3. GELİŞİM
•Öğrenme, yaşantı ve olgunlaşma
sonucunda bireyde görülen düzenli ve
sürekli değişiklikler olarak tanımlanabilir.
Bu üç etkenin etkileşimi sonucunda gelişim
gerçekleşir.
•Gelişim, öğrenmeyi de içeren daha
kapsamlı bir kavramdır.
5. GELİŞİM İLE İLGİLİ TEMEL
KAVRAMLAR
•
•
•
•
OLGUNLAŞMA
HAZIRBULUNUŞLULUK
KALITIM ve ÇEVRE
DÖNEM
6. OLGUNLAŞMA
Genetik yapı ve çevre etkileşimi sonucu
bireylerde görülen biyolojik değişikliklere
olgunlaşma denilir.
Olgunlaşma fizyolojik olarak bir davranışı, bir
işi yapabilecek hale geldiğinde olgunlaşma
gerçekleşmiştir.
Bir çocuk konuşma olgunluğuna ulaşmadan, ne
kadar alıştırma yaptırılırsa yaptırılsın
gereği gibi konuşamaz.
7. HAZIRBULUNUŞLULUK
Olgunlaşma ve öğrenme sonucu kişinin belli
davranışları yapabilecek düzeye gelmesidir.
Dört işlemi öğrenecek olan bir çocuğun hem
dört işlemi kavrayabilecek bir olgunluğa
ulaşması, hem de bunun için gerekli olan
sayma, toplama, çıkarma vs. ile ilgili bilgi ve
becerilere sahip olması gerekir.
8. KALITIM ve ÇEVRE
Bir çocuğun genel fiziksel özelliklerinin
belirlenmesinde kalıtımın;
Dil gelişimi, kişilik özellikleri, yetişme tarzı
gibi konularda çevrenin etkisi daha
fazladır.
İnsan gelişiminde kalıtım ve çevre birlikte rol
oynar.
10. DÖNEM
Gelişimde; belli davranışların kazanılması
gereken dönemler vardır.
İlgili davranışın, ilgili dönemde kazanılmaması
durumunda: daha sonraki dönemlerde
telafisi çok zor sorunlarla karşılaşılabilir.
Bu dönemlere kritik dönem adı verilir.
11. KRİTİK DÖNEM
1800’lü yıllarda Fransa’nın güneyindeki ormanlık
bölgede bulunan 10-11 yaşlarındaki Victor
bulunduğunda hiçbir dili bilmez ve konuşmaz
haldeydi. Yürümüyor, Dört ayak üzerinde
hareket ediyordu. Bir şeye uzun süre dikkat
edemiyordu. İnsanlardan korkuyor ve sosyal
ilişkilerden kaçınıyordu. Beş yıllık bir eğitimden
sonra birkaç kelime ve isimden başka bir şey
söyleyemedi, kelimeleri biraz anladıysa da dil
edindiğini söylemek zordu. Kendi başına yaşayıp,
sosyal ilişki kurmayı da öğrenemedi.
12. KRİTİK DÖNEM
Araştırmacılar Victor’un durumunu iki önemli
gelişim kuralı için örnek göstermektedirler.
İlki kritik dönemdir; Gelişimde
zamanlamanın önemini vurgulamak, İkincisi
ise; gelişimin yığışımlı bir özellik
göstermesidir. Gelişimde her özellik daha
önceki özelliklerin üzerine eklenir.
14. Gelişimin Yönü
Gelişim baştan ayağa, içten dışa doğrudur.
Yeni doğan bir bebeğin başı vücuduna oranla
oldukça büyüktür. İlk önce başın büyümesi,
vücudun diğer organlarının gelişimini
kontrol edecek olan beyinin gelişim ile
ilgidir. Buna bağlı olarak, bebek önce başını,
sonra omuzlarını, kollarını ve ayaklarını
kontrol etmeyi öğrenir.
15. Gelişim Devamlıdır
Gelişim durmaksızın ilerleyen ve belirli dönemlerde
bazen hızlı bazen de yavaş ilerleyen bir süreçtir.
0-2 yaşlarında ve ergenlik döneminde çok hızlı bir
fiziksel gelişim varken, diğer dönemlerde aynı
hızda fiziksel gelişim görünmez.
Gelişim doğumdan ölüme kadar öğrenme, yaşantı ve
olgunlaşma sonucu devam eder.
16. Gelişim Alanları Birbiriyle
İlişkilidir
Gelişim; fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal
alanlarda bir bütün olarak ilerler.
Çocuğun bir alandaki gelişimi diğer alanlardaki
gelişimiyle ilgilidir.
Rahat hareket edebilen bir çocuk insanlarla daha sık
etkileşime girer, böylece sosyal gelişimi hızlanır.
Sosyal etkileşimlere girdiğinde ise zihinsel gelişimi
hızlanır. Sonuç olarak; bir alandaki gelişim diğer
alanlardaki gelişimle etkileşerek çocuğun genel
gelişimine katkıda bulunur.
17. Gelişimin İlk Yılları Önemlidir
Hiçbir canlı doğumdan sonra insan yavrusu kadar
uzun bir süre bakım gerektirmez. Bu durum, insan
yavrusunun ilk yıllarındaki bakım ve eğitimini son
derece önemli kılar. İlk yıllarda hızlı bir gelişimin
olması da bu önemi pekiştirir.
Bu kritik dönemde çocukların eğitim ve öğretim
hayatına azami derecede önem verilmeli, çocuklara
mümkün olduğunca zengin uyaranlar sunulmalıdır.
19. Zeka
Zeka bakımından bireyler oldukça farklı
özellikler sergilerler. Bilhassa ilköğretim
döneminde aynı sınıf içinde çok farklı zeka
düzeylerinden çocuğun bulunması söz
konusu olabilir.
Bu sebeple öğretim faaliyetleri
düzenlenirken, öğrenciler arasındaki
farklılıkların muhakkak gözönünde
bulundurulması gerekir.
20. Sosyoekonomik Düzey
Ailenin mesleği, gelir düzeyi ve eğitim düzeyi
sosyoekonomik düzeyi belirleyen etkenlerdir.
Bir çok çocuk temel ihtiyaçları karşılanmamış olarak
okula gelmektedir.
Ülkemizde 100 kişilik sınıflarda okuyan,
kilometrelerce yol yürüyerek okuluna ulaşan
binlerce çocuk bulunmaktadır. Bütün bu etkenler
öğrencinin öğrenme düzeyini doğrudan
etkilemektedir.
Bu nedenle, sınıflarımızdaki öğrencilerin
sosyoekonomik düzeylerinin başarılarını etkileyen
bir değişken olduğu unutulmamalıdır.
21. Dil ve Kültür
Ülkemizin bir çok yöresinde Türkçe düzgün
konuşulmamaktadır. Ama tüm çocukların dil
gelişimi aynı düzeydeymiş gibi tek bir
program, tek bir ders kitabı uygulaması
yapılmaktadır.
Düşüncenin gelişimi büyük ölçüde dile bağlıdır.
Dilin iyi kazanılmaması düşünce gelişimini de
sekteye uğratmaktadır.
22. Cinsiyet
Öğrencilerin öğrenmesini doğrudan veya dolaylı
olarak etkileyen bir başka etken, cinsiyettir.
Aile ve öğretmenlerin çocuklardan beklentileri
cinsiyete göre farklılaşmaktadır.
İddialı ders ve branşlara daha çok erkek çocuklar
yönelmektedir.
23. Fiziksel ve Motor Gelişim
Doğum Öncesi
Dişi ve erkek hücrenin birleşmesiyle yani döllenmeyle
birlikte zigot oluşur.
Döllenmeden itibaren geçen 15 günlük süreye dölüt
devri denir.
İlk haftanın sonundan 8.haftanın sonuna kadar süren
döneme embriyon denir.
9.Haftadan doğuma kadar olan döneme fetüs devri
denilmektedir.
24. Yeni doğmuş bebek
Yaklaşık olarak 280 gün anne karnında
büyüyüp gelişen bebek mükemmel bir
donanımla doğar.
Yeni doğmuş bir bebeğin başı vücudun ¼
kadardır.Boyu ortalama 48-53 cm, kilosu
ise 3- 3,5 kg. arasındadır.
25. 3-6 Yaş arası fiziksel
gelişim
1-2 yaş arasında boy uzaması ortalama olarak
yılda 12 cm, 2-3 yaş arasında ise 8 cm
civarındadır.
3-6 yaş döneminde yıllık ortalama boy uzaması
6-8 cm arasındadır.
4 yaşına gelen bir çocuk doğumdaki boyunun
yaklaşık olarak iki misline ulaşmıştır. 4
yaşından ergenlik dönemine kadar boy
uzamasında bir yavaşlama görülür.
26. 6-12 Yaş arası fiziksel
gelişim
Bu dönemde yıllık boy artışı 5.5 cm dır. 10
yaşındaki bir çocuğun boyu yaklaşık olarak
140 cm dır. 11-12 yaşlarındaki çocuğun boyu
ortalama 145 cm civarındadır.
7 yaşındaki bir çocuğun ortalama ağırlığı 24
kg civarındadır.
27. 12-18 Yaş arası fiziksel gelişim
Ergenlik, cinsiyet yeteneklerinin kazanıldığı
dönemdir. Ortalama olarak kızlarda 12-13,
erkeklerde 13-14 yaşlarında ortaya
çıkmakta ve yarısı çocukluk, yarısı da
ergenlik olmak üzere 2-4 yıl sürmektedir.
28. Ergenlikte ortaya çıkan büyüme
değişimlerinin yaşlara göre
dağılımı
yaş
kızlar
10-12
İç organların gelişiminde kritik
dönem
11-12
Göğüslerin ve kalça kemiğinin
büyümesinin başlaması
12-13
Kasıklarda kıllanmaların başlaması
yaş
13-14
Koltukaltı kıllarının gelişimi ve ay
halinin görülmesi
12-13
Dişi, biçim ve fiziğinin tamamlanması.
İç organların gelişiminde kritik
dönem
Kasıklarda kıllanmaların başlaması
13-14
Kas gelişiminin yoğunlaşması ve
koltukaltı kıllarının gelişimi
14-15
Cinsel organların büyümesi
14-16
15-18
erkekler
16-18
19-21
Yüzde kıllanmaların başlaması
Erkek, biçim ve fiziğinin
tamamlanması.
29. Psikososyal Gelişim
Sosyal gelişimin başlangıcı bebekliğin ilk günlerine
kadar gitmektedir. Bir bebeğin annesine olan
bağımlılığı onun sosyal ilişkilerinin başlangıcıdır.
Çocuğun yardımseverlik, işbirliği ve saldırganlık gibi
davranışların hangisini benimseyeceği, büyük
ölçüde içinde yaşadığı çevrede karşılaştığı
modellere bağlıdır.
Öğretmenler, sosyalleşme süreci içinde örnek alınan
modellerin başında gelir.
30. Erikson insan gelişimini 8 döneme
ayırmıştır
•
•
•
•
•
•
•
•
Temel güvene karşı güvensizlik (0-18 ay)
Özerkliğe karşı şüphe ve utanç (18 ay 3 yaş)
Girişkenliğe karşı suskunluk (3-6 yaş)
Çalışkanlığa karşı aşağılık duygusu (6-12 yaş)
Kimlik kazanmaya karşı rol karışıklığı(12-18 yaş)
Yatkınlığa karşı yalnızlık
Üretkenliğe karşı durgunluk
Benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk
31. Temel güvene karşı
güvensizlik (0-18 ay)
Erıkson’a göre bebekler hayatlarının ilk
birkaç ayında etraflarındaki dünyaya
güvenip güvenmeyecekleri konusunda bir
izlenim edinmektedirler.
Erıkson’a göre bebekler anne ya da
bakıcılarının davranışlarında güvenilebilirlik
sezdikleri zaman onlara karşı temel bir
güven duygusu geliştirirler.
32. Özerkliğe karşı şüphe ve
utanç (18 ay 3 yaş)
Bu dönemdeki çocuklar için, kendine güven duygusu
ve kendi işini yapma önem kazanır.
Bir çok işi kendi başlarına yapmaya çalışarak özerk
olma isteklerini belirtirler.
Teşebbüs ettikleri işleri yaparak kendilerine olan
güvenlerini arttırmaya çalışırlar.
33. Girişkenliğe karşı suskunluk
(3-6 yaş)
Bu dönemdeki çocuk, kendisinin ve aile üyelerini daha
açık bir şekilde kavramaya başlar.
İhtiyaçlarını karşılarken daha aktif ve saldırgandır.
Fiziksel becerileri geliştiği için sosyal ilişkilere daha
fazla katılırlar.
Merak ve araştırma duygularını tatmin etmek için
çeşitli faaliyetlerde bulunurlar.
34. Çalışkanlığa karşı aşağılık duygusu (6-12
yaş)
Bu dönemde çocuk bir şeyler üretmek ve başarılı
olmak için çalışır, elde ettiği başarılar neticesinde
takdir ve kabul edilmeyi bekler. Eğer, çevresinden
destek görürse öz-saygısı artar, daha fazla
çalışmaya ve başarılı olmaya yönelir.
Aksi halde, yaptıklarının değersiz olduğuna inanır ve
aşağılık duygusuna kapılır.
Yetersizlik ve aşağılık duygusu bu dönemdeki en
büyük problemdir.
35. Kimlik kazanmaya karşı rol
karışıklığı(12-18 yaş)
Bu dönemdeki genç “ben kimim” sorusuna
cevap aramaktadır.
Bu dönemdeki genç, daha önceki dönemlerde
kazandığı geçici kimlikler yerine, daimi bir
kimlik kazanma uğraşı içindedir. Kimlik
kazanma hayat boyu devam eden bir
süreçtir.
36. Yakınlığa karşı yalnızlık
Genç, artık çevresindeki insanlarla yakın ilişkiler
kurmaya ve sorumluluk almaya hazırdır.
Bu dönemde karşılaşılan meselelerden biri “eş
seçimi” dır.
Bir başka konu “meslek seçimi” dır.
Arkadaşlık kurma, evlilik ve meslek seçimi gibi
konularda başarısız olan bireyler, yakın ilişkiler
kuramadıkları için yalnızlığa düşer ve kendilerini
mutsuz hissederler.
37. Üretkenliğe karşı durgunluk
Bu dönem orta yaşları kapsar, burada sözü
edilen üretkenlik kavramı, yaratıcılık,
neslini devam ettirme, nesne ve fikir
üretimi anlamında kullanılır. Ailelerin çocuk
sahibi olmaları, çocuklarını büyütmeleri,
onları yönlendirmeleri ve onlar için
fedakarlıkta bulunmaları bu dönemin
özellikleri arasındadır.
38. Benlik bütünlüğüne karşı
umutsuzluk
Bu dönem yaşlılık dönemini kapsar. Hayatın bu son
döneminde, birey önceki dönemlerde yaptıklarının
muhasebesini yapar ve bir senteze ulaşmaya
çalışır. Bu amaçla, anlamlı ve değerli bir hayat
geçirip geçirmedikleri konusunda öz eleştiri
yaparlar.
Bir önceki dönemde üretken olabilmiş insanlar, bu
dönemi rahat geçirirler.
Buna karşılık, üretken olamamış, kimliğini bulamamış
kişiler hayatlarını boşa geçirdiklerini düşünerek
umutsuzluğa düşerler.
39. ZİHİNSEL GELİŞİM
Zihinsel yaklaşımda, zihinsel yapı sindirim
sistemine, bilgilerde besin maddelerine
benzetilir. Her besin maddesinin yenildikten
sonra hazmedilip vücutta kullanılmasına
benzer olarak, dış dünyadaki nesne ve
olaylar da algılanır, değerlendirilir ve
kullanılacak hale getirilir.
42. Kavram Gelişimi ve
Vygotsky
Vygotsky, çocuğun zihinsel gelişiminin başkalarına da bağlı olduğunu
iddia etmiştir. Başkaları çocuğun zihinsel gelişiminde yol
gösterebilir, bir takım bilgiler vererek bunları öğretebilir.
Vygotsky, kavramları kendiliğinden edilinen kavramlar ve öğretilen
kavramlar şeklinde ikiye ayırmıştır. Kendiliğinden edilinen
kavramlar gündelik hayatta kullanılan kavramlardır, kardeş kavramı
böyledir. Bu tür kavramlar tümdengelim yoluyla edinilir. Yani çocuk
başlangıçta herkesin kardeş olduğunu düşünür, sonra kardeş
olmayanları çıkara çıkara kardeşlere ulaşır. Öğretilen kavramlar ise
gündelik hayatta değil okulda karşılaştığımız kavramlardır.
Vygotsky sömürü kavramını örnek verir. Sınıfta A ülkesinin B
ülkesini sömürdüğünü öğrenen çocuk, önceleri sömürüyü sadece
“A’nın B’ye yaptığı” olarak algılar. Sonra başkalarının da başkalarını
sömürdüğünü öğrene öğrene genellemeye ulaşır, Yani öğretilen
kavramlar tümevarım yoluyla edinilmektedir.
43. Dil Gelişimi ve Chomsky
Chomsky, dilin çocuğun doğuştan getirdiği bir nitelik
olduğunu, hatta çocuğun doğuştan tüm dilleri
bilerek doğduğunu, ama anne ve babasının ona
diğer dilleri unutturup ana dilini muhafaza
etmesini sağladıklarını düşünür. Herkes doğuştan
tüm dilleri edinme yetisi ile doğar. Yoksa, dünya
üzerindeki dillerin çeşitliliğinin ve herkes
tarafından kullanılabilir olmasının açıklaması
zordur. Yani bir çocuk Türkiye’de doğduğu için
Türkçe, Hindistan’da doğduğu için Sanskrit dilini
konuşuyorsa bu herkesin doğuştan getirebileceği
bir yeti ile mümkün olabilir.
44. Piaget’in Bilişsel Gelişim Kuramındaki
Temel Kavramlar
Dengelenme bireyin yeni karşılaştığı bir durumla,
daha önceden sahip olduğu yaşantılar arasında
denge kurmak için yaptığı zihinsel işlemlerdir.
Şema Örgütlenmiş davranış kalıplarına denir.
Adaptasyon bireyin çevresiyle etkileşerek
karşılaştığı değişikliklere uyma gayretinde olduğu
süreçtir.
Uyumsama önceden var olan şemaları değiştirip yeni
şemalar oluşturmaktır.
45. Zeka
Piaget’ye göre zeka, çevreye uyum yapabilme
yeteneğidir. Burada uyum yapabilmeyi başa
çıkabilme olarak da ele almak mümkündür. Çünkü
insan çevresine uyum yaparken, aynı zamanda
onunla başa çıkmaktadır. Zekayı çevreye uyum
yapabilme olarak tanımlamak önemli bir başarıdır.
Çünkü en azından üzerine basılabilecek bir temel
bulunmuş olmaktadır. Kişi, içinde bulunduğu
çevreye ne kadar çok ve ne kadar hızlı uyum
yapabiliyorsa o kadar zekidir denebilir.
46. AHLAKİ GELİŞİM
Kişilik gelişiminin en önemli öğelerinden biri
olup çocuğun toplumsallaşma süreci içinde,
neyin iyi, neyin kötü olduğu konusunda bir
bilinç geliştirmesiyle ilgilidir.
Ahlaki gelişimle birlikte kişinin toplumun
kuralları ve gelenekleri çerçevesinde
kendisini denetleyebilmesi beklenir.
47. Kohlberg ahlak gelişimini
üç düzeye ayırmıştır
• Gelenek öncesi düzey: Bu düzeyde kişi olayları sonuçlarına
göre değerlendirir. Ceza verilen davranış suçtur, ödül
getiren davranış iyidir.
• Gelenek düzey: Bu düzeyde toplumsal düzen dikkate
alınmaktadır. Bir davranışın toplum düzenine etkisi
düşünülmektedir. Toplumun onayladığı davranış iyi olarak
görülürken, kanunlara uymanın toplum düzenini koruduğu
düşünülmektedir.
• Gelenek ötesi düzey: Bu düzeyde toplumsal uzlaşma
vurgulanmakta ve evrensel ahlak ilkeleri dikkate
alınmaktadır.
48. KOHLBERG’E GÖRE AHLAKİ
GELİŞİM
•
•
•
-
I.Düzey: Gelenek Öncesi Düzey
1.Dönem: Ceza-itaat
2.Dönem: Çıkara dayalı alışveriş
II.Düzey: Geleneksel Düzey
3.Dönem: Kişilerarası uyum
4.Dönem: Kanun ve düzen
III.Düzey: Gelenek Ötesi İlkelere Dayalı Düzey
5.Dönem: Sosyal Anlaşma
6.Dönem: Evrensel Ahlaki İlkeler
50. ÖĞRENME
•İnsanların konuşması, çeşitli tutum ve
alışkanlıkları kazanması, kısaca hayatın
her aşaması öğrenme ile ilgilidir. Eğitim
de insan hayatının aşamalarından biridir
ve sağlıklı bir eğitimin yapılabilmesi,
öğretmenlerin öğrenme hakkında yeterli
bilgi sahibi olmalarına bağlıdır.
51. Öğrenme Psikolojisini Açıklayan İki
Temel Yaklaşım
• Davranışçı Yaklaşım: Yaşantı sonucu
gözlenebilen, davranışlarda ortaya çıkan kalıcı
değişiklik olarak tanımlanabilir.
• Bilişsel Yaklaşım: Bireylerin zihinsel yapılarında
görülen değişmelerdir.
52. Öğrenme İle İlgili Bazı Kavramlar
•
•
•
•
•
İçgüdü
Refleks
Davranış
Performans
Uyarıcı
•Tepki
•Motivasyon
•Dikkat
•Eski Yaşantıların
Aktarılması
•Genel Uyarılmışlık Hali
•Kaygı
53. İÇGÜDÜ
Doğuşta organizmada var olan karmaşık ve
öğrenilmemiş, türe özgü olan, kişiliğin gelişmesinde
rol oynayan temel, ruhsal güçtür.
Kuşların ve yaban arılanın yuvalarından uzaklaşsalar
bile yuvalarına rahatlıkla dönebilmeleri;
Bebeklerin emme davranışı içgüdüsel davranışlara
girmektedir.
Öğrenilmemiş olması bakımından içgüdü, öğrenmenin
dışında görülmektedir.
54. REFLEKS
Bir uyarıcıya karşı gösterilen oldukça hızlı ve tutarlı
tepkilerdir. Bu tepki genellikle bilinçsiz ve
kontrolsüz biçimde yapılır. Tepki, uyarıcı var
olduğu müddetçe devam etmektedir.
Ani bir gürültü neticesinde organizmanın irkilmesi ve
sesin kesilmesiyle birlikte irkilmenin de sona
ermesi gibi.
Refleksler, içgüdüye göre daha basit bir tabiata
sahiptir.
55. DAVRANIŞ
Organizmanın dışardan gözlenebilen ya
da kendisince hissedilebilen tepki ve
hareketlerinin tümüne davranış denir.
El ve kol hareketleri, konuşma,
düşünceler, mimikler vs. hepsi birer
davranış örneğidir.
57. UYARICI
Duyu organlarını harekete geçiren ve tepkiye
yol açan herhangi bir nesne ya da enerjiye
denir.
Uyarıcılar kas hareketleri, susama, acıkma
gibi içsel ve ya bir ışık, ses gibi dışsal
olabilmektedir.
58. TEPKİ
Uyarıcıların organizmayı etkilemesi sonucu
organizmanın gösterdiği herhangi bir
davranışa tepki denilmektedir.
Tepkiler basit ya da karmaşık olabilmektedir.
Yalın bir kas hareketi basit bir tepkiye,
hissedilen soğuk hava neticesinde
pencerenin kapatılması ise karmaşık bir
tepkiye örnek olarak verilebilir.
60. DİKKAT
• Bilincin belirli bir noktada toplanması
haline dikkat denilmektedir.
• Dikkati yoğunlaştırma öğrenciler
açısından güçlü bir pekiştireçtir.
• Bu nedenle öğretmenlerin,
öğrencilerin dikkatini toplamak için
gerekli çabayı göstermesi gerekir.
61. ESKİ YAŞANTILARIN AKTARILMASI
• Yeni bilgi ve becerilerin öğrenilmesi, önemli
ölçüde, bunlara dayanak sağlayacak bazı ön
yaşantıları gerektirir. Yani, her yeni öğrenme, eski
öğrenilenlerin üzerine bina edilir.
• Eski yaşantıların aktarılması, olumlu ve olumsuz
olmak üzere etki yapabilmektedir.
• Eskiden öğrenilmiş olan bilgiler hazırdaki
öğrenmeye katkıda bulunuyorsa olumlu aktarma,
engelleyici ve güçleştirici bir etkiye sahipse
olumsuz aktarma söz konusu olmaktadır.
62. GENEL UYARILMIŞLIK HALİ
• Organizmanın verimli bir öğrenme
sağlayabilmesi için hazır ve tetikte
bulunmasıdır.
• Benlik kavramı, motivasyon, çalışma
alışkanlıkları gibi çeşitli etkenler de genel
uyarılmışlık halini etkilemektedir.
63. KAYGI
• Güçlü bir istek ya da dürtünün
gerçekleşmeyecek gibi göründüğü
durumlarda ortaya çıkan tedirgin edici bir
duygudur.
• Aşırı düzeyde bir kaygı, öğrenmeyi olumsuz
yönde etkilediği gibi, çok düşük seviyedeki
kaygı da öğrenmeyi güçleştirmektedir.
64. DAVRANIŞÇI YAKLAŞIMDA ÖĞRENME
KLASİK
ŞARTLANMA
Uyarıcıya karşı
duygusal ve
fizyolojik
tepkiler
OPERANT
ŞARTLANMA
Davranışsal
sonuçlardan
ortaya çıkan
değişmeler
GÖZLEMSEL
ÖĞRENME
Başkalarının
yaşantılarını
gözleyerek
öğrenme
65. KLASİK ŞARTLANMA
• Klasik şartlanma ya da bir başka adıyla şartlı tepki
öğrenmesi, tarihin en eski devirlerinden beri
bilinmektedir. I.Pavlov (1849-1936) 20.yy başında
şartlı tepki öğrenmesini ilk defe deneysel olarak
incelediği için bu öğrenme türüne “klasik
şartlanma” denilmiştir. Pavlov laboratuarında
köpeklerin gastrik salgılarını incelerken,
köpeklerin yiyecek getiren bakıcıların ayak
seslerini duydukları zaman salya salgıladıklarını
fark etmiştir. Bunun üzerine, köpeklerin niçin
yiyecek verilmeden önce salya salgıladıkları sorusu
üzerinde durmuştur.
66. KLASİK ŞARTLANMA
• Deneyin başlangıcında, bir köpek tek yönlü
penceresi olan, ses geçirmez bir odanın içine
yerleştirilmiştir. Şartlanmanın oluşabilmesi için
köpeğe uyarıcı olarak zil sesi verilmiştir. Bu uyarıcı
başlangıçta nötr bir uyarıcıdır. Çünkü başlangıçta
köpek bu uyarıcıyı hissettiğinde herhangi bir
tepkide bulunmamıştır. Pavlov daha sonra zil
sesinin hemen ardından köpeğe et tozu vermiştir.
Böylece zil sesiyle yiyeceği eşleştirmiştir. Bu
eşleştirme tekrar tekrar yapılmış ve köpeğin zil
sesini çıkarttıktan sonra salgıladığı salya miktarı
ölçülmüştür.
67. KLASİK ŞARTLANMA
(Klasik şartlanma deneyinin aşamaları)
Şartlanmadan önce
Nötr uyarıcı
(zil)
Tepki yok
Şartsız uyarıcı
(et tozu)
Şartsız tepki
(salya)
Şartlanma sırasında
Şartlı uyarıcı
(zil)
Takiben
Şartsız uyarıcı
(et tozu)
Şartlanmadan sonra
Şartlı uyarıcı
(zil)
Şartlı tepki
(salya)
Şartsız tepki
(salya)
68. KLASİK ŞARTLANMANIN BİLİŞSEL
AÇIKLAMASI
Klasik şartlanmada organizma bir dizi denemeden
sonra şartlı ve şartsız uyarıcının birlikte
verildiğini gözler ve bu bilgiyi hafızasına
yerleştirir. Daha sonra, şartlı uyarıcı verildiğinde
bilgi hafızadan geri çağrılır ve organizma şartsız
uyarıcı geleceği beklentisiyle şartlı tepkiyi
gösterir.
Davranışçılar şartlı ve şartsız uyarıcının bitişikliğine
bağlarken, bilişsel yaklaşımcılar öğrenmeyi şartlı
uyarıcı meydana geldiğinde bunu şartsız uyarıcının
izleyeceği şeklindeki beklentiye bağlarlar.
69. KORKU ŞARTLANMASI
• Watson ve Rayner adlı araştırmacılar
deneylerinde Albert adlı 11 aylık bir erkek
çocuğundan yararlanmışlardır.
• Deneyin başlangıcında Albert’e beyaz bir tavşan
gösterilmiştir. Çocuk tavşanı incelemiş ve sevinç
gösterisinde bulunmuştur. Hemen sonrasında
beyaz tavşan, şiddetli bir gürültü eşliğinde
gösterilmiştir. Albert gürültüyü duyduktan sonra
korkup ağlamıştır. Bu işlem birkaç kez
tekrarlanmıştır. En sonunda tavşan tek başına
gösterilmiştir. Bu defa, gürültü mevcut olmadığı
halde, tavşanı tek başına görmek bile Albert’in
korkmasına yetmiştir.
70. GENELLEME
• Korku şartlanması deneyinde adı geçen
Albert beyaz tavşandan korkmaya
şartlandıktan sonra beyaz olan tüm
nesnelere karşı bir korku geliştirmiştir.
• Bazı durumlarda organizma, bir uyarıcı
karşısında gösterdiği şartlı tepkiyi benzer
durumlarda da gösterir. Buna uyarıcı
genellemesi denilir. Bu gibi durumlarda,
benzer uyarıcılara karşı benzer tepkiler
gösterilir.
71. AYIRTETME
• Ayırt etmeyi öğrenme okul ortamında
sıklıkla kullanılır. Okuma yazmayı yeni
öğrenen bir öğrencinin “d” harfi ile “b”
harfini, daha ileriki yıllarda “isim” ile
“sıfat”ı, bir takım sembolleri ayırt etmesi
gerekebilir.
• Öğretmenlerin öğrencilerin hangi konularda
neleri karıştırdıklarını belirlemesi ve
karıştırılan konu ya da sembollerin nasıl
ayırt edileceğini öğrencilerine ders
esnasında açıklaması gerekir.
72. SÖNME
• Bu kavramı, Pavlov’un klasik şartlanma deneyi
üzerinde açıklamak mümkündür.
• Bu deneyde, şartlı tepki bir kez öğrenildikten
sonra, şartsız uyarıcı (et tozu) verilmeden de bu
tepki yapılıyordu. Yani, köpek et tozuyla
pekiştirilmeden de zil sesine salya tepkisi
veriyordu. Ancak, hiç pekiştirme yapılmazsa, bir
müddet sonra zil sesi pekiştirici olmaktan
çıkacaktır. Çünkü, köpek zil sesinden sonra hiç
yiyecek almamaktadır.
• Şartlı uyarıcının bu şekilde tepki ortaya çıkaramaz
hale geldiğinde hale gelmesine sönme
denilmektedir.
73. OPERANT ŞARTLANMA
İnsanlar sadece çevrelerindeki uyaranlara tepki
vermekle kalmayıp bilinçli ve açık şekilde bir çok
davranışlar sergilerler.
Operant davranışlar, organizmanın hiçbir dış uyarana
bağlı olmadan ortaya koyduğu davranışlardır.
Operant Şartlanma ödüle götüren ve ya cezadan
kurtaran bir tepkinin öğrenilmesine ya da bir
davranışın pekiştireçle kuvvetlendirilmesine
denilir.
74. KLASİK ve OPERANT ŞARTLANMA ARASINDAKİ
FARKLAR
• Klasik şartlanmada uyarıcı bir ışık yada ses gibi belirli bir
olaydır. Operant şartlanmada ise uyarıcı belirli bir olay
değildir.
• Klasik şartlanmada davranış uyarıcıyı takip ederken, Operant
şartlanmada davranış uyarıcıdan önce gelmektedir.
• Klasik şartlanmada tepki de tıpkı uyarıcı gibi belirlidir.
Operant şartlanmada ise tepkiler tesadüfidir.
• Klasik şartlanmada öğrenme nötr uyarıcıyla şartsız uyarıcı
arasında çağrışım kurularak gerçekleşirken, Operant
şartlanmada eylemlerin sonuçlarının sonraki davranışları
etkilemesiyle gerçekleşir.
75. Davranışın,
pekiştirme ve ceza
olmak üzere iki türlü
sonucu olabilir.
Olumlu ve olumsuz
Olmak üzere iki türlü
Pekiştirme vardır.
Ceza da 1.tür ve 2.tür
olmak üzere iki çeşittir.
DAVRANIŞSAL SONUÇLAR
DAVRANIŞSAL
SONUÇLAR
PEKİŞTİRME
OLUMLU
PEKİŞTİRME
OLUMSUZ
PEKİŞTİRME
CEZA
1.TÜR
CEZA
2.TÜR
CEZA
76. PEKİŞTİRME
• Bir davranışın sonucunda ortamda bulunmayan bir uyarıcının
ortama katılması ve bu uyarıcının o davranışın tekrarlanma
ihtimalini artırması olayına olumlu pekiştirme denilmektedir.
Yiyecek, para, gülümseme, yüksek not gibi ödüller olumlu
pekiştireçtir.
• Bir öğrencinin, harçlığının kesilmesini önlemek için ders çalışmayı
sürdürmesi, annesini üzmemek için ödevlerini zamanında yapması,
bir öğretmenin “eğer sessiz olmazsanız teneffüse zamanında
çıkarsınız. Aksi halde beklersiniz ve teneffüsünüzün yarısı boşa
gider” demesi olumsuz pekiştirme örneğidir.
77. CEZA
• İstenmeyen bir davranışı ortadan kaldırmak için
verilen nahoş uyarıcıya ceza denilir. Ödül kelimesi
olumlu pekiştirme ile eş anlamlı olarak kullanılabilir
ama ceza ile olumsuz pekiştirme birbirinden farklı
kavramlardır. Diğer yandan, eğer verilen ödül
öğrenci açısından ödül niteliği taşımıyorsa ödül her
zaman olumlu pekiştireç işlevi görmez. Ceza,
istenmeyen davranışa verilirken, olumsuz
pekiştireç istenen davranış ortaya çıktığında
ortamdan çekilmektedir.
78. GÖZLEYEREK ÖĞRENME
• Bir çok insan davranışı pekiştirilmeden bir kerede
tüm özellikleri ile yapılabilmektedir. Gözleme dayalı
bu tür öğrenmeler gözleyerek öğrenme kuramında
ele alınmaktadır.
• Gözleyerek öğrenme bilişsel bir kuram olarak
değerlendirilebilir.
• Gözleyerek öğrenme kuramı, davranışçı öğrenme
kuramının birçok kavramını benimsemektedir.
• Gözleyerek öğrenme, özellikle çocukların
çevrelerindeki yetişkinlerin hareketlerine,
etrafında olup biten olaylara bakarak yeni bilgiler
öğrenmesidir.
80. • Dikkat; Gözleyerek öğrenmenin ilk evresi dikkattir.
Dikkat etmeden bir modelden çok fazla şey öğrenmek
mümkün değildir.
• Hatırda tutma; Bu evrede gözlenen davranışla ilgili
semboller kodlanır ve bu kodlamalar bilişsel olarak
örgütlenir.
• Yeniden ortaya koyma; Bu evreye gelindiğinde
öğrenme henüz tamamlanmamıştır. Bunun için
öğrencilerin öğretmenin gösterdiği modeli ne derece
yapabildiklerine bakılması gerekir.
• Güdülenme; Öğrenciler herhangi bir modeli taklit
etme eğilimindedirler. Bu eğilim pekiştirildiğinde
davranışın öğrenilmesi kolaylaşmaktadır.
81. BİLİŞSEL YAKLAŞIMDA
ÖĞRENME
• Gestalt psikolojisinin temelini oluşturduğu bilişsel
yaklaşım, insanın uyarıcıları işleyebilme ve
anlamlandırabilme yeteneği üzerinde önemle
durmaktadır. Bundan dolayı, organizmayı dış
uyarıcıların edilgin bir alıcısı değil, davranışların
etkin belirleyicisi olarak
görmektedirler.Davranışçılara zıt olarak,
öğrenmeyi algılama, hatırlama, düşünme gibi bilişsel
süreçlerle ilişkilendirmektedirler. İnsanlarda
olduğu gibi, hayvanlarda da öğrenmenin bilişsel
süreçler dahilinde gerçekleştiğini
belirtmektedirler.
83. GİZİL (LATENT) ÖĞRENME
• İnsanlar algıdaki seçicilik, dikkatin dağılması ve motivasyon
eksikliği gibi nedenlerden dolayı birçok bilgiyi farkında
olmadan öğrenmektedirler. Belirli bir konuda öğrenme
gerçekleştirilirken, o konuyla doğrudan ya da dolaylı olarak
ilgili başka konular da öğrenebilmektedir.
• Bir kitapta herhangi bir konuyu araştırırken başka
konularında öğrenilmesi buna örnek olarak gösterilebilir.
• Bu durumda deneğin gerçekten neleri öğrendiği tam bir
açıklık kazanmamaktadır.Çünkü, birey o anda öğrenmediğini
zannettiği bir konuyu aslında öğrenmiş olabilir.
• Nereden hatırlandığı belli olmayan bilgiler genellikle bu tür
öğrenme içinde gerçekleşmektedir.
84. ANİ KAVRAYIŞ YOLUYLA ÖĞRENME
• Bir problem çözülürken yapılan iş, bilinenlerden hareketle
bilinmeyenleri bulmaktır. Bilinen yollar problemi çözmeye
yetmezse, çözüm birdenbire zihinde belirebilir. Kavrama
yoluyla öğrenmede de bir problem vardır ve denek ilk
başlarda problemin çözümünde hiçbir gelişme sağlayamaz.
Fakat daha sonra çözüm birdenbire aklına geliverir.
• İnsanların bir problemin çözümünü düşünürken “buldum” diye
feryat etmesi kavrama yoluyla öğrenmenin birer örneğidir.
Bu tür öğrenme birdenbire olmakta, bu sırada yoğun bir
heyecan hali gözlenmekte ve sonuçta tam bir çözüm elde
edilmektedir. Fakat bu durum her zaman gerçekleşmeyebilir.
85. BİLGİ İŞLEM YAKLAŞIMINA GÖRE
ÖĞRENME
• Bilgi işlem yaklaşımı öğrenmeyi bilgi işleme
fonksiyonunu sağlayan bir süreçler bütünü olarak
görmektedir.
• Bilgi işlem kuramı bilgisayarın işleyişine
benzetilmektedir. Aslında insan beyninin işleyişine
benzetilerek icat edilen bilgisayara insan beynini
benzetmek biraz ters olmaktadır. Ama,
kavramlaştırma kolaylığı açısından bilgi işlem
yaklaşımı ile bilgisayarın işleyişini karşılaştırmak
mümkündür.
86. BİLGİ İŞLEM YAKLAŞIMINA GÖRE
ÖĞRENME
BİLGİSAYAR
İNSAN
Bilgiyi çevreden alır
Bilgiyi çevreden alır
Bilgi girişi klavye ile
yapılır
Alınan bilgi, kartlar
vasıtasıyla kayıt edilir,
mevcut bilgi ile
birleştirilir
Bilgisayar, yazıcı ya da
disket ile çevreye
çıktı verir
Bilgi girişi duyu
organlarıyla yapılır
Bilgiyi sinir sistemi
vasıtasıyla kayıt eder,
mevcut bilgi ile
birleştirilir
İnsan, organlarını
kullanarak dış dünyaya
mesaj verir
88. TEKRAR STRATEJİLERİ
• Bir metnin tekrar tekrar sesli ya da sessiz
okunması
• Metnin okunduktan sonra anlatılması
• Metindeki bilgilerin bir kağıda not alınması
• Okurken düzenli aralıklarla durup zihinde
cümlelerin tekrar edilmesi
• Metinde geçen bir fikrin değişik şekillerde
söylenmesi
• Önemli yerlerin altının çizilmesi
89. ANLAMLANDIRMA STRATEJİSİ
• Öğrenilen materyali çağrıştıracak imgeler
biçimlendirme
• Öğrenilen konunun ana fikrini ortaya koyma
• Özet çıkarma
• Metni yorumlayarak kendi cümleleriyle not alma
• Sorular oluşturma ve mevcut sorulara cevap verme
• Mevcut bilgiyi harekete geçirme
• Geri getirmeyi kolaylaştıracak hatırlatıcılar
kullanma
90. ÖRGÜTLEME STRATEJİLERİ
• Bu stratejiler öğrencilerin yeni karşılaştıkları
bilgileri bir araya getirerek daha önceki bilgilerine
göre yeniden düzenlemesini içerir.
• Bilgilerin sınıflandırılması, grafik ve şamalarla
gösterilmesi bu stratejinin taktiklerindendir. Bu
stratejiyi etkili olarak kullanabilen öğrenciler bir
grafik ya da şema ile sayfalarca tutacak bir yazıyı
özetleyebilirler.
91. DUYUŞSAL STRATEJİLER
• Öğrenciler kendi yeterlilikleri hakkında
genel inançlara sahiptirler. Bu inançlar
öğrencilerin stratejileri kullanmasında ve
güdülenmesinde etkilidir.
• Stratejileri iyi kullanan öğrenciler, içinde
bulundukları durumda kendilerini kontrol
edebileceklerini düşünürler. Bu düşünce
onların başarılı olmasında etkili olur.
92. İNSANCIL YAKLAŞIM
Eğitim psikolojisinde öğrenme konusu ele alınırken iki temel
kuram ele alınır. Davranışçı yaklaşım ve bilişsel yaklaşım. Bu
iki kuramın bazı noktaları ihmal ettiğini düşünen üçüncü bir
yaklaşım vardır ki o da insancıl (hümanist) yaklaşımdır. Bu
yüzden üçüncü güç olarak adlandırılan insancıl yaklaşım diğer
kuramlar gibi katı ilkelerden çok, belli bazı temel ilkeler
konusunda uzlaşmış görünen bazı bilim adamlarının
görüşlerinden oluşmaktadır.
İnsancıl yaklaşımı savunan düşünürler iki ilkeyi
vurgulamaktadırlar. Bunlardan birincisinde öğrenci önemlidir
ve eğitimin merkezinde öğretilmesi gereken davranış değil,
öğrenci bulunmalıdır. İkinci ilke de öğretmenin özerkliğidir.
Öğretmen sınıfta dışardan verilen birtakım kuralların
otomatik uygulayıcısı olmamalıdır.
93. İNSANCIL YAKLAŞIM
İnsancıl yaklaşımı ilk önce ortaya atıp ilkelerini belirleyen Abraham
Maslov olmuştur. Ancak eğitimle ilgili olarak daha çok Rogers’in
düşünceleri yaygınlaşmıştır. Rogers’in düşüncelerinin üç farklı
kavramla ifade edildiği görülmektedir.
Danışan merkezli terapi: İçinde bulunulan durumu danışanın daha iyi
görmesine ve farkına varmadığı seçeneklerin farkına varmasına
yardımcı olmaktır.
Fenomenoloji: Önemli olan dünyanın başkalarına nasıl göründüğü değil,
bireye nasıl göründüğüdür. Bu anlamda hümanist yaklaşım var
oluşçudur.
İnsancıllık: Temelde insana, bireyselliğe, insan olmanın değerine, kişisel
eylemleri belirleme hakkına önem verdiği için bu kavramla
nitelendirilmektedir.
94. İNSANCIL
YAKLAŞIMIN İLKELERİ
• Düşünce ve duygu vurgusu: Düşünce ve duygulara bilgi
kazanmaktan daha çok dikkat etmeleri.
• Benlik duygusunun önemi: Kenara itilen öğrenciler
öğretmenlerin “gelecek vaat etmediklerini düşündükleri”
öğrencilerdir. Birçok öğrenci avantajsız olduğu için değil,
kenara itildiği için başarısız durumuna düşmektedir.
• İletişim: Bireyin gelişimi için etkili insan ilişkileri, dürüst
kişilerarası iletişim, yapıcı çatışma çözümleme gibi konuların
öğretilmesi ve bu bağlamda etkili insan ilişkileri ve dürüst
iletişim kurma vurgulanmaktadır.
• Bireysel değerlerin tanınması: Kişisel değerler önemlidir ve
bu değerlerin kazanılmasına eğitim-öğretim içinde yer
verilmelidir.
95. GÜDÜLENME
Davranışa enerji ve yön veren güçtür;
bu güç organizmayı etkileyerek bir
amaç için harekete geçmeye sevk
eder.
Güdü; istekleri, ihtiyaçları, dürtüleri ve
ilgileri kapsayan genel bir kavramdır.
97. Maslow’a göre, güdülenmenin temelinde ihtiyaçlar
vardır. Maslow güdüleri birincil ve ikincil olmak
üzere ikiye ayırmaktadır. Birincil güdüler,
organizmanın açlık, susuzluk gibi hayati
ihtiyaçlarından kaynaklanır ve fizyolojik
dürtüler olarak adlandırılır. İkincil güdüler ise,
bireyin daha çok sosyal çevrede edindiği
güdülerdir.
Maslow, klinik gözlemlerine dayanarak ihtiyaçları
bir sıraya koymuştur.
99. PREMACK İLKESİ
Premack, özellikle eğitimde kullanılabilecek iki ilke öne
sürmüştür.
1. Organizmanın herhangi bir durumunda yapmayı
istediklerinin hiyerarşik bir listesi bulunur. Yani, kişi kendi
haline kalsa öncelikle yapmak isteyeceği ve yapmaktan zevk
alacağı bir davranış vardır. Bu listenin başında kişi için en
çekici ve en zevkli olan, alt sıralarda ise yapmaktan zevk
almayacağı davranışlar bulunur. Bu sıralama kişiseldir. Bu
sıralama değişebilir.
2. Organizmanın sıralamasında aşağı sıralarda olan bir
davranışı yapmasını sağlamak için, üst sıralardaki bir ihtiyaç
pekiştireç olarak kullanılabilir. Çocuklara “önce dersini yap,
sonra top oynarsın” dendiğinde uygulanan kural budur.
102. DAVRANIŞÇI YAKLAŞIM
• Organizma pekiştirilen davranışı tekrar etme
eğilimindedir. Sınıfta sorulan sorulara doğru cevap
veren öğrenciler pekiştirildiğinde daha sonraki
sorulara cevap vermeye güdülenilirler.
• Öğrencinin yaşına göre uygun pekiştireçler
verilirse öğrenciler öğrenmeye karşı istek
duyarlar. Böyle bir yaklaşım kolaylıkla anlaşılacağı
gibi dışsal güdülenmeye dayalıdır. Öğrenci ödüle
ulaşmak için kendi amaçlarını bir kenara bırakıp
ödül getiren amaçlara yönelebilir.
103. BİLİŞSEL YAKLAŞIM
• Bireyler dış uyarıcıdan ziyade, bu uyarıcıları yorumlama
biçimlerine göre tepkide bulunurlar. Davranışlar üzerinde
bilme, dengelenme, dünyayı anlama gibi ihtiyaçlar etkili
olmaktadır. Hoşlandığı bir dersin sınavına çalışan bir öğrenci
yorgunluğunu, açlığını ya da uykusuzluğunu fark etmeyebilir.
Çünkü, yeterli olma ve amaçlarını gerçekleştirme gibi içsel
ihtiyaçlarının etkisi altındadır.
• Öğretmenlerin ders esnasında merak uyandırma, kavramsal
zıtlık oluşturma gibi öğrencilerin içsel ihtiyaçlarını harekete
geçirecek etkinliklerde bulunmaları gerekir. Ancak bütün
öğrencilerde içsel ihtiyaçların harekete geçirilmesi zordur.
Çünkü, öğrencilerin beklentileri, amaçları, değerleri çok
farklıdır. Bilişsel yaklaşım, öğrenciler arasındaki farklılıkları
açıklamada yardımcı olabilir.
104. SOSYAL ÖĞRENME YAKLAŞIMI
• Bu yaklaşım, davranışçı ve bilişsel
yaklaşımların özelliklerini içerir ve yeni
boyutlar ekler. Sosyal öğrenme kuramına
göre, sadece dışsal uyarıcılardan
etkilenmediğimiz gibi, yalnızca içsel
etkilerle de yönlendirilmeyiz. Çevresel
değişkenler ve bilişsel özellikler kadar, öz
yeterlilik, bağımlılık, başarı, saldırganlık
gibi kişisel özelliklerde bireyin davranışını
etkiler. Davranışlar çevresel değişkenler,
bilişsel özellikler ve kişisel özelliklerin
etkileşimi sonucunda ortaya çıkar.
105. HATIRLAMA ve
UNUTMA
Davranışçı yaklaşımda üç türlü
unutturma yöntemi vardır: unutma,
sönme ve bastırma. Ayrıca bu üç
yöntemin her biri için kendiliğinden
geri gelme ihtimali de unutturma ile
ilgili olarak ele alınması gereken diğer
bir konudur.
106. UNUTMA
Unutma, “gözden ırak olan gönülden de ırak olur”
atasözünü andırır. Unutulması istenen davranışı
harekete geçiren uyarıcı, organizmadan uzak
tutulursa, unutma yöntemi kullanılmış olur.
Klasik şartlanmada ele alınırsa, şartlı uyarıcı olan zil
sesi köpeğe duyurulmazsa, unutma yöntemi
kullanılmış olur.
Operant şartlanma ele alınırsa, operant davranışın
ortaya çıkma olasılığının ortadan kaldırılması
gerekir. Yani, manivela veya kol ortadan
kaldırıldığında, bu yöntem kullanılmış olur.
107. SÖNME
Pekiştirilmeyen tekrarlar sönmeye yüz tutar. Sönme, davranışın
pekiştirilmemesidir. Davranış, beklenen karşılığını alamayınca
ortadan kalkar.
Klasik şartlanmada sönme, şartsız uyarıcının ortadan
kaldırılmasıdır. Köpek salya tepkisini et beklentisi ile
vermektedir. Köpeğin bu beklentisinin ortadan kalkması
sönme dir. Yani, köpeğe et verilmediği zaman sönme yöntemi
kullanılmış olur.
Operant şartlanmada fareye, kola basma davranışına karşılık
olarak beklediği, yiyecek verilmediği zaman sönme meydana
gelir. Kısaca, sönme yöntemi şartsız uyarıcı veya
pekiştirmenin verilmemesidir.
108. BASTIRMA
Ödülün kaldırılıp yerine ceza
verilmesidir. Klasik şartlanma
deneyinde et yerine elektrik şoku
verildiğinde bastırma yöntemi
uygulanmış olur.
109. GUTHRİE’YE GÖRE
UNUTTURMA YÖNTEMLERİ
• Yorma: Bir türlü sırtına binici almayan
at, önce aşırı bir şekilde yorulur,
böylelikle biniciyi sırtından atacak
dermanı kalmaz. Binici ata biner ve
yeni davranış edinilmiş olur. Bu
durumda, at bir dahaki sefere sırtına
binicinin bindiğini hatırlayacağından
öğrenme gerçekleşmiş olur.
110. GUTHRİE’YE GÖRE
UNUTTURMA YÖNTEMLERİ
• Çatışan uyarıcı verme: Atın başı bir
direğe bağlanır ve sırtına binilirse,
bir yandan at sırtında atmaya
çalışacak, ama başı bağlı olduğu için
bunu başaramayacaktır. Bağ ile
sırtına binilmesi birbirleriyle
uyuşmayan, zıt uyarıcılardır.
111. GUTHRİE’YE GÖRE
UNUTTURMA YÖNTEMLERİ
Yavaş yavaş alıştırma: Atın sırtına bir kumaş
konur. At, buna biraz huzursuzluk belirtisi
gösterse bile “uğraşmaya değmez” olarak
görür. Bir süre sonra kumaş büyütülür ve
ağırlığı da derece derece arttırılır.
Sonunda atın sırtına binilir hale gelir.
Bu teknikler görüldüğü gibi gündelik hayatta
oldukça etkili olarak kullanılan tekniklerdir.
112. NİÇİN UNUTUYORUZ
• Kullanılmayan bilgiler unutulur.
• Piaget’e göre;örgütlenmemiş bilgiler “iyi
yerleşmemiş” demektir.
• Freud; işimize gelmeyen olay ve nesneleri
unuttuğumuzu öne sürmüştür.
• Yeni yaşantılar edindikçe eski yaşantılar
unutulur.
• Eskiden öğrenilmiş olan bilgiler, yeni
bilgilerin unutulmasını sağlayabilir.
113. HATIRDA TUTMANIN
ÖLÇÜLMESİ
• Hatırlama: Öğrenciye soru sorulup, cevabı ondan beklenerek
yapılan ölçme işlemi hatırlama yöntemine dayalı bir ölçme
işlemidir. Bu yöntemde öğrencinin doğru cevabı hatırlayıp
tekrarlaması esastır.
• Tanıma: Soru, içinde doğru cevabında bulunduğu bir seçenek
grubu ile verilip, öğrenciden, yanlış cevaplar içinde doğru
cevabı tanımasının istendiği durumlardır.
• Tasarruf: Öğrenci, sorulduğunda doğru cevabı tanımayabilir,
ama yeniden öğretilmek istendiğinde kısa sürede öğrenebilir.
Bu durumda yeni bir öğretimin daha kısa bir zamanda olması,
daha önceki öğretimden bazı bilgilerin hatırda bulunduğunu,
ancak belki kullanılır durumda olmadığını gösterir.