Onlar sadece kaçmak istiyorlardı.” 13. ayet “Eğer Medine'nin her tarafından üzerlerine gelinse ve orada karışıklık çıkarmaları istenseydi, onu mutlaka yaparlardı; o konuda fazla gecikmezlerdi.” 14. ayet “Andolsun ki, onlar, daha önce geri dönüp kaçmayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen söz ise sorumluluğu gerektirir.” 15. ayet “De ki: Eğer siz ölümden ya da öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermeyecektir. O takdirde bile (hayatın zevklerinden) pek az yararlandırılırsınız.” 16. ayet “De ki: ‘Eğer Allah size bir kötülük dilese, sizi Allah'tan koruyacak kimdir? Yahut size bir rahmet dilese buna engel olacak kimdir?’ Onlar kendilerine Allah'tan başka hiçbir dost ve hiçbir yardımcı bulamazlar.” 17. ayet “Şüphesiz Allah içinizden, savaştan alıkoyanları ve kardeşlerine, ‘Bize gelin’ diyenleri biliyor. Size katkıda cimri davranarak savaşa pek az gelirler. Korku geldiğinde ise, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş kimse gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince de ganimete karşı aşırı düşkünlük göstererek sizi keskin dillerle incitirler. İşte onlar iman etmediler. Allah da onların amellerini boşa çıkardı. Bu Allah'a kolaydır.” 18.-19. ayetler “Düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Düşman birlikleri (bir daha) gelecek olsa, isterler ki, (çölde) bedevilerin arasında bulunsunlar da size dair haberleri (gidip gelenlerden) sorsunlar. İçinizde bulunsalardı da pek az savaşırlardı.” 20. ayet “Andolsun, Allah'ın Resülünde sizin için; Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” 21. ayet “Mü'minler düşman birliklerini görünce, ‘İşte bu Allah'ın ve Resülünün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resülü doğru söylemişlerdir.’ dediler. Bu onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırmıştır.” 22. ayet
  • 42. 42 “Mü'minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” 23. ayet “Bunun böyle olması Allah'ın, doğruları, doğrulukları sebebiyle mükafatlandırması, dilerse münafıklara azap etmesi yahut onların tövbesini kabul etmesi içindir. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” 24. ayet “Allah inkâr edenleri, hiçbir hayra ulaşmaksızın kin ve öfkeleriyle geri çevirdi. Allah, savaşta mü'minlere kâfi geldi. Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” 25. ayet “Allah kitap ehlinden olup müşriklere yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine büyük bir korku saldı. Siz onların bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir ediyordunuz.” 26. ayet “Allah sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız topraklara varis kıldı. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.” 27. ayet Tefsiri Hendek kazılırken büyük bir kayaya rastlanmıştı, kayayı sökmeyi veya kırmayı başaramayan askerler Peygamberimiz’e başvurdular. O, üst giysisini çıkardı, kazmayı eline aldı ve üç vuruşta kayayı parçaladı. Her vuruşta “Allahü ekber” diyor ve “İran, Suriye, Yemen” gibi yerleri zikrederek ileride Müslümanların gerçekleştirecekleri fetihleri bir bir müjdeliyordu. Bu müjdeyi işiten Yahudiler ve münafıklar ise “Biz korkudan helâya gidemezken o bize İran ve Bizans’ın hazinelerini müjdeliyor, bu aldatmadan başka bir şey değil.” demişlerdi (Nesâî, “Cihâd”, 42; Kurtubî, XIV, 130). Bu gruptaki âyetlerde münafıkların ortak karakteri, sözlerinden ve davranışlarından örnekler verilerek açıklanmaktadır: Bunlar söz verirler ama yerine getirmezler; fitne fesat fırsatı çıkınca ev bark aile düşünmeyip o fırsatı değerlendirmeye koşarlar; hizmet gerektiğinde ise türlü bahaneler ileri sürerek izin almak isterler; sûret-i haktan görünerek Müslümanların moralini bozarlar; çoluk çocuklarını, evlerinin tehlikede olduğunu hatırlatarak savaş alanından çekilmeyi tavsiye ederler; korkunun ölüme faydası olmadığı hâlde inançsızlıkları sebebiyle savaşmaktan ve ölümden fazlaca korkarlar, korku ortamı geçip zafer kazanılınca da bu sonuçta kendilerinin de payı varmış gibi konuşmaya ve hak talep etmeye kalkışırlar. Hendek Savaşı’nda müminler, Hz. Peygamber’i örnek almışlar, ona itaat ederek dünyada önemli bir zafer kazanmışlar, âhirette ise büyük bir ödülü hak etmişlerdir. “Münafıkları da dilerse cezalandırsın, dilerse bağışlasın” cümlesi, söze bakıldığında münafıkların da affedilebileceğini ifade etmektedir. Ancak Kur’an âyetleri bir bütün olarak göz önüne alındığında cümleyi, “Tövbe ettikleri takdirde bağışlasın” şeklinde anlamak gerekecektir. Hendek Savaşı’nın ardından düşman çekilip gidince Müslümanlara hıyanet eden, antlaşmayı bozarak onları arkadan vurma kararı alan Benî Kurayza Yahudileri, büyük bir korkuya kapıldılar, kalelerine çekilip korunma tedbirleri aldılar. Ancak hak ettikleri âkıbete ne korku engel olabildi ne de muhkem kaleler, alınan çeşitli tedbirler.
  • 43. 43 Kuşatma altında bir müddet kaldıktan sonra teslim oldular, anlaşma şartları gereği ve Yahudilerin isteği üzerine Tevrat hükümleri esas alındı, savaşçı erkekleri idama mahkûm edildi. Ancak rahmet peygamberi bu hükmü uygularken bile bazı istisnalara yer vermiş, özel durumları bağışlamıştır.23 Kazılan Hendeğin Vasıfları Hendek kazma işi, altı gün sürdü. Selman-ı Fârisî'nin günde 5 arşın derinliğinde ve 5 arşın uzunluğunda yer kazdığı bildirildiğine göre; hendek, boydan boya beş arşın derinliğinde kazılmıştı. En ünlü süvarilerin bile kolay kolay atlayıp geçemeyecekleri, şaşırıp kalacakları kadarda geniş tutulmuştu. Yalnız, hendeğin bir tek yeri, aceleye geldiğinden, derin ve geniş kazılamamış, dar kalmıştı. Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselâm: "Müşriklerin buradan başka bir yerden geçip gelebileceklerinden korkmuyorum" buyurarak endişesini açıklar ve o gediği de, nöbet tutturup bekletirdi. Peygamberimiz Aleyhisselâm, hendeğin münasip yerlerine giriş çıkış kapıları da koymuş, kapılara her kabileden bekçiler dikmiş, onların üzerine Zübeyr b. Avvam'ı kumandan tayin etmiş, bir çarpışma yapıldığını görür görmez çarpışmaya katılmasını da kendisine emir buyurmuştu.24 Hendek kazı işine devam edildiği ve Ebu Süfyan'ın gece gelip baskın yapmasından korkulduğu sırada, Peygamberimiz Aleyhisselâm: "Eğer siz geceleyin baskına uğrarsanız, parolanız: ‘Hâ Mîm Lâyünsarûn’=Andolsun ki, onlara yardım olunmayacaktır.” buyurdu. İşte bu zor şartlarda Selmân-ı Fârisî (r.a.) Müslümanların güvenliğini garanti altına alacak; Resûlüllah (s.a.v.) ‘ın Medine'yi savunmak için şehrin kuzeyine hendek kazılması önerisini desteklemişti. Çünkü bu bölge müşriklerin, şehre saldırmak için kullanabilecekleri en uygun yerdi, üstelik Araplar, İranlılara özgü hendek kazmak gibi bir savunma taktiğini henüz bilmiyorlardı. Müslümanlar Medine'nin kuzey kesimine hendek kazmak suretiyle şehri güven altına almak için gece-gündüz çalıştılar. Sonunda hendek kazma işi sona ermişti. Müşrikler de Medine'ye saldırmak üzere geldiklerinde onları bu hendek karşıladı. Medine'yi savunmak konusunda Selmân'ın (r.a.) bu taktiği işe yaramıştı. Müşrikler, hendeğin öte tarafında iki ay gibi (kimi rivayetlerde bu süre 15-20 gün civarındadır.) uzun bir süre beklemelerine rağmen hendeği geçemediler. Sonunda Allah Teâlâ, çadırlarını söken ve güçlerini darmadağın eden bir fırtına ile onları bozguna uğrattı. Müşrik Ordularının Karargâhlarını Kurdukları Yerler 23 Kur'an Yolu Türkçe Meal Ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı. 24 M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 5/37-38.
  • 44. 44 Peygamberimiz Aleyhisselâm hendek kazma işini tamamlamak üzere bulunduğu sırada, Kureyş müşrikleri, Ehâbiş ile Kinane ve Tihâme halkından kendilerine bağlı bulunan 10.000 kişilik ordularla gelip Rûme kuyusu mevkiindeki sellerin, suların toplandığı, Cüruf ve Zegabe arasındaki yere, Akik vadisine kondular. Kureyş müşriklerinin Cüruf ile Zegabe arasında kondukları yere Rûme denir. Hz. Osman'ın Medine'ye hicret edince satın alıp vakfetmiş olduğu Rûme kuyusu da buradadır. Cüruf, Medine'ye 3 mil uzaklıkta, Şam tarafına düşen bir yerdir. Orada, Cüşem ve Hamel adıyla anılan iki su kuyusu bulunuyordu. Akik; Medinelilerin mülkleri bulunan bir vadi olup, orada kuyular ve hurma bahçeleri bulunmaktadır. Akik, yerine göre, Medine'ye 2-7 mil kadar uzaklıktadır. Gatafanlar da, Necd halkından kendilerine bağlı bulunanlarla birlikte gelip Nakmâ'nın ucundan, Zegabe'den Uhud tarafına doğru uzanan mevkide ordugâhlarını kurdular. Düşman Ordularının Hayvanlarını Doyurmakta Güçlük Çekmeleri Kureyş müşrikleri, develerini, Akik vadisindeki dikenli ağaçlardan yayılsınlar diye saldılar. Orada atların yiyecekleri, yayılacakları bir şey yoktu. Ancak, yanlarında getirdikleri bir miktar yem bulunuyordu. Gatafanlar da develerini, Zegabe'deki ılgın ağaçlarından ve Cüruf’teki dikenli ağaçlardan yayılsınlar diye saldılar. Müşrikler Irz'a, Cüruf'e geldikleri zaman, Müslümanlar ekin mahsullerini biran önce yolmuş, biçmiş, zahirelerini ambarlarına, samanlarını da samanlıklarına koymuş bulunuyorlardı. Gatafanlar, kendilerine ait 300 atı, Irz'daki ekinlerin kalıntılarını, döküntülerini yayılmaya bıraktılar. Bir müddet sonra, develer, karınlarını doyuracak bir şey bulamadıkları için arıklamaya ve ölmeye yüz tuttular. Müşrikler Medine'ye geldikleri sırada, zaten Medine'de kıtlık hüküm sürüyordu. İslâm Ordusunun Savaş Düzeni Alışı Müşrikler gelip karargâhlarını kurunca, Peygamberimiz Aleyhisselâm Medine'de yerine Ümmi Mektum'u vekil bırakarak, sayıları 3.000'i bulan İslâm mücahidleriyle birlikte acele hendeğe hareket etti. Arkaları Sel Dağı’na gelmek üzere, karargâhını Sel Dağı’nın eteğinde kurdu. Kazılmış bulunan hendek önlerinde bulunuyor, düşmanla aralarını ayırıyordu. Muhacirlerin sancağını Zeyd b. Harise, Ensarın sancağını da Sa'd b. Ubâde taşıyordu. Müslümanların 36 süvarisi vardı. Sel Dağı’nda, Feth Mescidinin bulunduğu yerde, İslâm askerleri Peygamberimiz Aleyhisselâm’a arzedildi.