5. Bireyin vatandaş olma süreci ulus-devletlerin
ortaya çıkmasına dayanmaktadır. Bu sürece
kadarki dönemde birey ait olduğu topluluğa görev
ve sorumlulukları ya da hak ve ödevleri ile çeşitli
şekillerde bağlılık göstermiştir.
Bu durumlar dönem ve coğrafyaya göre değişiklik
göstermiştir.
7. Antik Yunan’da vatandaşlık kavramı, polis adı
verilen sitelerin oluşmasıyla başlamıştır. Bu
kültürde vatandaşlık Spartalılar ve Atinalılar
modeli bağlamında değişiklik gösterirdi.
Spartalılar, devlet daimdir ilkesinden hareket
ettikleri için bireyin görevlerini yerine getirmesi,
devletin ayakta durması anlamına gelirdi (Heater,
2007). Dolayısıyla bireyin devlete karşı görev ve
sorumlulukları vardı ve haklar dikkate alınmazdı.
8. Sparta’nın tam tersine Antik Yunan’da belirli
koşullar altında bireyin yönetime katılma
özgürlüğü vardı. Söz konusu özgürlük, demokrasi
sözcüğüne karşılık geliyordu (Crick, 2012).
9. Tüm vatandaşların özgürce seçime ve karar alma
sürecine etki etme yetkileri Antik Yunan’da tam
olarak bizim anladığımız şekilde değildi. Öncelikle
vatandaş olarak tanımlanan kişiler Antik Yunan’da
köleler, kadınlar ve 25 yaşın altındaki erkekleri
kapsamıyordu. Bunların dışında kalan bireyler
alanlarda toplanır ve tüm toplumu ilgilendiren
kararlar alırlardı. Site devletinin içinde bulunan bu
uygulama doğrudan demokrasinin bir
uygulamasıdır (Doğan, 2001).
10. Atina modelinde Antik Çağ’ın
önemli düşünürlerinden Platon
yurttaşları üç sınıfa ayırır;
yöneticiler, askerler ve
üreticiler. Platon, yurttaşları
eşit olarak düşünmez. Zengin
sınıf, toplumda daha fazla
temsil edilir. İyi yurttaş, sosyal
ve siyasal sisteme saygılı,
yasalara uyan ve özdenetim
uygulayan yurttaştır (Göze,
2005).
11. Platon’un öğrencisi Aristo ise birey geliştikçe
polis’in işlerinde katılım için kendisinde var olan
potansiyelin de artacağını belirtmiştir. Aristo’nun
bahsettiği devlet küçük bir devlettir. Zira devletin
coğrafi olarak büyük olmasının bir gereği yoktur.
Dolayısıyla bu sayede yönetime katılım da
artacaktır. Küçük bir devlette yurttaşlar da sayıca
az olacak, birbirini tanıyan ve birbirine
kenetlenmiş bir topluluk halinde yaşayacaklardır
(Heater, 2007).
13. «Genel anlamda kamusal yaşama sırası geldiğinde
yöneten ve yönetilen olarak katılan herkes
yurttaştır. Terimin özel anlamındaysa bu,
anayasadan anayasaya farklılık gösterir ve ideal
bir anayasa altında erdemlice bir yaşam tarzına
erişme niyetiyle yönetebilen ve yönetmek
isteyenler yurttaş olmalıdır.» (Aristo)
14. Atina demokrasisinde büyük dönüşüm M. Ö. 7.
yüzyılda yaşanan toplumsal gerilimler ve kargaşa
ile oluşmaya başlamıştır. Şehir devletleri
ihtiyaçlarını gidermek üzere ticaret yapmaya,
birbirlerinden borç alıp vermeye başlamışlardır.
Bu borçlanmalar kimilerinin zenginliğine,
kimilerinin fakirliğine sebep olmuştur.
16. Roma yurttaşlığı ise Sparta ve Atina’dan farklı
olmak üzere bir görevler ve haklar modeliydi.
Bahsedilen görevler askerlik hizmeti yapmak ve
vergi vermekti. Bu vergiler emlak üzerinden alınan
zorunlu vergiler ve veraset vergisini içeriyordu.
17. Roma, Yunanistan ve Sparta gibi bir demokrasi
değil, cumhuriyet oldu. Romalı yurttaşlar siyasal
bir katılım gerçekleştiremedi. Cumhuriyet
döneminde iktidarı elinde tutan güç; senato ve
konsüllerin, imparatorluk döneminde ise
imparatorun elindeydi (Heater, 2007).
18. Tarihsel süreç içerisinde Yunan ve Roma
yurttaşlığı karşılaştırıldığında Yunan yurttaşlığının
daha katılımcı, Roma yurttaşlığının ise daha çok
statüye bağlı olduğu fark edilebilir. Roma
yurttaşlığı özünde bir yaşam biçimiydi (Clarke,
1994, Akt. Üstel, 1999).
20. İslam egemenliği ve Norman Macar istilaları
Avrupa’nın kendi içinde bir düzen kurmasına yol
açmıştır. Kapalı tarım ekonomisi beraberinde yeni
bir düzen getirmiştir.
Ortaya çıkan senyörler, topraklarını, işlemeleri
için topraksız kalan köylülere ve yaşamını
çiftçilikle kazanmak zorunda kalan kişilere
veriyordu. Bu kişiler toprağı; para, ürün ya da özel
bir hizmet karşılığında işletiyorlardı.
21. Yeni düzende, ticaret yollarının kesilmesi, tüccar
sınıfını ortadan kaldırmış, tüccarların
döndürdüğü şehir hayatını söndürmüş, para ile
yapılan alış verişi azaltmıştır. Altın para basımı ve
dolaşımı kesilmiş, düşük düzeyde yapılan
alışverişler düşük ayarlı gümüş ve bakır paralarla
yapılmıştır.
22. Vasal: hizmet karşılığı kendisine toprak ve köylü
tahsis edilen kişi. Vasal bu hizmeti karşılığında bir
anlamda senyörün koruyuculuğuna giriyordu.
23. Senyörlerden toprak alıp bu toprağı işleyen Servaj
denilen bir sınıf oluştu. Bu sınıf, köleler ile özgür
köylüler arasındaydı. Toprağı işlemekle
mükellefti. İstilalar döneminde, kıtlık, bu sınıfın
yaygınlaşmasını sağladı.
24. X. yüzyıldan başlayarak büyük malikane sahipleri
arasında soylular sınıfı oluşmaya başladı. (silahlı
ve atlılar). Toprak sahibi bu sınıfın en önemli
görevi savaşmaktı. Feodal düzende bu sınıf
şövalyelerden oluşuyordu. Zenginlik ve iktidar
ölçüsüne dayanan bir ayrıcalığa sahiptir. XI.
yüzyılın başlarında ise soyluluk ecdadı arasında
bir kölenin bulunmaması anlamını taşıyordu.
25. İngiltere’de yurttaşlık statüsü bir kent veya
kasabanın kral veya yerel lordun bahşettiği
bağımsızlık derecesini belirten bir imtiyaz beratı
elde edilmesiyle başlıyordu. Yurttaşlık hakları ve
görevleri diye adlandıracaklarımıza sahip olan
bireyler şayet bir kentte yaşıyorlarsa yurttaşlar
diye, bir ilçede yaşıyorlarsa (beratı alan kasaba
için kullanılan isim) ilçeli diye tanımlanıyordu
(Heater, 2007).
26. Toplumsal yapıda ayrıca demokratik haklardan
ziyade kilisenin baskın gücüyle karşılaşıyoruz. Öyle
ki; siyasal anlamda kral ve hükümdarlar kilise
önünde diz çökmüştür. Çünkü kilise, yeryüzünde
Tanrı’yı temsil ediyordu ve dönemin en geçerli olan
toprak gücü de kilisenin elindeydi (Tanilli, 2006).
Roma İmparatorluğu gelişerek Hıristiyanlığı da
kendi yönetimiyle özdeşleştirdi.
27. Kilisenin egemen anlayışı, dünya malından
kimsenin eline bir şey geçmeyeceği ve insanların
ellerindekiyle yetinmeleri gerektiğiydi. Toprak
sahibi kilise, zamanla zenginleşti ve siyasi bir güç
olmaya aday oldu.
28. Ortaçağ düşüncesinde Yurttaşlık devlette değil
kent veya kasabalarda ayrıcalıklı bir statü
içerisinde ele alınır (Heater, 2007). Böylelikle
ortaçağ yurttaşlık bir sınıfsal ayrıcalığa dönüşmeye
başladı. Feodal düzendeki siyasi anlayış, mal
varlığına dayanıyordu. Senyör, siyasal ve idari
haklarını mal varlığını öne sürerek kullanmaktadır.
Bu da aynı toprak içerisinde yargı ve idari
yetkilerin birden fazla olmasına sebep oluyordu.
29. Kilisenin artan gücü Haçlı seferlerinin
başlamasına sebep olmuş, Avrupa nüfusu artmış,
yeni topraklar tarıma açılmıştır.
Haçlı seferleri sonucunda ticaret gelişti ve paranın
hakim olduğu yeni bir pazar ekonomisi düzenine
doğru gelişim gösterilmeye başlanmıştır. Yeni
ekonomik düzende; burjuva sınıfını oluşturmaya
başlamıştır.
30. 1215 Magna Carta ile İngiliz Kralı Yurtsuz Jean,
feodal ayrıcalıkları tanımak, olağandışı yardım ve
para istememek zorunda kalmıştı. Kral, özgür
kişileri mahkeme kararı olmadan
tutuklayamayacak, mallarına el koyamayacak,
sürgüne gönderemeyecekti
31. Yeni ekonomik düzen, Merkantilizmin ortaya
çıkmasına sebep olmuştur. Orta çağın sonunda
yeni keşfedilen topraklardaki madenler, piyasada
altın ve gümüş ticaretini başlatmıştır. Değerli
madenlerini ülkelerinde tutmayı ve madenlerin
dışarı çıkmasını engellemek için; sömürgecilik
Orta Çağın sonunda bulunan önemli bir icat (!)
olmuştur.
32. Zenginliğin peşine düşmek önemli bir amaç
olunca; devlet, ekonomiyi milli bir kavram üzerine
oturtmuş ve ulus-devletlerin kurulması da bu
yolla mümkün olmuştur.
34. Yurttaş sözcüğünün günümüze yakın anlamını
Fransız İhtilali ve buna paralel ürettiği terimlerle
bulabiliriz. İhtilalden sonra ortaya çıkan ulus
kavramı, vatandaşın devlet karşısında hak ve
özgürlüklerini elde etmesi bir yana “uluslaşma”
sürecini de içermektedir. 18. yüzyıl
düşünürlerinden Rousseau, toplumu bütünleştiren
cumhuriyetçi bir anlayışı savunarak, bireylerin
eşitliği ve özgürlüğünü savunmuş, genel iradenin
doğru bir karar vereceğini düşünmüştür
(Rousseau, 2006).
35. “Özgürlük anlayışı; köleliğin kaldırılması
noktasına ulaşmış, yardım isteme hakkı, eğitim
hakkı, ayaklanma hakkı, baskılara karşı koyma
hakkı vatandaşlara tanınmıştır” (Bauberot, 2009,
s. 64).
36. Fransa’nın konuyla ilgili yaptırımlarından biri de
aktif yurttaşı belirlemesi olmuştur. Ulusal meclis,
aktif yurttaşı seçmenler olarak belirleyip bunları;
“en az on günlük çalışıp vergisini doğrudan
devlete ödeyenler” olarak tanımladı. “Bu kişiler de
25 yaş üstü erkeklerdir.” Bu ayrım 1790’ların
başında kalktı ve “Egemen halk Fransız
yurttaşlarının tamamıdır” anlayışı getirildi
(Heater, 2007, s.126, 130).
37. Ulus-devletlerin oluşum süreci devlet ve birey
arasındaki hak ve görev konusunun oluşmasını
sağlamıştır.
İnsan hakları düşüncesi 17. ve 18. yüzyıllarda
Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Hobbes, Locke,
Monstesquieu ve Roussesau’nun insan hakları ile
ilgili birçok yanıtı vardır.
38. İnsanlar toplum haline geçerken, yalnızca
toplumun kurulması ve yaşaması için gereken bir
kısım haklarından vazgeçmişler, diğer en önemli
özgürlüklerini devretmemişlerdir. Devredilmeyen
bu özgürlükler, devletin dokunamayacağı bir alanı
oluşturur. Devlet, bu haklara uymak zorundadır.
39. Bu doğal haklar 4 özelliğe sahiptir:
• Doğuştan sahip olduğumuz bu haklar,
devredilemez ve vazgeçilmez niteliktedir.
• Doğal haklar toplumdan ve devletten önce
vardır; toplumsal-siyasal ya da siyasal düzenin
eseri değildir.
• Doğal haklar mutlaktır; hiçbir düşünceyle
geçersiz kılınamaz, uygulanmaları engellenemez.
• Doğal haklar evrenseldir. Zaman ve mekana
bağlı olmaksızın bütün insanlar doğal haklara
sahiptir.
40. İnsan haklarının Sınıflandırılması
• Klasik Haklar: Birinci Kuşak Haklar: 17. ve 18.
yüzyıl düşünürleri tarafından geliştirilmiş ve
Amerikan-Fransız Devrimleriyle uygulama
olanağı bulmuştur. Yaşama hakkı ve kişi
dokunulmazlığı, kişi özgürlüğü, inanç ve ibadet
özgürlüğü, konut dokunulmazlığı, mülkiyet
hakkı, dernek kurma hakkı, toplantı ve gösteri
yürüyüşü hakkı, çalışma özgürlüğü, dilekçe
hakkı, seçme ve seçilme hakkı, kamu hizmetine
girme hakkı ve tarafsız bir yargıç önünde
yargılanma hakkı.
41. • Sosyal Haklar: İkinci Kuşak Haklar: İnsanların
haklardan yararlanabilmek için özgürlüğün
yeterli olmadığı, yoksulluk ya da başka
nedenlerle bu haklardan yararlanamayanların
desteklenmesi gerektiği ortaya çıkmıştı. Çalışma
hakkı, sendika kurma hakkı, grev ve toplu
sözleşme hakkı, işyeri yönetimine katılma hakkı,
dinlenme hakkı, kültürel yaşama katılabilme
hakkı, sağlık hakkı, beslenme hakkı, konut hakkı
ve anne-çocuk, yaşlı gibi korunmaya muhtaç
kesimlerin korunmasıyla ilgili haklar.
42. • Dayanışma Hakları: Üçüncü Kuşak Haklar: bu
haklar, mücadele değil; bireyler, gruplar ve
devletler arasındaki dayanışmaya dayalı olarak
ortaya çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası
dünyadaki gelişme ve değişmeler sonucu ortaya
çıkan, ama henüz tam olarak görülmeyen bu
haklar, bugün insanlık hakları olarak
tanımlanabilir. Çevre hakkı, insanlığın ortak mal
varlığına saygı hakkı, gelişme ve barış hakkı.
44. Türk devlet geleneğinde hükümdar bir cihan
devleti kurmak, hâkim olduğu bölgede düzeni
sağlamak ve bölgede adaletli davranmakla
yükümlüdür. Bilinen en eski yazılı belge olan
Orhun kitabelerinde bunu açık olarak görebiliriz;
“Türk milleti için gece uyuyamadım, gündüz
oturmadım. Küçük kardeşim Kül Tigin ile, iki şad
ile öle yite kazandım. Çıplak milleti elbiseli kıldım,
fakir milleti elbiseli kıldım. Fakir milleti zengin
kıldım. Az milleti çok kıldım. Değerli vatanlıdan,
değerli kağanlıdan daha iyi kıldım. Dört taraftaki
milleti hep tabi kıldım. Hep bana itaat etti” (Ergin,
2008, s. 43).
45. Hakimiyet anlayışı gereği hükümdardan beklenen
görevler özetle; “halkı refah içinde yaşatmak,
savaş gücü ile devleti düzen içinde bulundurmak
ve fetihler yapmak kanunları düzenleyip
uygulayarak dirlik ve düzenliği sağlamak, adaleti
temin etmektir” (Genç, 2002, s. 56, 63).
46. Bunun yanın da halk ya da tebaa da hükümdarın
emir ve fermanlarına mutlak itaat, hazine hakkı
olan vergiyi veya öteki devlet alacaklarını
zamanında ödemek, hükümdarın dostunu dost
düşmanını düşman bilmek ve bunun gereği olan
görevleri yerine getirmekle yükümlüdür (Genç,
2002, s. 73).
47. Osmanlı İmparatorluğu uzun yıllar belirlediği
İslam inanç sisteminde devlet ve din ya da daha
açık bir ifadeyle İslam ve siyaset birbiri içine
girmiştir. Bu özdeşliğin kavranması; Osmanlı’da
her şey devlet içindir, din de devlet içindir mantığı
hüküm sürmekteydi. Bu sistem tek başına İslam’ı
içine alan bir yapı da değildir. Aynı zamanda Eski
Türk geleneğinin Kut anlayışı ve Bizans siyasal
geleneğinin Osmanlı kurumlarında görünen,
örneğin Tımar Sistemi bunlardan biridir,
etkilerindendir (Ocak, 2003).
48. Bilinen vatandaşlık algısının başlangıç noktası
Tanzimat Fermanıdır. Dünya üzerinde başlayan
milliyetçi politikalardan devletin etkilenmesini
önlemek için 1839 yılında ferman ilan edilmiştir.
1839-1878 yılları arasındaki Tanzimat Dönemi
olarak adlandırılan dönem Osmanlı kimliğinin
İslam ekseninin dışında sorgulanma sürecidir.
49. Tanzimat terimi; “etnik ve dini açıdan farklı
halkların uyumlu şekilde bir arada yaşamasıyla
ilgili” fikir akımını belirtmektedir. Bu düşünce
Şerif Mardin’e göre bir nevi “vatandaşlık
kavramına analojik bir geçiştir” (Mardin, 2009,
s.365-366). Nitekim Gülhane Hatt-ı Hümayunu
diye bilinen Tanzimat Fermanı, Müslim ve
gayrimüslim tebaanın can ve mal güvenliğinin
sağlanması yolunda hukukun üstünlüğünü
öngörüyordu.
50. 1850 yılında Protestan Kilisesinin ve cemaatinin
bir millet olarak tanınması da bunun bariz
göstergelerindendir (Ahmad, 2010). Ayrıca 1849-
1850 yıllarında ilk defa Hristiyan köylülerin toprak
kiralamasına izin verildi. Bu durum Müslüman
çevrelerde oldukça tepkiyle karşılandı (Erdoğdu,
2008).
51. 1856 Islahat Fermanı da Tanzimat’ın devamı
olarak Müslüman ve Hristiyan kullar arasındaki
eşitliği yeniledi. “Osmanlılar için eşitlik tüm
Osmanlı tebaasının yasalar önünde eşit olması,
cemaatlere yönelik ayrıcalıkların din konularına
ve millet kavramının da cemaate
indirgenmesiydi” (Ahmad, 2010, s.43).
52. Osmanlı İmparatorluğunu dağılmaktan kurtarmak
için İslamcılık düşüncesini ortaya çıkaran grubun
başını Mehmet Murat çekmekteydi. Bir anlamda
ümmetçilik anlayışı ile Osmanlı ülkesinde yaşayan
Müslümanların bir araya gelmesi gerektiği ve
dolayısıyla Müslümanların, Osmanlı vatandaşı
olması ile kurtuluşun sağlanacağını
düşünmektedir.
53. Bu düşünce Batı dünyasının Osmanlı’ya ekonomik
anlamda oldukça fazla müdahale etmesinden
kaynaklanmaktadır. İslam etrafında toplanmanın
Osmanlı’nın Batı’ya karşı mücadelesine yardımcı
olacağı düşüncesi üzerinde durulmuştur.
54. Tanzimat ve Anayasa reformlarının başarılı
olamama nedenini Osmanlı toplum yapısının
niteliğine bağlamıştır. “Asıl dava, II. Abdülhamit’i
devirmek değil Doğulu toplum tipinden Batılı
toplum tipine geçmektir” (Berkes, 2002, s. 397).
55. Osmanlı tebaasının kimliğini Ermeni, Rum,
Yahudi vs. ayırmadan ve dolayısıyla hiçbir zümreye
ayrıcalık göstermeden hazırlanan bu düşünce
Müslüman bakış açısına göre; “modern millet
kavramı mevcut dini cemaat toplumuna aşılanır
ve ona yeni bir biçim, daha büyük bir canlılık ve
yeni bir hayat beklentisi” verir (Karpat, 2005, s.
586). Vatandaş terimi resmi olarak söylenmese de
reformlarla ve aydınların fikirleriyle belirtilmek
istenen; kişilerin sınıf, din ve zümre tanınmadan
“Osmanlı” sayılmasıdır.
56. Osmanlı İmparatorluğunun parçalanmasını ve yok
olmasını engellemek için hazırlanan bu çalışmalar
devletin toprak kaybetmesini veya devlet içinde
yaşayan azınlıkların isyan etmelerini
engelleyemedi. Devletin parçalanması için
azınlıklara haklar vermekle daha çok
yıpranılacağını düşünen İttihat Terakki grubu
1908’de Meşrutiyeti ilan etmesi için II.
Abdülhamit’i ikna etti ve Kanun-i Esasi yürürlüğe
konuldu (Berkes, 2002).
57. Böylece Türkiye’deki ilk siyasal parti de kurulmuş
oldu. Kanun-i Esasi’nin 8. Maddesi Osmanlı
vatandaşlığını tarif etmiştir: “Devlet-i Osmaniye
tabiyetinde bulunan efradın cümlesine, herhangi
din veya mezhepten olur ise biâ-istisna Osmanlı
tabir olunur.” (Akt. Erdoğdu, 2008).
58. 1908’de Meşrutiyetin ilanıyla birlikte ‘Vatandaş’
kavramı resmi anlamda ortaya çıkmıştır. 23
Ağustos 1908’deki cemiyet kanununa göre; “etnik
veya ulusal gruplara dayanan veya onların adını
taşıyan siyasal dernekler kurulması yasaklandı”
(Lewis, 2007, s. 217). Böylece din eksenli
hareketler engellenmiş oldu.
60. Nihayetinde imparatorluğunun topraklarının
Mondros ve Sevr Antlaşmaları ile parçalanması
neticesinde yeni bir kimliğin ortaya çıkacağı
anlaşılmıştır. Bu kimlik artık devletin kendi
geleceğini belirleyeceği bir ulus devlet kimliğiydi ve
İmparatorluk anlayışından çıkan ulus-devlet
biçimi özgür yurttaşlar yaratmış oluyordu.
61. Yurttaşlık vasıtasıyla millet içinde bir uyum
yaratılmaya çalışılmıştır. Uzlaşma ile her türden
çatışma engellenmek istenmiş, millet
savunmasına bir katılım gerektirdiğinden
gerekirse güç kullanarak sorunları çözme
yöntemine ilişkin uzlaşma yaratılmaya
çalışılmıştır.
Seçilmek, kamu işlerine katılmak, askerlik
yapmak ve bilhassa oy vermek vatandaşla
yabancıyı ayıran durumlardandır.
62. Yeni Türk devletinin inşa sürecinde Milli
Mücadele yıllarında yeni bir ulus yaratılmaya
çalışılmıştır. Milletin bütünleşmesine yönelik
mitingler, kongreler, milli iradeyi temsil eden
yayınlar aracılığıyla; vatan, millet, sadakat duygu
ve şuuru yaratılmaya çalışılmıştır.
63. Atatürk’ün Erzurum Kongresinde “Kuvayi
Milliyeyi âmil ve iradeyi milliyeyi hâkim kılmak
esastır” maddesi milli egemenliğe işaret
etmektedir (Eroğlu, 1998, s. 21).
64. Bu duyguların yerleşmemesi durumunda (firariler
ve muhaliflerin olması) TBMM kanunlar çıkararak
vatan ve millet görevlerine zorlanmışlardır.
65. Mustafa Kemal Atatürk Lozan görüşmelerindeki
azınlıklar maddesiyle ilgili büyük Nutuk’ta şöyle
demektedir: “Osmanlı Devleti, kendisini kuran
temel unsurun, Türk Milletinin, insanca
yaşamasını sağlayacak tedbirleri alma
bakımından da engellenmiştir; memleketi idare
edemez, demiryolu yaptıramazdı. Hatta okul
yaptırmakta bile serbest değildi. Bu gibi
durumlarda yabancı devletler hemen işe
karışırlardı” (Nutuk, 2004, s. 475).
66. Yeni kurulan devlette kazanılan milli mücadelenin
bir vatandaşlık zaferine dönüştüğü antlaşma
Lozan Antlaşmasıdır. «Tabiyet» başlığı ile
Osmanlı sınırlarının değişimi üzerine kişilere
kendi iradeleri ile kendi geleceklerini arama,
değişen sınırlara göre istedikleri ülkelerde yaşama
hakkını ya da yeni kurulacak Türkiye Cumhuriyeti
sınırlarına sığınma hakkı verilmiştir.
67. Lozan Antlaşmasında; “Türkiye hükümeti doğum,
milliyet, dil, ırk veya din ayırmaksızın Türkiye
halkının hayat ve hürriyetlerinde tam ve üstün
koruma sağlamayı taahhüt eder” hükmü 38.
maddede yer almıştır (Özbay, 2005, s.504).
68. «Müslüman olmayan Türk vatandaşlarının
kendilerine ait iş yeri, dini ve içtimai kurum, her
türlü okul ve diğer eğitim ve yetiştirme kurumu
kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda
kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dini
törenlerini serbestçe yürütmek hususunda eşit
haklara sahip olacaklardır” (Özbay, 2005, s. 505).
69. Antlaşma diğer ülkelerdeki Türk vatandaşlarını da
kapsamaktadır; “Türkiye’den ayrılan topraklarda
yerleşmiş Türk vatandaşları” yerleştikleri
toprağın vatandaşı olacaklardır (Özbay, 2005, s.
503).
70. Osmanlı Devleti’nin başarısız bir şekilde takip
ettiği kimlik anlayışı resmi olarak 24 Temmuz
1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile
yerini yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin
vatandaşlık ve kimlik politikasına bıraktı. 20
Kasım 1922’de başlayan Lozan Görüşmelerinin bu
kadar uzun sürmesinin nedeni İtilaf Devletleri’nin
antlaşmayı imzalayan Türk tarafının hâlâ Osmanlı
Devleti’ni temsil ettiğini düşünmesiydi (Turan,
Safran, Hayta, Çakmak, Dönmez, Şahin, 2011).
71. 1921 Anayasasına göre Türkiye devletinin bir
cumhuriyet olduğu kabul edilmiştir. Devletin dini
İslam’dır hükmü kabul edilmiş, 1928’de
Anayasadan çıkarılmıştır. Devlet vatandaş ilişkileri
bakımından ele aldığımızda 1924 Anayasası’nda
klasik temel hak ve özgürlükler sıralanmış; ancak
ekonomik ve sosyal haklar anayasada yer
almamıştır. Temel hak ve özgürlükler de
bulunmamaktadır.
72. 1924 anayasasının 88. maddesinde «Türkiye
ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın Türk ıtlak
olunur» ibaresi yer almaktadır.
73. 5 Ocak 1934’te yapılan değişikliklerle kadınlara da
seçme ve seçilme hakkı tanınmış ve seçmen yaşı
18’den 22’ye çıkarılmıştır. 5 Şubat, 1937’deki
değişiklik devletin temel nitelikleriyle ilgilidir.
Türkiye devleti; cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı,
devletçi, laik ve inkılâpçı olarak kabul edilmiştir
(Çiftçi, 2006).
74. 1982 yılında yapılan ve günümüzde de geçerliliğini
koruyan anayasaya göre; Türkiye Devleti bir
Cumhuriyettir (Madde 1). Türkiye Cumhuriyeti,
toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet
anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir
hukuk devletidir (Madde 2).
75. Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir
bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli
kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Millî marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkenti Ankara’dır
(Madde 3). Anayasanın 1. maddesindeki Devletin
şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile
2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3
üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve
değiştirilmesi teklif edilemez (Madde 4)
76. Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce,
felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle
ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir
(Madde 10) (Doğan, 2001).
77. Atatürk’ün millet tanımı: «zengin bir hatırat
mirasına sahip bulunan; beraber yaşamak
hususunda müşterek arzu ve muvafakatta samimi
olan ve sahip olunan mirasın muhafazasına
beraber devam hususunda iradeleri müşterek
olan insanların birleşmesinden vücude gelen
cemiyete millet namı verilir” (İnan, 1930, s. 30).
79. TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER
KİŞİSEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER
• Kişi dokunulmazlığı
• Zorla çalıştırma yasağı
• Kişi Özgürlüğü ve güvenliği
• Özel hayatın gizliliği ve korunması (aile hayatının
gizliliği, konut dokunulmazlığı ve haberleşme özgürlüğü)
• Yerleşme ve seyahat özgürlüğü
• Din ve vicdan özgürlüğü
• Düşünce ve düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü
• Bilim ve sanat özgürlüğü
• Dernek, toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğü
• Mülkiyet hakkı
• Temel hak ve özgürlüklerin korunması
80. SOSYAL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER
• Ailenin korunması
• Eğitim ve öğrenim hakkı
• Kamu yararı
• Çalışma ile ilgili hükümler
• Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması
• Gençliğin, sporcunun ve sanatçının korunması
• Sosyal güvenlik hakları
81. SİYASAL HAKLAR VE ÖZGÜRLÜKLER
• Seçme ve seçilme hakkı
• Siyasi parti kurma hakkı
• Partiye girme ve partiden çıkma hakkı
• Kamu hizmetlerine girme hakkı
• Vatana hizmet etme hakkı
• Dilekçe hakkı
82. Ulus devletin sorgulanmaya başlaması süreci
Türkiye’de farklı kimliklerin de gündeme
gelmesiyle başlayan bir süreçtir. 1999 yılı Helsinki
Zirvesi Türkiye’nin resmen Avrupa Birliği’ne üye
olmasıdır ve bu tarihte vatandaşlık kavramının
demokratikleşmesine yönelik gelişmeler baş
göstermiştir (Kadıoğlu, 2012).
83. KAYNAKÇA
________________ (2004) Nutuk 1919-1927.
Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi
Ahmad, F. (2010). Bir kimlik peşinde Türkiye.
İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Bauberot, J. (2009). Laiklik: akıl ile tutku arasında
(A. Er, Çev.). İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Berkes, N. (2002). Türkiye’de çağdaşlaşma (Ahmet
Kuyaş, Yayına Haz.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Crick, B. (2012). Demokrasi. Ankara: Dost Kitabevi
Yayınları.
84. Heater, D. (2007). Yurttaşlığın kısa tarihi (M.
Delikara Üst, Çev.) İstanbul: İmge Kitabevi.
Doğan, İ. (2001) Modern toplumda vatandaşlık
demokrasi ve insan hakları. Ankara: PegemA
Yayıncılık.
Erdoğdu, A. T. (2008). Osmanlılığın evrimi hakkında
bir deneme: bir grup (üst düzey yönetici) kimliğinden
millet yaratma projesine. Doğu Batı Dergisi II.
Meşrutiyet Özel Sayı, I (45), 19-48.
Ergin, M. (2008). Orhun abideleri. İstanbul: Boğaziçi
Yayınları.
Genç, R. (2002). Karahanlı devlet teşkilatı. Ankara:
Türk Tarih Kurumu.
85. Göze, A. (2005). Siyasal düşünceler ve yönetimler. (10.
Basım). İstanbul: Beta Yayım ve Basım.
Gündüz, M. & Gündüz, F. (2002). Yurttaşlık bilinci.
Ankara: Anı Yayıncılık.
İnan, A. (1930). Vatandaş için medeni bilgiler kitap I.
Milliyet Matbaası: İstanbul.
Kadıoğlu, A. (2012). Vatandaşlık: kavramın farklı
anlamları. Ayşe Kadıoğlu (Ed.), Vatandaşlığın dönüşümü
üyelikten haklara içinde (s. 21-30). İstanbul: Metis.
Karpat, H. K. (2009). Osmanlı’dan günümüze kimlik ve
ideoloji. (3. Baskı). İstanbul: Timaş Yayınları.
Mardin, Ş. (2009). Yeni Osmanlı düşüncesinin doğuşu. (8.
Baskı). İstanbul: İletişim Yayınları.
Ocak, A. Y. (2003). Osmanlı toplumunda zındıklar ve
mülhidler. (Üçüncü Baskı) İstanbul: Tarih Vakfı Yayıncılık.
86. Özbay, T. (2005). Lozan’dan Sevr’e Türkiye. (2.
Baskı). Ankara: Anı Yayıncılık.
Rousseau, J. J. (2006). Toplum sözleşmesi (M. T.
Yalım, Çev.) İstanbul: Kalkedeon Yayınları.
Tanilli, S. (2006). Uygarlık tarihi. (22. Baskı)
İstanbul: Alkım Yayınevi
Turan, R., Safran, M., Hayta N., Çakmak, M. A.,
Dönmez, C., & Şahin, M. (2011). Atatürk İlkeleri ve
inkılâp tarihi. Ankara: Okutman Yayıncılık.
Üstel, F. (1999). Demokrasi ve yurttaşlık. Ankara:
Dost Kitabevi.