e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât - Ömer Faruk Tokat
1. TAHA
ABDURRAHMAN
İLE MÜLÂKÂT
ÖZET
Ömer Faruk Tokat hocanın Taha Abdurrahman
ile gerçekleştirdiği “Taha Abdurrahman ile
Mülâkât” başlıklı mülâkâttır.
Sahn-ı Semân Medya;Ömer Faruk Tokat
Aralık - 2014
2. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
1
Şerî hüküm, insan aklı, kemâl noktasına ulaştığında ancak kavrayabileceği bir
hükümdür. Beşerî hüküm ise gelişimin tamamlamamış insan aklıyla ulaşılan eksik bir
hükümdür. Akıl gelişimini tamamlamadığı için beşerî hükümler şerî hükümlere
mutâbık değildir. Dışardan gelen kavram bizden ayrı bir dünyada üretilmiş olup bize ithal
edilmiştir. Diğer taraftan kendi medeniyetimizin bir kavramı bizim kendi şartlarımızda,
vakıamıza uygun olarak ortaya çıkmış ve şekillenmiş olduğu için onu canlandırırız. Dolayısıyla
bize ait bir kavramın bu güne elverişli olmadığı tespit edilmedikçe biz onu kullanırız.
Elverişliliği sabit olmazsa onu bırakır yerine yeni bir kavram inşa ederiz. Dışardan ithal edilen
kavramları ise her zaman bir kritiğe ve tahlile tabi tutmalıyız.
Anahtar Kelimeler: Rûhu´l-Hadâse, Modernitenin Ruhu, Modernist, Modernizm, el-
erhane, el-aklâne, el-ensene, İslâmi İlimler, Fazlurrahman, Hasan Hanefî, Muhammed
Arkoun, Muhammed Âbid el-Câbirî, Hasan Şâfiî, Câbirî, Tâhâ Abdurrahmân, Kur'an
Nassı, Nass, Hristiyanların, Laikler, Oryantalist, Tevrat, İncil, Kur'an, Sünnet, Ta´lil,
Lafzî mebhaslere, Ulûmü´l-Hadîs, usulüyle-füruuyla, Fıkhü´l-Felsefe, Tarihsel,
Sorbonne, el-Cedîde, Hermenotik, Semantik, Mantık, Cehd, Cihad, İntifâ, Seküler,
Münteda´l-Hikmeti li´l-Mufekkirîn ve´l-Bâhisîn, Seyyid Muhammed Nakîb el-Attâs,
Ömer Faruk Tokat
3. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
2
Taha Abdurrahman, Arapların “Fakîhü´l-Felsefe (Felsefe Fakihi)”, “Mağrib Filozofu”,
“Faslı Düşünür” gibi vasıflarla andığı bir ilim ve düşünce adamı.Fikhü´l-Felsefe,
Tecdîdü´l-Menheci fî Takvîmi´t-Türâs, Fî Usûli´l-Hivâr ve Tecdîdü İlmî´l-Kelâm, el-
Amelü´d-Dînî ve Tecdîdü´l-Akl, el-Lisân ve´l-Mîzân, Sü᾿âlü´l-Ahlâk Taha
Abdurrahman´ın kitaplarından bazıları. Sorbonne Üniversitesinde Dil felsefesi ve
Mantık Felsefesi üzerine iki ayrı doktora çalışması yaptı. Şimdi Fas´ta Üniversite
hocalığı yapmakta.
4. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
3
Şekil 1-Modernistlerin İzlediği Üç Yöntem. [Editör]
Ömer Faruk Tokat: Türkiye´deki İslâmi ilimler araştırmalarının
akademik tarafı üzerinde modernist yöntemin daha etkin olduğundan
söz etmek mümkün. Bu ise bir anlamda bir tür teksesliliğe sebep
olmakta. Adeta Fazlurrahman, Hasan Hanefî, Muhammed Arkoun,
Muhammed Âbid el-Câbirî ve aynı tandanstaki diğer isimlerin dışında
üretken kimseler yokmuş gibi bir hava oluşturulmaktadır. Sözgelimi
Hasan Hanefî âdeta yüceltilirken Hasan Şâfiî´yi kimse tanımamakta,
Câbirî gibi isimlerin kitaplarında Modernistlerin izlediği üç yöntem
vardır: el-erhane, yani nassı tarihî bağlamı içine hapsetmek. el-aklâne:
aklın sınırlarını aşan her şeyin yok sayılması. el-ensene: ilâhî olan her
şeyi beşerî, aklî ve tarihî düzleme indirgemek. Tercüme edilirken Tâhâ
Abdurrahmân gibi isimlerin çalışmalarından kimse sözetmemektedir.
el-Erhane
• Nassı tarihî bağlamı içine hapsetmek
el-Aklâne
• Aklın sınırlarını aşan her şeyin yok sayılması
el-Ensene
• İlâhî olan her şeyi beşerî, aklî ve tarihî
düzleme indirgemek
5. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
4
Soru şu: Öncelikle, siz modernist İslâm okumalarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Taha Abdurrahmân: Doğrusu bazı araştırmacıların yapmış olduğu Kurân
okumaları/yaklaşımları var. Bunların değerini bütünüyle inkar etmiyoruz. Ben bu
okuma biçimlerini “Kurân´ın modernist okuma biçimleri” olarak adlandırılan akıma
katıyorum. “Rûhu´l-Hadâse (Modernitenin Ruhu)” adlı kitabımda bu yaklaşımların
değerlendirme ve eleştirisini yaptım.
Ömer Faruk Tokat: Nassların tarihselliği vb. meselelere de
değindiniz mi?
Taha Abdurrahmân: O kitapta bu insanların sığındığı ve başvurduğu üç
stratejiden/yöntemden sözediyorum ve açıklıyorum. Birinci yöntemi “el-ensene
(beşerileştirme)” diye adlandırmamız mümkün. Yani bu, ilâhî nassı beşerî nassa
indirgeme çabasıdır. Bunu yaparken, ilâhî nassın kutsallık boyutunu yok etmekle
sonuçlanan belirli bir planı uyguluyorlar. Bir de diğerleri var (burada hocanın sözü
kesiliyor)
Ömer Faruk Tokat: Yani bir anlamda nassları dekonsakre etmek
mi?
Taha Abdurrahmân: Evet tam böyle bir şey. Nassı, ilâhî şartlarından kopararak beşerî
bir düzleme indirgemeye çalışıyorlar. Ben bu düzlemin şartlarıyla ilgili analizler ve
tahliller yaptım. Nasslar üzerindeki bu indirgemeci yaklaşımı tahlil ettim.
6. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
5
Bu araştırmacıların takip ettiği ve başvurduğu bir diğer yöntem, “el-erhane
(tarihselleştirme)” yöntemidir. Bunlar Kurân nassının hükmî değerini yok etmeye
çalışıyorlar. Yani hükümlerin uygulamaya dönük tarafını ve teşrîî değerini yok sayan
bir yöntemdir bu. Bizim “el-erhane” diye isimlendirdiğimiz tarihselleştirme yolunu
tutuyorlar. Bu, bütün hükümleri teşrîî düzlemden bu teşrîyi ihlal eden bir düzleme
indirgeme çabasıdır.
Başvurulan bir diğer yöntem ise, “el-aklâne (aklîleştirme)” yöntemidir. Yani Kurân
nassının, kendi tanımladıkları modern akla uymayan ve hissedilmeyen taraflarını
yadsıma meselesi. Gaybiyyâtı Modernister, modern bir okumadan sözederken
gerçekte taklitçi bir okuma biçimini benimsiyorlar. Bu okuma biçiminde modernlik
falan da yok.
“Görmek ve onu hissetmek mümkün değildir” gibi bir gerekçeyle nassın içerdiği gaybî
muhtevayı bütünüyle yok sayma çabası. Böyle yapanların yanlışı, görülmeyen ve
dokunulmayan her şeyi hatta gelecek zamanda bile görülmesi ve dokunulması
imkânsız olarak görmeleridir.
Özetlemek gerekirse bunların izlediği üç yöntem vardır: el-erhane, yani nassı tarihî
bağlamı içine hapsetmek. el-aklâne: aklın sınırlarını aşan her şeyin yok sayılması. el-
ensene: ilâhî olan her şeyi beşerî, aklî ve tarihî düzleme indirgemek.
Ancak bunu keşke kendi keşfettikleri/ürettikleri ve buldukları araçlarla ve
yöntemlerle yapsalar!!! Aksine bunu başkalarından naklettikleri araç ve yöntemlerle
yapıyorlar. Bu araçları Batıdan alarak, üstelik mutlak bir taklit ile alarak Kur´ân
nassına uyguluyorlar Mutlak bir taklit ile Hristiyanların, laiklerin ve oryantalistlerin
Tevrat ve İncil gibi kutsal metinleri inceleme yöntemlerini alıp hristiyânî şekliyle
7. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
6
Kurân´a uyguluyorlar. Üstelik bunu, bu yöntemleri keşfedenlerin belirlediği
bağlamda yapıyorlar.
Ömer Faruk Tokat: Peki modernistlerin bu yöntemleri gerçekten
kavradıklarını söylemek mümkün mü?
Taha Abdurrahmân: Bu da başka bir sorun. Onlar bu taklitlerinde, batının ortaya
koyduğu ilmî yöntemleri ve icrâî araçları özümseyecek kapasitede de değiller. Yani
orijinal yöntemler ortaya koyamadılar. Aksine batılıların yöntemlerini alıp olduğu gibi
İslâm ilim ve kültür mirasına uyguladılar.
Ömer Faruk Tokat: Müslümanlar´ın modernleşmesi gerektiğini
savunanlar, sıklıkla Kur´an ve Sünnet´ten de argümanlar devşirerek
“yeni bir İslam modeli” üretmeyi amaçlıyor. Pakistan´da, Mısır´da,
Türkiye´de ve daha pek çok yerde “modern İslam” adına yapılmış ve
yapılmakta olan çalışmalar var. Bunlar hakkında bir genel
değerlendirme yapar mısınız Burada bir “zaaf” olduğu kesin.
Modernistler bu zaafı “geleneği kutsallaştırmak” ya da “geleneğin
tutsağı olmak” şeklinde ifade ederken, ihtilafın diğer tarafı bunu “Batı
karşısında komplekse düşmek” ya da “Batı´nın değerlerini
kutsallaştırmak” olarak yaftalıyor. Neler söylemek istersiniz?
Taha Abdurrahmân: Kurân´ın yeniden ve modern bir şekilde okunmasını istiyorlar.
Onlarla bir yere kadar aynı kanaatte olabiliriz. İslâmî bir gelişme için Kurân
okumalarında bir yeniliğe ihtiyacımız olduğu hususunda onlara katılabiliriz
8. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
7
ancak yeni bir okuma yapılacaksa bunun orijini bize ait olmalı. Yani kendi
târihimizin tayin ettiği, kendi ilmî ve kültürel mirasımızın yönünü belirlediği
araçlar bulmamız gerekiyor. Ve yeni bir okumayı ancak böyle bir zemin üzerinde
yapabiliriz. Yoksa batılı araçları kopyalayıp Kurân nassı üzerine boca etmekle bu iş
olmaz. Diğer taraftan onlar modern bir okumadan söz ederken gerçekte taklitçi bir
okuma biçimini benimsiyorlar. Bu okuma biçiminde modernlik falan da yok.
Ömer Faruk Tokat: Modernizmin iddia ve söylemlerini
benimsemeyenler 2 grubu oluşturuyor :
1. Geçmişin aynen tekrarlanmasının biricik çözüm olduğunu
söyleyenler.
2. Geçmişten devraldığımız miras içinde hâlâ “işe yarar” unsurlar
bulunduğunu, bunlardan istifade etmek gerektiğini, ancak
geçmişin “olduğu gibi” tekrar edilemeyeceğini söyleyenler.
Sizin bu denklemdeki yeriniz ve görüşünüz nedir?
Taha Abdurrahmân: Geçmiş dönemin şartlarının gerektirdiği şekilde bir mazi
tekerrüründen sözetmek tabii ki aklen ve tarihî olarak mümkün değildir. Bununla
birlikte geçmişten vazgeçmek, onu bütünüyle bir tarafa bırakmak da mümkün
değildir. Zira geçmiş, zaman ve mekânda sürekliliği olan değerleri içermektedir. Söz
gelimi İslam ilim ve kültür mirasındaki değerler böyledir. Orada öyle insanî değerler
vardır ki zamanın geçmesiyle aşılması kesinlikle mümkün değildir. Bununla birlikte bir
takım şerî hükümler vardır ki insanlığa beşer aklının üretmiş olduğu vadî (pozitif)
9. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
8
hükümlerden daha çok hizmet etmiştir. Bu şerî hükümler neden pozitif hükümlerin
üstündedir Zirâ şerî ahkâm, insan aklının en son gelişim noktasında ulaşabileceği bir
zirve noktasında durmaktadır.
Şerî hüküm, insan aklı, kemâl noktasına ulaştığında ancak kavrayabileceği bir
hükümdür. Beşerî hüküm ise gelişimin tamamlamamış insan aklıyla ulaşılan eksik bir
hükümdür. Akıl gelişimini tamamlamadığı için beşerî hükümler şerî hükümlere
mutâbık değildir.
Ömer Faruk Tokat: Günümüzde Usul-i Fıkıh ilmi, kıyas maksatlı
“ta´lil”e ve “lafzî mebhaslere” fazlaca yer verdiği, Usul-i Hadis ilmi ise
hem tek bir mezhebin (Şafiî mezhebi) görüşleri doğrultusunda takarrur
ettiği, hem de rivayetlerin sıhhat değerlendirmesinde ağırlıklı olarak
senedi ön plana aldığı gerekçesiyle eleştiriliyor. Usul-i Fıkh´ın
tümevarımcı bakış açısını temsil eden “makasıd” merkezli bir yapıya,
Usul-i Hadis´in de sıhhat kriterlerini Kur´an´ı merkeze alan bir yaklaşım
üzerine bina edilmesi gerektiği söyleniyor. Hatta bütün ilimlerin
usulüyle-füruuyla, rivayetiyle-dirayetiyle Arap aklının (ya da daha
genel olarak “Ortadoğu aklı”nın) tarihin belli bir dönemindeki
işleyiş biçimiyle teşekkül ettiği söyleniyor. Bu konuda neler
söylersiniz?
Taha Abdurrahmân:“Bize dışardan taşınmış her kavrama doğruluğu sâbit oluncaya
kadar karşı çıkarız. Yani onu eleştirir ve tahlil ederiz. Kendi medeniyetimizin
kavramlarını ise yanlışlığına dair bir delil bulunmadıkça kabul ederiz.”
10. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
9
Usûl ilmiyle ilgili ileri sürülenlerden başlayacak olursak, her ilmin zamanla
geliştirilmeye muhtaç olduğu açıktır. Fakat “usûl ilmi ancak lafzî mebhaslardır,
dolayısıyla bu zaman için elverişli değildir” iddiasını dillendirenlere ben meydan
okuyorum. Kadîm usûlî asrın istidlâlî gücünde, o çapta bir söylem üretebiliyorlar
mı? Kadîm usûlcülerin aklî, istidlâlî ve istişkâlî olarak meseleleri ele aldığı çapta
ve derinlikte bir usûl yazma gücü bunlarda yok. Yani kadim usûlcülerin usûlî
meseleleri çözme ve onlar üzerine deliller serdetme konusundaki yeterlilik bu
gün çağdaş yöntemler geliştirmekten söz eden modernistlerde
bulunmamaktadır. Ayrıca Usûl-i fıkıh lafzî mebhaslardan ibaret olmayıp muhtelif ve
mütaddid şerî kaynaklardır. Şerî hükümleri bu kaynaklarla irtibatlandırmak için bütün
mümkün yöntemleri kullanarak ictihad yapabilirsiniz. Orada istihsan vardır, istishab
vardır, örf, ahlak ve makâsıd vardır. Lafzî mebhas ise nassın mazmûnunu anlamak ve
mevcut istidlâl yöntemlerini bilmek için usûlün başlangıcında bulunan lugavî bir
giriştir. Dili ve lafızları bilmeden hiçbir şey mümkün olmaz.
Lafızları tanıyarak bir ilme giriş yapmak ise bütün ilimler için sözkonusu olan meşru
ve normal bir şeydir. Sözgelimi fizik kavramlarını bilmeden fiziği öğrenmek mümkün
değildir.
Ulûmü´l-Hadîs meselesine gelirsek, hadisi yerenlere şunu demek lazım: nassların
tarihsel kritiği diye adlandırdığınız şeyi batılılar daha hiç bilmiyorken muhaddisler
onu hadis nasslarına tatbik etmişlerdir. Muhaddisler nassın ve rivâyetin tarihi
üzerinde durur ve rivâyeti zabtederlerdi. Rivâyetlerin kendi içinde karşılaştırmasını
yapmışlardır. Bu bir târihsel kritiktir. Onlar bu târihsel kritiği uygulamışlardır. Bu
yüzden ben mustalahu ilmi´l-hadîs´in modern târihsel kritik denen şeyi asırlar
öncesinden aştığını düşünüyorum.
11. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
10
Ömer Faruk Tokat: Bir de, modern kavramları rastgele kullanma
sorunu var.
Taha Abdurrahmân: “Fıkhü´l-Felsefe” adında bir kitap yazdım. Bu kitabın birinci
bölümünde felsefî kavram konusu ele alınmaktadır. Yani kavramlar bilgiye götüren
girizgahlardır ve insanın marifî gidişatını zaptetmeye götüren bir giriş
mesabesindedir. Dolayısıyla bu gün kullandığımız bu kavramları yeniden gözden
geçirmemiz gerekir. Senin de işaret ettiğin üzere biz kavramları aslî şekliyle
kullanıyoruz ama diğer taraftan bunun kendi gerçekliğimizle irtibatları olmayabiliyor.
Yani bizim gerçekliğimiz bu kavramlara mutabık değil. Bu yüzden kavramları yeniden
gözden geçirmek gerekir. Fas´ta çok bilinen bir sözümü sizinle de paylaşayım: “Bize
dışardan taşınmış her kavrama doğruluğu sâbit oluncaya kadar karşı çıkarız. Yani onu
eleştirir ve tahlil ederiz. Kendi medeniyetimizin kavramlarını ise yanlışlığına dair bir
delil bulunmadıkça kabul ederiz.” Çünkü dışardan gelen kavram bizden ayrı bir
dünyada üretilmiş olup bize ithal edilmiştir. Diğer taraftan kendi medeniyetimizin bir
kavramı bizim kendi şartlarımızda, vakıamıza uygun olarak ortaya çıkmış ve
şekillenmiş olduğu için onu canlandırırız. Dolayısıyla bize ait bir kavramın bu güne
elverişli olmadığı tesbit edilmedikçe biz onu kullanırız. Elverişliliği sabit olmazsa onu
bırakır yerine yeni bir kavram inşa ederiz. Dışardan ithal edilen kavramları ise her
zaman bir kritiğe ve tahlile tabi tutmalıyız. Bunu da onu reddetmeye koşullanmış
olarak değil; kendi gerçekliğimize ne kadar uygun olduğunu tespit etmek amacıyla
yapmalıyız. Yoksa burada kritik ve eleştiri derken reddetmeyi ve yadsımayı
kastetmiyoruz. Maksat bize dışardan gelen bir şeyin mahiyetini tespit etmek ve
başkalarından aldıklarımızın aracılığıyla, kavramları tespit etme melekesi
kazanmaktır.
12. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
11
Ömer Faruk Tokat: Bizde akademik ortamlarda sadece bir akımın sesi
çıkıyor ve aynı akımın mensupları meşhur ediliyor. Türkiye ilim
çevrelerinin sizi daha yakından tanıması için biraz kendinizden
bahseder misiniz Taha Abdurrahmân kimdir?
Taha Abdurrahmân: Fas´ta Rabat´ın 200 km. kuzeyinde el-Cedîde şehrinde doğdum.
İlk ve orta eğitimimi Fas´ta, yüksek öğrenimi ise Fransa´da tamamladım. Sorbonne
Üniversitesinde iki doktora çalışması yaptım. Felsefe eğitimini Fransızca aldım. İlk
doktoram dil felsefesi, ikincisi ise mantık felsefesi üzerineydi. Aynı zamanda
mantıkçıyım ve modern mantıkla ilgili çalışmalarım var.
Ömer Faruk Tokat: Öyleyse bazıları tarafından âdeta kutsanan
hermenotik, semantik vb. kavramları çok iyi biliyorsunuz
(gülüşmeler) Modernistler orijinal bir şey ortaya koymadılar
yalnızca batılı bilgi araçlarının nakilcileri oldular.
Taha Abdurrahmân: Bu kavramlara tutunanlar gerçekte bu kavramları abartıyorlar
ve karıştırıyorlar.
Ömer Faruk Tokat: Evet hocam kendinizden bahsediyordunuz.
Taha Abdurrahmân: Mantık eğitimimi tamamladıktan sonra Fas´a geldim ve
üniversitede hocalık yapmaya başladım. Birçok kitabım var. Şimdilerde İslâm ilim ve
kültür mirasını bilmeyenlerin yaydığı genel kabulleri sorgulayan ve bu kabulleri iptal
13. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
12
eden bir çalışmayla meşgulüm. Bunun da ötesinde asıl gayem İslâmî usûl üzerine
kurulu yeni bir felsefe inşa etmek. Kavramları bütünüyle İslâm ilim ve kültür
mirasından ve islâmın asıl kaynakları olan Kurân ve sünnetten alınmış bir felsefe. Bu
felsefenin tabii ki aklî yönü de olacak. İthal Batı felsefelerinin akılcılığından farklı
olmayan bir aklî boyutu olacak. Aynı zamanda dînî asıllara dayalı bir felsefe. Ancak bu
gün felsefe ile meşgul olanlar ya bu asılları gizliyorlar ya da sekülerleştiriyorlar. Yani
dinî bağlamından kopararak muhtelif düzlemlere taşıyorlar. Doğrusu biz kaynağı
kendimiz, tarihimiz ve kendi gerçekliğimiz olan kendi felsefemizi inşa etmek
durumundayız.
Bu bağlamda bazı çalışmalar da yaptım. Mesela intifâda kavramının, Filistin
intifâdasının felsefesini yapmaya çalıştım. Yani onu siyasî bir kavram olmaktan öte
felsefî bir kavram olarak ele aldım. Daha sonra batının bu gün yaşadığı ama felsefesini
yapmadığı kavramları tahlil ettim. Bu gün dünyada tanık olduğumuz vekâha
kavramını inceledim ve bunun felsefesini yaptım. Cehd ve cihad gibi bir takım
kavramların felsefesini yaptım.
Felsefe, batı dünyasındaki felsefelerin üzerine kurulduğu metodik ve aklî zemin
üzerine kuruludur. Allah´a hamdolsun ben bu hususta, başkasının yapmadığı yeni
şeyler yaptım. Batı kültür ve felsefe geleneğini çok iyi biliyorum ama hiçbir zaman
başka yerlerden nakilcilik yapmıyorum. Birkaç dil biliyorum. Batının ürettiklerine
muttali olmak için eski kadîm diller biliyorum. Ancak batılıları taklit ve onların
değerlerini aktarmak vb. yollara tevessül edip de kendimi egemen değerlere
kesinlikle teslim etmeyeceğim. Fakat onlardan yararlanırım, irtibatımı sürdürürüm ve
onları eleştiririm. Doğru olanı ve batı ırkçılığının cüziyyatıyla ilişkisi olmayıp icrâî
14. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
13
boyutu olanları Müslümanlara ve Müslüman olmayanlara fayda veren bir insanlık
mirası olarak alıp kullanırım.
Ömer Faruk Tokat: Biz kitaplarınızı inşallah Lübnan´daki el-
Merkezü´s-Sakâfî el-Arabî´den temin edeceğiz ama siz
kitaplarınızdan biraz bahsedebilir misiniz ?
Taha Abdurrahmân: Farklı kitaplarım var. Ancak şu an burada konuştuklarımızı ele
alan ve bu konuda size faydalı olabilecek olanı “Rûhü´l-Hadâse”dir. Bu kitapta şunu
söylüyorum: Modernite bir takım ilkeler üzerine kuruludur. Ancak bu ruhun
uygulamasında, moderniteden olmayan fakat bu adamların moderniteye nisbet
ettiği kabuller eşlik etmiştir. Dolayısıyla modernitenin ruhunun tatbikinden türeyen
bu kabulleri çıkarmamız gerekiyor. Modernitenin ruhunu üç ilkeyle sınırlandırdım. er-
rüşd diye adlandırdığım ilke, nakd ilkesi ve kapsamlılık ilkesi. Bunun dışında kalan her
şey rasyonalizme ve modernizme nisbet edilen kabullerdir. Hâlbuki bunlar gerçekte
batı toplumuyla ilgili kabuller olup bunların yerine kendi kabullerimizi koymamız
mümkündür. Rüşd, nakd ve kapsamlılık ilkelerini ise kullanırız. Faaliyetlere gelirsek
“Münteda´l-Hikmeti li´l-Mufekkirîn ve´l-Bâhisîn (Düşünür ve Araştırmacalar İçin
Hikmet Kulübü)”nün başkanıyım.
Ömer Faruk Tokat: Hocam Hasan Hanefî´yi nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Taha Abdurrahmân: Hasan Hanefî beni kişisel olarak da tanır. O bilgisi çok ama kafası
karışık bir adamdır.
15. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
14
Ahmed Dimyâtî (Endonezyalı): Hocam bizde, Endonezya´da da Seyyid Muhammed
Nakîb el-Attâs´ın genç kuşak üzerinde bir etkisi var. Bazı gençler kendisinden dersler
alıyorlar.
Taha Abdurrahmân: Attâs, Müslüman bir filozoftur.
14 kitap yazdım. Hepsi teknik ve zor kitaplar. Kolay olduğunu söyleyemeyeceğim ama
Müslümanların bu gün karşı karşıya kaldığı sorunları çözen kitaplar bunlar. Batılı bilgi
araçlarını çok iyi bilen Müslümanlara ihtiyacımız var. Bu araçları çok iyi bilmeliler ki,
İslam ilim ve kültür mirasına boca edilen bu taklitçi uygulamaları kritik edebilsinler.
Eğer insan batılı bilginin araçlarını iyi bilmezse bunu yapamaz. Böyle olunca da
modernistler seküler çalışmalarıyla kalplere nüfuz edebilirler. Onlar nakilci bir yenilik
getiriyorlar. Orijinal bir yenilik değil; nakilci bir yenilik getiriyorlar. Modernistler
orijinal bir şey ortaya koymadılar yalnızca batılı bilgi araçlarının nakilcileri oldular.
Bunların getirdiği bu yenilik Yeni olan her zaman dikkat çeker. Bu yüzden İslam
kültürünü çok iyi bilen ama aynı zamanda modern kültürü de iyi bilen insanlara ihtiyaç
var.
Abdurrahman, T. (2014, Aralık 16). Taha Abdurrahman ile Mülâkât. (Ö. F. Tokat, Röportaj Yapan)
Aralık 19, 2014 tarihinde http://sahniseman.org/taha-abdurrahman-ile-mulakat/ adresinden
alındı