1. CERSEI
Rüyasında hepsinden daha tepede, Demir Taht'ta oturduğunu gördü.
Saray mensupları parlak renkli korkak farelerdi. Muhteşem lordlar ve gururlu leydiler önünde diz
çöktü. Cesur genç şövalyeler ayağına kılıçları serdi ve iyiliklerini diledi, ve kraliçe onlara tepeden
bakarak gülümsedi. Sanki cüce bir yerlerden çıkıp onu gösterene ve kahkahalarıyla gülene dek.
Lordlar ve leydiler de gülümsemelerini ellerinin arkasına saklayarak kıkırdamaya başlamıştı.
Ancak o zaman kraliçe çıplak olduğunun farkına vardı.
Dehşete kapılarak elleriyle bedenini örtmeye çalıştı. Utancını saklamak için yerinde sinerken
Demir Taht'ın kılıçları ve keskin uçları etine saplanıyordu. Çelik dişler kalçasını kemirirken kan
bacaklarından aşağı kırmızı bir yol çizdi. Kalkamaya çalıştığında, ayağı kıvrımlı metaldeki boşluk
boyunca kaydı. Mücadele ettikçe taht göğüslerindeki ve midesindeki et yığınını parçalayarak, ta
ki tamamen doğranmamış ve kırmızı, parlak olana dek kollarını ve bacaklarını doğrayarak onu
kendisine daha da çok çekiyordu.
Ve bütün bunlar olurken, kardeşi aşağıda gülerek muziplik yapıyordu. Omzunda hafif bir
dokunuş hissedip aniden uyandığında gülüşü hala kulaklarında yankılandı. Bir el kabus tarafında
göründü ve Cersei çağlık attı, ama bu sadece Senelle'di. Hizmetçinin yüzü beyazdı ve korkmuştu.
Yalnız değiliz, kraliçe farkına vardı. Pelerinlerinin arkasında parlayan hasır zırhlı uzun şekilli
gölgeler yatağının etrafında belli belirsiz görünüyordu. Zırhlı adamların burada işi yoktu.
Muhafızlarım nerede? Yatak odası karanlıktı, ama davetsiz misafirlerden birisinin ışığı loş
tutuyordu. Hiçbir korku belirtisi göstermemeliyim. Cersei uykudan dolayı karışmış saçlarını geriye
2. itti, ve konuşmaya başladı, "Benden ne istiyorsun?" Bir adam fener ışığına doğru adım attı ve
adamın pelerininin beyaz olduğunu gördü. "Jaime?" Bir kardeşimi rüyamda gördüm, diğeri beni
uyandırmaya geldi.
"Majesteleri." Ses kardeşinin değildi. "Lord Kumandan sizi almamı söyledi." Saçları Jaime'nin gibi
kıvırcıktı, ama kardeşinin saçları kendisi gibi altından dövülmüştü ve bu adamın saçları siyah ve
yağlıydı. Ona baktı, tuvalet ve yay hakkında fısıldarken, babasının ismini söylerken kafası
karışmıştı. Hala rüya görüyorum, diye düşündü Cersei. Hala uyanmadım, ya da kabusum hala
bitmedi. Tyrion az sonra yatağımın altından çıkarak korkutacak ve bana gülmeye başlayacak.
Ama bu çılgınlıktı. Cüce kardeşi kara hücrelerin dibindeydi ve bugün ölmesi için hüküm
verilmişti. Bütün parmaklarının hala orada olduğuna emin olmak için döndürerek ellerine baktı.
Eli omuzlarında durduğunda vücudu karıncalanmıştı. Bacaklarında hiç kesik yoktu, ayaklarının
altında hiç yarık yoktu. Bir rüya, sadece, bir rüya. Geçen gece çok fazla içtim, bu korkular sadece
şarabın doğurduğu salgılar. Alacakaranlık gelince gülen tek kişi ben olacağım. Çocuklarım
güvende olacak, Tommen'ın tahtı sağlamda olacak ve benim çarpık küçük valonqarımın küçük
bir kellesi olacak ve çürüyecek.
Jocelyn Swyft bardağını doldurarak ona uzattı. Cersei bir yudum aldı: Limon sıkılarak karıştırılmış
su, ekşi tadından dolayı suyu tükürdü. Panjurları sarsan gece rüzgarının duyabiliyordu ve tuhaf
bir keskin berraklıkla gördü. Senelle gibi korkmuş Jocelyn bir yaprak gibi titriyordu. Sör Osmund
Kettleblack belli belirsiz göründü. Onun arkasında bir fenerle Sör Boros Blount duruyordu.
Miğferlerinin sorguçlarında parlayan altın aslanlarıyla Lannister muhafızları kapıdalardı. Onlar da
korkuyla bakıyordu. Bu olabilir mi? kraliçe merak etti. Bu doğru olabilir mi?
Ayağa kalktı ve çıplaklığını saklaması için Senelle’in omuzlarının üstüne sabahlık geçirmesine izin
verdi. Cersei kemerini kendi taktı, parmakları gergin ve sarsaktı. “Lord babam muhafızlarını
kendine yakın tutardı, gece ve gündüz,” dedi. Sesi boğuktu. Limonlu sudan başka bir yudum
daha aldı ve nefesini tazelemesi için dudaklarının kenarından içti. Bir güveç, Sör Boros’un
tuttuğu fenere geliyordu; çıkardığı vızıltıyı duyabiliyordu ve cama her vuruşunda kanatlarının
gölgesini görebiliyordu.
“Muhafızlar nöbet yerlerindeydiler, Majesteleri,” dedi Osmund Kettleblack. “Şöminenin
arkasında gizli bir kapı bulduk. Gizli bir geçit. Lord Kumandan nereye gittiğine bakmak için aşağı
indi.”
“Jaime?” Dehşet onu bir fırtına gibi ansızın ele geçirdi. “Jaime kralla birlikte olmalıydı. . .”
“Delikanlı zarar görmedi. Sör Jaime ona bakması için bir düzine adam yolladı. Majesteleri huzurlu
bir şekilde uyuyor.” Ona benimkisinden daha tatlı bir rüya, daha kibar bir uyanıklık ver. “Kim
kralla birlikte?”
3. “Sör Loras bu onuru gösterdi, eğer size memnun ettiyse.”
Bu onu memnun etmedi. Tyrell’lar ejderh şövalyelerin rütbelerinin çok üstüne atadığı basit
uşaklardı. Kibirleri yetenekleriyle haddini aşmıştı.
Sör Loras bir bakirenin hayali kadar hoş olabilirdi ama beyaz pelerinin altında kemiklerine kadar
Tyrell idi. Bütün bildiği kadarıyla, bu gecenin bozuk meyvesi Yüksek Bahçe’ye dikilmişti ve
yetiştiriliyordu.
Ama bu yüksek sesle söylemeye cesaret edemeyeceği bir şüpheydi.
“Giyinmek için bana bir dakika verin. Sör Osmund, benimle El Kulesi’ne eşlik edebilirsiniz. Sör
Boros, gardiyanları sorgulayın ve cücenin hala hücresinde olduğuna emin olun.” İsmini
söyleyemezdi. Babasına karşı el kaldırmaya asla cesaret edemez, dedi kendine, ama emin olmak
zorundaydı.
“Majesterelerinin emrettiği gibi.” Blount feneri Sör Osmund’a bıraktı. Cersei arkasını görmekten
hoşlanmamıştı. Babam ona asla beyazı vererek görevini iade etmemeliydi. Adam kendinin bir
korkak olduğunu kanıtlamıştı. Maegor Kanadı’nı terk ettikleri zaman, yıldızların hala parlamasına
ragmen gökyüzü derin kobalt bir maviye dönmüştü. Hepsi ama biri, diye düşündü Cersei. Batının
parlak yıldızı düştü, ve geceler şimdi daha karanlık. Aşağıda sivri mızraklara bakarak kuru
hendeklerin gerdiği asma köprü üzerinde durdu. Bana böylesine bir şey hakkında yalan
söylemeye cesaret edemezler. “Onu kim buldu?”
“Muhafızlardan biri,” dedi Sör Osmund. “Lum. Doğanın çağrısını hissetti ve tuvalette lordu
buldu.”
Hayır, bu olamaz. Bu bir aslanın ölme şekli değil. Kraliçe garip bir şekilde sakin hissetti. Henüz
küçük bir kızken, dişini kaybettiği ilk zamanı hatırladı. Canını yakmamıştı ama ağzındaki boşluk
garip hissettirmişti bu yüzden diliyle oraya dokunmayı durduramamıştı. Şimdi babamın olduğu
yerde, dünyada bir bir boşluk var ve boşluklar dolmak ister.
Eğer Tywin Lannister gerçekten öldüyse, hiçkimse güvende değildi… en az taht üzerindeki oğlu
kadar. Aslan düştüğünde daha küçük hayvanlar harekete geçerlerdi: çakallar ve akbabalar ve
vahşi tazılar. Her zaman yaptıkları gibi, onu bir kenara itmeye çalışabilirlerdi. Hızlıca hareket
etmek zorundaydı, Robert öldüğünde yaptığı gibi. Bu bazı aracıların arasında, Stannis
Baratheon’in işi olabilirdi. Şehir üzerine başka bir saldırı için iyi bir başlangıçtı. Öyle olduğunu
umdu. Bırak gelsin. Onu mahvedeceğim, babamın yaptığı gibi, ve bu sefer ölecek. Stannis onu,
Mace Tyrell’dan daha fazla korkutmuyordu. Hiçkimse onu korkutmuyordu. O, Kaya’nın kızıydı,
bir aslandı. Artık beni yeniden evlendirmek için daha fazla zorlayıcı konuşma olmayacak. Casterly
Kayası ve Lannister Hanesi’nin bütün gücü şimdi onundu. Şimdi kimse onu bir daha hiçe
sayamayacaktı. Hatta Tommen’ın artık naip birisine ihtiyacı olmadığı zaman bile Casterly Kayası
4. Leydisi olarak topraklardaki gücünü sürdürecekti.
Doğan güneş kulenin tepelerini parlak bir kırmızıya boyuyordu, ama duvarların arkasında gece
hala biraradaydı. Dış kale bütün insanların öldüğüne inanabileceği kadar sessizdi. Öyle olmalılar.
Yalnız ölmek Tyrion Lannister için uygun değil. Öyle bir adam ihtiyaçlarını kendisiyle beraber
cehenneme götürmeyi hak ediyor.
Kızıl pelerin ve aslan işlemeli miğfer içinde dört mızraklı adam El Kulesi kapısında nöbet
tutuyordu. “Hiçkimse benim iznim olmadan girip çıkamaz,” dedi. Emir ona göre kolaylıkla
gelmişti. Babamın da sesinde katılık vardı.
Kulenin içinde, meşale dumanı gözlerini yakarak tahriş etti ama Cersei babasının döktüğünden
daha fazla gözyaşı dökmedi. Onun sahip olduğu tek gerçek oğlanım. Topukları basamakları
çıktıkça taşı ufalıyordu ve Sör Osmund’ın feneri içinde çılgınca çırpınan güveyi hala
duyabiliyordu. Öl, kraliçe onun için böyle düşündü, tahriş içindeyken, ateşe uç ve işini bitir.
Başka iki kızıl pelerinli muhafız basamakların üstünde duruyordu. Kızıl Lester, Cersei geçerken
taziyelerini fısıldadı. Kraliçenin nefesi hızlı ve kısaydı, ve kalbinin göğsünde çırpındığını
hissedebiliyordu. Basamaklar, dedi kendine, bu lanetli kulenin çok fazla basamağı var. Bunu
sökmek için yarım aklı vardı.
Hol fısıltı içinde konuşan aptallarla doluydu, sanki Lord Tywin uyuyordu ve onlar da onu
uyandurmaktan korkuyormuş gibi. Muhafızlar ve hizmetçiler benzer şekilde ağızları
saçmayalarak geriye çekildiler, Pembe sakızlarını dillerinde hareket ettirdiklerini gördü, ama
sözleri güvecin vızlamasından daha anlamlı değildi. Burada ne yapıyorlar? Nasıl bildiler?
Hakkıyla, önce onu çağırmalıydılar. O Naip Kraliçe’ydi, bunu unutmuşlar mıydı?
El’in yatak odasının önünde beyaz zırhı ve peleriniyle Sör Meryn Trant durdu. Miğferinin siperi
açıktı, ve gözlerinin altındaki torbalar onu hala yarı uyukluyor gösteriyordu. “Bu insanları
uzaklaştır,” dedi Cersei ona.
“Babam tuvalette mi?”
“Onu yatağına taşıdılar, leydim.” Sör Meryn girmeden önce onun için kapıyı itti.
Sabah ışığı, yatak odasının zeminin üstüne saçılıp altın çizgilere boyayarak panjurları yarıp
geçiyordu. Amcası Kevan yatağın yanında düzleri üstünde dua etmeye çalışıyordu, ama
neredeyse hiçbir kelime söyleyemiyordu. Muhafızlar şöminenin yakınında toplanmıştı. Sör
Osmund’un küllerin arkasındaki hayret verici girişten bahsettiği gizli kapı, bir fırından büyük
değildi. Bir adamın geçmesi için emeklemesi gerekirdi. Ama Tyrion ancak bir yarım adam. Bu
düşünce onu sinirlendirdi. Hayır, cüce kara hücrede kilitli. Bu onun işi olamazdı. Stannis, dedi
kendine, Bunun arkasında Stannis var. Şehirde hala yandaşları var. O, ya da Tyrell’lar . . . Her
5. zaman Kızıl Kale’nin içinde gizli geçitler olduğu söylentileri olmuştu. Zalim Maegor’in kaleyi inşa
edenleri bu gizli geçitleri kimsenin bilmemesi içi öldürdüğü söylenirdi. Daha kaç yatak odasında
gizli kapılar var? Cersei elinde bir bıçakla Tommen’ın yatak odasındaki goblenin arkasında
emekleyen cücenin ansız bir görüşünü gördü. Tommen iyi korunuyor, dedi kendine. Ama Lord
Tywin de iyi korunuyordu.
Bir an için ölü adamı fark edemedi. Babasının gibi saçları vardı, evet, ama, diğer adamlar gibiydi,
kesinlikle, daha küçük ve daha yaşlı bir adamdı. Sabahlığı bel altını çıplak bırakarak göğsünün
etrafına dolanmıştı. Ok göbeği ve erkekliği arasındaki kasığını götürmüştü, ve atılan okun çok
derine çökmüştü. Kasık tüyleri kurumuş kanla koyulaşmıştı. Daha fazlası göbeğinde pıhtılaşmıştı.
Kokusu burnunu kırıştırdı. “Oku ondan çıkarın,” diye emretti. “O Kral Eli!” Ve benim babam. Lord
babam. Bağırmalı ve saçlarımı yolmalı mıyım? Freyler ondan önce Robb’u katledince Catelyn
Stark’ın yüzünü kanlı şeritlerle tırmaladığını söylemişlerdi. Bundan hoşlanır mıydın, baba? ona
sormak istedi. Ya da güçlü olmamı mı isterdin? Kendi baban için gözyaşı döktün mü? Büyük
babası öldüğünde sadece bir yaşındaydı ama hikayeyi biliyordu. Lord Tytos çok şişmanlamıştı, ve
kalbi bir gün metresine giden basamakları tırmanırken durmuştu. Babası bu olduğunda Kral
Toprakları’ndan uzakta, Deli Kral’ın Eli olarak hizmet ediyordu. Lord Tywin, o ve Jaime gençken
sık sık Kral Toprakları’ndan uzakta olurdu. Eğer babasının ölüm haberini getirdiklerini göz yaşı
dökmüş olsaydı, bunu kimsenin gözyaşlarını göremeyeceği yerde yapmıştı.
Kraliçe tırnaklarının avuç içini kazdığını hissetti.
“Onu nasıl böyle bırakabildiniz? Babam üç krala El’lik yaptı, Yedi Krallık’ı şuana kadar aşan büyük
bir adam kadar. Çanlar onun için çalmalı, tıpkı Robert için yaptıkları gibi. Yıkanmalı ve endamına
yakışır şekilde giydirilmedi, erminler ve altın-koyu kırmızı ipek kıyafetler içinde. Pycelle nerede?
Pycelle nerede?” Muhafızlara döndü. “Puckens, Büyük Üstat Pycelle’I getir. Lord Tywin’I
görmeli.”
“Gördü, Majesteleri,” dedi Puckens. “Geldi, gördü ve sessiz kız kardeşleri çağırmak için gitti.”
En son benim için gönderdiler. Kavrayış onu neredeyse sinirlendirdi. Ve Pycelle yumuşak, kırışık
ellerini kirlekmektense bir mesaj yollamaya koştu. Bu adam çok işe yaramaz. “Üstat Ballabar’I
bulun,” emretti. “Üstat Frenken’I bulun. Herhangi birini.” Puckens ve Shortear emire uymak için
koştu. “Kardeşim nerede?”
“Tünelin aşağısında. Taş üzerine kurulmuş demir basamaklı bir kuyu var. Sör Jaime ne kadar
derin olduğunu görmek için gitti.”
Onun sadece bir eli var, onlara bağırmak istedi. İçinizden biri gitmiş olmalıydı. Merdivenleri
tırmanmak onun işi değil. Babamı öldüren adamlar orada, aşağıda onu bekliyor olabilirler. İkizi
her zaman çok aceleci olmuştur ve bir elini kaybetmesi bile onu uyarmış görünmüyordu.
6. Puckens ve Shortear ortalarında gri saçlı bir adamla döndüklerinde Cersei kardeşini bulup geri
getirmeleri için muhafızlara emir vermek üzereydi.
“Majesteleri,” dedi Shortear. “bu adam bir üstat olduğunu iddia ediyor.”
Adam başını eğdi. “Majesteleri’ne nasıl hizmet edebilirim?”
Yüzü, Cersei fark edemese bile neredeyse tanıdıktı. Yaşlı, ama Pycell kadar değil. Bu adam hala
biraz dayanıklı olmalı. Hafif kambur olmasına rağmen uzundu, koyu mavi gözlerinin etrafında
kırışıklıklar vardı. Boğazı çıplak.
“Üstat zinciri takmamışsın.”
“O benden alındı. İsmim Qyburn, eğer Majestelerini memnun edecekse. Kardeşinizin elini
iyileştirmiştim.”
“Tahta elini demek istedin.” Onu şimdi hatırlıyordu. Jaime ile Harrenhal’dan gelmişti.
“Sör Jaime’nin elini kurtaramadım, bu doğru. Sanatım kolunu kurtardı, belki de çok önemli
hayatını. Kale zincirimi aldı ama bilgeliğimi alamadı.”
“Yeterli olabilirsin,” diye karar verdi. “Eğer beni boşa çıkarırsan bir zincirden fazlasını
kaybedersin, sana söz veriyorum. Babamın midesindeki oku çıkarın ve onu sessiz kız kardeşler
için hazırlayın.”
“Kraliçemin emrettiği gibi.” Qyburn yatağın yanına gitti, durdu ve arkasına baktı. “Ve kızla nasıl
ilgilenmeliyim, Majesteleri?”
“Kız?” Cersei ikinci bedeni gözden kaçırmıştı. Yatağa yürüdü, kanlı battaniye yığınını bir tarafa
fırlattı ve işte oradaydı, çıplak, soğuk ve pembe. . . düğün ziyafetinde Joff’un gibi siyaha dönen
yüzü hariç. Altın ellerine bağlı bir zincir boğazını yarı yakmıştı, derisini parçalayan zincir gergince
kıvrılmıştı. Cersei kızgın bir kedi gibi tısladı. “O burda ne yapıyor?”
“Orada bulduk, Majesteleri,” dedi Shortear. “İblis’in fahişesi.” Sanki bu neden orada olduğunu
açıklamış gibiydi. Lord babamın fahişelerle işi olmazdı, diye düşündü.
Annemiz öldükten sonra asla bir kadına dokunmadı. Muhafıza soğuk bir görünüm verdi. “Bu
değil. . . Lord Tywin’in babası öldüğünde. . . Lord Tywin leydi annesinin pelerine giyerek
mücevherlerini takmış. . . bu tür bir . . . bir kadın. . . bulmak için Casterly Kayası’na dönmüştü.
Taktıklarını çıkarmıştı, ve diğerlerini de. İki hafta boyunca Lannis Limanı sokaklarında çıplak
dolanmıştı, tanıştığı her adama bir hırsız ve fahişe olduğunu göstermek için. Bu Lord Tywin
Lannister’in fahişelerle ilgilenme yöntemiydi. O asla. . . bu kadın başka bir amaçla burada olmalı,
şey için değil. . .”
7. “Belki lord, kızı metresliği hakkında sorguluyordu,” Qyburn öne sürdü. “Sansa Stark kralın
öldürüldüğü gece gözden kaybolmuş diye duydum.”
“Evet, öyle.” Cersei hevesle öneriye tutundu.
“Onu sorguluyordu, emin olmak için. Hiçbir şüphe olamaz.” Burnunun yokluğunun altında
maymun sırıtışıyla bükülmüş dudaklarıyla Tyrion’ın yan bakışını görebiliyordu. Ve onu
sorgulamanın en iyi yolu iyice ikiye ayrılmış bacaklarla, çıplak bedeni mi? cüce fısıldadı. Bu da
benim sorgulamayı nasıl sevdiğim.
Kraliçe bakışlarını başka tarafa çeviri. Ona bakmayacağım. Ansızın bu ölü kadınla aynı odada
olmanın bir çok fazla olduğunu hissetti. Qyburn’u iterek koridora çıktı.
Sör Osmund kardeşleri Osney ve Osfryd’e katılmıştı. “El’in yatak odasında bir ölü kadın var.” dedi
Cersei üç Kettleblack kardeşlere. “Hiç kimse onun orada olduğunu bilmeyecek.”
“Evet, leydim.” Tyrion’un başka bir fahişesinin tırmaladığı Sör Osney’in yanağında çizikler vardı.
“Ve onunla ne yapalım?”
“Köpeklerinize yem olarak atın. Yatak eşi için saklayın. Niye ilgileniyorum ki? O hiçbir zaman
orada değildi. Onun orada olduğunu iddia eden her adamın dilini keseceğim. Beni anladınız mı?”
Osney ve Osfryd bakıştı. “Evet, Majesteleri.”
Ceviri : Ayça İşçi
Onokumalar.com