nanopartiküler sistem santral siniri sistemi hastalıklarının tedavisinde kullanılabimektedir. FArklı nanaopartiküler sistemler oluşturularak etkinlik maksimuma çıkarılabilmektedir.
nanopartiküler sistemlerin parkinson hastalığında kullanımı
1. Santral Sinir Sistemine Yönelik
İlaç Taşıyıcı Sistem Stratejileri ve
Parkinson Hastalığında Tedavi
Alternatifleri
2. Santral Sinir Sistemi
Omurilik
Periferik SS (Somatik
ve Otonom) den gelen
duysal bilgileri beyine
Motor bilgiyi beyinden
çeşitli uygulama
organlarına (iskelet,
kalp, düz kaslar ve
bezler) iletir.
Beyin
Omurilik ve ilgili
sinirlerden duysal
bilgiyi alır .Bu bilgileri
işler, motor çıktı için
uygun başlangıç ve
koordinasyonu yürütür
3. SSS hastalıklarının
tedavisindeki sorunlar
SSS hastalıkların tedavisinde halen yeterli
etkinlikte ilaç bulunmamaktadır.
Hastalıkların tedavisinde kullanılan 7000 molekül
bulunmaktadır ve bunların sadece %5'i SSS
hastalıklarının tedavisi için kullanılmaktadır.
SSS hastalıklarının tedavisinde kullanılan
moleküllerin ortalama ağırlıkları 357 daltondur ve
çalışmalar göstermektedir ki sadece %12 si
gerçekten SSS de etkili olabilmektedir %1 'ide hiç
etkili olamamaktadır.
4. Etkin maddelerin
%95'i kan beyin
bariyerinde takılı
kalmakta ve beyine
ulaşamamaktadır.
Bu bariyer seçici, dinamik bir
filtre görevi görerek peptid-
proteinler de dahil olmak
üzere, çoğu suda çözünür
maddelerin SSS'ye geçişini
engellemektedir.
SSS hastalıklarının
tedavisindeki sorunlar
5. Küçük moleküllerin hepsi KBB’yi
geçebilir mi?
Peptitler, rekombinant
proteinler, monoklonal antikorlar
ve antisens ilaçlar.
Hedeflendirme programı olmaksızın hiç bir molekül SSS
hastalıklarının tedavisinde etkili bir şekilde kullanılamaz.
SSS hastalıklarının
tedavisindeki sorunlar
7. Etken maddelerin SSS'ye
geçişi
Pasif Transport
Asidik moleküllerin iyonize halde olmaları
transportlarını azaltırken, bazik moleküllerin
iyonizasyonları geçişlerini engellememektedir.
Molekül ağırlığı ile pasif geçiş arasında ters bir
orantı vardır.
Log P değerleri -0.2 ile 1.3 arasında olduğunda
bariyerden geçişin söz konusu olabileceği
saptanmıştır.
800 daltondan küçük molekllerde de log P ile
permeabilite sabiti arasında korelasyon
bulunmaktadır.
8. Etken maddelerin SSS'ye
geçişi
Aktif transport
Bazı etken maddeler bariyeri geçebilecek
kimyasal özelliklere sahip olmamasına
rağmen beyin dokusuna ulaşabilmekedir.
Bunda aktif transportun etkili olduğu
düşünülmektedir.
Aksi durumda da efflux proteinlerinin bu
geçişi durdurduğu düşünülmektedir.
9. Kan Beyin Bariyerini Aşmak
İnvazif teknikler
KBB’nin yapısını
bozarak geçişi
sağlamak
Direkt hedefleme
Serebral bölgeye
kontrollü salım
sistemlerinin
implantasyonu
Non-invazif teknikler
Kimyasal Metodlar
Biyolojik Yöntemler
Alternatif Uygulama
bölgeleri
Diğer hedefleme
sistemleri
10. İnvazif teknikler
KBB’nin yapısını bozarak geçişi sağlamak
Neuwelt ve ark. boyundan arterler içerisine mannitol
solüsyonu enjekte ederek geçici olarak BB'nin yapısını
bozmak esası üzerine çalışmışlardır. Yüksek şeker
konsantrasyonu nedeni ile su alımı artan endotelyal
hücreler arasındaki sıkı bağlar açılmıştır. Bu etki 20-30
dakika sürmüştür ve bu sırada etken madde bariyeri
geçebilmiştir.
Bartus ve ark. yaptığı çalışmada vazoaktif bradikinin
enjekte ederek kan beyin tümör bariyerini bozup anti-
kanser etken maddelerin geçişini arttırmışlardır. Bu sırada
KBB’nin normal fonksiyonu bozulmamış sadece tümör
içeren bölgenin korunaklılığı bozulmuştur.
Yan Etki
11. İnvazif teknikler
Direkt ilaç hedefleme
Saçlı deriye subkütan olarak yerleştirilen bir
rezervuardan intraventriküler ve intraserebral alana
kataterle ilaç salımı sağlanmıştır.
SSS'ye etken madde enjeksyonunun ise sadece
ventriküllere yakın bölgelerde işe yaradığı
görülmüştür.
Etken maddenin
yeterli derecede hedef
bölgeye ulaşamaması
Penetrasyonunun
tersine doğru ilerleyen
sıvı akışı
Bu bölgenin hızlı yara
iyileştirme etkinliği
12. İnvazif teknikler
Serebral bölgeye kontrollü salım sistemlerinin
implantasyonu
Beyin bölgesinde polimerik materyeller kullanılarak
hazırlanan implante sistemlerle etken maddelerin
belirli bir süre boyunca istenen miktarda salınması
mümkündür. Ancak bölgenin hızlı yara iyileşme
etkinliği nedeni ile tercih edilmemektedir. Çeşitli
etken maddelerle hazırlanan mikroküreler küçük
boyutları nedeni ile bölgeye kolaylıkla uyum
sağlayarak istenen salımları sağlamışlardır ve
hayvan deneyleri ile SSS hastalıklarını tedavi
ettikleri görülmüştür.
13. Non-invazif teknikler
• Ön-ilaçlar
Hidroksi, amino ve karboksilik
asit içeren etken maddelerin bu
grupları esterifikasyon ya da
amidasyonla kapatılarak yağda
çözünürlükleri ve geçişi
artırılmıştır.
• Lipit özelliğinin
artırılması
Etken maddeye yağ asidi, gliserit
veya fosfolipit bağlanarak lipit
özellikleri artırılmıştır.
Kimyasal Metodlar
14. Non-invazif teknikler
Kimyasal Metodlar
Bu yöntemin dezavantajı; önilaç olarak hazırlanan bu
etken maddelerin aktif hale gelebilmeleri için bölgede
enzimatik olarak degrede olmaları gerekmektedir.
Patolojik durumlarda bu degredasyonu sağlayacak enzim
aktivitesi yok olabileceğinden beyine geçiş söz konusu
olsa da etkinlikleri sağlanamamaktadır.
Bu yöntemin diğer dezavantajı artan lipofilite nedeni ile
etken maddelerin sitokrom p 450 ve diğer enzimler
aracılığı ile oksidasyonunun artmasıdır. Ayrca fazla
lipofil olması nedeni ile sadece KBB'yi değil diğer
dokulara geçişininde artmasıdır.
15. Non-invazif teknikler
Biyolojik Yöntemler
Biyolojik yöntemler genel olarak hedeflenen bölgede
bulunan bir antijeni tanıyacak bir antikorla etken
maddenin konjuge edilmesi esasına dayanır.
OX26, 8D3 MoAb, R17-217 gibi antikorlar transferin
reseptörlerini tanıyıp ona bağlanabilirler, böylece
KBB'yi reseptör aracılı endositozla
geçebilmektedirler. Bu yöntemin dezavantajı şudur;
tümor spesifik antijenler sadece kanserli bölgede
değil aynı zamanda vücuttaki diğer bölgelerde de
bulunmaktadır.
18. Non-invazif teknikler
Diğer hedefleme sistemleri
Kolloidal ilaç taşıyıcı sistemler
Etken maddeye herhangi bir modifikasyon yapmadan
taşıyıcılara yüklenmesi ile ve bu taşıyıcının yüzeyinin
modifikasyonu ile istenen bölgeye hedeflenmesini
sağlayan sistemlerdir. Miseller, lipozomlar, nanopartiküller
bu sistemlere örnek verilebilmektedir.
Kolloidal taşıyıcılar genellikle etken maddelerin spesifik
dokulara yönlenmesini, biyoyararlanımının artmasını
ve onları enzimatik degredasyondan korunmasını
sağlar. KBB’ni geçemeyen etken maddeler kolloidal
sistemler içerisinde fizikokimyasal özellikleri
maskelenerek rahatlıkla geçebilmektedirler.
19. KBB’yi geçmek için
Nanopartiküller
Boyutları 1-100 nm arasındadır
Etken maddenin fizikokimyasal özelliklerin değiştirebilir
Yüzeyi fonksiyonel hale getirilebilir
Yüksek kimyasal ve biyolojik dayanıklılık
Hem hidrofil hem lipofil etken maddeleri taşıyabilir
Farklı veriliş yollarına uygunluk
20. KBB’yi geçmek için
Nanopartiküller
Opsonizasyon
Farmakokinetik parametreleri değişebilir.
Hidrofobik ve küçük partiküller bu prosesten
kolaylıkla kaçabilmektedirler .
PEG veya polioksietilen;polipropilen gibi
surfaktanlar ile yüzey modifikasyonu.
< 80 nm.
23. KBB’yi geçmek için
Nanopartiküller
Lipit tabanlı
nanopartiküller
• Lipozomlar
• Katı lipit nanopartiküller
Polimer tabanlı
nanopartiküller
• Polimerik
nanopartiküller
• Polimerik miseller
• Dendrimerler
24. Lipozomlar
Biyolojik membranlarla uyumlu olması.
Kolestrolün memban permeabilitesini artırması.
Küçük boyutlarda hazırlanabilmeleri.
Katyonik lipozomlar
Pozitif yüklü lipitlerden oluşmuşlardır
Adsorbsiyon aracılı transport
1,2-dioleoil-3-trimethilammonium-propane (DOTAP) ile karıştırılmış dioleoil-
phosphatidiletanolamin (DOPE).
25. Katı Lipit Nanopartiküller
Katı lipit nanopartiküller katı hidrofobik çekirdek içeren etken maddenin
içerisinde dağıldığı ya da çözündüğü lipit çekirdekli nano-taşıyıcılardır.
Trigliseritler ve yağ asitleri gibi biyo uyumlu maddelerden elde edilir.
Boyutları 40-200 nm civarındadır ki bu boyutlar endotelyal hücreleri geçerek
KBB’yi geçmesine ve nanopartikülün Redikulo Endotelyal Sistemden
kaçmasını sağlamaktadır.
Ayrıca yüzey özellikleri değiştirilerek hedeflenmesi de sağlanmaktadır.
26. Polimerik Nanopartiküller
Polimerik nanopartiküller çekirdek bir polimer matriksi tarafından taşınan
etken maddeyi içeren bir sistemdir
60-200 nm
Polilaktik asit, poliglikolik asit ve polilaktik-ko-glikolik asit, polianhidrit,
polisiyanoakrilat ve polikaprolakton
Farelerle yapılan deneylerde mikobakterium tuberkulozis enjekte edilmiş
farelere 5 doz nanopartikül verilmiştir (serbest dozun 46 kat azıdır) ve
menenjitin yok olduğu gözlenmiştir
27. Polimerik Miseller
• Dış uyaranlarla salım kontrolü
• Kitozanla konjuge edilmiş
Pluronik nanotaşıyıcısına
RVG29(rabies virüs
glikoproteini)
Dendrimerler
• Fonksiyonel gruplara sahip
böylece yüzey modifikasyonuna
uygun
• Poliamidoamin dendrimerleri ile
yapılan çalışmada mikroglia ve
astrositlerde birikme
28. Santral sinir sistemi hastalıklarından
nörodejeneratif hastalıklar sıklıkla nöronların
bağlantı yada işlev kayıpları ile başlayarak
ölümü ile sonuçlanan progresif hastalıklardır.
Alzheimer, parkison, prion hastalığı ve
amyotrofik lateral skleroz(ALS) bu hastalıklara
örnektir.
29. Parkinson
Parkinson, klinik bir sendrom olarak tremor, rijidite,
bradikinezi, akinezi ve postüral anormallikler ile
karakterizedir. Parkinson hastalığı (PH) hareket
bozukluğu grubu hastalıklar arasında esansiyel
tremordan sonra en sık görülen tablodur. PH özgün
patolojisi, klinik tablosu ve dopaminerjik tedaviye
verdiği belirgin yanıt ile ayırt edilir.
50-60 yaşlarda başlar, yaklaşık 10 - 20 yıllık bir
süreçte progressif olarak ilerler.
PH yıllık insidansının 4.5-21/100000 arasında
değiştiği bilinmektedir .
31. Parkinson
Parkinson hastalığı tedavisinde tipik bazı ilaç
grupları kullanılmaktadır. İlaç tedavisi genelde
beyinde dopamin miktarını artırmaya
yöneliktir. Parkinson için ilaç tedavisinin "Altın
Standart"ı L-dopa diye bilinen beyinde
dopamine dönüşen bir yapı olan levodopadır.
levodopa/karbidopa
33. Parkinson
Ancak hastalığın çözümündeki esas engel bu
etken maddelerin kan beyin bariyerini geçerek
beyne etkili bir şekilde geçmesidir.
Etken maddenin farmakolojik olarak etkili
olabilmesi için sürekli aynı dozda bölgede
bulunması gerekmektedir.
Bu da nanopartiküller sistemlerin hastalık
tedavisindeki önemini artırmaktadır.
34.
35.
36.
37. Sonuç
Nanopartiküller SSS hastalıklarının
tedavisinde diğer sistemlere göre üstünlük
göstermektedir.
Parkinson hastalığının tedavisinde kullanılan
etkin maddelerin hastalığı iyileştimede
yetersiz olması nedeni ile etkin maddelerin
nanopartiküler sistemlerinin hazırlanmasının
tedavideki yetersizliği ortadan kaldırabileceği
düşünülmüştür.
38. Kaynaklar
Nanotechnology for neurodegenerative disorders Francesca Re, Maria Gregori, Massimo Masserini,
Department of Experimental Medicine, University of Milano-Bicocca, Monza, Italy ,Received 18 November
2011; revised 19 December 2011; accepted 21 December 2011. Nanomedicine: Nanotechnology, Biology, and
Medicine 8 (2012) S51–S58
Nanotechnology in Brain Targeting Hamsaraj Karanth and Rayasa S. Ramachandra Murthy New Drug Delivery
Systems Laboratory, Pharmacy Department, Donors Plaza, Opp. University Main Office, The M. S. University of
Baroda, Vadodara-390 002, India.
BEYNE İLAÇ HEDEFLENDİRİLMESİ BRAİN DRUG TARGETİNG Meltem ÇETİN Yılmaz ÇAPAN Hacettepe
University, Faculty of Pharmacy, Department of harmaceutical Technology, 06100, Sıhhiye-Ankara, TURKEY
Review Article Nanoparticles for Brain Drug Delivery Massimo Masserini Department of Health Sciences,
University of Milano-Bicocca, Via Cadore 48, 20900 Monza, Italy Correspondence should be addressed to
Massimo Masserini; massimo.masserini@unimib.it
Received 20 March 2013; Accepted 11 April 2013 Academic Editors: H. Itoh, H. Pant, and M. Seno.
Pharmaceutical Nanotechnology Characterization and evaluation of chitosan nanoparticles for dopamine brain
delivery Adriana Trapani, Elvira De Giglio,, Damiana Cafagna, Nunzio Denora, Gennaro Agrimi , Tommaso
Cassano , Silvana Gaetani , Vincenzo Cuomo, Giuseppe Trapani International Journal of Pharmaceutics 419
(2011) 296–307
Novel surface modified polymer–lipid hybrid nanoparticles as intranasal carriers for ropinirole hydrochloride: in
vitro,
ex vivo and in vivo pharmacodynamic evaluation Chandrakantsing V. Pardeshi • Veena S. Belgamwar •Avinash
R. Tekade • Sanjay J. Surana J Mater Sci: Mater Med (2013) 24:2101–2115 DOI 10.1007/s10856-013-4965-7
Efficacy and Safety of Nasal Administration of “Nano-L-DOPA” Based on PLGA Nanoparticles, I. G.
Kondrasheva1, T. A. Antipova1, G. G. Barsegyan1, P. Ye. Gambaryan2, A. A. Guseva2, A. A. Kamensky2,
Engineering, 2012, 5, 27-29
Nanoparticle technology for treatment of Parkinson’s disease: the role of surface phenomena in reaching the
brain,
SSS hastalıkların tedavisinde halen yeterli etkinlikte ilaç bulunmamaktadır. Küçük molekül ağırlıklı etken maddelerin çoğu BBB'yi geçemez. Hastalıkların tedavisinde kullanılan 7000 molekül bulunmaktadır ve bunların sadece %5'i SSS hastalıklarının tedavisi için kullanılmaktadır ki bu moleküllerin büyük çoğunluğa depresyon, şizofreni ve insonmia tedavisinde kulllanılan ilaçlardır. SSS hastalıklarının tedavisinde kullanılan moleküllerin ortalama ağırlıkları 357 daltondur ve çalışmalar göstermektedir ki sadece %12 si gerçekten SSS de etkili olabilmektedir %1 'ide hiç etkili olamamaktadır.2
Beyine etken maddelerin ulaşması beyinin özel korunaklılığı nedeni ile oldukça zordur. Etkin maddelerin %95'i bu korumada takılı kalmakta ve beyine ulaşamamaktadır. Bu korumayı üstlenen temel bariyer kan beyin bariyeridir. Bu bariyer endotelyal hücreler, perisitler, astrositler, mikroglialar gibi çeşitli hücrelerin bir araya gelmesi ile oluşmuş ve beyin damarlanmasında konumlanmıştır. Beyindeki mikro damarlanmada bulunan endotelyal hücrelerin arasında çeşitli protein birleşiminden oluşan sıkı bağlar bulunmaktadır. Bu bağlar kandan beyinin ekstraselüler çevresine istenmeyen moleküllerin alınmasını engeller. 2..Kan beyin bariyeri (KBB) olarak isimlendiren bu mekanizma, santral sinir sisteminin (SSS) normal fonksiyonunun devamını sağlayan temel difüzyon bariyeridir. Bu bariyer seçici, dinamik bir filtre görevi görerek peptid-proteinler de dahil olmak üzere, çoğu suda çözünür maddelerin SSS'ye geçişini engellemektedir. Bu maddeler beyine geçseler bile bariyerin yapısı nedeni ile beyindeki dağılımlarının kontrol edilmesinde belirsizlikler ortaya çıkmaktadır.3.
Yirminci yüzyılda çoğunlukla küçük moleküllerin KBB’yi geçtiğine inanılmıştır. Bundan dolayı SSS’ye etkin madde hedeflendirme programı olmaksızın küçük moleküller üzerinde yoğunlaşılmıştır. Oysa genel inanışın aksine küçük moleküllerin çoğu KBB’yi geçemez. Yirmibirinci yüzyılda küçük moleküllerin yerini peptitler, rekombinant proteinler, monoklonal antikorlar ve antisens ilaçlar gibi büyük moleküller almıştır. Bu büyük moleküller KBB’yi geçemez. Dolayısıyla bir KBB-ilaç hedeflendirme programı olmaksızın bu büyük moleküllerin SSS hastalıklarının tedavisinde kullanılması söz konusu olamaz.
Pasif transportun gerçekleşmesinde molekülün iyonizasyonu, moleküler ağırlığı, lipofilliği ve proteinlere bağlanma özellikleri önemlidir. Asidik moleküllerin iyonize halde olmaları transportlarını azaltırken, bazik moleküllerin iyonizasyonları geçişlerini engellememektedir.
Molekül ağırlığı ile pasif geçiş arasında ters bir orantı vardır. 600 daltondan büyük moleküllerin bariyeri geçemediği belirlenmiştir. Lipofillik arttıkçada molekülün geçiş ihtimali artmaktadır.2
Ancak yüksek lipofilllik molküllerin membrana takılma ihtimalini arttıracağı için bir noktadan sonra geçişi azaltabilir. Log P değerleri -0.2 ile 1.3 arasında olduğunda bariyerden geçişin söz konusu olabileceği saptanmıştır. Bu değerlerle serebral geçişe etki eden sade kan akışı ve permeabilite sabiti engel teşkil edebilmektedir. 800 daltondan küçük molekllerde de log P ile permeabilite sabiti arasında korelasyon bulunmaktadır. BBB'nin yapısı nedeni ile sadece serbest moleküllerin geçmesi söz konusudur, proteinlere bağlanması yüksek olan moleküllerin geçişi kısıtlanmaktadır.2
Aktif transport: Bazı etken maddeler bariyeri geçebilecek kimyasal özelliklere sahip olmamasına rağmen beyin dokusuna ulaşabilmekedir. Bunda aktif trasnportun etkili olduğu düşünülmektedir, aksi durumda da efflux proteinlerinin bu geçişi durdurduğu düşünülmektedir.
Bir etken maddenin kandan beyin dokusuna diffüze olabilmesi lipofil membranı geçme yeteneği ile ilgilidir. Birçok etken madde geçiş için gerekli olan yağda çözünürlük, düşük molekül ağırlığı ve pozitif yük gibi fizikokimyasal özelliklere sahip değildir. Bu nedenle bariyeri aşabilmek için invazif ve non-invazif sistemler geliştirilmiştir.
Bu konuda ilk çalışma Neuwelt ve ark. tarafından bulunmuştur. Çalışma boyundan arterler içerisine mannitol solüsyonu enjekte ederek geçici olarak BB'nin yapısını bozmak esası üzerine kurulmuştur. Yüksek şeker konsantrasyonu nedeni ile su alımı artan endotelyal hücreler arasındaki sıkı bağlar açılmıştır. Bu etki 20-30 dakika sürmüştür ve bu sırada etken madde kandan beyne geçebilmiştir.
Daha sonra Bartus ve ark. yaptığı çalışmada vazoaktif bradikinin enjekte ederek kan beyin tümör bariyerini bozup anti-kanser ilaçların geçişini arttırmışlardır. Bu sırada KBB’nin normal fonksiyonu bozulmamış sadece tümör içeren bölgenin korunaklılığı bozulmuştur.
Bu yöntemlerden olası yan etkileri nedeni ile vazgeçilmiştir.
Direkt ilaç hedefleme
KBB’yi aşmak için direkt ilaç hedefleme metodlarından bir tanesinde saçlı deriye subkütan olarak yerleştirilen bir rezervuardan intraventriküler ve intraserebral alana kataterle ilaç salımı sağlanmıştır. Ancak bu metodda etken maddenin yeterli derecede hedef bölgeye ulaşamaması, etken madde penetrasyonunun tersine doğru ilerleyen sıvı akışı, ve bu bölgenin hızlı yara iyileştirme etkinliği nedeni ile yeterli etkinlik sağlanamamıştır. SSS'ye etken madde enjeksyonunun sadece ventriküllere yakın bölgelerde işe yaradığı görülmüştür.
Etken maddenin membran permeabilitesi ve çözünürlüğü gibi fizikokimyasal özellikleri kimyasal modifikasyonla artırılarak ön-ilaçlar hazırlanmıştır. Örneğin hidroksi, amino ve karboksilik asit içeren etken maddelerin bu grupları esterifikasyon ya da amidasyonla kapatılarak yağda çözünürlükleri artırılmıştır ve beyine geçişi artırılmıştır. Diğer bir yöntemde etken maddeye yağ asidi, gliserit veya fosfolipit bağlanarak lipit özellikleri artırılmıştır.
Bu yöntemin dezavantajı; önilaç olarak hazırlanan bu etken maddelerin aktif hale gelebilmeleri için bölgede enzimatik olarak degrede olmaları gerekmektedir. Patolojik durumlarda bu degredasyonu sağlayacak enzim aktivitesi yok olabileceğinden beyine geçiş söz konusu olsa da etkinlikleri sağlanamamaktadır.
Bu yöntemin diğer dezavantajı artan lipofilite nedeni ile etken maddelerin sitokrom p450 ve diğer enzimler aracılığı ile oksidasyonunun artmasıdır. Ayrıca fazla lipofil olması nedeni ile sadece KBB'yi değil diğer dokulara geçişisinde artmasıdır.
Biyolojik yöntemler genel olarak hedeflenen bölgede bulunan bir antijeni tanıyacak bir antikorla etken maddenin konjuge edilmesi esasına dayanır. OX26, 8D3 Mab, R17-217 gibi antikorlar transferin reseptörlerini tanıyıp ona bağlanabilirler, böylece KBB'yi reseptör aracılı endositozla geçebilmektedirler. Bu yöntemin dezavantajı şudur; örneğin kanser kemoterapisinde kullanılan tümor spesifik antijenler sadece kanserli bölgede değil aynı zamanda vücuttaki diğer bölgelerde de bulunmaktadır.
SSS'ye etken madde hedeflenmesinde alternatif olarak intranazal uygulama söz konsudur. Bu bölgede hızlı absorbsyon, etken madde sistemik dolaşıma katılmayacağı içinde ilk geçiş etkisinden kurtulabilmektedir. Daha güvenli olması nedeni ile bir çok etken maddenin parenteral verilişine alternatif olarak sunulmaktadır. Koku bölgesinden SSS'ye direk geçebilmekte bu yolla etken maddeler ve böylece kan beyin bariyerini aşmak zorunda kalmamaktadır. Ancak bu bölgeden uygulanan birçok etken maddenin geçişi çok düşüktür. Etken maddenin nazal kavitede bulunan koku bölgesinden SSS'ye yada beyin parankimasına geçişini gerçekleştirebilmesi için nazal koku epitelyumunu ve kullanacağı yolağa bağlı olarak araknoid membranı çevrelemiş subaraknoid boşluğu geçmesi gerekmektedir.
i)transselüler yolak: reseptör aracılı endositoz, sıvı faz endositozu ve pasif difüzyonu içerir. ii) paraselüler yolak; destekleyici hücrelerin ve koku neronların arasındaki sıkı bağlardan geçmesi gerekmektedir ve daha çok lipit özelliği bulunan etken maddelerin kullandığı yoldur.. iii) koku nöronları aracılığı ile geçiş: bu yolakta etken madde koku nöronlarının aksonal bölgesinden endositoz veya pinositoz mekanizması ile alınmaktadır ve koku soğanına kadar taşınmaktadır.
Kolloidal ilaç taşıyıcı sistemler
Etken maddeye herhangi bir modifikasyon yapmadan taşıyıcılara yüklenmesi ile ve bu taşıyıcının yüzeyinin modifikasyonu ile istenen bölgeye hedeflenmesini sağlayan sistemlerdir. Miseller, lipozomlar, nanopartiküller bu sistemlere örnek verilebilmektedir.
Kolloidal taşıyıcılar genellikle etken maddelerin spesifik dokulara yönlenmesini, biyoyararlanımının artmasını ve onları enzimatik degredasyondan korunmasını sağlar. KBB’ni geçemeyen etken maddeler kolloidal sistemler içerisinde fizikokimyasal özelikleri maskelenerek rahatlıkla geçebilmektedirler.
Son yıllarda nanoteknolojinin gelişmesi ve çok küçük boyutlarda taşıyıcı sistemlerin geliştirilmesi ile KBB’nin aşılması sağlanabilmektedir. Boyutları 1-100 nm arasında olan bu taşıyıcı sistemler geçiş ve fizikokimyasal özelliklerin değiştirilmesinde büyük etkinlik göstermektedir. KBB’yi aşmada kullanılmasının en önemli nedeni yüzeyinin fonksiyonel hale getirilerek KBB’ye hedeflendirilmesi ve geçişinin hızlanmasını sağlamaktadır. Nanopartiküler sitem içerisinde verilen bir etken maddenin kan beyin bariyerini geçişini artık etken maddenin fizikokimyasal özellikleri değil nanopartikülün fizikokimyasal özellikleri ve biomimetik özellikleri belirlemektedir.
NP’ler yüksek kimyasal ve biyolojik dayanıklılık sağlamak, hem hidrofil hem lipofil etken maddeleri taşıyabilmek ve farklı yollarla vücuda verilebilme gibi özellikleri nedeni ile fazlaca tercih edilmektedir. Yüzey modifikasyonu ile hedeflendirme yapılabilmektedir.
Kolloidal partiküller intravenöz olarak uygulandıktan sonra plazma proteinleri ile etkileşimlerine bağlı olarak biyolojik ve fizikokimyasal bazı değişimlere uğrarlar. Nonaopartiküller vücutta opsonizasyona uğrarlar ve sirkülasyondan uzaklaştırılırlar. Bu olayın gerçekleşmesi farmakokinetik parametreleri etkileyeceğinden sistemin bu özelliği incelenmelidir. Hidrofobik ve küçük partiküller bu prosesten kolaylıkla kaçabilmektedirler ve yeterli süre sistemde kalabilmektedirler. Bu özelliklerini elimine etmek için yüzey özellikleri değiştirilir Ayrıca PEG veya polioksietilen;polipropilen gibi surfaktanlar ile yüzey modifikasyonu sağlanmış partiküllerde sistemde kalabilmektedir. . < 80 nm de eliminasyondan kaçınması için önemlidir.
KBB’yi geçebilmeleri nedeninin şu ikisine bağlanmaktadır.
i)NP’lerle bölgeye etken madde hedeflendirildiğinde lokal olarak kan ve beyin arasındaki konsantrasyon gradienti etken maddenin sistemik verilişinden daha yüksek olacaktır. Böylelikle etken maddenin pasif difüzyonu artacaktır.
ii) Kendilerinin içerisinde taşıdıkları etken madde ile birlikte SSS’nin içine hareket etmesidir. Transselüler olarak taşınması söz konsusudur.
Nanopartiküllerin BBB’yi geçişi
Son yıllarda en çok rağbet gören strateji bariyerin normal fonksiyonunu bozmadan, beyine bilinen yolaklardan ulaşabilen ve KBB ile moleküler olarak etkileşebilin nanopartiküllerle beyine ulaşma stratejisidir. Adsorbsyon aracılı tarnsitoz ile reseptör aracılı transitoz nanopartiküllerin en çok kullandığı yolaktır. Bu endenle hazırlana nanopartiküller hedeflendirme için uygun yüzeye sahip olmalı, uzun süre sistemik sirkülasyonda kalabilmeli, redikülo-endotelyal sistemden uzak durmalı. Toksik olmamalı, biyoparçalanır ve biyo uyumlu olmalı, imflamasyon yaratmamalı ve immun sistemi uyarmamalı.
Adsorbsyon aracılı transport
Adsorbsyon aracılı transitozda endotelyal hücrelerin yüzeyi ile partiküller arasında elektrostatik çekim oluşmuş olmalıdır. Hücreye penetre olan peptidler ve katyonik proteinler ile nanopartiküllerin yüzeyini değiştirilerek KBB’yi geçmesi sağlanabilmektedir.
Reseptör aracılı transport
Reseptör aracılı transitoz fizyolojik bir geçiş yolağıdır. KBB’de beyinin kendi işlevlerini görebilmesi için gerekli moleküllerini alabilmek için yüzeyinde birçok reseptör vardır. Bu moleküllerle nanopartiküllerin yüzeyi kaplanarak beyine geçmesi sağlanır. Insulin, transferrin, apolipoprotein E, α2-makroglobulin bu proteinlerden bazılarıdır. Ayrıca monokloanl antikorlar(OX26, 8D3 ve R17217) bariyerdeki transferin reseptörüne bağlanırlar ve beyine geçerler. Bu antikorların en önemli tarafı kandaki transferinin geçişini engellemeyerek başka bir epitop ile reseptöre bağlanmasıdır. Ayrıca MoAblar insülin reseptörlerine direkt bağlanırlar ve beyine etken maddenin ulaşmasını sağlarlar.
Transcellüler lipofilik diffusion. [2] Carrier-mediated transport. [3] Receptor mediated transcytosis. [4] Adsorptive-mediated transcytosis. [5] Cell-mediated transcytosis
Lipozomlar
Lipozomların yapısındaki lipilerin biyolojik membranlarla uyumlu olması ve sıklıkla kullanılan kolestrolün permeabilitesini artırması ve küçük boyutlarda hazırlanabilmeleri KBB’yi aşabilmesini sağlamaktadır.
Katyonik lipozomlar:
Katyonik lipozomlar pozitif yüklü lipitlerden oluşmuşlardır. Genellikle pozitif şarj olmuş lipozomlar negatif şarj olmuş yüzeye bağlanabilmektedirler. En çok kullanılan pozitif yüklü katyonik lipitler 1,2-dioleoil-3-trimethilammonium-propane (DOTAP) ile karıştırılmış dioleoil-phosphatidiletanolamin (DOPE). Lipozomların aksine katyonik lipozomlar adsorbsiyon aracılı endositoz ile hücre içerisine alınmaktadır. DOPE endozomal kompartman tarafından alındıktan sonra asidifikasyon sonasında endozomal membranı yıkar ve sitozolde etken maddeyi serbest bırakır. Böylece etken madde salınmış olur
Katı Lipit Nanopartiküller
Katı lipit nanopartiküller katı hidrofobik çekirdek içeren etken maddenin içerisinde dağıldığı ya da çözündüğü lipit çekirdekli nano-taşıyıcılardır. Trigliseritler ve yağ asitleri gibi biyo uyumlu maddelerden elde edilir. Boyutları 40-200 nm civarındadır ki bu boyutlar endotelyal hücreleri geçerek KBB’yi geçmesine ve nanopartikülün Redikulo Endotelyal Sistemden kaçmasını sağlamaktadır. Ayrıca yüzey özellikleri değiştirilerek hedeflenmesi de sağlanmaktadır.
Polimerik Nanopartiküller
Polimerik nanopartiküller çekirdek bir polimer matriksi tarafından taşınan etken maddeyi içeren bir sistemdir. Büyüklükleri genellikle 60-200 nm civarındadır. En çok kullanılan polimerler polilaktik asit, poliglikolik asit ve polilaktik-ko-glikolik asit, polianhidrit, polisiyanoakrilat ve polikaprolaktondur. Bu sistemlerle hazırlanan bir çok etken maddenin KBB’yi geçebildiği görülmüştür. Farelerle yapılan deneylerde mikobakterium tuberkulozis enjekte edilmiş farelere 5 doz nanopartikül verilmiştir (serbest dozun 46 kat azıdır) ve menenjitin yok olduğu gözlenmiştir.
Polimerik Miseller
Polimerik misellerin dış uyaranlara cevap verebilen özelliği sayesinde içerisinde taşıdığı etken maddenin kontrollü bir şekilde salınmasını sağlar. Kitozanla konjuge edilmiş Pluronik nanotaşıyıcısına RVG29(rabies virüs glikoproteini) bağlanmıştır. Farelere i.v. verilen bu nanopartikülün beyinde biriktiği görülmüştür.
Dendrimerler
Dendrimerler bir ağacı andıran dallanmış polimerlerden oluşur. Dendrimer, bir çekirdek, çekirdek etrafındaki dallanma birimleri ve dallanmış fonksiyonel grup olarak da adlandırılan yüzey gruplarından oluşurlar. Dendrimerlerin çeşitliliği fonksiyonel gruplarla sağlanmaktadır. Dallanma birimleri ise dendrimerlerin tekrarlı bir şekilde büyümesini sağlamaktadır. Kannan ve ark. yaptığı çalışmada poliamidoamin dendrimerlerinin farelerde mikroglia ve astrositlerde birikmişleridir.
Parkinson hastalığı
Parkinson, klinik bir sendrom olarak tremor, rijidite, bradikinezi, akinezi ve postüral anormallikler ile karakterizedir. Parkinson hastalığı (PH) hareket bozukluğu grubu hastalıklar arasında esansiyel tremordan sonra en sık görülen tablodur. PH özgün patolojisi, klinik tablosu ve dopaminerjik tedaviye verdiği belirgin yanıt ile ayırt edilir. Bu durum PH tanısı için tedavi edilebilirliği önemli bir kriter haline getirdiği gibi, PH tanısının doğru koyulmasını da tedavi başarısının en önemli koşuluna dönüştürmektedir.
EPİDEMİYOLOJİ:PH tipik olarak orta ve ileri yaşın hastalığı olup, ortalama 50-60 yaşlarda başlayıp, yaklaşık 10 - 20 yıllık bir süreçte progressif olarak ilerlemektedir. Çeşitli ülkelerde yapılan çalışmalarda farklı sonuçlar bildirilse de, genel olarak PH yıllık insidansının 4.5-21/100000 arasında değiştiği bilinmektedir (1 - 3). En güvenilir insidans değerlerinin elde edildiği Rochster, Minnesota’da 1935 - 1990 yılları arasında yapılan değişik çalışmalarda, PH insidansının büyük bir değişiklik göstermeksizin 18,2-20,5/105 arasında değiştiği görülmektedir (2). Değişik toplumlarda yapılan çalışmalarda parkinsonizm prevalansı için de 18-328/100000 arasında değişen rakamlar bildirilmektedir (1 - 3).
Sub-stantia nigra pars compacta alanında dopamin aktivitesinin azaldığı gözlenmiştir.
Parkinson hastalığı tedavisinde tipik bazı ilaç grupları kullanılmaktadır. İlaç tedavisi genelde beyinde dopamin miktarını artırmaya yöneliktir. Parkinson için ilaç tedavisinin "Altın Standart"ı L-dopa diye bilinen beyinde dopamine dönüşen bir yapı olan levodopadır. Beyinde dopaminin yer değiştirmesi bir prekürsör yükleme stratejisi olarak levodopa/karbidopa uygulaması ile sağlanmaktadır. Bu uygulama levodopanın hastaya uygulanması sırasında beyine kolayca geçmesini ve dopamine dönüşmesini sağlar.
Diğer ilaç tedavileri; dopamin agonistleri, antikolinerjikler, amantadin, monoamin-oksidaz B inhibitörleri (MAO-B) ve KOMT inhibitörleridir. Bununla birlikte levodopa’nın hastanın yaşam kalitesini bozan motor komplikasyonlara (motor dalgalanmalar ve diskineziler) zemin hazırladığı, zaman içerisinde etkinliğinin giderek azaldığı ve PH’nın aksiyel motor semptomları (postural instabilite, dizartri, palilali, disfaji, fleksör postür, donma gibi) ve tremor üzerine etkisinin sınırlı olduğu bilinmektedir. Bugün için PH tedavisinde ideal bir ilacın varlığından sözetmek mümkün gözükmemektedir