2. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
9 - Anadolu Notları 1-2
10 - Yaprak Dökümü
11 - Ateş Gecesi
12 - Bir Kadın Düşmanı
13 - Gökyüzü
14 - Değirmen
15 - Yeşil Gece
16 - Olağan İşler
17 - Gizli El
18 - Harabelerin Çiçeği
19 - Sönmüş Yıldızlar
20 - Tanrı Misafiri
21 - Kan Davası
3. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
22 - Kavak Yelleri
23 - Leyla ile Mecnun
24 - Son Sığınak
PİYESLERİ:
Hançer
Balıkesir Muhasebecisi
Hülleci
Tanrı Dağı Ziyafeti
Çalıkuşu (N. Cumalı)
Eski Şarkı
Bir Köy Öğretmeni
Yaprak Dökümü
4. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
TERCÜMELERİ:
Hz. Muhammed'in Hayatı
(Emil Dergmenheim'den)
Kahramanlar (Carly)
Don Kişot
(Cervantes Saavedra)
Yabancı
Atlı Adam
Bir Fakir Delikanlı
La Dam O Kamelya
(A. Dumas Fils)
Evham
Hakikat (Emil Zola)
İtiraflar (J.J. Rousseau)
:::::::::::::::::
5. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
-İ-
- ALTIN Yaprak Anonim Şirketinden neye mi istifa ettim?
Bunda anlaşılmayacak hiç bir şey yok. Aldığım altmış iki
lira aylıkla geçinemiyordum. Başımda iki küçük kardeşle hastalıklı
bir ana var... Arasıra anam soğuktan, kardeşlerim yemekten
şikayet ederlerdi. Ben, omuz silker: Ne yapayım, bu terazi
bu kadar çekiyor. Elime geçeni ben barda, baloda yiyip sizi bu
halde bıraksam bana bir şey demeğe hakkınız olur. Fakat hesap
meydanda derdim. Bu açık hakikati anlarlarsa ne ala. Anlamazlarsa:
(Hanımlar, efendiler, bu otelin sofrasını beğenmiyorsanız
akçeyi eksik verirsiniz. Daha iyisini bilen varsa haber
verin, hep birden oraya göç edelim) der, viran kapıyı vurduğum
gibi, giderim. Anam, ihtiyar kadın... Kardeşler: Allahın
iki biçaresi... Ben böyle çıkışınca ister istemez yelkenleri
suya indiriyorlardı. Fakat canavarın büyüğüne, yani kendime
nasıl laf anlatırsın? Yaş otuzu buldu... Sıhhatim, kuvvetim yerinde...
arsız bir tabiatım var... ne görsem içim çeker... yiyecek
görürüm isterim, elbise görürüm, isterim... Fazla olarak bunları
başkaları kadar kendimde de hak bulurum... İş böyle olunca
içimde kopacak kıyameti varın siz düşünün.
Karanlık kış akşamları, delik tabanımdan giren çamurun soğuğu
ciğerime işlemiş, alacaklı dükkanların önünden geçmeyeyim
6. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
diye sokakları dolana dolana evime giderken omuzbaşımdan
lüks otomobiller geçer. Bunların içindekilerin bir kısmını tanıyorum.
Eğlenmeye, avuç dolusu para yemeğe gidiyorlar. İçim
şöyle bir burkulur, kendi kendime sorarım: Bunların hepsi benden
değerli insanlar mı? Onlar, böyle alabildiklerine yaşayıp giderlerken
ben, niçin köpek gibi sokaklarda sürüneyim?
İstediğimi yiyip giymeyeyim? Canımın çektiği bir kadını bir kere
koynuma almayayım?
Böyle yıllarca, senelerce kendi kendime çekiştikten sonra nihayet
şu neticede karar kıldım: Babam, fazla namuslu adammış...
Bir babanın çocuklarına bırakacağı en kıymetli miras
temiz bir isimdir der gidermiş... Temiz bir isim, bir miktar dünyalıkla
beraber olursa ala; fakat züğürt evlatlarda ancak bir, nihayet
iki göbek dayanabilir. Her neyse babam iyi etmiş, kötü
etmiş, o ayrı bahis... Fakat etrafımızdaki zenginlerin hepsi koltuklarında
çek defterleriyle analarından çıkmadılar ya... Allah'ın
kafalarına koyduğu iz'anı ebcet gibi ölüye, diriye yaramaz
şeylere sarfedeceklerine yerine sarfetmişler, yüklerini tutmuşlar...
Mademki pek beyinsiz, eşek gibi bir şey olmadığını iddia ediyorsun.
Elini kolunu bağlayan yok ya! Dilenci gibi boş yere sızlanacağına
sen de talihini bir tecrübe et... Muvaffak olursan ne
ala... Olamazsan: Ne yapalım; elimizden geleni yaptık amma
olmadı der, kabahati kör talihe yükler geçersin.
Bu sözleri söyleyen adam, bir ay evvel şirketin muhasebe katipliğinden
7. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
istifa etmiş sansar yüzlü, keskin beyaz dişli, kara yağız
bir gençti. O gün hem unuttuğu birkaç eşyayı almaya hem de
eski kapı yoldaşlarını yoklamaya gelmişti.
Öğle paydosuydu. Memurların kibar kısmı karşı muhallebicide
yumurta salatası, baş söğüşü, fasulye pilakisi yemeğe gitmişlerdi,
söğüşe harcanacak parası olmayanlar bir yandan
peynir, zeytin, lop yumurta ile karınlarını doyuruyorlar, bir yandan
arkadaşlarını dinliyorlardı. O, masalardan birinin üstüne
boylu boyunca uzanmış, iskarpinlerinin topuğu ile dağınık kağıtlara
vura vura sözüne devam ediyordu:
- Böyle mutlaka bir şeyler yapmaya azmettikten sonra ibret
gözü ile etrafıma baktım... Bir alay saçlı sakallı adamlar mektep
çocukları gibi art arda dizilmiş, bir acayip sürüye katılmış,
yerimizde sayıyoruz. Bulunduğun yerde ne kadar çalışıp çabalasan
önündeki, yanındakini ne kadar itip kakıştırsan nafile...
Bilmem kaç yıl geçecek de aylığın bilmem kaç kuruş artacak.
Biri kovulacak, ölecek de iki adım ileri gideceksin. Onun için
ya devlet başa, ya kuzgun leşe dedim, kendimi bu kafileden,
yani Altın Yaprak Anonim Şirketinden dışarı attım... Aranızdan
ayrılalı bir ay var mı? Belki yok bile... Çulu derhal düzelttim
değil mi?
Yerinde doğrulmuş, fantazi ipek çoraplarını, yeni gömleğini
8. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
gururla göstererek gülüyordu:
- Mamafi, fena bir şey mi yapıyorum? Kimsenin malına, hayatına,
ırzına mı dokunuyorum? Kat'iyyen... Sadece Havyar hanında
bir komisyoncunun yanında çalışıyorum... Onun hesabına
gümrükten mal çekiyorum. Şimdilik ehemmiyetsiz bir maaş, yine
nispeten ehemmiyetsiz bir anafor... Fakat Allah bereket versin,
gül gibi geçiniyorum...
Öksürüklü bir ihtiyar, derin derin göğüs geçirerek; Hakkın
var... ne çare ki bizden geçti diye söyleniyor; yirmi yaşlarında
iki saf çehreli çocuk muzaffer bir spor şampiyonu seyreder gibi
hayretle, hasetle ona bakıyorlardı. Yalnız, yüzünün bir yanı muharebede
yanmış kırklık bir memurun ne düşündüğünü anlamak
kabil değildi. Yumruğunu çenesinin altına dayamış, yemeğini
yarım bırakmış, gözlerini kapayarak düşünüyordu.
Genç adam, masadan inmişti. Sobanın ağzında görünen ateşlerden
bir sigara yaktıktan sonra dolaşmaya, Havyar hanına,
gümrüğe dair vurgun, anafor hikayeleri anlatmaya başladı. Bunların
çoğu bire bin katmak suretiyle şişirilmiş masallardı. Fakat
bu mahrum adamlar, onları olduğu gibi kabul ediyorlar, başkaları
kürekle altın kürerken kendilerinin bu rutubetli odada birkaç
lira için yarı aç çürümelerine hayıflanıyorlardı. Hatibin
gözleri bir aralık, odanın karanlık bir köşesinde, yüksek bir yazıhanenin
arkasından kendisine bakan bir ihtiyar adamın gözlerine
9. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
ilişti. Birdenbire utanmış ve cesaretini kaybetmiş gibi sustu.
Bu, Ali Rıza Bey isminde altmış yaşlarında bir eski mutasarrıftı.
Odanın bir köşesindeki yazıhanesinde, bir çöl ortasında gibi,
daima yalnız ve unutulmuş, çalışır, kimse ile konuşmazdı.
Çok iyi ve terbiyeli bir adam olduğu için, büyük, küçük herkes,
hatırını sayardı.
Ali Rıza Bey de öğle yemeğine çıkmayan memurlardandı.
Alüminyum bir sefertası içinde getirdiği kuru köftesiyle yeşil
zeytinlerini yerken, gayriihtiyari bu konuşmayla alakadar olmuş,
işittiği şeyler iştahını kesmiş gibi çatalını bırakarak başını
kaldırmıştı.
Misafir, bir kabahat işlerken yakalanmış gibi mahçuptu; fakat
bozulduğunu belli etmek istemedi; gülümseyerek:
- Beyefendi, bu sözlerim her halde hoşunuza gitmez, dedi,
fakat ne yapalım ki hakikat...
Ali Rıza Bey, mektep çocuğu mahçupluğu ile cevap verdi:
- Bilirsiniz ki kimsenin fikrine karışmam, keyfinize ve menfaatinize
uygun olan her şeyi yapmakta serbestsiniz. Ancak müsaade
10. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
ederseniz size başka bir cihetten sitem edeceğim. Kendi
köşesinde çalışan, belki de kendi halinden, hayatından memnun
olan insanlarda olmayacak birtakım arzular ve isyanlar uyandırmak
doğru mu? Vicdanınızdan eminim... Düşünürseniz bana hak vereceksiniz.
İhtiyar memurun fazla konuşmak istemediği anlaşılıyordu; fakat
misafir, onu bırakmadı. Çok terbiyeli bir tavırla:
- Bu acı hakikatleri onlara söyleyen yalnız ben olsaydım hakkınız
olurdu beyefendi, dedi, ne çare ki yeni zaman insanları
bu hakikatleri birbirlerinden değil, hayattan, gazetelerin şerait-i
hayatiye, şerait-i iktisadiye dediği şeylerden öğreniyorlar.
Bilhassa Büyük Muharebeden sonra bütün dünyada bir garip
uyanıklık oldu. Şimdi insanlar artık sizin zamanınızın insanları
değil. Gözlerin açılması emelleri, hırsları artırdı. Kimse artık
kendi halinden memnun olmuyor. Bu cereyan neticesinde eski
ahlak kaidelerinin yıkılıp değişmemesine nasıl imkan görürsünüz.
Ali Rıza Bey sarardı, dudaklarının ve sakalının hafifçe titrediğini
belli etmemeğe çalışarak gülümsedi:
- Ben, eski bir insanım. Anlaşmamıza imkan yok. İnsanların
paradan başka şeylerle de mesut olacaklarına inanarak yaşadım.
O kanaatle öleceğim.
11. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Genç adam, Ali Rıza Bey'e acır gibi bir tavırla cevap verdi:
- Tamamıyle haksız değilsiniz. İnsan, mesela ibadet, yahut
çalgı ile meşgul olmakla; zerzevat, çiçek, yahut çocuk yetiştirmekte
de bir teselli bulabilir. Ancak bunun için de hiç olmazsa
yaşayacak kadar bir para lazımdır. Çiçek meraklısısınız; fakat
biraz paranız yok değil mi? Ne kadar uğraşsanız topraktan istediğiniz
renkte, kokuda bir çiçek alamayacağınıza emin olun...
Babasınız, çocuklarınız var, paranız yok değil mi? Evlatlarınız
ahir ömrünüzde size bir feci yaprak dökümü manzarası seyrettirmekten
gayri saadet vermezler.
Söz, burada bitti. Ali Rıza Bey, yemeğine devam için tekrar
başını eğdi. Fakat artık lokmalar boğazından geçmiyordu.
Bilhassa son sözler ona çok fena tesir etmişti. Beş çocuk babasıydı.
Bunların hiç biri daha tamamiyle meydana çıkmış sayılmazdı.
Bu adamın bu acı hakikatleri insanlara şerait-i
hayatiye, şerait-i iktisadiye öğretiyor demesi pek hoş bir söz
değildi.
Bütün hayatını çocuklarına iyi fikirler ve iyi bir ahlak vermeye
sarfetmişti. Acaba yeni zamanların bu havası onları da sarsacak,
ihtiyar babaya son deminde bir yaprak dökümü mü seyrettirecekti?
Ali Rıza Bey, pek gözü kapalı bir adam değildi. Bu korku daha
12. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
evvel de onu birçok kereler yoklamıştı. Fakat hiç bir zaman bu
kadar yakın tehlike şeklinde görünmemişti. İtikatsiz bir adam
olmasına, gökten beklenecek bir şey bulunmamasına rağmen dua
ediyor: Yarabbi; sen çocuklarımı muhafaza et! diye ellerini
açıyordu.
-İİ-
ALİ Rıza Bey, Babıali yetiştirmelerinden bir mülkiye memuru
idi. Otuz yaşına kadar Dahiliye kalemlerinden birinde çalışmıştı.
Belki ölünceye kadar da orada kalacaktı. Fakat kızkardeşiyle
annesinin iki ay ara ile ölmesi onu birdenbire İstanbul'dan
soğutmuştu. Suriye'de bir kaza kaymakamlığı alarak gurbete çıkmasına
sebep olmuştu.
Ekseri tecrübesiz hastalar gibi sanmıştı ki insanın ıstırapları
yattığı yataktan, etrafındaki eşyadan gelir ve yer değiştirmek, onlardan
kurtulmak için en iyi çaredir.
Ali Rıza Bey, o zamandan sonra bir daha İstanbul'a dönmemiş,
yirmi beş sene muhtelif memuriyetlerle Anadolu'da dolaşmıştı.
Çok malumatlı, çalışkan bir adamdı. Fakat ne malumatı, ne
de çalışkanlığı işe yarar cinsten değildi.
13. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Arabi ve Farisiden başka İngilizce ve Fransızcayı da bilirdi.
Gençliğinde edebiyatla uğraşmış, mecmualarda takma isimle oldukça
düzgün gazeller neşretmişti. Sonra felsefe ve tarihe de merak
etmişti. Sade boş zamanlarını değil, biraz da iş zamanlarını
kitap okumakla geçirirdi. Bu, onun uzun memurluk hayatında,
devlet hazinesinden çaldığı yegane şeydi.
Titiz denecek kadar temiz, gülünç denecek kadar nazik ve
mahçup bir adamdı. Hak yemek, kanuna aykırı bir şey yapmak,
kalp kırmak korkusuyla bir türlü iş göremezdi.
İsterdi ki elinden çıkacak iş, sadece kanuna değil, teamüle,
insanlık ve nezaket kaidelerine de uygun, yani dört başı mamur
olsun...
Ondan bahsedenler: İyi adam... Peygamber gibi adam... Elini
öp... dua ettir... İlimden bahsettir... Şiir okut..,. Ne yaparsan
yap... Fakat iş isteme derlerdi.
Evlendiği zaman kırkına yaklaşıyordu. Bir aile kurmak onun
gözünde yeni bir devlet kurmak kadar ehemmiyetli bir işti. Bunun
için belki de hiç evlenmeyecekti; fakat yakın bir arkadaşı
bir gece, akrabasından bir kızı teklif etmiş. Ali Rıza Bey de
hayır demeğe utandığı için pekala diye cevap vermişti.
14. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Karısı, talihine pek ağırbaşlı ve temiz bir kadın çıkmıştı. Yirmi
yaşında olduğunu temin etmelerine rağmen ferah ferah yirmi
beş vardı. Ali Rıza Bey, nüfus işlerinde -devletin başka hiç
bir şubesinde gösteremediği- bir faaliyet gösterdi. Yedi sene
içinde birbiri ardı sıra dört çocuğu dünyaya geldi. Nihayet dört
senelik bir dinlenme müddetinden sonra da -elli yaşına girdiği
gün- son bir kızla çocuklarının sayısı beşi buldu.
Bazı boş vakitlerinde hala kıtalar, gazeller yazan Ali Rıza Bey'in
sevdiği bir teşbihi vardı: Vak'aları coşkun bir sesle, kendini
uzaktan bu seli seyreden bir insana benzetirdi. Büyüyecek bir
memur olmasına rağmen hiç bir zaman bu sele katılmayacak,
hayatta daima bir seyirci mevkiinde kalacaktı... Fakat onun kanaatince
bu seli ezeli yatağından çevirmeye çalışmak boş bir
emekti. Bu, böyle gelmiş, böyle gidecekti.
Ancak, birbiri ardı sıra gelen bu beş çocuk, Ali Rıza Bey'i
bu vaziyeti değiştirmeye mecbur etti. Büyütülecek beş çocuğu
olan bir adam, hayata karşı bir kayıtsız seyirci mevkiinde kalamazdı.
O zamandan itibaren eski gevşek ve emelsiz memur gitti,
yerine çocukları için her fedakarlığı göze almış bir gayretli aile
babası çıktı.
Çocukları için geceli, gündüzlü didinmek onu yormuyor, bilakis
mesut ediyordu. Yalnız bir düşüncesi vardı: Acaba fazla
geç kalmamış mıydı?
15. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Bazı yorgun ve bedbin saatlerinde bu düşünce, onu biraz rahatsız
ederdi. Fakat bu fikir üstünde fazla durmaz:
- Kuvvetli bir vücudum var... Bir kaza ölümüne uğramazsam
daha ferah ferah yirmi sene yaşar ve çalışırım, diye kendini
teselli ederdi.
Bu yirmi sene son derece geniş tutulmuş bir hesaptı. Pek sıkıya
gelirse bunun yarısı kadar bir zaman da ona yetebilirdi. Gerçi
son numara çocuğu olan Ayşe çok vakitsiz gelmişti. Fakat
bunda o kadar korkulacak bir şey yoktu. İcabederse ona ait olan
vazifelerini büyüklerine de bırakabilir, gözü arkada kalmazdı.
Elverir ki onlar düşündüğü gibi yetişmiş olsunlar...
Fakat hiç akla gelmeyen bir vaka, Ali Rıza Bey'in bu hesaplarını
altüst etmiş, onu elli beş yaşında devlet memuriyetinden
çekilmeye mecbur bırakmıştı.
O zaman, Trabzon sancaklarından birinde mutasarrıftı. Bir
gün bir kadın kaçırma vakası olmuş, kadının kocası ile onu kaçırmaya
kalkan adam bıçakla birbirini yaralamışlardı.
Koca, arkasız bir çiftçi; öteki bütün kasaba halkının tuttuğu
bir eşraf oğlu idi. Onun için asıl kabahatlinin kollarını sallaya
16. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
sallaya ortada dolaşmasına göz yummak ve namusuna kastedilen
adamı -göğsündeki yaralarıyla- hapse atmak lazım geldi.
Etliye, sütlüye karışmamayı öteden beri meslek edinen Ali Rıza
Bey, bu meselede ateş kesilmiş, kendini attırıncaya kadar uğraşmıştı.
Ne yapsın? Bu, bir hak, bir vicdan ve namus işi idi.
Vazifesini yapmakta kusur ederse Allah onu çocuklarında cezalandırırdı.
Ali Rıza Bey, İstanbul'da bir zaman işsiz gezdi. Hazır parası
yoktu. Beş çocuk babası bir mutasarrıf, ne artırmış olabilirdi?
Bereket versin Bağlarbaşı'nda babadan kalma eski evi vardı. Karısının
birkaç parça mücevherlerini satarak onu tamir ettirdi ve
çocuklarını barındırdı.
Ali Rıza Bey, yeniden bir memuriyet almak için Babıali koridorlarında
dolaşmaya başlamıştı. Bir gün Dahiliye Nazırı'nın
odasından çıkan uzun boylu bir genç yaklaştı, öpmek için eline
sarılarak:
- Beni tanımadınız mı hocam? Eski talebeniz Muzaffer, dedi.
Ali Rıza Bey, dikkatle bakınca onu hatırladı: Bir tarihte vilayetlerden
birinin idaresinde, beş altı ay, hasta bir tarih hocasına
vekalet etmişti. Bu Muzaffer o zaman mektepte talebeydi.
Çok zeki ve çalışkan bir çocuk olduğu için Ali Rıza Bey'de iyi
bir tesir bırakmıştı. Serbest bir tavırla Dahiliye Nazırı'nın yanından
çıkmasına, koridorlarda yürekli yürekli gülüp söylemesine
17. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
bakılırsa bu genç, her halde çok ilerlemişti. Biraz sonra Ali
Rıza Bey bu tahmininde aldanmadığını gördü.
Muzaffer, iki büyük şirkette meclis-i idare azası ve Altın
Yaprak Anonim Şirketinin umumi müdürü idi. Eski hocasının
vaziyetini öğrencine ona bir teklifte bulundu. Bu yaştan sonra
tekrar gurbete çıkması doğru değildi. Bilhassa Mısır ve İngiltere
ile iş yapan şirketin Arapça ve İngilizce bilen bir memura ihtiyacı
vardı. Hocasının ne kıymetli bir insan olduğunu biliyordu.
Eğer o isterse, devletten alacağı parayı, hatta daha fazlasını, şirketten
de alabilirdi. Ali Rıza Bey, bu teklifi büyük bir sevinçle
kabul etti. Şirket, ona devletten alacağının fazlasını değil, eksiğini
de verse öpüp başına koyacaktı.
Artık İstanbul'dan çıkmayı istemiyordu. Çocukları büyümüştü.
Onları eskisi gibi peşine takıp memleket memleket gezdiremezdi.
Eski mutasarrıf, beş seneden beri Altın Yaprak Anonim Şirketinin
en iyi memuru olmuştu. Sabahtan geceye kadar durmadan
çalışıyor, üç kişi kadar iş çıkarıyordu. Bunun başlıca iki
sebebi vardı: Birincisi Muzaffer'i yaptığı iyiliğe pişman etmemek,
ikincisi gördüğü işin tercümeden, zevalsiz bir elçilikten
ibaret olması, kelimelerden başka kimsenin hakkını tehlikeye
düşürmemesi..
18. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
-İİİ-
İHTİYAR bir odacı, Ali Rıza Bey'in yanına geldi:
- Bey, bir kadın gelmiş, seni görmek istiyor; Leman Hanımın'ın
annesi imiş, dedi.
Leman, şirketin daktilosu idi. Ali Rıza Bey'in on, on iki sene
evvel vilayetlerden birinde tanıdığı bir orman müdürünün kızı
idi. O zaman, yedi, sekiz yaşlarında bir çocuktu. Arasıra kızlarıyla
oynamaya gelirdi.
Bir sene evvel Üsküdar iskelesinde Ali Rıza Bey'in karşısına
güzel bir genç kız çıkmış: Ben kızlarınızın arkadaşı, Leman'ım
bey amca diye teklifsizce elini öpmüştü. Leman beş sene
evvel babasını kaybetmişti. Şimdi, annesiyle beraber Fındıklı'da
oturuyordu. Geçinmek için çok sıkıntı çekmişlerdi. Genç kızın
açıkça halini söylemesi Ali Rıza Bey'e dokundu. Gerçi
babasıyla pek sıkı fıkı bir ahbaplığı yoktu; fakat Leman'ın kendi
çocukları yaşta kimsesiz bir kız olması ihtiyar adamda derin bir
yardım arzusu uyandırmaya kafi geldi. Leman düzgün bir tahsil
görmemişti; fakat okuyup yazıyordu. Fazla olarak biraz da
daktilografi öğrenmişti. Ali Rıza Bey, ne yaptı yaptı, onu 45 lira
aylıkla şirkete aldırdı.
İhtiyar adamın bu genç kıza etmek istediği iyilik bundan da
19. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
ibaret değildi. Leman'a babalık etmek, bu yaşta kimsesiz kızları
tehdit eden tehlikelerden onu korumak istiyordu. Bugün bu
kızcağızın başına gelen şey yarın da kendi çocuklarının başına
gelebilirdi.
Ali Rıza Bey, bu babalık ve hamilik vazifesine büyük bir gayretle
başlamıştı. Fakat, birkaç hafta sonra teessüfle gördü ki bu
işte hayli geç kalmıştır.
Leman, belki temiz bir kızdı; fakat çok hafif ve cahildi. Kendini
idare etmesini bilmiyor, şirketteki memurlara münasebetsiz
şakalar ediyordu.
Ali Rıza Bey, birkaç defa ona nasihat verdi. Genç kız, onu
dinlerken hak verir, yaptıklarından utanır gibi görünürdü. Fakat
yarım saat geçmeden yine eski münasebetsiz şakalara
başlardı.
Ali Rıza Bey, bir gün dayanamayarak onu çıkışacak olmuştu.
Genç kız, derhal titizlenmiş, kimsenin kahyalığına tahammül
edemeyeceğini anlatmıştı. Ali Rıza Bey, onu şirkete
yerleştirmekle, Allah razı olsun, büyük bir iyilik etmişti, fakat
bunu ikide birde başına kakması, her yaptığına karışması doğru
olamazdı.
20. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
İhtiyar adam, başını önüne eğerek acı acı gülümsemiş: Siz
bilirsiniz çocuğum, darılmayınız demişti. İhtiyar adam, Leman'ın
o gün bugündür ne adını anıyor, ne yüzüne bakıyordu.
Yalnız onu bazen rezalet halini alan hoppalıklarını gördükçe:
Ne dedim de onun buraya gelmesine vasıta oldum? diye kendine
kızıyordu.
Leman, sekiz, on günden beri şirkette görünmüyordu. Galiba
hasta idi. Fakat, nedense fazla arayıp sormak içinden gelmemişti.
Leman'ın annesi, şimdiye kadar hiç yüzünü görmediği bu kadın,
kendisinden ne istemeye gelmiş olabilirdi?
Ali Rıza Bey, koridorda eski siyah çarşaflı, kısa boylu bir kadın
gördü. Evvela yüzüne bakmaya cesaret edemeyerek:
- Hoş geldiniz hemşire hanım bir emriniz mi var?
Diye sordu. Kadın, birdenbire cevap vermedi. Vücudu, elleri
sıtma tutmuş gibi titriyordu. İhtiyar adam, hayretle gözlerini kaldırdı.
Ağlamaktan gözleri şişmiş bitkin bir çehre gördü. Aklından
fena bir ihtimal geçti. Leman'a olan bütün kinini unutarak:
- Çocuk nasıl?
Dedi. Kadın, ağlayarak cevap verdi:
21. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
- Leman, iyi fakat keşki ölmüş olsaydı!...
Ali Rıza Bey, biraz sonra hakikati öğrenince ihtiyar anaya hak
verdi: Evet, keşki Leman, bu felakete uğrayacağına namusu ile
ölseydi.
Hakikat şu idi:
Müdür Muzaffer Bey, baştan çıkarmış... Leman on gün evvel:
Adada bir arkadaşımın düğününe davetliyim, üç dört gün
gelmiyeceğim diye annesinden izin almış... Bir hastanede çocuk
düşürmüş! Dün bir deri bir kemik halinde eve getirip bırakmışlar...
Annesine her şeyi olduğu gibi söylemiş...
Ali Rıza Bey'e, inme iner gibi oldu. Durduğu yerde elleri,
ayakları karıncalanıyor, kızı baştan çıkaran kendisi imiş gibi çılgın
bir korku ve utanma içinde yüzünü kapayarak: Vah, vah,
vah... diye dövünüyordu.
İhtiyar kadın, onun ayaklarına kapanmak ister gibi tavırlarla
yalvarıyordu:
- Sizden başka kimsemiz yok. Bizim halimiz ne olacak? Bize
bir akıl öğretin. Siz de evlat sahibisiniz...
22. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Ali Rıza Bey'in teessürü bir çapkının kızı mahvetmesinden değil,
bu işe dolayısıyle kendisinin vasıta olmasından ileri geliyordu.
Öyle ya, bu kızı şirkete almasıydı bu felaket olacak mıydı?
İhtiyar kadın, sırf başka kimse tanımadığı için, eski bir aile dostu
diye, ona koşup gelmişti. Fakat Ali Rıza Bey, onun sözlerinde:
Yaptığını temizle! der gibi bir mana buluyordu. İhtiyar adam,
biraz kendine geldikten sonra kadını teselli etti:
- Hemşire hanım... Size Merak etmeyin! diyemem. İşin
nereye varacağını şimdiden kestiremiyorum. Fakat elimden geleni
yapacağım. Benim tanıdığım Muzaffer Bey, insan bir çocuktur.
Bir genç kızın göz göre göre mahvolmasına vicdanı razı
olamaz. Umarım ki Leman'ı nikahla alır. Yaptığı fenalığı tamir
eder... Müteessir olmayın... İnsanlarda iyilik asıldır.
Şimdiye kadar dört duvar arasında yaşamış bu saf ve cahil
kadın, insanlarda iyiliğin asıl olduğuna, nedense bu güngörmüş,
saçlı sakallı idare adamı kadar inanmak istemedi ve geldiği
gibi ağlaya ağlaya şirketten çıkıp gitti.
-İV-
İŞ, başa düşmüştü. Vakit geçirmeden Muzaffer Bey'le görüşmek,
bu zavallı insanlarla beraber kendi namusunu da temizlemek
23. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
lazım geliyordu.
Ali Rıza Bey'in fikrine göre, müdür, kendi getirdiği ve himaye
ettiği bir kıza sataşmakla doğrudan doğruya onun namusuna
kastetmiş oluyordu: Birkaç ay evvel sekiz on lira bir zam
görmüştü. O sıralarda Şirket'in sarhoş ve ahlaksız bir memurunun
Elbette velinimetler dururken bizim aylığımıza zammedilecek
değil ya! diye söylendiğini kulağıyla işitmişti.
Ali Rıza Bey, o zaman bu söze fazla ehemmiyet vermemişti;
fakat şimdi, onu büyük bir dehşetle hatırlıyor, ona büsbütün
başka bir mana veriyordu. Herkes, kendisi gibi vurdumduymaz
değildi. Başkaları, müdürle Leman arasındaki münasebeti şüphesiz
çoktan sezinlemişler, bu işte onun da parmağını görerek
haksız yere günaha girmişlerdi.
Görünüşte hala ona hürmetle muamele eden bu insanlar, arkasından,
kimbilir, neler söylüyorlardı.
Bu yaştan ve bu kadar temiz bir hayattan sonra bu da mı başına
gelecekti?
Bir aralık Muzaffer'i hiç görmeden çıkıp gitmeyi de düşündü.
Yapılacak şeylerin en temizi muhakkak ki buydu. Fakat bu
fikir üzerinde fazla durmadı. Viran olan hanede evlad-ü ayal
24. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
vardı. Sonra müdürün bu meseleyi namuslu bir adama yakışacak
tarzda halledeceğinden şüphe edemiyordu.
Aksi gibi o gün şirketin en gaileli bir günü idi. Müdürün odası
arı kovanı gibi işliyordu. Ali Rıza Bey, sıcağı sıcağına Muzaffer'le
görüşemezse cesaretini kaybetmekten korkuyordu. Sonra,
tereddüt içinde geçecek gecenin dehşetini gözü önüne getirdi ve
icabederse karanlığa kadar beklemeğe karar verdi.
İhtiyar memur, o gün akşama kadar çalışmadı; oturduğu yerde
Muzaffer'e söyleyeceği şeyleri hazırladı. Aklına öyle şeyler geliyordu
ki, tesirlerine kendi de dayanamayıp ağlıyor, mendilin
ucuyle ikide birde gözlerini siliyordu.
Ali Rıza Bey, yaz, kış, işi olsun olmasın her gün saat dokuzda
vazife başında bulunuyordu.
Buna mukabil akşamları herkesle beraber şirketten çıkmaz,
gün batıncaya kadar çalışırdı.
Müdür, onu bu saatte karşısında görünce:
- Hocam, yine geç kalmışsınız, dedi, kendinize hiç acımıyorsunuz...
Bir işiniz varsa yarına bırakalım.
Muzaffer Bey, ihtiyar memurun ne kadar iltifat görse şımarmayacak
25. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
bir adam olduğunu bildiği için ona herkesten başka
türlü muamele ederdi. Her zamanki hürmetle ayağa kalkarak
yanına oturttu, sigara verdi.
Ali Rıza Bey, saatlerden beri hazırladığı nutku birdenbire
unutmuştu.
Başının içi bomboştu. Buna mukabil mutlaka konuşmak lüzumunu
kuvvetle hissediyor, rastgele bir şeyler geveliyordu.
Muzaffer Bey, onun ne dediğini, ne istediğini birdenbire anlayamamıştı.
Gülümseyerek, önündeki bir zarfın kenarına rakamlar
yazarak onu dinliyordu. Fakat, biraz sonra ayakları suya
erince birdenbire irkildi, yavaş yavaş çehresini ve tavırlarını
değiştirmeye başladı.
İhtiyar adam, onun kızaracağını, ezilip büzüleceğini ummuştu.
O, bilakis çarpışmaya hazırlanan bir adam gibi sert bir tavır
alıyor, gözlerini Ali Rıza Bey'in gözlerine dikerek adamcağızı
büsbütün şaşırtıyordu.
İhtiyar memur, yüreğindeki sıkıntıya, başındaki şaşkınlığa rağmen,
bir an içinde anladı ki, karşısındaki insan, senelerden beri
yaptığı hayalden büsbütün başka bir insandır; şimdiye kadar gördüğü
güzel muamele, sırf zararsız, terbiyeli bir ihtiyarcık addedilmesinden
26. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
ileri gelmiştir.
Evet, bu korkunç bir aldanıştı. Zavallı adam, uzaktaki bir kayaya
karşıdan seslenmiş, ondan aldığı tatlı cevapların, kendi yumuşak
ve nazlı sesinin akislerinden başka bir şey olmadığını
anlayamamıştı. Şimdi bu kayaya eliyle dokunuyor ve onun nasıl
bir madenden yapıldığını anlıyordu.
Partinin kaybolduğuna şüphe yoktu.
Muzaffer, kendine ait işlere başkalarının burnunu sokmasına
müsaade edecek; hayatıyle, menfaatiyle oynatacak adamlardan
değildi. Ali Rıza Bey, bunu bildiği halde bir türlü duramıyor,
bir girdaba düşmüş de kurtulamıyormuş gibi hep aynı dairenin
içinde dönüyordu.
Müdür Bey, biraz daha bekledikten sonra sözü rastgele bir
yerinden kesti:
- Anladım, müsaade ederseniz, biraz da ben söyleyeyim, dedi.
Size olan hürmetimden, muhabbetimden şüphe etmezsiniz.
Siz, fevkalade iyi, bu asırda, bu dünyada emsali bulunmayacak
kadar başka bir insansınız. Yalan söylemeyeceğim, Leman vakası
doğrudur. Böyle bir şey olmamalı idi.! Ben de istemezdim.
Fakat ne yapalım oldu. Mamafih, inanınız ki bu vaka zihninizde
büyüttüğünüz kadar fevkalade bir şey değildir. Anladığıma
27. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
göre, bana bu kızla evlenmeyi teklif ediyorsunuz. Açık söyleyeyim,
buna imkan yoktur. Çünkü bu Leman Hanımı ilk baştan
çıkaran ben değilim.
Bu söz, Ali Rıza Bey'e bir kırbaç gibi tesir etti. İhtiyar adam,
yerinden doğrularak:
- Beyefendi oğlum... günahtır... Leman, ne de olsa parmak
kadar bir kız çocuğu ki...
Diye bir şeyler söylemek istedi. Fakat Muzaffer, tekrar onun
sözünü kesti, ihtiyarın sadeliğine gülümseyerek:
- Beyefendi, emin olun, size yalan söylemiyorum. Leman
zannettiğiniz gibi masum bir kız değildi... Önüne gelenle düşüp
kalkıyordu. İsterseniz bunu size ispat da edebilirim. Hatta doğacak
çocuğun babası olduğum da şüpheli idi. Fakat her nedense,
belki de mevkiim sebebiyle, o şeref öteki babalardan ziyade
bana layık görülmüştür. Ah, Ali Rıza Bey, dünya keşki sizin bildiğinize
benzeseydi!
Müdürün ısrarlarına rağmen Ali Rıza Bey, titreye titreye ayağa
kalkmıştı:
- Şimdi, bu zavallı kıza yapılacak hiç bir şeyiniz yok mu?
28. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Bu suali hala vicdanınızın temizliğinden şüphe etmediğim için
soruyorum.
- Ona ancak para yardımında bulunabilirim... Nitekim bunu
kendisiyle de konuştum.
- Bu kadar mı?
- Bu zamanda bir insana para yardımından daha ciddi bir
muavenet olabileceğine emin misiniz?
Genç adam, bunu hafif bir merhamet ve istihza ile söylemişti.
Fakat tekrar tavrını değiştirerek tatlı bir ciddiyetle sordu:
- Hocamsınız; bu itibarla biraz babam sayılırsınız, ben de
size bir sual soruyorum. Bu vaziyette bir kadını nikahıma almamı
siz münasip görür müydünüz? Biraz evvel sizin bana söylediğiniz
gibi ben de sizin vicdanınızdan, insanlığınızdan şüphe
etmediğim için size soruyorum. Siz, bir babasınız. Benim yaptığımı
oğlunuz yapmış olsaydı bunu ona da tavsiye eder miydiniz?
Leman gibi bir maceradan arta kalmış bir kızı gelin diye
evinize kabul eder miydiniz?
Ali Rıza Bey, fena halde sarsılmıştı. Bir an gözlerini kapayarak
düşündü. Bu işi yapan hakikaten kendi oğlu olsaydı Leman
gibi şüpheli bir kızı evine, kendi masum çocuklarının arasına
29. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
sokar, ona gelinim der miydi?
İhtiyar adam hayır demekle davasını birdenbire kaybetmiş
olacaktı. Fakat buna rağmen, zaten ümitsiz olan bu davayı kaybetmeyi
yalan söylemeye tercih etti; mayus bir tavırla:
- Hakkınız var, dedi, razı olmazdım.
Müdür, onu nazik bir yerinden yakaladığına memnun, daha
kıskıvrak bağlamak isteyerek:
- O halde, dedi, bahusus, benim de bir talebeniz, bir evladınız
olduğumu düşünerek?
Mutlaka istediği gibi bir cevap bekleyerek ihtiyarın gözlerine
bakıyordu.
Fakat Ali Rıza Bey, dargın bir inatla başını önüne eğdi:
- Oğlum böyle bir iş tutsaydı yapacağım şey açıktı: Onu reddederdim,
bir daha yüz yüze gelmezdim.
- Ali Rıza Bey, biraz tabii olalım. Bu kız, mutlaka bir parti
vurmak, benimle evlenmek istiyordu. Bu, kabil olmadı; fakat
buna mukabil kendisine mümkün olduğu kadar yardım edeceğim.
30. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Aylığı artacak, ayrıca bir tazminat da vereceğim. Kendi de,
annesi de sıkıntıdan kurtulacak.
Müdür, Ali Rıza Bey'in yanına gelmişti.
Hafif hafif omuzlarını okşuyor, gönlünü almaya çalışıyordu:
- Ne kadar güzel kalplisiniz. Emin olun ki bu derecesi fazla...
Adamakıllı üzülüyorsunuz.
İhtiyar adam, gözlerini yerden kaldırmayarak mahzun mahzun
gülümsüyordu:
- Üzülüyorum. Muhakkak ki çok üzülüyorum. Fakat zannettiğiniz
gibi o kıza değil, kendi çocuklarıma üzülüyorum.
- Kendi çocuklarınıza mı, ne münasebet?
- Çünkü bu vak'a üzerine sizden ayrılmaya mecburum. Çocuklar,
belki aç kalacaklar da...
Muzaffer Bey, bunun bir naz, kuru sıkı bir tehdit olmadığını
derhal hissetmişti. Fakat anlamıyor, inanmıyor gibi göründü:
- Ne söylüyorsunuz, dedi, size ne yaptım? Benden ne fenalık
gördünüz?
31. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Ali Rıza Bey, değişmesine imkan olmayan kararlarını verdiği
sükunetle ve biraz evvelki karışıklığa mukabil büyük bir intizam
ile söylemeye başladı:
- Bilakis, sizden çok iyilik gördüm. En müşkül bir zamanda
elimden tuttunuz. Bana daima nezaketle, hürmetle muamele ettiniz.
Bunun için size minnettarım. Fakat, bu vak'adan sonra
nasıl burada kalabilirim? Biraz evvelki sözlerimi hatırlayınız.
Oğlum böyle bir iş tutsaydı onu reddederdim, artık yüz yüze
gelmezdim demiştim, değil mi? Siz de başka bir evladımsınız.
Demek sizi de reddetmeye mecburum. Siz, buraya benim vasıtamla
girmiş bir kıza el uzattınız. Ben size kadın getirmiş bir insan
mevkiinde kaldım. Hakikat böyle olmasa bile bunu herkese
nasıl anlatırsınız? Leman'ın anası gibi benim ve benim çocuğumun
da bu kapıdan yiyeceğimiz ekmek artık temiz ekmek olamaz.
Muzaffer Bey, işin ciddiliği karşısında hakikaten telaşlanmıştı:
- Hocam, rica ederim, müsaade edin, ben de söyleyeyim, diye
sözünü kesmek istiyordu. Fakat Ali Rıza Bey inatla başını sallayarak
devam etti:
- Hacet yok, söyleyeceklerinizi biliyorum. Bunlar belki doğrudur
da... Fakat bunlar benim ihtiyar kafamın alacağı şeyler değil...
32. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Müdür, ihtiyar memurun inadını kıramayacağını anlayınca:
- Hocam, bari size başka türlü bir yardımda bulunmama müsaade
edin, dedi.
Ali Rıza Bey, bir çocuk sadeliğiyle gülümser gibi:
- Artık sizden hiç bir şey kabul edememeye mecburum, dedi.
Üzülmeyin, ne yapalım? Büsbütün ölmedim ya, elbet bir çaresini
buluruz.
- Tekrar görüşürüz değil mi?
- Elbet çocuğum, ona ne şüphe?
Ali Rıza Bey, böyle söylemekle beraber bir daha onunla mahşerde
bile yüz yüze gelmeyeceğini gayet iyi biliyordu.
-V-
ALİ Rıza Bey, o akşam son vapura kaldığı için otobüs bulamamıştı.
Bu, onun ilk defa başına gelen bir şey değildi.
Şirkette geciktiği akşamlar kırk, elli kuruşu gözden çıkararak
bir paraşola binerdi. Ne yapsın, bu, bir meslek mecburiyeti idi.
33. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
O akşam da iskeleden çıkınca dalgın dalgın arabaların durduğu
yere doğru yürümüştü. Fakat birdenbire işsiz, aylıksız bir
adam olduğunu hatırladı.
Artık böyle lükslere hakkı kalmamıştı. Yolunu çevirdi. Üç,
beş ayak satıcısı işportalarındaki son yemişleri ve zerzavatları
bir an evvel satıp gitmek için alabildiğine bağırıyorlardı.
Ali Rıza Bey, onların önünde biraz oyalandı. Malların en kötüsü
ve çürüğü kalmıştı amma fiyatlar da sabahkine nispetle,
yarı yarıya düşmüştü. Bundan sonra alışverişi bu saatlerde yapmalı
idi. Ah, niçin bu ince hesaplara daha evvel akıl erdirememişti?
Gittikçe tenhalaşan Üsküdar sokaklarını ağır ağır geçti. Karacaahmet
mezarlığının yokuşunu tırmanmaya başladı. Ali Rıza
Bey'in, öteden beri yola yüzü yoktu. Hele yokuşları karşıdan
gördüğü vakit göğsü tıkanırdı.
Böyle olduğu halde bu en yorgun olması lazım gelen gecede
vücudunda garip bir kuvvet duyuyordu. Bir aralık yol kenarındaki
taşlardan birine oturmayı düşündü. Fakat buna cesaret edemedi.
Bu korku, yolun tenhalığından yahut etrafındaki
mezarlardan ileri gelmiyordu.
Bilakis, her zaman oldukça vehimli bir adam olmasına rağmen,
34. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
bu gece, tehlikenin her türlüsüne karşı içinde büyük bir
kayıtsızlık ve pervasızlık vardı. Fakat oturup düşünmeye başlarsa
servilerin arasında, etrafındaki gecenin derinliğinden umulmaz
bir ümitsizlik gelip çökecek ve bu ye'sin pençesinden bir
daha kendini kurtaramayacak sanıyordu.
Ali Rıza Bey'in evi o gece her zamankinden ziyade aydınlık
gibiydi. Bunu evvela uzun müddet karanlıkta yürümüş olmaktan
ileri gelen bir vehim sandı.
Fakat, daha ziyade yaklaşınca anladı ki bu gördüğü; hakikattir.
Evinde bu gece anlaşılmaz bir fevkaladelik vardı. Bahçe kapısı
açıktı. İçerde ağaçların arasında fenerler yanıyordu. Daha
epeyce uzakta Ayşe'nin ince sesi ile geliyor! diye haykırdığını
işitti. Kızları, hatta daha garibi, pek ehemmiyetli bir iş olmadıkça
bahçeye bile çıkmayan karısı onu karşılamak için sokağa
koşuyorlardı. Bunun sebebi neydi acaba? Bu gece, bu evin onu
her zamandan daha karanlık ve sessiz karşılaması lazım gelmez
miydi?
Fevkalade şaşırmasına rağmen ne Ali Rıza Bey bir şey söylüyor,
ne de onlar bir şey söylüyorlardı.
Ayşe, heyecanla babasının elini yakalamış, acele acele onu içeri
götürüyordu.
35. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Nihayet, bahçedeki çardağın altına kurulmuş süslü bir sofra
başında ona müjdeyi verdiler.
Büyük oğlu Şevket, müsabakayı kazanmış, yüz lira aylıkla bir
bankaya memur olmuş.
Ali Rıza Bey, o gün ikinci defa olarak gözlerini gökyüzüne
kaldırdı. Bu, ne tesadüftü ya Rabbi! Yüz lira... Hemen hemen
kendi kaybettiği aylığa yakın bir para. Muharebe ederken vurulmuş
bir asker gibi kendi düştüğü yerden bir başkasının kalktığını,
omuzlarından ağırlığını, elinden silahını alarak çarpışmaya
devam ettiğini görüyordu.
Ali Rıza Bey, oğlunu en küçük yaştan beri: Benden sonra
bu ailenin babası sensin; ben ölünce sen benim yerime geçeceksin!
diye büyütmüştü.
İhtiyar adam, oğlunun nahif, kumral başını göğsüne çekmiş,
gözlerindeki yaşları bir türlü saklayamıyordu.
Çocuklar, o güne kadar babalarının ağladığını görmemişlerdi.
Hepsi de bu yaşları sevinçten, iftihardan geliyor, sandılar.
-Vİ-
36. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
ŞEVKET, Ali Rıza Bey'in büyük oğlu idi. Yirmi yaşını iki
ay evvel bitirmişti. Tahsili oldukça düzgündü. Bilhassa iyi lisan
bilirdi. Fakat bunu bütün gezginci memur çocukları gibi iki, üç
seneden fazla devam edemediği mekteplerden ziyade babasının
gayretine borçlu idi.
Ali Rıza Bey, bu ilk çocuğu ile, çiçek meraklısı bahçesi ile oynar
gibi oynamış, onu ancak kendi hayalinde yaşayan mükemmel
insan modeline göre işlemişti. Büyük bir kısmı bugüne, hatta
dünyanın hiç bir gününe yarar şeyler olmamakla beraber Şevket,
pek çok şeyler öğrenmişti. Ali Rıza Bey'in fikrince onun
tam bir insan olması için bir de yüksek tahsil lazımdı. Ne çare
ki kader buna müsaade etmemişti. Buna rağmen Şevket'e yarım
bir eser de denemezdi.
Çünkü bu yaşında, değil İstanbul'un, Avrupa'nın yüksek mekteplerinde
okumuş gençlerle baş koşuyor, ihtiyar babasının en
bunaldığı bir saatte imdadına yetişiyordu. Göklerden gelmiş bir
yardıma benzeyen son muvaffakiyet, bunun en parlak bir delili idi.
Fakat Ali Rıza Bey'in asıl tesiri Şevket'in kafasından ziyade
kalbinde olmuştu. İhtiyar memur, dünyada her şeyden şüphe
eder, oğlunun ahlakından şüphe etmezdi. Ona göre Şevket, dünyanın
hiç bir kuvvetinin kırıp kirletemeyeceği bir elmas parçası idi.
Altın Yaprak Anonim Şirketini bu kadar pervasız bir şekilde
37. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
tekmelemesinin asıl sebebi de bu çocuğa güvenmesiydi. Fakat
ne de olsa beklediği imdadına bu kadar çabuk geleceğini ümit
edemezdi.
Şevket, babası gibi mağrurdu. Belki kazanamam, küçük düşerim
düşüncesiyle müsabakaya girdiğini ailesinden saklamıştı.
Evdeki aydınlığa, bahçedeki sofraya gelince, bu Şevket'in çok
eski bir vaadi idi. Ali Rıza Bey, onu ilk mektebe başlattığı gün:
Şevket, büyüyüp memuriyete geçtiğin gün senden bir hindi ziyafeti
isterim. demişti.
Aradan geçen uzun senelere rağmen, vaadini unutmamış, o
sabah gazetede müsabakayı kazananların başında ismini okuyunca
ilk işi çarşıya koşup bir hindi almak olmuştu.
Bu ziyafetin hazırlığında büyük, küçük bütün ev halkının payı
vardı: Hayriye Hanım, büyük kızı Fikret ile mutfakta çalışmış,
Leyla ile Necla sofrayı hazırlamışlar, Ayşe, komşu bahçelerden
demet demet çiçek toplayıp getirmişti.
Ali Rıza Bey, biraz evvelki ye'sini tamamıyla unutmuştu. Yalnız,
sofraya kendi için hazırlanan baş iskemleye oturacağı vakit
bir şey düşünerek durdu. Sonra, dikkatle oğluna gülümseyerek:
38. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
- Şevket, seninle yerimizi değiştireceğiz, dedi. Sen baba, ben
ailenin büyük çocuğu olacağız.
Herkes, şaşırdı.
Fakat o, inad ediyor, emrediyor; oğlunu kolundan çekerek:
- Öyle istiyorum... Bana itaate borçlusun... diyordu.
Ali Rıza Bey, mecburiyet karşısında, tahtını oğluna terkeden
bir hükümdar tavrıyle Şevket'i yerine oturttu. Kendi, onun soluna,
karısının yanına geçti.
- Ailede, onun yeri ergeç orası olacak, diyordu. İşitiyor musunuz
çocuklar?... Zamanı geldiği vakit benim yerime onu baba
tanıyacaksınız, onu sayacaksınız.
İhtiyar adam, uğradığı felaketi, bu son sözleri söylerken sesine
verdiği ağır manadan başka bir şeyle hissettirmedi.
Daha bu geceden çoluğu çocuğu telaşa düşürmekte mana yoktu.
Bilhassa Şevket, sırtına yüklenen ağır mesuliyeti haber almadan
son bir gece rahat ve mesut uyumalıydı.
-Vİİ-
39. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
ALİ Rıza Bey, karısı ve büyük oğlu ile beraber erken uyanmaya
alışmıştı. Üçünün de sokakta ve evde ayrı ayrı vazifeleri
olduğu için öyle yapmaya mecburdular.
Fakat kızlara henüz dünya gailesi çökmemişti. Onların birkaç
saat yatakta tembellik etmelerinde şimdilik bir zarar yoktu.
Artık, kendisi evin bu tembelleri arasına karışmış olmasına rağmen
o sabah, yine güneşten evvel kalkmıştı. Her günkü gibi eline
bir kitap alıp pencerenin önüne geçti. Fakat bir türlü
okuyamadı. Karısı ateşi yakıp sabah çayını hazırlayıncaya kadar
açık bir sayfanın karşısında düşündü.
Kahvaltıdan sonra Hayriye Hanım, kocasının öğle yemeğini
hazırlamaya başlamıştı. Ali Rıza Bey, kızararak:
- İstemez hanım, zahmet etme... dedi.
Onun vapur işlemeyecek kadar fırtınalı zamanlarda bile bir
gün işinden kalmadığını bilen Hayriye Hanım telaşa düştü:
- İşe gitmeyecek misin bey?
- Hayır, gitmeyeceğim.
Ali Rıza Bey, bunu söylerken hocasına kızdığı için mektebe
40. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
gitmek istemeyen suçlu çocuklara benziyordu:
- Niçin?
İhtiyar adam, biraz evvel yanına oturduğu Şevket'in yüzünü
okşadı. Heyecanını belli etmemeye çalışarak:
- Şevket'e danışacak bir meselem var, dedi. Oğlum, beni iyice
dinledikten sonra hükmünü verecek... O, ne derse kabul etmeye
hazırım.
Ali Rıza Bey, öyle bir ses, öyle bir tavırla söz söylüyordu ki,
karısı ile oğlu bunların şaka mı, yoksa sahi mi olduğunu anlayamıyorlar,
birbirlerine bakıyorlardı.
İhtiyar adam, vak'ayı olduğu gibi anlattı. Oğlu ile açık seçik
şeyler konuşmaya alışık olmadığı için hikayenin ayıp taraflarına
geldikçe gözlerini başka taraflara çeviriyor, sesini ağırlaştırıyordu.
Hayriye Hanım'ın yüzünden şaşkınlıktan başka bir şey
okumak kabil değil. Fakat Şevket, babasını dinlerken yavaş yavaş
heyecanlanıyor, kara gözleri garip bir ateşle parlamaya başlıyordu.
Babası: Bu vaziyet karşısında istifadan başka bir şey
yapabilir miydim? diye sözünü bitirdiği vakit, o, hiç tereddüt
etmeden:
- İyi ettin baba!... dedi.
41. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Bu seste öyle bir isyan vardı ki, Ali Rıza Bey, ağlaya ağlaya
oğluna sarılmamak için kendini zor zaptetti.
Mahçup bir tavırla boynunu bükerek asıl sualini sordu:
- Yalnız, bir şey var ki, onu da konuşmak lazım oğulcuğum...
Bu şirket, benim için son bir ekmek kapısı idi... Beni bilirsin.
Kollarımı kavuşturup oturmak istemem... Belki artık iş bulamam...
Kardeşlerin daha meydana çıkmış sayılamaz... Benim
tekaüt maaşım pek az... Ailenin bütün yükü senin omuzlarına
yıkılacak... Bu, sana ağır gelmez mi?
Şevket, babasının bu tereddüdüne adeta isyan etti. Yirmi bir
yaşının ölçüsüz cesareti ile göğsüne vuruyor:
- Bunu söylemeye nasıl dilin varıyor baba? Benden şüphen
mi var? İcabederse daha başka türlü de çalışırım. Kardeşlerimi
nasıl olsa meydana çıkarırız! diyordu:
Şevket, dün gece sofrada babasının yerine niçin oturduğunu
şimdi anlamıştı. Vak'aya canı sıkılmak şöyle dursun, bu yaşta
bir aile babası mevkiine geçtiği için adeta gururlanıyordu. Baba,
oğul heyecanla birbirlerine öptüler.
42. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Ali Rıza Bey biraz sonra karısı ile yalnız kaldığı zaman
memnuniyetinden gülerek:
- Bir baba için bu, ne saadet! dedi.
Ağır ağır sofrayı temizlemekle meşgul olan Hayriye Hanım,
başını çevirmeden:
- Evet... öyle... dedi.
Kadının çehresi nedense çatkındı, sözler adeta ağzından dökülüyordu.
Ali Rıza Bey kuşkulandı:
- Neye öyle yarım ağızla cevap veriyorsun?... diye sordu.
Hayriye Hanım, hafifçe titizlenerek:
- Yarımı, bütünü var mı? Evet... öyle... diyorum! dedi.
- Yok amma, başka türlü söylüyorsun.
Kadın, işini bırakarak Ali Rıza Bey'e döndü:
- Darılma amma, sen ihtiyarladıkça tuhaflaşıyorsun.
- Şuna açıkça bunuyorsun desene!
43. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Bunu söylerken karısından bir protesto bekliyordu; fakat o,
cevap vermeden arkasına döndü. İş ciddileşiyor, sebebini bilmediği
bir korku, Ali Rıza Bey'in yüreğini sıkmaya başlıyordu.
Ali Rıza Bey, arasıra merhamet, yahut yüz yumuşaklığı sebebiyle
birine para kaptırdığı yahut evine lüzumsuz bir şey satın
aldığı zaman garip bir üzüntü duyar, karısı: Ziyanı yok... üzülme,
ne yapalım. Olmuş bir şey... diye teselli etmedikçe bir türlü
yüreği rahatlamazdı.
Ancak, Hayriye Hanım, ailenin menfaatine dokunan işlerde
hiç şakası olmayan maddi, hesaplı bir kadındı. Kocasını epeyce
üzüp yaptığına pişman etmedikçe beklediği teselliyi vermezdi.
Hatta bu yüzden aralarında kavga çıktığı bile olurdu. Ali Rıza
Bey, yüz yüze kavga etmeye cesaret ettiği tek insan karısı olduğu
için, çocuk gibi hırçınlaşır:
- Sen, zaten böylesin... İnsanın içine sindirmezsin. İnşallah
geberirim de kurtulursun! diye bağırıp çağırırdı.
Hayriye Hanım onu bir zaman üzüp bağırttıktan ve yaptığını
iyice burnundan getirdikten sonra politikayı değiştirirdi.
İhtiyar adam, bugün karısında bir şeyler sezinledi. Yaptığı şeyin
doğru olduğuna zaten içinden kendi de pek inanmıyordu.
44. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Ancak, karısının birkaç tatlı sözü idi ki, onu bir dereceye kadar
sakinleştirecekti. Fakat aksi kadın, Ali Rıza Bey'in hayatta
en sıkı ve acı bir gününü yaşadığını anlamıyor, kaşlarını çatarak
somurtmakta devam ediyordu. Ali Rıza Bey, biraz sustuktan sonra:
- Hanım, bana bak! dedi; bugün öyle bir muamele ediyorsun
ki ölsem unutamayacağım... Yazık sana.
Hayriye Hanım, ikinci defa olarak döndü, en şiddetli azarlardan
ziyade tesir edeceğine emin olduğu bir hüzün ve samimiyetle:
- Niçin böyle söylüyorsun, Ali Rıza Bey? dedi, seni işiten
bir rütbe filan almışsın da seviniyorsun zanneder. Şirketten aldığın
yüz on beş lira ile zaten kıt kanaat geçiniyorduk. Bugün
onu da elinden kaçırdığını söyledin. Bu, bizim için açlık demektir...
Sevinip boynuna mı sarılmalıydım?... Sen de biraz insaf et!...
Ali Rıza Bey, lakırdı bulamayarak gülünç bir surette birkaç
kere yutkundu:
- Evet, amma namus... dedi, namusu kurtardık!...
Namus sözü bu saf, temiz ev kadınında her vakit büyük bir
tesir yapardı. Fakat açlığın kapılarına vurduğu bu saatte bu kelime
onun üstündeki kuvvetini kaybetmiş gibi göründü.
45. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
- Ali Rıza Bey, insaf et. Bunca yıllık karınım. Bana ahlaksız
bir kadın gözüyle bakarsan hem ayıp, hem günah olur. Ben
de senin kadar namuslu bir insanım. Fakat, ben senin yerinde
olsam, çocukların hatırı için buna göz yumardım.
Ali Rıza Bey, bu sözler üzerine ateş kesildi:
- Ne dedin bakayım, ne dedin?... Bir daha söyle.. Böyle bir
şeye göz mü yumardın? Yazık... Yazık sana!...
Diye bağırmaya başladı. Hayriye Hanım, gözlerini tavana
kaldırdı.
Sonra, aynı sakin hüzünle devam etti:
- Evet, Ali Rıza Bey! Sen ne dersen de. Onların hatırı için
ben, herşeye katlanırım. Çünkü ekmeksiz kalırsak onların namusu
tehlikeye girer.
Bu söz, Ali Rıza Bey'in kafasına bir sopa gibi indi. Bir gün
evvel şirkette bir başkasından işittiği sözü hatırlıyordu: Parasız
namus nihayet bir, iki göbek dayanır. Hangi korkunç kuvvetti
ki bu iki ayrı dünya kadar farklı insanı birbirlerine
tanımadan, aynı dilden konuşmaya sevkediyordu?
46. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Ali Rıza Bey, karmakarışık zihninde bu muammaya bir cevap
ararken kadın, devam ediyordu:
- Darılma Ali Rıza Bey... Kalbimde ne varsa söyleyeceğim.
Sen, çocuklarının menfaatini daima vehimlere feda ettin. Onlar,
onbeşer, yirmişer yaşlarına girdikleri için vazifeni bitmiş sanıyorsun.
İş öyle değil. Asıl vazifen şimdi başlıyor. Onlar,
eskiden minimini bebeklerdi. Ellerine kırk paralık bir düdük,
bir kırık bebek versen dünyayı vermişsin gibi bayram ederlerdi.
Bu çocukların her biri şimdi büyük bir insan oldu. Her şeyi anlıyorlar,
istiyorlar... Her birinin ne arzuları var? Bilmem amma
galiba onların terbiyelerinde de yanlışlık oldu.
- Çıldırmışsın hanım, benim çocuklarım öyle melekler ki...
- Onu ben de inkar etmiyorum. Çocuklarımız şimdiki halde
melek gibi çocuklar... Fakat bir yandan da zihinlerini çok açtık...
Dediğim gibi her şeyi görüyorlar, istiyorlar. Bu hal ile ilerde
de melek gibi kalacaklar mı? Kalsalar da içlenmeyecekler mi?
Sen, şimdiye kadar dışarda çalışıyordun, evinin içini, çocuklarını
pek yakından görmüyordun. İşte sana haber veriyorum bey.
Çocuklarımız için tehlike var. Benden günah gitti.
Ali Rıza Bey, bu davanın öyle kavga gürültü ile halledilecek
bir iş olmadığını anlamıştı. Şimdi yalvarıyordu:
47. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
- Kuzum hanım... Çocuk olma... Bu cihetleri ben de düşünmedim
değil. Fakat oğlumuzu işittin. Yavrum, kardeşleri için
her fedakarlığa hazır. Ondan şüphe etmezsin değil mi?
- Doğrusunu istersen şüphe ederim Ali Rıza Bey. Ne olsa
o da genç bir çocuk... Onun da kendine göre arzuları olacak.
Hem olmasa bile parmak kadar çocuğun boynuna yük olmak
günah değil mi?
Bu karı koca, bir sene münakaşa etseler bu noktada anlaşamazlardı.
Ali Rıza Bey, muhakkak, babaların en iyisiydi. Kendi
yüzünden çocuklarının herhangi birine en küçük bir zarar
gelmesine razı olamazdı. Fakat o, çocuğunu kendi yerine aile
reisi yapmakla ona dünya saadetlerinin en büyüğünü verdiğine
kaniydi. Onun için Şevket'in aile yükünden şikayet etmesi kral
olan bir insanın başına giydiği tacı ağır bulması nevinden anlaşılmaz
bir şeydi.
Fakat Hayriye Hanım, bu yüksek hikmetleri, işlenmemiş saf
kafasına bir türlü aldıramıyor, dakikadan dakikaya artan bir
heyecanla ateş püskürüyordu.
- Saçım ağarıncaya kadar sana çocuk gibi inandım. Ne bileyim
saçlı sakallı, okumuş, yazmış adam. Elbette bir bildiği var
48. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
diyordum. Artık yeter... Mademki bu işi bırakmak namus icabı
imiş, bırak... Lakin unutma ki pahalılık günden güne artıyor.
Bak, artık saklamıyorum. Melek gibi çocukların zaptedilmez
hale geliyorlar. Yokluk yüzünden evlatlarım birer birer dökülmeye
başlarsa iki elim, on parmağım yakandadır. Ölüp gitsen
bile seni mezarında rahat bırakmam...
Kadın, artık çocuklarına işttirmekten korkmayarak yüksek
sesle ağlaya ağlaya mutfağa girdi. Ali Rıza Bey, olduğu yerde
donup kaldı.
Demek ki bunca senelik kuzu gibi yumuşak başlı karısı da nihayet
isyan bayrağını açmıştı.
Elinde bir kova, bahçede dolaşıyor, çiçeklerin dibini eşeliyor,
zerzavatlara su veriyor, fidanların böceklerini ayıklıyordu. Fakat
aklında yalnız çocukları vardı. Karısı şüphesiz cahil bir kadındı.
Fakat telaşı pek sebepsiz görünmüyordu. Çocukları
hakikaten tehlikede miydi? Daha fenası karısının söylediği gibi
acaba onların terbiyelerinde bir yanlışlık olmuş muydu? Evvela,
büyük kızı Fikret'i gözünün önüne getirdi.
Bu, on dokuz yaşında ufak tefek bir kızdı. Fakat otuz yaşında
bir insandan daha ağırdı.
Evde annesi için en kıymetli bir yardımcı, aralarındaki ehemmiyetsiz
49. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
yaş farkına rağmen kardeşleri için bir ikinci anne idi.
Fikret, güzel değildi. Fazla olarak sağ gözünde bir leke vardı.
Bu leke, zavallı kızın İç Anadolu memleketlerinden birinde çektiği
uzun bir göz hastalığından yadigardı. Ali Rıza Bey, o vakit
bir yolunu bulup çocuğu İstanbul'a atsaydı belki bir çare bulunurdu.
Ne yazık ki hastalık, işlerinin en sıkı ve karışık bir zamanına
rastgelmişti.
Fikret'te öyle emsalsiz bir ahlak güzelliği vardı ki onun bütün
kusurlarını kapardı.
Hatta Ali Rıza Bey'e göre o leke bile kusur sayılmazdı. Bilakis
bu, çehreye getirdiği mazlumluk, yüreğe verdiği rikkatle bir
ayrı güzellik bile teşkil ederdi. Ne çare herkes, bahusus evlenecek
gençler onu kendi baba gözüyle göremezdi.
Ali Rıza Bey, Fikret'i de hemen oğlu kadar ihtimamla yetiştirmeye
çalışmıştı. Yalnız o kızdı; kardeşi gibi hayata atılacak
değildi. Pratik bilgilere ihtiyacı pek olmayacaktı. Bunun için Ali
Rıza Bey ona, daha ziyade süs ve fantezi mahiyetinde şeyler öğretmişti.
Genç kız, hasta gözü için bir tehlike teşkil edecek kadar çok
kitap okurdu. Bunların çoğu romandı.
Ali Rıza Bey, kızının meşhur sanatkarlardan, meşhur eserlerden
50. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
bahsettiğini, hayat hakkında ağırbaşlı mütalaalar yürüttüğünü
gördükçe iftihardan ağzı kulaklarına varırdı.
Kızının yüzündeki bütün kusurları affettirecek kadar zeki, malumatlı
olmasını istemişti. Çok şükür, bu arzusunda muvaffak
olmamış denemezdi. Fazla olarak onu annesi derecesinde iyi bir
ev kadını olarak da yetiştirmişti. Çocuğunun bugün hiç bir eksiği
yoktu. Herhangi bir erkeği tam manasıyla memnun etmeye
muktedirdi. Ancak...
Ali Rıza Bey'in zihninde üzücü şüpheler uyanmaya başlıyordu:
Evet, kızın hemen hiç bir kusuru yok sayılırdı. Fakat onu anlayacak
erkeği nereden, nasıl bulacaklardı? Günden güne artacak
fukaralıkları bunu bir kat daha güçleştirmeyecek miydi?
Her gün etrafında birtakım gençler görüyordu. Bunların çoğu
ağız birliği etmiş gibi evlenmekten korkuyor veyahut alayla
bahsediyorlar; birçoğu da bunu bir ticaret işi addettiklerini, yani
paralı kız aradıklarını açıkça söylüyorlardı. Evet, karısı pek
haksız değildi. Fikret, galiba yanlış terbiye edilmişti. Çirkin bir
kalbin içine uyanık bir ruh koymak niçin? Beğenilmediğini, her
yerde, her şeyde ihmal edildiğini daha çabuk farketsin diye mi?
Çirkinin ağzındaki güzel söz, acizin ağzındaki haklı söz kadar
boş, faydasız bir şeydi.
Ali Rıza Bey, bu nokta üzerinde düşündükçe içindeki şüpheler
51. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
kuvvetleniyordu: Evet, Fikret, yanlış terbiye edilmiştir. Bu
çirkin kız ne kadar anlarsa o kadar isteyecek, neticede o kadar
ıstırap çekecekti. Keşki onu hayatta bir erkek gibi çalışıp çarpışacak
dişli, tırnaklı, duygusuz ve fikirsiz bir kız olarak yetiştirseydi.
Çocuğu gerçi bugünkü emsalsiz Fikret olmaz, kendisi onu
kızım diye düşünürken duyduğu saadetten mahrum kalırdı.
Fakat ne ziyanı var; o, mesut olurdu ya!
Ali Rıza Bey, Fikret'ten sonra Leyla ile Necla'yı gözünün önüne
getirdi. Onlar, ablaları kadar zeki değildiler; fakat tam manasıyla
güzeldiler. Leyla, on sekizini sürüyordu.
Necla on altıya daha yeni basmıştı. Bu zamanda onlara aklı
başında, helal süt emmiş birer koca bulmak da mesele idi. Maamafih
bu, o kadar güç değildi.
Zamane gençleri Fikret'teki ruh güzelliğinden bir şey anlamayabilirlerdi.
Fakat Leyla ile Necla, yüzleri sayesinde nasıl olsa
kendilerini satarlardı. İş, o güne kadar bu temiz, fakat her genç
gibi zayıf ve hoppa çocukları, etraftaki görünür görünmez kazalardan
muhafaza etmekte idi.
Ayşe'ye gelince, Ali Rıza Bey, onu öteden beri kardeşlerinin
malı addetmeye alışmıştı. Kendi olsa da, olmasa da Şevket onu
52. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
daima himaye etmeye muktedirdi.
İhtiyar baba, o gün bahçe ile uğraşırken mütemadiyen bunları
düşündü.
- Vİİİ -
İLK tekaütlük ve işsizlik günleri...
Bugünün ergeç gelip çatacağını, her çalışkan insan gibi bir gün
kendinin de çürüklüğe atılacağını biliyordu. Fakat o, bugünleri
büsbütün başka türlü düşünmüştü.
Tekaüt olduğu zaman çocuklarına karşı bütün vazifesini bitirmiş,
onların hepsini ev bark sahibi etmiş olacaktı.
Gözlerini kapayıp ilerisini düşündükçe daima şu rüyayı gördü.
Tektük torunlar doğmaya, yetişmeye başlamış, kendi havalarında
olan genç babalar, cahil anneler bu çocukların bütün
yükünü onunla karısının üstüne yıkmışlar. Sen misin artık hayattan
çekildim, bir köşede ölümü beklemekten başka işim kalmadı
diyen, al bakalım diyorlar.
Büyükbabanın artık başını kaşımaya vakti yoktur. Kah çocukları
kırda oynamaya götürüyor, kah onlara ocak başında masallar
söylüyor. Sonra biraz kabacalarına ailenin tarihini
53. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
öğretmek; vaktiyle babalarına, analarına olduğu gibi onlara da
fazilet, doğruluk dersleri vermek lazımdır.
Hasılı, bu zamanlar o kadar işe, gürültü ile doluyor ki, vakit,
saat gelince ölüm döşeğine yatmaya vakit bulamıyor, çocukların
düdük sesleri, davul, trampet patırtıları içinde, belki farkında
olmadan, ölüyor. Bir insan için saadetin bundan büyüğü
düşünülür mü?
Ali Rıza Bey'in öteden beri en büyük şikayetlerinden biri de
kitap okumaya vakit bulamaması idi. Her zaman okuduğu sayfanın
en tatlı yerinde bir iş çıkardı. Hele sabahları karısının
Haydi Ali Rıza Bey, vakit geldi; vapura yetişemeyeceksin diye
Azrail gibi başına dikilmesi o kadar zıddına giderdi ki...
Ali Rıza Bey, kitabı kapatırken daima: Ah, bir tekaüt olsam
diye söylenirdi. İstediği gün gelmişti. Artık karısı: Haydi
Ali Rıza Bey... kitabı bırak diye onu rahatsız etmeye gelmiyordu.
Fakat aksiliğe bakın ki artık kitaplarda eski tad
kalmamıştı.
Karısının ilk günlerindeki çatkınlığı, titizliği bir türlü geçmiyordu.
Ali Rıza Bey, evvela uzun müddet onunla dargın durmuş; fakat
karısının aldırmadığını görünce yine kendiliğinden barışmıştı.
54. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Hayriye Hanım'ın bu hareketi kadar ona dokunan bir şey yoktu.
Bir gün ona:
- Yazık, hanım sana... Demek sen, bana sırf memuriyetim
için, kazandığım para için ehemmiyet veriyormuşsun, dedi.
Onun kızmaya bile lüzum görmeden dudak büktüğünü görünce
yalvarır gibi tavır aldı:
- Biz hayatta iki silah arkadaşı gibi idik. Elimdeki silahımı
aldıkları bir zamanda beni arkamdan vurmak doğru mu?
Bu sözü uzun zamandan beri zihninde hazırlamıştı. Öyle sanıyordu
ki, karısı bunu işitince ağlayarak boynuna sarılacak ve
aralarındaki ihtilaf nihayet bulmuş olacak. Fakat aklınca çok
müessir olan bu söz, Ali Rıza Bey'in yalnız kendi gözlerini yaşarttı.
Hayriye Hanım bilakis çok hissiz bir bakış, kapalı bir çehre
ile omuz silkti:
- Ne yapalım?... Kendi düşen ağlamaz!
-İX-
ALİ Rıza Bey'in bütün tekaüt memurlara benzemesi için bir
ay kafi geldi.
55. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Dönerken eskiliği görünmeyen araba tekerlekleri gibi onun
da işlerden görünmeyen ihtiyarlığı birdenbire durunca, bütün
haraplığı ile meydana çıktı. İki yanında boş yere sallanan kollarının
ağırlığı omuzlarını çökertmeye, sırtını kamburlaştırmaya
başladı.
Kılığı kıyafeti bozuldu. Pantolonunun diz kapakları, kollarının
dirsekleri sarktı. Halbuki eskiden ne kadar güzel ve temiz
giyinen bir adamdı. Üstündeki tozlar artık süpürülmekle gitmiyor,
elbiselerine işlemeye başlıyordu. Sabahları yine güneşle beraber
kalkıyordu. Fakat o saatlerde artık eskisi gibi tazelendiğini
duymuyor, bilakis gökyüzünde güneşin o gün geçeceği yolların
uzunluğuna baktıkça vücudunda derin bir yorgunluk duyuyordu.
Ne kitaplarında, ne bahçesinde artık eski bir renk kalmamıştı.
Mamafih, alışkanlık kuvvetiyle yine divanlarını karıştırıyor;
bahçeyi kaplayan fena otları yoluyor, çiçekleri sulamaya uğraşıyordu.
Fakat aradan uzun zamanlar geçti hissiyle başını kaldırıp
güneşi yine olduğu yerde görünce ne yapacağını şaşırıyordu.
Sabah, akşam vapur saatlerinde sokak kapısına çıkmayı adet
edinmişti. Elleri arkasında, bahçe duvarının boyunca ağır ağır
gidip gelir, havada leylek sürülerinin uçtuğuna bakan kırık kanatlı
bir leylek mahzunluğu ile memurların kafile halinde işlerine
gidip gelmelerini seyrederdi.
56. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Ali Rıza Bey, öteden beri kahvelerin, gazinoların baş düşmanı
idi. Memurluğu zamanında mütemadiyen: Nedir bu miskinhaneler
efendim? Elimde kuvvet olsa bunların hepsini
kapatırım! diye söylenmişti.
Onların, işi, ekmeği ve evinde rahatı olmayan zavallı tekaütler
için ne bulunmaz teselli köşeleri olduğunu şimdi anlıyordu.
Evvela Çamlıca'ya, yahut Üsküdar çarşısına doğru yaptığı
uzun yürüyüşler esnasında kır kahvelerinde dinlenmekle başlamıştı.
Sonra, yavaş yavaş çarşı ve mahalle kahvelerine alıştı. İlk
zamanlarda kendi kendine bir köşeye çekilerek gazete okuyordu.
Bunların daimi müşterilerine karşı duyduğu tiksinme hala
geçmemişti.
Kat'iyyen onların aralarına karışmamak azmindeydi. Kendisi
buralarda hiç bir zaman seyirciden başka bir şey olmayacaktı.
Neler görüp işitiyordu? Öyle yaşlı başlı erkekler vardı ki
evlerinin içyüzünü hiç sıkılmadan anlatıyorlar, ne yediklerini,
hatta bazen, hiç yiyecek bulamayarak aç kaldıklarını söylüyorlardı.
Bazıları mütemadiyen tavla, iskambil oynuyorlar, arada bir
durarak ağıza alınmayacak küfürlerle birbirlerine sataşıyorlar,
sonra hiç bir şey olmamış gibi oyunlarına devam ediyorlardı.
Hatta bir gün, vaktiyle büyük işlerde bulunmuş bir tekaüdün
57. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
dayak yediğini görmüştü.
Ali Rıza Bey'e göre bu adamın bu rezaletten sonra artık insan
içine çıkmaması hatta arından ölmesi lazımdı. Halbuki ertesi
gün onu aynı kahvede, hiç bir şey olmamış gibi tavla oynar
bulmuştu.
Evvela, dertleşmek için adam arayan bir iki biçareyi dinledi.
Sonra yavaş yavaş ahbaplar çoğaldı. Fakat gururu hala devam
ediyordu.
Başkalarını her zaman dinlediği halde kendi derdine dair bir
tek kelime söylemiyordu.
Nihayet, anladı ki, kahve işsizlikten ve aile dirliksizliğinden
doğan ıstıraplara karşı sığınılacak tek köşedir. O da olmasa, mütekaitler
için ölmekten başka yapılacak iş kalmayacaktı.
-X-
ALİ Rıza Bey'in de nihayet bir kahvesi ve sekiz on yaşlı mütekaitten
mürekkep bir grubu oldu. Ne yapsın, vakaların önünde durulmazdı ki...
Bunlar, geçinme cihetinden sıkıntı çeken ihtiyarlardı. Tekaüt
aylıkları, günün ihtiyaçları karşısında devede kulak gibi kalıyordu.
58. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Birçoğu temiz, namuslu adamlardı. Bazıları Elimize fırsat
geçtiği zaman neye çalmadık? diye hayıflanıyorlar; bazıları da:
Çalamadık; fakat mademki sonu böyle olacaktı; vaktimizi hoş
da mı geçiremezdik? Geceli gündüzlü çalışıp çabaladık; bizi limon
gibi sıkıp suyumuzu aldıktan sonra posamızı attılar diyorlardı.
Ali Rıza Bey, kendi gibi, onlara da için için acıyordu; fakat
sözlerine hak veriyordu. Hatta bu yüzden ufak tefek münakaşalar
bile ediyordu.
Ali Rıza Bey'in en büyük karı yeni arkadaşlarından ucuz alış
veriş usulleri öğrenmek olmuştu.
Kömürü, eti, yağ ve zerzevatı nereden, nasıl alacağını artık
biliyordu. Yalnız öğrendiği usullerin hepsini tatbike imkan yoktu.
Bunun için esnafla laubali olmak onlara kah aksilik, kah dalkavukluk
etmek lazım geliyordu. Bunlar, hiç bir zaman Ali Rıza
Bey'in ağır tabiatına uyacak şeyler değildi. Bir gün, uzun zaman
belediye reisliğinde bulunmuş bir arkadaşıyle çarşıya çıkmıştı.
Zerzevat alacaklardı. Pazarlık esnasında kavga çıkmış,
dükkancı eski belediye reisinin elindeki kabakları çekip almış:
Git işine ihtiyar... Sen alış verişe değil, eğlenceye çıkmışsın...
Paran yoksa çayırdan ot topla da onları ye! diye adamcağızı
göğsünden ittiği gibi zerzevat küfelerinin içine yuvarlamıştı. Ali
Rıza Bey, utancından yerin dibine girmiş, bir daha kimse ile çarşıya
59. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
çıkmamaya tövbe etmişti.
Ali Rıza Bey, tekaüt arkadaşlarından hemen hepsinin evlerinden
şikayet ettiklerine dikkat etti. Demek bu cihette de yalnız
değildi. Kavga, bu fakir tekaütlerin evini, bir salgın gibi kasıp
kavuruyordu. Ali Rıza Bey, bu geçimsizliklerin hep aynı sebepten
şerait-i iktisadiyeden, o melun kuvvetten ileri geldiğine
artık iman etmişti.
Zavallı ihtiyarlar, sabah oldu mu bir yangından kaçar gibi,
kendilerini evden dar atıyorlar, gece yarısına kadar kahvede oturuyorlar,
kavga ediyorlar, uyukluyorlardı. Halbuki, onlar sıcak
bir aile ocağına şimdi her zamandan ziyade muhtaçtılar. Hep
bu ihtiyarlık günlerini düşündükleri içindir ki, ailenin bin türlü
zahmetlerine şimdiye kadar hiç şikayetsiz katlanmışlardı. Ne ummuşlar,
ne çıkmıştı!, Ya, Allah esirgesin, bu kahveler de olmasaydı!
En garibi bu ihtiyarların çoğu şimdiye kadar en çok neden
korkmuşlarsa ona uğramışlardı. Mesela bugün hayatında borç
etmekten delicesine ürkmüş eski bir kalem müdürü vardı ki, aylık
kağıdını bir türlü sarrafın elinden kurtaramıyor; ödenmesine
imkan olmayan bakkal, kasap borçları için hapse girmeye hazırlanıyordu.
Alacaklı esnaf ilk defa kapısı önünde bağırıp çağırmaya
başladığı zaman ölecek gibi olmuştu. Fakat şimdi
aldırmıyor, hatta hapis tehlikesini bile feylesofça bir tevekkülle
60. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
karşılıyordu: Ne yapalım... Heriflerin hakkı kalmasın. Borcumuzu
para vermekle ödemiyoruz; bari hapis yatmakla ödeyelim.
Yine bir eski malmüdürü vardı ki, gençliğinde delice titizliğiyle
şöhret almıştı. Ayağından çıkmış bir çorabı yıkanmadan bir
daha giymezdi. Şimdi bu adamcağızın yakasında bitler geziyordu.
Karısı iki sene evvel kötürüm olmuştu. Evinde başka kimsesi
yoktu. Bütün işler onun üstüne yıkılmıştı. Fazla olarak da gece
gündüz hasta kahrı çekiyordu.
Bir üçüncüsü birkaç günde bir gelininden, damadından dayak
yer. Bir daha bu eve dönersem bana lanet olsun! diye
elinde bir bohça ile kahveye gelirdi.
Gece, müşterilerin dağılmasına yakın uyku bastırınca ve gecenin
ayazı romatizmalı ayaklarını sızlatmaya başlayınca kararını
değiştirir, yine bohçası kolunda, kös kös evinin yolunu
tutardı. Arkadaşları ona acımaktan ziyade gülerler: Ettiğini
çekiyor! derlerdi. Bu, bir derece kadar doğru idi. Eskiden uzun
seneler askeri rüştiyede hocalık etmiş olan bu adam, kim bilir
ne kadar çocuğun canını yakmıştı!...
Kahvenin müşterileri arasında bir de Sermet Bey isminde bir
eski vali vardı. Fakat bu, öteki tekaütler gibi değildi. Bilakis
kıyafetinden, sözlerinden, hali vakti yerinde bir adam olduğu anlaşılırdı.
61. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Sermet Bey memurluk hayatında doğruluğu ve namusu ile şöhret
almış bir adamdı. Yetmiş yaşına rağmen kırmızı çehresi, alabros
beyaz saçları, tertemiz kıyafetiyle dimdik durur, yüksek sesle
konuşurdu.
Herkes gibi Ali Rıza Bey de adama evvela ehemmiyet vermiş,
sözlerini hürmetle dinlemişti. Fakat sonradan Sermet Bey hakkında
fena şeyler işitti, bu kibar kıyafetli adamdan öteki bitlenenler
ve dayak yiyenlerden daha çok iğrenir oldu. Söylendiğine
göre bu adamın kızları sağlam ayakkabı değildi. O, burada yine
eskisi yüksek sesle ahlaktan, faziletten bahsederken evinde
tüyler ürpertici kepazelikler oluyordu. Zaten bu kadar temiz giyinmesinin
sebebi de bundan başka bir şey değildi.
Bazıları Sermet Bey'in hiç bir şeyden haberi olmadığını söylerdi.
Bazılarına göre ise bu adam çoluk çocuk ağzına düşen bu
rezaletleri sezinlemeyecek kadar ahmak, evde oluk gibi akan paranın
membaını keşfedemeyecek derecede bunak değildi. Domuz
gibi her şeyi biliyordu.
Ali Rıza Bey, bu dedikodulara karışmaktan fevkalade çekinmekle
beraber bir gün korka korka dedi ki:
- Bu ikinci ihtimal bana zayıf geliyor. İnsan, böyle şeyi bilir
de nasıl tahammül eder?
62. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Gülüştüler, Allah ne verir de kul götürmezdi?
Adamcağız, ilk zamanlarda, hiç şüphesiz bir parça sıkıntı çekmişti.
Fakat sonra yavaş yavaş alışmıştı.
Hasılı, bu kahvenin vakaları Ali Rıza Bey'e kısa bir zaman
için de olsa kendi dertlerini unutturuyordu.
-Xİ-
FUKARALIK; Ali Rıza Bey için ne güzel bir mektep olmuştu.
Her şeyi hakiki rengiyle, hakiki çehresiyle görmeye başladı.
Artık kimse bu parasız ihtiyara kendini olduğundan başka türlü
göstermek için canını sıkıntıya sokmuyordu. Hatta çocukları
bile...
Fikret'te kendisine karşı garip bir uzaklık ve soğukluk hissediyordu.
Bu çocukta için için anlaşılmaz bir şeyler geçiyordu.
Artık babasına sokulmuyor, ona eskisi gibi inanmadığını açıkça
gösteriyordu. Halbuki Ali Rıza Bey, bu sıkıntılı zamanlarda
bu nazik ve ağır çocuktan neler ummuştu!
Leyla ile Necla'ya gelince onlar da hemen hemen aynı halde
idiler. Görünüştü babalarına karşı hiç bir yolsuzlukları yoktu.
Fakat bilinmez bir sebepten ona kinlenmiş gibi göz göze gelmekten
63. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
çekiniyorlar, o, daha ağzını açarken işitecekleri şeylere inanmamaya
evvelden karar vermiş gibi inatçı bir tavırla başlarını
öte tarafa çeviriyorlardı.
Ali Rıza Bey, bu maceraya atılırken en ziyade çocukları üstündeki
nüfuz ve tesirine güvenmişti. Bu, böyle bir dalga idi ki,
ancak evin içinde herkes, kendisine inanır ve itaat ederse aşılması
mümkün olurdu.
Halbuki onlar, daha ilk sarsıntıda dağılıyorlar, büyük felaketin
karşısında onu yapayalnız bırakıyorlardı.
İhtiyar adam, bu bozgunu evvela Hayriye Hanım'dan bilmiş
ve Kendi ettiği yetmiyormuş gibi evlatlarını da zehirliyor, bana
karşı kışkırtıyor! diye karısına kinlenmişti. Fakat sonradan
anladı ki yok yere o fakirin günahına girmişti. Çocuklarını teşvik
etmek şöyle dursun, belki onu böyle acı ve hırçın yapan bilakis
çocuklarıdır. Bu fikri kuvvetlendirecek başka bir şey de
vardı. Hayriye Hanım, kocasına uzak durmakla beraber ev kadını
vazifesini hiç ihmal etmiyordu.
Zaten öteden beri iktisada son derece riayet eden bir kadındı.
Şimdi, bunu adeta hasislik, çingenelik derecesine çıkarmıştı. Bir
erkek, bu kadar hakir bir zamanda karısından daha ne bekleyebilirdi?
64. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Oğlu Şevket'e gelince; ihtiyar baba için dünyada teselli ve saadet
namına yalnız o kalmıştı. Bu Şevket, ne fevkalade bir mücevher
çıkmıştı. Genç adam, babasının gözünde yavaş yavaş bir
ilah mertebesine çıkmaya başlıyordu.
Ali Rıza Bey'i yakan ateşi şimdilik yalnız o, anlıyordu. Ailenin
bütün yükünü üstüne aldığı, en acı titizliklere hak kazanacak
kadar yorulup asabileştiği halde terbiyesini bozmuyor, sırası
düştükçe babasının dizlerine oturup sakallarını okşayarak onu
teselli ediyordu:
- Korkma baba... Ben hiç bir zaman ümitlerini boşa çıkarmayacağım...
Göreceksin ne kadar iyi olacağız, sonunda ne kadar
rahat edeceğiz... Her şeyden evvel kardeşlerimi yetiştirmeliyiz.
Biz bize kaldıktan sonra kolay. Seninle annemi nasıl olsa
mesut edebilirim.
Şevket, kardeşlerinin hepsini ayrı ayrı düşünüyordu; evde ihmal
ettiği yalnız bir kişi vardı; kendisi.
Ali Rıza Bey, bir gün onun ağzını aradı:
- Benden saklama Şevket; dedi, elbette sen de bir şeyler olmak
istiyordun... Bu felaket başımıza gelmemiş olsaydı ne yapacaktın?
- İyi bir mimar olmak isterdim, baba... Büyümek, para kazanmak,
65. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
şöhret kazanmak isterdim... Fakat ne yapalım... Kısmet değilmiş...
Belki daha fazla söyleyecekti, fakat babasının gözlerindeki acıyı
gördü. Gülerek sözünü değiştirdi.
- Fakat bunu öyle ehemmiyetli bir arzu sanma, dedi. Ben
şimdiki hayatımdan da çok memnunum. Hem gencim; işlerimiz
düzelirse. belki buna da vakit kalır.
Ali Rıza Bey oğluna inanmış göründü.
Sözü değiştirdiler; başka şeyler konuşmaya başladılar.
Kahvedeki tekaüt arkadaşlarından bazıları ibadette bir teselli
keşfetmişlerdi. Ali Rıza Bey'in ibadeti oğlunu düşünmekti. Zaman
zaman içindeki ümitsizlik dayanılmaz bir dereceye çıktıkça
Şevket'i aklına getirir, içine bir mabet serinliği çöktüğünü
duyardı.
Bir gün, bunu gözlerinde saklanamamış yaşlarla itiraf etti:
- Oğulcuğum, ben kendimi faziletli bir insan sanır, budala
gibi gururlanırdım. Meğer ben, senin yanında hiç kalıyormuşum,
dedi.
66. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Şevket şaşırdı:
- Ne söylüyorsun baba... Dünyada senin gibi insan tasavvur
edilir mi? Ne çocukluk? diye gülmeğe başladı.
Ali Rıza Bey, inatla başını salladı:
- Ben, senin yanında hiç kalırım oğlum, dedi. Niçin? dersen
ben, yaşadığım müddetçe zaten bir şey duymadım, istemedim.
Halbuki sen, çok hisli bir çocuksun. Her şeyi anlıyorsun,
istiyorsun... Böyle olduğu halde istediklerinden kendi ihtiyarınla
kendini mahrum ediyorsun. Aramızdaki fark bu yavrucuğum.
Bunun içindir ki, sen benden çok yükseksin...
-Xİİ-
EVDE çocuklar arasında hafiften hafife kavgalar başlamıştı.
Bu, evvela gizli oluyor ve Ali Rıza Bey, hakiki sebepleri keşfedemiyordu.
Bir gün Fikret, kardeşlerine çıkışıyor, ikinci günü Leyla'nın
odasında ağladığı işitiliyor, üçüncü gün Necla yemeğe inmiyordu.
Hayriye Hanım, artık şimdi bütün bütün yanına varılmaz bir
hale gelmişti. Ali Rıza Bey, mutlaka aksi bir cevap alacağını bildiği
için ona hiç bir şey sormaya cesaret edemiyordu.
67. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Gitgide gürültü büyüdü. Kimse kimseden çekinmez oldu. O
vakit ihtiyar çocuklarını ikiye ayrılmış gördü: Bir yanda Fikret,
bir yanda Leyla ile Necla.
Bu, artık evde bir baba nüfuzu, hürmet edilecek bir reis kalmadığını
gösteren en güzel bir delildi.
Leyla ile Necla, ailenin yaşayış tarzını beğenmiyorlar; yenilik,
eğlence ve daha birçok şeyler istiyorlardı.
Bu iki kız, öteki kardeşlerine nispetle daha hoppa, nazlı ve
şımarık büyümüşlerdi. Ali Rıza Bey, onların fikir ve terbiyeleriyle
fazla meşgul olmamıştı. Bu kadar güzel kızları mümkün
değil, uzun zaman kendilerine bırakmayacaklardı. Daha, nihayet,
üç, beş sene misafirdiler.
Ali Rıza Bey Leyla ile Necla namuslu birer kadın olarak yetişirlerse
kafidir derdi. Bütün tedbir onları kapalı büyütmekten
ibaret kalmıştı. Kızların fazla sokağa çıkmalarına, ağırbaşlı
tanınmayan ailelerin kızlariyle arkadaş olmalarına izin yoktu.
Karısına daima: Bu yaşta çocuklar için güzellik en büyük tehlikedir.
Gözünü iyi aç! diye tembihler verirdi. Ancak bu sıkıntının
da bir aksi tesir yapmasından korktuğu için evde onları
fevkalade okşamıştı. Bir dedikleri iki olmazdı.
68. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Son zamanlarda karısıyle çıkan kavgaları birçoğu bu yüzdendi.
Hayriye Hanım Leyla ile Necla için fazla para sarfedildiğinden
şikayet ettikçe Ali Rıza Bey: Senin aklın ermez hanım! Çocukları
eve kapıyoruz... İstediklerini yedirip giydirmezsek olmaz.
Sonra evden, ev hayatından nefret ederler. Keşki elimizden gelse
de onları evin içinde daha fazla memnun etmenin yolunu bulsak! derdi.
İlk çarpışma Hayriye Hanım'la ortanca kızları arasında oldu.
Kızcağız Leyla ile Necla'nın göz yaşlarına, hıçkırıklarına
epeyce zaman mukavemet etmişti. Ağırbaşlı Fikret, gürültünün
bu son safhasında annesine gizli gizli yardım ediyordu. Sonra,
ihtiyar kadında yorgunluk ve bozgunculuk alametleri belirdi.
İki yetişmiş evladın geceli gündüzlü ağladığını görmek dayanılır
şey miydi? Hayriye Hanım, Leyla ile Necla'nın tuvaletleri
için evin en zaruri masarifini kırpmaya başladı. Nihayet, yavaş
yavaş hesabını şaşırdı. Bu defa Fikret, annesinin bu zaafını tenkid
etti: Onları memnun etmek için bizi ihtiyaç içinde kıvrandırmaya,
evi felakete sürüklemeye hakkın yok anne!... demeye başladı.
Hayriye Hanım kendini müdafaa için Leyla ile Necla'yı da
müdafaa etmeye mecbur oldu: Onların da hakkı var... Herkesin
kızı gibi onlar da giymek ister... süs isterler... dedi.
Fikret, o vakte kadar küçük kardeşlerine kendi çocukları gözüyle
bakmıştı. Bu, onda, babasının mütemadi telkinleri neticesinde
doğup büyümüş bir duygu idi.
69. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Fakat, asıl annesi Leyla ile Necla'yı bu şekilde müdafaa edince
Fikret dayanamadı:
- Peki, ya biz? Biz köpek yavruları mıyız anne? Haydi, ben
kendimi hesaba katmayayım... Ayşe'ye günah değil mi? diye isyan
etti. O zaman kadar surat asmalar, gizli ayılıp bayılmalar,
sessiz göz yaşlarıyla devam eden kavga, böylece açığa vurulmuş
oldu. Partiler ayrıldı; karşılıklı atışmalar başladı. Bir yanda
Leyla, Necla, Hayriye Hanım, öbür yanda Fikret ile Ayşe vardı.
Yalnız, iki tarafın kuvvetleri müsavi değildi. Ayşe, pek küçük
olduğu için Fikret yalnız sayılırdı. Genç kız, Şevket ile Ali
Rıza Bey'i kendi tarafına çekmeyi düşündü. Şevket kardeşini
uzun uzadıya dinledikten sonra:
- Bu işlere beni karıştırmak doğru olmaz Fikret, dedi, eve
küçük bir hizmetim oluyor diye kafa tutmağa kalkıyorum zannederler,
kalpleri kırılır. Fakat ilerimiz için tehlike görürsem ben
de boş durmam.
Ali Rıza Bey'e gelince, o artık evinde bir bostan korkuluğu
mevkiine düşmeye başladığını gayet iyi görüyordu. Bu kavgaya
karışmak çocuklarla beyhude yere yüzgöz olmaktan başka bir
netice vermeyecekti.
70. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Şimdi, baba diye -bir dereceye kadar- hatırını sayıyorlardı.
O vakit, ona da lüzum görmeyecekler, zavallı korkuluk büsbütün
yıkılmış ayak altında kalmış olacaktı.
Onun için Ali Rıza Bey, evde seslerin titizleşmeye, yükselmeye,
başladığını işittiği zaman ya odasına kapanıyor, yahut mutfak
kapısından sokağa kaçıyordu.
- Xİİİ -
İHTİYAR baba, hiç bir şeyin farkında değil sayılırdı. Fakat
çocuklarını eskisinden çok daha iyi görüyor ve anlıyordu.
Ağır bir hastalık nasıl bir vücuttaki gizli illetleri açığa vurdurursa
bu buhran da onların çürük ve sakat taraflarını öyle meydana çıkarmıştı.
Fikret de, öteki kızları da bildiğinden ne kadar başka insanlarmış!
Kavga, yavaş yavaş şeklini değiştiriyordu. Leyla ile Necla,
asıl istediklerini açık açık söylüyorlardı; ne hakla kendilerini
eve kapatmışlardı? Herkesin kızları istedikleri yerde, istedikleri
insanlarla gezip eğlenirken kendileri neye bu cehennemde çile
dolduruyorlardı?
Evin adı artık (cehennem) olmuştu. Onlar da genç değil miydiler?
İnsan içine çıkmak, sosyetelere girmek, dansetmek istemezler
71. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
miydi? Gençlikleri geçiyor sayılırdı. Bu gidişle sonları ne
olacaktı? Babaları kendileri için bir şey hazırlamış mıydı? Ev,
delik deşik bir gemi gibi, günden güne batıyordu. Böyle zamanlarda
herkese başının çaresine bakmak hakkı neden verilmiyordu?
Üstlerindeki baskıyı kaldırmak zamanı gelmiş de geçiyordu.
Kendi başlarına bırakılırlarsa belki birer hayırlı koca bulur, canlarını
kurtarırlardı. Böyle zamanda kimin kapısını çalıp Evlenecek
kızınız var mı? diye soruyorlardı?
Ali Rıza Bey'deki Fikret'i yanlış terbiye ettim fikri de artık
değişmişti.
Her şey gibi çocukların terbiyesine verilen emek de boş bir
gayretti. Kanların mayasında, doğuşta ne varsa vakti, saati geldiği
gibi meydana çıkıyor, hiç bir şey onu değiştiremiyordu.
İhtiyar baba, bu kanaatine rağmen bazı sükun ve ümit saatlerinde
Necla ve Leyla'yı karşısına alır, bütün yüreğini yakan
şeyleri onlara anlatmaya başlardı. Ah, bu çocuklara bir parça
kendini anlatmak mümkün olsaydı! Yazık ki buna bir çare yoktu.
Ne kadar bağırsa sesini onlara işittirmeye muvaffak olamayacaktı.
El ile dokunulacak kadar yakın görünen bu başlar
kendisine yıldızlardan daha uzak yabancı dünyalardır.
Ali Rıza Bey, bu saatlerde kızlarını kurbanlık koyunlar gibi
72. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
görür; içi kan ağlardı.
-XİV-
CEHENNEM!... İlk defa Leyla ile Necla'nın kullandığı bu
kelime tutmuştu. Küçük Ayşe'ye varıncaya kadar bütün aile şimdi
eve Cehennem diyordu.
Fakat bu cehennemin her gün yarım saatlik bir mütarekesi
vardı: akşam yemekleri... Yarım saat esnasında boğuşmalar, göz
yaşları durur, yemek odasında eski zamanları hatırlatan bir sükun
ve muhabbet havası eserdi. Bu mucizenin sebebi Şevket'ti.
Nedense bütün aile onu sevmekte ve saymakta devam etmişti.
Bu, belki kavgalara karışmadığı içindi. Yahut da kendileri için
sabahtan akşama kadar didinip harap olmasına acıyorlardı.
O, sofraya oturduğu zaman bütün çehreler değişir, yemek devam
ettiği müddetçe herkes birbirleriyle güzel güzel konuşurdu.
Fakat bir zamandan beri Şevket'te de bir değişiklik başlamıştı.
Eski neşesini, canlılığını kaybetmiş gibi idi. Sofrada eskisi gibi
gülüp söylemiyor, arasıra çenesini eline dayayarak düşüncelere
dalıyordu.
Ali Rıza Bey, onun rengindeki uçukluğu, gözlerinin altındaki
gölgeyi evvela geceden ve petrol lambasının fena ışığından ileri
geliyor sandı.
73. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Fakat, çocuğun konuşma tarzı da değişmişti. Her zamanki
ateşli, heyecanlı sesiyle ümit verici şeyler söylerken birdenbire
yorulmuş gibi duruyor hiç sebepsiz bedbinleşiyordu. Acaba oğlu,
çok fazla mı yoruluyordu? Birkaç defa bu korkusunu karısına
açmak istedi. Fakat cesaret edemedi. Hayriye Hanım, yanına
yaklaşılmaz bir kadın olmuştu.
Kocasının endişesini hissederse inadına aksi bir şeyler söyler,
onu büsbütün telaşa düşürürdü. Fakat Hayriye Hanım daha evvel açıldı.
Bir kış gecesi Ali Rıza Bey, elinde bir kitap mangal başında
uyukluyordu: Hayriye Hanım kapıyı aralayarak:
- Daha yatmadın mı? diye sordu; sonra içeri girdi. Riyakar
bir çehre ile:
- Oda çok soğuk üşümüyor musun? dedi.
Mangalı eşeledi. Rüzgar giren bir pencere aralığını kağıtla tıkadı.
Sonra, Ali Rıza Bey'in entarisindeki sökükleri gördü:
- Onu biraz çıkar da dikeyim... dedi.
Fakat kocasının entariyi verip fanile ile kaldığını görünce üşümesinden
74. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
korktu, minderin üstündeki battaniyeyi çekerek omuzlarına attı.
Ali Rıza Bey, bu iltifatları hayra yormadı. Karısının bu geceki
sinsi sinsi etrafında dolaşması, her zamanki sertliğe, aksiliğe
mukabil yaltaklanırcasına bir tatlılık göstermesi beyhude olmayaydı.
Aklına vaktiyle iyi zamanlarda kullandıkları hizmetçiler
geliyordu. Hayriye Hanım, bu kadınları mütemadiyen azarlar,
hırpalardı. Derken bir gece birdenbire muamele değiştirirdi. Bir
yumuşaklık, bir iltifat, bir nezaket... Hizmetçi o gece adeta hatırlı
bir misafir muamelesi görürdü. Hakikaten de öyleydi... Çünkü
ertesi sabah mutlaka bohçasını eline verip evden kovmaya
karar verilmiş bulunuyordu.
Ali Rıza Bey, öyle anlıyordu ki bu gece kendisinden büyük
bir fedakarlık istenecektir.
İhtiyar kadın, iki dakika kadar dikişle uğraştıktan sonra:
- Ali Rıza Bey, seninle konuşacak çok ehemmiyetli bir şeyim
var, dedi, aklım başımda yok. Şimdi Şevket'in odasından
geliyorum. Uzun uzun konuştuk.
İhtiyar adam, ameliyat masasına yatacak bir hasta gibi şaşkın
bir tevekkülle neticeyi bekliyordu.
Karısı onun azabını uzatmak ister gibi bitip tükenmez bir mukaddeme
75. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
yaptıktan sonra:
- Oğlumuz bir kadın seviyor, mutlak onu almak istiyor, dedi.
Şevket, çok gençti. İnsanların dünyada sevmekten daha ehemmiyetli
ve ciddi bir şeyi olamayacağına inandıkları bir yaşta idi.
Ali Rıza Bey, bunu gayet iyi bildiği halde bir türlü karısına inanmadı.
Onun fikrinde aşk; hali, vakti yerinde, işi gücü yolunda
olan bir kısım insanların bilerek ve isteyerek başlarına satın aldıkları
bir dertti. Şevket gibi işi başından aşkın, ağır ve akıllı
bir çocuk böyle bir deliliği nasıl yapardı?
Ali Rıza Bey, uzun uzun düşündükten sonra boynunu büktü:
- Mademki öyledir, evlensin, ne yapalım? dedi. Hakkıdır...
Kimseden zorla fedakarlık istenemez...
Hayriye Hanım onu tasdik etti:
- Orası öyle dedi, yalnız bir şey var ki beni biraz düşündürüyor...
Bilmem sen ne diyeceksin?
- Daha başka bir şey mi var dedin? Neye tereddüt ediyorsun?
Söylesene...
76. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
- İhtiyarsın, fazla meraklanmandan korkuyorum.
Ali Rıza Bey, titremeye başladı. Karısı, onu birdenbire fazla
müteessir etmekten çekiniyordu. O, Hayriye Hanım ki bir zamandan
beri onu her vesile ile kıvrandırmaktan adeta zevk duyar
olmuştu. Demek ki tasavvur edilemeyecek kadar acı ve
korkunç bir şey işitecekti. İhtiyar adam, telaşını gizlemeye
çalışarak:
- Çekinme, söyle, dedi, ben artık her şeye alıştım.
Kadın dikişini bitirmişti; mangal başına, kocasının karşısına
çömeldi; maşa ile külleri eşeleye eşeleye söyledi:
- Şevket bankada daktilolardan biriyle sevişmiş... bu, kocalı
bir kadınmış... Bir zaman gizli gizli ötede, beride buluşmuşlar...
Nihayet, iş meydana çıkmış... Kadın, kocası tarafından
sokağa atılmış... Şimdi arından bankaya gelemiyormuş... Şevket'le
evlenmezse mutlaka intihar edecekmiş.
Ali Rıza Bey, karısının beklediği gibi çarpınıp çırpınmıyordu.
Bilakis halinde, bakışlarında derin bir sükunet vardı. Acı
acı gülümseyerek:
- Şevket bu kadınla evlenmek mi istiyor? dedi.
77. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
- Sen razı olursan öyle. İki can birden kurtarmış olacaksın...
- Şevket, artık kocaman bir erkektir... Nasıl isterse tabii öyle
hareket eder. Ben, kendi hesabıma böyle bir izdivaca razı olmam...
- Ne söylüyorsun Ali Rıza Bey?
- Gayet erkekçe bir söz, kadınım... Oğlum böyle bir şey yaparsa
onu ölmüş farzederim. Bir evladım vardı; Allah elimden
aldı, derim, bağrıma taş basarım... Maalesef bence yapılacak
bir şey...
Hayriye Hanım, kocasını tanıyor, bu meselede ne söylerse tesirsiz
kalacağını gayet iyi biliyordu. Onun için fazla bir şey söylemeyerek
olduğu yerde sessiz, sedasız ağlamaya başladı. Ali Rıza
Bey, aynı sükunetle:
- Beyhude ağlıyorsun Hanım, dedi. Tekrar ediyorum: Ben,
böyle bir kadını evime sokmam. Şevket, bana itaat etmezse: Bu
evi ben besliyorum... senin ne demeğe hakkın var? derse iş değişir.
Ben, bir daha hiçbirinizle yüz yüze gelmemek üzere başımı
alır, giderim. Bu söylediklerimi oğluma da tekrar edersin.
Sana acımıyor değilim. Fakat, ne yapalım ki benim için başka
türlü hareket etmeye imkan yok.
78. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
Hayriye Hanım, ağlayarak odadan çıktı. Ali Rıza Bey, o gece
uyuyamayacağını anladığı için yatağa girmedi, battaniyesine
sarılarak sabaha kadar boş mangalı karıştırdı ve düşündü.
-XV-
EV, tekrar iki partiye ayrılmıştı. Fikret, bu izdivaca şiddetle
aleyhtardı. Bir kere yenge sıfatıyle aralarına girecek kadın, başından
türlü maceralar geçmiş, şüpheli bir insandı. Sonra, evdeki
sefalet ve para sıkıntısı büsbütün artacaktı. Leyla ile
Necla'ya gelince, onlar, Şevket'in evlenmesini delicesine istiyorlardı.
Ne olursa olsun bu kadınla beraber eve biraz yenilik ve
eğlence girecekti. Babası gibi eski kafalı Şevket, karısının teşvikiyle
mutlaka değişecekti.
İki parti arasında şiddetli bir çarpışmadır başladı. Ali Rıza
Bey, bu meselede bir granit gibi sert duruyordu. Fazla olarak
da Fikret, onun için umulmaz derecede kuvvetli bir silah arkadaşı
olmuştu.
Fakat Hayriye Hanım, kocasını mağlup etmekten ümit kesmiyor,
açık hücumlarda bulunmakla beraber sinsi bir mücadele
ile onu yavaş yavaş aşındırmaya uğraşıyordu. Mademki para
ve kuvvet kendilerindeydi; ergeç bu manasız ihtiyarın inadını
yeneceklerdi. Yalnız, şu vardı: Şevket, pek gevşek davranıyordu.
Ah, o babasına biraz karşı durabilecek kuvvette bir insan
79. Generated by ABC Amber LIT Converter, http://www.processtext.com/abclit.html
olsaydı? Ne çare ki koskoca delikanlı, kız çocukları gibi gizli
gizli ağlamaktan ve her gün bir parça daha sararıp solmaktan
başka bir yapamıyordu. Görünüştü baba ile oğul arasında hiç
bir şey değişmemiş gibiydi. Şevket, babasına her zamankinden
daha hürmet gösteriyor, ne pahasına olursa olsun, onu kırmayacağını
haliyle, sözleriyle anlatıyordu.
Hayriye Hanım, arasıra oğluna:
- Şevket, babana itaatsizlik etmeni ben de istemem, ama hiç
olmazsa, biraz surat as, diye nasihat veriyordu.
- Bu adamı nasıl anladığımı ve sevdiğimi bilemezsin anne...
Darılma, hatırın kalmasın... seni de çok seviyorum. Fakat onun
sevgisi büsbütün başka adeta ibadet nev'inden bir şey, diyordu.
Hayriye Hanım, kocasını evvela Şevket'e çılgın muhabbeti tarafından
avlamaya yumuşatmaya çalıştı. Bu izdivaç olmazsa
oğullarının ya öleceğini, ya intihar edeceğini uzun tasvirlerle anlattı.
Zaten sinirleri gevşemiş olan ihtiyar baba, çocuğunu ölüm
döşeğine yatmış görüyor; ellerini gözlerine kapayarak katıla katıla
ağlıyor, fakat neticede hiç sarsılmamış bir kanaatle ölümünün
bu izdivaçtan bin kat daha hayırlı olduğunu söylüyordu.
Şevket'in çok fazla meyus göründüğü bir gece karı koca arasında,