SlideShare a Scribd company logo
1 of 275
Download to read offline
Tony, Judy ve Clare için, sevgilerimle. 
**Bayan Laura Anstruther'dan Welbum Düşesi Eve'e mektup
Mayıs 1810 Pek Sevgili Eve, 
Son mektubunu almak ve kuzenim Roıvarth'la evlilik gezintinizde 
lıarika vakit geçirdiğinizi duymak büyük bir mutluluktu. Paris'ten bana 
gönderdiğin güzel gecelik için sana özellikle teşekkür borçluyum; Dexter 
bu geceliği çok beğeniyor! 
Fortune's Folly'deki bütün havadislerden haberdar olmak istediğini 
yazmışsın. Anlatacak çok şey var. Ne yazık ki Sör Montague, "ortaçağ 
kanunları" adı altında her türlü açgözlü ve doyumsuz vergiyi üstümüze 
yüklemeye devam ediyor. Dam Vergisi'nden kaçmak için herkes evliliği 
kabul ettiğinden kasabada evlenmemiş sadece üç mirasçı kaldı. Yakın 
arkadaşım Alice Lister kuzenim Miles Vickery'yle bir ay kadar önce 
evlendi. Eminim, Miles'ı hatırlarsın. Her zaman sarışınları tercih 
etmesi ve böylece senin peşine hiç düşmemesi Rowarth'la arasındaki 
arkadaşlık için muhtemelen büyük bir lütuf! Ancak, artık oldukça 
değişti. Böyle korkunç bir hovardanın başkasının karısı yerine kendi 
karışma umutsuzca âşık olduğunu görmek pek eğlenceli. Lord Stephen 
Armitage, Bayan Mary Wheeler'i resmen kilise mihrabında terk etti. 
Bunun Bayan Mary Wheeler için şanslı bir kurtuluş olduğunu 
düşünüyorum. Diğer birliktelikse Bayan Flora Minchin ve Lord 
Waterhouse arasında... Birkaç hafta içinde evlenecekler. Bu bir sevgi 
birlikteliği değil. Lord Waterhouse'un unvanına karşılık Bayan Flora 
Minchin'in parası; bu tarz şeyleri bilirsin. Fakat işlerin planlanan 
şekilde gitmeyeceğine dair içimde tuhaf bir his var...
rBrİtR'İ‘bfCİ ‘KISI'M 
"Şafak vakti, kükürt yatağından kalkıp, 
Bir şeytan yürüyerek geçti. 
Güvenli, küçük dünya çiftliğine bakmak Ve 
sürüsünün neler yaptığını görmek için. 
Bir hanımefendi gururla yanından geçti, 
Yüzünde bir ifade gördü ki Bunun için onu 
öpebilirdi; 
Böylesi gösterişli, kaliteli, zeki bir yaratık olduğu ve Şeytanın 
olabilecek kadar şeytani bir gözü olduğu için." 
The Devil's Walk (Şeytanın Gezintisi), Robert Southey, 1799 
iBirinci (BöCüm 
Folly, Fortune Malikânesi, Yorkshire - Haziran 1810 
Geceyansından biraz önce 
Adam kaçırmak için güzel bir geceydi. 
Ay ve yıldızların aydınlattığı gökyüzünde parlayarak yükseklerde
süzülüyordu. Ilık rüzgâr, çam ve sıcak çimen kokularını karıştırarak ağaç 
tepelerinde uğuldadı. Ormanın derinliklerinden bir baykuş seslendi; bu, 
uzun, gırtlaktan gelen ve gecede asılı kalan bir çığlıktı. 
Leydi Elizabeth Scarlet pencere kenarında oturup dışarıdaki yoldan 
gelecek ayak seslerini duymak için bekleyerek karanlığı izliyordu. Nat 
VVaterhouse'un geleceğini biliyordu. Ne zaman çağırsa hep gelirdi. Elbette 
ki sinirlenecekti; düğününden önceki gece içki âleminden uzaklaştırılan 
hangi erkek sinirlenmezdi ki... Yine de orada olacaktı. Fazla sorumluluk 
sahibi birisiydi; Lizzie'nin yardım çağrısını görmezden gelemezdi. Nat'in 
tam olarak nasıl tepki vereceğini biliyordu. Onu çok iyi tanıyordu. 
Parmak uçlarıyla pencerenin taş pervazını sabırsızca tıkırdatı- yordu. 
Ağabeyinden aşırdığı saate baktı. Saatlerdir bekliyormuş gibi hissediyordu 
ama son baktığından beri sadece sekiz dakika geçtiğini görünce şaşırdı. 
Endişeliydi ve bu da onu şaşırtıyordu. Nat'in kızacağım biliyordu ama 
Lizzie yalnızca onun iyiliğini düşünüyordu. Düğünün durdurulması 
gerekiyordu. Bir gün bunun için kendisine teşekkür edecekti. 
Tarlaların karşısından kilise çanının hafif sesi geldi. Geceyarısı 
olmuştu. Yolda ayak sesleri duyuldu. Tam zamanında gelmişti. Tabii ki 
tam zamanında gelecekti. 
Nat binanın kapısını açtığı sırada Lizzie bir fare kadar sessiz 
oturuyordu. Koridoru karanlıkta bırakmıştı ama yukandaki odada bir 
mum yanıyordu. Eğer doğru hesapladıysa, Nat döner merdivenden yukarı 
çıkarak odaya girecekti, böylece Lizzie onun arkasından dış kapıyı 
kilitleyebilecek ve anahtarı saklayabilecek kadar vakte sahip olacaktı. 
Başka çıkış da yoktu. Üvey ağabeyi Sör Montague Fortune binayı, bir 
adamın geçemeyeceği küçüklükte mazgallan ve pencereleri olan minyatür 
bir kale şeklinde yaptırmıştı. Fortune's Folly denilen bir kasabada dekor 
amaçlı bir bina1 inşa ettirmenin harika bir şaka olduğunu düşünmüştü. Bu, 
1 İngilizcede folly sözcüğü "dekor amaçlı inşa edilen ilginç bina" anlamına 
da gelmektedir. Yazar Fortune's Folly ismiyle kelime oyunu yapmıştır, (ç.n.)
diye düşündü Lizzie, Monty'nin eğlence anlayışıydı; bu ve halka işkence 
edecek yeni vergiler icat etmek... 
"Lizzie!" 
Yerinde sıçradı. Nat bekçi odasının hemen dışındaydı. Sesinde 
sabırsızlık vardı. Lizzie nefesini tuttu. 
"Lizzie? Neredesin?" 
Nat döner merdivenleri ikişer ikişer tırmandı ve Lizzie ağır meşe 
kapıyı kilitlemek için bekçi odasından bir hayalet gibi sessizce çıktı. 
Titreyen parmakları, soğuk demirin üzerinde kaydı. Yanında olsaydı 
arkadaşı Alice Vickery'nin ne diyeceğini iyi biliyordu: 
"Yine mi aptal oyunlarından biri, Lizzie? İş işten geçmeden hemen dur!" 
Ama zaten çok geçti. Kendisine bunun hakkında düşünme izni 
veremezdi, yoksa cesaretini kaybederdi. Bekçi odasına geri koştu ve bir 
elini dar mazgallardan birinin içinden geçirdi. Dış duvarda bir çivi vardı. 
Anahtar taşın üzerinde hafif bir ses çıkardı, işte... Arük Lizzie izin verene 
kadar Nat kaçamazdı. Pek memnun bir halde kendine gülümsedi. Planına 
başkasını dâhil etmeye gerek olmadığını en başından biliyordu. Yardım 
almadan da adam kaçırma işinin altından kalkabilirdi. Kolaydı. 
Koridora çıkü. Nat elinde mumla merdivenlerin tepesinde diki-liyordu. 
Titreyen ışık uzun bir gölge oluşturuyordu. Tehditkâr, kızgın ve 
kocaman görünüyordu. 
Aslında, diye düşündü Lizzie, o gerçekten de tehditkâr, kızgın ve 
kocaman ama bana asla zarar vermez. Nat onu asla ama asla incitmezdi. 
Onun tam olarak nasıl davranacağını biliyordu. Onu bir ağabey gibi 
tanıyordu. 
"Lizzie? Ne haltlar dönüyor burada?" 
Aynı zamanda sarhoş da, diye düşündü Lizzie. Hiç iş yapamaz 
duruma gelecek kadar değil, ama bir hanımefendinin önünde küfretmeye 
yetecek kadar sarhoştu. Nat bunu normalde asla yapmazdı. Yine de, ertesi 
sabah Bayan Flora Minchin'le evlenecek olan Lizzie olsaydı, o da 
küfrederdi. Ayrıca kendinden geçene kadar içerdi de. Bu da onu asıl
konuya geri getirmişti; Nat'in Bayan Minchin'le evlenmeyeceği konusuna. 
Ne sabah ne de herhangi bir zaman... Lizzie bunu sağlamak için 
buradaydı. Onu kurtarmak için buradaydı. 
"İyi akşamlar, Nat," dedi Lizzie neşeli bir şekilde ve Nat'in kaşlarını 
çattığını gördü. "Özgürlüğünün son akşamında keyifli vakit geçirdiğini 
umarım." 
"Hoş beşi kes, Lizzie," dedi Nat. " Hiç havamda değilim." Genç 
kadının yüzünü aydmlatacak şekilde mumu biraz yukarı kaldırdı. 
Gözleri kısık, sert ve karaydı. "Düğünümden önceki gece bana gizlice 
söylemek zorunda olduğun bu kadar acil ne olabilir ki?" 
Lizzie hemen cevap vermedi. Bir eliyle elbisesinin ucunu tuttu ve taş 
basamaklardan dikkatlice çıktı. Ona bakmasa bile Nat'in bakışlarını her an 
yüzünde hissediyordu. Genç adam, üst kattaki odaya girmesi için kenara 
çekildi. Bu bir masa, bir sandalye ve bir kanepesi olan minik bir odaydı. 
Minyatür kalesi tamamlandıktan sonra Monty Fortune burayla ne 
yapacağını gerçekten bilememişti. 
Lizzie kule biçimindeki yuvarlak, minik odanın ortasındaki halının 
üzerine geldiğinde Nat'e bakmak için döndü. Artık onu düzgün bir şekilde 
görebildiğinden, siyah saçlarının dağınık olduğunu, şık giysilerinin pek de 
yeni gibi durmadığını fark edebilmişti. Ceketi açıktı ve kravatı 
bağlanmamıştı. Kirli sakalı, yanağını ve çenesinin sert çizgisini karartmıştı. 
Meyhanenin dumanlı havasını üzerinde taşıyordu. Gözleri sabırsızlık ve 
kızgınlıkla parlıyordu. 
"Bekliyorum," dedi. 
Lizzie ellerini masum bir tavırla iki yana açtı. "Seni buraya 
evlenmekten vazgeçirmek için çağırdım," dedi. Ona yalvarırcasına baktı. 
"Kızın beş dakikada seni sıkacağını biliyorsun, Nat. Aslında..." diye 
düzeltti kendini. "Ondan zaten sıkıldın, değil mi ve onunla henüz 
evlenmedin bile. Onu umursamıyorsun da. Korkunç bir hata yapıyorsun." 
Nat'in dudakları ince bir çizgi halini aldı. Bir elini saçlarının arasından
geçirdi. "Lizzie, bu konuyu konuşmuştuk..." 
"Biliyorum," dedi Lizzie. Kalbi boğazında atıyordu. "Bu yüzden bunu 
yapmak zorundaydım, Nat. Bu senin iyiliğin için." 
Gözlerindeki kızgınlık hızla öfkeye dönüştü. "Neyi yapmak zo-rundaydın?" 
dedi. Ardından, genç kadın cevap vermediğinde ekledi: "Neyi 
yapmak zorundaydm, Lizzie?" 
"Seni içeri kilitledim," dedi Lizzie çabucak. "Seni yarın bırakacağıma 
söz veriyorum... Düğün saati geçtikten sonra. Kilise sunağında onu 
bekletme saygısızlığım Flora'nm ya da ailesinin affedeceğinden 
şüpheliyim." 
Waterhouse Kontu'nun duygularını belli eden bir adam olduğunu 
daha önce hiç düşünmemişti. Hiçbir duygu emaresi göster- meyip hiçbir 
şeyi açığa vurmadığından şans oyunlarına uygun bir yüzü olduğunu 
düşünmüştü her zaman. Ancak şimdi, onu okumak fazla kolaydı. İlk 
tepkisi şaşkınlıktı. İkincisi korkunç bir kesinlikti. Lizzie'nin 
söylediklerinde gerçek payı olup olmadığım sorgulamak için durmamıştı 
bile. Eğer Lizzie onu iyi tanıyorsa, o zaman bunun tersi geçerliydi. 
"Lizzie," dedi Nat, "seni küçük cadı." 
Döndü ve mumu alıp duvardaki dar yarıklardan içeri giren soluk 
ay ışığı dışında Lizzie'yi karanlıkta bırakarak merdivenlerden aşağıya 
sinirli bir şekilde indi. Lizzie uzun, titrek bir nefes verdi. Nat gerçekten 
de bir çıkış olmadığım anladığında geri döneceğinden, toparlanmak için 
sadece bir dakikası vardı. Ve bu defa karşısına basit bir öfkeyle 
çıkmayacaktı. 
Kaim meşe kapıyı açmayı denediğim... ve bir santimetre bile 
oynatamadığında küfrettiğim duydu. Muhtemel çıkışlar için bekçi odası 
ve koridoru kontrol ettiği sırada mum alevinin duvarlarda dans ettiğini 
gördü. Lizzie'nin zaten bildiği şeyi anladığında küfürleri daha da renkli 
bir hal aldı; hiçbir çıkış yoktu. Minik tuvalet, bir o kadar minyatür bir 
hendeğe açılıyordu ve 1,80 metre boyundaki bir adamın içinden geçmesi
için fazla küçüktü. Genç kadımn bulunduğu odada sahte mazgallı 
siperlere açılan bir kapak vardı ama bunu önceden kilitlemiş ve anahtarı 
da dışarıda oyuklu bir ağacın içine saklamıştı. 
I liçbir hata yapmak istememişti. 
Nat geri dönmüştü ve Lizzie haklıydı; çileden çıkmış görünüyordu. 
Zayıf yanağında bir kas aüyordu. Vücudundaki bütün hatlar öfkeyle 
kaskatı kesilmişti. 
Ancak konuştuğunda sesi aldatıcı şekilde kibardı. Lizzie için bu, 
bağırmasından daha endişe vericiydi. 
"Bunu neden yapıyorsun, Lizzie?" dedi. 
Lizzie avuç içlerini gizlice elbisesinin yanlarına sürdü. Titremesini 
durdurabilmeyi istedi. Doğru şeyi yapüğmı biliyordu. Sadece bunun bu 
kadar korkutucu olacağını tahmin etmemişti. 
Çenesini meydan okurcasına kaldırarak, "Sana söyledim," dedi. 
"Seni kendinden koruyorum." 
Nat haşin bir kahkaha attı. "Hayır. Çaresizce ihtiyacım olan elli bin 
sterlini ele geçirme şansımı yok ediyorsun. Bunun benim için ne kadar 
önemli olduğunu biliyorsun, Lizzie." 
"Bir ömür boyu sürecek can sıkıntısına değmez." 
"Bu benim seçimim." 
"Yanlış seçim yaptın. Ben de seni bundan kurtarmak için bu-radayım." 
Lizzie, küt küt atan kalbine rağmen sesinin titremesine engel 
olabilmişti. "Bana her zaman değer verdin ve beni korumaya çalıştan. 
Şimdi benim sıram. Bunu arkadaşım olduğun ve sana değer verdiğim 
için yapıyorum." 
Nat'in gözlerinde ona inanmadığını anlatan kibirli titreşimler 
gördü. Lizzie'nin öfkesi için için kabarmaya başladı. Fikri alınan kişiye 
bağlı olarak her zaman çabuk parlayan biri ya da tam bir kavgacı olduğu 
söylenirdi. Onun iyiliğini düşünürken Nat'in onu yargılaması son derece 
adaletsiz görünüyordu. Bu korkunç izdivaçtan onu kurtardığı için 
kendisine teşekkür ediyor olmalıydı.
Nat mumu kapının yanındaki küçük ahşap masanın üzerine koyup 
ona doğru çok kasıtlı bir adım attı. Uzundu -boyu 1,80'in üzerindeydi-, 
geniş ve kaslıydı. Lizzie korkmamaya çalıştı ve başarısız oldu. 
"Bana anahtarı ver, Lizzie," dedi nazikçe. 
"Hayır." Lizzie zorlukla yutkundu. Artık çok yakındı, fiziksel varlığı 
sesinin yumuşaklığıyla tam bir çelişki içinde güçlü ve tehditkârdı. Ama 
Nat'ten korkmuyordu. Dokuz yıldır birbirlerini tanımalarına rağmen 
Lizzie bir kere bile Nat'ten korkması gerektiğini hissetmemişti. 
"Nerede?" 
"Bulamayacağın bir yerde saklı." 
Nat bıkkınlıkla soluklandı. Bir kolunu uzattı. "Bu bir oyun değil, 
Lizzie," dedi. Öfkesini basürmaya, mantıklı olmaya çalıştığını 
anlayabiliyordu. Nat VVaterhouse herkesin ötesinde, mantıklı, aklı 
başında ve sorumluluk sahibi bir adamdı. Lizzie, durumu kendi bakış 
açısıyla görmesini beklemesinin mantıksızca olduğunu düşündü. Lizzie 
elbette ki haklıydı. Bunu biliyordu ve zamanla onun da bunu 
anlayacağından emindi. Ama o anda sinirliydi. Üzgündü. Evet, elbette, 
Flora'nın servetini kaybedeceği için sinirlenecek ve hayal kırıklığına 
uğrayacaktı. Vâris olan o kadınla dostluk kurmaya çalışmıştı, ona kur 
yapıp flörtleşmişti, bu da korkunç derecede can sıkıcı bir iş olmalıydı. 
Ödülünü kazanmak için zaman ve gayret harcamıştı. Ama şimdi Lizzie 
işini bozuyordu. Bu yüzden ona sinirlenmesini anlayabiliyordu. 
"Tehlikeli bir işe kalkışıyorsun," dedi Nat. Sesi hâlâ kontrollü 
çıkıyordu. "Kendini benimle içeri kilitledin. Bu uzlaşmamı sağlamak için 
tuhaf bir teşebbüs mü, böylece Flora yerine seninle evlenmek zorunda mı 
kalacağım?" 
Lizzie'nin siniri biraz daha arttı. Korkunun yanında artık gerçekten 
kızmaya da başlıyordu. Onu kendisine saklamaya çalıştığını düşünme 
küstahlığıyla çileden çıkmıştı. "Elbette ki hayır," dedi. "Ne kadar da 
kendini beğenmişsin! Seninle evlenmek istemiyorum! Bunun yerine
saçımı başımı yolmayı tercih ederim!" 
Nat'in gülümsemesi hiç sevimli değildi. "Sana inanmıyorum. Bizi 
birlikte kilitleyerek kendini kasıtlı bir şekilde tehlikeye attın." 
"Saçmalık!" dedi Lizzie. "Kimseye söylemek niyetinde değilim. Seni 
sadece evliliğin gerçekleşmesi için çok geç olana kadar burada tutmak 
istiyorum ve ardından gitmene izin vereceğim." 
"Çok iyisin," dedi Nat. "Geleceğimi mahvediyor, ardından da 
yıkıntılarla yüzleşmem için gitmeme izin veriyorsun." 
"Ah, bu kadar aşırı duygusal olma!" diye çıkıştı Lizzie. "En başta bir 
servet avcısı haline gelmemeliydin. Bu sana yakışmıyor!" 
"İşte, elli bin sterlini ve tenkitçi tavrı olan bir kadın," dedi Nat. 
"Hiçbir şey bilmiyorsun." 
"Senin her şeyini biliyorum!" diye parladı Lizzie. "Seni dokuz yılı 
aşkın bir süredir tanıyorum ve sana değer veriyorum..." 
Nat kına biçimde, "Bunu çıkan olmayan bir arkadaşlık yüzünden 
yapmıyorsun, Lizzie," diye lalını kesti. "Bunu yapıyorsun çünkü sen 
bencilsin, şımarıksın ve olgunlaşmamışsın. Ayrıca başka bir kadımn 
üzerimde daha büyük bir hak sahibi olmasını istemiyorsun. Beni 
kendine saklamak istiyorsun." 
Lizzie bakakaldı. "Kibirli domuzun tekisin!" 
"Sen de şımank bir veletsin. Büyümen gerek. Uzun süredir böyle 
düşünüyorum." 
Odadaki gerginlik patlayacak hale gelirken ve mumun alevi 
havadaki tehlikeli bir şeye tepki verirmiş gibi titrerken ayakta dikilip 
birbirlerine dik dik baktılar. 
Derinlerde bir yerlerde Lizzie'nin cam acıyordu ama bunu sinirinin 
ateşiyle yakıp attı. 
"Ben ne zaman şımarık ve olgunlaşmamış biri oldum ki?" diye 
sordu. Sormak ve kendi yarasım deşmek istememişti ama kelimeleri 
içeride tutamamıştı.
Nat güldü, bu Lizzie'nin ruhunu delip geçen haşin bir sesti. 
"Nereden başlasam? Kendi endişelerin ve fikirlerin dışında kimseyle ya 
da hiçbir şeyle ilgilenmiyorsun. Flora'yla nişanımın ilan edildiği gün 
toplanü salonunda arsızca kendini teşhir ettin ve bunun tek nedeni ilgiyi 
onun üzerinden kendine almak olabilirdi. Pantolonu olan her şeyle flört 
ediyorsun. Kibrini beslemeleri dışında onlarla hiç ilgilenmediğin halde 
hem Lowell Lister'ı hem de John Jerrold'ı aylarca ipte oynattın. Ayrıca 
başkalarına karşı olan ciddi alaka eksikliğinden bahsedecek olursak, 
Drum Kalesi'nin satışında Miles Vickery'nin en değerli varlıklarını satın 
aldın ve onları geri verme cömertliğini hiç göstermedin. 
Lizzie kulaklarını kapadı. Nat onun bileklerini yakalayıp ellerini 
çekti. 
"Sen sordun," dedi. Sesi sertti. "Gerçeği kaldıramayacağın: bi-liyordum." 
Sanki ona dokunmaya dayanamıyormuş gibi Lizzie'nin bileklerini 
bıraktı ve ayrıldılar. İkisi de nefes nefeseydi. Lizzie genç adamın 
kelimeleriyle derisinin yüzüldüğünü hissetti. Gözlerine sıcak yaşlar 
batıyordu. Yaşları bastırdı. 
Bir dakika sonra Nat tekrar elini saçlarının arasından geçirdi ve 
sakin kalmak için gözle görünür bir çaba harcadı. 
"Bana anahtarı verirsen, bu olanları unuturum," dedi. 
Bunun için çok geçti ve ikisi de bunu biliyordu. 
"Hayır," dedi Lizzie. Kollarını kavuşturdu. "Bende değil." 
"Şımartılmış bir veletsin. Büyümen gerek artık. Şımarıksın ve bencilsin. 
.." 
Kendi kendisine onun ne düşündüğünü önemsemediğini söyledi 
ama bunun bir yalan olduğunu biliyordu. Korkunç derecede canı 
yanıyordu. Kıymetli ve değer verdiği bir şey onarılamaz şekilde 
kırılmıştı. Nat'in fikirleri onun için her zaman önemli olmuştu. Ona saygı 
duymuştu. Şimdi ondan nefret ettiğini hissediyordu.
Nat aniden şaşırtıcı derecede küstahlaşan bakışlarıyla, onu so-yarcasına 
baktı. "Sanırım üzerinde saklıyorsun." 
"Hayır, saklamıyorum!" Lizzie, Nat'in hem ses tonundan hem de 
gözlerindeki bakıştan afalladı. Ona daha önce hiç böyle, satış için 
mallarını sergileyen bir çeşit Covent Garden2 fahişesi gibi bakmamıştı. 
Aşağılanmış hissetti; kendi kendisine aşın sinirlendiğini söyledi. Yine de 
içinde bir şey, şaşırtıcı ve ilkel bir şey bundan oldukça hoşlanıyordu. 
Kam, teninin altında sıcacıktı, yanaklarından ayak parmaklarına ve 
tekrar yukarı çıkan ateş onu tutuşturuyordu. 
Nat onu o kadar hızlı bir şekilde yakaladı ki hareket ettiğini bile 
görmemişti. Elleri vücudunun üzerinde gezindi; samimi, bilen ellerle 
aradı. Tüyleri, Nat'in dokunduğu yerleri takip ederek diken diken oldu. 
İçindeki ateş, bir fırından bile daha sıcak yanarak kuvvetlendi. Nat'in 
zaptı altında olmaktan duyduğu utanca ve vücudunun buna verdiği 
tepkiye itiraz ederek kavrayışı altında kıvrandı. 
"Bırak beni! Bende değil diyorum sana!" Sesinde istediğinden daha 
fazla yalvarış vardı. 
"Ama nerede olduğunu biliyorsun." Nat onu bıraktı, nefes ne-feseydi. 
Gözlerinde bir ifade vardı, vahşi, farklı bir şey. Lizzie'nin 
titremesine neden oldu. Nat'in mesleğinin, zalimce ve soğukkanlılıkla 
suçluları yakalamak olduğunu ilk defa hatırladı. Bu Nat'in hayatının çok 
az gördüğü bir kısmı olduğu için bunu pek sık dü- 
2 Londra'nın opera birası ve meyve sebze pazarıyla özdeşleşmiş bölgesi. 17. yüzyılın 
ortalarından 19. yüzyılın ortalarına kadar genelevlerden ve meyhanelerden oluşan 
bir varoşa dönüşmüştür, (ç.n.)
şünmezdi ama şimdi düşünüyordu çünkü onun içindeki öfkeyi ve 
çaresizliği hissedebiliyordu. Flora Minchin'in elli bin sterlinine çok feci 
bir şekilde ihtiyacı olduğunu söylediğini hatırladı. Waterhouse 
Malikânesi'ni eski haline getirmek ve ailesine -ebeveynleri yaşlıydı ve kız 
kardeşi Celeste hastaydı- bakmak istediğini biliyordu ama son 
zamanlarda sanki para arayışını daha da hızlandıran başka bir şey 
olmuşçasına, hareketlerinde ayrı bir acelecilik var gibi gözükmüştü. 
Bunun ne olduğunu bilmiyordu. Asla sormamıştı. Belki de Nat, onun 
her zaman sadece kendim düşündüğü konusunda haklıydı. Bu fikir onu 
rahatsız etti. 
Tanıdığı Nat Waterhouse'u görmek için yüzünü taradı ve bir ya-bana 
gördü. Bu onu o kadar ürpertti ki teslimiyetin eşiğinde kararsız 
kaldı ve Nat onun mağlubiyetin tam kenarındaki bu tereddüdünü 
gördü... ve güldü. 
"Doğru, Lizzie. Bir kez olsun bir yetişkifı gibi davran. Git ve 
anahtarı getir." 
Karar vermesini sağlayan, Nat'in sesindeki küçümsemeydi; bir de 
kulaklarında çınlayan kahkahası. Nat'in, arkadaşları Dexter Anstruther 
ve Miles Vickery'ye Lizzie'nin planını, çok genç, toy ve şımarık olduğu 
ve kendisine karşı çok da gizli olmayan bir ilgi beslediği için evliliğine 
nasıl engel olmayı düşündüğünü anlattığını hayal edebiliyordu. 
Kendisine böylesi duyguları yakıştırdığı ve bunlar yüzünden ona 
arkadaşlarıyla güldüklerini düşününce utançla yandı. Kendisine öfkeyle 
bunun hiç de doğru olmadığını söyledi. Nat'i kurtarmaya çalışmıştı ve o, 
çabalarını hor görmüştü. Bunun için cezasını çekmesini sağlayacaktı. 
Onu cezalandırma ihtiyacı, kendi canı acıdığı kadar onun da canını 
yakma ihtiyacı göğsünü ağrıttı ve zehir gibi kanında gezindi. 
Doğruldu ve gözünün içine baktı. 
"Hayır. Hiçbir yere gitmiyorum, sen de gitmiyorsun." Minik odada 
ondan uzaklaştı.
"Lanet olasıca bir delisin." Nat öfkeliydi ve artık her türlü nezaket 
numarasım bırakmışü. 
"Sen de kahrolası kaba herifin tekisin." Artık güçlü ve dikka- falı 
olarak, ona bakmak üzere döndü. "Ayrıca senden hoşlandığımı 
düşündüğün için kibirli ve kendim beğenmiş birisin." 
"Hoşlanmıyor musun?" Gözleri parladı. 
"Elbette hayır. Senden nefret ediyorum. Özellikle de şimdi, hak-kımda 
söylediğin tüm şu kötü sözlerden sonra... Bunun ne olduğunu 
sanıyorsun, Monty'nin saçma ortaçağ kanunlarından biri mi?" Tuhaf bir 
şekilde kalbinin kırıldığım hissetmesine rağmen küstah bir şekilde 
gülümsedi. "Droit de seigneur3 mü? Düğününden önceki gece ahlaksız 
işlerimi görmek için seni kaçırdığımı düşünmüyorsun umarım?" Nat'in 
daha önce kendisine attığı aşağılayıcı bakışın aynısıyla bakışlarım onun 
üzerinde gezdirdi. Düşündüğünden daha zordu. Bir adamı satılık bir 
malmış gibi süzmek konusunda çok az tecrübesi vardı. 
"Böyle bir şeyi yapacak cesaretin yok." Nat'in kibirli varsayımı 
yarasım deşti. "Haydi, Lizzie. Sınırlarım aştin. Kabul et. Bu da senin fazla 
ileriye giden çocukça oyunlarından birisi." 
Bana meydan okuma... 
Gözleri karşılaştı. Aralarındaki hava gerginlikle sıcak, ağır ve 
titrekti. Lizzie bir elini genç adamın koluna koydu. 
"Seni baştan çıkaramayacağımı mı düşünüyorsun, Nat Water-house?" 
Nat eliyle sertçe Lizzie'nin bileğini kavrayıp sabit tuttu. Parmak-larının 
altında Lizzie'nin nabzı atıyordu. "Saçmalama." Sesi kabaydı. 
Lizzie parmak ucunda yükseldi ve dudaklarını beceriksiz bir 
şekilde Nat'in dudaklarına bastırdı. Kendisine kayıtsız olmadığım 
bilmesine rağmen -buna emindi- Nat dokunuşunun altında tamamen 
3 İlk gece hakkı. Ortaçağda feodal beylerin, kendilerine bağlı sertlerin bakire 
kızlarının bekâretini bozma haklan, (ç.n.)
tepkisiz kaldı. Nat'in vücudu bir kamçı kadar gergin ve sıkı olduğu için 
içindeki çelişkiyi hissedebiliyordu ama tepkisi şimdi demir gibi bir irade 
altında tutularak sağlama alınmıştı. Tepki vermesini, onu kavramasını, 
öpüşüne karşılık vermesini isteyerek Lizzie dudaklarını onun 
dudaklarının üzerinde gezdirdi ama genç adam tamamen hareketsiz 
duruyordu. Lanet olsun ona. Uzanıp onu öptüğü ve o mermer bir heykel 
gibi hareketsiz durduğu için kendisini bir budala gibi hissetmeye 
başlamışta. Nat onu utandırmak istiyor ve bunu başarıyordu. Belki de 
Lizzie iyi öpüşemiyordu; gerçekten bilemiyordu. Birkaç erkek onu 
öpmüştü ve bu her defasında ciddi bir şekilde hayal kırıklığına uğratıcı 
bir deneyim olmuştu. Bunun nedeni beklentilerinin fazla yüksek 
olmasından mı, yoksa taliplerinin fazla maharetsiz olmalarından mı 
kaynaklanıyordu, emin değildi. 
Biraz geri çekildi ve yarı kapalı gözlerinin arasından Nat'e baktı. 
Belki de Lizzie'nin düşünmesini istediği kadar kendisine hâkim değildi. 
Lizzie tecrübesizdi ama içindeki derin ve içgüdüsel bir his, Nat'in sınıra 
göründüğünden daha yakın olduğunu söylüyordu. Hızlı nefes alıyor ve 
yanağı seğiriyordu. Onu bu kadar zorladığım bilmek çok fazla şarap 
içmiş gibi başını döndürdü. Tehlikenin heyecanı birbirlerine 
savurdukları sert sözlerin acısını ortadan kaldırdı. 
"Bitti mi?" Nat'in kibar bir şekilde kibirli çıkan sesi Lizzie'nin 
düşüncelerini böldü. Demek ki Lizzie'nin saf ve aşağılanmış hissetmesini 
sağlamak istiyordu. Öfke ve çaresizlik damarlarında kaynadı. 
Kazanmasına izin vermeyecekti; Nat kendine göründüğünden çok daha 
az hâkimken olmazdı. 
"Hayır," diye çıkıştı. "Bitirmedim." 
Tekrar yaklaştı, o kadar yaklaştı ki Nat'in vücudundan yayılan 
sıcaklığı hissedebiliyordu. Sert, boyun eğmez yüzüne baktı. Onu 
şaşırtmak için ne yapmak gerekiyordu? Fazla ileri gitmesine gerek 
yoktu, sadece onu hafife almakta hata ettiğini kabul etmeye Nat'i 
zorlayacak kadarı yeterliydi. Çocuk değildi ve bir çocuk gibi geri
çevrilemezdi. Elini Nat'in göğsüne koydu. Kalbinin çok kuvvetli bir 
şekilde attığını hissedebiliyordu. 
"Leydi Ainsworth metresindi, değil mi?" diye fısıldadı kulağına. 
Elini gömleğinden aşağıya doğru gezdirip pantolonunun içinden çekip 
gömleği gevşetti. "Hizmetçilerin bu konuda konuştuklarını duymuştum. 
Terzisinden, senin malının son derece yerinde olduğunu duymuşlardı. 
Kocaman, demişlerdi. Seni çok merak etmeme sebep oldular..." 
Nat'in bütün vücudu titredi. "Lizzie. Kes şunu." Sesi sertti. "Ne 
yaptığını anlamıyorsun." 
"Ah, ama anlıyorum," dedi Lizzie. "Çocuk değilim." Nat'in 
gömleğini iyice açtı ve avuçlarını onun çıplak kamında gezdirdi. 
Pürüzsüz ve şaşırtıcı derecede enfesti. Bu leziz his bir an için dikkatini 
dağıttı. Böyle olduğunu hiç bilmiyordu... Nat'in nefesini tuttuğunu 
duydu, kaslannın parmaklarının altında hareket ettiğini ve titrediğini 
hissetti. En sonunda bir tepki... Lizzie cesaretlenerek yüzünü onun 
boynuna çevirdi ve dudaklarım boynuna bastırdı. Tuz ve sıcaklık tadı 
aldı ve de bergamot kolonyası, deri ve Nat'in kendi kokusu olarak 
tamdığı bir şeyin kokusunu. Bu, aşina olduğu bir kokuydu ama yoğun 
biçimde heyecan verici geliyordu. 
Nat başını hafifçe çevirdi. Dudaklan birbirine şimdi sadece birkaç 
santim ötedeydi. Lizzie uçurumun ne kadar kenarında olduğunu 
hissedebiliyordu. Duyguları zafer ve çok güçlü bir şeyle hareketlenince 
titredi. Genç adam artık ona o kadar da kayıtsız değildi. Lizzie 
kazanmıştı. Araştıran parmaklarının altındaki kasların sertliğinden zevk 
alarak ellerini adamın sırtına kaydırdı. Tırnaklarını tenine geçirdi ve 
onun irkildiğini hissetti. 
"Lizzie, Tanrı aşkına..." 
Nat'in sesindeki çaresizlik tınısı hoşuna gitti. Onu bu noktaya 
getirdiğini düşünmek yaralı hislerini yatıştırdı. Artık durması ve geri 
çekilmesi gerektiğini biliyordu ama elinin pantolon bağına, ardından 
biraz daha aşağıya kaymasına izin verdi. Kendisini sersemlemiş, sarhoş
ve belki bir parça da çılgın hissediyordu. Eli pantolonunun önüne değip 
ereksiyonunu takip etti. Uyarılmış erkeklik organının sert ve kocaman 
şişkinliği pantolonunun gergin kumaşının üzerinden bile onu şaşırttı. 
Nat'in nefesini tuttuğunu ve kaba bir şekilde küfrettiğini duydu. Bir an 
durup geri çekildi, çok fazla ileri gittiğini soğuk bir şekilde fark 
etmesiyle ateşli öfkesi ve arzusu söndü. Lizzie'nin içinde, meydan 
okuma ve korku mücadele ediyordu ama endişesinin altında nefesini 
kesip kalbinin küt küt atmasına neden olan çok güçlü, derin ve ahlaksız 
bir kadınsı merak vardı. 
Uzun, anlam yüklü bir an boyunca birbirlerine baktılar, ardından 
Nat onu yakaladı. O kadar hızlı hareket etti ki Lizzie'nin bu hareketi 
öngörecek vakti bile olmadı. Genç adamın dudakları sertçe kadının 
dudaklarına kapandı. Besbelli ki diğer erkekler nasıl öpeceklerini 
bilmiyorlardı ve aynı derecede, besbelli ki Nat biliyordu. Bu Lizzie'nin 
neredeyse düşmesine neden olacak şiddetli bir duygu dalgasının içine 
dalmadan ve kendinden geçmeden önceki tek mantıklı düşüncesiydi. 
Bu öpüşlerin içinde çok az aşk, hatta hoşlanma ama büyük oranda 
şehvet ve öfke vardı. Nat'in dudaklarının baskısı Lizzie'yi dudaklarım 
aralamaya zorladı ve ardından genç adamın dili diline değip 
düşüncesizce, nezaketsizce ve acımasızca onu aldı. Lizzie, Nat'in 
amacının onu cezalandırmak olup olmadığını bilmiyordu ama önemli de 
değildi çünkü vereceği ne varsa istiyordu. Heyecanla nefesinin 
kesildiğini, duygu ve mantıklı düşüncenin çok uzaklarına sürüklendiğini 
hissetti. Dudaklarını dudaklarının üzerinde tutabilmek için bir elini 
Nat'in saçlarının arasına daldırdı, alt dudağını ısırdı ve Nat'in, 
dudaklarını acımasızca yağmalamadan önce nefesini tuttuğunu hissetti. 
Dudaklarının bu saldırıdan dolayı şiştiğini ve mest olduğunu hissetti. 
Ateş kamının alt kısmında toplandı ve kalçalarını Nat'in devasa 
ereksiyonuna dayadı. Nat boğazından yarı inleme, yarı hırlama benzeri 
bir ses çıkardı.
Genç adam ellerini omuzlarına koydu, binici kıyafetini ve kom-binezonunu 
çekiştirerek onu beline kadar soydu. Danteller yırtıldı ve 
kopçalar taş zemine saçıldı. Elini kadının çıplak göğsüne koydu. Lizzie 
sersemledi. Bir inleme duydu, bunun kendisine ait olduğunu biliyordu. 
Nat onu pencere oturağına itti ve ardından dudaklarım göğüslerine 
getirdi. Genç kadın, üzerinde gezinen dişleri ve dili hissetti. Çığlık attı, 
ses binanın taş duvarlarında yankılandı. Vücudu kendisini yok etmekle 
tehdit eden bir istekle titriyordu. Kendisini hem şaşkın, hem heyecanlı 
hem de o kadar ümitsizce ahlaksız ve hafifmeşrep hissediyordu ki 
neredeyse bunun zevkiyle çığlık atacaktı. 
Nat binici kıyafetinin kadife eteklerini yukarı kaldırdı. Lizzie 
pantolonunun bağlarına uzandı ve elleri çarpıştı. İkisi de titriyordu. 
Kumaş açıldı ve ardından sıcak ve sert bir şekilde onu elinde hissetti. 
Şaşkınlık ve merakla nefesini tuttu. Nat tekrar dudaklarıyla dudaklarını 
örttü. Eli genç kadının kalçalarındaydı, bacaklarını iki yana açıyordu; 
Lizzie tam ortada onu hissetti ve ardından tek bir darbeyle Nat 
içindeydi. Bunun acısı keskin ve şiddetliydi. Nefesini tuttu ama genç 
adam durmadı. 
Lizzie sırtım pencere mazgalına dayamıştı ve Nat ona sahip olduğu 
her seferde onu tekrar tekrar geriye itiyordu. Çıplak sırüna temas eden 
taş soğuktu ama Nat'in vücudunun bacaklarının arasında sürtünmesi 
şiddetli ve ateşliydi. Bu his kaçamayacak kadar baş döndürücü ve 
ısrarcıydı. Acı azaldı ve zevk veren titreşimler hızlanarak, artarak, enfes 
şekilde yoğunlaşarak içinde dalgalandı. Kör edici bir zevkle vücudu 
dağılacak hale geldiği sırada Lizzie çığlık attı. Nat'in bağırdığını duydu, 
kendisini daha sıkı tutarak daha da derine girdiğini ve bütünüyle içine 
boşaldığı sırada nabız gibi attığını hissetti. 
Zamanın durmuş gibi göründüğü ve Lizzie'nin ne nefes alabildiği, 
ne düşünebildiği ne de en mükemmel doğruluk hissi dışında herhangi 
bir şey hissettiği o an boyunca bir sessizlik vardı. Cennette gibiydi. 
Vücudu olgun ve doymuş, zihniyse en sonunda yuvaya dönmüş ve
huzura varmış gibi derin bir hoşnutluk hissi içindeydi. Nat, Lizzie'nin 
onu sevdiğini söylediğinde doğruyu söylemişti... Bunu şimdi bütün 
açıklığıyla görebiliyordu. Sevişmenin dürüstlüğünde bütün numaralar 
ve gurur kopup gitmişti. Nat onundu ve her zaman da öyle olmuştu. 
Şimdi Lizzie de tamamen ona aitti. 
Ve kesinlikle Nat de onu seviyor olmalıydı; öyle olması gere-kiyordu. 
Lizzie gözlerini açtı ve hafifçe kırpıştırdı. Mum ışığı fazla sert ve 
parlaktı, gözlerine batıyordu. Nat üzerinden çekilmişti. Başka yöne 
dönmüş, beceriksizce giysileriyle uğraşıyordu. Yüzü gölgede kalmıştı. 
Lizzie genç adamın konuşmasını ve onu sevdiğini söylemesini bekledi. 
Sonra Nat birden ona tamamen bakmak üzere döndü. Lizzie'nin kalbi, 
duyacağından emin olduğu sözlerin ve Nat'in gözlerinde göreceğini 
düşündüğü sevginin beklentisiyle hızlandı. O an geçti ve genç adamın 
yüzünü inceleyince orada şaşkınlık, kuşku ve belirmekte olan bir korku 
gördü. 
"Lizzie..." dedi. Sesi titremişti. Yüzündeki korku ifadesi ham ve acı 
vericiydi. 
Lizzie üşüdüğünü hissetti. İçinde bir şeyler öldü, koparılmış bir 
çiçeğin dökülen yaprakları gibi parçalandı. 
Nat onu sevmiyordu. Onu hiç sevmemişti. 
Bunu gözlerindeki dehşete düşmüş şaşkınlıkta görebiliyordu. 
Eteklerini indirdi, elbisesinin üst kısmım bir araya getirdi ve ayağa 
kalkmaya çalıştı. Bacakları titriyordu, sendeledi ve az kalsın düşüyordu. 
Kendi güçsüzlüğünden korktu. Nat şimdi ona doğru geliyordu, 
boğazının panikle tıkandığını hissetti. Onunla şimdi konuşamazdı. Ona 
bakamazdı bile. Son savunma kalkanının düştüğünü ve vücudu gibi, 
tüm duygularını da genç adamın önünde çırılçıplak gözler önüne 
serdiğini fark edip çok utandığını hissetti. Çıkması gerekiyordu. Nat 
genç kadının gerçek duygularını tahmin etmeden önce, bunu sözcüklere 
dökmeden ve utancını dayanılmaz hale getirmeden önce ondan
uzaklaşması gerekiyordu. 
Masayı ters çevirerek Nat'in yolunu tıkadı ve mumu düşürdü. 
Ardından duvarları elleriyle yoklayarak döner taş merdivenlerden 
aşağıya doğru koştu, karanlıkta az kalsın düşecekti. Nat'in küfrettiğini 
duydu ve duvara asılı örtüler mumla tutuştukları sırada arkasında bir 
alev parıltısı gördü. Artık bekçi odasındaydı, çıkıntıdaki anahtarı almaya 
çalıştı ve bir an anahtarı bulamayınca göğsü panikle sıkıştı. Nat'in 
alevleri döverek söndürdüğünü duydu ve bunun kendisi için değerli 
birkaç saniye boyunca onu meşgul edeceğini umdu. Kapı... Soğuk ve 
titreyen parmakları anahtarın üzerinde kayarken kapıyı açmak ona 
sonsuzluk kadar uzun gelmişti. Ardından geceye adım atabildi. Nat'in 
adımlarını, arkasında kalan merdivende duyabiliyor ve havadaki 
dumanın kokusunu alabiliyordu. 
Nereye kaçmalı, nerede saklanmalıydı? 
Ormana yöneldi. Orman karanlık, derin ve gizemliydi. Bu onu 
rahatlattı. Nat'in, ismini seslendiğini, sesinde kızgınlık kadar korku da 
olduğunu duyabiliyordu ama genç kadından uzaklaştıkça ses 
kayboluyordu. Rahatlık dalgası Lizzie'nin her yanını sardı. Nat artık onu 
bulamayacaktı; kendisi bulunmaya hazır olana kadar onu bir daha 
bulamayacaktı. Kimsenin ona yardım etmesine ihtiyacı yoktu. Kendini 
tekrar toplayabilir, en baştaki gibi olabilirdi. Bu hiç olmamış gibi 
yapabilirdi. 
Nat onu sevmiyordu. Onu hiçbir zaman sevmemişti. Çok korkunç bir hata 
yapmıştı. 
Düşünceler bir kâbustaki canavarlar gibi karanlık ve tehditkâr bir 
şekilde Lizzie'nin zihninde birbirini kovaladı. Onlan uzaklaştırdı. Neler 
olduğunu unutmak zorundaydı. Ve artık Nat de düğüne kaül- mak için 
özgür olduğundan, o da rol yapmaya başlayabilirdi. Genç adam 
planladığı gibi Flora'yla evlenebilir, ihtiyacı olan serveti elde edebilir ve 
ikisi de bu gece hakkında bir daha asla konuşmazlardı. 
Ancak Nat rol yapmak konusunda hiçbir zaman çok iyi olmamıştı. 
Lizzie bunu onun hiç hayal gücünün olmamasına bağlıyordu ama Nat'in
şeytanlarıyla yüzleşme ve genç kadının da kendininkilerle yüzleşmesini 
sağlama gibi kötü bir alışkanlığı vardı. 
Bu defa olmazdı... 
"Hiçbir şey yaşanmadı," dedi Lizzie yüksek sesle. Elbisesinin 
yırtılmış parçalarım düzeltti ve parmaklarının neden hâlâ titrediğini 
merak etti. "Hem de hiçbir şey."
‘İkinci (BöCüm 
Nat VVaterhouse, Fortune Malikânesi'nin önünde durmuş, Lizzie'nin 
yatak odasının karanlık penceresine bakıp düşünmeye çalışıyordu. I 
Jzzie şimdi ne yapacakta? Kaçacak mıydı? Saklanacak mıydı? Nereye 
gidecekti? Bu soruların cevaplarını bilmeliydi. Genç kadın on bir, 
kendisiyse on sekiz yaşında olduğu zamandan beri, yani on yıldır I .eydi 
Elizabeth Scarlet'ı tanırdı. Onun hakkında bilinmesi gereken ne varsa 
bildiğini düşünmüştü. Ne kadar da yanılmıştı. 
Lizzie şimdi neredeydi? 
Zihni her zaman çalıştığı şekilde çalışmıyor gibiydi. Durumunun 
tatbik imkânlarına, ne yapılması gerektiğine, işleri nasıl düzelteceğine 
odaklanamıyordu. Tek yapabildiği, Lizzie'yi düşünmek gibi 
görünüyordu. 
Ne yapmıştı böyle? 
Anlamsız bir soru. Ne yaptığını çok iyi biliyordu. Düğününden 
önceki gece, nişanlısı olmayan bir kadını baştan çıkarmıştı. 
Bir yıldır süren, kimseyle sevişmeme yeminini asla dokunmaması 
gereken bir kadınla sevişerek bozmuştu. 
Bir bakireyi kirletmişti. 
Direnemeyecek kadar güçsüz ve iradesizdi. 
Fakat bunların hiçbiri durumun iğrençliğini aslında haklı çıkar-mazdı. 
Bununla dürüstçe yüzleşti. 
Lizzie. Lanet olsun. Onu sevmiyordu. Son birkaç aydır ondan pek 
hoşlanmıyordu bile. Bir zamanlar arkadaşlardı ama Lizzie son 
zamanlarda kafasını ütülüyor, onu Flora'yla evlenmemeye ikna etmeye 
çalışıyor, kışkırtıp kullanıyor, kendisine verilmiş doğal bir hak gibi 
görüyordu. O gece, genç kadının notunu aldığında neredeyse küplere 
binmişti. Çağrısına neredeyse aldırış etmeyecekti. Sadece alışkanlık ve
ona karşı her zaman hissettiği o lanet olası sorumluluk hissi, gelip 
onunla buluşması için onu teşvik etmişti. Keşke gelmeseydi. 
Acı verici derecede keskin pişmanlık içine saplandı. Bu da anlam-sızdı. 
Olan olmuştu. Lizzie onu kışkırtmış, dayanamayacağı noktaya 
kadar zorlamıştı ama onu suçlamayacaktı. İşin doğrusu o istemedikçe 
Lizzie hiçbir şeyi yapması için onu kışkırtamazdı ve Nat onunla 
sevişmek istemişti. Onunla sevişmek için yanıp tutuşmuştu. Hâlâ da 
öyleydi. Böylesi lanet bir pisliğin içinde olabilmesi onu şaşırtıyordu ve 
tek düşünebildiği, Lizzie'nin, ellerinin altındaki beyaz, ipeksi güzel teni 
ve onu saran dayanılmaz şekilde sıcak ve sıkı vücudu ile ona sahip 
olmanın baş döndürücü, göz kamaştırıcı zevkiydi. Konu kadınlara 
gelince Nat bir aziz sayılmazdı ama hovarda da değildi. Ve Lizzie, 
arzuladığını hayal edebileceği son kadındı. Onu her zaman korumaya 
muhtaç biri olarak görmüşken nasıl hayal edebilirdi ki? İlk gördüğü 
andan itibaren onunla ilgilenmesi gereken iki erkekten -üvey kardeşleri 
Montague ve Tom Fortune- birinin işe yaramaz bir aptal ve diğerinin de 
tehlikeli bir serseri olduğu gerçeğini telafi etmeye çalışmıştı. 
Ama kendisi ikisinden de kötüydü. 
Her şeye lanet olsun. 
Kilise saatinin çanlan Fortune's Folly kasabasından gelip arazilerin 
üzerinde esintiyle sürüklendi. Saat birdi. Bütün hayatımn değişmesi bir 
saatten kısa sürmüştü... 
Lizzie neredeydi? Onun iyi olduğunu bilmek istiyordu. 
Damarlarında endişe dolaşıyordu. Elbette ki genç kadın iyi değildi. 
Nasıl olabilirdi ki? Onu kirletmiş ve acımasızca iğfal etmişti. Bir bakire 
olduğunu, vahşi ve asi tavırlarına rağmen hâlâ masum olduğunu 
bilmeliydi. Uysallıkla yetiştirilmiş, yirmi bir yaşındaki hangi sosyete kızı 
değildi ki? Genç kadının kışkırtıcı tavırları şaşkınlığa dönüştüğünde ve 
Lizzie en sonunda dehşet içinde kendisinden kaçtığında, tecrübesizliğini 
göstermişti. Lizzie'nin taşkın olduğu doğruydu. Sık sık fazla ileri giderdi 
ama bu defa kendisini bile korkutmuştu. Arük masum değildi ve bu
Nat'in suçuydu. 
Onunla konuşmalıydı. 
Fortune Malikânesi'nin boş, karanlık pencerelerine tekrar baktı. 
Elbette evdeki herkesi uyandırıp onu aramaları için ayaklandırabi- lirdi. 
Bu, rezalete ve skandala neden olurdu. Lizzie'nin kaybolduğu anlaşılırsa 
bu daha da fazlasına neden olurdu. Zaten çılgın bir genç olarak 
biliniyordu. Gecenin yarısında kendi yatağında olmadığı lafı ortalıkta 
dolaşırsa, dedikodular kimin yatağında olduğuna kayardı. Genç kadının 
itibarı paramparça olurdu. 
Neşesizce güldü. İtibar mı? Lizzie mahvolmuştu. Eğer bir de hamile 
kalırsa... 
İçi buz kesti. Bununla tek başına yüzleşmesine izin veremezdi. 
Daha önce onu hiç yüzüstü bırakmamıştı ve şimdi de yapmayacaktı. İlk 
defa zengin kadınla yapacağı mantık evliliği üzerinde düşündü. Paraya 
bu kadar çaresizce ihtiyacı olduğu için bunu daha önce düşünmeliydi 
ama Lizzie'ye duyduğu endişe bir şekilde diğer bütün düşünceleri 
ortadan kaldırmıştı. Evliliği tüm finansal problemlerine mükemmel bir 
çözüm olmuştu ve Bayan Flora Minchin saf, yumuşakbaşlı mükemmel 
bir gelin olurdu. O neredeyse her yönden Lizzie'nin zıddıydı. Flora'nın 
giysilerini yırüp onunla sevişmeye dair en ufak bir arzu duymamışü. Hiç 
kuşkusuz, böylesi bir arzuyu belli etse genç kadın tamamen dehşete 
kapılırdı. Ama Flora zengindi, çok ama çok zengindi ve Nat'in de paraya 
çok ihtiyacı vardı. Bir kapanın içindeydi. İnsanlar ona bel bağlamışlardı; 
ebeveynleri, kız kardeşi Celeste... Celeste'i hayal kırıklığına uğratırsa 
başına neler gelebileceğini düşündüğünde içi öfke ve korkuyla doldu. 
Şantaja boyun eğecek türden bir adam olduğu bin yıl geçse aklına 
gelmezdi ama kız kardeşinin hayaü, geleceği ve itibarı söz konusu 
olduğunda tereddüt etmemişti. Edemeyeceğini biliyordu. Kendisine 
güvenenleri korumanın kendi sorumluluğu olduğunu biliyordu. Bu 
yüzden bir servete ihtiyacı vardı... 
Lizzie de zengindi. 
Bu düşünce zihnine akınca içi ferahladı.
Lizzie'yle evlenmek zorundaydı. 
Mükemmel bir çözümdü. Her şeyi yoluna sokacaktı. Genç kadının 
itibarını kurtaracak ve para ihtiyacını halledecekti... 
Lizzie korkunç bir eş olurdu. 
Bu düşünce hızla diğerlerinin peşinden geldi. Lizzie'nin içinde bir 
şeytan vardı, her zaman öyle olmuştu, küçük bir çocuk olduğu 
zamandan beri... Bunun sebebi belki de bir seyisle kaçan ihmalkâr annesi 
ve günün yarısında onu evcil bir hayvan gibi şımartıp diğer yarısında 
orada olduğunu dahi unutan babasıyla geçirdiği harap çocukluk 
dönemiydi. Babası öldüğünde ve annesinin ilk evliliğinden olan 
oğullarıyla, yani üvey kardeşleriyle yaşamak için on bir yaşında Fortune 
Malikânesi'ne geldikten sonra işler onun için neredeyse hiç 
düzelmemişti. İki ağabeyinin de ona hiç ilgisi yoktu. Monty Fortune 
vicdanını rahatlatmak için ona bir dadı tutmuştu. Lizzie kadının yatağına 
fare koyunca dadı kaçmıştı. Daha sonra gelenlerin hiçbiri uzun 
kalmamışlar, Lizzie'nin itaatsiz, disiplinsiz ve zapt edilemez olduğunu 
söylemişlerdi. Bunlar özellikle de Tom Fortune'un cesaret verdiği 
hallerdi. Nat, Lizzie'yle tanışüğı zamanı hâlâ hatırlayabiliyordu. Tom'un 
üniversite arkadaşı olarak Fortune's Folly'ye gelmiş, dağılmış kırmızı 
saçlarla ve kocaman yeşil gözlerle kirli beyaz elbisesi içinde kavgacı bir 
kızın evin bahçesindeki ağaçlara bir erkek gibi tırman- dığmı görmüştü. 
Yaşlı bir meşe ağacından düşmüş, Tom gülmüş ve tekrar ayağa kalkması 
için ona elini uzatan Nat olmuştu. Lizzie'nin kendisini düşürdüğü zor 
durumlardan onu Nat'in çıkarması ve ne Monty ne de Tom Lizzie'yi 
zerre kadar umursamadıkları için her zaman yanında olmasıyla ilişkileri 
başlamıştı. 
Ama bu.. bu zor bir durumdan fazlasıydı. Bu tam bir felaketti. Evet, 
gerçekten de, Lizzie hayal edilebilecek en zor, dikkafalı, inatçı eş, en 
uygunsuz kontes ve kraliyetteki gelmiş geçmiş en yakışık almayan düşes 
olacaktı. Onunla evlenmek cehennemde yaşamak gibi olabilirdi. Ama 
gittiği istikamet tam olarak cehennemdi. Kaçışının olmadığını biliyordu.
Lizzie, Fortune Malikânesi'nin eski taşlarında yalnızca kendisinin bildiği 
çıkıntılara uzanarak yatak odası penceresine tırmanmışta. Çok eskiden 
beri eve bu şekilde tırmanarak girer çıkar, refakatçinin disiplininden 
kaçarak eve istediği şekilde ve istediği zaman gelir giderdi. Üvey 
ağabeyleri de onun bu davranışlarını mutlu bir şekilde bilmezden 
gelirlerdi. Bu gece Monty hâlâ uyanıktı... Penceresinin yanından 
geçerken tek başına kütüphanede içki içtiğini görmüştü. Monty'nin 
masadaki kadehinin yanında ikinci bir kadehin varlığı, 
o akşam erken saatlerde başka birisinin orada olduğunu gösterse de 
diğer üvey ağabeyi Tom'dan hiç iz yoktu. Tom artık aranan bir adam 
olmadığından Lizzie'nin üvey ağabeyleri barışmıştı. Monty, kardeşi 
olduğunu inkâr ettiğini münasip bir şekilde unutmuş ve Tom da onu 
affetmeye çoktan hazırmış gibi görünmüştü. Fortune's Folly 
kasabasındaki hiç kimse onlara artık saygı duymayacağı için Lizzie 
banşmalannın fazlasıyla uygun olduğunu düşünüyordu. Herkes halkı 
soymak için daha fazla ortaçağ vergisi tatbik etmedeki ahlaksız aç-gözlülüğünden 
ötürü Monty'den nefret ediyordu ama Lydia Cole'u 
.ıcımasızca iğfal edip bırakmasından ötürü Tom'dan daha çok nefret 
ediyorlardı. Eğer Monty, Lizzie'yi evine alan herkese karşı kanuni işlem 
başlatma tehditleri savurmasaydı Lizzie, ağabeyinin evine adımını bile 
atmazdı. Ardından Monty ona bir refakatçi bulmayı ihmal etmiş, 
sonucunda da Lizzie'nin böylesi gecelerde güvenebileceği kimsesi 
kalmamıştı. Diğer bir deyişle, diye düşündü Lizzie, ne yaptığının aslında 
kimsenin umurunda olmadığı söylenebilirdi. 
Banyo yapmayı çok istiyordu. Canı acıyordu, vücudunun orası 
bacaklarının arası ve içi ağrıyordu. Gerçi kalbi kadar hassas bir şekilde 
değil. Giysilerindeki ve saçlarındaki duman kokusunu alabiliyordu. 
Ayrıca vücudunda Nat'in kokusunu da bir damga gibi taşıyordu ama 
belki bu sadece hayal gücünün bir ürünüydü. Nat'in işaretini üzerine 
bırakmasına yetecek kadar onu yakından kavradığım, içinde olduğunu 
hatırlamak istemiyordu. Gözlerini, zihnini kapatarak titredi.
Soğuk suyla idare edecekti. Nat'in onu bulacağından korkmasa 
hendeğe atlardı. Bunun yerine pencerelerin, hiçbir ışığı dışarıya ver-meyecek 
kadar kapalı olmasını sağlayarak küçük bir mum yakmış ve 
ardından parçalanmış giysilerini çıkarmıştı. Genelde elbisesini ve iç 
çamaşırlarım hizmetçi alsın diye yere bırakırdı ama bunlar mah-volmuştu, 
danteller yırtılmış, kopçalar sökülmüştü. Bu, dedikoduya 
sebep olurdu. Bunu açıklamak zor olurdu. 
Böylesi bir tutku. Böylesi bir zevk... 
Böylesi bir zevkten öleceğini düşünmüştü. Bunu hiç hayal etmemiş, 
hiç düşlememişti. Nat'in kollarında böylesi bir saadet... Vücudunun 
tatmin ve doyumla, bal yumuşaklığıyla eridiğini hissetmişti. 
Ruhunun derinliklerine kadar da bir rahatlama hissetmişti ama bu 
Nat'in yüzündeki ifadeyi gördüğünde hızla uçmuştu. İçinde bir acı 
kabardı ama hızlıca yaüştırdı. Bunu düşünmeye gerek yoktu. Bitmişti. 
Bu onun sırrıydı ve o şekilde kalacaktı. 
Dikkatle giysilerini toplayıp sandığındaki bir battaniye yığınının 
altına sakladı. İlk fırsatta onları çıkarıp yakacak, anıların duman ve külle 
uçup gitmesini izleyecekti. Nat o sıralarda evlenmiş ve karısıyla 
Fortune's Folly'den ayrılmış olacaktı. 
Uzun aynadaki aksini görmezden gelerek ibrikteki soğuk suyla vi' 
şifonyerin üzerindeki keseyle kendisini yıkamaya başladı. Saçları s.ıbahı 
beklemek zorunda kalacaktı. Bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu. 
Yüzüyle başladı, leğendeki buz gibi su onu biraz sarsıp uyandırdı. 
Boyun, omuzlar, kollarının kıvrımı... Keseyi göğsüne götürdüğünde 
durdu; Nat'in göğsüne izinsizce sokulan, çekip ısıran, yalayan ağzının 
dayanılmaz hatırası... Vücudu gerildi, içi sızlayarak onu tekrar istedi. 
Artık bu tecrübeyi silmek imkânsızdı. Keseyi tutan ı-li yanma düştü ve 
uzun, ayaklı aynada vücudunu incelemek için yavaşça döndü. 
Eskisi gibi görünmüyordu. Vücudunda izler vardı, sevişmelerinin 
yoğunluğunu ve aynı zamanda masumiyetinin kaybını, şimdiki 
tecrübesinin büyüklüğünü gösteren açık renkli çürükler... Vücudu 
yaptığı şeyin anısıyla çınlarken onlara baktı. Utanç ya da pişmanlık
duymayı bekledi. Hiçbiri gelmedi. Bu herkesin iddia ettiği kadar çılgın 
ve arsız olduğunu ispatlıyordu. Sevişmekle ilgili hiçbir utanç 
duymuyordu. Tek pişmanlığı hislerine karşılık vermeyen birini severek 
yaptığı korkunç hata içindi. Bu, gururunu dayanılmayacak derecede 
kırıyordu. 
Uyluğunun iç tarafında küçük bir kan lekesi vardı. Kuvvetlice 
ovalayarak sildi. Bekâretini kaybetmişti. Bu da kanıtıydı. Yüzü olmayan, 
henüz hayal bile edilmemiş müstakbel kocası muhtemelen onu 
iffetsizliği hakkında sert bir şekilde eleştirecekti. Erkekler genellikle bu 
tarz konularda iğrenç denecek kadar ikiyüzlüydü. Umurunda 
olmadığını fark etti. Belki umursamalıydı ama kendisini hiçbir zaman 
evli olarak hayal edememişti. Evlilik uzlaşma ve olgunluk gerektiriyordu 
ve bu tarz şeylerde çok başarılı olmadığının üzücü bir şekilde 
farkındaydı. İşin doğrusu, asla da olmak istememişti. Artık evlilik 
ihtimali aya gitmekten daha uzak görünüyordu. 
Geceliğini giydi ama yatağa girmek yerine kadife minderli pencere 
oturağına oturdu. Nat karanlık bahçenin gölgeleri arasında mıydı? 
Perdeleri çekip bakmak için neredeyse dayanılmaz bir arzu hissetti. Elini 
durduransa, Nat dışanda olsa bile nedenlerinin tamamen yanlış 
olacağını bilmesiydi. Nat, onu sevdiği için değil, sorumluluk hissiyle 
peşinden gelecekti. Eve sağ salim vardığından emin olmak ve işleri 
yoluna koymak isteyecekti. 
Ama işleri yoluna koyamazdı. 
Nat ona değer veriyordu. Bunu biliyordu. Ama verdiği değer, 
kendisinin ona duyduğu çılgın sevgiyle karşılaştırılınca çok hafif 
kalıyordu. İnsanlar çocuklara, yaşlılara ve hastalara değer verirdi. Nat, 
genç kadının tutkusunu paylaşmıyordu. Ona şehveti göstermiş ve Lizzie 
de bunu aşkla karıştırmıştı. Lizzie bunun kolay ve safça bir hata 
olduğuna inanıyordu. Genç adamı çok seviyordu. Nat de ona değer 
veriyordu. Lizzie sevişirken hislerini dışarı dökmüştü. Nat ise onun 
aşkını arzusuyla karşılamıştı. Birbirlerine duydukları hisler arasındaki
fark muazzamdı. 
Nat'i tekrar görmek zorunda hissederek ve genç adamın sunacağı 
teselli kırıntılarına ihtiyaç duyarak perdeyi açmak için elini uzattı. 
Ardından kasıtlı bir şekilde indirdi. Lizzie'ye göre ya hep ya hiç kuralı 
geçerliydi. Kırıntılar hiçbir zaman yeterli olamazdı. 
Yatağa gitti. Uyumayı, vücudundaki sızıya ve sadece bir kere 
deneyebildiği zevkten sonra vücudunu saran hevese aldırmamayı 
denedi. Görünen o ki vücudu Nat'i sevip sevmediğiyle ilgilenmiyordu. 
Onu istiyordu ve uyandırıldığı için artık reddedilmeyi kabul etmiyordu. 
Kıpırdanıp döndü ve uyuduğunda rüyasında annesini, adı çıkmış Scarlet 
Kontesi'ni, bildiğini okuyan, pervasız kaçak eşi gördü. Annesinin 
parfümünün kokusunu alabiliyor ve onu saran kollarının yumuşaklığım 
hissedebiliyordu. Leydi Scarlet, bir kızı olduğunu hatırladığı ender 
durumlarda Lizzie'ye dalgınlıkla karışık bir şefkat göstermişti. Lizzie de 
bu şefkat hissini rüyalarında yakalamaya çalışırdı. Bu onu teselli ederdi 
ama sabah uyandığında Leydi Scarlet'm uzun süredir kayıp ve 
kendisinin de yalnız olduğunu hatırlardı. 
‘Üçüncü CBöfüm 
Bayan Flora Minchin, ailesinin Fortune's Folly kasabasındaki yepyeni, 
şık, geniş, paranın alabileceği her şeyle donatılmış evlerinin misafir 
odasında durmuş, dört ay önce kendisine evlilik teklif ederkenki yerinde, 
şöminenin önündeki Türk halısının üzerinde dikilen Waterhouse 
Kontu'nu inceliyordu. Annesi Bayan Minchin, Flora'nın kusursuz 
çeyizini en kısa sürede toplayabilmek için nişanlılık sürelerini dört ay 
olarak tayin etmişti. Söz konusu çeyiz şimdi paketlenmiş, çok sevimli,
çok gözde yerler olan Windermere ve Göller Bölgesi'ndeki düğün gezisi 
için ve ardından da Waterhouse Malikânesi'ne, Kont7un, Flora'nın sevgili 
parasıyla restore ettireceği York yakmlanndaki köhne aile mülküne 
götürülmek üzere hazır bekliyordu. 
Henüz kahvaltıları bitmemişti ve aslında kâhyanın Kont'un gelişini 
onaylamaz bir şekilde bildirmesiyle masadan kaldırılmışlardı. Ziyaret 
için şaşırtıcı derecede erken bir saatti. Aynı zamanda düğün sabahıydı ve 
bu yüzden anne Bayan Minchin, Flora'nın nişanlısını görmesine izin 
vermeye daha da az gönüllüydü. 
Kızı peçetesini masaya bırakıp uşağın kalkması için sandalyesini 
çekmesine izin verdiği sırada bile, "Flora, bunu yasaklıyorum," diye 
çıkışmıştı annesi. "Bu son derece uygunsuz ve korkunç bir kötü şans 
demek. Humphrey..." Kahvalü masasında Leeds Courier gazetesini 
okuyan Bay Minchin'e seslenmişti. "Flora'ya, karşılıklı yeminlerini edene 
kadar Lord Waterhouse'la konuşmaması gerektiğini anlat. Ne 
söyleyecekse, nikâhı bekleyemeyecek kadar önemli olamaz.” 
"Sanırım önemli, anne," demişti Flora. 
Kalbinin oldukça hızlı attığım fark edince şaşırmıştı. Orada oturup 
sıcak çikolatasından yudumlayıp kızarmış ekmeğinden ısırırken oldukça 
korkutucu bir kehanet anı yaşamıştı. Nat Waterhouse'un nişanlarını 
bozmak için orada olduğunu anlamıştı ve çok büyük bir rahatlama 
dışında bir şey hissetmemişti. 
Şimdi saate bakıyordu. En azından, düğün öğlen ikiye kadar 
gerçekleşmeyecekti. Bu, ona düğünün yapılmayacağını herkese 
bildirmek için yeterli zaman verecekti. Annesi bunalıma düşüp iş 
göremez hale geleceğinden, bunu kendisinin yapması gerekecekti. 
Nat'e baktı. O sabah son derece iyi giyimli görünüyordu, neredeyse 
evlenme teklif ettiği günkü ve evlilikleri için kilisede bir araya 
gelebilselerdi görüneceği kadar şıktı. Amacı ona bağlanmaktan ziyade 
ondan aynlmakken görünüşüne bu kadar çaba harcaması konusunda ne 
düşünmesi gerektiğinden emin değildi. Çizmeleri çok iyi parlatılmış,
kravatı kusursuz biçimde bağlanmıştı ve üzerine tek kırışık olmaksızın 
oturan çok ince, yeşil bir ceketi vardı. Flora, Nat'in yüz hatları yakışıklı 
demlemeyecek derecede çarpık olduğu için, onun klasik anlamda iyi 
görünümlü bir adam olmadığım düşündü. Burnu sanki bir av yarasına 
maruz kalmış gibi hafifçe eğikti ve çenesinde yüzüne hem otorite hem de 
inatçılık havası katan bir çukur vardı. Ama klasik açıdan yakışıklı 
olmamasına rağmen, onda farklı bir şey vardı; pek çok kadına çarpıcı 
şekilde çekici olduğunu düşündürecek bir şey. Ortalamadan uzundu ve 
pek çok erkeğin kullandığı vatka ve telaya ihtiyacı olmaksızın 
giysilerinin içini doldurabiliyordu. Yüzü inceydi ve kara gözlerinde, 
Flora'mn tamdığı birden fazla genç hammefendinin gönülden 
titremesine ve "Lord Waterhouse sana biraz olsun tehlikeli gelmiyor 
mu?" diye sormasına neden olan sert, dikkatli bir bakış vardı. Belki 
acımasız ama kesinlikle sağlam... Sıkıntılı durumlarda dayanıklı, diye 
düşündü Flora aniden. Nat Waterhouse böyleydi işte. Çok güçlüydü. 
Onun isteklerine karşı gelmeye cesaret edemezdi ve bunu şimdiye kadar 
yapan sadece tek bir kadın tanıyordu... 
Ona baktı ve kalbi hiç hızlanmadı. Onunla evleneceği halde Nat'in 
kendisini heyecanlandırmamasının şanssızlık olduğunu bir kez 
düşünmüştü. Tutkusuz bir hayata teslim olarak önemli bir şeyi kaçırıp 
kaçırmadığını boş boş merak etmişti. Şimdiyse onu hiç sevmediği, 
dolayısıyla kaybın acısını yaşamayacağı için minnettardı. Ayrıca kabul 
etmek üzere yetiştirildiği evlilik görevinden bir şekilde kurtulacağı için 
olağanüstü bir rahatlık hissetti. 
"En başmdan beri daha cesur olmalıydım," diye düşündü Flora. 
"Ailemin talepleri doğrultusunda hareket etmek istemeyeceğimi ka-bullenmeliydim. 
Ama şimdi ikinci bir şansım var..." 
Kendini birdenbire çok cesur hissetti. 
"Lord Waterhouse." Genç adam henüz konuşmamıştı; bu yüzden 
konuyu açıp işleri onun için kolaylaştırmak Flora'ya kalmış gibi gö-rünüyordu. 
Doğası gereği bu kadar çok cömert olmamayı dileyerek iç
geçirdi. Nişanlarını bitirmek istiyorsa bir parça acı çekmesi adil olurdu. 
"Flora." Nat genç kadının ellerini tuttu ve ikili koltukta yanına 
oturması için onu çekti. "Size sormam gereken bir şey var." Kaşlarını 
çatarak duraksadı. Gözlerindeki ifade o kadar acı dolu, kusursuz dış 
görünüşüyle o kadar uyumsuzdu ki Flora bunu görünce oldukça 
sarsıldığım hissetti. Nat Waterhouse'un güçlü duygularını dışarı 
yansıttığını daha önce hiç görmemişti ama şimdi nemrut ve mutsuz 
görünüyordu. 
Flora ne yapması gerektiğini kesin olarak biliyordu. 
"Sizi nişanımızdan azat etmemi istiyorsunuz," dedi. 
Nat'in gözlerinde şaşkınlık parladı. "Nereden bildiniz?" 
Genç adamın ellerinden kurtuldu. Flora şimdi ne diyecekti? Genç 
kadın, cevabının, gerçeklerin yakınından bile geçmemesi gerektiğini 
biliyordu. Gerçek fazla kişiseldi ve daha önce böylesi özel konulardan 
hiç bahsetmemişlerdi. İlişkileri tamamen yüzeysel olmuştu. 
Söylemek istediği şuydu: 
"Sizinle evlenemem çünkü Leydi Elizabeth Scarlet'la aranızda aldırış 
edilmeyecek kadar güçlü bir şeyler olduğunun her zaman farkındaydım ve 
hayatımın sonuna kadar ikinci planda kalmak istemiyorum. Onun sizi 
sevdiğinden ve sizin de onu beni hiç arzulamadığınız bir şekilde arzuladı-ğınızdan 
eminim..." 
Saygıdeğer ve terbiyeli Bayan Flora Minchin böyle sözleri ni-şanlısına, 
ne kadar doğru olduklarını bilse de asla söyleyemezdi. 
"Birbirimize uyum sağlamayacağımızı düşünüyorum." Neşeli bir 
şekilde gülümsedi. "Bunu bir süredir düşünüyordum." 
Nat ona sanki genç kadın aklım yitirmiş gibi bakıyordu, büyük 
olasılıkla da öyleydi. Uyum sağlamamak mı? İlişkilerinde herhangi bir 
konuda anlaşmazlığa düşmelerine neden olacak kadar duygu yokken 
nasıl uyum sağlamayabilirlerdi ki? Genç adamın unvam ve Flora'nın da 
parası varken kusursuz bir şekilde uyumlu olmaları dışında başka bir 
olasılık mümkün müydü? Nat bir servet avcısıydı ve Flora da kontes 
olmayı bekleyen bir mirasçı. Flora evliliğin, o güne dek istedikleri her
şeyi mümkün kılan servetleriyle yaptıkları bir iş anlaşması olduğunu 
biliyordu ya da ailesi ona böyle anlatmıştı. Damat olarak bir kont ve 
Nat'in babası öldüğünde neredeyse hayal edilebilecek en yüksek sımf 
olan bir düklük olasılığı da cabasıydı... 
Flora ayağa kalktı ve odada yürürken kusursuz eteğini düzelterek 
ondan uzaklaştı. 
"Bu sabah ziyaret etmeniz ve çok geç olmadan bu işi çözme fırsatım 
bulmamız çok iyi oldu." 
Nat başım iki yana sallıyordu. Elini saçlarının arasından geçirdi. 
"Size açıklamam lazım..." 
Flora elini kaldırıp onu durdurdu. Bu asla olmamalıydı. Ondan 
istediği son şey açıklama yapmasıydı. "Lütfen yapmayın," dedi. 
"Ama bunun sorumluluğunu tek başımza üstlenmenize izin 
veremem." Nat'in sesi kederli çıkmıştı. "Bu sorumluluğu taşımak 
/.orunda kalmanız doğru değil." 
Flora başka bir adamın yapacağı bir şeyi yaparak, ona fırlattığı 
cankurtaran halatını namertçe kabul etmek için fazla onurlu bir adam 
olmasının, Nat'in trajedisi olduğunu düşündü. Pek çok adamın şimdiye 
kadar gitmiş olacağının, üzerindeki bütün sorumluluğu aldığı için sefil 
bir şekilde minnettarlık duyacağının farkındaydı. 
"Özgürlük istiyorsanız, Lordum," dedi nazikçe, "başka türlüsü 
olamaz. Bir hanımefendinin fikrini değiştirmeye hakkı vardır. Bir 
beyefendinin onur nedeniyle yoktur. Bu kadar basit." 
"Bunu benim için bu kadar kolaylaştırmanızı hak etmiyorum," dedi 
Nat. Sesi ümitsiz çıkmıştı. Ona yaklaştı ve elini tutarak üstüne bir 
öpücük kondurdu. Flora'nın kalbi yine pır pır etmedi, her zamanki gibi 
sakin bir şekilde atmaya devam etti. 
"Olağanüstü bir kadınsınız, Flora Minchin," dedi. "Bu yönünüzü hiç 
bilmiyordum." 
Flora soğuk bir edayla, "Bu da birbirimiz için uygun olmadığımızı 
daha iyi gösteriyor," diye karşılık verdi. "Bırakın, bu şekilde kalsın."
Nat'in bir düğünü, hem de düğün gününde iptal etmenin vicdansız 
karışıklığıyla onu baş başa bırakıp gitmek istemediğini görebiliyordu. 
Genç adamın vücudundaki bütün kasların, ayrılma nedenini söyleyip 
suçu üstlenmek için zorlandıklarını görebiliyordu. Ona öfkelenmesini, 
ateş püskürmesini, çığlık aüp ağlamasını istediğini bile anlayabiliyordu 
çünkü hissettiği dayanılmaz suçluluk duygusunu ancak bu şekilde 
azaltabilecekti. 
Sükûnetini tamamen koruyup bu rahatlamayı Nat'e sunmadığı için 
küçük bir tatmin duygusu hissetti. Sonuçta Flora da insandı. 
Genç adam gidene ve kâhya Irwin ön kapıyı arkasından çok sıkı bir 
şekilde kapayana kadar bekledi. Ardından, kızlarını bir kontes olarak 
görmeye ilişkin en kıymetli rüyalarının sona erdiğini söylemek üzere 
annesiyle babasını bulmaya gitti. Kendisine geleceğe dair ikinci bir şans 
verilmesinin neden olduğu rahatlık patlayacakmış gibi hissedene kadar 
kalbinde büyümeye devam etti. 
Tuhafiyeci Bayan Morton, Lizzie için mavi puantiyeli kumaşı paket-lerken, 
"Elbette haberleri duymuş olmalısınız," dedi. "Bayan Minchin bu 
sabah düğününü iptal etti!" İpe uzanıp uzman işi bir düğüm attı. 
"Kendimi çok perişan hissediyorum; pek çok hanımefendi bu etkinlik 
için benden elbise ve şapka satın almıştı ve şimdi kimse onları 
görmeyecek! Bu büyük bir talihsizlik ve Bayan Minchin'in yaptığı büyük 
bir düşüncesizlik... Ayrıca sadece bir bankerin kızıyken bir kontu terk 
etmek neden? Sizce daha iyi bir teklif mi aldı? Bir dükten mi acaba? 
Kasabaya yeni bir dük mü geldi? Otuz altı şilin ve altı peni, lütfen, Leydi 
Elizabeth. Terziliğe mi başladınız? Buradan hiç kıyafet almıyorsunuz." 
"Evet," dedi Lizzie. Bozuk para bulmak için çantasını karıştırdı. 
Biraz tuhaf hissediyordu. Yorgunum, diye düşündü. İyi uyuyamadım. 
Hepsi bu. Parayı bulmaya odaklanmaya çalıştı ama kulakları 
uğulduyordu.
Flora düğününü iptal etmişti. Bunun olmaması gerekiyordu. Nat üç 
saat içinde evleniyor olmalıydı. Göller Bölgesi'ne ve oradan da York 
yakınındaki Waterhouse Malikânesi'ne gidecekti. Onu bir daha görmek 
zorunda kalmayacaktı ve böylece önceki gece olan bitenler 
gerçekleşmemiş gibi rol yapmaya devam edebilecekti... 
Biraz sertçe, "Otuz altı şilin, Leydi Elizabeth," dedi Bayan Morton. 
"Ve çek yerine nakit olsun, lütfen. Bankalara güvenmiyorum." 
"Elbette," dedi Lizzie uyuşuk bir şekilde. Tezgâhın üzerine rastgele 
birkaç bozuk para koydu. Yandığını hissediyordu. Belki de kasabaya 
gelmesi bir hataydı. Nat'in onu görmek için uğraması ihtimaline karşın 
Fortune Malikânesi'nde kalmak istememişti ama yanına arkadaş da 
almamıştı. Bu sabah her şeyin neden bu kadar zor ve karışık geldiğinden 
emin değildi. Zihni kurşunla ağırlaşmış gibiydi. 
Bayan Morton bozuk paralan sayarak, "Artık neredeyse bütün 
mirasçılar evlendiği için servet avcılarının çoğunun kasabayı terk ettiğini 
duydum," dedi. Bozuk paraların yumuşak tıkırtıları çok yüksek 
geliyordu ve Lizzie'nin başını ağrıttı. "Yazık... Üvey ağabeyinizin 
hanımefendilerin paralarını alma planı buradaki pek çok işletmenin işine 
gelmişti çünkü çok fazla yeni alışkanlık kazandırmıştı. Sanırım artık 
sahip olunacak başka servet kalmadığından bir beyefendi için 
Londra'dan buraya seyahat etmenin de anlamı kalmamıştır." 
"Sanırım öyledir," dedi Lizzie. "Ve iyi de oldu. Monty'nin dra-homalarımızın 
yarısını almak için Dam Vergisi'ni kullanma planlan 
kösteklendiği için memnunum," diye ekledi. "Para gasp etme yöntemleri 
tam bir rezalet." 
Bayan Morton büyük bir hazla, "Adam tam bir zampara," dedi "ve 
kardeşinin de ondan kalır yanı yok! Genç Tom'un küçük Bayan C ole'a 
yaptıkları... Yani, Bayan Cole artık hiçbir zaman saygıdeğer bir evlilik 
yapamayacak, değil mi?" Bayan Morton başını iki yana salladı. "Ve arük
Bayan Minchin'in de şansı kalmadı... Yeni skandalin ne olduğunu merak 
ediyorum çünkü olmak zorunda, Leydi lilizabeth. Etrafta dolaşan bir 
skandal yoksa hiçbir kız, düğününü lam da tören sabahında iptal etmez. 
Söylemişti dersiniz!" 
Etrafta dolaşan skandal... 
Lizzie'nin içinde keskin ve canım acıtan bir şey döndü. Nat'i ve 
önceki geceyi düşündü ve bu anıyı hızlı bir şekilde zihninden 
uzaklaştirdı. O sabah uyandığında bunun üzerinde bir daha asla 
düşünmemeye karar vermişti ama bu, iptal olan düğünü duymadan 
önceydi. Flora düğünü neden iptal etmişti? Elbette Nat ona olanları 
anlatmış olamazdı, değil mi? Bu imkânsızdı. Lizzie neler olduğunu 
öğrenmek için deliriyordu fakat bunu öğrenmek Nat'le yüzleşmek ve 
onunla konuşmak zorunda kalmak demekti ve hisleri hâlâ bu kadar 
hamken bundan daha kötüsü olamazdı. Panik, onu nefessiz bırakarak 
boğazında yükseldi. 
Hiçbir şey olmadı, dedi kendi kendisine. Hiçbir şey olmadığından, 
hiçbir skandal da yoktu. 
Para üstünü tezgâhın üzerinden toplamaya çalıştı ama bozuk 
paralar kayıp yere saçıldı. Bayan Morton delici kahverengi gözlerindeki 
merakla ona bakıyordu. "İyi misiniz, Leydi Elizabeth? Bu sabah biraz 
dikkatiniz dağınık görünüyor. Bozulmuş nişan hakkında," yüzeysel bir 
kahkaha attı, "bir şeyler bilip bilmediğinizi merak ettim. Sonuçta Lord 
VVaterhouse'un iyi bir arkadaşısınız, değil mi? Hem de çok iyi bir 
arkadaşısınız." 
Lizzie parasım almak için eğildi. Cevap vermedi. Mağaza havasız 
geliyordu. Biraz başı dönüyordu. 
"Ve geriye kalan en zengin mirasçısınız," diye devam etti Bayan 
Morton'un sesi tepeden. "Hem de çok zengin bir ödülsünüz. Üvey 
ağabeyiniz servetinizin yarışım çalmadan önce evlenecek misiniz, Leydi 
Elizabeth?" 
Mağazanın kapısı açıldığında bir ses çıkıp zil gürültülü bir şekilde
çaldı. Lizzie yerinde sıçradı. Aniden ayağa kalktı. Nat VVaterhouse içeri 
girmişti ve sadece birkaç adım ötede duruyordu. Yalmzca bir dakika 
önce onu düşünürken birdenbire ortaya çıkıvermesi, ani bir şaşkınlıkla 
Lizzie'nin başı döndürdü. Kendisini dengede tutmak için bir elini uzattı 
ama tezgâhın pürüzsüz ahşabı parmaklarının altından kaydı. Kahretsin, 
keşke her şey hakkında bu kadar garip hissetmeseydi... 
Hiçbir şey olmadı... 
Nat çok yorgun görünüyor, diye düşündü. Sanki hiç uyumamış 
gibi gözlerinin etrafında derin çizgiler vardı ve dudaklarına nemrut bir 
ifade yerleşmişti; ama hâlâ Lizzie'nin bacaklarının titremesine neden 
olacak kadar korkutucu görünüyordu. 
"Leydi Elizabeth," dedi başıyla selam vererek. 
Lizzie, hâlâ eskisi gibi görünüyor, diye düşündü. Geçen haftaki 
görünümünden hiçbir farkı yok, o halde neden onu farklı bir şekilde 
görüyorum? Neden onu âşığım olarak görüyorum, neden hâlâ onu 
sevdiğim ve bu canımı acıtüğı için, bu şekilde düşünmek istemesem de 
gözlerinde bana cevap veren bakışı görüyorum... Bu sanki bütün 
hislerimi açıkta bırakmışım ve ona karşı hiçbir savunmam yokmuş gibi 
canımı acıtıyor. 
"Lord VVaterhouse!" Bayan Morton hızlı bir şekilde hareket 
ediyordu. "Nişanınızın bozulduğunu duyduğum için öyle çok üzgünüm 
ki..." 
"Teşekkürler, Bayan Morton," dedi Nat. Gözlerini Lizzie'den 
ayırmadı. Herhangi bir açıklamada da bulunmadı. 
Lizzie ile kapının arasında duruyordu. Lizzie, dışarı çıkamaya-cağını 
anladı... ve Nat'in bunu onu yüzleşmeye zorlamak için kasıtlı 
yaptığını da. Aniden mağazanın duvarlarının üstüne kapandığını ve 
Bayan Morton'un mallarını göstermek için etrafa ustaca yerleştirdiği tüm 
kumaş toplarının onu boğmak üzere saldınya geçtiklerini hissetti. 
"İyi misiniz, Leydi Elizabeth?" Bayan Morton'un sesi heyecanlı
çıkmıştı. "Çok solgun görünüyorsunuz. Bayılmayasınız?" 
"Elbette ki hayır/' dedi Lizzie. "Ben bayılmam. Sıcak bir gün... 
Hepsi bu. Teşekkür ederim, Bayan Morton. İyi günler, Lord VVater-house." 
Nat'e bakamayacağını anlamıştı. Genç adam, Lizzie'ye daha da çok 
yaklaşmıştı ve onun bu yakınlığı genç kadım konuşmaktan ya da 
hareket etmekten aciz bir halde, yerine sabitlemiş gibiydi. Genç adamın 
varlığım çok yoğun bir şekilde hissediyordu. Bayan Morton'un yüzünde 
son derece sinsi bir merak ifadesiyle bir kendisine bir Nat'e baküğını 
hissedebiliyordu. 
"Size eşlik edebilir miyim, Leydi Elizabeth?" diye mırıldandı Nat. 
Elini uzatıp dirseğinden tuttu. Lizzie sinir uçlarındaki ürpertiyi hissetti. 
Kalbi hızlandı, kaburgalarına çarparak a a verici şekilde atmaya başladı. 
Nat'in dokunuşu onu daha önce hiç heyecanlandırmamıştı. Genç kadım 
aündan indirdiğinde veya arkadaşı olarak bir baloda ya da sayısız başka 
davette ona eşlik ettiğinde, geçmişte ona bin defa dokunmuş olmalıydı. 
Ancak şimdi zihni umudunu kesmiş olsa bile vücudu hevesle 
ürperiyordu. 
"Teşekkür ederim ama hayır," dedi Lizzie hızlıca. "Yapacak işlerim 
var." 
"O halde size eşlik edeceğim." 
"Hayır, aslında..." 
"Sizinle konuşmayı çok isterim," dedi Nat. Şimdi sesinde Lizzie'nin 
bakışlarım keskince kaldırıp onunkilere buluşturmasına sebep olan 
çelikten bir ima vardı. Kara bakışları acımasızdı. "Sanırım konuşacak 
meselelerimiz var." 
"Hayır..." 
"Gerçekten de var." 
Bayan Morton'un bakışları istekliydi. Lizzie içinde paniğin alev-lendiğini 
ve bütün vücuduna yayılıp onu titrettiğini hissetti. Ardından 
kapı tekrar çaldı ve mağazaya iki hanımefendi girdi. Lizzie kolunu
Nat'in kavrayışından kurtarıp açık kapıdan geçti ve sokağa çıktı. 
Nereye kaçmalıydı? Nereye saklanmalıydı? 
Nat kendini mağazadan kurtarıp peşinden gelmeden önce çok az bir 
zamanı olduğunu biliyordu. 
Onunla konuşamazdı. Sadece düşüncesi bile içini öyle bir buz 
kestirdi ki sıtma ateşi geçiriyormuşçasına titredi. Çok korkunç bir hata 
yapmıştı ve bununla baş edebilmesinin tek yolu, bu olay hiç 
gerçekleşmemiş gibi yapmaktı. Eğer Nat'le konuşursa, Lizzie'yi bu 
durumla yüzleşmeye zorlayacaktı ve genç kadın bunu yapamazdı. 
Kaç, diye düşündü Lizzie. Bütün hayatı boyunca, her zaman 
kaçmıştı. Annesinden de böyle görmüştü. Tek bildiği buydu. 
"Leydi Elizabeth!" 
Arkasını döndü. Nat, kalabalık sokağın izin verdiği kadar hızlı bir 
şekilde ona doğru geliyordu. Fortune's Folly'de cumartesi günleri her 
/.aman hareketliydi. Yol atlarla ve at arabalarıyla, alışveriş sepetlerini 
taşıyan kadınlarla ve onların eteklerine yapışmış çocuklarla, gezinen 
beyefendilerle ve vitrinlere göz atan hanımefendilerle doluydu. Nat 
acımasız bir kararlılıkla ilerleyerek hiçbirine aldırış etmedi. Lizzie 
gördüğü ilk pasaja saptı, perukçuyu ve parfümeriyi geçti, porselen 
mağazasına girdi. Uçuşan etekleri Londra'dan yeni gelmiş olan kaliteli 
Wedgwood tabaklarının sergilendiği yere takılıp yere düşmelerine neden 
oldu. Mağaza sahibinin öfkeli bağırışına rağmen durmadı, arka kapıya 
doğru aceleyle devam etti, bir geçitten geçti, çürümüş bir lahanaya 
takıldı ve bir tavuğun canı pahasına koşmasına neden oldu. Kafasında 
Nat'in porselen satıcısına para vermek için duracağını canlandırdı. 
Bunun kendisine birkaç dakika kazandıracağını biliyordu. Nat'in, 
kırdıklarının sorumluluğunu almak zorunda kalacağını biliyordu. Bu 
onun her zaman yaptığı türden bir şeydi. 
İçine ani bir sana saplandı. Tune Nehri'nin üzerindeki köprünün taş 
korkuluğunun kenarına yaslanıp nefes almaya çalıştı. Eteklerine
yapışmış lahana yaprakları vardı. Nehrin öteki tarafında ağabeyinin 
emlak simsarının, alışveriş yapıp kaplıcayı ziyaret eden ya da Fortune 
Yolu'nda yürüyüş yapanların arabalarını çimenliğe çeken arabacılardan 
ödeme aldığını görebiliyordu. Bu Monty'nin önceki ay önayak olduğu, 
köpek vergisinden sonra bulduğu son para kaynağıydı. Kütüphanenin 
dışına çekilmiş olan Vickery armalı bir araba gördü. Belki de Alice 
kasabadaydı ve alışverişini bitirdikten sonra onu ziyaret etmeye 
niyetliydi. Lizzie bir an arkadaşım görmeyi ümitsizce arzuladı ve 
ardından bunun mümkün olmadığım fark etti. Alice onu çok iyi 
tanıyordu. Bir şeylerin ters gittiğini amnda anlardı, Lizzie de ona gerçeği 
anlatırdı ama rol yapmak zorunda kalacağı için bu bir felaket olurdu. 
Eğer rol yapmaz da her şeyi anlatırsa ve Alice ona sempati duyarsa, o 
zaman her şeyi kaybederdi. Çünkü ızdırap içinde darmadağın olur ve 
Nat'i sevdiğini ağzından kaçırırdı. Bunun neden olacağı aşağılama ve 
kayıp onu boğardı. 
“Leydi Elizabeth!" 
Lizzie aniden doğruldu. Nat, köprünün üzerindeki at arabaları 
arasında ilerliyor, artık sinirli ve üstü başı dağımk görünüyordu -onun 
da ceketinde kabak yaprakları vardı- ama hâlâ çok ama çok kararlıydı. 
Ah, Tanrım. Kaçma vakti... 
"Seninle konuşmak istemiyorum!" diye bağırdı Lizzie, arabalara 
bağlı birkaç ati korkutarak. "Git buradan!" Leydi Wheeler'm ürkmüş 
yüzünün arabaların birinden ona baktığım gördü ve içinde histerik bir 
kahkahanın yükseldiğim hissetti. 
"Terbiyesiz kız!" Leydi Wheeler'm dudakları kımıldadı. Lizzie ne 
söylediğini anlamak için onu işitmeye gerek duymuyordu. "Vahşi, asi, 
rezil..." 
Ne kadar büyük bir rezillik yaptığım bilselerdi... 
Kalbi kırık olduğu için ona daha ince davranırlar mıydı? 
"Lizzie!" diye bağırdı Nat. 
Lizzie tehlikeli bir şey yapıp iki arabanın arasına daldı. Arabacının
küfrettiğini duydu ve atların sıcak nefeslerini yüzünde hissetti. Korkuluk 
duvarının üstünden köprünün altına, suyun kenanndan nehrin öteki 
tarafındaki kasabaya, balmumu kokusunun burun deliklerine dolduğu, 
ahşap panltısıran gözlerini kamaştırdığı, dağınık yansımasının satılık 
olan sayısız aynadan ona baktığı marangoz dükkânlarının arasına... 
Dışarıdaki kaldırıma takılmak üzereyken birisi onu tuttu ama içi panikle 
dolsa bile bunun Nat değil de şapkasını kaldıran, gözlerinde takdir 
pırıltıları bulunan başka bir beyefendi olduğunu anladı. Nat'in kalabalık 
içinden kendisine yol açtığını görebiliyordu. Hiç vazgeçmeyecek miydi? 
Bir faytona bindi. "Fortune Malikânesi'ne, çabuk!" 
Arabacı atı kamçıladı ve Nat yan taraftan içeriye atlayamadan önce 
uzaklaştılar. Lizzie uzaklaşırlarken onun yüzündeki öfkeli ifadeyi gördü. 
Faytona binmek bu günlerde iki katı pahalıydı çünkü Sör Montague 
şoför ücretlerinin yarısını vergiye bağlamıştı. Pekâlâ, ağabeyinin bu defa 
kendi vergisini ödeyebileceğini düşündü Lizzie. Zaten cüzdanı boştu ve 
mavi puantiyeli muslin kumaş topunu sokakta bir yerlere düşürmüştü. 
Bunun için geri dönmeyecekti. Zaten onu en başta neden aldığından da 
gerçekten emin değildi. 
Önemli olan, Nat'ten tekrar kaçabilmiş olmasıydı. Arkasına 
bakmadı.
(Dördüncü ‘Böfüm 
Lanet olası kadın! Onu Fortune's Folly'nin bütün arka sokaklarında takip 
etmişti. Porselen tüccarına para vermek, öfkeli arabacıyı yatıştırmak ve 
birkaç ürkek atı sakinleştirmek zorunda kalmıştı. Lizzie'nin vicdanı ve 
cüzdanı gibi davranmaktan bıkmıştı artık. Genç kadın şımarık ve dik 
başlıydı ve sorumluluklarıyla asla yüzleşmiyordu. Onu tanıdığı günden 
beri kaçıyordu. 
Şimdiyse Nat'ten kaçıyordu. 
Nat saçlarını düzeltip nefesini yavaşlattı ve faytonun kaldırım 
taşlarının üzerinde, tekerleklerin gürültüsü ve bir yaz tozu bulutuyla 
gözden kaybolmasını izledi. Lizzie geriye dönüp de bakmadı. Başının 
eğimi, hasır şapkasının arkası bile küstah görünüyordu. Ama genç kadının 
gözlerini görebilmişti ve onlarda korku vardı. 
Bir çukurda duran mavi muslin paketini almak için eğildi. Lizzie'nin 
bunu neden aldığım sadece Tanrı bilebilirdi. Elinde bir iğneyle dünyamn 
en başarısız kadımydı ve her zaman nakış ve terziliği küçümsemişti. 
Nat göğsünün derinliklerinde bir sızı hissetti. Lizzie'yi çok iyi 
tanıyordu. Yıllardır arkadaşlardı. Ona değer veriyordu. Başı beladayken 
yardım için Nat'e koşan bu genç kadının şimdi ondan kaçması canını 
acıtıyordu. Neden kaçtığını bile anlamıyordu fakat bunun olanlar 
yüzünden onunla karşılaşamayacak kadar çok şaşırmış, korkmuş ve 
utanmış olmasından kaynaklanması gerektiğini düşünüyordu. Ama Nat'e 
bir izin verse her şeyi yoluna koyabilirdi. İlk adım atılmıştı. Flora'yla 
nişanını bozmuştu, onun yerine Lizzie'yle evlenmekte özgürdü. Ona kendi 
isminin sağladığı korunmayı sunabilir ve kaybettiği servetin yerine de
genç kadının servetim sahiplenebilirdi. 
Keşke evlilik teklifini dinlemesine yetecek kadar Lizzie'nin hareketsiz 
kalmasını sağlayabilseydi. 
Keşke teklifini kabul etseydi. 
İşin içinde Lizzie varsa her şey mümkündü. 
Kahverengi kâğıt paketi ellerinin içinde büktü ve paketin yırtıldığını 
duydu. Bunu Fortune Malikânesi'ne şahsen götürüp Lizzie'nin onu 
görmesini talep edebilirdi. Fakat Lizzie'nin onunla konuşmak yerine çaüya 
tırmanıp tekrar ormana kaçma ihtimali vardı. 
Bir an için Lizzie'nin arkadaşlarından birisine, Laura Anstruther'a ya 
da Alice Vickery'ye gidip yardım isteme fikri üzerinde durdu. Bu bir çeşit 
açıklama gerektireceği ve arkadaşları iptal edilen düğün hakkında zaten 
meraklandıkları için isteksizce bu fikri reddetti. Sağdıçları Dexter ve 
Miles'tan neler döndüğünü soran notlar almıştı. Sağdıçlarının eşlerinden, 
onun adına Lizzie'yle konuşmalarını istese tahminler havada uçuşurdu ve 
hiçbiri asla bir dedikodu veya skandal yaymayacak olsa da, Lizzie'yi 
böylesi varsayımlara dahi maruz bırakamazdı. Hayır, bunu yardım 
almadan çözmek zorundaydı. Felaketi kendi eseri olduğu için böylesi 
uygundu. Keşke daha güçlü, daha iradeli, daha kontrollü olsaydı. Keşke 
Lizzie'yi fiziksel olarak bu kadar çekici bulmuyor olsaydı, keşke yersiz 
olduğu kadar şok edici olan ve içini yiyip bitiren cinsel bir ihtiyaçla hâlâ 
onun için arzu duymasaydı. Ama yine de, onunla evlenirse bu arzu artık 
uygunsuz ya da tatmin edilmemiş olmayacaktı. İsterse onunla her gece ve 
gün boyu, istediği kadar sevişebilir, beklenmedik şehvetini saygıdeğer 
evlilik yatağında giderebilirdi. 
Fortune Sokağı, bir cumartesi öğle vaktinde büyük bir ereksi- yon için 
uygunsuz bir yerdi. Nat muslin paketi stratejik bir şekilde konumlandırdı. 
Lizzie'yle evliliği sağlama alana kadar onunla yatmayı düşünmeyi 
bırakmak zorundaydı. Her şeyi düzgün bir şekilde yapmak zorundaydı. 
Geç olması, hiç olmamasından daha iyiydi.
Bayan Minchin sinir krizini atlattıktan ve Bay Minchin de öfke saçmayı 
bıraktıktan sonra Flora, uşağı ve boşa çıkarılabilecek kadar hizmetçiyi 
çağırıp düğüne gelecek bütün misafirlere nikâhın iptal edildiğini ve 
rahatsızlık verdiği için son derece pişman olduğunu belirten notlar 
göndermişti. Ardından ailesine tek başına yürüyüşe çıkacağını haber 
vermişti ve yaşananlar yüzünden içinde bulundukları sarhoşluk haliyle 
ailesi ona karşı çıkmamıştı. Flora hayatında onları ilk defa kızdırmıştı ve 
onların da buna şaşırıp kalmalarını anlayabiliyordu. Çünkü şimdiye kadar 
onları bir dakika bile endişelendirmemişti. Fakat birdenbire onlar için bir 
yabancı haline dönüşmüştü. 
Evden çıkmış ve kasabadan uzaklaşıp bozkırlara doğru sapmıştı. 
Aklında belirli bir istikamet yoktu, sadece ayaklannın götürdüğü yere 
gidiyordu. Güzel bir yaz günü ve bir düğün için mükemmel bir gün 
olduğunu fark etti. Tarla kuşlan tepede ötüyor ve mavi gökyüzüne doğru 
çıkükça şarkıları yavaşça kayboluyordu. Yolun kenarından kır çiçekleri 
fışkırmışta. Az sonra kendisini tepenin üzerinde, kasabanın çok 
yukarısında buldu. Kilisenin gökyüzünü delen çan kulesiyle, nehrin geniş 
kıvamıyla, eski manastır harabeleri ve köprüyle, insanların güneşin altında 
gezinip dedikodu yaptıkları Fortune Yolu'yla Fortune's Folly önünde 
uzanıyordu. 
Aşağıya baktı. Ayakkabıları mahvolmuştu. Yollar yazın bile kirli ve at 
arabası tekerleklerinin bıraktığı izlerle kaplı olduğundan kaim çizmelerini 
giymeden dışarı çıkmakla aptallık etmişti. Artık bütün parasını Nat 
Waterhouse'a vermeyeceği için en sonunda yeni bir çift ya da yüz çift 
ayakkabı almaya parasının yeteceğini düşündü. Hislerini incelemeye 
çalıştı. Düğünün iptal olmasına üzülmüyordu. Elbette Nat'le evlenebilir ve 
ona iyi bir eş olabilirdi çünkü buna inanmak üzere yetiştirilmişti. 
Hayatında hep bunu yapacağını düşünmüştü. Yine de tuhaftı ki her 
zaman daha fazlası ya da farklı bir şey olması gerektiğini biliyordu. İş 
evliliği de bir yoldu; toplumun genelinin ve özellikle annesinin onun
adına karar verdiği ve kendisinin de karşı çıkmadığı bir yol. Ama şimdi... 
Pekâlâ, kendini aniden özgür hissetmişti ve bu oldukça garip geliyordu. 
Duvara oturdu. Taşın keskin köşeleri poposuna ve kalçasına battı, 
rahat etmeye çalışarak kımıldandı. Nefessiz kalmıştı. Sıcak bir sabahtı ve 
güneş gökyüzünde yükseliyordu. Ayrıca dayanıksız ayakkabılar giydiği 
gibi, bir şapkası ya da güneş şemsiyesi olmadan dışarı çıkmıştı. 
Sağ tarafındaki arazilerde çalışan adamlar vardı. Bir tanesini 
tanıyordu; bu Leydi Vickery'nin ağabeyi Lowell Lister'dı. Onun Alice 
evlenmeden önce Fortune's Folly'deki etkinliklerde annesine ve kız 
kardeşine eşlik ettiğini görmüştü. Elbette ki Flora'yı hiç dansa 
kaldırmamıştı. O bir çiftçiydi ve kendisi de bir hanımefendiydi. Kız 
kardeşine bir servet miras kalmasına ve bir lordla evlenmesine rağmen bu 
uygun olmazdı. 
Flora, otları biçerek arazide çalışan Lowell'i ve adamlarım tembelce 
izledi. Lowell, Alice kadar sarışındı ve sürekli dışarıda zaman geçirdiği 
için fazlasıyla bronzlaşmıştı. Genç adamın vücudu akışkan bir güçle 
hareket ediyordu; eğilip tırpanı kullanışında yumuşak bir esneklik vardı. 
Arazide sistemli bir şekilde çalışırken Lowell'ın kollarında beliren kasları 
görebiliyordu. Irgatlarına örnek oluyor, diye düşündü. Diğer adamlar 
emek harcarken oturup izleyecek türden bir işveren değildi. 
Lowell doğruldu ve san saçlanru alnından geriye itti. Taştan ma-tarasını 
dudaklarına kaldırdı ve kana kana içti, yutkunurken boğazı 
hareket ediyordu. Ardından matarayı tutan elini yanına indirdi ve 
dosdoğru Flora'ya baktı. Gözleri yaz semasıyla aynı derin maviliğe 
sahipti. Flora nın kalbi hızlandı. Aniden kendisini gerçekten çok ama 
çok sıcak hissetti. 
Genç adam ona doğru yavaşça yürümeye başladı. Flora'nın göğ-sünde 
panik yükseldi ve aceleyle ayağa kalktı. Etekleri keskin taşa 
takıldı ve bir şeylerin yırtıldığını duydu. Hızlıca yola düştü ve tek 
kelime etmeden kasabaya doğru aceleyle ilerledi. Lowell'in hâlâ onu 
seyrettiğini hissedebiliyordu, vücudundaki bütün dokular ona bunun
böyle olduğunu söylüyordu ve yirmi adım kadar gittikten sonra 
geriye bakmak için döndü. Lowell duvann kenarında duruyordu ve 
parmaklarında elbisesinden yırtılan san bir muslin parçası vardı. 
"Bekle!" diye Flora'ya bağırdı. 
Flora tereddüt etti. Lowell duvar hattından aşağıya indi ve Flora 
ya yaklaştığında, kıvrak bir hareketle duvarın üzerinden atladı. Flora 
nefes almaya bile vakit bulamadan önce yanında bitivermişti- Ç°k 
enerjik ve hayat dolu, bugüne kadar tanıdığı bütün erkeklerden öyle 
farklı görünüyordu ki duyulan bir an için sersemledi. Genç adamdan 
gelen çimen ve güneş kokusunu alabiliyordu. Lowell kendisine 
gülümsediğinde Flora kalbinin göğsünün içinde tuhaf bir şekilde 
sendelediğini hissetti. 
Tepelerde yürümek için sıcak bir gün," dedi. Sesindeki yerel şive 
seçilebiliyordu. Annesi ve kız kardeşinin aksine bunu hiç y°k etmemişti. 
"İçmek ister misiniz?" Matarayı uzattı. 
Flora matarayı alıp kuşkulu bir şekilde baktı. Bir dakika sonra 
Lowell güldü ve kapağını onun için açıp geri verdi. Dudaklarını daha 
önce genç adamın dudaklarının olduğu yere yerleştirdi ve bolca içti. Sıvı 
soğuktu, lezzetli bir şekilde canlandıncıydı ve elma tadındaydı. 
Biraz daha içti ve Lovvell'm, gözlerinde gülücüklerle onu izlediğini gördü. 
Flora utandığını hissetti ve önce matarayı silip silmemesi gerektiğini 
bilemeden şişeyi ona geri verdi. 
"Teşekkürler," dedi. 
"Bayan Minchin, değil mi?" dedi Lowell. "Flora?" 
Adını söyleyiş şekli hoşuna gitti. Kulağa çok hoş geliyordu. 
Başıyla onayladı. "Siz de Lowell Lister'siniz." 
Abartılı ve alaycı bir baş selamı verdi. "Burada tek başına ne 
yapıyorsun, Flora?" diye sordu. 
"Düşünmek istedim," dedi Flora. Kendisini garip hissetmeye 
başlamıştı. Duvarın yanındaki dişbudak ağacının yeşil yapraklarının
arasından güneş süzülüyor ve göz kapaklarında desenler çıkararak 
hareket ediyordu. Oturup ağırlaşmış başını sağlam ağaç gövdesine 
yaslamak istiyordu. Hâlâ Lowell'ın elinde duran mataraya şüpheli bir 
şekilde baktı. 
"O... o... elma şarabı mı?" Elma şarabının tehlikeli olduğunu 
duymuştu. 
Lowell gülümsedi. "Evet. Biraz daha ister misin?" 
"Hayır, teşekkür ederim," dedi Flora. "Bana engel olmalıydınız. Elma 
şarabı bir hanımefendiye uygun bir içki değil." 
Lowell güldü. "Sana neden engel olayım ki? Ne istediğine kendin 
karar veremiyor musun?" 
Flora ona baktı. Gözleri masmaviydi ama yeşil ve altın noktalarla 
beneklenmiş ve simsiyah kaşlarla çevrelenmişti. 
"Elbette ki karar verebilirim," dedi alıngan bir şekilde. Tümseğin 
üzerine oturdu. "Bugün düğünümü iptal ettim. Benim kararımdı." 
Lowell'in gözleri büyüdü. Yavaşça başını salladı ve yanına oturdu. 
"Buraya geldiğinde düşünmek istediğin şey bu muydu?" diye sordu. 
Flora yan gözle ona baktı. Gömleğinin kollarım katlamıştı, kollan 
esmerleşmiş ve güneşte parlayan tüylerle süslenmişti. Flora'nın boğazı 
kurudu. Belki de, diye düşündü, biraz daha elma şarabı içmeliyim. 
"Evet," dedi. "Düğünüm ve... diğer şeyler hakkında da düşünmek 
istedim." 
"Konuşmak ister misin?" dedi Lovvell. 
"Evet," dedi Flora. Ona bakarken onunla konuşmayı gerçekten de çok 
istediğini fark etti. "Evet, sizin için de uygunsa."
"Sevgili Leydi Elizabeth!" dedi Leydi Wheeler abartılı bir şekilde. "Bu 
.ıkşam bizimle olmanız ne büyük bir mutluluk! Çok hoş bir sürpriz!" I 
izzie'yi titrek kolları ve çırpınan drapeleriyle dev bir gece kelebeği gibi 
sürükledi. Lizzie, kadının ateşin yanına fazla yaklaşmamasını umdu 
yoksa bir felaket çıkabilirdi. 
"Normalde etkinliklerimizi asla onurlandırmazsınız," diye devam 
etti Leydi Wheeler. "Ne asil yüreklisiniz!" 
"Rica ederim," diye mırıldandı Lizzie. Fortune's Folly'deki pek çok 
kişi onun bir kont kızı, dolayısıyla da kendileri içi fazla iyi olması 
sebebiyle etkinliklere katılmaya nadiren tenezzül eden korkunç bir 
/.iippe olduğunu düşünüyordu. Esasında çok fazla insan ona o kadar 
yüzsüzce yağ çekiyordu ki akşam yemeklerinden ve balolardan çekinir 
olmuştu. Ayrıca Sör Montague de genç kızın vasisi olarak rolünü 
fazlasıyla ihmal ediyordu ve Lizzie'nin ne yapıp yapmadığını lıiç 
umursamıyordu. 
Lizzie'nin aslında o akşam Leydi Wheeler'm akşam yemeğine giden 
ağabeylerine eşlik etmek gibi bir niyeti yoktu. Lydia'ya yaptıklarından 
dolayı Tom'dan nefret ettiğinden onunla bugünlerde neredeyse hiç 
konuşmuyordu. Monty'yi bir nebze daha iyi buluyordu çünkü tek 
yaptığı bir sünger gibi içmek ve halkının parasını sömürmek için bir 
sonraki saldırısını planlamaktı. Ama Leydi Wheeler davetiyeyi şahsen 
vermek için geldiğinde kızı Mary Lizzie'nin kolunu yakalamış ve onu 
yandaki bir odaya sürükleyip yemeğe katılması için ona yalvarmıştı. 
Mary kahverengi gözleriyle yalvararak, "Lord Armitage beni terk 
ettikten sonra annem ve babamın benden ne kadar nefret ettiklerini 
biliyorsun," demişti. "Artık herhangi bir talibi uygun görmeye hazırlar 
ve buna katlanamıyorum. Tom'la, hatta Sör Montague'yle bile bir teklifte 
bulunmaları halinde evlenmem için beni zorlayacaklarına eminim. 
Kendimi, satılmayı bekleyen ödüllü bir kuzu gibi hissediyorum... Hatta 
belki de ödüllü bile değil, pazarın en sonunda kalan, kimsenin satın 
almak istemediği bir kuzu."
Lizzie içinden Mary'nin büyük kahverengi gözleriyle daha çok bir 
buzağı gibi göründüğünü düşündü ama ilk defa olsun karşılaştırmayı 
sesli bir şekilde yapmayacak kadar nazik davranmıştı. Sesinin rahatlatıcı 
çıkmasına çaba göstererek, "Pekâlâ, Monty hakkında şüphelenmen 
gerektiğini sanmam," demişti. "İnsanların servetlerine başka yollarla el 
koyabileceğini anladığından beri evlenmek için fazla bir isteği yok. Ama 
Tom..." Tom'un zengin olan, etekli herhangi bir şeyle evlenebileceği 
oldukça doğru olduğundan iç geçirmişti. Tom, serbest olduğunu duyar 
duymaz Flora Minchin'i ziyaret etmeye gitmişti. 
Mary, "Lütfen, salı gecesi gel," diye yalvarmıştı tekrar. "Beni 
korumana ihtiyacım var, Lizzie!" 
Lizzie istemeye istemeye kabul etmişti. Bir sosyete fahişesiyle kaçan 
nişanlısını aniden kaybettiği için Mary'ye üzülüyordu. Mary değersiz 
Stephen Armitage'a umutsuz bir şekilde âşıktı ve ihaneti ona feci bir 
şekilde çarpmışta. Lizzie'ye göre Armitage alçağın tekiydi ve Mary ona 
duyduğu aşkla güçsüzleştiği için bir aptaldı ama bu Mary'nin acısını 
daha az kılmazdı. Nat'e karşı duyduğu hislerin verdiği içgörüyle Lizzie, 
Mary'nin ne kadar acı çektiğini anlayabiliyordu. 
Leydi Wheeler'in arkasından salona giderken en azından Nat'le 
VVheeler'ların evinde karşılaşmasının pek olası olmadığını düşündü. 
VVheeler'lar Lizzie'nin grubuyla sosyalleşmeye eğilimli olmadıklarından 
ne Nat'in ne de diğer yakın arkadaşlarından herhangi birinin orada 
olması olası değildi. Bu da ona nefes almak için ihtiyaç duyduğu .ilanı 
sağladığından bir lütuftu. Bu ona gönlünün serbest olduğuna dair rol 
yapma pratiğini geliştirmesine olanak tanıyordu. Yeni bir kabuk 
oluşturmasına yardımcı oluyordu; böylece yavaş yavaş, adım adım, 
Nat'le olanları unutabilir ve dışarıdan aynı görünse de dünyasını 
temellerinden sarsmış korkunç bir hata yaptığı için içinde çok 
savunmasız hisseden Lizzie Scarlet'ı yeniden keşfedebilirdi. 
Lizzie, Nat'i bir haftadır görmemişti. Fortune's Folly'de ondan 
kaçtığı günden sonraki beş gün boyunca Nat, malikâneyi ziyaret etmişti.
Lizzie iki defa rahatsızlığını bahane etmiş, üçüncüsünde evde olmadığı 
yalanım söylettirmiş, dördüncü ve beşinci seferlerde de saklanmıştı. 
Nihayet Nat uğramayı kesmişti ve Lizzie hizmetkârların 
dedikodularından, Nat'in babası hasta olduğu için birkaç günlüğüne 
Waterhouse Malikânesi'ne çağrıldığını duymuştu. Son derece 
rahatlamıştı. Hâlâ onunla soğukkanlılıkla yüzleşebilecek durumda 
değildi; hisleri hamdı, Nat'i sevmenin acısı ve genç kadının, onun 
kendisine duyduğu hisleri yanlış anlamış olmasının kederi bir türlü 
azalmıyordu. 
Arkadaşı Alice Vickery'yi görmeyi reddetmekten mutluluk duy-mamıştı. 
Alice de birkaç defa ziyarete gelmiş ve Lizzie, bu ziyareti Nat'in 
ricasına borçlu olup olmadığını merak etmişti. Sanmıyordu; Nat neler 
olduğunu kimseye anlatmazdı, bundan emindi. Lizzie arkadaşlarım 
özlüyordu ve onları reddetmekten nefret ediyordu ama tek yapmak 
istediği kıvnlıp onu tanıyan herkesten saklanmaktı. Alice onu çok iyi 
tanıyordu. Lizzie ne kadar rol yaparsa yapsın bir şeylerin yolunda 
gitmediğini anında anlayabilirdi. Sırrım açmak doğasında olmadığından, 
arkadaşlarının yaklaşmasına izin veremezdi. Acısıyla her zaman tek 
başına başa çıkmıştı çünkü hayatının çoğunda dayanmak için ona 
yardım eden kimse olmamıştı. Bir zamanlar ızdırap ve yalnızlık 
duyduğunda başvurduğu Nat, şimdi ona yasaktı. 
Ev sahibeleri Leydi Wheeler, Monty ve Tom'la birlikte genç kadını 
salona götürürken Lizzie, Leydi Wheeler'in ne kadar uyumlu biri 
olduğunu düşündü. Leydi Wheeler daha bir hafta önce genç kadım 
şiddetle kınayarak terbiyesiz bir kız olduğunu söylemişti fakat şimdi bu 
kınamasını gayet unutmuşa benziyordu çünkü Lizzie hâlâ bir kontun 
kızıydı, çok zengindi, güzeldi ve her türlü akşam eğlencesi için değerli 
bir katılımcıydı. Wheeler'larm zengin bir eş için yaşayan George isimli 
uçarı bir oğulları vardı; George. Lizzie bu tarz düşüncelerin kendi 
davramşına yapılan her türlü eleştiriden daha ağır geleceğim biliyordu. 
Aslında servetim George Wheeler'a ihsan etmeye karar verirse, davranışı
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim
Nicola cornick   hırçın sevgilim

More Related Content

What's hot

Nindja 020 derek finegan - noc celicnih zvezda
Nindja 020   derek finegan - noc celicnih zvezdaNindja 020   derek finegan - noc celicnih zvezda
Nindja 020 derek finegan - noc celicnih zvezdazoran radovic
 
Nindja 024 derek finegan - smrt sa pozivnicom
Nindja 024   derek finegan - smrt sa pozivnicomNindja 024   derek finegan - smrt sa pozivnicom
Nindja 024 derek finegan - smrt sa pozivnicomzoran radovic
 
Anna Carey Razvratirea, Eve, Vol. 3
Anna Carey Razvratirea, Eve, Vol. 3Anna Carey Razvratirea, Eve, Vol. 3
Anna Carey Razvratirea, Eve, Vol. 3Alina Ioana
 
Nindja 037 derek finegan - krvavi mac sudbine
Nindja 037   derek finegan - krvavi mac sudbineNindja 037   derek finegan - krvavi mac sudbine
Nindja 037 derek finegan - krvavi mac sudbinezoran radovic
 
The great gatsby chapters 6 9
The great gatsby chapters 6 9The great gatsby chapters 6 9
The great gatsby chapters 6 9Lina Ell
 
Nindja 031 derek finegan - hrabri umiru samo jednom
Nindja 031   derek finegan - hrabri umiru samo jednomNindja 031   derek finegan - hrabri umiru samo jednom
Nindja 031 derek finegan - hrabri umiru samo jednomzoran radovic
 
16 ko se poslednji smeje
16  ko se poslednji smeje16  ko se poslednji smeje
16 ko se poslednji smejeMilenko Gavric
 
Nindja 057 derek finegan - grad ukletih
Nindja 057   derek finegan - grad ukletihNindja 057   derek finegan - grad ukletih
Nindja 057 derek finegan - grad ukletihzoran radovic
 
Nindja 064 derek finegan - skola kudji-kiri (panoramiks & emeri)(2.4 mb)
Nindja 064   derek finegan - skola kudji-kiri (panoramiks & emeri)(2.4 mb)Nindja 064   derek finegan - skola kudji-kiri (panoramiks & emeri)(2.4 mb)
Nindja 064 derek finegan - skola kudji-kiri (panoramiks & emeri)(2.4 mb)zoran radovic
 
Barbara cartland a deusa vencida
Barbara cartland   a deusa vencidaBarbara cartland   a deusa vencida
Barbara cartland a deusa vencidaAriovaldo Cunha
 
Nindja 059 derek finegan - osveta nindje
Nindja 059   derek finegan - osveta nindjeNindja 059   derek finegan - osveta nindje
Nindja 059 derek finegan - osveta nindjezoran radovic
 
73866785 ninja-derek-finegan-sinovi-pakla
73866785 ninja-derek-finegan-sinovi-pakla73866785 ninja-derek-finegan-sinovi-pakla
73866785 ninja-derek-finegan-sinovi-paklazoran radovic
 
Nindja 026 derek finegan - tajna rusevina uruapana
Nindja 026   derek finegan - tajna rusevina uruapanaNindja 026   derek finegan - tajna rusevina uruapana
Nindja 026 derek finegan - tajna rusevina uruapanazoran radovic
 
Edgar rice burroughs tarzan i zlatni lav
Edgar rice burroughs   tarzan i zlatni lavEdgar rice burroughs   tarzan i zlatni lav
Edgar rice burroughs tarzan i zlatni lavzoran radovic
 
21 sablast crnih mocvara
21  sablast crnih mocvara21  sablast crnih mocvara
21 sablast crnih mocvaraMilenko Gavric
 
Nindja 023 derek finegan - pakleni vakizasi
Nindja 023   derek finegan - pakleni vakizasiNindja 023   derek finegan - pakleni vakizasi
Nindja 023 derek finegan - pakleni vakizasizoran radovic
 
Nindja 054 derek finegan - krvava enigma
Nindja 054   derek finegan - krvava enigmaNindja 054   derek finegan - krvava enigma
Nindja 054 derek finegan - krvava enigmazoran radovic
 

What's hot (20)

Nindja 020 derek finegan - noc celicnih zvezda
Nindja 020   derek finegan - noc celicnih zvezdaNindja 020   derek finegan - noc celicnih zvezda
Nindja 020 derek finegan - noc celicnih zvezda
 
Nindja 024 derek finegan - smrt sa pozivnicom
Nindja 024   derek finegan - smrt sa pozivnicomNindja 024   derek finegan - smrt sa pozivnicom
Nindja 024 derek finegan - smrt sa pozivnicom
 
Anna Carey Razvratirea, Eve, Vol. 3
Anna Carey Razvratirea, Eve, Vol. 3Anna Carey Razvratirea, Eve, Vol. 3
Anna Carey Razvratirea, Eve, Vol. 3
 
Nindja 037 derek finegan - krvavi mac sudbine
Nindja 037   derek finegan - krvavi mac sudbineNindja 037   derek finegan - krvavi mac sudbine
Nindja 037 derek finegan - krvavi mac sudbine
 
The great gatsby chapters 6 9
The great gatsby chapters 6 9The great gatsby chapters 6 9
The great gatsby chapters 6 9
 
Nindja 031 derek finegan - hrabri umiru samo jednom
Nindja 031   derek finegan - hrabri umiru samo jednomNindja 031   derek finegan - hrabri umiru samo jednom
Nindja 031 derek finegan - hrabri umiru samo jednom
 
16 ko se poslednji smeje
16  ko se poslednji smeje16  ko se poslednji smeje
16 ko se poslednji smeje
 
Nindja 057 derek finegan - grad ukletih
Nindja 057   derek finegan - grad ukletihNindja 057   derek finegan - grad ukletih
Nindja 057 derek finegan - grad ukletih
 
Secrete de-nemarturisit
Secrete de-nemarturisitSecrete de-nemarturisit
Secrete de-nemarturisit
 
Nindja 064 derek finegan - skola kudji-kiri (panoramiks & emeri)(2.4 mb)
Nindja 064   derek finegan - skola kudji-kiri (panoramiks & emeri)(2.4 mb)Nindja 064   derek finegan - skola kudji-kiri (panoramiks & emeri)(2.4 mb)
Nindja 064 derek finegan - skola kudji-kiri (panoramiks & emeri)(2.4 mb)
 
Barbara cartland a deusa vencida
Barbara cartland   a deusa vencidaBarbara cartland   a deusa vencida
Barbara cartland a deusa vencida
 
Nindja 059 derek finegan - osveta nindje
Nindja 059   derek finegan - osveta nindjeNindja 059   derek finegan - osveta nindje
Nindja 059 derek finegan - osveta nindje
 
73866785 ninja-derek-finegan-sinovi-pakla
73866785 ninja-derek-finegan-sinovi-pakla73866785 ninja-derek-finegan-sinovi-pakla
73866785 ninja-derek-finegan-sinovi-pakla
 
Nindja 026 derek finegan - tajna rusevina uruapana
Nindja 026   derek finegan - tajna rusevina uruapanaNindja 026   derek finegan - tajna rusevina uruapana
Nindja 026 derek finegan - tajna rusevina uruapana
 
Edgar rice burroughs tarzan i zlatni lav
Edgar rice burroughs   tarzan i zlatni lavEdgar rice burroughs   tarzan i zlatni lav
Edgar rice burroughs tarzan i zlatni lav
 
21 sablast crnih mocvara
21  sablast crnih mocvara21  sablast crnih mocvara
21 sablast crnih mocvara
 
29 dijamanti iz pakla
29  dijamanti iz pakla29  dijamanti iz pakla
29 dijamanti iz pakla
 
Nindja 023 derek finegan - pakleni vakizasi
Nindja 023   derek finegan - pakleni vakizasiNindja 023   derek finegan - pakleni vakizasi
Nindja 023 derek finegan - pakleni vakizasi
 
Nindja 054 derek finegan - krvava enigma
Nindja 054   derek finegan - krvava enigmaNindja 054   derek finegan - krvava enigma
Nindja 054 derek finegan - krvava enigma
 
23 pakleni vakizasi
23  pakleni vakizasi23  pakleni vakizasi
23 pakleni vakizasi
 

Viewers also liked

Masterprojekt - Mennesket og maskinen - uden Netdansk!.docx - Google Docs
Masterprojekt - Mennesket og maskinen - uden Netdansk!.docx - Google DocsMasterprojekt - Mennesket og maskinen - uden Netdansk!.docx - Google Docs
Masterprojekt - Mennesket og maskinen - uden Netdansk!.docx - Google DocsBirgitte Rubæk
 
Belo Sun Corporate Presentation June 2015
Belo Sun Corporate Presentation June 2015Belo Sun Corporate Presentation June 2015
Belo Sun Corporate Presentation June 2015Helia Bento
 
Navigating the data management ecosystem - John Kratz
Navigating the data management ecosystem - John KratzNavigating the data management ecosystem - John Kratz
Navigating the data management ecosystem - John KratzDigital Science
 
Lifecycle - Systems Integrator Finance Programs
Lifecycle - Systems Integrator Finance ProgramsLifecycle - Systems Integrator Finance Programs
Lifecycle - Systems Integrator Finance ProgramsLifecycle Solution Finance
 
Belo Sun Corporate Presentation June 2015
Belo Sun Corporate Presentation June 2015Belo Sun Corporate Presentation June 2015
Belo Sun Corporate Presentation June 2015Helia Bento
 
Data collection methods to improve reproducibility
Data collection methods to improve reproducibilityData collection methods to improve reproducibility
Data collection methods to improve reproducibilityDigital Science
 
Strange Blessings - Matthew 5:1-10
Strange Blessings - Matthew 5:1-10Strange Blessings - Matthew 5:1-10
Strange Blessings - Matthew 5:1-10Craig Smith
 
Collaborative writing technologies: Overleaf for institutions
Collaborative writing technologies: Overleaf for institutionsCollaborative writing technologies: Overleaf for institutions
Collaborative writing technologies: Overleaf for institutionsDigital Science
 
Navigating the data management ecosystem - Dan Valen
Navigating the data management ecosystem - Dan ValenNavigating the data management ecosystem - Dan Valen
Navigating the data management ecosystem - Dan ValenDigital Science
 
Research information management: making sense of it all
Research information management: making sense of it allResearch information management: making sense of it all
Research information management: making sense of it allDigital Science
 
Belo Sun Corporate Presentation Oct 2014
Belo Sun Corporate Presentation Oct 2014Belo Sun Corporate Presentation Oct 2014
Belo Sun Corporate Presentation Oct 2014Helia Bento
 
Practical applications for altmetrics in a changing metrics landscape
Practical applications for altmetrics in a changing metrics landscapePractical applications for altmetrics in a changing metrics landscape
Practical applications for altmetrics in a changing metrics landscapeDigital Science
 
Archetypes, light and shadow
Archetypes, light and shadowArchetypes, light and shadow
Archetypes, light and shadowcomplynn
 

Viewers also liked (18)

Masterprojekt - Mennesket og maskinen - uden Netdansk!.docx - Google Docs
Masterprojekt - Mennesket og maskinen - uden Netdansk!.docx - Google DocsMasterprojekt - Mennesket og maskinen - uden Netdansk!.docx - Google Docs
Masterprojekt - Mennesket og maskinen - uden Netdansk!.docx - Google Docs
 
Belo Sun Corporate Presentation June 2015
Belo Sun Corporate Presentation June 2015Belo Sun Corporate Presentation June 2015
Belo Sun Corporate Presentation June 2015
 
Презентація студентки 118групи
Презентація студентки 118групиПрезентація студентки 118групи
Презентація студентки 118групи
 
Navigating the data management ecosystem - John Kratz
Navigating the data management ecosystem - John KratzNavigating the data management ecosystem - John Kratz
Navigating the data management ecosystem - John Kratz
 
Lifecycle - Systems Integrator Finance Programs
Lifecycle - Systems Integrator Finance ProgramsLifecycle - Systems Integrator Finance Programs
Lifecycle - Systems Integrator Finance Programs
 
Belo Sun Corporate Presentation June 2015
Belo Sun Corporate Presentation June 2015Belo Sun Corporate Presentation June 2015
Belo Sun Corporate Presentation June 2015
 
Data collection methods to improve reproducibility
Data collection methods to improve reproducibilityData collection methods to improve reproducibility
Data collection methods to improve reproducibility
 
Strange Blessings - Matthew 5:1-10
Strange Blessings - Matthew 5:1-10Strange Blessings - Matthew 5:1-10
Strange Blessings - Matthew 5:1-10
 
Enam prinsip dasar realisme politik
Enam prinsip dasar realisme politikEnam prinsip dasar realisme politik
Enam prinsip dasar realisme politik
 
Презентация
Презентация Презентация
Презентация
 
презентація студентки 118 групи
презентація студентки 118 групипрезентація студентки 118 групи
презентація студентки 118 групи
 
Collaborative writing technologies: Overleaf for institutions
Collaborative writing technologies: Overleaf for institutionsCollaborative writing technologies: Overleaf for institutions
Collaborative writing technologies: Overleaf for institutions
 
Brenda Pavichievac CV
Brenda Pavichievac CVBrenda Pavichievac CV
Brenda Pavichievac CV
 
Navigating the data management ecosystem - Dan Valen
Navigating the data management ecosystem - Dan ValenNavigating the data management ecosystem - Dan Valen
Navigating the data management ecosystem - Dan Valen
 
Research information management: making sense of it all
Research information management: making sense of it allResearch information management: making sense of it all
Research information management: making sense of it all
 
Belo Sun Corporate Presentation Oct 2014
Belo Sun Corporate Presentation Oct 2014Belo Sun Corporate Presentation Oct 2014
Belo Sun Corporate Presentation Oct 2014
 
Practical applications for altmetrics in a changing metrics landscape
Practical applications for altmetrics in a changing metrics landscapePractical applications for altmetrics in a changing metrics landscape
Practical applications for altmetrics in a changing metrics landscape
 
Archetypes, light and shadow
Archetypes, light and shadowArchetypes, light and shadow
Archetypes, light and shadow
 

Nicola cornick hırçın sevgilim

  • 1.
  • 2.
  • 3. Tony, Judy ve Clare için, sevgilerimle. **Bayan Laura Anstruther'dan Welbum Düşesi Eve'e mektup
  • 4. Mayıs 1810 Pek Sevgili Eve, Son mektubunu almak ve kuzenim Roıvarth'la evlilik gezintinizde lıarika vakit geçirdiğinizi duymak büyük bir mutluluktu. Paris'ten bana gönderdiğin güzel gecelik için sana özellikle teşekkür borçluyum; Dexter bu geceliği çok beğeniyor! Fortune's Folly'deki bütün havadislerden haberdar olmak istediğini yazmışsın. Anlatacak çok şey var. Ne yazık ki Sör Montague, "ortaçağ kanunları" adı altında her türlü açgözlü ve doyumsuz vergiyi üstümüze yüklemeye devam ediyor. Dam Vergisi'nden kaçmak için herkes evliliği kabul ettiğinden kasabada evlenmemiş sadece üç mirasçı kaldı. Yakın arkadaşım Alice Lister kuzenim Miles Vickery'yle bir ay kadar önce evlendi. Eminim, Miles'ı hatırlarsın. Her zaman sarışınları tercih etmesi ve böylece senin peşine hiç düşmemesi Rowarth'la arasındaki arkadaşlık için muhtemelen büyük bir lütuf! Ancak, artık oldukça değişti. Böyle korkunç bir hovardanın başkasının karısı yerine kendi karışma umutsuzca âşık olduğunu görmek pek eğlenceli. Lord Stephen Armitage, Bayan Mary Wheeler'i resmen kilise mihrabında terk etti. Bunun Bayan Mary Wheeler için şanslı bir kurtuluş olduğunu düşünüyorum. Diğer birliktelikse Bayan Flora Minchin ve Lord Waterhouse arasında... Birkaç hafta içinde evlenecekler. Bu bir sevgi birlikteliği değil. Lord Waterhouse'un unvanına karşılık Bayan Flora Minchin'in parası; bu tarz şeyleri bilirsin. Fakat işlerin planlanan şekilde gitmeyeceğine dair içimde tuhaf bir his var...
  • 5. rBrİtR'İ‘bfCİ ‘KISI'M "Şafak vakti, kükürt yatağından kalkıp, Bir şeytan yürüyerek geçti. Güvenli, küçük dünya çiftliğine bakmak Ve sürüsünün neler yaptığını görmek için. Bir hanımefendi gururla yanından geçti, Yüzünde bir ifade gördü ki Bunun için onu öpebilirdi; Böylesi gösterişli, kaliteli, zeki bir yaratık olduğu ve Şeytanın olabilecek kadar şeytani bir gözü olduğu için." The Devil's Walk (Şeytanın Gezintisi), Robert Southey, 1799 iBirinci (BöCüm Folly, Fortune Malikânesi, Yorkshire - Haziran 1810 Geceyansından biraz önce Adam kaçırmak için güzel bir geceydi. Ay ve yıldızların aydınlattığı gökyüzünde parlayarak yükseklerde
  • 6. süzülüyordu. Ilık rüzgâr, çam ve sıcak çimen kokularını karıştırarak ağaç tepelerinde uğuldadı. Ormanın derinliklerinden bir baykuş seslendi; bu, uzun, gırtlaktan gelen ve gecede asılı kalan bir çığlıktı. Leydi Elizabeth Scarlet pencere kenarında oturup dışarıdaki yoldan gelecek ayak seslerini duymak için bekleyerek karanlığı izliyordu. Nat VVaterhouse'un geleceğini biliyordu. Ne zaman çağırsa hep gelirdi. Elbette ki sinirlenecekti; düğününden önceki gece içki âleminden uzaklaştırılan hangi erkek sinirlenmezdi ki... Yine de orada olacaktı. Fazla sorumluluk sahibi birisiydi; Lizzie'nin yardım çağrısını görmezden gelemezdi. Nat'in tam olarak nasıl tepki vereceğini biliyordu. Onu çok iyi tanıyordu. Parmak uçlarıyla pencerenin taş pervazını sabırsızca tıkırdatı- yordu. Ağabeyinden aşırdığı saate baktı. Saatlerdir bekliyormuş gibi hissediyordu ama son baktığından beri sadece sekiz dakika geçtiğini görünce şaşırdı. Endişeliydi ve bu da onu şaşırtıyordu. Nat'in kızacağım biliyordu ama Lizzie yalnızca onun iyiliğini düşünüyordu. Düğünün durdurulması gerekiyordu. Bir gün bunun için kendisine teşekkür edecekti. Tarlaların karşısından kilise çanının hafif sesi geldi. Geceyarısı olmuştu. Yolda ayak sesleri duyuldu. Tam zamanında gelmişti. Tabii ki tam zamanında gelecekti. Nat binanın kapısını açtığı sırada Lizzie bir fare kadar sessiz oturuyordu. Koridoru karanlıkta bırakmıştı ama yukandaki odada bir mum yanıyordu. Eğer doğru hesapladıysa, Nat döner merdivenden yukarı çıkarak odaya girecekti, böylece Lizzie onun arkasından dış kapıyı kilitleyebilecek ve anahtarı saklayabilecek kadar vakte sahip olacaktı. Başka çıkış da yoktu. Üvey ağabeyi Sör Montague Fortune binayı, bir adamın geçemeyeceği küçüklükte mazgallan ve pencereleri olan minyatür bir kale şeklinde yaptırmıştı. Fortune's Folly denilen bir kasabada dekor amaçlı bir bina1 inşa ettirmenin harika bir şaka olduğunu düşünmüştü. Bu, 1 İngilizcede folly sözcüğü "dekor amaçlı inşa edilen ilginç bina" anlamına da gelmektedir. Yazar Fortune's Folly ismiyle kelime oyunu yapmıştır, (ç.n.)
  • 7. diye düşündü Lizzie, Monty'nin eğlence anlayışıydı; bu ve halka işkence edecek yeni vergiler icat etmek... "Lizzie!" Yerinde sıçradı. Nat bekçi odasının hemen dışındaydı. Sesinde sabırsızlık vardı. Lizzie nefesini tuttu. "Lizzie? Neredesin?" Nat döner merdivenleri ikişer ikişer tırmandı ve Lizzie ağır meşe kapıyı kilitlemek için bekçi odasından bir hayalet gibi sessizce çıktı. Titreyen parmakları, soğuk demirin üzerinde kaydı. Yanında olsaydı arkadaşı Alice Vickery'nin ne diyeceğini iyi biliyordu: "Yine mi aptal oyunlarından biri, Lizzie? İş işten geçmeden hemen dur!" Ama zaten çok geçti. Kendisine bunun hakkında düşünme izni veremezdi, yoksa cesaretini kaybederdi. Bekçi odasına geri koştu ve bir elini dar mazgallardan birinin içinden geçirdi. Dış duvarda bir çivi vardı. Anahtar taşın üzerinde hafif bir ses çıkardı, işte... Arük Lizzie izin verene kadar Nat kaçamazdı. Pek memnun bir halde kendine gülümsedi. Planına başkasını dâhil etmeye gerek olmadığını en başından biliyordu. Yardım almadan da adam kaçırma işinin altından kalkabilirdi. Kolaydı. Koridora çıkü. Nat elinde mumla merdivenlerin tepesinde diki-liyordu. Titreyen ışık uzun bir gölge oluşturuyordu. Tehditkâr, kızgın ve kocaman görünüyordu. Aslında, diye düşündü Lizzie, o gerçekten de tehditkâr, kızgın ve kocaman ama bana asla zarar vermez. Nat onu asla ama asla incitmezdi. Onun tam olarak nasıl davranacağını biliyordu. Onu bir ağabey gibi tanıyordu. "Lizzie? Ne haltlar dönüyor burada?" Aynı zamanda sarhoş da, diye düşündü Lizzie. Hiç iş yapamaz duruma gelecek kadar değil, ama bir hanımefendinin önünde küfretmeye yetecek kadar sarhoştu. Nat bunu normalde asla yapmazdı. Yine de, ertesi sabah Bayan Flora Minchin'le evlenecek olan Lizzie olsaydı, o da küfrederdi. Ayrıca kendinden geçene kadar içerdi de. Bu da onu asıl
  • 8. konuya geri getirmişti; Nat'in Bayan Minchin'le evlenmeyeceği konusuna. Ne sabah ne de herhangi bir zaman... Lizzie bunu sağlamak için buradaydı. Onu kurtarmak için buradaydı. "İyi akşamlar, Nat," dedi Lizzie neşeli bir şekilde ve Nat'in kaşlarını çattığını gördü. "Özgürlüğünün son akşamında keyifli vakit geçirdiğini umarım." "Hoş beşi kes, Lizzie," dedi Nat. " Hiç havamda değilim." Genç kadının yüzünü aydmlatacak şekilde mumu biraz yukarı kaldırdı. Gözleri kısık, sert ve karaydı. "Düğünümden önceki gece bana gizlice söylemek zorunda olduğun bu kadar acil ne olabilir ki?" Lizzie hemen cevap vermedi. Bir eliyle elbisesinin ucunu tuttu ve taş basamaklardan dikkatlice çıktı. Ona bakmasa bile Nat'in bakışlarını her an yüzünde hissediyordu. Genç adam, üst kattaki odaya girmesi için kenara çekildi. Bu bir masa, bir sandalye ve bir kanepesi olan minik bir odaydı. Minyatür kalesi tamamlandıktan sonra Monty Fortune burayla ne yapacağını gerçekten bilememişti. Lizzie kule biçimindeki yuvarlak, minik odanın ortasındaki halının üzerine geldiğinde Nat'e bakmak için döndü. Artık onu düzgün bir şekilde görebildiğinden, siyah saçlarının dağınık olduğunu, şık giysilerinin pek de yeni gibi durmadığını fark edebilmişti. Ceketi açıktı ve kravatı bağlanmamıştı. Kirli sakalı, yanağını ve çenesinin sert çizgisini karartmıştı. Meyhanenin dumanlı havasını üzerinde taşıyordu. Gözleri sabırsızlık ve kızgınlıkla parlıyordu. "Bekliyorum," dedi. Lizzie ellerini masum bir tavırla iki yana açtı. "Seni buraya evlenmekten vazgeçirmek için çağırdım," dedi. Ona yalvarırcasına baktı. "Kızın beş dakikada seni sıkacağını biliyorsun, Nat. Aslında..." diye düzeltti kendini. "Ondan zaten sıkıldın, değil mi ve onunla henüz evlenmedin bile. Onu umursamıyorsun da. Korkunç bir hata yapıyorsun." Nat'in dudakları ince bir çizgi halini aldı. Bir elini saçlarının arasından
  • 9. geçirdi. "Lizzie, bu konuyu konuşmuştuk..." "Biliyorum," dedi Lizzie. Kalbi boğazında atıyordu. "Bu yüzden bunu yapmak zorundaydım, Nat. Bu senin iyiliğin için." Gözlerindeki kızgınlık hızla öfkeye dönüştü. "Neyi yapmak zo-rundaydın?" dedi. Ardından, genç kadın cevap vermediğinde ekledi: "Neyi yapmak zorundaydm, Lizzie?" "Seni içeri kilitledim," dedi Lizzie çabucak. "Seni yarın bırakacağıma söz veriyorum... Düğün saati geçtikten sonra. Kilise sunağında onu bekletme saygısızlığım Flora'nm ya da ailesinin affedeceğinden şüpheliyim." Waterhouse Kontu'nun duygularını belli eden bir adam olduğunu daha önce hiç düşünmemişti. Hiçbir duygu emaresi göster- meyip hiçbir şeyi açığa vurmadığından şans oyunlarına uygun bir yüzü olduğunu düşünmüştü her zaman. Ancak şimdi, onu okumak fazla kolaydı. İlk tepkisi şaşkınlıktı. İkincisi korkunç bir kesinlikti. Lizzie'nin söylediklerinde gerçek payı olup olmadığım sorgulamak için durmamıştı bile. Eğer Lizzie onu iyi tanıyorsa, o zaman bunun tersi geçerliydi. "Lizzie," dedi Nat, "seni küçük cadı." Döndü ve mumu alıp duvardaki dar yarıklardan içeri giren soluk ay ışığı dışında Lizzie'yi karanlıkta bırakarak merdivenlerden aşağıya sinirli bir şekilde indi. Lizzie uzun, titrek bir nefes verdi. Nat gerçekten de bir çıkış olmadığım anladığında geri döneceğinden, toparlanmak için sadece bir dakikası vardı. Ve bu defa karşısına basit bir öfkeyle çıkmayacaktı. Kaim meşe kapıyı açmayı denediğim... ve bir santimetre bile oynatamadığında küfrettiğim duydu. Muhtemel çıkışlar için bekçi odası ve koridoru kontrol ettiği sırada mum alevinin duvarlarda dans ettiğini gördü. Lizzie'nin zaten bildiği şeyi anladığında küfürleri daha da renkli bir hal aldı; hiçbir çıkış yoktu. Minik tuvalet, bir o kadar minyatür bir hendeğe açılıyordu ve 1,80 metre boyundaki bir adamın içinden geçmesi
  • 10. için fazla küçüktü. Genç kadımn bulunduğu odada sahte mazgallı siperlere açılan bir kapak vardı ama bunu önceden kilitlemiş ve anahtarı da dışarıda oyuklu bir ağacın içine saklamıştı. I liçbir hata yapmak istememişti. Nat geri dönmüştü ve Lizzie haklıydı; çileden çıkmış görünüyordu. Zayıf yanağında bir kas aüyordu. Vücudundaki bütün hatlar öfkeyle kaskatı kesilmişti. Ancak konuştuğunda sesi aldatıcı şekilde kibardı. Lizzie için bu, bağırmasından daha endişe vericiydi. "Bunu neden yapıyorsun, Lizzie?" dedi. Lizzie avuç içlerini gizlice elbisesinin yanlarına sürdü. Titremesini durdurabilmeyi istedi. Doğru şeyi yapüğmı biliyordu. Sadece bunun bu kadar korkutucu olacağını tahmin etmemişti. Çenesini meydan okurcasına kaldırarak, "Sana söyledim," dedi. "Seni kendinden koruyorum." Nat haşin bir kahkaha attı. "Hayır. Çaresizce ihtiyacım olan elli bin sterlini ele geçirme şansımı yok ediyorsun. Bunun benim için ne kadar önemli olduğunu biliyorsun, Lizzie." "Bir ömür boyu sürecek can sıkıntısına değmez." "Bu benim seçimim." "Yanlış seçim yaptın. Ben de seni bundan kurtarmak için bu-radayım." Lizzie, küt küt atan kalbine rağmen sesinin titremesine engel olabilmişti. "Bana her zaman değer verdin ve beni korumaya çalıştan. Şimdi benim sıram. Bunu arkadaşım olduğun ve sana değer verdiğim için yapıyorum." Nat'in gözlerinde ona inanmadığını anlatan kibirli titreşimler gördü. Lizzie'nin öfkesi için için kabarmaya başladı. Fikri alınan kişiye bağlı olarak her zaman çabuk parlayan biri ya da tam bir kavgacı olduğu söylenirdi. Onun iyiliğini düşünürken Nat'in onu yargılaması son derece adaletsiz görünüyordu. Bu korkunç izdivaçtan onu kurtardığı için kendisine teşekkür ediyor olmalıydı.
  • 11. Nat mumu kapının yanındaki küçük ahşap masanın üzerine koyup ona doğru çok kasıtlı bir adım attı. Uzundu -boyu 1,80'in üzerindeydi-, geniş ve kaslıydı. Lizzie korkmamaya çalıştı ve başarısız oldu. "Bana anahtarı ver, Lizzie," dedi nazikçe. "Hayır." Lizzie zorlukla yutkundu. Artık çok yakındı, fiziksel varlığı sesinin yumuşaklığıyla tam bir çelişki içinde güçlü ve tehditkârdı. Ama Nat'ten korkmuyordu. Dokuz yıldır birbirlerini tanımalarına rağmen Lizzie bir kere bile Nat'ten korkması gerektiğini hissetmemişti. "Nerede?" "Bulamayacağın bir yerde saklı." Nat bıkkınlıkla soluklandı. Bir kolunu uzattı. "Bu bir oyun değil, Lizzie," dedi. Öfkesini basürmaya, mantıklı olmaya çalıştığını anlayabiliyordu. Nat VVaterhouse herkesin ötesinde, mantıklı, aklı başında ve sorumluluk sahibi bir adamdı. Lizzie, durumu kendi bakış açısıyla görmesini beklemesinin mantıksızca olduğunu düşündü. Lizzie elbette ki haklıydı. Bunu biliyordu ve zamanla onun da bunu anlayacağından emindi. Ama o anda sinirliydi. Üzgündü. Evet, elbette, Flora'nın servetini kaybedeceği için sinirlenecek ve hayal kırıklığına uğrayacaktı. Vâris olan o kadınla dostluk kurmaya çalışmıştı, ona kur yapıp flörtleşmişti, bu da korkunç derecede can sıkıcı bir iş olmalıydı. Ödülünü kazanmak için zaman ve gayret harcamıştı. Ama şimdi Lizzie işini bozuyordu. Bu yüzden ona sinirlenmesini anlayabiliyordu. "Tehlikeli bir işe kalkışıyorsun," dedi Nat. Sesi hâlâ kontrollü çıkıyordu. "Kendini benimle içeri kilitledin. Bu uzlaşmamı sağlamak için tuhaf bir teşebbüs mü, böylece Flora yerine seninle evlenmek zorunda mı kalacağım?" Lizzie'nin siniri biraz daha arttı. Korkunun yanında artık gerçekten kızmaya da başlıyordu. Onu kendisine saklamaya çalıştığını düşünme küstahlığıyla çileden çıkmıştı. "Elbette ki hayır," dedi. "Ne kadar da kendini beğenmişsin! Seninle evlenmek istemiyorum! Bunun yerine
  • 12. saçımı başımı yolmayı tercih ederim!" Nat'in gülümsemesi hiç sevimli değildi. "Sana inanmıyorum. Bizi birlikte kilitleyerek kendini kasıtlı bir şekilde tehlikeye attın." "Saçmalık!" dedi Lizzie. "Kimseye söylemek niyetinde değilim. Seni sadece evliliğin gerçekleşmesi için çok geç olana kadar burada tutmak istiyorum ve ardından gitmene izin vereceğim." "Çok iyisin," dedi Nat. "Geleceğimi mahvediyor, ardından da yıkıntılarla yüzleşmem için gitmeme izin veriyorsun." "Ah, bu kadar aşırı duygusal olma!" diye çıkıştı Lizzie. "En başta bir servet avcısı haline gelmemeliydin. Bu sana yakışmıyor!" "İşte, elli bin sterlini ve tenkitçi tavrı olan bir kadın," dedi Nat. "Hiçbir şey bilmiyorsun." "Senin her şeyini biliyorum!" diye parladı Lizzie. "Seni dokuz yılı aşkın bir süredir tanıyorum ve sana değer veriyorum..." Nat kına biçimde, "Bunu çıkan olmayan bir arkadaşlık yüzünden yapmıyorsun, Lizzie," diye lalını kesti. "Bunu yapıyorsun çünkü sen bencilsin, şımarıksın ve olgunlaşmamışsın. Ayrıca başka bir kadımn üzerimde daha büyük bir hak sahibi olmasını istemiyorsun. Beni kendine saklamak istiyorsun." Lizzie bakakaldı. "Kibirli domuzun tekisin!" "Sen de şımank bir veletsin. Büyümen gerek. Uzun süredir böyle düşünüyorum." Odadaki gerginlik patlayacak hale gelirken ve mumun alevi havadaki tehlikeli bir şeye tepki verirmiş gibi titrerken ayakta dikilip birbirlerine dik dik baktılar. Derinlerde bir yerlerde Lizzie'nin cam acıyordu ama bunu sinirinin ateşiyle yakıp attı. "Ben ne zaman şımarık ve olgunlaşmamış biri oldum ki?" diye sordu. Sormak ve kendi yarasım deşmek istememişti ama kelimeleri içeride tutamamıştı.
  • 13. Nat güldü, bu Lizzie'nin ruhunu delip geçen haşin bir sesti. "Nereden başlasam? Kendi endişelerin ve fikirlerin dışında kimseyle ya da hiçbir şeyle ilgilenmiyorsun. Flora'yla nişanımın ilan edildiği gün toplanü salonunda arsızca kendini teşhir ettin ve bunun tek nedeni ilgiyi onun üzerinden kendine almak olabilirdi. Pantolonu olan her şeyle flört ediyorsun. Kibrini beslemeleri dışında onlarla hiç ilgilenmediğin halde hem Lowell Lister'ı hem de John Jerrold'ı aylarca ipte oynattın. Ayrıca başkalarına karşı olan ciddi alaka eksikliğinden bahsedecek olursak, Drum Kalesi'nin satışında Miles Vickery'nin en değerli varlıklarını satın aldın ve onları geri verme cömertliğini hiç göstermedin. Lizzie kulaklarını kapadı. Nat onun bileklerini yakalayıp ellerini çekti. "Sen sordun," dedi. Sesi sertti. "Gerçeği kaldıramayacağın: bi-liyordum." Sanki ona dokunmaya dayanamıyormuş gibi Lizzie'nin bileklerini bıraktı ve ayrıldılar. İkisi de nefes nefeseydi. Lizzie genç adamın kelimeleriyle derisinin yüzüldüğünü hissetti. Gözlerine sıcak yaşlar batıyordu. Yaşları bastırdı. Bir dakika sonra Nat tekrar elini saçlarının arasından geçirdi ve sakin kalmak için gözle görünür bir çaba harcadı. "Bana anahtarı verirsen, bu olanları unuturum," dedi. Bunun için çok geçti ve ikisi de bunu biliyordu. "Hayır," dedi Lizzie. Kollarını kavuşturdu. "Bende değil." "Şımartılmış bir veletsin. Büyümen gerek artık. Şımarıksın ve bencilsin. .." Kendi kendisine onun ne düşündüğünü önemsemediğini söyledi ama bunun bir yalan olduğunu biliyordu. Korkunç derecede canı yanıyordu. Kıymetli ve değer verdiği bir şey onarılamaz şekilde kırılmıştı. Nat'in fikirleri onun için her zaman önemli olmuştu. Ona saygı duymuştu. Şimdi ondan nefret ettiğini hissediyordu.
  • 14. Nat aniden şaşırtıcı derecede küstahlaşan bakışlarıyla, onu so-yarcasına baktı. "Sanırım üzerinde saklıyorsun." "Hayır, saklamıyorum!" Lizzie, Nat'in hem ses tonundan hem de gözlerindeki bakıştan afalladı. Ona daha önce hiç böyle, satış için mallarını sergileyen bir çeşit Covent Garden2 fahişesi gibi bakmamıştı. Aşağılanmış hissetti; kendi kendisine aşın sinirlendiğini söyledi. Yine de içinde bir şey, şaşırtıcı ve ilkel bir şey bundan oldukça hoşlanıyordu. Kam, teninin altında sıcacıktı, yanaklarından ayak parmaklarına ve tekrar yukarı çıkan ateş onu tutuşturuyordu. Nat onu o kadar hızlı bir şekilde yakaladı ki hareket ettiğini bile görmemişti. Elleri vücudunun üzerinde gezindi; samimi, bilen ellerle aradı. Tüyleri, Nat'in dokunduğu yerleri takip ederek diken diken oldu. İçindeki ateş, bir fırından bile daha sıcak yanarak kuvvetlendi. Nat'in zaptı altında olmaktan duyduğu utanca ve vücudunun buna verdiği tepkiye itiraz ederek kavrayışı altında kıvrandı. "Bırak beni! Bende değil diyorum sana!" Sesinde istediğinden daha fazla yalvarış vardı. "Ama nerede olduğunu biliyorsun." Nat onu bıraktı, nefes ne-feseydi. Gözlerinde bir ifade vardı, vahşi, farklı bir şey. Lizzie'nin titremesine neden oldu. Nat'in mesleğinin, zalimce ve soğukkanlılıkla suçluları yakalamak olduğunu ilk defa hatırladı. Bu Nat'in hayatının çok az gördüğü bir kısmı olduğu için bunu pek sık dü- 2 Londra'nın opera birası ve meyve sebze pazarıyla özdeşleşmiş bölgesi. 17. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın ortalarına kadar genelevlerden ve meyhanelerden oluşan bir varoşa dönüşmüştür, (ç.n.)
  • 15. şünmezdi ama şimdi düşünüyordu çünkü onun içindeki öfkeyi ve çaresizliği hissedebiliyordu. Flora Minchin'in elli bin sterlinine çok feci bir şekilde ihtiyacı olduğunu söylediğini hatırladı. Waterhouse Malikânesi'ni eski haline getirmek ve ailesine -ebeveynleri yaşlıydı ve kız kardeşi Celeste hastaydı- bakmak istediğini biliyordu ama son zamanlarda sanki para arayışını daha da hızlandıran başka bir şey olmuşçasına, hareketlerinde ayrı bir acelecilik var gibi gözükmüştü. Bunun ne olduğunu bilmiyordu. Asla sormamıştı. Belki de Nat, onun her zaman sadece kendim düşündüğü konusunda haklıydı. Bu fikir onu rahatsız etti. Tanıdığı Nat Waterhouse'u görmek için yüzünü taradı ve bir ya-bana gördü. Bu onu o kadar ürpertti ki teslimiyetin eşiğinde kararsız kaldı ve Nat onun mağlubiyetin tam kenarındaki bu tereddüdünü gördü... ve güldü. "Doğru, Lizzie. Bir kez olsun bir yetişkifı gibi davran. Git ve anahtarı getir." Karar vermesini sağlayan, Nat'in sesindeki küçümsemeydi; bir de kulaklarında çınlayan kahkahası. Nat'in, arkadaşları Dexter Anstruther ve Miles Vickery'ye Lizzie'nin planını, çok genç, toy ve şımarık olduğu ve kendisine karşı çok da gizli olmayan bir ilgi beslediği için evliliğine nasıl engel olmayı düşündüğünü anlattığını hayal edebiliyordu. Kendisine böylesi duyguları yakıştırdığı ve bunlar yüzünden ona arkadaşlarıyla güldüklerini düşününce utançla yandı. Kendisine öfkeyle bunun hiç de doğru olmadığını söyledi. Nat'i kurtarmaya çalışmıştı ve o, çabalarını hor görmüştü. Bunun için cezasını çekmesini sağlayacaktı. Onu cezalandırma ihtiyacı, kendi canı acıdığı kadar onun da canını yakma ihtiyacı göğsünü ağrıttı ve zehir gibi kanında gezindi. Doğruldu ve gözünün içine baktı. "Hayır. Hiçbir yere gitmiyorum, sen de gitmiyorsun." Minik odada ondan uzaklaştı.
  • 16. "Lanet olasıca bir delisin." Nat öfkeliydi ve artık her türlü nezaket numarasım bırakmışü. "Sen de kahrolası kaba herifin tekisin." Artık güçlü ve dikka- falı olarak, ona bakmak üzere döndü. "Ayrıca senden hoşlandığımı düşündüğün için kibirli ve kendim beğenmiş birisin." "Hoşlanmıyor musun?" Gözleri parladı. "Elbette hayır. Senden nefret ediyorum. Özellikle de şimdi, hak-kımda söylediğin tüm şu kötü sözlerden sonra... Bunun ne olduğunu sanıyorsun, Monty'nin saçma ortaçağ kanunlarından biri mi?" Tuhaf bir şekilde kalbinin kırıldığım hissetmesine rağmen küstah bir şekilde gülümsedi. "Droit de seigneur3 mü? Düğününden önceki gece ahlaksız işlerimi görmek için seni kaçırdığımı düşünmüyorsun umarım?" Nat'in daha önce kendisine attığı aşağılayıcı bakışın aynısıyla bakışlarım onun üzerinde gezdirdi. Düşündüğünden daha zordu. Bir adamı satılık bir malmış gibi süzmek konusunda çok az tecrübesi vardı. "Böyle bir şeyi yapacak cesaretin yok." Nat'in kibirli varsayımı yarasım deşti. "Haydi, Lizzie. Sınırlarım aştin. Kabul et. Bu da senin fazla ileriye giden çocukça oyunlarından birisi." Bana meydan okuma... Gözleri karşılaştı. Aralarındaki hava gerginlikle sıcak, ağır ve titrekti. Lizzie bir elini genç adamın koluna koydu. "Seni baştan çıkaramayacağımı mı düşünüyorsun, Nat Water-house?" Nat eliyle sertçe Lizzie'nin bileğini kavrayıp sabit tuttu. Parmak-larının altında Lizzie'nin nabzı atıyordu. "Saçmalama." Sesi kabaydı. Lizzie parmak ucunda yükseldi ve dudaklarını beceriksiz bir şekilde Nat'in dudaklarına bastırdı. Kendisine kayıtsız olmadığım bilmesine rağmen -buna emindi- Nat dokunuşunun altında tamamen 3 İlk gece hakkı. Ortaçağda feodal beylerin, kendilerine bağlı sertlerin bakire kızlarının bekâretini bozma haklan, (ç.n.)
  • 17. tepkisiz kaldı. Nat'in vücudu bir kamçı kadar gergin ve sıkı olduğu için içindeki çelişkiyi hissedebiliyordu ama tepkisi şimdi demir gibi bir irade altında tutularak sağlama alınmıştı. Tepki vermesini, onu kavramasını, öpüşüne karşılık vermesini isteyerek Lizzie dudaklarını onun dudaklarının üzerinde gezdirdi ama genç adam tamamen hareketsiz duruyordu. Lanet olsun ona. Uzanıp onu öptüğü ve o mermer bir heykel gibi hareketsiz durduğu için kendisini bir budala gibi hissetmeye başlamışta. Nat onu utandırmak istiyor ve bunu başarıyordu. Belki de Lizzie iyi öpüşemiyordu; gerçekten bilemiyordu. Birkaç erkek onu öpmüştü ve bu her defasında ciddi bir şekilde hayal kırıklığına uğratıcı bir deneyim olmuştu. Bunun nedeni beklentilerinin fazla yüksek olmasından mı, yoksa taliplerinin fazla maharetsiz olmalarından mı kaynaklanıyordu, emin değildi. Biraz geri çekildi ve yarı kapalı gözlerinin arasından Nat'e baktı. Belki de Lizzie'nin düşünmesini istediği kadar kendisine hâkim değildi. Lizzie tecrübesizdi ama içindeki derin ve içgüdüsel bir his, Nat'in sınıra göründüğünden daha yakın olduğunu söylüyordu. Hızlı nefes alıyor ve yanağı seğiriyordu. Onu bu kadar zorladığım bilmek çok fazla şarap içmiş gibi başını döndürdü. Tehlikenin heyecanı birbirlerine savurdukları sert sözlerin acısını ortadan kaldırdı. "Bitti mi?" Nat'in kibar bir şekilde kibirli çıkan sesi Lizzie'nin düşüncelerini böldü. Demek ki Lizzie'nin saf ve aşağılanmış hissetmesini sağlamak istiyordu. Öfke ve çaresizlik damarlarında kaynadı. Kazanmasına izin vermeyecekti; Nat kendine göründüğünden çok daha az hâkimken olmazdı. "Hayır," diye çıkıştı. "Bitirmedim." Tekrar yaklaştı, o kadar yaklaştı ki Nat'in vücudundan yayılan sıcaklığı hissedebiliyordu. Sert, boyun eğmez yüzüne baktı. Onu şaşırtmak için ne yapmak gerekiyordu? Fazla ileri gitmesine gerek yoktu, sadece onu hafife almakta hata ettiğini kabul etmeye Nat'i zorlayacak kadarı yeterliydi. Çocuk değildi ve bir çocuk gibi geri
  • 18. çevrilemezdi. Elini Nat'in göğsüne koydu. Kalbinin çok kuvvetli bir şekilde attığını hissedebiliyordu. "Leydi Ainsworth metresindi, değil mi?" diye fısıldadı kulağına. Elini gömleğinden aşağıya doğru gezdirip pantolonunun içinden çekip gömleği gevşetti. "Hizmetçilerin bu konuda konuştuklarını duymuştum. Terzisinden, senin malının son derece yerinde olduğunu duymuşlardı. Kocaman, demişlerdi. Seni çok merak etmeme sebep oldular..." Nat'in bütün vücudu titredi. "Lizzie. Kes şunu." Sesi sertti. "Ne yaptığını anlamıyorsun." "Ah, ama anlıyorum," dedi Lizzie. "Çocuk değilim." Nat'in gömleğini iyice açtı ve avuçlarını onun çıplak kamında gezdirdi. Pürüzsüz ve şaşırtıcı derecede enfesti. Bu leziz his bir an için dikkatini dağıttı. Böyle olduğunu hiç bilmiyordu... Nat'in nefesini tuttuğunu duydu, kaslannın parmaklarının altında hareket ettiğini ve titrediğini hissetti. En sonunda bir tepki... Lizzie cesaretlenerek yüzünü onun boynuna çevirdi ve dudaklarım boynuna bastırdı. Tuz ve sıcaklık tadı aldı ve de bergamot kolonyası, deri ve Nat'in kendi kokusu olarak tamdığı bir şeyin kokusunu. Bu, aşina olduğu bir kokuydu ama yoğun biçimde heyecan verici geliyordu. Nat başını hafifçe çevirdi. Dudaklan birbirine şimdi sadece birkaç santim ötedeydi. Lizzie uçurumun ne kadar kenarında olduğunu hissedebiliyordu. Duyguları zafer ve çok güçlü bir şeyle hareketlenince titredi. Genç adam artık ona o kadar da kayıtsız değildi. Lizzie kazanmıştı. Araştıran parmaklarının altındaki kasların sertliğinden zevk alarak ellerini adamın sırtına kaydırdı. Tırnaklarını tenine geçirdi ve onun irkildiğini hissetti. "Lizzie, Tanrı aşkına..." Nat'in sesindeki çaresizlik tınısı hoşuna gitti. Onu bu noktaya getirdiğini düşünmek yaralı hislerini yatıştırdı. Artık durması ve geri çekilmesi gerektiğini biliyordu ama elinin pantolon bağına, ardından biraz daha aşağıya kaymasına izin verdi. Kendisini sersemlemiş, sarhoş
  • 19. ve belki bir parça da çılgın hissediyordu. Eli pantolonunun önüne değip ereksiyonunu takip etti. Uyarılmış erkeklik organının sert ve kocaman şişkinliği pantolonunun gergin kumaşının üzerinden bile onu şaşırttı. Nat'in nefesini tuttuğunu ve kaba bir şekilde küfrettiğini duydu. Bir an durup geri çekildi, çok fazla ileri gittiğini soğuk bir şekilde fark etmesiyle ateşli öfkesi ve arzusu söndü. Lizzie'nin içinde, meydan okuma ve korku mücadele ediyordu ama endişesinin altında nefesini kesip kalbinin küt küt atmasına neden olan çok güçlü, derin ve ahlaksız bir kadınsı merak vardı. Uzun, anlam yüklü bir an boyunca birbirlerine baktılar, ardından Nat onu yakaladı. O kadar hızlı hareket etti ki Lizzie'nin bu hareketi öngörecek vakti bile olmadı. Genç adamın dudakları sertçe kadının dudaklarına kapandı. Besbelli ki diğer erkekler nasıl öpeceklerini bilmiyorlardı ve aynı derecede, besbelli ki Nat biliyordu. Bu Lizzie'nin neredeyse düşmesine neden olacak şiddetli bir duygu dalgasının içine dalmadan ve kendinden geçmeden önceki tek mantıklı düşüncesiydi. Bu öpüşlerin içinde çok az aşk, hatta hoşlanma ama büyük oranda şehvet ve öfke vardı. Nat'in dudaklarının baskısı Lizzie'yi dudaklarım aralamaya zorladı ve ardından genç adamın dili diline değip düşüncesizce, nezaketsizce ve acımasızca onu aldı. Lizzie, Nat'in amacının onu cezalandırmak olup olmadığını bilmiyordu ama önemli de değildi çünkü vereceği ne varsa istiyordu. Heyecanla nefesinin kesildiğini, duygu ve mantıklı düşüncenin çok uzaklarına sürüklendiğini hissetti. Dudaklarını dudaklarının üzerinde tutabilmek için bir elini Nat'in saçlarının arasına daldırdı, alt dudağını ısırdı ve Nat'in, dudaklarını acımasızca yağmalamadan önce nefesini tuttuğunu hissetti. Dudaklarının bu saldırıdan dolayı şiştiğini ve mest olduğunu hissetti. Ateş kamının alt kısmında toplandı ve kalçalarını Nat'in devasa ereksiyonuna dayadı. Nat boğazından yarı inleme, yarı hırlama benzeri bir ses çıkardı.
  • 20. Genç adam ellerini omuzlarına koydu, binici kıyafetini ve kom-binezonunu çekiştirerek onu beline kadar soydu. Danteller yırtıldı ve kopçalar taş zemine saçıldı. Elini kadının çıplak göğsüne koydu. Lizzie sersemledi. Bir inleme duydu, bunun kendisine ait olduğunu biliyordu. Nat onu pencere oturağına itti ve ardından dudaklarım göğüslerine getirdi. Genç kadın, üzerinde gezinen dişleri ve dili hissetti. Çığlık attı, ses binanın taş duvarlarında yankılandı. Vücudu kendisini yok etmekle tehdit eden bir istekle titriyordu. Kendisini hem şaşkın, hem heyecanlı hem de o kadar ümitsizce ahlaksız ve hafifmeşrep hissediyordu ki neredeyse bunun zevkiyle çığlık atacaktı. Nat binici kıyafetinin kadife eteklerini yukarı kaldırdı. Lizzie pantolonunun bağlarına uzandı ve elleri çarpıştı. İkisi de titriyordu. Kumaş açıldı ve ardından sıcak ve sert bir şekilde onu elinde hissetti. Şaşkınlık ve merakla nefesini tuttu. Nat tekrar dudaklarıyla dudaklarını örttü. Eli genç kadının kalçalarındaydı, bacaklarını iki yana açıyordu; Lizzie tam ortada onu hissetti ve ardından tek bir darbeyle Nat içindeydi. Bunun acısı keskin ve şiddetliydi. Nefesini tuttu ama genç adam durmadı. Lizzie sırtım pencere mazgalına dayamıştı ve Nat ona sahip olduğu her seferde onu tekrar tekrar geriye itiyordu. Çıplak sırüna temas eden taş soğuktu ama Nat'in vücudunun bacaklarının arasında sürtünmesi şiddetli ve ateşliydi. Bu his kaçamayacak kadar baş döndürücü ve ısrarcıydı. Acı azaldı ve zevk veren titreşimler hızlanarak, artarak, enfes şekilde yoğunlaşarak içinde dalgalandı. Kör edici bir zevkle vücudu dağılacak hale geldiği sırada Lizzie çığlık attı. Nat'in bağırdığını duydu, kendisini daha sıkı tutarak daha da derine girdiğini ve bütünüyle içine boşaldığı sırada nabız gibi attığını hissetti. Zamanın durmuş gibi göründüğü ve Lizzie'nin ne nefes alabildiği, ne düşünebildiği ne de en mükemmel doğruluk hissi dışında herhangi bir şey hissettiği o an boyunca bir sessizlik vardı. Cennette gibiydi. Vücudu olgun ve doymuş, zihniyse en sonunda yuvaya dönmüş ve
  • 21. huzura varmış gibi derin bir hoşnutluk hissi içindeydi. Nat, Lizzie'nin onu sevdiğini söylediğinde doğruyu söylemişti... Bunu şimdi bütün açıklığıyla görebiliyordu. Sevişmenin dürüstlüğünde bütün numaralar ve gurur kopup gitmişti. Nat onundu ve her zaman da öyle olmuştu. Şimdi Lizzie de tamamen ona aitti. Ve kesinlikle Nat de onu seviyor olmalıydı; öyle olması gere-kiyordu. Lizzie gözlerini açtı ve hafifçe kırpıştırdı. Mum ışığı fazla sert ve parlaktı, gözlerine batıyordu. Nat üzerinden çekilmişti. Başka yöne dönmüş, beceriksizce giysileriyle uğraşıyordu. Yüzü gölgede kalmıştı. Lizzie genç adamın konuşmasını ve onu sevdiğini söylemesini bekledi. Sonra Nat birden ona tamamen bakmak üzere döndü. Lizzie'nin kalbi, duyacağından emin olduğu sözlerin ve Nat'in gözlerinde göreceğini düşündüğü sevginin beklentisiyle hızlandı. O an geçti ve genç adamın yüzünü inceleyince orada şaşkınlık, kuşku ve belirmekte olan bir korku gördü. "Lizzie..." dedi. Sesi titremişti. Yüzündeki korku ifadesi ham ve acı vericiydi. Lizzie üşüdüğünü hissetti. İçinde bir şeyler öldü, koparılmış bir çiçeğin dökülen yaprakları gibi parçalandı. Nat onu sevmiyordu. Onu hiç sevmemişti. Bunu gözlerindeki dehşete düşmüş şaşkınlıkta görebiliyordu. Eteklerini indirdi, elbisesinin üst kısmım bir araya getirdi ve ayağa kalkmaya çalıştı. Bacakları titriyordu, sendeledi ve az kalsın düşüyordu. Kendi güçsüzlüğünden korktu. Nat şimdi ona doğru geliyordu, boğazının panikle tıkandığını hissetti. Onunla şimdi konuşamazdı. Ona bakamazdı bile. Son savunma kalkanının düştüğünü ve vücudu gibi, tüm duygularını da genç adamın önünde çırılçıplak gözler önüne serdiğini fark edip çok utandığını hissetti. Çıkması gerekiyordu. Nat genç kadının gerçek duygularını tahmin etmeden önce, bunu sözcüklere dökmeden ve utancını dayanılmaz hale getirmeden önce ondan
  • 22. uzaklaşması gerekiyordu. Masayı ters çevirerek Nat'in yolunu tıkadı ve mumu düşürdü. Ardından duvarları elleriyle yoklayarak döner taş merdivenlerden aşağıya doğru koştu, karanlıkta az kalsın düşecekti. Nat'in küfrettiğini duydu ve duvara asılı örtüler mumla tutuştukları sırada arkasında bir alev parıltısı gördü. Artık bekçi odasındaydı, çıkıntıdaki anahtarı almaya çalıştı ve bir an anahtarı bulamayınca göğsü panikle sıkıştı. Nat'in alevleri döverek söndürdüğünü duydu ve bunun kendisi için değerli birkaç saniye boyunca onu meşgul edeceğini umdu. Kapı... Soğuk ve titreyen parmakları anahtarın üzerinde kayarken kapıyı açmak ona sonsuzluk kadar uzun gelmişti. Ardından geceye adım atabildi. Nat'in adımlarını, arkasında kalan merdivende duyabiliyor ve havadaki dumanın kokusunu alabiliyordu. Nereye kaçmalı, nerede saklanmalıydı? Ormana yöneldi. Orman karanlık, derin ve gizemliydi. Bu onu rahatlattı. Nat'in, ismini seslendiğini, sesinde kızgınlık kadar korku da olduğunu duyabiliyordu ama genç kadından uzaklaştıkça ses kayboluyordu. Rahatlık dalgası Lizzie'nin her yanını sardı. Nat artık onu bulamayacaktı; kendisi bulunmaya hazır olana kadar onu bir daha bulamayacaktı. Kimsenin ona yardım etmesine ihtiyacı yoktu. Kendini tekrar toplayabilir, en baştaki gibi olabilirdi. Bu hiç olmamış gibi yapabilirdi. Nat onu sevmiyordu. Onu hiçbir zaman sevmemişti. Çok korkunç bir hata yapmıştı. Düşünceler bir kâbustaki canavarlar gibi karanlık ve tehditkâr bir şekilde Lizzie'nin zihninde birbirini kovaladı. Onlan uzaklaştırdı. Neler olduğunu unutmak zorundaydı. Ve artık Nat de düğüne kaül- mak için özgür olduğundan, o da rol yapmaya başlayabilirdi. Genç adam planladığı gibi Flora'yla evlenebilir, ihtiyacı olan serveti elde edebilir ve ikisi de bu gece hakkında bir daha asla konuşmazlardı. Ancak Nat rol yapmak konusunda hiçbir zaman çok iyi olmamıştı. Lizzie bunu onun hiç hayal gücünün olmamasına bağlıyordu ama Nat'in
  • 23. şeytanlarıyla yüzleşme ve genç kadının da kendininkilerle yüzleşmesini sağlama gibi kötü bir alışkanlığı vardı. Bu defa olmazdı... "Hiçbir şey yaşanmadı," dedi Lizzie yüksek sesle. Elbisesinin yırtılmış parçalarım düzeltti ve parmaklarının neden hâlâ titrediğini merak etti. "Hem de hiçbir şey."
  • 24. ‘İkinci (BöCüm Nat VVaterhouse, Fortune Malikânesi'nin önünde durmuş, Lizzie'nin yatak odasının karanlık penceresine bakıp düşünmeye çalışıyordu. I Jzzie şimdi ne yapacakta? Kaçacak mıydı? Saklanacak mıydı? Nereye gidecekti? Bu soruların cevaplarını bilmeliydi. Genç kadın on bir, kendisiyse on sekiz yaşında olduğu zamandan beri, yani on yıldır I .eydi Elizabeth Scarlet'ı tanırdı. Onun hakkında bilinmesi gereken ne varsa bildiğini düşünmüştü. Ne kadar da yanılmıştı. Lizzie şimdi neredeydi? Zihni her zaman çalıştığı şekilde çalışmıyor gibiydi. Durumunun tatbik imkânlarına, ne yapılması gerektiğine, işleri nasıl düzelteceğine odaklanamıyordu. Tek yapabildiği, Lizzie'yi düşünmek gibi görünüyordu. Ne yapmıştı böyle? Anlamsız bir soru. Ne yaptığını çok iyi biliyordu. Düğününden önceki gece, nişanlısı olmayan bir kadını baştan çıkarmıştı. Bir yıldır süren, kimseyle sevişmeme yeminini asla dokunmaması gereken bir kadınla sevişerek bozmuştu. Bir bakireyi kirletmişti. Direnemeyecek kadar güçsüz ve iradesizdi. Fakat bunların hiçbiri durumun iğrençliğini aslında haklı çıkar-mazdı. Bununla dürüstçe yüzleşti. Lizzie. Lanet olsun. Onu sevmiyordu. Son birkaç aydır ondan pek hoşlanmıyordu bile. Bir zamanlar arkadaşlardı ama Lizzie son zamanlarda kafasını ütülüyor, onu Flora'yla evlenmemeye ikna etmeye çalışıyor, kışkırtıp kullanıyor, kendisine verilmiş doğal bir hak gibi görüyordu. O gece, genç kadının notunu aldığında neredeyse küplere binmişti. Çağrısına neredeyse aldırış etmeyecekti. Sadece alışkanlık ve
  • 25. ona karşı her zaman hissettiği o lanet olası sorumluluk hissi, gelip onunla buluşması için onu teşvik etmişti. Keşke gelmeseydi. Acı verici derecede keskin pişmanlık içine saplandı. Bu da anlam-sızdı. Olan olmuştu. Lizzie onu kışkırtmış, dayanamayacağı noktaya kadar zorlamıştı ama onu suçlamayacaktı. İşin doğrusu o istemedikçe Lizzie hiçbir şeyi yapması için onu kışkırtamazdı ve Nat onunla sevişmek istemişti. Onunla sevişmek için yanıp tutuşmuştu. Hâlâ da öyleydi. Böylesi lanet bir pisliğin içinde olabilmesi onu şaşırtıyordu ve tek düşünebildiği, Lizzie'nin, ellerinin altındaki beyaz, ipeksi güzel teni ve onu saran dayanılmaz şekilde sıcak ve sıkı vücudu ile ona sahip olmanın baş döndürücü, göz kamaştırıcı zevkiydi. Konu kadınlara gelince Nat bir aziz sayılmazdı ama hovarda da değildi. Ve Lizzie, arzuladığını hayal edebileceği son kadındı. Onu her zaman korumaya muhtaç biri olarak görmüşken nasıl hayal edebilirdi ki? İlk gördüğü andan itibaren onunla ilgilenmesi gereken iki erkekten -üvey kardeşleri Montague ve Tom Fortune- birinin işe yaramaz bir aptal ve diğerinin de tehlikeli bir serseri olduğu gerçeğini telafi etmeye çalışmıştı. Ama kendisi ikisinden de kötüydü. Her şeye lanet olsun. Kilise saatinin çanlan Fortune's Folly kasabasından gelip arazilerin üzerinde esintiyle sürüklendi. Saat birdi. Bütün hayatımn değişmesi bir saatten kısa sürmüştü... Lizzie neredeydi? Onun iyi olduğunu bilmek istiyordu. Damarlarında endişe dolaşıyordu. Elbette ki genç kadın iyi değildi. Nasıl olabilirdi ki? Onu kirletmiş ve acımasızca iğfal etmişti. Bir bakire olduğunu, vahşi ve asi tavırlarına rağmen hâlâ masum olduğunu bilmeliydi. Uysallıkla yetiştirilmiş, yirmi bir yaşındaki hangi sosyete kızı değildi ki? Genç kadının kışkırtıcı tavırları şaşkınlığa dönüştüğünde ve Lizzie en sonunda dehşet içinde kendisinden kaçtığında, tecrübesizliğini göstermişti. Lizzie'nin taşkın olduğu doğruydu. Sık sık fazla ileri giderdi ama bu defa kendisini bile korkutmuştu. Arük masum değildi ve bu
  • 26. Nat'in suçuydu. Onunla konuşmalıydı. Fortune Malikânesi'nin boş, karanlık pencerelerine tekrar baktı. Elbette evdeki herkesi uyandırıp onu aramaları için ayaklandırabi- lirdi. Bu, rezalete ve skandala neden olurdu. Lizzie'nin kaybolduğu anlaşılırsa bu daha da fazlasına neden olurdu. Zaten çılgın bir genç olarak biliniyordu. Gecenin yarısında kendi yatağında olmadığı lafı ortalıkta dolaşırsa, dedikodular kimin yatağında olduğuna kayardı. Genç kadının itibarı paramparça olurdu. Neşesizce güldü. İtibar mı? Lizzie mahvolmuştu. Eğer bir de hamile kalırsa... İçi buz kesti. Bununla tek başına yüzleşmesine izin veremezdi. Daha önce onu hiç yüzüstü bırakmamıştı ve şimdi de yapmayacaktı. İlk defa zengin kadınla yapacağı mantık evliliği üzerinde düşündü. Paraya bu kadar çaresizce ihtiyacı olduğu için bunu daha önce düşünmeliydi ama Lizzie'ye duyduğu endişe bir şekilde diğer bütün düşünceleri ortadan kaldırmıştı. Evliliği tüm finansal problemlerine mükemmel bir çözüm olmuştu ve Bayan Flora Minchin saf, yumuşakbaşlı mükemmel bir gelin olurdu. O neredeyse her yönden Lizzie'nin zıddıydı. Flora'nın giysilerini yırüp onunla sevişmeye dair en ufak bir arzu duymamışü. Hiç kuşkusuz, böylesi bir arzuyu belli etse genç kadın tamamen dehşete kapılırdı. Ama Flora zengindi, çok ama çok zengindi ve Nat'in de paraya çok ihtiyacı vardı. Bir kapanın içindeydi. İnsanlar ona bel bağlamışlardı; ebeveynleri, kız kardeşi Celeste... Celeste'i hayal kırıklığına uğratırsa başına neler gelebileceğini düşündüğünde içi öfke ve korkuyla doldu. Şantaja boyun eğecek türden bir adam olduğu bin yıl geçse aklına gelmezdi ama kız kardeşinin hayaü, geleceği ve itibarı söz konusu olduğunda tereddüt etmemişti. Edemeyeceğini biliyordu. Kendisine güvenenleri korumanın kendi sorumluluğu olduğunu biliyordu. Bu yüzden bir servete ihtiyacı vardı... Lizzie de zengindi. Bu düşünce zihnine akınca içi ferahladı.
  • 27. Lizzie'yle evlenmek zorundaydı. Mükemmel bir çözümdü. Her şeyi yoluna sokacaktı. Genç kadının itibarını kurtaracak ve para ihtiyacını halledecekti... Lizzie korkunç bir eş olurdu. Bu düşünce hızla diğerlerinin peşinden geldi. Lizzie'nin içinde bir şeytan vardı, her zaman öyle olmuştu, küçük bir çocuk olduğu zamandan beri... Bunun sebebi belki de bir seyisle kaçan ihmalkâr annesi ve günün yarısında onu evcil bir hayvan gibi şımartıp diğer yarısında orada olduğunu dahi unutan babasıyla geçirdiği harap çocukluk dönemiydi. Babası öldüğünde ve annesinin ilk evliliğinden olan oğullarıyla, yani üvey kardeşleriyle yaşamak için on bir yaşında Fortune Malikânesi'ne geldikten sonra işler onun için neredeyse hiç düzelmemişti. İki ağabeyinin de ona hiç ilgisi yoktu. Monty Fortune vicdanını rahatlatmak için ona bir dadı tutmuştu. Lizzie kadının yatağına fare koyunca dadı kaçmıştı. Daha sonra gelenlerin hiçbiri uzun kalmamışlar, Lizzie'nin itaatsiz, disiplinsiz ve zapt edilemez olduğunu söylemişlerdi. Bunlar özellikle de Tom Fortune'un cesaret verdiği hallerdi. Nat, Lizzie'yle tanışüğı zamanı hâlâ hatırlayabiliyordu. Tom'un üniversite arkadaşı olarak Fortune's Folly'ye gelmiş, dağılmış kırmızı saçlarla ve kocaman yeşil gözlerle kirli beyaz elbisesi içinde kavgacı bir kızın evin bahçesindeki ağaçlara bir erkek gibi tırman- dığmı görmüştü. Yaşlı bir meşe ağacından düşmüş, Tom gülmüş ve tekrar ayağa kalkması için ona elini uzatan Nat olmuştu. Lizzie'nin kendisini düşürdüğü zor durumlardan onu Nat'in çıkarması ve ne Monty ne de Tom Lizzie'yi zerre kadar umursamadıkları için her zaman yanında olmasıyla ilişkileri başlamıştı. Ama bu.. bu zor bir durumdan fazlasıydı. Bu tam bir felaketti. Evet, gerçekten de, Lizzie hayal edilebilecek en zor, dikkafalı, inatçı eş, en uygunsuz kontes ve kraliyetteki gelmiş geçmiş en yakışık almayan düşes olacaktı. Onunla evlenmek cehennemde yaşamak gibi olabilirdi. Ama gittiği istikamet tam olarak cehennemdi. Kaçışının olmadığını biliyordu.
  • 28. Lizzie, Fortune Malikânesi'nin eski taşlarında yalnızca kendisinin bildiği çıkıntılara uzanarak yatak odası penceresine tırmanmışta. Çok eskiden beri eve bu şekilde tırmanarak girer çıkar, refakatçinin disiplininden kaçarak eve istediği şekilde ve istediği zaman gelir giderdi. Üvey ağabeyleri de onun bu davranışlarını mutlu bir şekilde bilmezden gelirlerdi. Bu gece Monty hâlâ uyanıktı... Penceresinin yanından geçerken tek başına kütüphanede içki içtiğini görmüştü. Monty'nin masadaki kadehinin yanında ikinci bir kadehin varlığı, o akşam erken saatlerde başka birisinin orada olduğunu gösterse de diğer üvey ağabeyi Tom'dan hiç iz yoktu. Tom artık aranan bir adam olmadığından Lizzie'nin üvey ağabeyleri barışmıştı. Monty, kardeşi olduğunu inkâr ettiğini münasip bir şekilde unutmuş ve Tom da onu affetmeye çoktan hazırmış gibi görünmüştü. Fortune's Folly kasabasındaki hiç kimse onlara artık saygı duymayacağı için Lizzie banşmalannın fazlasıyla uygun olduğunu düşünüyordu. Herkes halkı soymak için daha fazla ortaçağ vergisi tatbik etmedeki ahlaksız aç-gözlülüğünden ötürü Monty'den nefret ediyordu ama Lydia Cole'u .ıcımasızca iğfal edip bırakmasından ötürü Tom'dan daha çok nefret ediyorlardı. Eğer Monty, Lizzie'yi evine alan herkese karşı kanuni işlem başlatma tehditleri savurmasaydı Lizzie, ağabeyinin evine adımını bile atmazdı. Ardından Monty ona bir refakatçi bulmayı ihmal etmiş, sonucunda da Lizzie'nin böylesi gecelerde güvenebileceği kimsesi kalmamıştı. Diğer bir deyişle, diye düşündü Lizzie, ne yaptığının aslında kimsenin umurunda olmadığı söylenebilirdi. Banyo yapmayı çok istiyordu. Canı acıyordu, vücudunun orası bacaklarının arası ve içi ağrıyordu. Gerçi kalbi kadar hassas bir şekilde değil. Giysilerindeki ve saçlarındaki duman kokusunu alabiliyordu. Ayrıca vücudunda Nat'in kokusunu da bir damga gibi taşıyordu ama belki bu sadece hayal gücünün bir ürünüydü. Nat'in işaretini üzerine bırakmasına yetecek kadar onu yakından kavradığım, içinde olduğunu hatırlamak istemiyordu. Gözlerini, zihnini kapatarak titredi.
  • 29. Soğuk suyla idare edecekti. Nat'in onu bulacağından korkmasa hendeğe atlardı. Bunun yerine pencerelerin, hiçbir ışığı dışarıya ver-meyecek kadar kapalı olmasını sağlayarak küçük bir mum yakmış ve ardından parçalanmış giysilerini çıkarmıştı. Genelde elbisesini ve iç çamaşırlarım hizmetçi alsın diye yere bırakırdı ama bunlar mah-volmuştu, danteller yırtılmış, kopçalar sökülmüştü. Bu, dedikoduya sebep olurdu. Bunu açıklamak zor olurdu. Böylesi bir tutku. Böylesi bir zevk... Böylesi bir zevkten öleceğini düşünmüştü. Bunu hiç hayal etmemiş, hiç düşlememişti. Nat'in kollarında böylesi bir saadet... Vücudunun tatmin ve doyumla, bal yumuşaklığıyla eridiğini hissetmişti. Ruhunun derinliklerine kadar da bir rahatlama hissetmişti ama bu Nat'in yüzündeki ifadeyi gördüğünde hızla uçmuştu. İçinde bir acı kabardı ama hızlıca yaüştırdı. Bunu düşünmeye gerek yoktu. Bitmişti. Bu onun sırrıydı ve o şekilde kalacaktı. Dikkatle giysilerini toplayıp sandığındaki bir battaniye yığınının altına sakladı. İlk fırsatta onları çıkarıp yakacak, anıların duman ve külle uçup gitmesini izleyecekti. Nat o sıralarda evlenmiş ve karısıyla Fortune's Folly'den ayrılmış olacaktı. Uzun aynadaki aksini görmezden gelerek ibrikteki soğuk suyla vi' şifonyerin üzerindeki keseyle kendisini yıkamaya başladı. Saçları s.ıbahı beklemek zorunda kalacaktı. Bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu. Yüzüyle başladı, leğendeki buz gibi su onu biraz sarsıp uyandırdı. Boyun, omuzlar, kollarının kıvrımı... Keseyi göğsüne götürdüğünde durdu; Nat'in göğsüne izinsizce sokulan, çekip ısıran, yalayan ağzının dayanılmaz hatırası... Vücudu gerildi, içi sızlayarak onu tekrar istedi. Artık bu tecrübeyi silmek imkânsızdı. Keseyi tutan ı-li yanma düştü ve uzun, ayaklı aynada vücudunu incelemek için yavaşça döndü. Eskisi gibi görünmüyordu. Vücudunda izler vardı, sevişmelerinin yoğunluğunu ve aynı zamanda masumiyetinin kaybını, şimdiki tecrübesinin büyüklüğünü gösteren açık renkli çürükler... Vücudu yaptığı şeyin anısıyla çınlarken onlara baktı. Utanç ya da pişmanlık
  • 30. duymayı bekledi. Hiçbiri gelmedi. Bu herkesin iddia ettiği kadar çılgın ve arsız olduğunu ispatlıyordu. Sevişmekle ilgili hiçbir utanç duymuyordu. Tek pişmanlığı hislerine karşılık vermeyen birini severek yaptığı korkunç hata içindi. Bu, gururunu dayanılmayacak derecede kırıyordu. Uyluğunun iç tarafında küçük bir kan lekesi vardı. Kuvvetlice ovalayarak sildi. Bekâretini kaybetmişti. Bu da kanıtıydı. Yüzü olmayan, henüz hayal bile edilmemiş müstakbel kocası muhtemelen onu iffetsizliği hakkında sert bir şekilde eleştirecekti. Erkekler genellikle bu tarz konularda iğrenç denecek kadar ikiyüzlüydü. Umurunda olmadığını fark etti. Belki umursamalıydı ama kendisini hiçbir zaman evli olarak hayal edememişti. Evlilik uzlaşma ve olgunluk gerektiriyordu ve bu tarz şeylerde çok başarılı olmadığının üzücü bir şekilde farkındaydı. İşin doğrusu, asla da olmak istememişti. Artık evlilik ihtimali aya gitmekten daha uzak görünüyordu. Geceliğini giydi ama yatağa girmek yerine kadife minderli pencere oturağına oturdu. Nat karanlık bahçenin gölgeleri arasında mıydı? Perdeleri çekip bakmak için neredeyse dayanılmaz bir arzu hissetti. Elini durduransa, Nat dışanda olsa bile nedenlerinin tamamen yanlış olacağını bilmesiydi. Nat, onu sevdiği için değil, sorumluluk hissiyle peşinden gelecekti. Eve sağ salim vardığından emin olmak ve işleri yoluna koymak isteyecekti. Ama işleri yoluna koyamazdı. Nat ona değer veriyordu. Bunu biliyordu. Ama verdiği değer, kendisinin ona duyduğu çılgın sevgiyle karşılaştırılınca çok hafif kalıyordu. İnsanlar çocuklara, yaşlılara ve hastalara değer verirdi. Nat, genç kadının tutkusunu paylaşmıyordu. Ona şehveti göstermiş ve Lizzie de bunu aşkla karıştırmıştı. Lizzie bunun kolay ve safça bir hata olduğuna inanıyordu. Genç adamı çok seviyordu. Nat de ona değer veriyordu. Lizzie sevişirken hislerini dışarı dökmüştü. Nat ise onun aşkını arzusuyla karşılamıştı. Birbirlerine duydukları hisler arasındaki
  • 31. fark muazzamdı. Nat'i tekrar görmek zorunda hissederek ve genç adamın sunacağı teselli kırıntılarına ihtiyaç duyarak perdeyi açmak için elini uzattı. Ardından kasıtlı bir şekilde indirdi. Lizzie'ye göre ya hep ya hiç kuralı geçerliydi. Kırıntılar hiçbir zaman yeterli olamazdı. Yatağa gitti. Uyumayı, vücudundaki sızıya ve sadece bir kere deneyebildiği zevkten sonra vücudunu saran hevese aldırmamayı denedi. Görünen o ki vücudu Nat'i sevip sevmediğiyle ilgilenmiyordu. Onu istiyordu ve uyandırıldığı için artık reddedilmeyi kabul etmiyordu. Kıpırdanıp döndü ve uyuduğunda rüyasında annesini, adı çıkmış Scarlet Kontesi'ni, bildiğini okuyan, pervasız kaçak eşi gördü. Annesinin parfümünün kokusunu alabiliyor ve onu saran kollarının yumuşaklığım hissedebiliyordu. Leydi Scarlet, bir kızı olduğunu hatırladığı ender durumlarda Lizzie'ye dalgınlıkla karışık bir şefkat göstermişti. Lizzie de bu şefkat hissini rüyalarında yakalamaya çalışırdı. Bu onu teselli ederdi ama sabah uyandığında Leydi Scarlet'm uzun süredir kayıp ve kendisinin de yalnız olduğunu hatırlardı. ‘Üçüncü CBöfüm Bayan Flora Minchin, ailesinin Fortune's Folly kasabasındaki yepyeni, şık, geniş, paranın alabileceği her şeyle donatılmış evlerinin misafir odasında durmuş, dört ay önce kendisine evlilik teklif ederkenki yerinde, şöminenin önündeki Türk halısının üzerinde dikilen Waterhouse Kontu'nu inceliyordu. Annesi Bayan Minchin, Flora'nın kusursuz çeyizini en kısa sürede toplayabilmek için nişanlılık sürelerini dört ay olarak tayin etmişti. Söz konusu çeyiz şimdi paketlenmiş, çok sevimli,
  • 32. çok gözde yerler olan Windermere ve Göller Bölgesi'ndeki düğün gezisi için ve ardından da Waterhouse Malikânesi'ne, Kont7un, Flora'nın sevgili parasıyla restore ettireceği York yakmlanndaki köhne aile mülküne götürülmek üzere hazır bekliyordu. Henüz kahvaltıları bitmemişti ve aslında kâhyanın Kont'un gelişini onaylamaz bir şekilde bildirmesiyle masadan kaldırılmışlardı. Ziyaret için şaşırtıcı derecede erken bir saatti. Aynı zamanda düğün sabahıydı ve bu yüzden anne Bayan Minchin, Flora'nın nişanlısını görmesine izin vermeye daha da az gönüllüydü. Kızı peçetesini masaya bırakıp uşağın kalkması için sandalyesini çekmesine izin verdiği sırada bile, "Flora, bunu yasaklıyorum," diye çıkışmıştı annesi. "Bu son derece uygunsuz ve korkunç bir kötü şans demek. Humphrey..." Kahvalü masasında Leeds Courier gazetesini okuyan Bay Minchin'e seslenmişti. "Flora'ya, karşılıklı yeminlerini edene kadar Lord Waterhouse'la konuşmaması gerektiğini anlat. Ne söyleyecekse, nikâhı bekleyemeyecek kadar önemli olamaz.” "Sanırım önemli, anne," demişti Flora. Kalbinin oldukça hızlı attığım fark edince şaşırmıştı. Orada oturup sıcak çikolatasından yudumlayıp kızarmış ekmeğinden ısırırken oldukça korkutucu bir kehanet anı yaşamıştı. Nat Waterhouse'un nişanlarını bozmak için orada olduğunu anlamıştı ve çok büyük bir rahatlama dışında bir şey hissetmemişti. Şimdi saate bakıyordu. En azından, düğün öğlen ikiye kadar gerçekleşmeyecekti. Bu, ona düğünün yapılmayacağını herkese bildirmek için yeterli zaman verecekti. Annesi bunalıma düşüp iş göremez hale geleceğinden, bunu kendisinin yapması gerekecekti. Nat'e baktı. O sabah son derece iyi giyimli görünüyordu, neredeyse evlenme teklif ettiği günkü ve evlilikleri için kilisede bir araya gelebilselerdi görüneceği kadar şıktı. Amacı ona bağlanmaktan ziyade ondan aynlmakken görünüşüne bu kadar çaba harcaması konusunda ne düşünmesi gerektiğinden emin değildi. Çizmeleri çok iyi parlatılmış,
  • 33. kravatı kusursuz biçimde bağlanmıştı ve üzerine tek kırışık olmaksızın oturan çok ince, yeşil bir ceketi vardı. Flora, Nat'in yüz hatları yakışıklı demlemeyecek derecede çarpık olduğu için, onun klasik anlamda iyi görünümlü bir adam olmadığım düşündü. Burnu sanki bir av yarasına maruz kalmış gibi hafifçe eğikti ve çenesinde yüzüne hem otorite hem de inatçılık havası katan bir çukur vardı. Ama klasik açıdan yakışıklı olmamasına rağmen, onda farklı bir şey vardı; pek çok kadına çarpıcı şekilde çekici olduğunu düşündürecek bir şey. Ortalamadan uzundu ve pek çok erkeğin kullandığı vatka ve telaya ihtiyacı olmaksızın giysilerinin içini doldurabiliyordu. Yüzü inceydi ve kara gözlerinde, Flora'mn tamdığı birden fazla genç hammefendinin gönülden titremesine ve "Lord Waterhouse sana biraz olsun tehlikeli gelmiyor mu?" diye sormasına neden olan sert, dikkatli bir bakış vardı. Belki acımasız ama kesinlikle sağlam... Sıkıntılı durumlarda dayanıklı, diye düşündü Flora aniden. Nat Waterhouse böyleydi işte. Çok güçlüydü. Onun isteklerine karşı gelmeye cesaret edemezdi ve bunu şimdiye kadar yapan sadece tek bir kadın tanıyordu... Ona baktı ve kalbi hiç hızlanmadı. Onunla evleneceği halde Nat'in kendisini heyecanlandırmamasının şanssızlık olduğunu bir kez düşünmüştü. Tutkusuz bir hayata teslim olarak önemli bir şeyi kaçırıp kaçırmadığını boş boş merak etmişti. Şimdiyse onu hiç sevmediği, dolayısıyla kaybın acısını yaşamayacağı için minnettardı. Ayrıca kabul etmek üzere yetiştirildiği evlilik görevinden bir şekilde kurtulacağı için olağanüstü bir rahatlık hissetti. "En başmdan beri daha cesur olmalıydım," diye düşündü Flora. "Ailemin talepleri doğrultusunda hareket etmek istemeyeceğimi ka-bullenmeliydim. Ama şimdi ikinci bir şansım var..." Kendini birdenbire çok cesur hissetti. "Lord Waterhouse." Genç adam henüz konuşmamıştı; bu yüzden konuyu açıp işleri onun için kolaylaştırmak Flora'ya kalmış gibi gö-rünüyordu. Doğası gereği bu kadar çok cömert olmamayı dileyerek iç
  • 34. geçirdi. Nişanlarını bitirmek istiyorsa bir parça acı çekmesi adil olurdu. "Flora." Nat genç kadının ellerini tuttu ve ikili koltukta yanına oturması için onu çekti. "Size sormam gereken bir şey var." Kaşlarını çatarak duraksadı. Gözlerindeki ifade o kadar acı dolu, kusursuz dış görünüşüyle o kadar uyumsuzdu ki Flora bunu görünce oldukça sarsıldığım hissetti. Nat Waterhouse'un güçlü duygularını dışarı yansıttığını daha önce hiç görmemişti ama şimdi nemrut ve mutsuz görünüyordu. Flora ne yapması gerektiğini kesin olarak biliyordu. "Sizi nişanımızdan azat etmemi istiyorsunuz," dedi. Nat'in gözlerinde şaşkınlık parladı. "Nereden bildiniz?" Genç adamın ellerinden kurtuldu. Flora şimdi ne diyecekti? Genç kadın, cevabının, gerçeklerin yakınından bile geçmemesi gerektiğini biliyordu. Gerçek fazla kişiseldi ve daha önce böylesi özel konulardan hiç bahsetmemişlerdi. İlişkileri tamamen yüzeysel olmuştu. Söylemek istediği şuydu: "Sizinle evlenemem çünkü Leydi Elizabeth Scarlet'la aranızda aldırış edilmeyecek kadar güçlü bir şeyler olduğunun her zaman farkındaydım ve hayatımın sonuna kadar ikinci planda kalmak istemiyorum. Onun sizi sevdiğinden ve sizin de onu beni hiç arzulamadığınız bir şekilde arzuladı-ğınızdan eminim..." Saygıdeğer ve terbiyeli Bayan Flora Minchin böyle sözleri ni-şanlısına, ne kadar doğru olduklarını bilse de asla söyleyemezdi. "Birbirimize uyum sağlamayacağımızı düşünüyorum." Neşeli bir şekilde gülümsedi. "Bunu bir süredir düşünüyordum." Nat ona sanki genç kadın aklım yitirmiş gibi bakıyordu, büyük olasılıkla da öyleydi. Uyum sağlamamak mı? İlişkilerinde herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşmelerine neden olacak kadar duygu yokken nasıl uyum sağlamayabilirlerdi ki? Genç adamın unvam ve Flora'nın da parası varken kusursuz bir şekilde uyumlu olmaları dışında başka bir olasılık mümkün müydü? Nat bir servet avcısıydı ve Flora da kontes olmayı bekleyen bir mirasçı. Flora evliliğin, o güne dek istedikleri her
  • 35. şeyi mümkün kılan servetleriyle yaptıkları bir iş anlaşması olduğunu biliyordu ya da ailesi ona böyle anlatmıştı. Damat olarak bir kont ve Nat'in babası öldüğünde neredeyse hayal edilebilecek en yüksek sımf olan bir düklük olasılığı da cabasıydı... Flora ayağa kalktı ve odada yürürken kusursuz eteğini düzelterek ondan uzaklaştı. "Bu sabah ziyaret etmeniz ve çok geç olmadan bu işi çözme fırsatım bulmamız çok iyi oldu." Nat başım iki yana sallıyordu. Elini saçlarının arasından geçirdi. "Size açıklamam lazım..." Flora elini kaldırıp onu durdurdu. Bu asla olmamalıydı. Ondan istediği son şey açıklama yapmasıydı. "Lütfen yapmayın," dedi. "Ama bunun sorumluluğunu tek başımza üstlenmenize izin veremem." Nat'in sesi kederli çıkmıştı. "Bu sorumluluğu taşımak /.orunda kalmanız doğru değil." Flora başka bir adamın yapacağı bir şeyi yaparak, ona fırlattığı cankurtaran halatını namertçe kabul etmek için fazla onurlu bir adam olmasının, Nat'in trajedisi olduğunu düşündü. Pek çok adamın şimdiye kadar gitmiş olacağının, üzerindeki bütün sorumluluğu aldığı için sefil bir şekilde minnettarlık duyacağının farkındaydı. "Özgürlük istiyorsanız, Lordum," dedi nazikçe, "başka türlüsü olamaz. Bir hanımefendinin fikrini değiştirmeye hakkı vardır. Bir beyefendinin onur nedeniyle yoktur. Bu kadar basit." "Bunu benim için bu kadar kolaylaştırmanızı hak etmiyorum," dedi Nat. Sesi ümitsiz çıkmıştı. Ona yaklaştı ve elini tutarak üstüne bir öpücük kondurdu. Flora'nın kalbi yine pır pır etmedi, her zamanki gibi sakin bir şekilde atmaya devam etti. "Olağanüstü bir kadınsınız, Flora Minchin," dedi. "Bu yönünüzü hiç bilmiyordum." Flora soğuk bir edayla, "Bu da birbirimiz için uygun olmadığımızı daha iyi gösteriyor," diye karşılık verdi. "Bırakın, bu şekilde kalsın."
  • 36. Nat'in bir düğünü, hem de düğün gününde iptal etmenin vicdansız karışıklığıyla onu baş başa bırakıp gitmek istemediğini görebiliyordu. Genç adamın vücudundaki bütün kasların, ayrılma nedenini söyleyip suçu üstlenmek için zorlandıklarını görebiliyordu. Ona öfkelenmesini, ateş püskürmesini, çığlık aüp ağlamasını istediğini bile anlayabiliyordu çünkü hissettiği dayanılmaz suçluluk duygusunu ancak bu şekilde azaltabilecekti. Sükûnetini tamamen koruyup bu rahatlamayı Nat'e sunmadığı için küçük bir tatmin duygusu hissetti. Sonuçta Flora da insandı. Genç adam gidene ve kâhya Irwin ön kapıyı arkasından çok sıkı bir şekilde kapayana kadar bekledi. Ardından, kızlarını bir kontes olarak görmeye ilişkin en kıymetli rüyalarının sona erdiğini söylemek üzere annesiyle babasını bulmaya gitti. Kendisine geleceğe dair ikinci bir şans verilmesinin neden olduğu rahatlık patlayacakmış gibi hissedene kadar kalbinde büyümeye devam etti. Tuhafiyeci Bayan Morton, Lizzie için mavi puantiyeli kumaşı paket-lerken, "Elbette haberleri duymuş olmalısınız," dedi. "Bayan Minchin bu sabah düğününü iptal etti!" İpe uzanıp uzman işi bir düğüm attı. "Kendimi çok perişan hissediyorum; pek çok hanımefendi bu etkinlik için benden elbise ve şapka satın almıştı ve şimdi kimse onları görmeyecek! Bu büyük bir talihsizlik ve Bayan Minchin'in yaptığı büyük bir düşüncesizlik... Ayrıca sadece bir bankerin kızıyken bir kontu terk etmek neden? Sizce daha iyi bir teklif mi aldı? Bir dükten mi acaba? Kasabaya yeni bir dük mü geldi? Otuz altı şilin ve altı peni, lütfen, Leydi Elizabeth. Terziliğe mi başladınız? Buradan hiç kıyafet almıyorsunuz." "Evet," dedi Lizzie. Bozuk para bulmak için çantasını karıştırdı. Biraz tuhaf hissediyordu. Yorgunum, diye düşündü. İyi uyuyamadım. Hepsi bu. Parayı bulmaya odaklanmaya çalıştı ama kulakları uğulduyordu.
  • 37. Flora düğününü iptal etmişti. Bunun olmaması gerekiyordu. Nat üç saat içinde evleniyor olmalıydı. Göller Bölgesi'ne ve oradan da York yakınındaki Waterhouse Malikânesi'ne gidecekti. Onu bir daha görmek zorunda kalmayacaktı ve böylece önceki gece olan bitenler gerçekleşmemiş gibi rol yapmaya devam edebilecekti... Biraz sertçe, "Otuz altı şilin, Leydi Elizabeth," dedi Bayan Morton. "Ve çek yerine nakit olsun, lütfen. Bankalara güvenmiyorum." "Elbette," dedi Lizzie uyuşuk bir şekilde. Tezgâhın üzerine rastgele birkaç bozuk para koydu. Yandığını hissediyordu. Belki de kasabaya gelmesi bir hataydı. Nat'in onu görmek için uğraması ihtimaline karşın Fortune Malikânesi'nde kalmak istememişti ama yanına arkadaş da almamıştı. Bu sabah her şeyin neden bu kadar zor ve karışık geldiğinden emin değildi. Zihni kurşunla ağırlaşmış gibiydi. Bayan Morton bozuk paralan sayarak, "Artık neredeyse bütün mirasçılar evlendiği için servet avcılarının çoğunun kasabayı terk ettiğini duydum," dedi. Bozuk paraların yumuşak tıkırtıları çok yüksek geliyordu ve Lizzie'nin başını ağrıttı. "Yazık... Üvey ağabeyinizin hanımefendilerin paralarını alma planı buradaki pek çok işletmenin işine gelmişti çünkü çok fazla yeni alışkanlık kazandırmıştı. Sanırım artık sahip olunacak başka servet kalmadığından bir beyefendi için Londra'dan buraya seyahat etmenin de anlamı kalmamıştır." "Sanırım öyledir," dedi Lizzie. "Ve iyi de oldu. Monty'nin dra-homalarımızın yarısını almak için Dam Vergisi'ni kullanma planlan kösteklendiği için memnunum," diye ekledi. "Para gasp etme yöntemleri tam bir rezalet." Bayan Morton büyük bir hazla, "Adam tam bir zampara," dedi "ve kardeşinin de ondan kalır yanı yok! Genç Tom'un küçük Bayan C ole'a yaptıkları... Yani, Bayan Cole artık hiçbir zaman saygıdeğer bir evlilik yapamayacak, değil mi?" Bayan Morton başını iki yana salladı. "Ve arük
  • 38. Bayan Minchin'in de şansı kalmadı... Yeni skandalin ne olduğunu merak ediyorum çünkü olmak zorunda, Leydi lilizabeth. Etrafta dolaşan bir skandal yoksa hiçbir kız, düğününü lam da tören sabahında iptal etmez. Söylemişti dersiniz!" Etrafta dolaşan skandal... Lizzie'nin içinde keskin ve canım acıtan bir şey döndü. Nat'i ve önceki geceyi düşündü ve bu anıyı hızlı bir şekilde zihninden uzaklaştirdı. O sabah uyandığında bunun üzerinde bir daha asla düşünmemeye karar vermişti ama bu, iptal olan düğünü duymadan önceydi. Flora düğünü neden iptal etmişti? Elbette Nat ona olanları anlatmış olamazdı, değil mi? Bu imkânsızdı. Lizzie neler olduğunu öğrenmek için deliriyordu fakat bunu öğrenmek Nat'le yüzleşmek ve onunla konuşmak zorunda kalmak demekti ve hisleri hâlâ bu kadar hamken bundan daha kötüsü olamazdı. Panik, onu nefessiz bırakarak boğazında yükseldi. Hiçbir şey olmadı, dedi kendi kendisine. Hiçbir şey olmadığından, hiçbir skandal da yoktu. Para üstünü tezgâhın üzerinden toplamaya çalıştı ama bozuk paralar kayıp yere saçıldı. Bayan Morton delici kahverengi gözlerindeki merakla ona bakıyordu. "İyi misiniz, Leydi Elizabeth? Bu sabah biraz dikkatiniz dağınık görünüyor. Bozulmuş nişan hakkında," yüzeysel bir kahkaha attı, "bir şeyler bilip bilmediğinizi merak ettim. Sonuçta Lord VVaterhouse'un iyi bir arkadaşısınız, değil mi? Hem de çok iyi bir arkadaşısınız." Lizzie parasım almak için eğildi. Cevap vermedi. Mağaza havasız geliyordu. Biraz başı dönüyordu. "Ve geriye kalan en zengin mirasçısınız," diye devam etti Bayan Morton'un sesi tepeden. "Hem de çok zengin bir ödülsünüz. Üvey ağabeyiniz servetinizin yarışım çalmadan önce evlenecek misiniz, Leydi Elizabeth?" Mağazanın kapısı açıldığında bir ses çıkıp zil gürültülü bir şekilde
  • 39. çaldı. Lizzie yerinde sıçradı. Aniden ayağa kalktı. Nat VVaterhouse içeri girmişti ve sadece birkaç adım ötede duruyordu. Yalmzca bir dakika önce onu düşünürken birdenbire ortaya çıkıvermesi, ani bir şaşkınlıkla Lizzie'nin başı döndürdü. Kendisini dengede tutmak için bir elini uzattı ama tezgâhın pürüzsüz ahşabı parmaklarının altından kaydı. Kahretsin, keşke her şey hakkında bu kadar garip hissetmeseydi... Hiçbir şey olmadı... Nat çok yorgun görünüyor, diye düşündü. Sanki hiç uyumamış gibi gözlerinin etrafında derin çizgiler vardı ve dudaklarına nemrut bir ifade yerleşmişti; ama hâlâ Lizzie'nin bacaklarının titremesine neden olacak kadar korkutucu görünüyordu. "Leydi Elizabeth," dedi başıyla selam vererek. Lizzie, hâlâ eskisi gibi görünüyor, diye düşündü. Geçen haftaki görünümünden hiçbir farkı yok, o halde neden onu farklı bir şekilde görüyorum? Neden onu âşığım olarak görüyorum, neden hâlâ onu sevdiğim ve bu canımı acıtüğı için, bu şekilde düşünmek istemesem de gözlerinde bana cevap veren bakışı görüyorum... Bu sanki bütün hislerimi açıkta bırakmışım ve ona karşı hiçbir savunmam yokmuş gibi canımı acıtıyor. "Lord VVaterhouse!" Bayan Morton hızlı bir şekilde hareket ediyordu. "Nişanınızın bozulduğunu duyduğum için öyle çok üzgünüm ki..." "Teşekkürler, Bayan Morton," dedi Nat. Gözlerini Lizzie'den ayırmadı. Herhangi bir açıklamada da bulunmadı. Lizzie ile kapının arasında duruyordu. Lizzie, dışarı çıkamaya-cağını anladı... ve Nat'in bunu onu yüzleşmeye zorlamak için kasıtlı yaptığını da. Aniden mağazanın duvarlarının üstüne kapandığını ve Bayan Morton'un mallarını göstermek için etrafa ustaca yerleştirdiği tüm kumaş toplarının onu boğmak üzere saldınya geçtiklerini hissetti. "İyi misiniz, Leydi Elizabeth?" Bayan Morton'un sesi heyecanlı
  • 40. çıkmıştı. "Çok solgun görünüyorsunuz. Bayılmayasınız?" "Elbette ki hayır/' dedi Lizzie. "Ben bayılmam. Sıcak bir gün... Hepsi bu. Teşekkür ederim, Bayan Morton. İyi günler, Lord VVater-house." Nat'e bakamayacağını anlamıştı. Genç adam, Lizzie'ye daha da çok yaklaşmıştı ve onun bu yakınlığı genç kadım konuşmaktan ya da hareket etmekten aciz bir halde, yerine sabitlemiş gibiydi. Genç adamın varlığım çok yoğun bir şekilde hissediyordu. Bayan Morton'un yüzünde son derece sinsi bir merak ifadesiyle bir kendisine bir Nat'e baküğını hissedebiliyordu. "Size eşlik edebilir miyim, Leydi Elizabeth?" diye mırıldandı Nat. Elini uzatıp dirseğinden tuttu. Lizzie sinir uçlarındaki ürpertiyi hissetti. Kalbi hızlandı, kaburgalarına çarparak a a verici şekilde atmaya başladı. Nat'in dokunuşu onu daha önce hiç heyecanlandırmamıştı. Genç kadım aündan indirdiğinde veya arkadaşı olarak bir baloda ya da sayısız başka davette ona eşlik ettiğinde, geçmişte ona bin defa dokunmuş olmalıydı. Ancak şimdi zihni umudunu kesmiş olsa bile vücudu hevesle ürperiyordu. "Teşekkür ederim ama hayır," dedi Lizzie hızlıca. "Yapacak işlerim var." "O halde size eşlik edeceğim." "Hayır, aslında..." "Sizinle konuşmayı çok isterim," dedi Nat. Şimdi sesinde Lizzie'nin bakışlarım keskince kaldırıp onunkilere buluşturmasına sebep olan çelikten bir ima vardı. Kara bakışları acımasızdı. "Sanırım konuşacak meselelerimiz var." "Hayır..." "Gerçekten de var." Bayan Morton'un bakışları istekliydi. Lizzie içinde paniğin alev-lendiğini ve bütün vücuduna yayılıp onu titrettiğini hissetti. Ardından kapı tekrar çaldı ve mağazaya iki hanımefendi girdi. Lizzie kolunu
  • 41. Nat'in kavrayışından kurtarıp açık kapıdan geçti ve sokağa çıktı. Nereye kaçmalıydı? Nereye saklanmalıydı? Nat kendini mağazadan kurtarıp peşinden gelmeden önce çok az bir zamanı olduğunu biliyordu. Onunla konuşamazdı. Sadece düşüncesi bile içini öyle bir buz kestirdi ki sıtma ateşi geçiriyormuşçasına titredi. Çok korkunç bir hata yapmıştı ve bununla baş edebilmesinin tek yolu, bu olay hiç gerçekleşmemiş gibi yapmaktı. Eğer Nat'le konuşursa, Lizzie'yi bu durumla yüzleşmeye zorlayacaktı ve genç kadın bunu yapamazdı. Kaç, diye düşündü Lizzie. Bütün hayatı boyunca, her zaman kaçmıştı. Annesinden de böyle görmüştü. Tek bildiği buydu. "Leydi Elizabeth!" Arkasını döndü. Nat, kalabalık sokağın izin verdiği kadar hızlı bir şekilde ona doğru geliyordu. Fortune's Folly'de cumartesi günleri her /.aman hareketliydi. Yol atlarla ve at arabalarıyla, alışveriş sepetlerini taşıyan kadınlarla ve onların eteklerine yapışmış çocuklarla, gezinen beyefendilerle ve vitrinlere göz atan hanımefendilerle doluydu. Nat acımasız bir kararlılıkla ilerleyerek hiçbirine aldırış etmedi. Lizzie gördüğü ilk pasaja saptı, perukçuyu ve parfümeriyi geçti, porselen mağazasına girdi. Uçuşan etekleri Londra'dan yeni gelmiş olan kaliteli Wedgwood tabaklarının sergilendiği yere takılıp yere düşmelerine neden oldu. Mağaza sahibinin öfkeli bağırışına rağmen durmadı, arka kapıya doğru aceleyle devam etti, bir geçitten geçti, çürümüş bir lahanaya takıldı ve bir tavuğun canı pahasına koşmasına neden oldu. Kafasında Nat'in porselen satıcısına para vermek için duracağını canlandırdı. Bunun kendisine birkaç dakika kazandıracağını biliyordu. Nat'in, kırdıklarının sorumluluğunu almak zorunda kalacağını biliyordu. Bu onun her zaman yaptığı türden bir şeydi. İçine ani bir sana saplandı. Tune Nehri'nin üzerindeki köprünün taş korkuluğunun kenarına yaslanıp nefes almaya çalıştı. Eteklerine
  • 42. yapışmış lahana yaprakları vardı. Nehrin öteki tarafında ağabeyinin emlak simsarının, alışveriş yapıp kaplıcayı ziyaret eden ya da Fortune Yolu'nda yürüyüş yapanların arabalarını çimenliğe çeken arabacılardan ödeme aldığını görebiliyordu. Bu Monty'nin önceki ay önayak olduğu, köpek vergisinden sonra bulduğu son para kaynağıydı. Kütüphanenin dışına çekilmiş olan Vickery armalı bir araba gördü. Belki de Alice kasabadaydı ve alışverişini bitirdikten sonra onu ziyaret etmeye niyetliydi. Lizzie bir an arkadaşım görmeyi ümitsizce arzuladı ve ardından bunun mümkün olmadığım fark etti. Alice onu çok iyi tanıyordu. Bir şeylerin ters gittiğini amnda anlardı, Lizzie de ona gerçeği anlatırdı ama rol yapmak zorunda kalacağı için bu bir felaket olurdu. Eğer rol yapmaz da her şeyi anlatırsa ve Alice ona sempati duyarsa, o zaman her şeyi kaybederdi. Çünkü ızdırap içinde darmadağın olur ve Nat'i sevdiğini ağzından kaçırırdı. Bunun neden olacağı aşağılama ve kayıp onu boğardı. “Leydi Elizabeth!" Lizzie aniden doğruldu. Nat, köprünün üzerindeki at arabaları arasında ilerliyor, artık sinirli ve üstü başı dağımk görünüyordu -onun da ceketinde kabak yaprakları vardı- ama hâlâ çok ama çok kararlıydı. Ah, Tanrım. Kaçma vakti... "Seninle konuşmak istemiyorum!" diye bağırdı Lizzie, arabalara bağlı birkaç ati korkutarak. "Git buradan!" Leydi Wheeler'm ürkmüş yüzünün arabaların birinden ona baktığım gördü ve içinde histerik bir kahkahanın yükseldiğim hissetti. "Terbiyesiz kız!" Leydi Wheeler'm dudakları kımıldadı. Lizzie ne söylediğini anlamak için onu işitmeye gerek duymuyordu. "Vahşi, asi, rezil..." Ne kadar büyük bir rezillik yaptığım bilselerdi... Kalbi kırık olduğu için ona daha ince davranırlar mıydı? "Lizzie!" diye bağırdı Nat. Lizzie tehlikeli bir şey yapıp iki arabanın arasına daldı. Arabacının
  • 43. küfrettiğini duydu ve atların sıcak nefeslerini yüzünde hissetti. Korkuluk duvarının üstünden köprünün altına, suyun kenanndan nehrin öteki tarafındaki kasabaya, balmumu kokusunun burun deliklerine dolduğu, ahşap panltısıran gözlerini kamaştırdığı, dağınık yansımasının satılık olan sayısız aynadan ona baktığı marangoz dükkânlarının arasına... Dışarıdaki kaldırıma takılmak üzereyken birisi onu tuttu ama içi panikle dolsa bile bunun Nat değil de şapkasını kaldıran, gözlerinde takdir pırıltıları bulunan başka bir beyefendi olduğunu anladı. Nat'in kalabalık içinden kendisine yol açtığını görebiliyordu. Hiç vazgeçmeyecek miydi? Bir faytona bindi. "Fortune Malikânesi'ne, çabuk!" Arabacı atı kamçıladı ve Nat yan taraftan içeriye atlayamadan önce uzaklaştılar. Lizzie uzaklaşırlarken onun yüzündeki öfkeli ifadeyi gördü. Faytona binmek bu günlerde iki katı pahalıydı çünkü Sör Montague şoför ücretlerinin yarısını vergiye bağlamıştı. Pekâlâ, ağabeyinin bu defa kendi vergisini ödeyebileceğini düşündü Lizzie. Zaten cüzdanı boştu ve mavi puantiyeli muslin kumaş topunu sokakta bir yerlere düşürmüştü. Bunun için geri dönmeyecekti. Zaten onu en başta neden aldığından da gerçekten emin değildi. Önemli olan, Nat'ten tekrar kaçabilmiş olmasıydı. Arkasına bakmadı.
  • 44. (Dördüncü ‘Böfüm Lanet olası kadın! Onu Fortune's Folly'nin bütün arka sokaklarında takip etmişti. Porselen tüccarına para vermek, öfkeli arabacıyı yatıştırmak ve birkaç ürkek atı sakinleştirmek zorunda kalmıştı. Lizzie'nin vicdanı ve cüzdanı gibi davranmaktan bıkmıştı artık. Genç kadın şımarık ve dik başlıydı ve sorumluluklarıyla asla yüzleşmiyordu. Onu tanıdığı günden beri kaçıyordu. Şimdiyse Nat'ten kaçıyordu. Nat saçlarını düzeltip nefesini yavaşlattı ve faytonun kaldırım taşlarının üzerinde, tekerleklerin gürültüsü ve bir yaz tozu bulutuyla gözden kaybolmasını izledi. Lizzie geriye dönüp de bakmadı. Başının eğimi, hasır şapkasının arkası bile küstah görünüyordu. Ama genç kadının gözlerini görebilmişti ve onlarda korku vardı. Bir çukurda duran mavi muslin paketini almak için eğildi. Lizzie'nin bunu neden aldığım sadece Tanrı bilebilirdi. Elinde bir iğneyle dünyamn en başarısız kadımydı ve her zaman nakış ve terziliği küçümsemişti. Nat göğsünün derinliklerinde bir sızı hissetti. Lizzie'yi çok iyi tanıyordu. Yıllardır arkadaşlardı. Ona değer veriyordu. Başı beladayken yardım için Nat'e koşan bu genç kadının şimdi ondan kaçması canını acıtıyordu. Neden kaçtığını bile anlamıyordu fakat bunun olanlar yüzünden onunla karşılaşamayacak kadar çok şaşırmış, korkmuş ve utanmış olmasından kaynaklanması gerektiğini düşünüyordu. Ama Nat'e bir izin verse her şeyi yoluna koyabilirdi. İlk adım atılmıştı. Flora'yla nişanını bozmuştu, onun yerine Lizzie'yle evlenmekte özgürdü. Ona kendi isminin sağladığı korunmayı sunabilir ve kaybettiği servetin yerine de
  • 45. genç kadının servetim sahiplenebilirdi. Keşke evlilik teklifini dinlemesine yetecek kadar Lizzie'nin hareketsiz kalmasını sağlayabilseydi. Keşke teklifini kabul etseydi. İşin içinde Lizzie varsa her şey mümkündü. Kahverengi kâğıt paketi ellerinin içinde büktü ve paketin yırtıldığını duydu. Bunu Fortune Malikânesi'ne şahsen götürüp Lizzie'nin onu görmesini talep edebilirdi. Fakat Lizzie'nin onunla konuşmak yerine çaüya tırmanıp tekrar ormana kaçma ihtimali vardı. Bir an için Lizzie'nin arkadaşlarından birisine, Laura Anstruther'a ya da Alice Vickery'ye gidip yardım isteme fikri üzerinde durdu. Bu bir çeşit açıklama gerektireceği ve arkadaşları iptal edilen düğün hakkında zaten meraklandıkları için isteksizce bu fikri reddetti. Sağdıçları Dexter ve Miles'tan neler döndüğünü soran notlar almıştı. Sağdıçlarının eşlerinden, onun adına Lizzie'yle konuşmalarını istese tahminler havada uçuşurdu ve hiçbiri asla bir dedikodu veya skandal yaymayacak olsa da, Lizzie'yi böylesi varsayımlara dahi maruz bırakamazdı. Hayır, bunu yardım almadan çözmek zorundaydı. Felaketi kendi eseri olduğu için böylesi uygundu. Keşke daha güçlü, daha iradeli, daha kontrollü olsaydı. Keşke Lizzie'yi fiziksel olarak bu kadar çekici bulmuyor olsaydı, keşke yersiz olduğu kadar şok edici olan ve içini yiyip bitiren cinsel bir ihtiyaçla hâlâ onun için arzu duymasaydı. Ama yine de, onunla evlenirse bu arzu artık uygunsuz ya da tatmin edilmemiş olmayacaktı. İsterse onunla her gece ve gün boyu, istediği kadar sevişebilir, beklenmedik şehvetini saygıdeğer evlilik yatağında giderebilirdi. Fortune Sokağı, bir cumartesi öğle vaktinde büyük bir ereksi- yon için uygunsuz bir yerdi. Nat muslin paketi stratejik bir şekilde konumlandırdı. Lizzie'yle evliliği sağlama alana kadar onunla yatmayı düşünmeyi bırakmak zorundaydı. Her şeyi düzgün bir şekilde yapmak zorundaydı. Geç olması, hiç olmamasından daha iyiydi.
  • 46. Bayan Minchin sinir krizini atlattıktan ve Bay Minchin de öfke saçmayı bıraktıktan sonra Flora, uşağı ve boşa çıkarılabilecek kadar hizmetçiyi çağırıp düğüne gelecek bütün misafirlere nikâhın iptal edildiğini ve rahatsızlık verdiği için son derece pişman olduğunu belirten notlar göndermişti. Ardından ailesine tek başına yürüyüşe çıkacağını haber vermişti ve yaşananlar yüzünden içinde bulundukları sarhoşluk haliyle ailesi ona karşı çıkmamıştı. Flora hayatında onları ilk defa kızdırmıştı ve onların da buna şaşırıp kalmalarını anlayabiliyordu. Çünkü şimdiye kadar onları bir dakika bile endişelendirmemişti. Fakat birdenbire onlar için bir yabancı haline dönüşmüştü. Evden çıkmış ve kasabadan uzaklaşıp bozkırlara doğru sapmıştı. Aklında belirli bir istikamet yoktu, sadece ayaklannın götürdüğü yere gidiyordu. Güzel bir yaz günü ve bir düğün için mükemmel bir gün olduğunu fark etti. Tarla kuşlan tepede ötüyor ve mavi gökyüzüne doğru çıkükça şarkıları yavaşça kayboluyordu. Yolun kenarından kır çiçekleri fışkırmışta. Az sonra kendisini tepenin üzerinde, kasabanın çok yukarısında buldu. Kilisenin gökyüzünü delen çan kulesiyle, nehrin geniş kıvamıyla, eski manastır harabeleri ve köprüyle, insanların güneşin altında gezinip dedikodu yaptıkları Fortune Yolu'yla Fortune's Folly önünde uzanıyordu. Aşağıya baktı. Ayakkabıları mahvolmuştu. Yollar yazın bile kirli ve at arabası tekerleklerinin bıraktığı izlerle kaplı olduğundan kaim çizmelerini giymeden dışarı çıkmakla aptallık etmişti. Artık bütün parasını Nat Waterhouse'a vermeyeceği için en sonunda yeni bir çift ya da yüz çift ayakkabı almaya parasının yeteceğini düşündü. Hislerini incelemeye çalıştı. Düğünün iptal olmasına üzülmüyordu. Elbette Nat'le evlenebilir ve ona iyi bir eş olabilirdi çünkü buna inanmak üzere yetiştirilmişti. Hayatında hep bunu yapacağını düşünmüştü. Yine de tuhaftı ki her zaman daha fazlası ya da farklı bir şey olması gerektiğini biliyordu. İş evliliği de bir yoldu; toplumun genelinin ve özellikle annesinin onun
  • 47. adına karar verdiği ve kendisinin de karşı çıkmadığı bir yol. Ama şimdi... Pekâlâ, kendini aniden özgür hissetmişti ve bu oldukça garip geliyordu. Duvara oturdu. Taşın keskin köşeleri poposuna ve kalçasına battı, rahat etmeye çalışarak kımıldandı. Nefessiz kalmıştı. Sıcak bir sabahtı ve güneş gökyüzünde yükseliyordu. Ayrıca dayanıksız ayakkabılar giydiği gibi, bir şapkası ya da güneş şemsiyesi olmadan dışarı çıkmıştı. Sağ tarafındaki arazilerde çalışan adamlar vardı. Bir tanesini tanıyordu; bu Leydi Vickery'nin ağabeyi Lowell Lister'dı. Onun Alice evlenmeden önce Fortune's Folly'deki etkinliklerde annesine ve kız kardeşine eşlik ettiğini görmüştü. Elbette ki Flora'yı hiç dansa kaldırmamıştı. O bir çiftçiydi ve kendisi de bir hanımefendiydi. Kız kardeşine bir servet miras kalmasına ve bir lordla evlenmesine rağmen bu uygun olmazdı. Flora, otları biçerek arazide çalışan Lowell'i ve adamlarım tembelce izledi. Lowell, Alice kadar sarışındı ve sürekli dışarıda zaman geçirdiği için fazlasıyla bronzlaşmıştı. Genç adamın vücudu akışkan bir güçle hareket ediyordu; eğilip tırpanı kullanışında yumuşak bir esneklik vardı. Arazide sistemli bir şekilde çalışırken Lowell'ın kollarında beliren kasları görebiliyordu. Irgatlarına örnek oluyor, diye düşündü. Diğer adamlar emek harcarken oturup izleyecek türden bir işveren değildi. Lowell doğruldu ve san saçlanru alnından geriye itti. Taştan ma-tarasını dudaklarına kaldırdı ve kana kana içti, yutkunurken boğazı hareket ediyordu. Ardından matarayı tutan elini yanına indirdi ve dosdoğru Flora'ya baktı. Gözleri yaz semasıyla aynı derin maviliğe sahipti. Flora nın kalbi hızlandı. Aniden kendisini gerçekten çok ama çok sıcak hissetti. Genç adam ona doğru yavaşça yürümeye başladı. Flora'nın göğ-sünde panik yükseldi ve aceleyle ayağa kalktı. Etekleri keskin taşa takıldı ve bir şeylerin yırtıldığını duydu. Hızlıca yola düştü ve tek kelime etmeden kasabaya doğru aceleyle ilerledi. Lowell'in hâlâ onu seyrettiğini hissedebiliyordu, vücudundaki bütün dokular ona bunun
  • 48. böyle olduğunu söylüyordu ve yirmi adım kadar gittikten sonra geriye bakmak için döndü. Lowell duvann kenarında duruyordu ve parmaklarında elbisesinden yırtılan san bir muslin parçası vardı. "Bekle!" diye Flora'ya bağırdı. Flora tereddüt etti. Lowell duvar hattından aşağıya indi ve Flora ya yaklaştığında, kıvrak bir hareketle duvarın üzerinden atladı. Flora nefes almaya bile vakit bulamadan önce yanında bitivermişti- Ç°k enerjik ve hayat dolu, bugüne kadar tanıdığı bütün erkeklerden öyle farklı görünüyordu ki duyulan bir an için sersemledi. Genç adamdan gelen çimen ve güneş kokusunu alabiliyordu. Lowell kendisine gülümsediğinde Flora kalbinin göğsünün içinde tuhaf bir şekilde sendelediğini hissetti. Tepelerde yürümek için sıcak bir gün," dedi. Sesindeki yerel şive seçilebiliyordu. Annesi ve kız kardeşinin aksine bunu hiç y°k etmemişti. "İçmek ister misiniz?" Matarayı uzattı. Flora matarayı alıp kuşkulu bir şekilde baktı. Bir dakika sonra Lowell güldü ve kapağını onun için açıp geri verdi. Dudaklarını daha önce genç adamın dudaklarının olduğu yere yerleştirdi ve bolca içti. Sıvı soğuktu, lezzetli bir şekilde canlandıncıydı ve elma tadındaydı. Biraz daha içti ve Lovvell'm, gözlerinde gülücüklerle onu izlediğini gördü. Flora utandığını hissetti ve önce matarayı silip silmemesi gerektiğini bilemeden şişeyi ona geri verdi. "Teşekkürler," dedi. "Bayan Minchin, değil mi?" dedi Lowell. "Flora?" Adını söyleyiş şekli hoşuna gitti. Kulağa çok hoş geliyordu. Başıyla onayladı. "Siz de Lowell Lister'siniz." Abartılı ve alaycı bir baş selamı verdi. "Burada tek başına ne yapıyorsun, Flora?" diye sordu. "Düşünmek istedim," dedi Flora. Kendisini garip hissetmeye başlamıştı. Duvarın yanındaki dişbudak ağacının yeşil yapraklarının
  • 49. arasından güneş süzülüyor ve göz kapaklarında desenler çıkararak hareket ediyordu. Oturup ağırlaşmış başını sağlam ağaç gövdesine yaslamak istiyordu. Hâlâ Lowell'ın elinde duran mataraya şüpheli bir şekilde baktı. "O... o... elma şarabı mı?" Elma şarabının tehlikeli olduğunu duymuştu. Lowell gülümsedi. "Evet. Biraz daha ister misin?" "Hayır, teşekkür ederim," dedi Flora. "Bana engel olmalıydınız. Elma şarabı bir hanımefendiye uygun bir içki değil." Lowell güldü. "Sana neden engel olayım ki? Ne istediğine kendin karar veremiyor musun?" Flora ona baktı. Gözleri masmaviydi ama yeşil ve altın noktalarla beneklenmiş ve simsiyah kaşlarla çevrelenmişti. "Elbette ki karar verebilirim," dedi alıngan bir şekilde. Tümseğin üzerine oturdu. "Bugün düğünümü iptal ettim. Benim kararımdı." Lowell'in gözleri büyüdü. Yavaşça başını salladı ve yanına oturdu. "Buraya geldiğinde düşünmek istediğin şey bu muydu?" diye sordu. Flora yan gözle ona baktı. Gömleğinin kollarım katlamıştı, kollan esmerleşmiş ve güneşte parlayan tüylerle süslenmişti. Flora'nın boğazı kurudu. Belki de, diye düşündü, biraz daha elma şarabı içmeliyim. "Evet," dedi. "Düğünüm ve... diğer şeyler hakkında da düşünmek istedim." "Konuşmak ister misin?" dedi Lovvell. "Evet," dedi Flora. Ona bakarken onunla konuşmayı gerçekten de çok istediğini fark etti. "Evet, sizin için de uygunsa."
  • 50. "Sevgili Leydi Elizabeth!" dedi Leydi Wheeler abartılı bir şekilde. "Bu .ıkşam bizimle olmanız ne büyük bir mutluluk! Çok hoş bir sürpriz!" I izzie'yi titrek kolları ve çırpınan drapeleriyle dev bir gece kelebeği gibi sürükledi. Lizzie, kadının ateşin yanına fazla yaklaşmamasını umdu yoksa bir felaket çıkabilirdi. "Normalde etkinliklerimizi asla onurlandırmazsınız," diye devam etti Leydi Wheeler. "Ne asil yüreklisiniz!" "Rica ederim," diye mırıldandı Lizzie. Fortune's Folly'deki pek çok kişi onun bir kont kızı, dolayısıyla da kendileri içi fazla iyi olması sebebiyle etkinliklere katılmaya nadiren tenezzül eden korkunç bir /.iippe olduğunu düşünüyordu. Esasında çok fazla insan ona o kadar yüzsüzce yağ çekiyordu ki akşam yemeklerinden ve balolardan çekinir olmuştu. Ayrıca Sör Montague de genç kızın vasisi olarak rolünü fazlasıyla ihmal ediyordu ve Lizzie'nin ne yapıp yapmadığını lıiç umursamıyordu. Lizzie'nin aslında o akşam Leydi Wheeler'm akşam yemeğine giden ağabeylerine eşlik etmek gibi bir niyeti yoktu. Lydia'ya yaptıklarından dolayı Tom'dan nefret ettiğinden onunla bugünlerde neredeyse hiç konuşmuyordu. Monty'yi bir nebze daha iyi buluyordu çünkü tek yaptığı bir sünger gibi içmek ve halkının parasını sömürmek için bir sonraki saldırısını planlamaktı. Ama Leydi Wheeler davetiyeyi şahsen vermek için geldiğinde kızı Mary Lizzie'nin kolunu yakalamış ve onu yandaki bir odaya sürükleyip yemeğe katılması için ona yalvarmıştı. Mary kahverengi gözleriyle yalvararak, "Lord Armitage beni terk ettikten sonra annem ve babamın benden ne kadar nefret ettiklerini biliyorsun," demişti. "Artık herhangi bir talibi uygun görmeye hazırlar ve buna katlanamıyorum. Tom'la, hatta Sör Montague'yle bile bir teklifte bulunmaları halinde evlenmem için beni zorlayacaklarına eminim. Kendimi, satılmayı bekleyen ödüllü bir kuzu gibi hissediyorum... Hatta belki de ödüllü bile değil, pazarın en sonunda kalan, kimsenin satın almak istemediği bir kuzu."
  • 51. Lizzie içinden Mary'nin büyük kahverengi gözleriyle daha çok bir buzağı gibi göründüğünü düşündü ama ilk defa olsun karşılaştırmayı sesli bir şekilde yapmayacak kadar nazik davranmıştı. Sesinin rahatlatıcı çıkmasına çaba göstererek, "Pekâlâ, Monty hakkında şüphelenmen gerektiğini sanmam," demişti. "İnsanların servetlerine başka yollarla el koyabileceğini anladığından beri evlenmek için fazla bir isteği yok. Ama Tom..." Tom'un zengin olan, etekli herhangi bir şeyle evlenebileceği oldukça doğru olduğundan iç geçirmişti. Tom, serbest olduğunu duyar duymaz Flora Minchin'i ziyaret etmeye gitmişti. Mary, "Lütfen, salı gecesi gel," diye yalvarmıştı tekrar. "Beni korumana ihtiyacım var, Lizzie!" Lizzie istemeye istemeye kabul etmişti. Bir sosyete fahişesiyle kaçan nişanlısını aniden kaybettiği için Mary'ye üzülüyordu. Mary değersiz Stephen Armitage'a umutsuz bir şekilde âşıktı ve ihaneti ona feci bir şekilde çarpmışta. Lizzie'ye göre Armitage alçağın tekiydi ve Mary ona duyduğu aşkla güçsüzleştiği için bir aptaldı ama bu Mary'nin acısını daha az kılmazdı. Nat'e karşı duyduğu hislerin verdiği içgörüyle Lizzie, Mary'nin ne kadar acı çektiğini anlayabiliyordu. Leydi Wheeler'in arkasından salona giderken en azından Nat'le VVheeler'ların evinde karşılaşmasının pek olası olmadığını düşündü. VVheeler'lar Lizzie'nin grubuyla sosyalleşmeye eğilimli olmadıklarından ne Nat'in ne de diğer yakın arkadaşlarından herhangi birinin orada olması olası değildi. Bu da ona nefes almak için ihtiyaç duyduğu .ilanı sağladığından bir lütuftu. Bu ona gönlünün serbest olduğuna dair rol yapma pratiğini geliştirmesine olanak tanıyordu. Yeni bir kabuk oluşturmasına yardımcı oluyordu; böylece yavaş yavaş, adım adım, Nat'le olanları unutabilir ve dışarıdan aynı görünse de dünyasını temellerinden sarsmış korkunç bir hata yaptığı için içinde çok savunmasız hisseden Lizzie Scarlet'ı yeniden keşfedebilirdi. Lizzie, Nat'i bir haftadır görmemişti. Fortune's Folly'de ondan kaçtığı günden sonraki beş gün boyunca Nat, malikâneyi ziyaret etmişti.
  • 52. Lizzie iki defa rahatsızlığını bahane etmiş, üçüncüsünde evde olmadığı yalanım söylettirmiş, dördüncü ve beşinci seferlerde de saklanmıştı. Nihayet Nat uğramayı kesmişti ve Lizzie hizmetkârların dedikodularından, Nat'in babası hasta olduğu için birkaç günlüğüne Waterhouse Malikânesi'ne çağrıldığını duymuştu. Son derece rahatlamıştı. Hâlâ onunla soğukkanlılıkla yüzleşebilecek durumda değildi; hisleri hamdı, Nat'i sevmenin acısı ve genç kadının, onun kendisine duyduğu hisleri yanlış anlamış olmasının kederi bir türlü azalmıyordu. Arkadaşı Alice Vickery'yi görmeyi reddetmekten mutluluk duy-mamıştı. Alice de birkaç defa ziyarete gelmiş ve Lizzie, bu ziyareti Nat'in ricasına borçlu olup olmadığını merak etmişti. Sanmıyordu; Nat neler olduğunu kimseye anlatmazdı, bundan emindi. Lizzie arkadaşlarım özlüyordu ve onları reddetmekten nefret ediyordu ama tek yapmak istediği kıvnlıp onu tanıyan herkesten saklanmaktı. Alice onu çok iyi tanıyordu. Lizzie ne kadar rol yaparsa yapsın bir şeylerin yolunda gitmediğini anında anlayabilirdi. Sırrım açmak doğasında olmadığından, arkadaşlarının yaklaşmasına izin veremezdi. Acısıyla her zaman tek başına başa çıkmıştı çünkü hayatının çoğunda dayanmak için ona yardım eden kimse olmamıştı. Bir zamanlar ızdırap ve yalnızlık duyduğunda başvurduğu Nat, şimdi ona yasaktı. Ev sahibeleri Leydi Wheeler, Monty ve Tom'la birlikte genç kadını salona götürürken Lizzie, Leydi Wheeler'in ne kadar uyumlu biri olduğunu düşündü. Leydi Wheeler daha bir hafta önce genç kadım şiddetle kınayarak terbiyesiz bir kız olduğunu söylemişti fakat şimdi bu kınamasını gayet unutmuşa benziyordu çünkü Lizzie hâlâ bir kontun kızıydı, çok zengindi, güzeldi ve her türlü akşam eğlencesi için değerli bir katılımcıydı. Wheeler'larm zengin bir eş için yaşayan George isimli uçarı bir oğulları vardı; George. Lizzie bu tarz düşüncelerin kendi davramşına yapılan her türlü eleştiriden daha ağır geleceğim biliyordu. Aslında servetim George Wheeler'a ihsan etmeye karar verirse, davranışı