3. Görülünce ve haklarında düşünülünce
Allahü teâlâyı hatırlatan,
onlara saygı göstermeye
ve kulluk vazifelerini
onlar vesilesiyle yapmaya
davet edildiğimiz
şeylere "şeâir" denir.
3
7. Şeâirullahı sevmek demek,
Kur'ân-ı Kerîmi,
Peygamber Efendimizi (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem),
Ka'be'yi ve namaz gibi ibadetleri,
hattâ Allahü teâlâyı hatırlatan
her şeyi sevmek demektir.
7
9. Evet, Allah'ın emrettiği esaslara,
o esaslar çerçevesinde saygı duyma,
ta'zimde bulunma kalbin takvasındandır.
9
10. Allah, neye ne derece önem veriyorsa,
ona o kadar değer vermek
kalbin Allah'la irtibatının emâresidir.
10
11. Yani, Allah Teâlâ namaza
çok önem vermişse,
namazla bütünleşen,
günde şu kadar namaz kılan bir insan
hafife alınmamalıdır.
11
12. Cenâb-ı Hak, Kendisine teveccühe
önem veriyorsa,
bir kulun sürekli ellerini açması,
kollarını kaldırabildiği kadar kaldırıp
yüreği çatlarcasına Allah'a yalvarması
çok önemli bir meseledir.
12
13. Allah'ın alameti olarak
tavsif edilen Safa ve Merve
İslâm dinine ait
ibadetlerin yerine getirildiği
bir nitelik kazanmışlardır.
13
14. Safa ve Merve tepelerinin
doğrudan Allah'ın alameti olarak
tavsif edilmesi,
bu mekanların Tevhid'i
ihtar etmesi ve sa'y ibadetinin
yerine getirildiği mekanlar
olmasından ötürüdür.
14
16. Şüphesiz Safa ile Merve,
Allah’ın (dininin) şeairlerindendir.
Onun için her kim hac ve umre niyetiyle
Kâbe’yi ziyaret eder
ve onları da tavaf ederse,
bunda bir günah yoktur.
Bakara-158
16
17. şeairin Tevhid inancını
ihtar edici fonksiyonunun yanında,
toplumsal hayatta mü'minlerin
ortak özelliklerinin belirlenmesi
ve inananların aynı anda
ibadet etmesi gibi
somut bir görünümü de vardır.
17
18. Bu yüzden şeairin yalnızca
Allah'a imanı hatırlatan
işleve sahip olmayıp,
başlı başına bir ibadet olmasından ötürü
tüm Müslümanları ilgilendirdiği de
görülmektedir.
18
19. Meselâ şeair-i İslâm'ın
Büyüklerinden birisi olan oruç
başlı başına bir ibadet olduğu gibi
Ramazan ayında toplumsal şuurda iman,
İslâm gibi hakikatleri canlı tutmakta
ve "İslâm" dininin varlığını
somut pratiklerle hissettirmektedir.
19
20. Şeair "Tevhid" hakikatini hatırlatmakta,
aynı şekilde Müslümanların
ortak şuurla hareketini sağladığı için
İslâmiyet'in ve Müslümanların
alamet-i farikası olmaktadır.
20
21. Bir diğer söyleyişle şeairler
genel olarak İslâm dininin yapısını,
özel olarak da bir Müslüman'ın
sorumluluklarını
ve yaşam biçimini göz önüne sererler.
21
22. Allah, bizi bu şeairlere karşı
saygısızlık yapmaktan sakındırmaktadır :
22
24. Ey iman edenler!
Allah’ın (koyduğu din) şeairlerine,
haram aya,
hac kurbanına,
(bu kurbanlıklara takılı) gerdanlıklara
ve de Rab’lerinden bol nimet
ve hoşnutluk isteyerek
Kâ’be’ye gelenlere
sakın saygısızlık etmeyin. Maide-2
24
25. Bir insan, ibadetlerini,
şuuruna misafir etmeden,
hissinde ağırlamadan
angarya kabilinden,
baştan savma veya eda edip
içinden sıyrılma gibi hareketlerle
yerine getiriyorsa
onun Allah'la münasebeti de
okadar demektir.
25
26. Öyleyse, Cenâb-ı Hakk'ın
önem verdiği şeylere
fevkalade önem vermek
müminler için bir esastır
ve onların Hak karşısındaki
derecelerini belirleyen
bir ölçüdür.
26
27. Allah ile münasebetlerimiz,
araya başka hiçbir şeyin
girmesine meydan vermeden,
bütün benliğimize O'nu hissettirme..
dilimiz O'nu anarken,
şuurumuza da O'nu duyurma,
hissimizi de O'nunla doyurma..
27
29. Evet, kıyamet gününde
rahatsızlık yaşamamak için
sizin burada ibadetinize
rahatsızlık vermemeniz
ve ubudiyetin haklarına
hırsızlık elini uzanmasına
mani olmanız gerekir.
Bütün kalbiniz,
ruhunuz
ve hissiyatınızla
Allah'a yönelmelisiniz.
29
30. İslâmiyet bir bütündür;
yani, usûlünden furûuna kadar
onun esasları hepsi birden
edâ edildiği zaman,
insana vâd ettiği şeyler
-dünya ve ukbâ adına beklenen semereler–
elde edilir.
30
31. İmam Şâ'rânî diyor ki;
"Bînamaz bir adamla
yarım saat otursam kırk gün
namazımın feyzini duyamıyor,
ondan lezzet alamıyorum"
31
35. Fakat, sokak ona yardımcı değilse,
mektep onu desteklemiyorsa,
ilim dünyası onun yanında yer almıyorsa,
o insan istikamet üzere yaşamakta
oldukça zorlanacak,
belki de yenik düşecektir.
35
36. Günümüzde bu tür boşlukları
ancak niyet-i hâliseyle doldurabiliriz.
Yani, niyetimiz hâlis ise,
sürekli "Yâ Rabbi,
dünyada Senin için duruyoruz,
Seni anlatmak için yaşıyoruz;
36
37. Çirkefin, bataklığın içine
orada boğulma durumunda bulunan
insanları kurtararak
Senin rızanı kazanmak için giriyoruz."
diyebilir ve bu niyetimizi hep dipdiri
ve dupduru tutabilirsek -inşaAllah–
kurtulabiliriz.
37
39. Biz bunları edâ ettiğimiz zaman
kim olduğumuzu ortaya koymuş oluruz.
Onları ihmal ettiğimiz,
görmezden geldiğimiz takdirde,
biz de büsbütün özümüzden uzaklaşır
ve kimliksiz hâle geliriz.
39
40. Nice insan vardır ki,
onlar bir yönleriyle Hristiyan,
bir yönleriyle Yahudi
ve diğer bir yönleriyle de
adeta Budist gibidirler.
40
41. Evet, dini bir bütün olarak görmeme
ve onun emrettiği esasları
kimliğin bir buudu olarak
kabul etmeme yozlaşmayı,
özden uzaklaşmayı
ve kimliksiz yaşamayı da
beraberinde getirir.
41
42. İslam'da esas olan ameldir,
davranıştır.
İnsanlara etki eden husus da hâldir,
tavırlardır.
İnsanın, susmasıyla,
hâliyle,
tavırlarıyla,
davranışlarıyla
yapacağı bir işin dışında
sözlerin hiçbir kıymeti yoktur.
42
43. Başkalarına hak ve hakikatleri ulaştırmada
kullanılması gereken dil de,
kâlden ziyade
Müslümanın hâl dili olmalıdır.
Mühtedîlerin İslâm'a koşmalarının arkasında
İslâm'ın, temsil yoluyla seslendirilen hâl,
Kur'ân ve Sünneti yaşamaktır.
43
44. Malumunuz:
Hazreti İsa'nın havarileri de
Ashâb-ı Kirâm ve efendilerimiz de,
değişik milletlerle temasa geçtikleri
ve onlara hakkı,
hakikati anlattıkları dönemlerde
o milletlerin dillerini bilmiyorlardı,
onların kültürlerine de yabancıydılar.
44
46. Bu başarının sırrı
"İman ve İslam'ın,
hakkıyla inanmış gönüllere
kazandırdığı hâl diliyle"
olsa gerek.
46
47. Öyleyse,
hâlimiz daima dilimizin
önünde olmalı,
tavır ve davranışlarımız
sözlerimize yön vermelidir ki
hem Allah nezninde yalancı olmayalım,
hem de insanlar nazarında
kendi itibarımıza dokunmayalım.
47
53. Müslüman,
inandığı şeyleri önce yaşamalı,
sonra başkasını davet etmeli
aksi takdirde
"yaşatmak için yaşamak"tan
katiyen söz açmamalıdır;
zira, bir hikmete binaen
Allah anlatılan hususların tesir gücünü,
anlatanın yaşamasına bağlamıştır.
53
55. "Ey iman edenler!
Niçin yapmadığınız şeyleri
söylüyorsunuz?
Yapmadığınız şeyleri söylemek,
Allah'ın en çok nefret ettiği şeylerdendir.“
(Saff, 61/2-3) buyurmaktadır.
55
57. Çoğumuz cenaze gibi
Allah huzuruna geliyor kalkıyor,
eğiliyor, doğruluyor
ve cenaze gibi gidiyor.
57
58. Dolayısıyla bu müslümanlar adına
iyi bir görüntü olmuyor,
hâlimiz kimseye bir şey ifade etmiyor.
Genel manzara budur ne yazik ki.
58
59. Nice kimseler var ki,
camide de olsalar çok boşlar,
çok ürpertisiz yaşıyorlar,
çok gâfiller.
Namazı bile esneyerek
edâ ediyorlar.
59
60. Allah Resûlü (aleyhissalatü vesselam):
"Nice namaz kılanlar vardır ki,
nasipleri sadece yorgunluk
ve zahmettir." buyuruyor;
Öyleyse gelin namaz yorgunu
olmaktan Allah'a sığınalım.
60
61. "Allah'ım,
bize hakkı hakk olarak göster;
Bizi hakka uymaya muvaffak kıl.
bize imanı sevdir
ve onu gönüllerimize güzel göster.
Hakikati ruhumuza hissettir. Ya Rabbi
61
62. Bâtılı da bize çirkin göster Ya Rabbi
ve bizi ondan uzak durmaya muvaffak kıl."
Hakkı hak bilip ona hakkıyla uyma,
bâtılı batıl bilip ondan da
büsbütün uzak durmaya muvaffak eyle.
62