2. About A Dragon / Bir Ejderha Hakkında
“Benimle gel diye” emretti.
Büyük kahverengi gözler şaşkınlıkla yukarıya, ona baktı. Sonra kendi kendine
fısıldadi“Aman yarabbi, ağaçlar kendi kendilerine hareket etmeye başlamış.”
“Pardon?”
“Bir şey yok. Sadece senin…aşırı büyüklüğünden bahsediyordum.”
İnsan bedeninden aşağıya doğru baktı. Aslında onu küçük buluyordu, neredeyse
cılız… tüm insanlar gibi. Ve kızı düpedüz minnacık buluyordu.
Kafasını salladı, daha sonra düşünmeye karar verdi.
“Benimle gel.” Gülümsedi. “ Sana sahip olmayı arzuluyorum.”
Nasıl arzulamazdı ki? Çok güzeldi. Şüphesiz Alsandair’dendi. Yumuşak
kahverengi teni, ona, yakan çöl güneşinin altında ki nice atasını anlatıyordu.
Saçı ise uzun yaşamında gördüğü birkaç çöl insanınkinden daha koyuydu.
Nerdeyse siyahtı, ipeksi yumuşak bukleler karmaşası sırtına doğru uzanıyor ve
muhteşem bir kıç olarak nitelendirdiği arkasına dökülüyordu.
“ah…bu… cezbedici. Ama kocamın bunu problematik bulacağından neredeyse
eminim.” Çevresinden yürümeye yeltendi ama o önüne bir adım attı
“Kocan mı?”
“Evet. Kocam.”
“Seni takip eden o beyinsiz mi? Senin hizmetkârın olduğunu düşünmüştüm.”
Homurdandı, sonra hemen aşağıya, yere baktı. Ufak bir elle ağzını kapattı,
birkaç saniye sessiz kaldı. Sonunda tekrar ona odaklandı, ama gözlerindeki
neşeyi görebiliyordu. “Evet, o. Ama o benim kocam. Hizmetkârım değil. Ama
bazen…” Onun eşi için alınmasını bekliyordu. Alınmamıştı. İyi. Bu ona umut
vermişti.
“ Güzel, ondan daha iyisini hak ediyorsun. Beni hak ediyorsun. Yani benimle
gel.”
Gülümsemesinin gelmesi yavaştı, ama tam bir gülümseme olduğunda zayıf,
insan dizlerinin çökeceğini düşünmüştü. Daha önce bu kadar güzel bir şey hiç
görmemişti.
Kafasını salladı. “Kimsin sen?”
“Benimle gel ve öğren.”
“Hayır. Hayır. Bugün tuhaf bir şövalye ile yürüyerek uzaklaşmayacağım. Ama
teklif için teşekkür ederim.”
Kendi kendine söylenerek etrafında dolaştı. “Bugünü günlüğüme yazmalıyım.”
Onun gitmesine izin verebilirdi. Başka bir insan kadınına öyle yapardı. Ama onu
kesinlikle büyüleyici bulmuştu. Belki de başta ona servis yapmayı reddeden
fırıncıya kızgın bir şekilde söylenmesiydi. Bütün markette buna benzer bir
muamele görüyordu. Hepsi ondan korkuyor gibi görünüyordu, ama o neden
olduğundan emin değildi. Büyü kızı sarıyordu. Ama kullanılmamıştı, neredeyse
hareketsizdi. Tipik köylü bir insanın asla görüp anlayacağı bir şey değildi. Büyü
3. gücüne sahip birçok kadın ve kardeşi gibi cadı olarak işaretlenmemişti. O güzel
yüzde hiçbir yara yoktu. Niye hepsi ondan nefret ediyordu, hiç bir fikri yoktu.
“Bekle”
“Burada güvende değilsin”
“İyi, bu yeni bir girişim.”
“Şaka yapmıyorum. Görmüyor musun?” Etraflarından onarlı izleyen satıcılara
baktı. “ Seni hor görüyorlar. Senden korkuyorlar.”
Bu tip korkuyu biliyordu. Bir köy üzerinde uçtuğunda ya da bölgesine çok yakın
bir tabur fark ettiğinde hep bunu görüyordu. Dürüst olması gerekirse… o
korkuyu seviyordu.
Gülümsemesi soldu ve yakın zamanda giydiği, yıpranmış pelerinini daha sıkıca
kendine sardı. O bedeni süslemek için en iyi yünleri ve ipekleri hak ediyordu.
“Bunu zaten bilmediğimi mi düşünüyorsun? Bana yeni ve şok edici bir şeyler
söylediğini mi düşünüyorsun.”
“O zaman neden kalıyorsun?”
Onu gördü. Gözlerinde. Korku ile ikiye katlanmış, derin bir bıkkınlık.”Çünkü
başka çarem yok.”
“Her zaman bir seçeneğin vardır.”
“Belki senin gibi şövalyelerin var. Ama ben o kadar şanslı değilim.”
Kocam diye çağırdığı adam yerel tavernadan dışarı yürüdü ve ikisine baktı.
“Hadi gel.” Diye ona bağırdı.
“Tamam” diye geri seslendi. Briec’e baktı ve gülümsedi. “Sohbetimiz hoşuma
gitti, şövalye. Birisiyle konuşabilmek…”
“Tam ve eksiksiz cümle kuran?”
Gülümseme geri geldi ve bir an gerçekten kalbi atmayı kesti. “Hayır. Sonunda
kibri sadece tanrıların kibri ile yarışabilecek birisiyle tanışmak gerçekten iyiydi.
Şimdi, Eğer bana izin verirsen” -eğildi ve iyi huylu bir şekilde-“Hizmetkarım
bekliyor” dedi.
Kadın ona göz kırptı ve uzaklaştı. Ve o anda kime bağlı olduğu önemli
olmadığını biliyordu, ona sahip olacaktı. En azından onunla işi bitene kadar.
***
Yemeği kocasının önüne koydu ve uzaklaşmak için döndü. Ama kocası bilegini
tuttu ve onu kucağına çekti. Onunla dövüşmedi. Gerekli olmadığını biliyordu.
Dudakları boynuna dokundu, ama o tiksintisini bastırdı. Dikkatini dağıtması için
başka şeyler düşünmeye karar verdi ve anında tuhaf menekşe rengindeki gözler
aklına geldi. Önemsiz ufak kuzey kasabalarında o büyüklükte adamlar
yaptıklarını bilmiyordu. On altı yıldır burada yaşıyordu ve köyde ondan uzun
her erkek, ya asker ya da kale gardiyanı olmak için kasabayı terk etmişti.
Kalanlar pek uzun ya da yakışıklı değildi
Ama o şövalye…tanrı biliyor ya, kesinlikle muhteşemdi. Baştan aşağıya o siyah
pelerinle kaplıydı, tek görebildiği o güzel menekşe rengindeki gözleri ve
yüzüydü. tanrım, o yüz!
4. Aşırı şekilde kibirliydi. Ama onu eğlendirmişti. Büyük ihtimalle onunla her gün
yaşamak zorunda olmadığındandı. Eğer yaşasaydı, onu uykusunda öldürebilirdi
–tabii önce onunla işini bitirdikten sonra.
Yine de onunla hiç konuşmamalıydı. Yabancılar bu kasabaya sık gelmiyordu ve
son üç yılda iyice kötüleşmişti. Ana yollardan birinin yakından geçmesine
rağmen sık sık gelen tüccarlar ve gezginler artık gelmiyordu.
Kasabadakiler son zamanlarda ki yabancı altın eksikliği için onu suçlamaya
başlamıştı. Tabii ki son zamanlarda her şey için onu suçluyorlardı. Bir inek
öldü… onun suçu. Bir çocuk beyin hummasına yakalandı… onun suçu.
Kasabada ki kadınlardan biri bileğini burktu…
Görünüşe göre her şey onun suçuydu. Vay be, böyle harika güçleri olduğunu hiç
bilmiyordu.
Evet, Onların incelik yoksunluğu bilinmez yönleri olan yabancı şövalye ile
konuşmayı kolaylaştırmıştı, ama risk almıştı. Onu korumak ya da evliliğinin
sınırlarına saygı duyma zorunluluğu hissetmeyecekti. Ancak gene de kendine
engel olamamıştı. O kadar komikti ki onu güldürmüştü ve tanrılar biliyordu ki
çok sık gülmüyordu.
Onu tekrar göreceğini düşünmüyordu ama sarılınacak güzel bir anıydı.
En sonunda kocası kızgın bir homurdanma ile onu ittirdi.
“Uğursuz sürtük, bana ne yaptın?”
Can sıkıntısı ile iç çekmemek için kendini kastı. Bu konuşma on yıl önce yorucu
olmuştu, şimdi ise çekilmez olmanın sınırındaydı.
“Ne konuştuğunu bilmiyorum, efendi”
Sandalyeyi devirerek ayağa kalktı. “Yalancı sürtük! Beni lanetledin, bir şey
yaptın! Senin yanına geliyorum ve…” Dişlerini bir birine sürttü ve kasıklarına
baktı.”
“ Anlamıyorum, efendi.” Dokundurmasını zor zaptetti.Zor. Anladığım kadarıyla
birçok kadın yatakta nasıl bir küheylan olduğunu keşfetti. Bende sadece benden
sıkıldığını düşündüm.
Sonra oradaydı, eli kalkmıştı. Korkmadı, o korkmasını istiyordu. Ama devam
etmeyeceğini biliyordu. Ona sadece bir kere vurmuştu ve tekrar yapmamayı çok
çabuk öğrenmişti. Tabii ki o zamandan beri şeytanın beden bulmuş haliymişim
gibi bana bakıyordu.
Aynen şimdi baktığı gibi.
Risk almaya gönülsüzce yemek masasını devirdi ve gecenin içine hiddetle
yürüdü. Yarın, özürler mırıldanarak geri dönecekti ve bu bir ya da iki ay içinde
bir kez daha başlayacaktı.
On altı yıldır hayatı bu olmuştu ve tersi söylenene kadar bu olmaya devam
edecekti.
İçini çekerek masayı düzeltti, pisliği temizledi, kendi akşam yemeğini yedi –
kocasının yemeğine koyduğu otların olmadığı - günün pisliğini üzerinden
temizledi, beyaz geceliğini giydi – kalçasına bağlı hançeri kontrol ettikten sonra-ve
sonunda yatağına emekledi.
5. Uykuya dalarken, zincirli zırh içindeki kibirli, menekşe gözlü adamı düşündü.
BÖLÜM 2
Daha Caffyn dağlarındaki iki güneş doğmadan onu yatağından çekip çıkardılar.
Yapabildiği kadar dövüştü ama boynuna bağladıkları kement nefes almasına
engel oluyordu. Ayrıca ellerini de kalın bir iple bağlamışlardı. Çünkü büyü
yapacağından korkuyorlardı. Hiç büyüsü yoktu, ama onu asıl sinir eden hala
baldırına bağlı olan hançere ulaşamamasıydı.
Sadece onu bütün kasaba öldürmeyi deneyip de başarabilirdi. İyi iş, salak.
Güçlü adamlar ipin sonunu sağlam bir dalın üzerinden fırlattı ve yavaşça onu
ayaklarının üzerine çektiler. Onun çabuk ölmesini istemiyorlardı. Onun
sallanmasını bir süre izlemek istiyorlardı ve görünüşe göre eski usul bir cadı
yakmak için odun yığını hazırlamışlardı.
Ne güzel.
Koca dediği adam ona bağırmaya başladı. Onun cadı olduğunu haykırdı. Nasıl
uğursuz olduğunu, nasıl onun hakkındaki gerçeği bildiklerini ve şimdi
sonuçlarına katlanacağını haykırdı. Eğer hayatı için mücadele etmiyor olsaydı
gözlerini sıkıntıyla yuvarlardı.
Ama onu asıl yaralayan şey… kesinlikle sinir eden şey –boğularak ölmekten
başka- yıllar önce onu buraya gönderen tanrıçanın şimdi onu ölüme terk
etmesiydi.
En azından şeytani sürtüğün yapması gerekeni yapana kadar onu koruyacağını
düşünmüştü. On altı yaşından beri eğitildiği şeyi.
Ama Talaith, Haldane’nin kızı, uzun zaman önce kimsenin güvenilir olmadığını
öğrenmişti. Kimse onu korumazdı. Kimse onu kullanmaktan başka bir şey
yapmazdı. En sonunda kendinden başka kimseye güvenmemeyi öğrenmişti.
Tabii birkaç dost sana bugün yardım edebilirdi, Talaith
Öksürdü ve bağları arasında kıvrandı, en sonunda boynunun sadece kırılması
için dua etti. Kesinlikle yanarak ölmeyi istemezdi. Talaith asla ateşi bir cadının
en iyi dostu saymazdı.
Kendi boynunu kırmak için vücut ağırlığının nasıl kullanabileceğini merak
ederken onu gördü.
Domuzlar arasında ki bir mücevher gibi göze çarpıyordu.Onun kibirli, yakışıklı
şövalyesi hala parlak kırmızı cüppesi ile zincirli zırhı içindeydi, ama giydiği
siyah pelerin yüzünün bir kısmını ve saçını ondan saklıyordu Kendi hayal gücü
mü yoksa yaklaşan ölümün mü görüşünü böyle güvenilmez yaptığı bilmiyordu.
Ama gümüş mü vardı? Evet. Dizlerine uzanıp geçen parlak gri saçları vardı.
Yaşlı bir adamın gri saçı değildi.Bu güzellik otuz kıştan fazla olamazdı.
Tanrı. Ama ne güzellik.Talaith’in gördüğü en güzel şey.İyi bari , en azında bu
dünyadan son olarak güzel bir şey görerek ayrılacaktı.
Kasaba halkından birine yürüdü ve onu gösterdi.
Bir yıl önce Talaith’in çocuğunu zehirli bir yılan ısırığından kurtardığı kadın
6. “O bir cadı, lordum!” diye bağırdı.”Şeytanlar ve karanlık tanrılar ile iş birliği
yapıyor.
İsterdi. En azından karanlık tanrılar kendininkileri korurdu.
Şövalye birkaç saniye ona baktı. Eğer yapabilse merhamet diye yalvarmak için
çok da gururlu değildi. Eğer konuşabilse bile zahmet etmezdi. Onun soğuk
menekşe gözleri pek bir işe yaramayacağını ona söylüyordu.
Keşke onu istediğin gibi becerseydin, azıcıkta olsa sana yardım etmeye mecbur
hissederdi. Ama sen zor bir sürtük olmak zorundaydın.
Tabii ki kocasına göre o her zaman zor bir sürtüktü
Sıkıntılı bir iç çekişle şövalyesi döndü ve uzaklaştı. Çevrede ki ormanda
kayboldu.
Tipik.Cesur bir şövalye bile ona yardım etmiyordu. Hayatının her günü daha da
acıklı hala geliyordu.
“Geber, cadı!, geber!” Ne güzel. Onun “sevgili” kocası çekici ilahiyi başlatmıştı.
Piç. Zamanı geldiğinde onunla öbür tarafta görüşecekti.ve sonsuza kadar eziyet
çektiğinden emin olacaktı.
Kementin biraz daha daraldığını ve hayatının elinden kaydığını, onlar kazığın
etrafına fazladan odun atmaya devam ederken hissetti.
Ölüme bu kadar yakınken insan beyninin oyunlar oynaması ne kadar da komik.
Örneğin daha iyi bilmese kocaman gümüş bir ejderhanın ormandan yavaş yavaş
çıktığına yemin edebilirdi: Sabah güneşinin ışığında parlayan ve neredeyse
ayaklarını süpüren gümüş bir yelesiyle, kafasında iki kocaman boynuzlu ve
hançer kadar keskin görünen, arkasında tembelce sallanan uzun kuyruklu
muazzam, büyüleyici bir yaratık.
Sessizce kasaba halkının arkasında durdu Ona odaklanmıştılar vetamamıyla
onun varlığından habersizdiler.
Kim düşünürdü bütün bir kasabanın ilgisini çekecek kadar etkileyici
olabileceğimi? Ejderhayı sadece hayal gücümün bir ürünü olduğu için
görmezlikten geliyor da olabilirler. Hiç gelmeyecek büyük kurtarışın hayali.
Fantezi ejderhası öne eğildi ve Fırıncı Julius’u burnunun ucuyla hafifçe dürttü.
Julius arkasına baktı ve arkasını ona dönerek onayladı. Sonra olduğu yerde
dondu…Altına işemeden hemen önce. İşte o zaman karısı ona ve arkasına baktı.
Çığlık attı ve Talaith’e biraz büyük bir kaya atmanın eşiğinde olan oğlunu
yakaladı ve kaçtı.
Kısa süre sonra kasaba halkının geri kalanı fantezi ejderhasının görüntüsünü
yakaladı, çığlık attı ve kaçıştı.
Talaith kaçlarını çattı. Belki de hala canavarın görüntüsünü yaratabilecek kadar
gücü vardı ama bundan şüpheliydi.
Ejderha kaçan insanları birkaç ateş fırlattı ama ciddi bir zarar vermedi. Ens
onunda ona birkaç saniye baktı ve dönüp uzaklaştı.
İnanılmaz. Kurtarılma fantezilerim bile felaket.
7. Ahiret hayatının da şuan ki hayatı gibi acınası olup olmayacağını merak ederken
ejderhanın kuyruğu birden birefırladı. Ucu, onu ağaçtan sarkıtan ipi kesti ve
Talaith düştü.
Kıçının her an acımasızca yere vurmasını beklerken, kuyruğun vücuduna
sarılması ve onu tutmasıyla hayretle gerildi.
Kement şimdi sıkı olmadığı için aklı yavaş yavaş geri geldi.İşte o zaman bir
kuyruğun gerçekten ona dolandığını fark etti. Ormanda gelişigüzel yürüyen
kocaman bir ejderhaya bağlı bir kuyruk. Kavrayışından çıkmaya çalıştı ama
kuyruk kollarını -bilekleri hala bağlıydı- bedenine sıkıştırmıştı Kement daha
yardım çağıramayacak kadar sıkıydı.
Peki kimi çağırabilirdi ki? Kocasını? Büyük ihtimalle hayır. Bu toprakların
hakimi, Lord Hamish,? Eğer gücü olsaydı buna gülerdi.
Hayır. Bir canavara yem olacakmış gibi görünüyordu.
Ejderha açıklığa çıktı ve aniden havaya kalktığında – hala kuyruğu onun etrafına
sarılı biçimde- Talaith’in tek düşüncesi vardı.
Tipik.
Kudretli Briec, Gwalchmai Fab Gwyar Hanedanlığının ikinci en büyüğü, Beyaz
Ejderha Kraliçe’nin tahtına ikinci sırada, Ejderha Savaşlarının Siper Kahramanı,
Ejderha Kraliçenin tahtının lord koruyucusu ve ilgilendiği kadarıyla ailesindeki
tek akıllı kişi, iyi ve sessiz bir noktaya ilerledi. Su kenarında bir yer iyi olurdu.
Mağarasına ulaşması en azından iki gün alırdı.Ama ödülüne güzelce bakmak
istiyordu. Tercihen kementten asılmasından oluşan şişkinlik olamadan.
Aslında kız kardeşi Lord Hamish hakkında edindiği, pek de kayda değer
olmayan bilgiyi bekliyordu. Köyde kalmaya karar verdiğinde, Madron
topraklarının dışından bekleyen Garbhan Adası askerlerine biraz bilgi vermişti.
Briec “ayak işi” yaptığına inanamıyordu. Abisinin sürtüğünden başkası için
değil. Aslında onu, Hamish’in Garbhan Adalarına bir hareket yapmaya
hazırlanıp hazırlanmadığını öğrenmesi için yollamıştı. Briec’in anladığı
kadarıyla Hamish bir şey planlamıyordu. Ama yine de Kudretli Briec bu
hizmetçi görevini yapmak için gönderilmişti. Aslında fırsatı varken kadını
öldürmeliydi. Ama kardeşi Fearghus ona düşkün görünüyordu. Ama neden
olduğunu anlayamıyordu.
Yaralı ve çılgındı, Briec uzun yıllarını yılan yuvasında geçirmeyi tercih ederdi..
Ancak akrdeşini hiç böyle… mutlu görmemişti. O çılgın inek onu güldürüyordu.
Huysuz, soğuk, “gördüğüm an öldün”, Yok Edici Fearghus’u güldürüyordu.
Briec’in kafasını karıştırıyordu.
Briec mutsuz değildi. Ama o kadarda mutlu değildi. Ve son zamanlarda birisinin
nasıl o derece mutluluk elde ettiğini düşünmeye başlamıştı. Fearghus’un dişisi
ile ilgili olup olmadığını merak etmişti ve aynısının onun işine de yarayıp
yaramayacağını.
Bu kara güzeli kasabada gördüğünde Briec neden olmasın diye düşünmüştü.?
8. O sabah erkenden kasabaya onu ortaya çıkarmak, eğer işine karışıp onu eve geri
götürmeye çalışırsa kocasını yok etmek için dönmüştü. Ama Briec, olayı bir aile
toplantısı haline getirerek, bütün kasabanın onu idam etmek için toplandığını
görmeyi beklemiyordu.
Birde Ejderhaları “canavar” diye çağırıyorlardı.
Ayrıca kendine eğer onu kurtarırsam bana minnettar olur diye de hatırlatmıştı.
Küçük kardeşi Gwenvael’e göre minnettar bir insan dişisinden daha uyumlu bir
şey yokmuş.
Briec aşağıya baktı. İki güneşin ışıldadığı geniş göl gözüne çarptı. Dinlenmek ve
yeni insanını tanımak için mükemmel bir yer.
Suyun kenarına indiler.Briec onu hemen kuyruğundan bıraktı.umduğu gibi
kendini sıkı bir top haline getirdi. Gözleri sıkıca kapalı, bütün vücudu titriyordu.
Ejderkorkusu. Hayır. Briec bunu anlamıyordu. Ama saygı duyuyordu.
Ejderhalar mükemmel yaratıklardı. İnsanlar korkudan sarsılmalıydılar. En
azından bir süre.
Briec esnedi ve keşfettiği karanlık orman parçasına baktı. Yakında bir
mağaranın olmaması yazık olmuştu. Taşınma düşüncesinden nefret etse de. iki
yüz atmış iki yıldan sonra bayağı bir hazine toplamıştı. Ayrıca mağarasını
seviyordu.
Ejderkorkusunun ne zaman geçeceğini merak ederken, Briec gözünün ucuyla bir
hareket gördü. Kafasını yavaşça döndürerek insanı izledi. Elleri hala bağlıydı
ama hızlıca parmaklarını kement ile boynunun arasına sokuyordu. Güçlükle
ayağa kalkıyordu.Ağaçlara doğru hareket ederken, Briec kuyrugunu fırlattı,
kuyruğunun ucunu onun önündeki yere çarptı. Geriye doğru gitti ve o tapılası
kıçının üzerine düştü.
“Bir yere mi gidiyordun, küçük insan?”
Talaith önüne ekilmiş gümüş çiviye bakıyordu. Gördüğü en uzun kuyruğun
ucundaki çiviye. Yavaşça omzundan Ejderhaya baktı.
Aman tanrım! Kocaman! Tekrar panikledi. Ejderkorkusu. Yaşadığı en nahoş
hislerden biriydi. İçine iyice işledi ve yayıldı, uzuvlarını, konuşabilme ve
düşünme yeteneğini bloke etti. Tek istediği bağırıp, çığlık atıp bir daha ona
bakmamak için, sonsuz karanlık için, yalvarmaktı.
“Yavaşça nefes alıp ver.” O şey ona söyledi “ Seni sakinleştirecek.”
Sakinleşmek? Yavaşça nefes alıp vermek? Onun yerine cehenneme kadar
yolunun olduğunu söylemek için nefes aldı, ama gece yemeğini ejderhanın
ayağına doğru çıkardı.
Aşağıya bakarak o şey söylendi. “Bu sadece iğrenç.”
Talaith’in gözlerini kıstı ve aniden sesi buldu. “bense olağanüstü bir şekilde iyi
hissediyorum.” diye alay etti.
Ah, bak… kendi aptallığını fark etti. Bir ejderhaya cevap veriyordu, Talaith.
Güzel, Asla dilini tutamıyordu.
9. Ama yalan söylemiyordu. Gerçekten iyi hissediyordu. Belki de çıkartmak
Ejderkorkusunun gerginliğini almıştır. Bilmiyordu. Ama ejderhanın menekşe
rengi gözleri ona bakıyordu, Önce ki gece daha çok yemediği için minnettardı.
“Hmmmm, espiri anlayışı.” Kafasını yana yatırdı. “Bu gerçekten beni sinir
edebilir.”
O çok alçak, şakacı sesi yok sayarak kaşlarını çattı. Ağır bir dokundurmayla
cevap verdi, “ Ah güzel, bu beni geceleri uyanık tutacak.”
Aklını mı kaybetmişti? Ne yapıyordu? Kocası her zaman karşılaştığı en
saldırgan dile sahip olduğunu söylüyordu.Ama kendine engel olamıyordu. Bazı
günler sahip olduğu tek savunmaydı.
“Ejderkorkusu geçiyor gibi görünüyor küçük insan.”
“Öyle görünüyor, devasa ejderha.”
Sıra sıra kocaman dışları gösterdiğinde korkuyla sindi. Aman allahım bu
gülümseme miydi?
“Güzel, bütün gün burada kalım senin kusmuğunda marine olamayız”
Topuklarının üzerine oturdu, midesi en sonunda yerleşmişti. “Üzgünüm. Koku
güzel bir yemeği senin için rezil mi ediyor.?”
“Aslına bakarsan ediyor.”
“Hadi, bu ne kadar da… Ayyyy!”
Ejderhanın kuyruğu belinin çevresine sarıldı, onu yerden kaldırdı. “ O zaman
belki de seni temizlemeliyiz, değil mi?” Sonra piç onu göle fırlattı.
Suya çarpıp batana kadar çığlık attı. Kendini paniklememeye ya da çok fazla
gölden içmemeye zorlayarak, Talaith, yüzeye çıkmak için bacaklarını çırptı.
Çıktığında Ejderhanın suya girdiğini gördü. Kafası ve gövdesi görüşünden
kaybolmuştu.
Onu yemeğe geliyordu! Yaşama arzusu onu sarmıştı, korkuyu yok etmişti. Elleri
bağlı olarak karşı kıyıya yüzmek için elinden gelenin en iyisini yaptı.
Şansının olmadığını biliyordu ve belinden tuttuğunda da şaşırmamıştı. İşte o
zaman dövüşmeye, tekmelemeye ve savaşmaya başladı. Hala onu sabah yemeği
yapabilirdi ama o kolayca düşmediğinden emin olacaktı.
“Kendini sakinleştir, kadın.”
“Beni bırak!”
“Sakinleş dedim!” Onu kendisine çekti ve Talaith hemen durdu. Bu bir ejderha
gibi hissetmiyordu.
Aşağıya baktı ve beline bir kolun dolanmış olduğunu gördü.Bütün ömrü
boyunca gördüğü en büyük kol olmasına rağmen bir ejdehanın kolunun ön kısmı
değildi. İnsandı.
Onu neyin tuttuğundan korkmuş bir şekilde, Talaith kafasını döndürdü ve
arkasına baktı.
Sırıtırken “Şimdi daha sakin hissediyor musun, Leydim?” diye sordu.
Talaith derin bir nefes aldı ve güzel şövalyesine baktı.”Aslına bakarsan …
hayır,hissetmiyorum.” Ve sonra hırladı, “ pis ellerini üzerimden çek.”
“Ama seni kollarımda tutmaktan hoşlanıyorum.”
10. Bu sondu. Daha fazla katlanamıyordu. Bir saniye bile. Hepsi bir kadının
kaldırabilmesi için çok fazlaydı. Vahşi bir çığlıkla bağlı ellerini yüzüne fırlattı.
Öfke ile kükredi ama sağ gözünü tutmak için onu serbest bıraktı. Şansa atladı ve
kıyıya doğru yüzdü. Kendini sudan yeni çıkartmıştı ki arkadasından gelmeye
başlamıştı.
Hala insan elleri, tanrıya şükür, hissetmeden önce Talaith ağaçların sınırına
kadar gelebilmişti. Onu tuttular ve geri çektiler. Kaydı, yere çarptı, dizleri taşlı
toprakta çizilmişti. Tekrar uzaklaşmaya çalıştı ama sağlam tutuşu sadece daha
da sıkılaştı. Onu tekmelemeyi denedi ama onu kendi bedeniyle yere sıkıştırdı.
İnsanken bile adam sadece kocamandı.
Bağlı ellerini aldı ve onları kafasının üstüne ittirdi. Onu yerinde tutuyordu.
“Benimle dövüşmeyi kes!”
“Hayatta olmaz!”
Kısaca kükredi ve Talaith dondu. Gözlerini kapadı, Ejderkorkusu ani ve kötü bir
geri dönüş yapıyordu. Ama bu sefer fazla sürmemişti. Geldiği gibi çabuk
gitmişti.
Gittiğinde gözlerini açtı ve insan biçiminde üzerinde duran ejderhaya baktı.
Ah, kesinlikle mükemmeldi. Talaith gözlerini kırptı. İyi iş Talaith. Seni yemeden
önce Ejderhanın mükemmel vücudu ile ilgili başka korkutucu düşüncelerin var
mıydı?
Ancak kendine engel olamıyordu. Gerçekten mükemmeldi. Uzun, gümüşi saçı
çetin yüz hatlarını sarıyordu. Güçlü, kare çenesi, çıkık elmacık kemikleri ve
uzun, daha önce kırılmış burnuyla. İnce alt dudağı ile eşleşen dolgun bir alt
dudağı vardı. Kendisini onu emerek saatler harcarken görebiliyordu. Bütün
kalbiyle onun her santimini öpmesinin muhteşem hissettireceğini biliyordu.
Beladan başka bir şey olmayan, menekşe rengi gözleri de eklediğinde Talaith
kendisinin çok tehlikeli sulara kaydığını hissediyordu.
Kontrol için mücadele verdi. “Beni bırak!”
Aşağıya, ona birkaç saniye baktı. Serbest elini aldı ve yüzünün şişmemiş sağ
tarafını hissetti. “Canımı yaktın”
“iyi”
“hayatını kurtaran birinin canını yakman mı gerekir?”
Gözlerini yuvarladı. Gerçekten bu konuşmayı yapıyor muyum? “Büyük
ihtimalle hayır.”
Koyu güçmüş rengi bir kaşını soru sorar biçimde kadırdı ve Talaith sinirle
hıraldı. “Ciddi olamazsın.”
“Tabiî ki de ciddiyim.”
Ona baktı ama hiçbir şey söylemedi.
“Bekliyorum.”
Lanet olsun. Eğer bir şey söylemezse, onu böyle sonsuza dek tutabilirdi. Ve bu
canavarın, onun neredeyse giyinik vücuduna yakın olması fazlasıyla rahatsız
ediciydi.
En sonunda baklayı çıakardı. “Seni incittiysem özür dilerim.”
11. “Bu …daha iyiydi. Sanırım. Ancak—“
“Ancak ne?”
Onun üstüne iyice yerleşti.İşte o zaman Talaith onun kendisini bacaklarının
arasına yerleştirdiğini fark etti.O an aralarında ki en tek şey ince ve eskimiş
geceliğiydi.
“Bunu gerçekten hissederek söylediğine inanmıyorum.”
“Ne?”
“Kelimeleri söylüyorsun ama onları kastetmiyorsun.”
“Gerçekten mi? Yani bun…. Üzerimden kalk!”
“Evet. Bunu kastettiğini hissediyorum.”
“Benden ne istiyorsun?”Aşağıya, onun yüzüne baktı.Onun çok sıcak, hiçde
insan olmayan, atan güçlü ereksiyonunu kendi kadınlığında hissetti.
“Hayatta olmaz ,Ejderha!”
“Belki. Ancak.” Havayı kokladı. “Sanki vücudunun başka fikirleri varmış gibi
kokuyor.”
“Kokladığın şey korku.”
“Hayır. Korkuyu biliyorum. İnce bir fark var, biraz daha limonsu. Şuan da
kokladığım şey kesinlike korku değil. Hayır leydim. Arzu kokluyorum.”
“Koklamıyorsun!”
Daha yakına eğildi.Burnu çenesine, yanağına, boynunun kenarına dokundu. Bir
kez daha derin bir nefes aldı.İnledi.
“Üzgünüm küçük insan ama kesinlikle kokluyorum.”
Talaith tekrar gözlerini kapadı. Sanki bu ejderhaya zamanının sonuna kadar
bağırabilirmiş gibi hissetti ancak o gene istediğini yapacaktı. Gururunu bir
kenara koydu ve son bir kez denedi.
Yumuşakça sordu. “Lütfen. Lütfen üstümden kalk.”
Ejderhanın yüz ifadesi hemen mutluluktan derin bir endişeye büründü.
Bileklerini bırakarak ondan uzaklaştı.
Asla düşmesine izin veremeyeceği göz yaşlarıyla dövüşerek Talaith beceriksizce
kendini rahat bir oturma şekline soktu. Hala bağlı olan kolları dizlerini sıkıca
sarmıştı. İşte o zaman ejderha kementi boynundan ve ipi bileklerinden aldı.
“Bunları daha önce çıkarmalıydım.”
Ürkekçe, kafasını kaldırdı, onun ipleri kenara fırlattığını gördü sonra bileklerini
alarak nazikçe masaj yaptı. Sanırım bunu bir özür sayabilirim. Ejderhalar
hakkında bildiklerini göze alırsak…pek olası değil.
“Ve boğazına bir şey sürmemi hatırlar ya da o ip yanığı yarın çok acıtacak, bu
gece acıtmazsa. İşaret parmağıyla çenesinin altından tutarak kafasını geri yatırdı,
yaralı boynunu inceledi.”Gene de iz kalabilir.”
Bu adamın güzelliği onu hayrete düşürüyordu. Aşırı uzun omuzları, yumuşak
bronzluğu, aşırı uzun vücudunun dalgalanan belirgin kasları ve ince beli ile.
Hepsi mükemmel erkeğin tanımıydı.
12. Talaith’in gözleri aşağıya doğru kaydı. Kendisini engelleyemiyordu. Bir kere
onu gördüğünde ise , ereksiyonunu, gözlerini ayıramamıştı. O kocaman
baldırlarına bakmaya bile tenezzül edememişti.
Boğazını temizledi ve gözleri tekrar yüzüne odaklandı.Gülümsemesi eskisinden
daha şiddetli bir biçimde dönmüştü. Çünkü onu bakarken yakalamıştı. “Belli ki
gördüğünden hoşlandın.”
Bir soru değildi.
Her zaman ejderhaların kendin beğenmiş olduğunu duymuştu ama ne kadar
derin olduğunu bu ejderhaya kadar anlayamamıştı. Kabul etmeliydi ki onu
ölesiye sinir ediyordu.
Açıklamasına cevap olarak omuz silkti ve yalan söyledi. “daha iyisini
görmüştüm.”
İki kaşını şaşkınlıkla kaldırdı ama yine de “yalancı” dedi.
Ah ama öyleydi. Büyük, kötü bir yalancıydı.
“Eğer bu gece uyumana yardım edecekse, ejderha”
“Aslında leydim, sen—“
Konuşmanın nereye gittiğini fark ettiği anda onu durdurdu. “Söyleme”
Kafasını salladı. “Nasıl istersen.”
Dikkatlice ellerini ondan çekti ve kollarını sıkıca dizlerinin etrafına doladı.
“Benden ne istiyorsun, ejderha? Dürüst ol. Daha fazla oyun yok.”
Ejderha o uzun, mükemmel vücudunu yere, onun yanına uzattı Kendini örtmek
için rahatsız olmadı ve onun büyük ihtimalle insan şartlarına göre ne kadar
çıplak olduğunun farkında olmadığını fark etti. Ejderhalar etrafta çıplak
yatabilirlerdi ama insanlar yatamazdı.
“Asla bir insanla birlikte olmamıştım. İnsan olan ejderha kadınlarıyla birlikte
olmuştum ama asla bir insan kadınıyla.”
Şaşkınlıkla kafasını kaşıdı. “Neden ejderhalar …mmm… neden insan şeklinde
birlikte olur ki?”
“Eğlenceli buluyoruz.”
Talaith anlayarak kafasını salladı. Sonra Ejderhanın ona ne söylediğinin farkına
vardı. Ara sıra olayları algılamakta biraz yavaş olabiliyordu.
“Benimle…” Boğazını temizledi. O anda panik onu boğuyordu. Panik için
yapılacak bir şey yoktu. “Benimle yatmak istediğini mi söylüyorsun?”
“İstersen bir yatakta yapabiliriz. Bunun hepsini sana dün söyledim.”
“Hayır.” Bu olamaz. Hayır, hayır, hayır
“Neden hayır?
Düşün Talaith, “İlk olarak başkasına bağlıyım.”
“Ah evet, seni öldürmeye çalışan bir adama.”
“Aslında---“
“Bakalım…” Büyük ellerini, büyük iri kafasının arkasına koydu ve yere dümdüz
yattı. “Sözlerinin tamamı neydi? Ah evet. ‘Cadıyı gebert Cadıyı yak’ Çocuğa
sence de büyük bir taş vermedi mi?”
“Unutuldu”
13. “Nihayetinde, ben bir insanım. Ve sen –“ Onun güzel kafasının ucundan devasa
ayağının sonuna kadar baktı. “açıkça insan değilsin.”
“Yani? İnsana dönüşebilirim. Burada yaptığım gibi. Ve sen halimden gayet
memnun görünüyordun.”
“Bir kere baktım.”
“Evet ama oldukça ipucu veriyor, leydim.”
Talaith ellerini ıslak, karma karışık saçından geçirdi Bir tarak ya da fırça iin her
şeyini verirdi. Kirli olmak için her şeyini verirdi. “Ben bir leydi değilim.”
“Belki.Ama sadece bir köylü de değilsin.”
Yüzünü ifadesiz tutmaya çalışarak sordu. “ Neden böyle dedin?”
Kayıtsızca yukarıda ki iki güneşe bakarken omuz silkti. “Sadece
söyleyebiliyorum.” Sıkıntıyla iç çekti. “Artık konuşmak istemiyorum.”
Güzel. Sesi istekle onu deliye döndürmeye başlamıştı. “iyi”
Ona baktı. “Gel” o anda güneşleri göstererek natan sert erkekliğine işaret etti ve
eğer yanlış duymadıyda ismini çağırdı “Bin bana”
Evet lordum! “Ne? Hayır!”
“Mağarama dönene kadar hep böyle zor mu olacaksın?”
Ah “Neden senin mağarana gidiyoruz?”
“Orası senin yaşayacağın yer, tabii seninle işim bitene kadar”
Nihayet ejderhaya duyduğu bütün korku –ve arzu- yok oldu. Talaith’in ağzı
onun saf kibrine duyduğu şaşkınlıkla açık kaldı.
“Seni kaba kendini beğenmiş piç!”
“Pardon?”
Ayağa kalktı “Beni duydun. On altı yıl boyunca o salakla, sadece bir canavarın
oyuncağı olmak için hayatta kalmadım.”
“Ben canavar değilim. Ben bir ejderhayım. Siz insanlar bize tapıyor
olmalısınız.”
“Kalmayacağım.”
“Kalacaksın. Benimle yat ya da yatma. Kalacaksın. Ejderha yasasına göre
benimsin.”
“Ben ejderha yasasına göre yönetilmiyorum.”
Kolunu tuttu ve onu kendisine doğru çekti.Onun çekiş kuvvetiyle Talaith
parmak uçlarına yükseldi.
“Senin hayatını kurtardığım, küçük insan, şimdi o bana ait. Ve bu, benim
insanlarımın yasasına göre yönetiliyorsun demek.”
Ne söyleyeceğini bilmediği için Talaith aklına gelen ilk şeyi söyledi.
“Senden nefret ediyorum”
Bir kahkaha attı. “Nefret bir insan duygusudur. Bana hiçbir şey ifade etmiyor.”
Ejderha onu kendisinden uzağa iterek uzaklaştırdı.
“Gidip bize biraz kahvaltı bulacağım.ayrılmayı dene leydim ve ben seni
bulduğumda pişman olmanı sağlayacağım.” Gözlerini kıstı. “ve seni
bulacağım.”
Talaith’i yalnız bırakarak ormana yürüdü.
14. Güzel. Şimdi rahatça panikleyebilirim.
Gerçekten bu kadar zor mu olmalıydı? Kardeşi insan eşinin itaati için bu kadar
çok dövüşmek zorunda kalmış mıydı? Tabiî ki de Briec Fearghus değildi.
Kardeşi büyük ihtimalle o çılgın kadını baştan çıkartmıştı. Briec baştan
çıkarmak için zamanı boşa harcamazdı. Neden zahmet etsin ki? Ya onunla
birlikte olmak istiyordu ya da istemiyordu.
Basit. Mantıklı. Tabii insanlar ona göre en mantıklı varlık gibi gelmiyordu.
Bir ağacın yanında durdu. Eğilebilmek için elini sert ağaç kabuğuna koydu.
Aşağıya bakarak insan erkekliğinin doğru düzgün davranmasını istedi. Asi şey.
Özellikle bu kadının yanında.
Sadece onun güzelliğinden dolayı olmasını diledi. Yemeğini pençelerine
kusarken bile güzeldi. Ne yazık ki bundan daha fazlasıydı. Onu kaba, eğlenceli
ve akıllı buluyordu.Arzu için kuvvetli bir iksir.
Yine de ondan nefret ediyordu.Onun sözleri. Görünüşe göre bu insanlar için
oldukça önemliydi. Sevgi gibi. Bu iki duygu Briec’e çok yabancıydı. Bu iki
kelimeyi bir cümlede daha önce hiç kullanmamıştı.
Bu kadının onu isteyip istememesini umursaması onu rahatsız ediyordu. O
Kudretli Briec’ti.Kadınlar ilgisi için haykırıyordu. Hiç kimse onu bu kadar
çabuk ve istekle reddetmemişti. Ve kimse onu açıkça reddetmemişti. Nasıl bir
insan onu reddetmeye cesaret edebilirdi. Eğer onu rahatsız edeceğini düşünseydi
geri gider ve tüm kasabayı yok ederdi. Ama öyle olmadığını biliyordu.
Umursamazdı. Oraya ait değildi ve ikiside bunu biliyordu. Neden orada bu
kadar uzun süre kaldığını öğrenecekti. Bu kaba ruhlu, zor ve güzel kadın
hakkında her şeyi öğrenmeye niyetliydi.
Briec’in eli ağacı kazıdı,yanından bir yavşan geçerken geniş bir ağaç kabuğu
kopardı. Birkaç saniye tavşana baktı sonra bir ateş topu fırlattı ve onu orada
kızarttı.
Onu çok az tatmin etmişti ama şimdilik yeterliydi.