3. Tony, Judy ve Clare için, sevgilerimle.
**Bayan Laura Anstruther'dan Welbum Düşesi Eve'e mektup
4. Mayıs 1810 Pek Sevgili Eve,
Son mektubunu almak ve kuzenim Roıvarth'la evlilik gezintinizde
lıarika vakit geçirdiğinizi duymak büyük bir mutluluktu. Paris'ten bana
gönderdiğin güzel gecelik için sana özellikle teşekkür borçluyum; Dexter
bu geceliği çok beğeniyor!
Fortune's Folly'deki bütün havadislerden haberdar olmak istediğini
yazmışsın. Anlatacak çok şey var. Ne yazık ki Sör Montague, "ortaçağ
kanunları" adı altında her türlü açgözlü ve doyumsuz vergiyi üstümüze
yüklemeye devam ediyor. Dam Vergisi'nden kaçmak için herkes evliliği
kabul ettiğinden kasabada evlenmemiş sadece üç mirasçı kaldı. Yakın
arkadaşım Alice Lister kuzenim Miles Vickery'yle bir ay kadar önce
evlendi. Eminim, Miles'ı hatırlarsın. Her zaman sarışınları tercih
etmesi ve böylece senin peşine hiç düşmemesi Rowarth'la arasındaki
arkadaşlık için muhtemelen büyük bir lütuf! Ancak, artık oldukça
değişti. Böyle korkunç bir hovardanın başkasının karısı yerine kendi
karışma umutsuzca âşık olduğunu görmek pek eğlenceli. Lord Stephen
Armitage, Bayan Mary Wheeler'i resmen kilise mihrabında terk etti.
Bunun Bayan Mary Wheeler için şanslı bir kurtuluş olduğunu
düşünüyorum. Diğer birliktelikse Bayan Flora Minchin ve Lord
Waterhouse arasında... Birkaç hafta içinde evlenecekler. Bu bir sevgi
birlikteliği değil. Lord Waterhouse'un unvanına karşılık Bayan Flora
Minchin'in parası; bu tarz şeyleri bilirsin. Fakat işlerin planlanan
şekilde gitmeyeceğine dair içimde tuhaf bir his var...
5. rBrİtR'İ‘bfCİ ‘KISI'M
"Şafak vakti, kükürt yatağından kalkıp,
Bir şeytan yürüyerek geçti.
Güvenli, küçük dünya çiftliğine bakmak Ve
sürüsünün neler yaptığını görmek için.
Bir hanımefendi gururla yanından geçti,
Yüzünde bir ifade gördü ki Bunun için onu
öpebilirdi;
Böylesi gösterişli, kaliteli, zeki bir yaratık olduğu ve Şeytanın
olabilecek kadar şeytani bir gözü olduğu için."
The Devil's Walk (Şeytanın Gezintisi), Robert Southey, 1799
iBirinci (BöCüm
Folly, Fortune Malikânesi, Yorkshire - Haziran 1810
Geceyansından biraz önce
Adam kaçırmak için güzel bir geceydi.
Ay ve yıldızların aydınlattığı gökyüzünde parlayarak yükseklerde
6. süzülüyordu. Ilık rüzgâr, çam ve sıcak çimen kokularını karıştırarak ağaç
tepelerinde uğuldadı. Ormanın derinliklerinden bir baykuş seslendi; bu,
uzun, gırtlaktan gelen ve gecede asılı kalan bir çığlıktı.
Leydi Elizabeth Scarlet pencere kenarında oturup dışarıdaki yoldan
gelecek ayak seslerini duymak için bekleyerek karanlığı izliyordu. Nat
VVaterhouse'un geleceğini biliyordu. Ne zaman çağırsa hep gelirdi. Elbette
ki sinirlenecekti; düğününden önceki gece içki âleminden uzaklaştırılan
hangi erkek sinirlenmezdi ki... Yine de orada olacaktı. Fazla sorumluluk
sahibi birisiydi; Lizzie'nin yardım çağrısını görmezden gelemezdi. Nat'in
tam olarak nasıl tepki vereceğini biliyordu. Onu çok iyi tanıyordu.
Parmak uçlarıyla pencerenin taş pervazını sabırsızca tıkırdatı- yordu.
Ağabeyinden aşırdığı saate baktı. Saatlerdir bekliyormuş gibi hissediyordu
ama son baktığından beri sadece sekiz dakika geçtiğini görünce şaşırdı.
Endişeliydi ve bu da onu şaşırtıyordu. Nat'in kızacağım biliyordu ama
Lizzie yalnızca onun iyiliğini düşünüyordu. Düğünün durdurulması
gerekiyordu. Bir gün bunun için kendisine teşekkür edecekti.
Tarlaların karşısından kilise çanının hafif sesi geldi. Geceyarısı
olmuştu. Yolda ayak sesleri duyuldu. Tam zamanında gelmişti. Tabii ki
tam zamanında gelecekti.
Nat binanın kapısını açtığı sırada Lizzie bir fare kadar sessiz
oturuyordu. Koridoru karanlıkta bırakmıştı ama yukandaki odada bir
mum yanıyordu. Eğer doğru hesapladıysa, Nat döner merdivenden yukarı
çıkarak odaya girecekti, böylece Lizzie onun arkasından dış kapıyı
kilitleyebilecek ve anahtarı saklayabilecek kadar vakte sahip olacaktı.
Başka çıkış da yoktu. Üvey ağabeyi Sör Montague Fortune binayı, bir
adamın geçemeyeceği küçüklükte mazgallan ve pencereleri olan minyatür
bir kale şeklinde yaptırmıştı. Fortune's Folly denilen bir kasabada dekor
amaçlı bir bina1 inşa ettirmenin harika bir şaka olduğunu düşünmüştü. Bu,
1 İngilizcede folly sözcüğü "dekor amaçlı inşa edilen ilginç bina" anlamına
da gelmektedir. Yazar Fortune's Folly ismiyle kelime oyunu yapmıştır, (ç.n.)
7. diye düşündü Lizzie, Monty'nin eğlence anlayışıydı; bu ve halka işkence
edecek yeni vergiler icat etmek...
"Lizzie!"
Yerinde sıçradı. Nat bekçi odasının hemen dışındaydı. Sesinde
sabırsızlık vardı. Lizzie nefesini tuttu.
"Lizzie? Neredesin?"
Nat döner merdivenleri ikişer ikişer tırmandı ve Lizzie ağır meşe
kapıyı kilitlemek için bekçi odasından bir hayalet gibi sessizce çıktı.
Titreyen parmakları, soğuk demirin üzerinde kaydı. Yanında olsaydı
arkadaşı Alice Vickery'nin ne diyeceğini iyi biliyordu:
"Yine mi aptal oyunlarından biri, Lizzie? İş işten geçmeden hemen dur!"
Ama zaten çok geçti. Kendisine bunun hakkında düşünme izni
veremezdi, yoksa cesaretini kaybederdi. Bekçi odasına geri koştu ve bir
elini dar mazgallardan birinin içinden geçirdi. Dış duvarda bir çivi vardı.
Anahtar taşın üzerinde hafif bir ses çıkardı, işte... Arük Lizzie izin verene
kadar Nat kaçamazdı. Pek memnun bir halde kendine gülümsedi. Planına
başkasını dâhil etmeye gerek olmadığını en başından biliyordu. Yardım
almadan da adam kaçırma işinin altından kalkabilirdi. Kolaydı.
Koridora çıkü. Nat elinde mumla merdivenlerin tepesinde diki-liyordu.
Titreyen ışık uzun bir gölge oluşturuyordu. Tehditkâr, kızgın ve
kocaman görünüyordu.
Aslında, diye düşündü Lizzie, o gerçekten de tehditkâr, kızgın ve
kocaman ama bana asla zarar vermez. Nat onu asla ama asla incitmezdi.
Onun tam olarak nasıl davranacağını biliyordu. Onu bir ağabey gibi
tanıyordu.
"Lizzie? Ne haltlar dönüyor burada?"
Aynı zamanda sarhoş da, diye düşündü Lizzie. Hiç iş yapamaz
duruma gelecek kadar değil, ama bir hanımefendinin önünde küfretmeye
yetecek kadar sarhoştu. Nat bunu normalde asla yapmazdı. Yine de, ertesi
sabah Bayan Flora Minchin'le evlenecek olan Lizzie olsaydı, o da
küfrederdi. Ayrıca kendinden geçene kadar içerdi de. Bu da onu asıl
8. konuya geri getirmişti; Nat'in Bayan Minchin'le evlenmeyeceği konusuna.
Ne sabah ne de herhangi bir zaman... Lizzie bunu sağlamak için
buradaydı. Onu kurtarmak için buradaydı.
"İyi akşamlar, Nat," dedi Lizzie neşeli bir şekilde ve Nat'in kaşlarını
çattığını gördü. "Özgürlüğünün son akşamında keyifli vakit geçirdiğini
umarım."
"Hoş beşi kes, Lizzie," dedi Nat. " Hiç havamda değilim." Genç
kadının yüzünü aydmlatacak şekilde mumu biraz yukarı kaldırdı.
Gözleri kısık, sert ve karaydı. "Düğünümden önceki gece bana gizlice
söylemek zorunda olduğun bu kadar acil ne olabilir ki?"
Lizzie hemen cevap vermedi. Bir eliyle elbisesinin ucunu tuttu ve taş
basamaklardan dikkatlice çıktı. Ona bakmasa bile Nat'in bakışlarını her an
yüzünde hissediyordu. Genç adam, üst kattaki odaya girmesi için kenara
çekildi. Bu bir masa, bir sandalye ve bir kanepesi olan minik bir odaydı.
Minyatür kalesi tamamlandıktan sonra Monty Fortune burayla ne
yapacağını gerçekten bilememişti.
Lizzie kule biçimindeki yuvarlak, minik odanın ortasındaki halının
üzerine geldiğinde Nat'e bakmak için döndü. Artık onu düzgün bir şekilde
görebildiğinden, siyah saçlarının dağınık olduğunu, şık giysilerinin pek de
yeni gibi durmadığını fark edebilmişti. Ceketi açıktı ve kravatı
bağlanmamıştı. Kirli sakalı, yanağını ve çenesinin sert çizgisini karartmıştı.
Meyhanenin dumanlı havasını üzerinde taşıyordu. Gözleri sabırsızlık ve
kızgınlıkla parlıyordu.
"Bekliyorum," dedi.
Lizzie ellerini masum bir tavırla iki yana açtı. "Seni buraya
evlenmekten vazgeçirmek için çağırdım," dedi. Ona yalvarırcasına baktı.
"Kızın beş dakikada seni sıkacağını biliyorsun, Nat. Aslında..." diye
düzeltti kendini. "Ondan zaten sıkıldın, değil mi ve onunla henüz
evlenmedin bile. Onu umursamıyorsun da. Korkunç bir hata yapıyorsun."
Nat'in dudakları ince bir çizgi halini aldı. Bir elini saçlarının arasından
9. geçirdi. "Lizzie, bu konuyu konuşmuştuk..."
"Biliyorum," dedi Lizzie. Kalbi boğazında atıyordu. "Bu yüzden bunu
yapmak zorundaydım, Nat. Bu senin iyiliğin için."
Gözlerindeki kızgınlık hızla öfkeye dönüştü. "Neyi yapmak zo-rundaydın?"
dedi. Ardından, genç kadın cevap vermediğinde ekledi: "Neyi
yapmak zorundaydm, Lizzie?"
"Seni içeri kilitledim," dedi Lizzie çabucak. "Seni yarın bırakacağıma
söz veriyorum... Düğün saati geçtikten sonra. Kilise sunağında onu
bekletme saygısızlığım Flora'nm ya da ailesinin affedeceğinden
şüpheliyim."
Waterhouse Kontu'nun duygularını belli eden bir adam olduğunu
daha önce hiç düşünmemişti. Hiçbir duygu emaresi göster- meyip hiçbir
şeyi açığa vurmadığından şans oyunlarına uygun bir yüzü olduğunu
düşünmüştü her zaman. Ancak şimdi, onu okumak fazla kolaydı. İlk
tepkisi şaşkınlıktı. İkincisi korkunç bir kesinlikti. Lizzie'nin
söylediklerinde gerçek payı olup olmadığım sorgulamak için durmamıştı
bile. Eğer Lizzie onu iyi tanıyorsa, o zaman bunun tersi geçerliydi.
"Lizzie," dedi Nat, "seni küçük cadı."
Döndü ve mumu alıp duvardaki dar yarıklardan içeri giren soluk
ay ışığı dışında Lizzie'yi karanlıkta bırakarak merdivenlerden aşağıya
sinirli bir şekilde indi. Lizzie uzun, titrek bir nefes verdi. Nat gerçekten
de bir çıkış olmadığım anladığında geri döneceğinden, toparlanmak için
sadece bir dakikası vardı. Ve bu defa karşısına basit bir öfkeyle
çıkmayacaktı.
Kaim meşe kapıyı açmayı denediğim... ve bir santimetre bile
oynatamadığında küfrettiğim duydu. Muhtemel çıkışlar için bekçi odası
ve koridoru kontrol ettiği sırada mum alevinin duvarlarda dans ettiğini
gördü. Lizzie'nin zaten bildiği şeyi anladığında küfürleri daha da renkli
bir hal aldı; hiçbir çıkış yoktu. Minik tuvalet, bir o kadar minyatür bir
hendeğe açılıyordu ve 1,80 metre boyundaki bir adamın içinden geçmesi
10. için fazla küçüktü. Genç kadımn bulunduğu odada sahte mazgallı
siperlere açılan bir kapak vardı ama bunu önceden kilitlemiş ve anahtarı
da dışarıda oyuklu bir ağacın içine saklamıştı.
I liçbir hata yapmak istememişti.
Nat geri dönmüştü ve Lizzie haklıydı; çileden çıkmış görünüyordu.
Zayıf yanağında bir kas aüyordu. Vücudundaki bütün hatlar öfkeyle
kaskatı kesilmişti.
Ancak konuştuğunda sesi aldatıcı şekilde kibardı. Lizzie için bu,
bağırmasından daha endişe vericiydi.
"Bunu neden yapıyorsun, Lizzie?" dedi.
Lizzie avuç içlerini gizlice elbisesinin yanlarına sürdü. Titremesini
durdurabilmeyi istedi. Doğru şeyi yapüğmı biliyordu. Sadece bunun bu
kadar korkutucu olacağını tahmin etmemişti.
Çenesini meydan okurcasına kaldırarak, "Sana söyledim," dedi.
"Seni kendinden koruyorum."
Nat haşin bir kahkaha attı. "Hayır. Çaresizce ihtiyacım olan elli bin
sterlini ele geçirme şansımı yok ediyorsun. Bunun benim için ne kadar
önemli olduğunu biliyorsun, Lizzie."
"Bir ömür boyu sürecek can sıkıntısına değmez."
"Bu benim seçimim."
"Yanlış seçim yaptın. Ben de seni bundan kurtarmak için bu-radayım."
Lizzie, küt küt atan kalbine rağmen sesinin titremesine engel
olabilmişti. "Bana her zaman değer verdin ve beni korumaya çalıştan.
Şimdi benim sıram. Bunu arkadaşım olduğun ve sana değer verdiğim
için yapıyorum."
Nat'in gözlerinde ona inanmadığını anlatan kibirli titreşimler
gördü. Lizzie'nin öfkesi için için kabarmaya başladı. Fikri alınan kişiye
bağlı olarak her zaman çabuk parlayan biri ya da tam bir kavgacı olduğu
söylenirdi. Onun iyiliğini düşünürken Nat'in onu yargılaması son derece
adaletsiz görünüyordu. Bu korkunç izdivaçtan onu kurtardığı için
kendisine teşekkür ediyor olmalıydı.
11. Nat mumu kapının yanındaki küçük ahşap masanın üzerine koyup
ona doğru çok kasıtlı bir adım attı. Uzundu -boyu 1,80'in üzerindeydi-,
geniş ve kaslıydı. Lizzie korkmamaya çalıştı ve başarısız oldu.
"Bana anahtarı ver, Lizzie," dedi nazikçe.
"Hayır." Lizzie zorlukla yutkundu. Artık çok yakındı, fiziksel varlığı
sesinin yumuşaklığıyla tam bir çelişki içinde güçlü ve tehditkârdı. Ama
Nat'ten korkmuyordu. Dokuz yıldır birbirlerini tanımalarına rağmen
Lizzie bir kere bile Nat'ten korkması gerektiğini hissetmemişti.
"Nerede?"
"Bulamayacağın bir yerde saklı."
Nat bıkkınlıkla soluklandı. Bir kolunu uzattı. "Bu bir oyun değil,
Lizzie," dedi. Öfkesini basürmaya, mantıklı olmaya çalıştığını
anlayabiliyordu. Nat VVaterhouse herkesin ötesinde, mantıklı, aklı
başında ve sorumluluk sahibi bir adamdı. Lizzie, durumu kendi bakış
açısıyla görmesini beklemesinin mantıksızca olduğunu düşündü. Lizzie
elbette ki haklıydı. Bunu biliyordu ve zamanla onun da bunu
anlayacağından emindi. Ama o anda sinirliydi. Üzgündü. Evet, elbette,
Flora'nın servetini kaybedeceği için sinirlenecek ve hayal kırıklığına
uğrayacaktı. Vâris olan o kadınla dostluk kurmaya çalışmıştı, ona kur
yapıp flörtleşmişti, bu da korkunç derecede can sıkıcı bir iş olmalıydı.
Ödülünü kazanmak için zaman ve gayret harcamıştı. Ama şimdi Lizzie
işini bozuyordu. Bu yüzden ona sinirlenmesini anlayabiliyordu.
"Tehlikeli bir işe kalkışıyorsun," dedi Nat. Sesi hâlâ kontrollü
çıkıyordu. "Kendini benimle içeri kilitledin. Bu uzlaşmamı sağlamak için
tuhaf bir teşebbüs mü, böylece Flora yerine seninle evlenmek zorunda mı
kalacağım?"
Lizzie'nin siniri biraz daha arttı. Korkunun yanında artık gerçekten
kızmaya da başlıyordu. Onu kendisine saklamaya çalıştığını düşünme
küstahlığıyla çileden çıkmıştı. "Elbette ki hayır," dedi. "Ne kadar da
kendini beğenmişsin! Seninle evlenmek istemiyorum! Bunun yerine
12. saçımı başımı yolmayı tercih ederim!"
Nat'in gülümsemesi hiç sevimli değildi. "Sana inanmıyorum. Bizi
birlikte kilitleyerek kendini kasıtlı bir şekilde tehlikeye attın."
"Saçmalık!" dedi Lizzie. "Kimseye söylemek niyetinde değilim. Seni
sadece evliliğin gerçekleşmesi için çok geç olana kadar burada tutmak
istiyorum ve ardından gitmene izin vereceğim."
"Çok iyisin," dedi Nat. "Geleceğimi mahvediyor, ardından da
yıkıntılarla yüzleşmem için gitmeme izin veriyorsun."
"Ah, bu kadar aşırı duygusal olma!" diye çıkıştı Lizzie. "En başta bir
servet avcısı haline gelmemeliydin. Bu sana yakışmıyor!"
"İşte, elli bin sterlini ve tenkitçi tavrı olan bir kadın," dedi Nat.
"Hiçbir şey bilmiyorsun."
"Senin her şeyini biliyorum!" diye parladı Lizzie. "Seni dokuz yılı
aşkın bir süredir tanıyorum ve sana değer veriyorum..."
Nat kına biçimde, "Bunu çıkan olmayan bir arkadaşlık yüzünden
yapmıyorsun, Lizzie," diye lalını kesti. "Bunu yapıyorsun çünkü sen
bencilsin, şımarıksın ve olgunlaşmamışsın. Ayrıca başka bir kadımn
üzerimde daha büyük bir hak sahibi olmasını istemiyorsun. Beni
kendine saklamak istiyorsun."
Lizzie bakakaldı. "Kibirli domuzun tekisin!"
"Sen de şımank bir veletsin. Büyümen gerek. Uzun süredir böyle
düşünüyorum."
Odadaki gerginlik patlayacak hale gelirken ve mumun alevi
havadaki tehlikeli bir şeye tepki verirmiş gibi titrerken ayakta dikilip
birbirlerine dik dik baktılar.
Derinlerde bir yerlerde Lizzie'nin cam acıyordu ama bunu sinirinin
ateşiyle yakıp attı.
"Ben ne zaman şımarık ve olgunlaşmamış biri oldum ki?" diye
sordu. Sormak ve kendi yarasım deşmek istememişti ama kelimeleri
içeride tutamamıştı.
13. Nat güldü, bu Lizzie'nin ruhunu delip geçen haşin bir sesti.
"Nereden başlasam? Kendi endişelerin ve fikirlerin dışında kimseyle ya
da hiçbir şeyle ilgilenmiyorsun. Flora'yla nişanımın ilan edildiği gün
toplanü salonunda arsızca kendini teşhir ettin ve bunun tek nedeni ilgiyi
onun üzerinden kendine almak olabilirdi. Pantolonu olan her şeyle flört
ediyorsun. Kibrini beslemeleri dışında onlarla hiç ilgilenmediğin halde
hem Lowell Lister'ı hem de John Jerrold'ı aylarca ipte oynattın. Ayrıca
başkalarına karşı olan ciddi alaka eksikliğinden bahsedecek olursak,
Drum Kalesi'nin satışında Miles Vickery'nin en değerli varlıklarını satın
aldın ve onları geri verme cömertliğini hiç göstermedin.
Lizzie kulaklarını kapadı. Nat onun bileklerini yakalayıp ellerini
çekti.
"Sen sordun," dedi. Sesi sertti. "Gerçeği kaldıramayacağın: bi-liyordum."
Sanki ona dokunmaya dayanamıyormuş gibi Lizzie'nin bileklerini
bıraktı ve ayrıldılar. İkisi de nefes nefeseydi. Lizzie genç adamın
kelimeleriyle derisinin yüzüldüğünü hissetti. Gözlerine sıcak yaşlar
batıyordu. Yaşları bastırdı.
Bir dakika sonra Nat tekrar elini saçlarının arasından geçirdi ve
sakin kalmak için gözle görünür bir çaba harcadı.
"Bana anahtarı verirsen, bu olanları unuturum," dedi.
Bunun için çok geçti ve ikisi de bunu biliyordu.
"Hayır," dedi Lizzie. Kollarını kavuşturdu. "Bende değil."
"Şımartılmış bir veletsin. Büyümen gerek artık. Şımarıksın ve bencilsin.
.."
Kendi kendisine onun ne düşündüğünü önemsemediğini söyledi
ama bunun bir yalan olduğunu biliyordu. Korkunç derecede canı
yanıyordu. Kıymetli ve değer verdiği bir şey onarılamaz şekilde
kırılmıştı. Nat'in fikirleri onun için her zaman önemli olmuştu. Ona saygı
duymuştu. Şimdi ondan nefret ettiğini hissediyordu.
14. Nat aniden şaşırtıcı derecede küstahlaşan bakışlarıyla, onu so-yarcasına
baktı. "Sanırım üzerinde saklıyorsun."
"Hayır, saklamıyorum!" Lizzie, Nat'in hem ses tonundan hem de
gözlerindeki bakıştan afalladı. Ona daha önce hiç böyle, satış için
mallarını sergileyen bir çeşit Covent Garden2 fahişesi gibi bakmamıştı.
Aşağılanmış hissetti; kendi kendisine aşın sinirlendiğini söyledi. Yine de
içinde bir şey, şaşırtıcı ve ilkel bir şey bundan oldukça hoşlanıyordu.
Kam, teninin altında sıcacıktı, yanaklarından ayak parmaklarına ve
tekrar yukarı çıkan ateş onu tutuşturuyordu.
Nat onu o kadar hızlı bir şekilde yakaladı ki hareket ettiğini bile
görmemişti. Elleri vücudunun üzerinde gezindi; samimi, bilen ellerle
aradı. Tüyleri, Nat'in dokunduğu yerleri takip ederek diken diken oldu.
İçindeki ateş, bir fırından bile daha sıcak yanarak kuvvetlendi. Nat'in
zaptı altında olmaktan duyduğu utanca ve vücudunun buna verdiği
tepkiye itiraz ederek kavrayışı altında kıvrandı.
"Bırak beni! Bende değil diyorum sana!" Sesinde istediğinden daha
fazla yalvarış vardı.
"Ama nerede olduğunu biliyorsun." Nat onu bıraktı, nefes ne-feseydi.
Gözlerinde bir ifade vardı, vahşi, farklı bir şey. Lizzie'nin
titremesine neden oldu. Nat'in mesleğinin, zalimce ve soğukkanlılıkla
suçluları yakalamak olduğunu ilk defa hatırladı. Bu Nat'in hayatının çok
az gördüğü bir kısmı olduğu için bunu pek sık dü-
2 Londra'nın opera birası ve meyve sebze pazarıyla özdeşleşmiş bölgesi. 17. yüzyılın
ortalarından 19. yüzyılın ortalarına kadar genelevlerden ve meyhanelerden oluşan
bir varoşa dönüşmüştür, (ç.n.)
15. şünmezdi ama şimdi düşünüyordu çünkü onun içindeki öfkeyi ve
çaresizliği hissedebiliyordu. Flora Minchin'in elli bin sterlinine çok feci
bir şekilde ihtiyacı olduğunu söylediğini hatırladı. Waterhouse
Malikânesi'ni eski haline getirmek ve ailesine -ebeveynleri yaşlıydı ve kız
kardeşi Celeste hastaydı- bakmak istediğini biliyordu ama son
zamanlarda sanki para arayışını daha da hızlandıran başka bir şey
olmuşçasına, hareketlerinde ayrı bir acelecilik var gibi gözükmüştü.
Bunun ne olduğunu bilmiyordu. Asla sormamıştı. Belki de Nat, onun
her zaman sadece kendim düşündüğü konusunda haklıydı. Bu fikir onu
rahatsız etti.
Tanıdığı Nat Waterhouse'u görmek için yüzünü taradı ve bir ya-bana
gördü. Bu onu o kadar ürpertti ki teslimiyetin eşiğinde kararsız
kaldı ve Nat onun mağlubiyetin tam kenarındaki bu tereddüdünü
gördü... ve güldü.
"Doğru, Lizzie. Bir kez olsun bir yetişkifı gibi davran. Git ve
anahtarı getir."
Karar vermesini sağlayan, Nat'in sesindeki küçümsemeydi; bir de
kulaklarında çınlayan kahkahası. Nat'in, arkadaşları Dexter Anstruther
ve Miles Vickery'ye Lizzie'nin planını, çok genç, toy ve şımarık olduğu
ve kendisine karşı çok da gizli olmayan bir ilgi beslediği için evliliğine
nasıl engel olmayı düşündüğünü anlattığını hayal edebiliyordu.
Kendisine böylesi duyguları yakıştırdığı ve bunlar yüzünden ona
arkadaşlarıyla güldüklerini düşününce utançla yandı. Kendisine öfkeyle
bunun hiç de doğru olmadığını söyledi. Nat'i kurtarmaya çalışmıştı ve o,
çabalarını hor görmüştü. Bunun için cezasını çekmesini sağlayacaktı.
Onu cezalandırma ihtiyacı, kendi canı acıdığı kadar onun da canını
yakma ihtiyacı göğsünü ağrıttı ve zehir gibi kanında gezindi.
Doğruldu ve gözünün içine baktı.
"Hayır. Hiçbir yere gitmiyorum, sen de gitmiyorsun." Minik odada
ondan uzaklaştı.
16. "Lanet olasıca bir delisin." Nat öfkeliydi ve artık her türlü nezaket
numarasım bırakmışü.
"Sen de kahrolası kaba herifin tekisin." Artık güçlü ve dikka- falı
olarak, ona bakmak üzere döndü. "Ayrıca senden hoşlandığımı
düşündüğün için kibirli ve kendim beğenmiş birisin."
"Hoşlanmıyor musun?" Gözleri parladı.
"Elbette hayır. Senden nefret ediyorum. Özellikle de şimdi, hak-kımda
söylediğin tüm şu kötü sözlerden sonra... Bunun ne olduğunu
sanıyorsun, Monty'nin saçma ortaçağ kanunlarından biri mi?" Tuhaf bir
şekilde kalbinin kırıldığım hissetmesine rağmen küstah bir şekilde
gülümsedi. "Droit de seigneur3 mü? Düğününden önceki gece ahlaksız
işlerimi görmek için seni kaçırdığımı düşünmüyorsun umarım?" Nat'in
daha önce kendisine attığı aşağılayıcı bakışın aynısıyla bakışlarım onun
üzerinde gezdirdi. Düşündüğünden daha zordu. Bir adamı satılık bir
malmış gibi süzmek konusunda çok az tecrübesi vardı.
"Böyle bir şeyi yapacak cesaretin yok." Nat'in kibirli varsayımı
yarasım deşti. "Haydi, Lizzie. Sınırlarım aştin. Kabul et. Bu da senin fazla
ileriye giden çocukça oyunlarından birisi."
Bana meydan okuma...
Gözleri karşılaştı. Aralarındaki hava gerginlikle sıcak, ağır ve
titrekti. Lizzie bir elini genç adamın koluna koydu.
"Seni baştan çıkaramayacağımı mı düşünüyorsun, Nat Water-house?"
Nat eliyle sertçe Lizzie'nin bileğini kavrayıp sabit tuttu. Parmak-larının
altında Lizzie'nin nabzı atıyordu. "Saçmalama." Sesi kabaydı.
Lizzie parmak ucunda yükseldi ve dudaklarını beceriksiz bir
şekilde Nat'in dudaklarına bastırdı. Kendisine kayıtsız olmadığım
bilmesine rağmen -buna emindi- Nat dokunuşunun altında tamamen
3 İlk gece hakkı. Ortaçağda feodal beylerin, kendilerine bağlı sertlerin bakire
kızlarının bekâretini bozma haklan, (ç.n.)
17. tepkisiz kaldı. Nat'in vücudu bir kamçı kadar gergin ve sıkı olduğu için
içindeki çelişkiyi hissedebiliyordu ama tepkisi şimdi demir gibi bir irade
altında tutularak sağlama alınmıştı. Tepki vermesini, onu kavramasını,
öpüşüne karşılık vermesini isteyerek Lizzie dudaklarını onun
dudaklarının üzerinde gezdirdi ama genç adam tamamen hareketsiz
duruyordu. Lanet olsun ona. Uzanıp onu öptüğü ve o mermer bir heykel
gibi hareketsiz durduğu için kendisini bir budala gibi hissetmeye
başlamışta. Nat onu utandırmak istiyor ve bunu başarıyordu. Belki de
Lizzie iyi öpüşemiyordu; gerçekten bilemiyordu. Birkaç erkek onu
öpmüştü ve bu her defasında ciddi bir şekilde hayal kırıklığına uğratıcı
bir deneyim olmuştu. Bunun nedeni beklentilerinin fazla yüksek
olmasından mı, yoksa taliplerinin fazla maharetsiz olmalarından mı
kaynaklanıyordu, emin değildi.
Biraz geri çekildi ve yarı kapalı gözlerinin arasından Nat'e baktı.
Belki de Lizzie'nin düşünmesini istediği kadar kendisine hâkim değildi.
Lizzie tecrübesizdi ama içindeki derin ve içgüdüsel bir his, Nat'in sınıra
göründüğünden daha yakın olduğunu söylüyordu. Hızlı nefes alıyor ve
yanağı seğiriyordu. Onu bu kadar zorladığım bilmek çok fazla şarap
içmiş gibi başını döndürdü. Tehlikenin heyecanı birbirlerine
savurdukları sert sözlerin acısını ortadan kaldırdı.
"Bitti mi?" Nat'in kibar bir şekilde kibirli çıkan sesi Lizzie'nin
düşüncelerini böldü. Demek ki Lizzie'nin saf ve aşağılanmış hissetmesini
sağlamak istiyordu. Öfke ve çaresizlik damarlarında kaynadı.
Kazanmasına izin vermeyecekti; Nat kendine göründüğünden çok daha
az hâkimken olmazdı.
"Hayır," diye çıkıştı. "Bitirmedim."
Tekrar yaklaştı, o kadar yaklaştı ki Nat'in vücudundan yayılan
sıcaklığı hissedebiliyordu. Sert, boyun eğmez yüzüne baktı. Onu
şaşırtmak için ne yapmak gerekiyordu? Fazla ileri gitmesine gerek
yoktu, sadece onu hafife almakta hata ettiğini kabul etmeye Nat'i
zorlayacak kadarı yeterliydi. Çocuk değildi ve bir çocuk gibi geri
18. çevrilemezdi. Elini Nat'in göğsüne koydu. Kalbinin çok kuvvetli bir
şekilde attığını hissedebiliyordu.
"Leydi Ainsworth metresindi, değil mi?" diye fısıldadı kulağına.
Elini gömleğinden aşağıya doğru gezdirip pantolonunun içinden çekip
gömleği gevşetti. "Hizmetçilerin bu konuda konuştuklarını duymuştum.
Terzisinden, senin malının son derece yerinde olduğunu duymuşlardı.
Kocaman, demişlerdi. Seni çok merak etmeme sebep oldular..."
Nat'in bütün vücudu titredi. "Lizzie. Kes şunu." Sesi sertti. "Ne
yaptığını anlamıyorsun."
"Ah, ama anlıyorum," dedi Lizzie. "Çocuk değilim." Nat'in
gömleğini iyice açtı ve avuçlarını onun çıplak kamında gezdirdi.
Pürüzsüz ve şaşırtıcı derecede enfesti. Bu leziz his bir an için dikkatini
dağıttı. Böyle olduğunu hiç bilmiyordu... Nat'in nefesini tuttuğunu
duydu, kaslannın parmaklarının altında hareket ettiğini ve titrediğini
hissetti. En sonunda bir tepki... Lizzie cesaretlenerek yüzünü onun
boynuna çevirdi ve dudaklarım boynuna bastırdı. Tuz ve sıcaklık tadı
aldı ve de bergamot kolonyası, deri ve Nat'in kendi kokusu olarak
tamdığı bir şeyin kokusunu. Bu, aşina olduğu bir kokuydu ama yoğun
biçimde heyecan verici geliyordu.
Nat başını hafifçe çevirdi. Dudaklan birbirine şimdi sadece birkaç
santim ötedeydi. Lizzie uçurumun ne kadar kenarında olduğunu
hissedebiliyordu. Duyguları zafer ve çok güçlü bir şeyle hareketlenince
titredi. Genç adam artık ona o kadar da kayıtsız değildi. Lizzie
kazanmıştı. Araştıran parmaklarının altındaki kasların sertliğinden zevk
alarak ellerini adamın sırtına kaydırdı. Tırnaklarını tenine geçirdi ve
onun irkildiğini hissetti.
"Lizzie, Tanrı aşkına..."
Nat'in sesindeki çaresizlik tınısı hoşuna gitti. Onu bu noktaya
getirdiğini düşünmek yaralı hislerini yatıştırdı. Artık durması ve geri
çekilmesi gerektiğini biliyordu ama elinin pantolon bağına, ardından
biraz daha aşağıya kaymasına izin verdi. Kendisini sersemlemiş, sarhoş
19. ve belki bir parça da çılgın hissediyordu. Eli pantolonunun önüne değip
ereksiyonunu takip etti. Uyarılmış erkeklik organının sert ve kocaman
şişkinliği pantolonunun gergin kumaşının üzerinden bile onu şaşırttı.
Nat'in nefesini tuttuğunu ve kaba bir şekilde küfrettiğini duydu. Bir an
durup geri çekildi, çok fazla ileri gittiğini soğuk bir şekilde fark
etmesiyle ateşli öfkesi ve arzusu söndü. Lizzie'nin içinde, meydan
okuma ve korku mücadele ediyordu ama endişesinin altında nefesini
kesip kalbinin küt küt atmasına neden olan çok güçlü, derin ve ahlaksız
bir kadınsı merak vardı.
Uzun, anlam yüklü bir an boyunca birbirlerine baktılar, ardından
Nat onu yakaladı. O kadar hızlı hareket etti ki Lizzie'nin bu hareketi
öngörecek vakti bile olmadı. Genç adamın dudakları sertçe kadının
dudaklarına kapandı. Besbelli ki diğer erkekler nasıl öpeceklerini
bilmiyorlardı ve aynı derecede, besbelli ki Nat biliyordu. Bu Lizzie'nin
neredeyse düşmesine neden olacak şiddetli bir duygu dalgasının içine
dalmadan ve kendinden geçmeden önceki tek mantıklı düşüncesiydi.
Bu öpüşlerin içinde çok az aşk, hatta hoşlanma ama büyük oranda
şehvet ve öfke vardı. Nat'in dudaklarının baskısı Lizzie'yi dudaklarım
aralamaya zorladı ve ardından genç adamın dili diline değip
düşüncesizce, nezaketsizce ve acımasızca onu aldı. Lizzie, Nat'in
amacının onu cezalandırmak olup olmadığını bilmiyordu ama önemli de
değildi çünkü vereceği ne varsa istiyordu. Heyecanla nefesinin
kesildiğini, duygu ve mantıklı düşüncenin çok uzaklarına sürüklendiğini
hissetti. Dudaklarını dudaklarının üzerinde tutabilmek için bir elini
Nat'in saçlarının arasına daldırdı, alt dudağını ısırdı ve Nat'in,
dudaklarını acımasızca yağmalamadan önce nefesini tuttuğunu hissetti.
Dudaklarının bu saldırıdan dolayı şiştiğini ve mest olduğunu hissetti.
Ateş kamının alt kısmında toplandı ve kalçalarını Nat'in devasa
ereksiyonuna dayadı. Nat boğazından yarı inleme, yarı hırlama benzeri
bir ses çıkardı.
20. Genç adam ellerini omuzlarına koydu, binici kıyafetini ve kom-binezonunu
çekiştirerek onu beline kadar soydu. Danteller yırtıldı ve
kopçalar taş zemine saçıldı. Elini kadının çıplak göğsüne koydu. Lizzie
sersemledi. Bir inleme duydu, bunun kendisine ait olduğunu biliyordu.
Nat onu pencere oturağına itti ve ardından dudaklarım göğüslerine
getirdi. Genç kadın, üzerinde gezinen dişleri ve dili hissetti. Çığlık attı,
ses binanın taş duvarlarında yankılandı. Vücudu kendisini yok etmekle
tehdit eden bir istekle titriyordu. Kendisini hem şaşkın, hem heyecanlı
hem de o kadar ümitsizce ahlaksız ve hafifmeşrep hissediyordu ki
neredeyse bunun zevkiyle çığlık atacaktı.
Nat binici kıyafetinin kadife eteklerini yukarı kaldırdı. Lizzie
pantolonunun bağlarına uzandı ve elleri çarpıştı. İkisi de titriyordu.
Kumaş açıldı ve ardından sıcak ve sert bir şekilde onu elinde hissetti.
Şaşkınlık ve merakla nefesini tuttu. Nat tekrar dudaklarıyla dudaklarını
örttü. Eli genç kadının kalçalarındaydı, bacaklarını iki yana açıyordu;
Lizzie tam ortada onu hissetti ve ardından tek bir darbeyle Nat
içindeydi. Bunun acısı keskin ve şiddetliydi. Nefesini tuttu ama genç
adam durmadı.
Lizzie sırtım pencere mazgalına dayamıştı ve Nat ona sahip olduğu
her seferde onu tekrar tekrar geriye itiyordu. Çıplak sırüna temas eden
taş soğuktu ama Nat'in vücudunun bacaklarının arasında sürtünmesi
şiddetli ve ateşliydi. Bu his kaçamayacak kadar baş döndürücü ve
ısrarcıydı. Acı azaldı ve zevk veren titreşimler hızlanarak, artarak, enfes
şekilde yoğunlaşarak içinde dalgalandı. Kör edici bir zevkle vücudu
dağılacak hale geldiği sırada Lizzie çığlık attı. Nat'in bağırdığını duydu,
kendisini daha sıkı tutarak daha da derine girdiğini ve bütünüyle içine
boşaldığı sırada nabız gibi attığını hissetti.
Zamanın durmuş gibi göründüğü ve Lizzie'nin ne nefes alabildiği,
ne düşünebildiği ne de en mükemmel doğruluk hissi dışında herhangi
bir şey hissettiği o an boyunca bir sessizlik vardı. Cennette gibiydi.
Vücudu olgun ve doymuş, zihniyse en sonunda yuvaya dönmüş ve
21. huzura varmış gibi derin bir hoşnutluk hissi içindeydi. Nat, Lizzie'nin
onu sevdiğini söylediğinde doğruyu söylemişti... Bunu şimdi bütün
açıklığıyla görebiliyordu. Sevişmenin dürüstlüğünde bütün numaralar
ve gurur kopup gitmişti. Nat onundu ve her zaman da öyle olmuştu.
Şimdi Lizzie de tamamen ona aitti.
Ve kesinlikle Nat de onu seviyor olmalıydı; öyle olması gere-kiyordu.
Lizzie gözlerini açtı ve hafifçe kırpıştırdı. Mum ışığı fazla sert ve
parlaktı, gözlerine batıyordu. Nat üzerinden çekilmişti. Başka yöne
dönmüş, beceriksizce giysileriyle uğraşıyordu. Yüzü gölgede kalmıştı.
Lizzie genç adamın konuşmasını ve onu sevdiğini söylemesini bekledi.
Sonra Nat birden ona tamamen bakmak üzere döndü. Lizzie'nin kalbi,
duyacağından emin olduğu sözlerin ve Nat'in gözlerinde göreceğini
düşündüğü sevginin beklentisiyle hızlandı. O an geçti ve genç adamın
yüzünü inceleyince orada şaşkınlık, kuşku ve belirmekte olan bir korku
gördü.
"Lizzie..." dedi. Sesi titremişti. Yüzündeki korku ifadesi ham ve acı
vericiydi.
Lizzie üşüdüğünü hissetti. İçinde bir şeyler öldü, koparılmış bir
çiçeğin dökülen yaprakları gibi parçalandı.
Nat onu sevmiyordu. Onu hiç sevmemişti.
Bunu gözlerindeki dehşete düşmüş şaşkınlıkta görebiliyordu.
Eteklerini indirdi, elbisesinin üst kısmım bir araya getirdi ve ayağa
kalkmaya çalıştı. Bacakları titriyordu, sendeledi ve az kalsın düşüyordu.
Kendi güçsüzlüğünden korktu. Nat şimdi ona doğru geliyordu,
boğazının panikle tıkandığını hissetti. Onunla şimdi konuşamazdı. Ona
bakamazdı bile. Son savunma kalkanının düştüğünü ve vücudu gibi,
tüm duygularını da genç adamın önünde çırılçıplak gözler önüne
serdiğini fark edip çok utandığını hissetti. Çıkması gerekiyordu. Nat
genç kadının gerçek duygularını tahmin etmeden önce, bunu sözcüklere
dökmeden ve utancını dayanılmaz hale getirmeden önce ondan
22. uzaklaşması gerekiyordu.
Masayı ters çevirerek Nat'in yolunu tıkadı ve mumu düşürdü.
Ardından duvarları elleriyle yoklayarak döner taş merdivenlerden
aşağıya doğru koştu, karanlıkta az kalsın düşecekti. Nat'in küfrettiğini
duydu ve duvara asılı örtüler mumla tutuştukları sırada arkasında bir
alev parıltısı gördü. Artık bekçi odasındaydı, çıkıntıdaki anahtarı almaya
çalıştı ve bir an anahtarı bulamayınca göğsü panikle sıkıştı. Nat'in
alevleri döverek söndürdüğünü duydu ve bunun kendisi için değerli
birkaç saniye boyunca onu meşgul edeceğini umdu. Kapı... Soğuk ve
titreyen parmakları anahtarın üzerinde kayarken kapıyı açmak ona
sonsuzluk kadar uzun gelmişti. Ardından geceye adım atabildi. Nat'in
adımlarını, arkasında kalan merdivende duyabiliyor ve havadaki
dumanın kokusunu alabiliyordu.
Nereye kaçmalı, nerede saklanmalıydı?
Ormana yöneldi. Orman karanlık, derin ve gizemliydi. Bu onu
rahatlattı. Nat'in, ismini seslendiğini, sesinde kızgınlık kadar korku da
olduğunu duyabiliyordu ama genç kadından uzaklaştıkça ses
kayboluyordu. Rahatlık dalgası Lizzie'nin her yanını sardı. Nat artık onu
bulamayacaktı; kendisi bulunmaya hazır olana kadar onu bir daha
bulamayacaktı. Kimsenin ona yardım etmesine ihtiyacı yoktu. Kendini
tekrar toplayabilir, en baştaki gibi olabilirdi. Bu hiç olmamış gibi
yapabilirdi.
Nat onu sevmiyordu. Onu hiçbir zaman sevmemişti. Çok korkunç bir hata
yapmıştı.
Düşünceler bir kâbustaki canavarlar gibi karanlık ve tehditkâr bir
şekilde Lizzie'nin zihninde birbirini kovaladı. Onlan uzaklaştırdı. Neler
olduğunu unutmak zorundaydı. Ve artık Nat de düğüne kaül- mak için
özgür olduğundan, o da rol yapmaya başlayabilirdi. Genç adam
planladığı gibi Flora'yla evlenebilir, ihtiyacı olan serveti elde edebilir ve
ikisi de bu gece hakkında bir daha asla konuşmazlardı.
Ancak Nat rol yapmak konusunda hiçbir zaman çok iyi olmamıştı.
Lizzie bunu onun hiç hayal gücünün olmamasına bağlıyordu ama Nat'in
23. şeytanlarıyla yüzleşme ve genç kadının da kendininkilerle yüzleşmesini
sağlama gibi kötü bir alışkanlığı vardı.
Bu defa olmazdı...
"Hiçbir şey yaşanmadı," dedi Lizzie yüksek sesle. Elbisesinin
yırtılmış parçalarım düzeltti ve parmaklarının neden hâlâ titrediğini
merak etti. "Hem de hiçbir şey."
24. ‘İkinci (BöCüm
Nat VVaterhouse, Fortune Malikânesi'nin önünde durmuş, Lizzie'nin
yatak odasının karanlık penceresine bakıp düşünmeye çalışıyordu. I
Jzzie şimdi ne yapacakta? Kaçacak mıydı? Saklanacak mıydı? Nereye
gidecekti? Bu soruların cevaplarını bilmeliydi. Genç kadın on bir,
kendisiyse on sekiz yaşında olduğu zamandan beri, yani on yıldır I .eydi
Elizabeth Scarlet'ı tanırdı. Onun hakkında bilinmesi gereken ne varsa
bildiğini düşünmüştü. Ne kadar da yanılmıştı.
Lizzie şimdi neredeydi?
Zihni her zaman çalıştığı şekilde çalışmıyor gibiydi. Durumunun
tatbik imkânlarına, ne yapılması gerektiğine, işleri nasıl düzelteceğine
odaklanamıyordu. Tek yapabildiği, Lizzie'yi düşünmek gibi
görünüyordu.
Ne yapmıştı böyle?
Anlamsız bir soru. Ne yaptığını çok iyi biliyordu. Düğününden
önceki gece, nişanlısı olmayan bir kadını baştan çıkarmıştı.
Bir yıldır süren, kimseyle sevişmeme yeminini asla dokunmaması
gereken bir kadınla sevişerek bozmuştu.
Bir bakireyi kirletmişti.
Direnemeyecek kadar güçsüz ve iradesizdi.
Fakat bunların hiçbiri durumun iğrençliğini aslında haklı çıkar-mazdı.
Bununla dürüstçe yüzleşti.
Lizzie. Lanet olsun. Onu sevmiyordu. Son birkaç aydır ondan pek
hoşlanmıyordu bile. Bir zamanlar arkadaşlardı ama Lizzie son
zamanlarda kafasını ütülüyor, onu Flora'yla evlenmemeye ikna etmeye
çalışıyor, kışkırtıp kullanıyor, kendisine verilmiş doğal bir hak gibi
görüyordu. O gece, genç kadının notunu aldığında neredeyse küplere
binmişti. Çağrısına neredeyse aldırış etmeyecekti. Sadece alışkanlık ve
25. ona karşı her zaman hissettiği o lanet olası sorumluluk hissi, gelip
onunla buluşması için onu teşvik etmişti. Keşke gelmeseydi.
Acı verici derecede keskin pişmanlık içine saplandı. Bu da anlam-sızdı.
Olan olmuştu. Lizzie onu kışkırtmış, dayanamayacağı noktaya
kadar zorlamıştı ama onu suçlamayacaktı. İşin doğrusu o istemedikçe
Lizzie hiçbir şeyi yapması için onu kışkırtamazdı ve Nat onunla
sevişmek istemişti. Onunla sevişmek için yanıp tutuşmuştu. Hâlâ da
öyleydi. Böylesi lanet bir pisliğin içinde olabilmesi onu şaşırtıyordu ve
tek düşünebildiği, Lizzie'nin, ellerinin altındaki beyaz, ipeksi güzel teni
ve onu saran dayanılmaz şekilde sıcak ve sıkı vücudu ile ona sahip
olmanın baş döndürücü, göz kamaştırıcı zevkiydi. Konu kadınlara
gelince Nat bir aziz sayılmazdı ama hovarda da değildi. Ve Lizzie,
arzuladığını hayal edebileceği son kadındı. Onu her zaman korumaya
muhtaç biri olarak görmüşken nasıl hayal edebilirdi ki? İlk gördüğü
andan itibaren onunla ilgilenmesi gereken iki erkekten -üvey kardeşleri
Montague ve Tom Fortune- birinin işe yaramaz bir aptal ve diğerinin de
tehlikeli bir serseri olduğu gerçeğini telafi etmeye çalışmıştı.
Ama kendisi ikisinden de kötüydü.
Her şeye lanet olsun.
Kilise saatinin çanlan Fortune's Folly kasabasından gelip arazilerin
üzerinde esintiyle sürüklendi. Saat birdi. Bütün hayatımn değişmesi bir
saatten kısa sürmüştü...
Lizzie neredeydi? Onun iyi olduğunu bilmek istiyordu.
Damarlarında endişe dolaşıyordu. Elbette ki genç kadın iyi değildi.
Nasıl olabilirdi ki? Onu kirletmiş ve acımasızca iğfal etmişti. Bir bakire
olduğunu, vahşi ve asi tavırlarına rağmen hâlâ masum olduğunu
bilmeliydi. Uysallıkla yetiştirilmiş, yirmi bir yaşındaki hangi sosyete kızı
değildi ki? Genç kadının kışkırtıcı tavırları şaşkınlığa dönüştüğünde ve
Lizzie en sonunda dehşet içinde kendisinden kaçtığında, tecrübesizliğini
göstermişti. Lizzie'nin taşkın olduğu doğruydu. Sık sık fazla ileri giderdi
ama bu defa kendisini bile korkutmuştu. Arük masum değildi ve bu
26. Nat'in suçuydu.
Onunla konuşmalıydı.
Fortune Malikânesi'nin boş, karanlık pencerelerine tekrar baktı.
Elbette evdeki herkesi uyandırıp onu aramaları için ayaklandırabi- lirdi.
Bu, rezalete ve skandala neden olurdu. Lizzie'nin kaybolduğu anlaşılırsa
bu daha da fazlasına neden olurdu. Zaten çılgın bir genç olarak
biliniyordu. Gecenin yarısında kendi yatağında olmadığı lafı ortalıkta
dolaşırsa, dedikodular kimin yatağında olduğuna kayardı. Genç kadının
itibarı paramparça olurdu.
Neşesizce güldü. İtibar mı? Lizzie mahvolmuştu. Eğer bir de hamile
kalırsa...
İçi buz kesti. Bununla tek başına yüzleşmesine izin veremezdi.
Daha önce onu hiç yüzüstü bırakmamıştı ve şimdi de yapmayacaktı. İlk
defa zengin kadınla yapacağı mantık evliliği üzerinde düşündü. Paraya
bu kadar çaresizce ihtiyacı olduğu için bunu daha önce düşünmeliydi
ama Lizzie'ye duyduğu endişe bir şekilde diğer bütün düşünceleri
ortadan kaldırmıştı. Evliliği tüm finansal problemlerine mükemmel bir
çözüm olmuştu ve Bayan Flora Minchin saf, yumuşakbaşlı mükemmel
bir gelin olurdu. O neredeyse her yönden Lizzie'nin zıddıydı. Flora'nın
giysilerini yırüp onunla sevişmeye dair en ufak bir arzu duymamışü. Hiç
kuşkusuz, böylesi bir arzuyu belli etse genç kadın tamamen dehşete
kapılırdı. Ama Flora zengindi, çok ama çok zengindi ve Nat'in de paraya
çok ihtiyacı vardı. Bir kapanın içindeydi. İnsanlar ona bel bağlamışlardı;
ebeveynleri, kız kardeşi Celeste... Celeste'i hayal kırıklığına uğratırsa
başına neler gelebileceğini düşündüğünde içi öfke ve korkuyla doldu.
Şantaja boyun eğecek türden bir adam olduğu bin yıl geçse aklına
gelmezdi ama kız kardeşinin hayaü, geleceği ve itibarı söz konusu
olduğunda tereddüt etmemişti. Edemeyeceğini biliyordu. Kendisine
güvenenleri korumanın kendi sorumluluğu olduğunu biliyordu. Bu
yüzden bir servete ihtiyacı vardı...
Lizzie de zengindi.
Bu düşünce zihnine akınca içi ferahladı.
27. Lizzie'yle evlenmek zorundaydı.
Mükemmel bir çözümdü. Her şeyi yoluna sokacaktı. Genç kadının
itibarını kurtaracak ve para ihtiyacını halledecekti...
Lizzie korkunç bir eş olurdu.
Bu düşünce hızla diğerlerinin peşinden geldi. Lizzie'nin içinde bir
şeytan vardı, her zaman öyle olmuştu, küçük bir çocuk olduğu
zamandan beri... Bunun sebebi belki de bir seyisle kaçan ihmalkâr annesi
ve günün yarısında onu evcil bir hayvan gibi şımartıp diğer yarısında
orada olduğunu dahi unutan babasıyla geçirdiği harap çocukluk
dönemiydi. Babası öldüğünde ve annesinin ilk evliliğinden olan
oğullarıyla, yani üvey kardeşleriyle yaşamak için on bir yaşında Fortune
Malikânesi'ne geldikten sonra işler onun için neredeyse hiç
düzelmemişti. İki ağabeyinin de ona hiç ilgisi yoktu. Monty Fortune
vicdanını rahatlatmak için ona bir dadı tutmuştu. Lizzie kadının yatağına
fare koyunca dadı kaçmıştı. Daha sonra gelenlerin hiçbiri uzun
kalmamışlar, Lizzie'nin itaatsiz, disiplinsiz ve zapt edilemez olduğunu
söylemişlerdi. Bunlar özellikle de Tom Fortune'un cesaret verdiği
hallerdi. Nat, Lizzie'yle tanışüğı zamanı hâlâ hatırlayabiliyordu. Tom'un
üniversite arkadaşı olarak Fortune's Folly'ye gelmiş, dağılmış kırmızı
saçlarla ve kocaman yeşil gözlerle kirli beyaz elbisesi içinde kavgacı bir
kızın evin bahçesindeki ağaçlara bir erkek gibi tırman- dığmı görmüştü.
Yaşlı bir meşe ağacından düşmüş, Tom gülmüş ve tekrar ayağa kalkması
için ona elini uzatan Nat olmuştu. Lizzie'nin kendisini düşürdüğü zor
durumlardan onu Nat'in çıkarması ve ne Monty ne de Tom Lizzie'yi
zerre kadar umursamadıkları için her zaman yanında olmasıyla ilişkileri
başlamıştı.
Ama bu.. bu zor bir durumdan fazlasıydı. Bu tam bir felaketti. Evet,
gerçekten de, Lizzie hayal edilebilecek en zor, dikkafalı, inatçı eş, en
uygunsuz kontes ve kraliyetteki gelmiş geçmiş en yakışık almayan düşes
olacaktı. Onunla evlenmek cehennemde yaşamak gibi olabilirdi. Ama
gittiği istikamet tam olarak cehennemdi. Kaçışının olmadığını biliyordu.
28. Lizzie, Fortune Malikânesi'nin eski taşlarında yalnızca kendisinin bildiği
çıkıntılara uzanarak yatak odası penceresine tırmanmışta. Çok eskiden
beri eve bu şekilde tırmanarak girer çıkar, refakatçinin disiplininden
kaçarak eve istediği şekilde ve istediği zaman gelir giderdi. Üvey
ağabeyleri de onun bu davranışlarını mutlu bir şekilde bilmezden
gelirlerdi. Bu gece Monty hâlâ uyanıktı... Penceresinin yanından
geçerken tek başına kütüphanede içki içtiğini görmüştü. Monty'nin
masadaki kadehinin yanında ikinci bir kadehin varlığı,
o akşam erken saatlerde başka birisinin orada olduğunu gösterse de
diğer üvey ağabeyi Tom'dan hiç iz yoktu. Tom artık aranan bir adam
olmadığından Lizzie'nin üvey ağabeyleri barışmıştı. Monty, kardeşi
olduğunu inkâr ettiğini münasip bir şekilde unutmuş ve Tom da onu
affetmeye çoktan hazırmış gibi görünmüştü. Fortune's Folly
kasabasındaki hiç kimse onlara artık saygı duymayacağı için Lizzie
banşmalannın fazlasıyla uygun olduğunu düşünüyordu. Herkes halkı
soymak için daha fazla ortaçağ vergisi tatbik etmedeki ahlaksız aç-gözlülüğünden
ötürü Monty'den nefret ediyordu ama Lydia Cole'u
.ıcımasızca iğfal edip bırakmasından ötürü Tom'dan daha çok nefret
ediyorlardı. Eğer Monty, Lizzie'yi evine alan herkese karşı kanuni işlem
başlatma tehditleri savurmasaydı Lizzie, ağabeyinin evine adımını bile
atmazdı. Ardından Monty ona bir refakatçi bulmayı ihmal etmiş,
sonucunda da Lizzie'nin böylesi gecelerde güvenebileceği kimsesi
kalmamıştı. Diğer bir deyişle, diye düşündü Lizzie, ne yaptığının aslında
kimsenin umurunda olmadığı söylenebilirdi.
Banyo yapmayı çok istiyordu. Canı acıyordu, vücudunun orası
bacaklarının arası ve içi ağrıyordu. Gerçi kalbi kadar hassas bir şekilde
değil. Giysilerindeki ve saçlarındaki duman kokusunu alabiliyordu.
Ayrıca vücudunda Nat'in kokusunu da bir damga gibi taşıyordu ama
belki bu sadece hayal gücünün bir ürünüydü. Nat'in işaretini üzerine
bırakmasına yetecek kadar onu yakından kavradığım, içinde olduğunu
hatırlamak istemiyordu. Gözlerini, zihnini kapatarak titredi.
29. Soğuk suyla idare edecekti. Nat'in onu bulacağından korkmasa
hendeğe atlardı. Bunun yerine pencerelerin, hiçbir ışığı dışarıya ver-meyecek
kadar kapalı olmasını sağlayarak küçük bir mum yakmış ve
ardından parçalanmış giysilerini çıkarmıştı. Genelde elbisesini ve iç
çamaşırlarım hizmetçi alsın diye yere bırakırdı ama bunlar mah-volmuştu,
danteller yırtılmış, kopçalar sökülmüştü. Bu, dedikoduya
sebep olurdu. Bunu açıklamak zor olurdu.
Böylesi bir tutku. Böylesi bir zevk...
Böylesi bir zevkten öleceğini düşünmüştü. Bunu hiç hayal etmemiş,
hiç düşlememişti. Nat'in kollarında böylesi bir saadet... Vücudunun
tatmin ve doyumla, bal yumuşaklığıyla eridiğini hissetmişti.
Ruhunun derinliklerine kadar da bir rahatlama hissetmişti ama bu
Nat'in yüzündeki ifadeyi gördüğünde hızla uçmuştu. İçinde bir acı
kabardı ama hızlıca yaüştırdı. Bunu düşünmeye gerek yoktu. Bitmişti.
Bu onun sırrıydı ve o şekilde kalacaktı.
Dikkatle giysilerini toplayıp sandığındaki bir battaniye yığınının
altına sakladı. İlk fırsatta onları çıkarıp yakacak, anıların duman ve külle
uçup gitmesini izleyecekti. Nat o sıralarda evlenmiş ve karısıyla
Fortune's Folly'den ayrılmış olacaktı.
Uzun aynadaki aksini görmezden gelerek ibrikteki soğuk suyla vi'
şifonyerin üzerindeki keseyle kendisini yıkamaya başladı. Saçları s.ıbahı
beklemek zorunda kalacaktı. Bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Yüzüyle başladı, leğendeki buz gibi su onu biraz sarsıp uyandırdı.
Boyun, omuzlar, kollarının kıvrımı... Keseyi göğsüne götürdüğünde
durdu; Nat'in göğsüne izinsizce sokulan, çekip ısıran, yalayan ağzının
dayanılmaz hatırası... Vücudu gerildi, içi sızlayarak onu tekrar istedi.
Artık bu tecrübeyi silmek imkânsızdı. Keseyi tutan ı-li yanma düştü ve
uzun, ayaklı aynada vücudunu incelemek için yavaşça döndü.
Eskisi gibi görünmüyordu. Vücudunda izler vardı, sevişmelerinin
yoğunluğunu ve aynı zamanda masumiyetinin kaybını, şimdiki
tecrübesinin büyüklüğünü gösteren açık renkli çürükler... Vücudu
yaptığı şeyin anısıyla çınlarken onlara baktı. Utanç ya da pişmanlık
30. duymayı bekledi. Hiçbiri gelmedi. Bu herkesin iddia ettiği kadar çılgın
ve arsız olduğunu ispatlıyordu. Sevişmekle ilgili hiçbir utanç
duymuyordu. Tek pişmanlığı hislerine karşılık vermeyen birini severek
yaptığı korkunç hata içindi. Bu, gururunu dayanılmayacak derecede
kırıyordu.
Uyluğunun iç tarafında küçük bir kan lekesi vardı. Kuvvetlice
ovalayarak sildi. Bekâretini kaybetmişti. Bu da kanıtıydı. Yüzü olmayan,
henüz hayal bile edilmemiş müstakbel kocası muhtemelen onu
iffetsizliği hakkında sert bir şekilde eleştirecekti. Erkekler genellikle bu
tarz konularda iğrenç denecek kadar ikiyüzlüydü. Umurunda
olmadığını fark etti. Belki umursamalıydı ama kendisini hiçbir zaman
evli olarak hayal edememişti. Evlilik uzlaşma ve olgunluk gerektiriyordu
ve bu tarz şeylerde çok başarılı olmadığının üzücü bir şekilde
farkındaydı. İşin doğrusu, asla da olmak istememişti. Artık evlilik
ihtimali aya gitmekten daha uzak görünüyordu.
Geceliğini giydi ama yatağa girmek yerine kadife minderli pencere
oturağına oturdu. Nat karanlık bahçenin gölgeleri arasında mıydı?
Perdeleri çekip bakmak için neredeyse dayanılmaz bir arzu hissetti. Elini
durduransa, Nat dışanda olsa bile nedenlerinin tamamen yanlış
olacağını bilmesiydi. Nat, onu sevdiği için değil, sorumluluk hissiyle
peşinden gelecekti. Eve sağ salim vardığından emin olmak ve işleri
yoluna koymak isteyecekti.
Ama işleri yoluna koyamazdı.
Nat ona değer veriyordu. Bunu biliyordu. Ama verdiği değer,
kendisinin ona duyduğu çılgın sevgiyle karşılaştırılınca çok hafif
kalıyordu. İnsanlar çocuklara, yaşlılara ve hastalara değer verirdi. Nat,
genç kadının tutkusunu paylaşmıyordu. Ona şehveti göstermiş ve Lizzie
de bunu aşkla karıştırmıştı. Lizzie bunun kolay ve safça bir hata
olduğuna inanıyordu. Genç adamı çok seviyordu. Nat de ona değer
veriyordu. Lizzie sevişirken hislerini dışarı dökmüştü. Nat ise onun
aşkını arzusuyla karşılamıştı. Birbirlerine duydukları hisler arasındaki
31. fark muazzamdı.
Nat'i tekrar görmek zorunda hissederek ve genç adamın sunacağı
teselli kırıntılarına ihtiyaç duyarak perdeyi açmak için elini uzattı.
Ardından kasıtlı bir şekilde indirdi. Lizzie'ye göre ya hep ya hiç kuralı
geçerliydi. Kırıntılar hiçbir zaman yeterli olamazdı.
Yatağa gitti. Uyumayı, vücudundaki sızıya ve sadece bir kere
deneyebildiği zevkten sonra vücudunu saran hevese aldırmamayı
denedi. Görünen o ki vücudu Nat'i sevip sevmediğiyle ilgilenmiyordu.
Onu istiyordu ve uyandırıldığı için artık reddedilmeyi kabul etmiyordu.
Kıpırdanıp döndü ve uyuduğunda rüyasında annesini, adı çıkmış Scarlet
Kontesi'ni, bildiğini okuyan, pervasız kaçak eşi gördü. Annesinin
parfümünün kokusunu alabiliyor ve onu saran kollarının yumuşaklığım
hissedebiliyordu. Leydi Scarlet, bir kızı olduğunu hatırladığı ender
durumlarda Lizzie'ye dalgınlıkla karışık bir şefkat göstermişti. Lizzie de
bu şefkat hissini rüyalarında yakalamaya çalışırdı. Bu onu teselli ederdi
ama sabah uyandığında Leydi Scarlet'm uzun süredir kayıp ve
kendisinin de yalnız olduğunu hatırlardı.
‘Üçüncü CBöfüm
Bayan Flora Minchin, ailesinin Fortune's Folly kasabasındaki yepyeni,
şık, geniş, paranın alabileceği her şeyle donatılmış evlerinin misafir
odasında durmuş, dört ay önce kendisine evlilik teklif ederkenki yerinde,
şöminenin önündeki Türk halısının üzerinde dikilen Waterhouse
Kontu'nu inceliyordu. Annesi Bayan Minchin, Flora'nın kusursuz
çeyizini en kısa sürede toplayabilmek için nişanlılık sürelerini dört ay
olarak tayin etmişti. Söz konusu çeyiz şimdi paketlenmiş, çok sevimli,
32. çok gözde yerler olan Windermere ve Göller Bölgesi'ndeki düğün gezisi
için ve ardından da Waterhouse Malikânesi'ne, Kont7un, Flora'nın sevgili
parasıyla restore ettireceği York yakmlanndaki köhne aile mülküne
götürülmek üzere hazır bekliyordu.
Henüz kahvaltıları bitmemişti ve aslında kâhyanın Kont'un gelişini
onaylamaz bir şekilde bildirmesiyle masadan kaldırılmışlardı. Ziyaret
için şaşırtıcı derecede erken bir saatti. Aynı zamanda düğün sabahıydı ve
bu yüzden anne Bayan Minchin, Flora'nın nişanlısını görmesine izin
vermeye daha da az gönüllüydü.
Kızı peçetesini masaya bırakıp uşağın kalkması için sandalyesini
çekmesine izin verdiği sırada bile, "Flora, bunu yasaklıyorum," diye
çıkışmıştı annesi. "Bu son derece uygunsuz ve korkunç bir kötü şans
demek. Humphrey..." Kahvalü masasında Leeds Courier gazetesini
okuyan Bay Minchin'e seslenmişti. "Flora'ya, karşılıklı yeminlerini edene
kadar Lord Waterhouse'la konuşmaması gerektiğini anlat. Ne
söyleyecekse, nikâhı bekleyemeyecek kadar önemli olamaz.”
"Sanırım önemli, anne," demişti Flora.
Kalbinin oldukça hızlı attığım fark edince şaşırmıştı. Orada oturup
sıcak çikolatasından yudumlayıp kızarmış ekmeğinden ısırırken oldukça
korkutucu bir kehanet anı yaşamıştı. Nat Waterhouse'un nişanlarını
bozmak için orada olduğunu anlamıştı ve çok büyük bir rahatlama
dışında bir şey hissetmemişti.
Şimdi saate bakıyordu. En azından, düğün öğlen ikiye kadar
gerçekleşmeyecekti. Bu, ona düğünün yapılmayacağını herkese
bildirmek için yeterli zaman verecekti. Annesi bunalıma düşüp iş
göremez hale geleceğinden, bunu kendisinin yapması gerekecekti.
Nat'e baktı. O sabah son derece iyi giyimli görünüyordu, neredeyse
evlenme teklif ettiği günkü ve evlilikleri için kilisede bir araya
gelebilselerdi görüneceği kadar şıktı. Amacı ona bağlanmaktan ziyade
ondan aynlmakken görünüşüne bu kadar çaba harcaması konusunda ne
düşünmesi gerektiğinden emin değildi. Çizmeleri çok iyi parlatılmış,
33. kravatı kusursuz biçimde bağlanmıştı ve üzerine tek kırışık olmaksızın
oturan çok ince, yeşil bir ceketi vardı. Flora, Nat'in yüz hatları yakışıklı
demlemeyecek derecede çarpık olduğu için, onun klasik anlamda iyi
görünümlü bir adam olmadığım düşündü. Burnu sanki bir av yarasına
maruz kalmış gibi hafifçe eğikti ve çenesinde yüzüne hem otorite hem de
inatçılık havası katan bir çukur vardı. Ama klasik açıdan yakışıklı
olmamasına rağmen, onda farklı bir şey vardı; pek çok kadına çarpıcı
şekilde çekici olduğunu düşündürecek bir şey. Ortalamadan uzundu ve
pek çok erkeğin kullandığı vatka ve telaya ihtiyacı olmaksızın
giysilerinin içini doldurabiliyordu. Yüzü inceydi ve kara gözlerinde,
Flora'mn tamdığı birden fazla genç hammefendinin gönülden
titremesine ve "Lord Waterhouse sana biraz olsun tehlikeli gelmiyor
mu?" diye sormasına neden olan sert, dikkatli bir bakış vardı. Belki
acımasız ama kesinlikle sağlam... Sıkıntılı durumlarda dayanıklı, diye
düşündü Flora aniden. Nat Waterhouse böyleydi işte. Çok güçlüydü.
Onun isteklerine karşı gelmeye cesaret edemezdi ve bunu şimdiye kadar
yapan sadece tek bir kadın tanıyordu...
Ona baktı ve kalbi hiç hızlanmadı. Onunla evleneceği halde Nat'in
kendisini heyecanlandırmamasının şanssızlık olduğunu bir kez
düşünmüştü. Tutkusuz bir hayata teslim olarak önemli bir şeyi kaçırıp
kaçırmadığını boş boş merak etmişti. Şimdiyse onu hiç sevmediği,
dolayısıyla kaybın acısını yaşamayacağı için minnettardı. Ayrıca kabul
etmek üzere yetiştirildiği evlilik görevinden bir şekilde kurtulacağı için
olağanüstü bir rahatlık hissetti.
"En başmdan beri daha cesur olmalıydım," diye düşündü Flora.
"Ailemin talepleri doğrultusunda hareket etmek istemeyeceğimi ka-bullenmeliydim.
Ama şimdi ikinci bir şansım var..."
Kendini birdenbire çok cesur hissetti.
"Lord Waterhouse." Genç adam henüz konuşmamıştı; bu yüzden
konuyu açıp işleri onun için kolaylaştırmak Flora'ya kalmış gibi gö-rünüyordu.
Doğası gereği bu kadar çok cömert olmamayı dileyerek iç
34. geçirdi. Nişanlarını bitirmek istiyorsa bir parça acı çekmesi adil olurdu.
"Flora." Nat genç kadının ellerini tuttu ve ikili koltukta yanına
oturması için onu çekti. "Size sormam gereken bir şey var." Kaşlarını
çatarak duraksadı. Gözlerindeki ifade o kadar acı dolu, kusursuz dış
görünüşüyle o kadar uyumsuzdu ki Flora bunu görünce oldukça
sarsıldığım hissetti. Nat Waterhouse'un güçlü duygularını dışarı
yansıttığını daha önce hiç görmemişti ama şimdi nemrut ve mutsuz
görünüyordu.
Flora ne yapması gerektiğini kesin olarak biliyordu.
"Sizi nişanımızdan azat etmemi istiyorsunuz," dedi.
Nat'in gözlerinde şaşkınlık parladı. "Nereden bildiniz?"
Genç adamın ellerinden kurtuldu. Flora şimdi ne diyecekti? Genç
kadın, cevabının, gerçeklerin yakınından bile geçmemesi gerektiğini
biliyordu. Gerçek fazla kişiseldi ve daha önce böylesi özel konulardan
hiç bahsetmemişlerdi. İlişkileri tamamen yüzeysel olmuştu.
Söylemek istediği şuydu:
"Sizinle evlenemem çünkü Leydi Elizabeth Scarlet'la aranızda aldırış
edilmeyecek kadar güçlü bir şeyler olduğunun her zaman farkındaydım ve
hayatımın sonuna kadar ikinci planda kalmak istemiyorum. Onun sizi
sevdiğinden ve sizin de onu beni hiç arzulamadığınız bir şekilde arzuladı-ğınızdan
eminim..."
Saygıdeğer ve terbiyeli Bayan Flora Minchin böyle sözleri ni-şanlısına,
ne kadar doğru olduklarını bilse de asla söyleyemezdi.
"Birbirimize uyum sağlamayacağımızı düşünüyorum." Neşeli bir
şekilde gülümsedi. "Bunu bir süredir düşünüyordum."
Nat ona sanki genç kadın aklım yitirmiş gibi bakıyordu, büyük
olasılıkla da öyleydi. Uyum sağlamamak mı? İlişkilerinde herhangi bir
konuda anlaşmazlığa düşmelerine neden olacak kadar duygu yokken
nasıl uyum sağlamayabilirlerdi ki? Genç adamın unvam ve Flora'nın da
parası varken kusursuz bir şekilde uyumlu olmaları dışında başka bir
olasılık mümkün müydü? Nat bir servet avcısıydı ve Flora da kontes
olmayı bekleyen bir mirasçı. Flora evliliğin, o güne dek istedikleri her
35. şeyi mümkün kılan servetleriyle yaptıkları bir iş anlaşması olduğunu
biliyordu ya da ailesi ona böyle anlatmıştı. Damat olarak bir kont ve
Nat'in babası öldüğünde neredeyse hayal edilebilecek en yüksek sımf
olan bir düklük olasılığı da cabasıydı...
Flora ayağa kalktı ve odada yürürken kusursuz eteğini düzelterek
ondan uzaklaştı.
"Bu sabah ziyaret etmeniz ve çok geç olmadan bu işi çözme fırsatım
bulmamız çok iyi oldu."
Nat başım iki yana sallıyordu. Elini saçlarının arasından geçirdi.
"Size açıklamam lazım..."
Flora elini kaldırıp onu durdurdu. Bu asla olmamalıydı. Ondan
istediği son şey açıklama yapmasıydı. "Lütfen yapmayın," dedi.
"Ama bunun sorumluluğunu tek başımza üstlenmenize izin
veremem." Nat'in sesi kederli çıkmıştı. "Bu sorumluluğu taşımak
/.orunda kalmanız doğru değil."
Flora başka bir adamın yapacağı bir şeyi yaparak, ona fırlattığı
cankurtaran halatını namertçe kabul etmek için fazla onurlu bir adam
olmasının, Nat'in trajedisi olduğunu düşündü. Pek çok adamın şimdiye
kadar gitmiş olacağının, üzerindeki bütün sorumluluğu aldığı için sefil
bir şekilde minnettarlık duyacağının farkındaydı.
"Özgürlük istiyorsanız, Lordum," dedi nazikçe, "başka türlüsü
olamaz. Bir hanımefendinin fikrini değiştirmeye hakkı vardır. Bir
beyefendinin onur nedeniyle yoktur. Bu kadar basit."
"Bunu benim için bu kadar kolaylaştırmanızı hak etmiyorum," dedi
Nat. Sesi ümitsiz çıkmıştı. Ona yaklaştı ve elini tutarak üstüne bir
öpücük kondurdu. Flora'nın kalbi yine pır pır etmedi, her zamanki gibi
sakin bir şekilde atmaya devam etti.
"Olağanüstü bir kadınsınız, Flora Minchin," dedi. "Bu yönünüzü hiç
bilmiyordum."
Flora soğuk bir edayla, "Bu da birbirimiz için uygun olmadığımızı
daha iyi gösteriyor," diye karşılık verdi. "Bırakın, bu şekilde kalsın."
36. Nat'in bir düğünü, hem de düğün gününde iptal etmenin vicdansız
karışıklığıyla onu baş başa bırakıp gitmek istemediğini görebiliyordu.
Genç adamın vücudundaki bütün kasların, ayrılma nedenini söyleyip
suçu üstlenmek için zorlandıklarını görebiliyordu. Ona öfkelenmesini,
ateş püskürmesini, çığlık aüp ağlamasını istediğini bile anlayabiliyordu
çünkü hissettiği dayanılmaz suçluluk duygusunu ancak bu şekilde
azaltabilecekti.
Sükûnetini tamamen koruyup bu rahatlamayı Nat'e sunmadığı için
küçük bir tatmin duygusu hissetti. Sonuçta Flora da insandı.
Genç adam gidene ve kâhya Irwin ön kapıyı arkasından çok sıkı bir
şekilde kapayana kadar bekledi. Ardından, kızlarını bir kontes olarak
görmeye ilişkin en kıymetli rüyalarının sona erdiğini söylemek üzere
annesiyle babasını bulmaya gitti. Kendisine geleceğe dair ikinci bir şans
verilmesinin neden olduğu rahatlık patlayacakmış gibi hissedene kadar
kalbinde büyümeye devam etti.
Tuhafiyeci Bayan Morton, Lizzie için mavi puantiyeli kumaşı paket-lerken,
"Elbette haberleri duymuş olmalısınız," dedi. "Bayan Minchin bu
sabah düğününü iptal etti!" İpe uzanıp uzman işi bir düğüm attı.
"Kendimi çok perişan hissediyorum; pek çok hanımefendi bu etkinlik
için benden elbise ve şapka satın almıştı ve şimdi kimse onları
görmeyecek! Bu büyük bir talihsizlik ve Bayan Minchin'in yaptığı büyük
bir düşüncesizlik... Ayrıca sadece bir bankerin kızıyken bir kontu terk
etmek neden? Sizce daha iyi bir teklif mi aldı? Bir dükten mi acaba?
Kasabaya yeni bir dük mü geldi? Otuz altı şilin ve altı peni, lütfen, Leydi
Elizabeth. Terziliğe mi başladınız? Buradan hiç kıyafet almıyorsunuz."
"Evet," dedi Lizzie. Bozuk para bulmak için çantasını karıştırdı.
Biraz tuhaf hissediyordu. Yorgunum, diye düşündü. İyi uyuyamadım.
Hepsi bu. Parayı bulmaya odaklanmaya çalıştı ama kulakları
uğulduyordu.
37. Flora düğününü iptal etmişti. Bunun olmaması gerekiyordu. Nat üç
saat içinde evleniyor olmalıydı. Göller Bölgesi'ne ve oradan da York
yakınındaki Waterhouse Malikânesi'ne gidecekti. Onu bir daha görmek
zorunda kalmayacaktı ve böylece önceki gece olan bitenler
gerçekleşmemiş gibi rol yapmaya devam edebilecekti...
Biraz sertçe, "Otuz altı şilin, Leydi Elizabeth," dedi Bayan Morton.
"Ve çek yerine nakit olsun, lütfen. Bankalara güvenmiyorum."
"Elbette," dedi Lizzie uyuşuk bir şekilde. Tezgâhın üzerine rastgele
birkaç bozuk para koydu. Yandığını hissediyordu. Belki de kasabaya
gelmesi bir hataydı. Nat'in onu görmek için uğraması ihtimaline karşın
Fortune Malikânesi'nde kalmak istememişti ama yanına arkadaş da
almamıştı. Bu sabah her şeyin neden bu kadar zor ve karışık geldiğinden
emin değildi. Zihni kurşunla ağırlaşmış gibiydi.
Bayan Morton bozuk paralan sayarak, "Artık neredeyse bütün
mirasçılar evlendiği için servet avcılarının çoğunun kasabayı terk ettiğini
duydum," dedi. Bozuk paraların yumuşak tıkırtıları çok yüksek
geliyordu ve Lizzie'nin başını ağrıttı. "Yazık... Üvey ağabeyinizin
hanımefendilerin paralarını alma planı buradaki pek çok işletmenin işine
gelmişti çünkü çok fazla yeni alışkanlık kazandırmıştı. Sanırım artık
sahip olunacak başka servet kalmadığından bir beyefendi için
Londra'dan buraya seyahat etmenin de anlamı kalmamıştır."
"Sanırım öyledir," dedi Lizzie. "Ve iyi de oldu. Monty'nin dra-homalarımızın
yarısını almak için Dam Vergisi'ni kullanma planlan
kösteklendiği için memnunum," diye ekledi. "Para gasp etme yöntemleri
tam bir rezalet."
Bayan Morton büyük bir hazla, "Adam tam bir zampara," dedi "ve
kardeşinin de ondan kalır yanı yok! Genç Tom'un küçük Bayan C ole'a
yaptıkları... Yani, Bayan Cole artık hiçbir zaman saygıdeğer bir evlilik
yapamayacak, değil mi?" Bayan Morton başını iki yana salladı. "Ve arük
38. Bayan Minchin'in de şansı kalmadı... Yeni skandalin ne olduğunu merak
ediyorum çünkü olmak zorunda, Leydi lilizabeth. Etrafta dolaşan bir
skandal yoksa hiçbir kız, düğününü lam da tören sabahında iptal etmez.
Söylemişti dersiniz!"
Etrafta dolaşan skandal...
Lizzie'nin içinde keskin ve canım acıtan bir şey döndü. Nat'i ve
önceki geceyi düşündü ve bu anıyı hızlı bir şekilde zihninden
uzaklaştirdı. O sabah uyandığında bunun üzerinde bir daha asla
düşünmemeye karar vermişti ama bu, iptal olan düğünü duymadan
önceydi. Flora düğünü neden iptal etmişti? Elbette Nat ona olanları
anlatmış olamazdı, değil mi? Bu imkânsızdı. Lizzie neler olduğunu
öğrenmek için deliriyordu fakat bunu öğrenmek Nat'le yüzleşmek ve
onunla konuşmak zorunda kalmak demekti ve hisleri hâlâ bu kadar
hamken bundan daha kötüsü olamazdı. Panik, onu nefessiz bırakarak
boğazında yükseldi.
Hiçbir şey olmadı, dedi kendi kendisine. Hiçbir şey olmadığından,
hiçbir skandal da yoktu.
Para üstünü tezgâhın üzerinden toplamaya çalıştı ama bozuk
paralar kayıp yere saçıldı. Bayan Morton delici kahverengi gözlerindeki
merakla ona bakıyordu. "İyi misiniz, Leydi Elizabeth? Bu sabah biraz
dikkatiniz dağınık görünüyor. Bozulmuş nişan hakkında," yüzeysel bir
kahkaha attı, "bir şeyler bilip bilmediğinizi merak ettim. Sonuçta Lord
VVaterhouse'un iyi bir arkadaşısınız, değil mi? Hem de çok iyi bir
arkadaşısınız."
Lizzie parasım almak için eğildi. Cevap vermedi. Mağaza havasız
geliyordu. Biraz başı dönüyordu.
"Ve geriye kalan en zengin mirasçısınız," diye devam etti Bayan
Morton'un sesi tepeden. "Hem de çok zengin bir ödülsünüz. Üvey
ağabeyiniz servetinizin yarışım çalmadan önce evlenecek misiniz, Leydi
Elizabeth?"
Mağazanın kapısı açıldığında bir ses çıkıp zil gürültülü bir şekilde
39. çaldı. Lizzie yerinde sıçradı. Aniden ayağa kalktı. Nat VVaterhouse içeri
girmişti ve sadece birkaç adım ötede duruyordu. Yalmzca bir dakika
önce onu düşünürken birdenbire ortaya çıkıvermesi, ani bir şaşkınlıkla
Lizzie'nin başı döndürdü. Kendisini dengede tutmak için bir elini uzattı
ama tezgâhın pürüzsüz ahşabı parmaklarının altından kaydı. Kahretsin,
keşke her şey hakkında bu kadar garip hissetmeseydi...
Hiçbir şey olmadı...
Nat çok yorgun görünüyor, diye düşündü. Sanki hiç uyumamış
gibi gözlerinin etrafında derin çizgiler vardı ve dudaklarına nemrut bir
ifade yerleşmişti; ama hâlâ Lizzie'nin bacaklarının titremesine neden
olacak kadar korkutucu görünüyordu.
"Leydi Elizabeth," dedi başıyla selam vererek.
Lizzie, hâlâ eskisi gibi görünüyor, diye düşündü. Geçen haftaki
görünümünden hiçbir farkı yok, o halde neden onu farklı bir şekilde
görüyorum? Neden onu âşığım olarak görüyorum, neden hâlâ onu
sevdiğim ve bu canımı acıtüğı için, bu şekilde düşünmek istemesem de
gözlerinde bana cevap veren bakışı görüyorum... Bu sanki bütün
hislerimi açıkta bırakmışım ve ona karşı hiçbir savunmam yokmuş gibi
canımı acıtıyor.
"Lord VVaterhouse!" Bayan Morton hızlı bir şekilde hareket
ediyordu. "Nişanınızın bozulduğunu duyduğum için öyle çok üzgünüm
ki..."
"Teşekkürler, Bayan Morton," dedi Nat. Gözlerini Lizzie'den
ayırmadı. Herhangi bir açıklamada da bulunmadı.
Lizzie ile kapının arasında duruyordu. Lizzie, dışarı çıkamaya-cağını
anladı... ve Nat'in bunu onu yüzleşmeye zorlamak için kasıtlı
yaptığını da. Aniden mağazanın duvarlarının üstüne kapandığını ve
Bayan Morton'un mallarını göstermek için etrafa ustaca yerleştirdiği tüm
kumaş toplarının onu boğmak üzere saldınya geçtiklerini hissetti.
"İyi misiniz, Leydi Elizabeth?" Bayan Morton'un sesi heyecanlı
40. çıkmıştı. "Çok solgun görünüyorsunuz. Bayılmayasınız?"
"Elbette ki hayır/' dedi Lizzie. "Ben bayılmam. Sıcak bir gün...
Hepsi bu. Teşekkür ederim, Bayan Morton. İyi günler, Lord VVater-house."
Nat'e bakamayacağını anlamıştı. Genç adam, Lizzie'ye daha da çok
yaklaşmıştı ve onun bu yakınlığı genç kadım konuşmaktan ya da
hareket etmekten aciz bir halde, yerine sabitlemiş gibiydi. Genç adamın
varlığım çok yoğun bir şekilde hissediyordu. Bayan Morton'un yüzünde
son derece sinsi bir merak ifadesiyle bir kendisine bir Nat'e baküğını
hissedebiliyordu.
"Size eşlik edebilir miyim, Leydi Elizabeth?" diye mırıldandı Nat.
Elini uzatıp dirseğinden tuttu. Lizzie sinir uçlarındaki ürpertiyi hissetti.
Kalbi hızlandı, kaburgalarına çarparak a a verici şekilde atmaya başladı.
Nat'in dokunuşu onu daha önce hiç heyecanlandırmamıştı. Genç kadım
aündan indirdiğinde veya arkadaşı olarak bir baloda ya da sayısız başka
davette ona eşlik ettiğinde, geçmişte ona bin defa dokunmuş olmalıydı.
Ancak şimdi zihni umudunu kesmiş olsa bile vücudu hevesle
ürperiyordu.
"Teşekkür ederim ama hayır," dedi Lizzie hızlıca. "Yapacak işlerim
var."
"O halde size eşlik edeceğim."
"Hayır, aslında..."
"Sizinle konuşmayı çok isterim," dedi Nat. Şimdi sesinde Lizzie'nin
bakışlarım keskince kaldırıp onunkilere buluşturmasına sebep olan
çelikten bir ima vardı. Kara bakışları acımasızdı. "Sanırım konuşacak
meselelerimiz var."
"Hayır..."
"Gerçekten de var."
Bayan Morton'un bakışları istekliydi. Lizzie içinde paniğin alev-lendiğini
ve bütün vücuduna yayılıp onu titrettiğini hissetti. Ardından
kapı tekrar çaldı ve mağazaya iki hanımefendi girdi. Lizzie kolunu
41. Nat'in kavrayışından kurtarıp açık kapıdan geçti ve sokağa çıktı.
Nereye kaçmalıydı? Nereye saklanmalıydı?
Nat kendini mağazadan kurtarıp peşinden gelmeden önce çok az bir
zamanı olduğunu biliyordu.
Onunla konuşamazdı. Sadece düşüncesi bile içini öyle bir buz
kestirdi ki sıtma ateşi geçiriyormuşçasına titredi. Çok korkunç bir hata
yapmıştı ve bununla baş edebilmesinin tek yolu, bu olay hiç
gerçekleşmemiş gibi yapmaktı. Eğer Nat'le konuşursa, Lizzie'yi bu
durumla yüzleşmeye zorlayacaktı ve genç kadın bunu yapamazdı.
Kaç, diye düşündü Lizzie. Bütün hayatı boyunca, her zaman
kaçmıştı. Annesinden de böyle görmüştü. Tek bildiği buydu.
"Leydi Elizabeth!"
Arkasını döndü. Nat, kalabalık sokağın izin verdiği kadar hızlı bir
şekilde ona doğru geliyordu. Fortune's Folly'de cumartesi günleri her
/.aman hareketliydi. Yol atlarla ve at arabalarıyla, alışveriş sepetlerini
taşıyan kadınlarla ve onların eteklerine yapışmış çocuklarla, gezinen
beyefendilerle ve vitrinlere göz atan hanımefendilerle doluydu. Nat
acımasız bir kararlılıkla ilerleyerek hiçbirine aldırış etmedi. Lizzie
gördüğü ilk pasaja saptı, perukçuyu ve parfümeriyi geçti, porselen
mağazasına girdi. Uçuşan etekleri Londra'dan yeni gelmiş olan kaliteli
Wedgwood tabaklarının sergilendiği yere takılıp yere düşmelerine neden
oldu. Mağaza sahibinin öfkeli bağırışına rağmen durmadı, arka kapıya
doğru aceleyle devam etti, bir geçitten geçti, çürümüş bir lahanaya
takıldı ve bir tavuğun canı pahasına koşmasına neden oldu. Kafasında
Nat'in porselen satıcısına para vermek için duracağını canlandırdı.
Bunun kendisine birkaç dakika kazandıracağını biliyordu. Nat'in,
kırdıklarının sorumluluğunu almak zorunda kalacağını biliyordu. Bu
onun her zaman yaptığı türden bir şeydi.
İçine ani bir sana saplandı. Tune Nehri'nin üzerindeki köprünün taş
korkuluğunun kenarına yaslanıp nefes almaya çalıştı. Eteklerine
42. yapışmış lahana yaprakları vardı. Nehrin öteki tarafında ağabeyinin
emlak simsarının, alışveriş yapıp kaplıcayı ziyaret eden ya da Fortune
Yolu'nda yürüyüş yapanların arabalarını çimenliğe çeken arabacılardan
ödeme aldığını görebiliyordu. Bu Monty'nin önceki ay önayak olduğu,
köpek vergisinden sonra bulduğu son para kaynağıydı. Kütüphanenin
dışına çekilmiş olan Vickery armalı bir araba gördü. Belki de Alice
kasabadaydı ve alışverişini bitirdikten sonra onu ziyaret etmeye
niyetliydi. Lizzie bir an arkadaşım görmeyi ümitsizce arzuladı ve
ardından bunun mümkün olmadığım fark etti. Alice onu çok iyi
tanıyordu. Bir şeylerin ters gittiğini amnda anlardı, Lizzie de ona gerçeği
anlatırdı ama rol yapmak zorunda kalacağı için bu bir felaket olurdu.
Eğer rol yapmaz da her şeyi anlatırsa ve Alice ona sempati duyarsa, o
zaman her şeyi kaybederdi. Çünkü ızdırap içinde darmadağın olur ve
Nat'i sevdiğini ağzından kaçırırdı. Bunun neden olacağı aşağılama ve
kayıp onu boğardı.
“Leydi Elizabeth!"
Lizzie aniden doğruldu. Nat, köprünün üzerindeki at arabaları
arasında ilerliyor, artık sinirli ve üstü başı dağımk görünüyordu -onun
da ceketinde kabak yaprakları vardı- ama hâlâ çok ama çok kararlıydı.
Ah, Tanrım. Kaçma vakti...
"Seninle konuşmak istemiyorum!" diye bağırdı Lizzie, arabalara
bağlı birkaç ati korkutarak. "Git buradan!" Leydi Wheeler'm ürkmüş
yüzünün arabaların birinden ona baktığım gördü ve içinde histerik bir
kahkahanın yükseldiğim hissetti.
"Terbiyesiz kız!" Leydi Wheeler'm dudakları kımıldadı. Lizzie ne
söylediğini anlamak için onu işitmeye gerek duymuyordu. "Vahşi, asi,
rezil..."
Ne kadar büyük bir rezillik yaptığım bilselerdi...
Kalbi kırık olduğu için ona daha ince davranırlar mıydı?
"Lizzie!" diye bağırdı Nat.
Lizzie tehlikeli bir şey yapıp iki arabanın arasına daldı. Arabacının
43. küfrettiğini duydu ve atların sıcak nefeslerini yüzünde hissetti. Korkuluk
duvarının üstünden köprünün altına, suyun kenanndan nehrin öteki
tarafındaki kasabaya, balmumu kokusunun burun deliklerine dolduğu,
ahşap panltısıran gözlerini kamaştırdığı, dağınık yansımasının satılık
olan sayısız aynadan ona baktığı marangoz dükkânlarının arasına...
Dışarıdaki kaldırıma takılmak üzereyken birisi onu tuttu ama içi panikle
dolsa bile bunun Nat değil de şapkasını kaldıran, gözlerinde takdir
pırıltıları bulunan başka bir beyefendi olduğunu anladı. Nat'in kalabalık
içinden kendisine yol açtığını görebiliyordu. Hiç vazgeçmeyecek miydi?
Bir faytona bindi. "Fortune Malikânesi'ne, çabuk!"
Arabacı atı kamçıladı ve Nat yan taraftan içeriye atlayamadan önce
uzaklaştılar. Lizzie uzaklaşırlarken onun yüzündeki öfkeli ifadeyi gördü.
Faytona binmek bu günlerde iki katı pahalıydı çünkü Sör Montague
şoför ücretlerinin yarısını vergiye bağlamıştı. Pekâlâ, ağabeyinin bu defa
kendi vergisini ödeyebileceğini düşündü Lizzie. Zaten cüzdanı boştu ve
mavi puantiyeli muslin kumaş topunu sokakta bir yerlere düşürmüştü.
Bunun için geri dönmeyecekti. Zaten onu en başta neden aldığından da
gerçekten emin değildi.
Önemli olan, Nat'ten tekrar kaçabilmiş olmasıydı. Arkasına
bakmadı.
44. (Dördüncü ‘Böfüm
Lanet olası kadın! Onu Fortune's Folly'nin bütün arka sokaklarında takip
etmişti. Porselen tüccarına para vermek, öfkeli arabacıyı yatıştırmak ve
birkaç ürkek atı sakinleştirmek zorunda kalmıştı. Lizzie'nin vicdanı ve
cüzdanı gibi davranmaktan bıkmıştı artık. Genç kadın şımarık ve dik
başlıydı ve sorumluluklarıyla asla yüzleşmiyordu. Onu tanıdığı günden
beri kaçıyordu.
Şimdiyse Nat'ten kaçıyordu.
Nat saçlarını düzeltip nefesini yavaşlattı ve faytonun kaldırım
taşlarının üzerinde, tekerleklerin gürültüsü ve bir yaz tozu bulutuyla
gözden kaybolmasını izledi. Lizzie geriye dönüp de bakmadı. Başının
eğimi, hasır şapkasının arkası bile küstah görünüyordu. Ama genç kadının
gözlerini görebilmişti ve onlarda korku vardı.
Bir çukurda duran mavi muslin paketini almak için eğildi. Lizzie'nin
bunu neden aldığım sadece Tanrı bilebilirdi. Elinde bir iğneyle dünyamn
en başarısız kadımydı ve her zaman nakış ve terziliği küçümsemişti.
Nat göğsünün derinliklerinde bir sızı hissetti. Lizzie'yi çok iyi
tanıyordu. Yıllardır arkadaşlardı. Ona değer veriyordu. Başı beladayken
yardım için Nat'e koşan bu genç kadının şimdi ondan kaçması canını
acıtıyordu. Neden kaçtığını bile anlamıyordu fakat bunun olanlar
yüzünden onunla karşılaşamayacak kadar çok şaşırmış, korkmuş ve
utanmış olmasından kaynaklanması gerektiğini düşünüyordu. Ama Nat'e
bir izin verse her şeyi yoluna koyabilirdi. İlk adım atılmıştı. Flora'yla
nişanını bozmuştu, onun yerine Lizzie'yle evlenmekte özgürdü. Ona kendi
isminin sağladığı korunmayı sunabilir ve kaybettiği servetin yerine de
45. genç kadının servetim sahiplenebilirdi.
Keşke evlilik teklifini dinlemesine yetecek kadar Lizzie'nin hareketsiz
kalmasını sağlayabilseydi.
Keşke teklifini kabul etseydi.
İşin içinde Lizzie varsa her şey mümkündü.
Kahverengi kâğıt paketi ellerinin içinde büktü ve paketin yırtıldığını
duydu. Bunu Fortune Malikânesi'ne şahsen götürüp Lizzie'nin onu
görmesini talep edebilirdi. Fakat Lizzie'nin onunla konuşmak yerine çaüya
tırmanıp tekrar ormana kaçma ihtimali vardı.
Bir an için Lizzie'nin arkadaşlarından birisine, Laura Anstruther'a ya
da Alice Vickery'ye gidip yardım isteme fikri üzerinde durdu. Bu bir çeşit
açıklama gerektireceği ve arkadaşları iptal edilen düğün hakkında zaten
meraklandıkları için isteksizce bu fikri reddetti. Sağdıçları Dexter ve
Miles'tan neler döndüğünü soran notlar almıştı. Sağdıçlarının eşlerinden,
onun adına Lizzie'yle konuşmalarını istese tahminler havada uçuşurdu ve
hiçbiri asla bir dedikodu veya skandal yaymayacak olsa da, Lizzie'yi
böylesi varsayımlara dahi maruz bırakamazdı. Hayır, bunu yardım
almadan çözmek zorundaydı. Felaketi kendi eseri olduğu için böylesi
uygundu. Keşke daha güçlü, daha iradeli, daha kontrollü olsaydı. Keşke
Lizzie'yi fiziksel olarak bu kadar çekici bulmuyor olsaydı, keşke yersiz
olduğu kadar şok edici olan ve içini yiyip bitiren cinsel bir ihtiyaçla hâlâ
onun için arzu duymasaydı. Ama yine de, onunla evlenirse bu arzu artık
uygunsuz ya da tatmin edilmemiş olmayacaktı. İsterse onunla her gece ve
gün boyu, istediği kadar sevişebilir, beklenmedik şehvetini saygıdeğer
evlilik yatağında giderebilirdi.
Fortune Sokağı, bir cumartesi öğle vaktinde büyük bir ereksi- yon için
uygunsuz bir yerdi. Nat muslin paketi stratejik bir şekilde konumlandırdı.
Lizzie'yle evliliği sağlama alana kadar onunla yatmayı düşünmeyi
bırakmak zorundaydı. Her şeyi düzgün bir şekilde yapmak zorundaydı.
Geç olması, hiç olmamasından daha iyiydi.
46. Bayan Minchin sinir krizini atlattıktan ve Bay Minchin de öfke saçmayı
bıraktıktan sonra Flora, uşağı ve boşa çıkarılabilecek kadar hizmetçiyi
çağırıp düğüne gelecek bütün misafirlere nikâhın iptal edildiğini ve
rahatsızlık verdiği için son derece pişman olduğunu belirten notlar
göndermişti. Ardından ailesine tek başına yürüyüşe çıkacağını haber
vermişti ve yaşananlar yüzünden içinde bulundukları sarhoşluk haliyle
ailesi ona karşı çıkmamıştı. Flora hayatında onları ilk defa kızdırmıştı ve
onların da buna şaşırıp kalmalarını anlayabiliyordu. Çünkü şimdiye kadar
onları bir dakika bile endişelendirmemişti. Fakat birdenbire onlar için bir
yabancı haline dönüşmüştü.
Evden çıkmış ve kasabadan uzaklaşıp bozkırlara doğru sapmıştı.
Aklında belirli bir istikamet yoktu, sadece ayaklannın götürdüğü yere
gidiyordu. Güzel bir yaz günü ve bir düğün için mükemmel bir gün
olduğunu fark etti. Tarla kuşlan tepede ötüyor ve mavi gökyüzüne doğru
çıkükça şarkıları yavaşça kayboluyordu. Yolun kenarından kır çiçekleri
fışkırmışta. Az sonra kendisini tepenin üzerinde, kasabanın çok
yukarısında buldu. Kilisenin gökyüzünü delen çan kulesiyle, nehrin geniş
kıvamıyla, eski manastır harabeleri ve köprüyle, insanların güneşin altında
gezinip dedikodu yaptıkları Fortune Yolu'yla Fortune's Folly önünde
uzanıyordu.
Aşağıya baktı. Ayakkabıları mahvolmuştu. Yollar yazın bile kirli ve at
arabası tekerleklerinin bıraktığı izlerle kaplı olduğundan kaim çizmelerini
giymeden dışarı çıkmakla aptallık etmişti. Artık bütün parasını Nat
Waterhouse'a vermeyeceği için en sonunda yeni bir çift ya da yüz çift
ayakkabı almaya parasının yeteceğini düşündü. Hislerini incelemeye
çalıştı. Düğünün iptal olmasına üzülmüyordu. Elbette Nat'le evlenebilir ve
ona iyi bir eş olabilirdi çünkü buna inanmak üzere yetiştirilmişti.
Hayatında hep bunu yapacağını düşünmüştü. Yine de tuhaftı ki her
zaman daha fazlası ya da farklı bir şey olması gerektiğini biliyordu. İş
evliliği de bir yoldu; toplumun genelinin ve özellikle annesinin onun
47. adına karar verdiği ve kendisinin de karşı çıkmadığı bir yol. Ama şimdi...
Pekâlâ, kendini aniden özgür hissetmişti ve bu oldukça garip geliyordu.
Duvara oturdu. Taşın keskin köşeleri poposuna ve kalçasına battı,
rahat etmeye çalışarak kımıldandı. Nefessiz kalmıştı. Sıcak bir sabahtı ve
güneş gökyüzünde yükseliyordu. Ayrıca dayanıksız ayakkabılar giydiği
gibi, bir şapkası ya da güneş şemsiyesi olmadan dışarı çıkmıştı.
Sağ tarafındaki arazilerde çalışan adamlar vardı. Bir tanesini
tanıyordu; bu Leydi Vickery'nin ağabeyi Lowell Lister'dı. Onun Alice
evlenmeden önce Fortune's Folly'deki etkinliklerde annesine ve kız
kardeşine eşlik ettiğini görmüştü. Elbette ki Flora'yı hiç dansa
kaldırmamıştı. O bir çiftçiydi ve kendisi de bir hanımefendiydi. Kız
kardeşine bir servet miras kalmasına ve bir lordla evlenmesine rağmen bu
uygun olmazdı.
Flora, otları biçerek arazide çalışan Lowell'i ve adamlarım tembelce
izledi. Lowell, Alice kadar sarışındı ve sürekli dışarıda zaman geçirdiği
için fazlasıyla bronzlaşmıştı. Genç adamın vücudu akışkan bir güçle
hareket ediyordu; eğilip tırpanı kullanışında yumuşak bir esneklik vardı.
Arazide sistemli bir şekilde çalışırken Lowell'ın kollarında beliren kasları
görebiliyordu. Irgatlarına örnek oluyor, diye düşündü. Diğer adamlar
emek harcarken oturup izleyecek türden bir işveren değildi.
Lowell doğruldu ve san saçlanru alnından geriye itti. Taştan ma-tarasını
dudaklarına kaldırdı ve kana kana içti, yutkunurken boğazı
hareket ediyordu. Ardından matarayı tutan elini yanına indirdi ve
dosdoğru Flora'ya baktı. Gözleri yaz semasıyla aynı derin maviliğe
sahipti. Flora nın kalbi hızlandı. Aniden kendisini gerçekten çok ama
çok sıcak hissetti.
Genç adam ona doğru yavaşça yürümeye başladı. Flora'nın göğ-sünde
panik yükseldi ve aceleyle ayağa kalktı. Etekleri keskin taşa
takıldı ve bir şeylerin yırtıldığını duydu. Hızlıca yola düştü ve tek
kelime etmeden kasabaya doğru aceleyle ilerledi. Lowell'in hâlâ onu
seyrettiğini hissedebiliyordu, vücudundaki bütün dokular ona bunun
48. böyle olduğunu söylüyordu ve yirmi adım kadar gittikten sonra
geriye bakmak için döndü. Lowell duvann kenarında duruyordu ve
parmaklarında elbisesinden yırtılan san bir muslin parçası vardı.
"Bekle!" diye Flora'ya bağırdı.
Flora tereddüt etti. Lowell duvar hattından aşağıya indi ve Flora
ya yaklaştığında, kıvrak bir hareketle duvarın üzerinden atladı. Flora
nefes almaya bile vakit bulamadan önce yanında bitivermişti- Ç°k
enerjik ve hayat dolu, bugüne kadar tanıdığı bütün erkeklerden öyle
farklı görünüyordu ki duyulan bir an için sersemledi. Genç adamdan
gelen çimen ve güneş kokusunu alabiliyordu. Lowell kendisine
gülümsediğinde Flora kalbinin göğsünün içinde tuhaf bir şekilde
sendelediğini hissetti.
Tepelerde yürümek için sıcak bir gün," dedi. Sesindeki yerel şive
seçilebiliyordu. Annesi ve kız kardeşinin aksine bunu hiç y°k etmemişti.
"İçmek ister misiniz?" Matarayı uzattı.
Flora matarayı alıp kuşkulu bir şekilde baktı. Bir dakika sonra
Lowell güldü ve kapağını onun için açıp geri verdi. Dudaklarını daha
önce genç adamın dudaklarının olduğu yere yerleştirdi ve bolca içti. Sıvı
soğuktu, lezzetli bir şekilde canlandıncıydı ve elma tadındaydı.
Biraz daha içti ve Lovvell'm, gözlerinde gülücüklerle onu izlediğini gördü.
Flora utandığını hissetti ve önce matarayı silip silmemesi gerektiğini
bilemeden şişeyi ona geri verdi.
"Teşekkürler," dedi.
"Bayan Minchin, değil mi?" dedi Lowell. "Flora?"
Adını söyleyiş şekli hoşuna gitti. Kulağa çok hoş geliyordu.
Başıyla onayladı. "Siz de Lowell Lister'siniz."
Abartılı ve alaycı bir baş selamı verdi. "Burada tek başına ne
yapıyorsun, Flora?" diye sordu.
"Düşünmek istedim," dedi Flora. Kendisini garip hissetmeye
başlamıştı. Duvarın yanındaki dişbudak ağacının yeşil yapraklarının
49. arasından güneş süzülüyor ve göz kapaklarında desenler çıkararak
hareket ediyordu. Oturup ağırlaşmış başını sağlam ağaç gövdesine
yaslamak istiyordu. Hâlâ Lowell'ın elinde duran mataraya şüpheli bir
şekilde baktı.
"O... o... elma şarabı mı?" Elma şarabının tehlikeli olduğunu
duymuştu.
Lowell gülümsedi. "Evet. Biraz daha ister misin?"
"Hayır, teşekkür ederim," dedi Flora. "Bana engel olmalıydınız. Elma
şarabı bir hanımefendiye uygun bir içki değil."
Lowell güldü. "Sana neden engel olayım ki? Ne istediğine kendin
karar veremiyor musun?"
Flora ona baktı. Gözleri masmaviydi ama yeşil ve altın noktalarla
beneklenmiş ve simsiyah kaşlarla çevrelenmişti.
"Elbette ki karar verebilirim," dedi alıngan bir şekilde. Tümseğin
üzerine oturdu. "Bugün düğünümü iptal ettim. Benim kararımdı."
Lowell'in gözleri büyüdü. Yavaşça başını salladı ve yanına oturdu.
"Buraya geldiğinde düşünmek istediğin şey bu muydu?" diye sordu.
Flora yan gözle ona baktı. Gömleğinin kollarım katlamıştı, kollan
esmerleşmiş ve güneşte parlayan tüylerle süslenmişti. Flora'nın boğazı
kurudu. Belki de, diye düşündü, biraz daha elma şarabı içmeliyim.
"Evet," dedi. "Düğünüm ve... diğer şeyler hakkında da düşünmek
istedim."
"Konuşmak ister misin?" dedi Lovvell.
"Evet," dedi Flora. Ona bakarken onunla konuşmayı gerçekten de çok
istediğini fark etti. "Evet, sizin için de uygunsa."
50. "Sevgili Leydi Elizabeth!" dedi Leydi Wheeler abartılı bir şekilde. "Bu
.ıkşam bizimle olmanız ne büyük bir mutluluk! Çok hoş bir sürpriz!" I
izzie'yi titrek kolları ve çırpınan drapeleriyle dev bir gece kelebeği gibi
sürükledi. Lizzie, kadının ateşin yanına fazla yaklaşmamasını umdu
yoksa bir felaket çıkabilirdi.
"Normalde etkinliklerimizi asla onurlandırmazsınız," diye devam
etti Leydi Wheeler. "Ne asil yüreklisiniz!"
"Rica ederim," diye mırıldandı Lizzie. Fortune's Folly'deki pek çok
kişi onun bir kont kızı, dolayısıyla da kendileri içi fazla iyi olması
sebebiyle etkinliklere katılmaya nadiren tenezzül eden korkunç bir
/.iippe olduğunu düşünüyordu. Esasında çok fazla insan ona o kadar
yüzsüzce yağ çekiyordu ki akşam yemeklerinden ve balolardan çekinir
olmuştu. Ayrıca Sör Montague de genç kızın vasisi olarak rolünü
fazlasıyla ihmal ediyordu ve Lizzie'nin ne yapıp yapmadığını lıiç
umursamıyordu.
Lizzie'nin aslında o akşam Leydi Wheeler'm akşam yemeğine giden
ağabeylerine eşlik etmek gibi bir niyeti yoktu. Lydia'ya yaptıklarından
dolayı Tom'dan nefret ettiğinden onunla bugünlerde neredeyse hiç
konuşmuyordu. Monty'yi bir nebze daha iyi buluyordu çünkü tek
yaptığı bir sünger gibi içmek ve halkının parasını sömürmek için bir
sonraki saldırısını planlamaktı. Ama Leydi Wheeler davetiyeyi şahsen
vermek için geldiğinde kızı Mary Lizzie'nin kolunu yakalamış ve onu
yandaki bir odaya sürükleyip yemeğe katılması için ona yalvarmıştı.
Mary kahverengi gözleriyle yalvararak, "Lord Armitage beni terk
ettikten sonra annem ve babamın benden ne kadar nefret ettiklerini
biliyorsun," demişti. "Artık herhangi bir talibi uygun görmeye hazırlar
ve buna katlanamıyorum. Tom'la, hatta Sör Montague'yle bile bir teklifte
bulunmaları halinde evlenmem için beni zorlayacaklarına eminim.
Kendimi, satılmayı bekleyen ödüllü bir kuzu gibi hissediyorum... Hatta
belki de ödüllü bile değil, pazarın en sonunda kalan, kimsenin satın
almak istemediği bir kuzu."
51. Lizzie içinden Mary'nin büyük kahverengi gözleriyle daha çok bir
buzağı gibi göründüğünü düşündü ama ilk defa olsun karşılaştırmayı
sesli bir şekilde yapmayacak kadar nazik davranmıştı. Sesinin rahatlatıcı
çıkmasına çaba göstererek, "Pekâlâ, Monty hakkında şüphelenmen
gerektiğini sanmam," demişti. "İnsanların servetlerine başka yollarla el
koyabileceğini anladığından beri evlenmek için fazla bir isteği yok. Ama
Tom..." Tom'un zengin olan, etekli herhangi bir şeyle evlenebileceği
oldukça doğru olduğundan iç geçirmişti. Tom, serbest olduğunu duyar
duymaz Flora Minchin'i ziyaret etmeye gitmişti.
Mary, "Lütfen, salı gecesi gel," diye yalvarmıştı tekrar. "Beni
korumana ihtiyacım var, Lizzie!"
Lizzie istemeye istemeye kabul etmişti. Bir sosyete fahişesiyle kaçan
nişanlısını aniden kaybettiği için Mary'ye üzülüyordu. Mary değersiz
Stephen Armitage'a umutsuz bir şekilde âşıktı ve ihaneti ona feci bir
şekilde çarpmışta. Lizzie'ye göre Armitage alçağın tekiydi ve Mary ona
duyduğu aşkla güçsüzleştiği için bir aptaldı ama bu Mary'nin acısını
daha az kılmazdı. Nat'e karşı duyduğu hislerin verdiği içgörüyle Lizzie,
Mary'nin ne kadar acı çektiğini anlayabiliyordu.
Leydi Wheeler'in arkasından salona giderken en azından Nat'le
VVheeler'ların evinde karşılaşmasının pek olası olmadığını düşündü.
VVheeler'lar Lizzie'nin grubuyla sosyalleşmeye eğilimli olmadıklarından
ne Nat'in ne de diğer yakın arkadaşlarından herhangi birinin orada
olması olası değildi. Bu da ona nefes almak için ihtiyaç duyduğu .ilanı
sağladığından bir lütuftu. Bu ona gönlünün serbest olduğuna dair rol
yapma pratiğini geliştirmesine olanak tanıyordu. Yeni bir kabuk
oluşturmasına yardımcı oluyordu; böylece yavaş yavaş, adım adım,
Nat'le olanları unutabilir ve dışarıdan aynı görünse de dünyasını
temellerinden sarsmış korkunç bir hata yaptığı için içinde çok
savunmasız hisseden Lizzie Scarlet'ı yeniden keşfedebilirdi.
Lizzie, Nat'i bir haftadır görmemişti. Fortune's Folly'de ondan
kaçtığı günden sonraki beş gün boyunca Nat, malikâneyi ziyaret etmişti.
52. Lizzie iki defa rahatsızlığını bahane etmiş, üçüncüsünde evde olmadığı
yalanım söylettirmiş, dördüncü ve beşinci seferlerde de saklanmıştı.
Nihayet Nat uğramayı kesmişti ve Lizzie hizmetkârların
dedikodularından, Nat'in babası hasta olduğu için birkaç günlüğüne
Waterhouse Malikânesi'ne çağrıldığını duymuştu. Son derece
rahatlamıştı. Hâlâ onunla soğukkanlılıkla yüzleşebilecek durumda
değildi; hisleri hamdı, Nat'i sevmenin acısı ve genç kadının, onun
kendisine duyduğu hisleri yanlış anlamış olmasının kederi bir türlü
azalmıyordu.
Arkadaşı Alice Vickery'yi görmeyi reddetmekten mutluluk duy-mamıştı.
Alice de birkaç defa ziyarete gelmiş ve Lizzie, bu ziyareti Nat'in
ricasına borçlu olup olmadığını merak etmişti. Sanmıyordu; Nat neler
olduğunu kimseye anlatmazdı, bundan emindi. Lizzie arkadaşlarım
özlüyordu ve onları reddetmekten nefret ediyordu ama tek yapmak
istediği kıvnlıp onu tanıyan herkesten saklanmaktı. Alice onu çok iyi
tanıyordu. Lizzie ne kadar rol yaparsa yapsın bir şeylerin yolunda
gitmediğini anında anlayabilirdi. Sırrım açmak doğasında olmadığından,
arkadaşlarının yaklaşmasına izin veremezdi. Acısıyla her zaman tek
başına başa çıkmıştı çünkü hayatının çoğunda dayanmak için ona
yardım eden kimse olmamıştı. Bir zamanlar ızdırap ve yalnızlık
duyduğunda başvurduğu Nat, şimdi ona yasaktı.
Ev sahibeleri Leydi Wheeler, Monty ve Tom'la birlikte genç kadını
salona götürürken Lizzie, Leydi Wheeler'in ne kadar uyumlu biri
olduğunu düşündü. Leydi Wheeler daha bir hafta önce genç kadım
şiddetle kınayarak terbiyesiz bir kız olduğunu söylemişti fakat şimdi bu
kınamasını gayet unutmuşa benziyordu çünkü Lizzie hâlâ bir kontun
kızıydı, çok zengindi, güzeldi ve her türlü akşam eğlencesi için değerli
bir katılımcıydı. Wheeler'larm zengin bir eş için yaşayan George isimli
uçarı bir oğulları vardı; George. Lizzie bu tarz düşüncelerin kendi
davramşına yapılan her türlü eleştiriden daha ağır geleceğim biliyordu.
Aslında servetim George Wheeler'a ihsan etmeye karar verirse, davranışı