1. Ebubekir Sifil “Hal”Olarak Tasavvuf
RIHLE Ocak-Haziran 2012 5
DOSYA
DOSYA
Mü'minin ruh dünyasını Kur'an ve Sünnet esasında kemale taşıyan sistem olarak özetleyebileceğimiz Tasavvuf,
tarih içinde olduğu gibi günümüzde de toplumun gündemindeki yerini canlı olarak muhafaza etmektedir.
Tasavvufun –tabir yerindeyse– teori ve pratiğiyle ilgili olarak lehte ve aleyhte pek çok şey söylenmiştir,
söylenmeye devam etmektedir. Tasavvuf bağlamında ileri sürülen –insanı pasifize ettiği gibi– kimi görüşler de
günümüzde tarihten devraldığımız tartışmalara eklenmiş bulunmaktadır. Bizzat Tasavvuf büyüklerinin ortaya
koyduğu eserler ve pratikten hareketle Tasavvuf hakkında ileri sürülen bu iddialar İslamî ilimler zemininde ele
alınmak ve tartışılmak durumundadır.
“HAL” OLARAK TASAVVUF
Ebubekir Sifil*
*
Yrd. Doç. Dr., Yalova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Darul-Hikme.
DOSYA
Tasawwuf, which we may summarize as a system to bring the believer’s spiritual world to perfection based the Qur’an
and the Sunnah, preserves its vitality and place in society’s agenda in our day as it has throughout history. Many things
have been said and continue to be said both for and against tasawwuf as – so to speak – concerns its theory and practice.
In our day, some views, such as that claiming Tasawwuf pacifizes people, have been added to the debates that have
continued throughout history. These claims made about tasawwuf are addressed and debated on Islamic grounds based
on the works and practices of Tasawwuf masters themselves.
Tasawwuf as a spiritual condition (Hal) / Ass. Prof. Dr. Ebubekir Sifil
2. Necdet Tosun İbnü’l-Arabî ve İmâm-ı Rabbânî Mukâyesesi
RIHLE Ocak-Haziran 2012 13
DOSYA
DOSYA
Tasavvuf tarihinin önemli sîmâlarından Muhyiddin İbnü’l-Arabî (638/1240) İslam dünyasının en batısında,
Endülüs’te doğmuş, muhtelif bölgelerde seyahatler yapıp birçok eser kaleme aldıktan sonra Şam’da vefat
etmiştir. Kendisinden dört asır sonra İslam dünyasının doğu yakasında, Hindistan’ın Sirhind şehrinde yaşayan
İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî (1034/1624) İbnü’l-Arabî’nin bazı görüşlerini kabul etmemiş ve ona eleştiriler
yöneltmiştir. Ancak bu eleştiriler âlimlerin dışarıdan sadece akılla yönelttikleri itirazlar türünden olmayıp,
kendisi de bir sûfî ve Nakşbendî şeyhi olan İmâm-ı Rabbânî’nin rûhî tecrübelerine dayandığı için ayrı bir önem
arzetmektedir. Bu yazıda İmâm-ı Rabbânî ile İbnü’l-Arabî’nin ayrıştığı konular ele alınacaktır.
İBNÜ’L-ARABÎ
VE
İMÂM-I RABBÂNÎ MUKÂYESESİ
Necdet Tosun*
*
Prof. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İstanbul.
DOSYA
One of the important figures in the history of tasawwuf, Muhyiddin Ibnu’l-Arabi (d. 638/1240) was born in the
westernmost part of the Islamic world at Andalusia, and traveled through various regions, penning multiple works before
his death in Damascus. Living four centuries after him in the east of the Islamic world in India’s city of Sirhind, Imam
Rabbani Ahmad Sirhindi (d. 1034/1624) rejected some of Ibnu’l-Arabi’s views and directed criticism at them. However,
these criticisms were not of the sort scholars externally directed as objections based on reason alone; they present
a distinct importance because they were based on the spiritual experience of Imam Rabbani, who was a sufi and a
Naqshbandi shaykh. This essay addresses the topics on which Imam Rabbani and Ibun’l-Arabi differed.
Comparison of Ibnu’l-Arabî and Imâm Rabbânî / Prof. Dr. Necdet Tosun
3. Halil Baltacı Ali el-Kârî’nin İbnü’l-Arabî’ye Yönelik İtiraz ve Tenkitleri
RIHLE Ocak-Haziran 2012 21
DOSYA
DOSYA
Bu makalede Ali el-Kārî’nin, önemli mutasavvıflardan Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’ye karşı dile getirdiği eleştiriler
ele alınmıştır. Ali el-Kārî’nin eleştirilerinden önce genel olarak İslam âlimlerinin İbnü’l-Arabî’ye bakışı ve
bu bağlamda kaleme aldıkları eserler zikredilmiş, genel olarak eleştiri sebepleri ifade edilmiştir. Yazının son
bölümünde Ali el-Kārî’nin eleştirilerine değinilmiştir.
ALİ EL-KÂRÎ’NİN
İBNÜ’L-ARABÎ’YE YÖNELİK
İTİRAZ VE TENKİTLERİ
Halil Baltacı*
*
Yrd. Doç. Dr., Erzincan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.
DOSYA
This essay treats the criticisms voiced by Ali al-Qari to Muhyiddin Ibnu’l-Arabi, who is among the most important
mutasawwifs. Before Ali al-Qari’s criticisms, the general views of Islamic scholars on Ibnu’l-Arabi and the works they have
penned in this regard are recalled, and the general reasons for his criticism are addressed. The final segment of this piece
treats Ali al-Qari’s criticisms.
Ali al-Qārî’s Objections and Critiques of Ibnu’l-Arabi / Ass. Prof. Dr. Halil Baltacı
4. Muhittin Uysal Dünden Bugüne Hadis - Tasavvuf İlişkisi
RIHLE Ocak-Haziran 2012 47
DOSYA
DOSYA
Erken dönemlerden itibaren sûfî ve zâhidlerin hadis rivayeti karşısındaki farklı tutumları, “rivayet-riâyet”
tartışmalarını beraberinde getirmiş, buna özellikle “Hz. Peygamber’in lehine hadis uydurma” işine adı karışan bir
kısım sûfîlerin varlığı da eklenince, bu ortam, sûfîlerle hadisçilerin farklı cephelerin insanları gibi algılanmasına
yol açmıştır. Bu durum, tarihin önümüze koyduğu bir algı ve izlenim midir, yoksa tarihî bir gerçek midir? Sûfî
ve zâhidler hadise gerçekten soğuk mu bakmışlardır? Hadis uydurma işine karışmışlar mıdır? Daha önemlisi,
Tasavvuf geleneğine tâbi düşünür ve ilim ehlinin, hadisçiler tarafından geliştirilen hadis usulü kurallarından farklı
olarak, kendilerine özgü bir “hadis usûlü ve anlayışı” var mıdır? Önemli tasavvuf kaynaklarının hadis yapısı ne
durumdadır? İşte bu makale, bu tür soru ve arayışlara tarihi gerçeklere uygun, doğru, objektif ve samimi cevaplar
bulma amacıyla kaleme alınmıştır.
DÜNDEN BUGÜNE
HADİS - TASAVVUF İLİŞKİSİ
Muhittin Uysal*
*
Doç. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.
DOSYA
Since the early periods, different attitudes with regard to narration of hadith by Sufis and Zahids have brought along
with them debates over“narration-esteem”, and when the existence of a segment of Sufis involved in the“fabrication of
ahadith in favor of the Prophet”was added to this, this paved the way for the perception that Sufis and scholars of hadith
were people belonging to different camps. Is this situation a perception and impression presented to us by history, or is
it a historical truth? Did Sufis and Zahids truly look coldly upon the hadith? Were they involved in fabricating hadiths?
More importantly, do the thinkers and scholars belonging to the Tasawwuf tradition have their own unique“hadith
methodology and understanding”that differs from the hadith usul developed by scholars of hadith? What is the state of
the hadith structure of important works of tasawwuf? This essay was penned with the aim of finding answers to these
kinds of questions that are in fitting with historical truths, correct, objective and sincere.
The Hadith-Tasawwuf Relationship Then and Now / Lec. Dr. Muhittin Uysal
5. Zekeriya Güler “Levle's-senetân leheleke'n-Nu'mân”Sözünün İmam Ebû Hanîfe’ye Nisbeti ve Mahiyeti
RIHLE Ocak-Haziran 2012 57
DOSYA
DOSYA
Daha ziyade Şîa ve tasavvuf erbâbı tarafından İmam Ebû Hanîfe’ye atfedilen “Şayet o iki yıl olmasaydı, Nu’mân
helâk olurdu” ( ) sözüyle, onun son iki yıl içinde İmam Ca’fer Sâdık’tan aldığı ilimle birlikte
tasavvuf tecrübesine vurgu yapılır. Ne var ki bu sözün, Muhammed Zâhid el-Kevserî’nin de işaret ettiği gibi İmam
Ebû Hanîfe’ye nisbet edilmesi isabetli değildir. Rivâyet tekniği ve dirâyet bakımından ilmî ve tarihî bir değeri
olmayan bu sözün, Ebû Hanîfe’nin İslâm âlemindeki itibarını kullanarak Ca’fer es-Sâdık’ı daha da yüceltmek
isteyen Şîa tarafından dile getirildiği ve özellikle ilimle meşgul olanları tasavvuf yoluna teşvik bâbında bazı sûfî
muhitler tarafından tekrar edildiği görülmektedir.
“ŞAYETOİKİYILOLMASAYDINUMAN
HELAKOLURDU”SÖZÜNÜNİMAM
EBÛHANÎFE’YENİSBETİVEMAHİYETİ
Zekeriya Güler*
*
Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi.
DOSYA
The phrase “If not for those two years, Nu’man would have perished( )”, attributed primarily by
Shia and Sufi authorities to Imam Abu Hanifa, emphasizes the knowledge he gained from Imam Ja’far as-Sadiq and
the experience of tasawwuf in those last two years. Yet as indicated by Muhammad Zahid al-Kawthari, the attribution
of this saying to Imam Abu Hanifa is not felicitous. It can be seen that this phrase, which lacks scholarly and historical
value in terms of narration technique and wisdom, was used by Shias intending to benefit from Abu Hanifa’s prestige in
the Islamic world to further exalt Ja’far as-Sadiq, and repeated by some Sufi followers as an incentive in order to draw
students of knowledge to the path of tasawwuf.
The Nature of the Phrase“If Not for Those Two Years, Nu’man Would Have Perished”/ Prof. Dr. Zekeriya Güler
6. Talha Hakan Alp İstiğâse Meselesine Dair Bir Mülahaza
RIHLE Ocak-Haziran 2012 63
DOSYA
DOSYA
İstiğase ve tevessül meselesi Selefilik akımının ortaya çıkmasından itibaren hararetli tartışmalara konu olmuş
bir meseledir. Özellikle Muhammed b. Abdulvehhab en-Necdî (1206/1792) öncülüğünde başlayan Vehhabîlik
hareketiyle bu tartışmalar tekrar alevlenerek ümmetin gündemine oturdu. İbn-i Teymiye’nin (728/1328) bu
konuya dair itirazlarına, ilk olarak muasırı Takıyyüddin es-Sübkî (v: 756/1355) gibi fakih-muhaddis kimlikli
âlimler cevap verdiler. Daha sonraki dönemlerde özellikle sufi çevrelerden birçok âlim tevessül-istiğase ve diğer
tartışmalı uygulamaları ispat sadedinde kitaplar kaleme aldılar. O gün bugündür, tevessül ve istiğase konusunda
selefi çevre ile özellikle sufi çevre arasında hararetli tartışmalar sürmektedir.
İSTİĞÂSE MESELESİNE DAİR
BİR MÜLAHAZA
Talha Hakan Alp*
DOSYA
Matter of Istighatha and tawassul is a heated contentious matter from Salafism came out. These conflicts exacerbated
and came to the fore of ummah especially with the Wahhabism commotions started under leadership of Muhammad
b. Abdulwahhab en-Najdee (1206/1792). Firstly hadith scholar-faqih identity scholars like Taqiyyuddin es-Subkî (d.
756/1355) responded objections of Ibn Taiymiye (728/1328) on this matter. In the later periods, many scholars especially
from sufi world has written out books in order to proof tawassul- Istighatha and other controversial practices. Ever since
that day, heated debates continues between salafi world and especially sufi world on tawassul and Istighatha.
A Consideration about the Matter of“Istighatha”/ Talha Hakan Alp
*
Darul-Hikme.
8. RIHLE Ocak-Haziran 2012 87
DOSYA
Kimi zaman "Sahabe ve Selef'te var mıydı?" diye sorduk, kimi zaman sözü edildiğinde aklımıza hemen uydurma
rivayetler geldi. Güzel çağrışımlar yaptığı da oldu zihnimize, son derece olumsuz yargılarla anıldığına da şahit
olduk. Belki fikrî hayatımızın sarkaç gibi hep "uç"lar arasında git-geller yaşaması sebebiyle, belki gözümüze
bat-ırıl-an örneklerin hep "uç"lardan oluşması dolayısıyla ye kökten reddetmeyi veya onun adına bize kadar
intikal etmiş ne varsa olduğu gibi kabul edip benimsemeyi tercih ettik. Öyle veya böyle Tasavvuf İslam'ın derunî
boyutu olarak hayatımızda hep var oldu.
Zihnimizi uçlar arasında savrulmaktan koruması için işi ehline havale ve sözü kavanozu dışarıdan yalamakla
yetinmeyenlere tevdi edelim istedik:
1. Tasavvuf deyince aklımıza ne gelmeli? Tasavvuf'suz bir İslamî hayat mümkün müdür? "Evet"se nasıl, "hayır"sa
neden?
2. Sahabe ve Selef döneminde Tasavvuf'un izini sürmeye çalışanları neler bekler?
3. Tasavvuf deyince bir kısım çevrelerde hemen akla gelen "rabıta", "uydurma rivayetler", "zühd adı altında
tembellik" gibi çağrışımlar hakkında ne söylemek istersiniz?
4. Tasavvuf'un muhtevası ve Tasavvuf ehlinin ahvali noktasında geçmişle günümüz arasında bir karşılaştırma
yapmanızı istesek?
Attimesweaskedif“it”existedamongtheSahabaandtheSalaf,othertimeswethoughtoffabricatednarrativesat
the first mention of it. In our minds it had pleasing associations, nevertheless we witnessed negatory judgments.
We either totally refused it or accepted everything that has been brought to us without question because of the
oscillating nature of our intellect between “extreme points”, or because of the examples that were put forth were
all “extreme” in essence. Either way, tasawwuf has been a part of our life as the spiritual dimension of Islam.
To prevent our intellect swaying between extreme points we decided to entrust these pages to the experts:
1. What should we think when tasawwuf is mentioned? Is it possible to live an Islamic life without tasawwuf? If
“yes”, how and if “no”, why?
2. What awaits those who are interested in tracking the traces of tasawwuf during the times of Sahaba and the
Salaf?
3. What would you like to say about associations such as rabita, fabricated narrations and idleness under the
pretence of zuhd which come to mind at the mention of tasawwuf?
4. Could you make a comparison between the present and the previous generations, about the components of
tasawwuf and the conduct of those who adhere to it?
Inquiry
SORUŞTURMA
Inquıry -
9. 88 Ocak-Haziran 2012 RIHLE
TEKZİB
Derginizin 12.sayısında Mülakat Kadir Mısıroğlu başlıklı yazının bir kısım bölümlerinde müvekkilim Kültür Eski
Bakanı Sayın İsmail Kahraman’la ve zikredilen tarihlerle ve vakıalarla alakalı olarak yanlış bir takım tespitlerin beyan
edilmesi üzerine; kamuoyunu aydınlatmak ve tarihe gerçekleri kaydettirmek amacıyla tekziben bu konuyla ilgili
beyanları aşağıdadır. Derginizde yayınlanmasını bilvekale rica ederim. Av. Ümit Çoban
Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın Kadir Mısıroğlu’nu Milli Selamet Partisi İstanbul Teşkilatının İl Yönetimi
seçiminde özel bir görevlendirmesi olmamıştır.Kaldı ki böyle bir davranış teşkilat geleneğine uygun değildir. Kadir
Mısıroğlu’nun parti içinde resmi herhangi bir görevi de o tarih itibariyle olmamıştır.Bu sebeple İstanbul teşkilatını
kurmak üzere bir yetkisinden de bahsedilemez.
Benimle bir görüşmesi olmamıştır.Kaldı ki ö dönem itibariyle parti içindeki yetkimiz ortadadır.Kadir Mısıroğlu’nun
bana görev tevdii edebilecek bir yetkisi yoktur.Kadir Mısıroğlu’nun da herhangi bir yetkisi yoktur.MNP’nin ve
MSP’nin kurucuları arasında olmak şerefi nasip oldu.Elhamdülillah 50 Kurucu üyeden biri olarak tüm teşkilatlanma
konularının içinde olduk .
5 haziran 1977 seçimlerinde rize’den milletvekili adayı oldum.Gücü az diye düşünen bir insan niçin milletvekili adayı
olsun.Gerek MNP gerekse MSP’nin İstanbul teşkilatlanmasında bilfiil içinde yer adık.
Bu düşüncelerin Kadir Mısıroğlu Bey’in iyiniyetinin gayret-i diniyesinin uzantısı olarak kendince yaptığı
değerlendirmesin bir neticesi olduğunu düşünüyorum.Ne var ki yaptığı yorum gerçekle bağdaşmamaktadır.
Rahmet-i Rahman’a kavuşan müminlerin arkasından konuşmak kültürümüzde yoktur.Rahmetli Mehmet Okul Bey
hakkındaki beyanlara iştirak edemem.Mehmet Okul samimi,çalışkan,kendisini davasına adamış mümin bir insandı.
Kendisini şükran ve minnetle yad ederiz.
Temel prensip olarak kişilerle uğraşılmaması ,müspet fikirlerin müdafaası,nefsaniyete kapılıp kendinde büyüklük
fehmedilmemesi gerekir. Kibir veya narsist bir düşünce içinde olunmasını uygun görmüyor ve Kadir Bey’in de
bunu bildiğine inanıyorum. Kişinin görevi elden geldiğince davasına hizmet etmek, ayıpları örtmektir.İyiliklerin
önünü açmak iyiliği yüceltmektir.1960 darbesi sonrası İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde tanıdığımız Kadir
Mısıroğlu, davamız için büyük hizmetler yapmıştır.Kendisini bu davamıza adadığına inanıyor öyle de görüyorum.
Hayırlı çalışmalarında muvaffakiyetler diler kamuoyuna saygıyla sunarım.
İsmail Kahraman.
Not: Yazı içinde tashih yapılmayıp olduğu gibi yayınlanmıştır. (Rıhle Dergisi)