3. ÖNCE
Çocuk ve kız Gerçek Denizi görmeden önce gemileri ve suyu hayal etmişlerdi. Bunlar
hikayelerdeki gemileri , büyü ile sessizce denizi yaran efendileri ve denizcileri saf altın gibi
değerli gören bakireleri içeriyordu. Kız ve oğlanın hayal gücünde onların tayfaları şarkılar
söylüyor , gemilerinin ucunda pembe kuyruk sarkıyordu.
Verrhader adlı gemi büyülü değildi. Gemi Kerch ticaret gemisiydi , içersinde bolca pekmez ve
değerli yiyecekler taşıyordu. Güvertesindeki kalabalık yıkanmamış bedenleri olan sıska
soğan kokulu denizcilerden oluşuyordu. Bol bol küfürler ve kumar hiç eksik olmuyordu.
Kıza ve oğlana verilen ekmek buğday biti ile kaynıyordu. Küçücük kabinlerini ise
kendilerinden başka iki yolcu ve tuz torbalarıyla paylaşmak zorunda kalıyorlardı.
Ama bunu dert etmiyorlardı. Her saat başı çalan zillere , martıların çığlıklarına ve Kerch
dilinin anlamsız kaba seslerine alışmışlardı. Bu gemi onların krallığı , deniz ise onları
düşmandan uzak tutan kalkanlarıydı.
Çocuk hayatı boyunca olduğu gibi hemen denizciliğe alıştı. Denizci düşümleri atıyor ,
güvertede diğer tayfalarla birlikte çalışıyordu. Ayakkabılarını terk edip , yalın ayak dolaşıyor ,
yaraları iyileştikten sonra korkusuzca olaylara atılıyordu. Denizciler onun yunusları elinin
avucuymuş gibi bulmasını, kılıç balıklarını yakalamasını , büyük bir balinanın gemiye
çapacağı anı veya dalgaların nerede kırılacağını bilmesini hayretler içersinde izliyordu. Hepsi
eğer bu çocukta şansın birazsının kendilerinde olması durumunda zengin olacaklarını
söylüyorlardı.
Ama kız onları endişelendiriyordu.
Denize açılmalarından üç gün sonra kaptan ondan mümkün oldukça aşağı kamaralarda
kalmasını istemişti. Bunun için tayfanın bahtıl inançlarını suçladı. Çünkü bu adamlara göre
güvertede kadın olması kötü rüzgarları getirirdi. Bu doğruydu ama bazı denizciler belki gülen
, onlarla şakalaşan ve küçük elleriyle ıslık ötürmeye çalışan bir kadını hoş görebilirlerdi.
Bu kız onlardan değildi. Rüzgara karşı boynunda bir eşarpla beyazlamış tahtaların üstünde
saatlerce donmuş gibi duruyordu. Bu kız kabuslarından çığlıklar atarak uyanıp , düzinelerce
adamı ayaklandırıyordu.
İşte bu yüzden kız zamanını geminin karanlık karnında geçiriyordu. Pekmez dolu fıçıları
sayıyor , kaptanın çizelgelerini ezberliyordu. Akşam olduğunda çocuğun kolları arasına girip ,
, güvertede sadece öylece, yıldızları sayıyorlardı. Avcı , Üç Aptalın Oğlu , Dönen Tekerlek,
Bilge…
Kız ona aklına gelen her şeyi soruyor, onu biraz daha orada tutabilmek için hikayeler
anlatıyordu. Çünkü biliyordu ki uyumaya gittikleri zaman kabuslar geri dönecekti. Kız bazen
kırık bir kayık , güvertesi kan dolu , karanlığa çığlıklar atan insanları görüyordu. En kötüsüyse
her zaman soluk yüzlü bir prens orada duruyor , dudaklarını onun boynuna dokundururken
eliyle omuzlarını tutup içindeki gücü kendine çağrıyordu.
Onu hayal ettiği zaman kız titreyerek uyanıyordu. Gücünü hala hissedebiliyordu , bedeninde
titreyerek duran , tenini ısıtan ışığı.
4. Çocuk onu sıkıca tutuyor ve kulağına tekrar uyuyana kadar yumuşak sözler fısıldıyordu.
‘ Bu sadece bir kabus.’ Diyordu çocuk. ‘ Merak etme zamanla geçecek.’
O kızı anlamıyordu. Bu kabuslar gücünü kullanabildiği tek yerdi artık. Ve kız içten içe bu
kabusları özlüyordu.
***
Bir gün Verrhader karaya yaklaştığında , kız ve çocuk el ele Novyi Zem denilen toprağa
doğru yaklaşmalarını izlediler. Sınırlı erzakla, yıpranmış yelkenlerle limana yaklaştılar. Shu
Han’ın kayalık kıyılarında limanda ıvır zıvır dolu küçük kayıklar , silahlı savaş gemileri ,
Fjerdan balinacıları , şişman tüccarlar vardı. Güney kolonilerden gelmiş katiller , elleri
zincirlenmiş bir şekilde gardiyanları tarafından uyarılıyordu. Onlar geçerken,kız zincirlerin
tıkırtısını duyduğuna yemin edebilirdi.
Verrhader iskeleye yanaştığında denizcilerin gülüşleri ve selamlaşmaları sessizliği yardı ,
ipler bağlandı , gemi sabitlendi ve kargo hazır hale getirildi.
Kız ve oğlan ise rıhtımı gözleriyle taramaya başladılar. Yürekleri ağızlarında kırmızı , mavi
renkli kefta’lar görmeye çalıştılar. Yahut Ravkan silahlarından yansayacak olan güneş
ışığının parıltısını.
Zamanı gelmişti. Çocuk , kızın elini sıkı sıkı tuttu. Çocuğun elleri gemi güvertesinde
çalışmaktan nasır bağlamış , sertleşmişti. Karaya adım attıklarında yer sanki sallanmaya
başlamıştı.
Denizciler hep bir ağızdan onları selamlamak için bağırdılar. ‘ Vaarwel , fentomel!’
Kız ve çocuk beraber ileriye doğru atılıp , yeni dünyaya ilk adımlarını attılar.
Lütfen diye dua etti kız. Onu dinleyecek olan herhangi bir azize. Burada güvenli olmamıza
izin verin. Buranın yeni evimiz olmasına izin verin. Lütfen!
5. Cofton’da aradan iki hafta geçmesine rağmen hala kayboluyordum. Karaya ayak bastığımız
yerin millerce uzağında , Novyi Zem’in güneyinde kalan bir kasabadaydık. Yakında ülkenin
daha içlerine yolculuk edecektik. Belki o zaman kendimizi güvende hissebilirdik.
Kendim için çizdiğim haritaya tekrar baktım ve geldiğim yolu takip ettim. Mal ve ben işten
sonra hergün pansiyona gitmek için buluşuyorduk ama bugün yemek alma sırası bende
olduğu için kasabaya doğru yanlış bir dönüş yaptım. Dükkandaki adam tadının harika
olduğunu söylediği bir Zemeni almam için beni ikna etmişti. Hala şüphelerim vardı. Fakat bu
zamanlarda bana her şeyin tadı kül gibi geldiği için üzerinde pek durmadım.
Mal ve ben yolculuğumuzu finanse edebilmek için Cofton’a gelmiştik. Böylece çalışıp , biraz
para kazanabilecektik. Burası jurda ticaretinin merkeziydi. Etrafı portakal ağaçlarıyla çevrili
olduğu için insanların onları çiğneyip , içki yapması kolay oluyordu. Bu içki Ravka’da lüks
sayılıyordu, burada ise değil. Verrhade’deki bazı denizciler bile uzun nöbetlerinde uyanık
kalmak için ondan içerlerdi. Zemeni erkekleri kabuklarını dudaklarının arasına koyup
çiğnemeyi severlerdi. Hatta kadınları bile onları yanlarında taşırlardı.
Rahat bir nefes alıp , şehrin meydanından geçtim. En azından şimdi nerede olduğumu
biliyordum. Cofton hala benim için gerçekmiş gibi gelmiyordu. Burada soğuk ve sert bir şeyler
vardı , hala tamamlanmamış izlenimi veren.
Sokakların çoğu asfalta örtülü olsa da binalar çürümeye başlamış tahtalardan yapılmıştı. Her
an devrileceklermiş gibi hissediyordum. Ama bütün evlerin pencereleri camla kaplıydı.
Kadınlar pamuk ve ipek giysiler giyiyorlardı.
Bir cin dükkanını geçtiğim anda gözüme bir şey ilişti. Corporalki! Anında kendimi iki bina
arasındaki gölgeler arasına attım. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyorken , kalçamın
üzerindeki pistolla uzandım.
6. Önce hançer diye kendime hatırlattım. İlgi çekmenin sırası değil. Eğer pistolları çıkarırsam .
Gücü serbest bırakırım. Ravka’da bıraktığım fabrika yapımı eldivenleri ilk özleyişim değildi
bu. Onlar aynaları tutmamda yardım oluyor ve bu da bire bir dövüşte rakibimin gözlerini kör
edip bana avantaj sağlıyordu. Birisini doğramaktan daha iyi bir seçenek sunuyordu. Ama
karşımdaki Corporalki beni görürse bundan başka çarem olmaya bilirdi.
Onlar bir cellattı , Karanlık olanın favori askerleri. Ben daha elimi uzatmadan kalbimi sökük ,
bağırsaklarımı ezebilirlerdi.
Elim bıçağı okşarken bekledim. En sonunda köşeden çıktıklarında , küçük bir bakış atma
cesaretini buldum. Bir sürücü kızı etrafında oynayan bir kadınla konuşuyordu. Kızın kırmızı
eteği etrafta uçuşuyordu.
Sadece küçük bir kızmış. Corporalki değil. Kendimi duvara yasladım ve derin bir nefes alıp
sakinleşmeye çalıştım.
Her zaman böyle olmayacak dedim kendime. Kendini özgür hissettiğin zaman artıkça bu
histe kaybolacak.
Bir gün kabuslar dolu uykularımdan özgür , sokakta korkmadan dolaşıp , güvende
hissedeceğim. O zamana dek , hançerimi yakında tutup , Grisha metalini avucuma
bastıracağım.
Kalabalık caddeyi yararken, boynumdaki eşarbı daha sıkı bağladım. Bu benim için artık bir
alışkanlık haline gelmişti. Çünkü kumaş parçasının altında dünyanın en güçlü yansıtıcısı
bulunuyordu. Morozova tasması. Bu başkalarının beni tanımasının tek yoluydu. Onsuz , ben
sadece basit bir kirli Ravka kaçağıydım.
Havalar döndüğünde ise ne yapacağımı bilemiyordum. Bu soğuk havalarda eşarpla gezmek
sorun değildi ama yaz geldiğinde sorun olacaktı. Ama o zamanda kadar ümit ediyordum ki
Mal ve ben sorgulayan gözler ve istenmeyen sorulardan çok uzakta olacaktık. Ravka’da
kaçtıktan sonra ilk kez baş başa olacaktık ki bu düşünce beni tedirgin etmeye yetiyordu.
Caddeyi , gelen atları ve vagonları hala kalabalığı tarayarak geçtim. Gözlerim her an
gelebilecek tehlikelere karşı açıktı. Bir Griha olabilirdi , bir Fjerdan suikastçisi ya da Ravkan
Kralının askeri. Ya da karanlık olanın kendisi. O kadar kişi bizi avlamak istiyordu ki.
Beni avlamayı diye düzelttim kendimi. Eğer ben olmasaydım Mal hala ordunun izcisi olacaktı
, kaçak hayatı yaşayan biri değil. Bir anı uzaklardan yükseldi. Karanlık olanın siyah saçları ,
sabit gözleri , gücü serbest bırakmadan önceki an. Kazandığı zaferle ışıldıyordu. Ta ki ben
ondan o zaferi çalana dek.
Novyi Zem’e haberler çabuk yayılmıştı ve hiç biri iyi değildi. Denilene göre Karanlık olan
ormandaki savaştan sağ kalmış ve Ravkan tahtını ele geçirmeyi tekrar denemeden önce yer
altına sığınmıştı. Bunun gerçek olmamasını diliyordum ama ben – herkesten iyi biliyordum ki
Karanlık olanı hafife almak bir hata olurdu.
Diğer hikayeler ise en az bunun kadar rahatsız ediciydi. Karanlık olanın dünyanın her yanına
adamlarını gönderdiği söyleniyordu. Güneşi çağırabilen bir azizi bulmak için. Bunu düşünmek
istemiyordum. Mal ve benim artık yeni bir hayatımız vardı. Ravka’yı arkamızda bırakmıştık.
7. Hızlanmaya başladım ve köşeyi döndüğüm anda Mal ile her akşam buluştuğum yerde
olduğumu fark ettim. Çeşmenin hemen yanında duruyordu. İş arkadaşlarından biri olan
Zemeni’li bir erkekle konuşuyor ve gülümsüyordu. Adamın adını hatırlayamadım. Jem miydi?
… Jep?
Çeşme hizmetkarların ve hizmetçi kızların kıyafet yıkamaya geldiği bir yerdi. Şimdi ise hiçbir
temizlikçi kadın kirlilerine ilgi göstermiyordu doğrusu. Hepsi Mal’ın etrafında dolanıyorlardı ,
bazıları ise uzaktan bakmakla yetiniyordu. Onları suçlamıyordum tabii. Saçları askerlerin kısa
traşından kurtulmuş boynuna doğru kıvrılıyordu. Denizde geçirdiği zamandan kalma kasları ,
çeşmenin sularından ıslanmış üstünde belli oluyordu. Başını geri atıp , arkadaşının söylediği
bir şeye kahkaha atarak güldü.
Kadınların varlığına o kadar alışmış ki artık fark etmiyor bile diye düşündüm.
Beni gördüğü zaman gülüşü sırıtmaya döndü ve yanına gelmem için işaret etti. Kadınlar
dönüp beni süzerken , inanamadıkları yüzlerinden okunuyordu.
Ne gördüklerini biliyordum. Aşırı sıska , yanakları çökmüş , kahverengi saçları renksizleşmiş
bir kız. Üstelik tırnakları jurda için portakal toplamaktan kirlenmiş.
Hiçbir zaman bu kadar kötü görünmemiştim ama haftalardır gücümü kullanmam benden çok
şey alıp götürüyordu.
Yemek yiyemiyor , uyuyamıyordum. Kabuslarda yardımcı olmuyordu. Kadınların yüzlerindeki
ifade aynı şeyi söylüyordu : Mal gibi bir erkeğin benim gibi bir kızla ne işi vardı?
Sırtımı dikleştirdim ve kadınları görmezden gelip Mal’a doğru yaklaştım. O ise hemen kollunu
bana atıp , kendine doğru çekti. ‘ Nerede kaldın?’ dedi. ‘’ Merak etmeye başlamıştım.’
‘ Yol üzerinde kızgın ayı çetesine rastladım.’ Dedim koluna doğru.
‘ Yine kayboldun değil mi?’
‘ Bunları nereden uyduruyorsun bilmiyorum.’
‘ Jes’i hatırlıyorsun değil mi?’ dedi arkadaşına doğru başını sallayarak.
‘ Nasılsınız?’ dedi Jes Ravkan dilinde , bana elini uzatırken.
‘ İyiyim , teşekkürler.’ Dedim Zemeni dilinde ama Jes gülümsememe karşılık vermedi.
Biraz daha konuştuk , Mal benim tedirginliği görünce konuşmayı kısa kesti. Açık alanda
konuşmak beni geriyordu. Birbirimize hoşça kal dedik . Jef gitmeden önce Mal’ın kulağına
benimle ilgili bir şeyler fısıldadı.
‘ Ne dedi?’ dedim caddeyi geçerken.
‘ Hımm? Hiçbir şey. Kaşlarının ortasında polen olduğunu biliyor muydu? ‘ Elini uzatıp ,
nazikçe onu aldı.
‘ Belki orada olmasını ben istiyordum.’
‘ Benim hatam.’
8. Çeşmeyi geçerken , kadınlardan bir tanesi elbisesini kaldırarak seslendi. ‘ Eğer deri ve
kemikten sıkılırsan sana uygun bir şeylerim olabilir.’
Kaskatı kesildim. Mal ise arkasına dönerek kadını baştan aşağıya süzdü. ‘Hayır.’ dedi. ‘ Yok.’
Kızın yüzü domates gibi kızarırken çirkin bir hal aldı. Çamaşır yıkadığı kova devrilince üstü
başı ıslandı. Bu manzara karşısında kaşlarımı çattım ama dudaklarımda oluşan
gülümsemeyi durduramadım.
‘ Teşekkürler.’ Dedim pansiyona ilerlerken.
‘ Niçin?’
‘ Gururumu koruduğun için , mankafa’
Bir an kararsız gibi durduktan sonra kollarını omzuma atıp , beni kendine doğru çekti. Ben
daha ne olduğunu anlamadan dudaklarını bana yapıştırdı.
‘ Şunu anla ki ’ dedi ‘ Gurunu korumak gibi bir niyetim yoktu.’
‘ Anlaştık.’ Dedim nefessiz kalmaktan sesim tiz çıkıyordu.
‘ Ayrıca Pit’e gitmeden önceki her dakikayı seninle geçirmeye ihtiyacım var.’
Pit , bizim kaldığımız pansiyona Mal’ın verdiği isimdi.
‘ Peki söyle bakalım , Jes sana ne dedi?’
‘ Sana daha iyi dikkat etmem gerektiğini söyledi.’
‘ Hepsi bu muydu?’ dedim
Mal boğazını temizledi. ‘ Ve … dedi ki Tanrılara senin hastalığın için dua edecekmiş ‘
‘Benim neyim için dua edecekmiş?’
‘ Ben – şey- belki ona senin guatrın olduğunu söylemiş olabilirim.’
‘ Sen ne yaptın?’
‘ Bir şey söylemek zorundaydım.Niye boynunu kapatıp durduğunu merak ediyordu. Bende
bunun trajik olduğunu düşündüm. Tatlı bir kız , kocaman boğaz. ‘
Omzuna vurdum.
‘ Ay. Yapma böyle bir çok ülkede guatrı seksi bir kabul edebilirler.’
‘ O ülkeler hadımları da severler mi? Çünkü bunu ayarlayabilirim. ‘
‘ Ne kadar kana susamışsın.’
‘ Hastalığımın yan etkileri. Guatrım beni susatıyor. ‘
Mal kahkahayı patlattı.
9. Ceviri Onokumalar.com’a aittir.Grisha Serisinin ilk kitabı Martı Yayınlarından çıkan
Gölge ve Kemik’tir. İkinci kitabın çıkış tarihi henüz belli değil. Fakat seriyi henüz
okumamış herkese şiddetle öneririz.