SlideShare a Scribd company logo
1 of 32
Download to read offline
gözüm açıldı. tekrar. tekrar. tekrar. canım yandı. kapadım.
yalanı ittim sırtımdan. egomun elini öptüm. tebrik ederler.
GEYİK
2
elleri dikenliler umutlarını resmetti boş sayfalarda.
Perdeler GüzergahıPerdeler Güzergahı
aramıza setler çekmiş toprağın esaretindeki
köhne evlerin temellerinden oluşmuş
bir ihtiyar var yokuşun tepesinde
var bir ihtiyar kum saatine dayalı
sanma ki tesiri yoktur maneviyatının bu kılçık dünyaya
bir hiçti toz olup süzüldü koynuna
Ah Allah’ım ihtiyarı gömen rüzgar mıdır yoksa talih tokadı mı
zihin esirgemedi iç parçalayan sessiz yumruklarını ve
inceldiği yerden kavurdu yokuşu ihtiyarın çığlıkları
görkemli mezarları kendine mezar eden yokuşu
kum saatinin yokuşunda insanlar ölüyor kırış kırış
yokuşun başında perdelerin seyahatine şahitlik ediyor
peyderpey yürüyen genç kız
uğultuları rögar kapaklarından duyuyor
ihtiyarın çığlıkları yükseliyor rögar kapaklarından
saçmalık diyip kapatma rüyaları
kum etti ihtiyarı çığlıkları susturan yumruklar
derin bir hüzün çağlayanı nüks edinceye kadar
kıpırdamadı bir daha kimse yerlerinden
perdeler dahi mola verdi seyahatlerine
akan nehirler can verirken
bahar meyvelerini bahşetmedi kediler
apartman boşluğundan yağmuru seyreden gözler misali toprağı hissetmedi ayağının altında küflenmiş ihtiras sahipleri
buhrana boğuldu kum saati yokuşunun sakinleri
ölen ve ölmeye can atan sakinler
ölümü neşeyle kabullendiler
ömürlerini hüsranla geçirerek
ihtiyar kum oldu saate karıştı
ey genç kız !
saçmalık diyip geçiştirme rüyaları
keyfine aldanıp perdelere emanet etme yolunu
bir acı nakş ettiğinde yüreğinin ve zihninin
temellerine tembellik edip
yılma sakın
durduğun bir çıkmaz sokak
hissettigin bir aşk acı saadetinde
yak bu yokuşta perdeler güzergahını
1
içmekse
hepi miz
biraz içtik.
üstü açık
tabutlar
kira-
ladık
hepimiz bıçak biledik
hepimiz çarmıhlar oyduk
kulaç-
ladık
gökyü-
zünü.
gitme kendi yoluna
ikimiz aynı gemide
birlikte hep alabora
o•l•a•c•a•ğ•ı•z,
söz.
Aşkın Çapası BoşunaAşkın Çapası Boşuna
2
Karanlık, ama öyle feci bir karanlık ki içinden bin bir türlü renk seçiliyor. Başta kırmızı çıkıyor karşına ama beyaz peşini bırakır mı oda ver-
yansın ediyor ama aralarından inceden nazlı ürkek ürkek diğer renkler kırılarak beliriyor sarı yeşil mor mavi gri derken tekrar deli bir karanlık
oluyor, öyle çarpıcı ki o an içinde de inanılmaz derecede matlık geçiriyorum beynimin içinde filler si. sanırsın...
birden bir kuş cıvıltısı, arkasında beraber ve koro halinde tüm kanatlılar kanatsızlar karıncalar ağaçlar ırmaklar apartmanlar gece konarlar avmler
arabalar gögüslüler koca götlüler topallar ibneler pezevenkler politikacılar her şey ansızın sanki sırf bana selam çakıyorlar
selamın aleyküm
-aleykümün esselam, neysen
uzun süren seslerin ardından anlamsız birçok sessizlik oluyor, her şeyi görüyorum ama çıt duyamıyorum, her şey ters yüz olmuşta denizden kara-
yı izler gibiyim ama böyle de bir si. benzemiyormuş yaşadığımız karanlık.
görüyorum türlü hadiseleri çıldırıyorum yanlış yapılanları gördükçe,
lan yapmayın diyorum ama bir bok’a yaramıyor ki, duyamazlar beni sadece baloncuk baloncuk çıkıyor bütün haykırışlarım,
güzel şeylerde görünüyor haa ama bunları anlatmam gizli anlatırsam günah gibi çoğalır,
kötü şeyleri daha çok görüyorum, şeytan diyor; neyse onun bu hikayede şimdilik yeri yok o da ayrı mevzuu’ya neyse,
şimdi ne yapacağım sorusunu sormanın tam yeri ve zamanı evet abi şimdi ne halt edeceğim,
bildiğim tüm duaları okumaya yelteniyorum ama sesim yine duyulmaz ki, gerçi çocukken içimizden ederdik allahla ilgili dilek ve şikayetlerimizi
oda hiç aldırış etmez di,
ama ben onu biraz araştırdım, yat saatinde tam hazırlanmış huşu örtüsünü çekmiş amber kokulu nefsimizle iletişime geçerken evde show haber
gece hattı saatine denk geliyordu,
ve reha muhtar o iblis sonatı sesiyle aramıza giriyordu belki allah’la,
‘’iyi geceler sayın seyirciler, gün geçmiyor ki ülkemizde çileden çıkmamızı sağlayacak bir haber yaşanmasın’’
‘’seda sayan altı kocamda da aradığım hayvansılığı bulamadım, allahın hakkı yedidir diyor...’’
‘’seda sayan’a da yazık sayın seyirciler’’
‘’şimdi de mecliste çiğ köfte partisi haberimize geçiyoruz, efendim’’
evet abi şimdi anladım çocukken ettiğim duaların niye işleme alınmadığını, tüm suç bu puştta olabilirdi tabi puşt derken o haberlerde yaşayan
puştları kastediyorum,
hani şarkıcının orgazm hakkı hakkı’ndaki manifestosu, sonra partilerin partilerindeki köftelerin,
bir de yedi E’deki nezihe...
Ertesi gün delirmiş gibi öten serçelerin sesinde kendimi buldum, derken roketin küfürleri ardından babası tam o anda simite çıkan portlek sen-
foniyi tamamladı. Mutfakta yüzümü yıkarken arka bahçeye bakan küçük ızgaradan müzeyyeni gördüm, elim ister istemez jöleye uçtu ama nasıl
ölümüne taradım ince telli pırasaları... hepsini!
devamı, gelir.
Mahallede Karşılaşmalar - Epizot 1Mahallede Karşılaşmalar - Epizot 1
3
4
Absürt meselelere verilen yalancı ve sahte tepkilerin, kimlik bulduğu bedenlerde ki sarsıntıları ve içsel boğuşmaları ölçen bir
alet ne zaman icat edilecek?
İnsanların birbirini daha çok mu yıpratması gerekiyor gerekenin yapılması için?
Yoksa daha çok geçmişe mi gidilmeli, yapılan haksızların ve bırakılan izlerin tedavi edilmesi için? Geçmişte nasılsdı, insanlar
kendinden bile bir haberken, sorgulamıyor, görmüyor, duymuyorken nasıldı bu?
Bencillik hep vardı lakin tanımı nasıldı?
Tartaros’ta boğulan bedenlerin adına konuşan bir adam var karşımda, sigarasından bir fırt alarak tüm dünyayı avucunun içine
almış gibi konuşan bir adam, kendi düştüğü çukurdan bir haber, insanlardan söz hakkı almış gibi konuşuyor. Bu onun hikayesi
ben sadece yazıyorum. Yukarıdakiler de onun sözleri ben sadece elçilik yapıyorum. Etrafına Erinsyler’ı toplamış, yaptıkla-
rından, konuştuklarından bir haber, kendi yaptığı sentezlerin içinde bir ikileme düşmüş vaziyette ve bedenini farklı bir ruha
yormakta.
Uzaklara dalıyorum, konuşuyorum lakin ne konuştuğumu bilmiyorum, sorular soruyorum, kafamın içimi kemiren sorular.
Karşımda ki kadın sadece meraklı gözlerle seyrediyor. Bana vereceği tepkiyi kestiremiyor belki , arada notlar alıyor sanki vere-
ceği cevabın önceden planlamasını yapıyor ya da tahakkümün arttığı şu dönemde başta beni ve insanları yazarak yalın halde
görmeye çalışıyor. Biraz ölümü tadıp geri dönmek istiyor, hayattaki mola anlayışı böyle. Hayatta ki her şey bir sona bağlanmak
zorunda değil diyorum, buna kendim bile inanmıyorum sadece nabzını ölçmek istiyorum, başını sallıyor.
Yaşadığı şey ne?
Bilmiyorum.
Fonda bir müzik çalıyor kestiremiyorum lakin o hemen eşlik etmeye başlıyor. Fısıldıyor öylece, kime, neye, niçin fısıldadığını
bilmeden. İçinden geldiği için, öylece işte. Kitleniyorum.
“ Was not supposed to make you cry
I sang the words ı meant
I sang.”
İşte ruhuma işleyen bir şarkı, muhabetten koptum ve kendi içime çekildim sanırım farketti. İşte şuan eşitlendik. İkimiz belki de
aynı yerdeyiz, ruhumuzun tanışık olduğu, kovulduğumuz o yere beraber, bedenimiz olmadan döndük. Arınıp bedene dönmek
zordur, blokajları kaldırmak, en başta kendinden arınması gerekir.
Nasıl başardın bunca sözcüğün ardından?
Peki sana ne yaptılar, bu kadar perdeye ne gerek vardı?
Sorulardan soru doğurmak, hayatın senin boyunu geçmesini izlemek, bilinçli bir hale gelmek ve kendini koca bir boşluğa sü-
rüklemek sana kolay bir oyun gibi mi geldi yoksa?
Hayatla oynuyorsun... Bildiklerini konuşarak insanların hayatlarına müdahele edip, onların kafasını karıştıyorsun. Biraz soluk-
lan. Biliyorum bu cümleyi çok sık duyuyorsun lakin hayatının devamı için yapman gereken bu, sadece biraz soluk alıp vermek.
Yaşadığını hatırla, yoksa ölümün ellerinden olacak. Bir gece odada yalnız başına oturmuş devam etmeye çalışırken hayata, ete
kemiğe bürünmüş düşüncelerinden olacak ölümün.
Hoşuna gitti değil mi? Ne de olsa insan ne yaparsa şu hayatta en çok kendine yapar... Kafan karışık sadece orda kimse yok.
Sorular, Düşünceler, İnce Sessizlik, Yaşayan Acılar AynıSorular, Düşünceler, İnce Sessizlik, Yaşayan Acılar Aynı
Ana Rahmine Benziyor, Her Gün Yeni Bir Soru Doğuruyor.Ana Rahmine Benziyor, Her Gün Yeni Bir Soru Doğuruyor.
5
zaman bodrum katını yukarı taşıyan bir asansör
gelecekten çalınan her bir an için
bir kat daha çıktık geçmişe
ben artık zamandan bahsetmek istemiyorum
olmuş ve olacağın arasına sıkışmış olabilecekleri toplayıp
bütün olasılıkları genişletmek istiyorum
genişletmek ve gidiş yollarını açmak
bu yola adım attım
artık andayım
anda kal
hayır, bu cümlenin burada yeri yok
hayatımda da
07.54
bu sabah da heba olan gençlikle karşılaştık
selam veremedim
gün aydınlığa kavuşamamıştı
gençlik de
yağmurun temizleyemediği kanlı kaldırımlar
tazyikli suların dans pisti yani
etrafımdaki acılardan sıyrılıp devam ettim yola
bu yüzden sol omzumdaki karadelik
13.21
geç kaldım kusura bakmayın
karadelikten çıkmam zamanımı aldı
oluşturmak 19 yıl
böyle olmuyor dediğim her şeyi böyleden uzaklaştırdım
yakınlığın mesafesini kestiremiyorum şimdi
bakın, her şeyin özeti bu
ama özetlemek yetmiyor bazen
bu fırsatı kaçıramam dediğim için
kaçtığım bir yoldayım şimdi
güzel bir öğleden sonra ve hava güzel
yani genelde böyle derler
zamanı geceye sarıyorum ben, size güneşin selamı var
23.40
parçalanmaya olumlu bir anlam biçiyorum artık
çözümlerimi alarak beliriyorum kapısında
anahtarı kaybolmuş her kapı için
insanca kazanacağız insanlığı
insan olmaktan bu kadar pişmanlık duyuyorken
ve gerçeği eğip büktüğüm için kırılıyorken kemiklerim
yemin ediyorum yıkacağız bütün kapıları ve
karadeliğin kapısına yığacağız bütün çözümleri
6
Karadeliğin Sonuna YolculukKaradeliğin Sonuna Yolculuk
bir savaştı aslında yol kenarında sattığım
gözler önüne serilmiş güneşlikleri
daha anasının rahminde, yumruğu havada
kırıp çarpmaya ant içmiş bir derin duvar
araba kaputunun üstünde amansız deneyler satan piç!
benden kork ki gözlerimi kaçırmaktan geri durmayayım!
işte karşında duran belirsiz bir oluşum
tünellerine doldurduğu hüzünle çarpış!
son ana kadar ağzından düşürmedi:
kafamda delikler açılması resmen ayrıcalık!
tek seferde yüz seksen dereceymiş
hahah siktir oradan
rastgele açtığın sayfaların içinden seçilmiş
birbiri arkasını kollayan birkaç mazbut
söz asfalttan dışarı
yollar bozuk olsa da deneylerinden vazgeçmeyen zabıtlar
üstüne alınsın
bıyıkları ve gülüşleri geride kalmamak için avuçlayabilir
kilolarca billur, bayram yakın
sonraki durakta çığlıklar var!
lütfen, lütfen, lütfen
akıllardan gelip geçeyim diye eşeğini sağlam kazığa bağlayan
gözlerinin yönünü değiştirmekten bir balon gibi rüzgara bağlı olan
yumuşacık yastığına başını koyup
kendini sokakta düşüp kalkan hayal eden dizi morrrrrrr boyadan kıta değiştirmiş
dublex puşt!
sen
ne kaderini değiştirebilirsin
ne kaderinden kaçabilirsin
ne kaderini sikebilirsin
ne kaderini koruyabilirsin
babacığının kağıtlarının içine giremeyeceği deliklerin
çok az olduğunu, eminim bilirsin
ancak şunu da unutmaman temennimdir
sıkı sıkıya bağlı durduğumuz kemiklerin de kırılacağını bilerek bu yolda
bu savaş için dileniriz
burjuva parmaklarını kirletmekten korktuğun için
mahkumsun küçük bir çocuğun ölüsünü rüyanda görmeye
bizse her pazar onu sulamaya
söze gelince insanlık ceplerden taşmakta bu bahçelerde
benim gördüğümse yazdan yaza sulanan ve ara sıra dibine işenen ağaçlar
bu mezarları unutup gidenleri sikeyim
arada bir gelip göz yaşlarını hibe eden şişme bebekleri de
kendinizi değiştirmek için gösterdiğiniz çabayı da
ışıklar önünde eğilip onay beklediğiniz bunca zihni de
eğip büktüğünüz bütün demirleri teker teker ısıtıp düzelteceğim
Kafamda Deliklerin Açılması Resmen AyrıcalıkKafamda Deliklerin Açılması Resmen Ayrıcalık
7
Yolları nemli bırakan lacivert bir geceydi. Zifiri solmuş asfalt, gri kaldırımlar ve ona eşlik eden düzenli biçimsizlikteki konutlarıyla
şehir ayakta duruyordu. Güneşin batımına uzak fakat doğuşuna yakın dakikalar birbiri ardına ilerlerken hiç kimsenin kullanmadı-
ğı trafik ışıkları nemli asfalta vuruyor, bir kırmızı bir yeşil yansımalar sergiliyordu. Yakın binaların cephesine, suratlarımıza ve de
yeni tanıştığım salyangoz imparatorluğunun kabuklarına renk veriyordu.
Salyangozlar.
Aceleyle çıktığım evin anahtarı serçe parmağımda takılı şıngırdarken, bütün bayır yalnızca botlarımın sesini ve arkamdan gelen
sokak köpeğinin, uzun tırnaklarıyla betonda çıkarttığı aceleci yürüyüşünü işitmekteydi. Çimlerin üzerinden yürümeye başladı-
ğımda benimle gelmekten vazgeçen köpek çarpık bacaklarıyla arkasını dönerek uzaklaştı. Bense yolun karşısına geçip daha önce
hiç bu biçimde karşıma çıkmamış bir imparatorlukla tanıştım.
Salyangozlar.
Telefondan kulaklığıma gelen sesi salyangozlara dikkat etmemi söylediğinde metaforik ya da öylesine söylenmiş bir cümleymiş
gibiydi. Altında bir anlam aramamış, cümlenin kendisinde de bir anlam bulmamış, bulmaya yeltenmemiştim. Şimdi bu kabuklu
canlıların yüzlercesi yolda ve kaldırımda aynı yöne doğru hareket halindeyken onlara basmamak için zikzaklar halinde ilerliyor-
dum. Artlarında bıraktıkları parlaklıktan yansıyan sokak lambaları ve trafik ışıkları dünyanın yüzeyi ketenden dokuma bir bezmiş
misali çizgiler oluşturmuştu. Ortaya çıkacak devasa tabloyu hayal ettim. Etmeyi denedim. Dikkatim bana doğru yaklaşan bedeni
hissedince dağıldı. Çat!
Bir salyangoz.
Birkaç salyangoz.
O bedene sarıldım, o beden bana sarıldı, bir bayırı çıktık. Zik. Zak. Zik. Zak.
Başka salyangozlar.
Ahşap bir paleti taş ve toprak karması zemine yatırdı. Nemli ve rahatsızdı, üzerine oturup birbirimize baktık. Olmayı istediğim
başka hiçbir yer yoktu. Nemli ahşap ve birazcık ötemizdeki fındık kabuklarından oluşma bir karadelik ile bu ücra, cennetin dünya
üzerindeki yadsımasıydı. Nemli ahşap, fındık kabuklarından oluşma karadelik, hiç kimseye anlatılmamış hikayeler, çapraz çisele-
yen yağmur, polis ışığı, dönmek ve dönmek. Tüm anılarımı yavaşça kaybetsem dahi bu paslı bir çivi ile kazındı beynime. Çünkü
biliyorum salyangozlar alacak benden intikamlarını. Bir gün anahtar üzerindeyken kapı çalacak ve Salyangoz Kral’a açacağım.
Beni oracıkta yutup kabuğunda saklayacak, nemli ve kuru geceler boyunca dolaşacağız. Karanlıkta git gide daha az yer kaplayaca-
ğım. Ölümüm böyle olacak biliyorum.
Salyangoz Kral
Benim canımı
Yavaş yavaş
Çok yavaş
Alacak.
Kapıları kimseye açmıyorum, gördüğüm her ölü salyangozun önüne çöküp dua ediyorum ve her seferinde bir sokak köpeği
kurban ediyorum. Her şeyi günlüğüme yazdım ancak o da canlanıp bir çukura bağıracak tüm bunları diye korkuyorum. Koca bir
imparatorluğun beni yavaş yavaş, çok yavaş öldüreceği günü bekliyorum.
Zik ve ZakZik ve Zak
8
Kurbağa kalbiyle çıkardım ellerimi cebimden
Yasaklı kelimelerden kaçarken
Sinekler ikili çengel vuruşunu yapmıştı
Parmak izlerinin yok olduğunu düşlediğimde
Larvalardan yazılmıştı “Sinek Sıklet”
Tezahüratlar sırasında
Alacalı gözyaşlarını sunanların
Sessiz konuşmacıların Lafazanların
Grotesk yüzlerine sinek öldüreceğinle vurduğunda büyükbaba
Kasketini takıp
Hikayeler kusacağım bu topraklara
Toprak olmaya gönül vermekte
Zor sonbaharda
Islanacak kemiklerin
Toprağa sarılan kemiklerin akacak
Basacaklar umarsızca
Duyacağım kum gibi ağzından çıkan sesini
Her kırıldığında
Anlattığın hikayeler canlanacak
Yeşerecek altmışlar
Seksenler koparmadan önce
Oturuyor olacağım
Ellerimde solmayan hikayelerinle
Sineklerin BoksuSineklerin Boksu
9
sessizliğin kandan havuzunda yüzdüm senelerce
şimdi, hediye vermeli kanından bir parça
ya da ağzına hatıra doldurup çiğnemeyi öğrenmeli
insana yaklaşımından korkan bir erkek vücudu
ne zaman görse tanımamazlıktan gelir, kalbi taş kesilir
kibrime kefaretini sormayın
kim sorsa eksilen bir parça bulurdu ruhunda
keşf-i keder yaklaşır da yaklaşır o an.
özür dilemiyorum, ölür diliyorum
şimdi anlamı sen değil, hesapsız ben’im tamamlar
delirmek için hayatın kollarından sıyrılıyorum artık
fikirlerin şehvet kokan teninde eriyorum
teşekkür ederim sarhoşluk
teşekkür ederim hesaba katmadığım hesapsızlar.
öpülmemek yabancı ellerde
genişleyip dünyanın içinde patlamak için
için için dolduruyorum küfürlerimi
ve sonun başlangıcında
yozlaşmış birkaç anı kalsın istersin
özkıyım doğdu, öz kızım oldu
kızımın gözyaşlarını cehennemin dibinde soludum
gül rengi şarabı kül rengi maşrapayla için
için dostlar için
bu gece, bu gündüz için
beş vakit için, beş yüzünde sicim.
diz kapaklarımı çekiçle kırıyorum
fiziksel acıya dayanmayı ağlayıp kahkaha atarken öğrendim ben
sabaha karşı beş miydi, eş miydi, leş miydim
kedimin dehşetle bakıştığını gördüm
fayansları kokladığını, kanımdan korktuğunu
beyaz ve kırmızı birbirine karışıp
boktan sabahlarda pıhtılaşarak sıcak suya meydan okur.
kimsesizken, hislerimin avucundayken bırakmıştım böyle bir dünyayı
başkaldırmıştım dünyaya
şimdi ne hislerimden kaldı geriye bir anlam, ne de dünyadan.
evet, üzgünken ağlamamayı öğrendim
hınç ve kibrin cazibesi parmaklarımı kırarken
yaşayan-yaşamayan her şeye kırgınken
var olmamış olmayı diliyorum.
kirpiklerim buhar oluyor sigara yakarken
bedenle tütün arasında ayrıma düşüyorum düşünerek
hangisini bırakmalıyım?
güzelliği söndürülmüş vücudumun
mezarını kazıyorum tırnaklarımla
heybetli manevralar sağ çıkıyor aşkın kökeninde
yeni doğacak hüznümü
gebeliğe hasret, kısır bir anne gibi arzuluyorum.
Ek Eylem Suistimalinde Nefes AlmakEk Eylem Suistimalinde Nefes Almak
10
Preskott’un yüzü yavaşça eriyor ve kaburgalarındaki gizemli kalbi parçalanacakmış gibi gürlüyordu. 18 bin âlemi hareket ettiren
semazenin ulu ruhu kadar heyecanlıydı o anlar. Zaman hafifleyerek yumuşamıştı sanki. Yüksek hazzın lezzeti dolgun dudakların-
dan ağır ağır akıyordu. Patlamakta olan bir yanardağın sıcacık zevkinde uçuşuyordu ruhu.
Hırçın dalgalarda dans eden sörfçüler, neşe dolu kahkahalarıyla denizi fethediyordu. Aralarından birisi arkadaşlarından uzaklaşa-
rak sahile doğru gidiyordu. Nirvana yazılı altın sarısı sörf tahtasının üzerindekinin Preskott olduğunu anında anlamıştım. Nazar
boncuklarının yer aldığı bikinisinden tanımıştım onu. Sahile vardığında kendisinden büyük olan sörf tahtasını bir köşeye attı.
Koşarak yanıma geldi ve şemsiyeyi devirerek kırmızı havlusunun üzerine uzandı. “Güneşlenmek istiyorum.” dedi. İtiraz etmedim.
Güneş gözlüklerini takmadan evvel kısa süreliğine gözlerine denk geldim. Simsiyah gözleri beni içine çekiyor ve büyülenmekten
kendimi alamıyordum. Sırtını kremlememi rica ettiğinde büyük bir görev aşkıyla kremin kapağını açtım nezaketle. Sırtına boca
edip yaydığımda karşılaştığım vücut beni daha da cezbetti. Tüm bedenini kremlememe rağmen parmaklarımı uçsuz bucaksız gibi
görünen tende gezdirmekten kendimi alıkoyamıyordum. Gamzeli beline geldiğimde serçe parmağımla bir şeyler yazmaya başla-
dım ve bir yandan da heceleyerek okudum:
“Karadeliği andıran gözlerin,
Çekti beni kendine.
Nasıl okunur meydan, yerçekimine?
Beni, şuanda kölen eyledin,
Ah şu parıldayan belin!”
Bitirdiğimde kıkırdayarak bana doğru döndü: “Gerçekten mi?” diyerek sırıttı. İnci gibi dişleri paha biçilemez güzellikteydi. “Evet.”
diyerek teklif etmiş olduğu sado-mazo ilişkiyi onaylamış oldum. “Çok eğleneceğiz!” diyerek sevincini paylaştı. Bu konuda biraz
endişeli olsam da içtenlikle inanmak istiyordum. Damarlarımda akan kıpır kıpır kan sıra dışı deneyimler tatmak istiyordu, bunu
biliyordum ancak mantıklı yanım kendini geri çekiyordu ama bir anlığına ağzımdan taşan şiir mantığımın karadelikte süzüldüğü-
nün göstergesiydi. Onunla cehennemde evlenmeye bile hazırdım. Ne kadar da çabuk kapılmıştım onun çekimine diye düşünürken
bana kırbaçlardan, kelepçelerden ve de mumlardan bahsetmeye başladı. Hızına erişmem mümkün değildi. Gençtik genç olmasına
ama kanı bu denli fokurdayan birine ilk defa rastlıyordum. Aniden kalkarak yüksek desibelli ıslık çaldı. Hemencecik kutlama ha-
vasına bürünmüştü. Güneşi arkasına alarak ellerini uzatıp gitmemiz gerektiğini söyledi. Gözlerimi alan güneş miydi, kendisi miydi
bilemedim. Kum taneli ellerini tutup kalktım. Taş merdivenlere doğru koşturup basamakları hızlıca tırmanmaya başladık. Sahilin
hemen üzerindeki evine varmak için sabırsızlanıyordum. Bir anlığına sendeleyip düşeceğim sırada ellerimle basamağı tuttum.
Korku dolu bir “iih” sesi çıkarttı. Hemen önümdeki yalın ayağını öperek doğruldum. “Ben iyiyim.” dedikten sonra elinden tutup
koşmayı sürdürdüm. Cam kapıyı kenara çektiğinde lüks eşyalarla döşeli evine adım attım. Salonun ortasındaki pahalı olduğunu
düşündüğüm İran halısı gözüme çarpacaktı ki gözlerini bana çevirdi. O derin gözlere dalmıştım yeniden. Orijinal marka olduğu
aşikâr olan milyon dolarlık güneş gözlüğünü hiç bakmadığı bir tarafa atarak dudaklarıma yapıştı. Ufacık dili, dilimde gezinirken
ellerimi mayosunu yırtmak için kullandım barbarca. Dev dalgaların sıcak sahili dövdüğü gibi billur gibi parlak kalçasını tokat-
ladım. Geri geri yürüyordu, gözlerimi kapattım kendimi ona emanet ettim. Kölesi olmuştum neticede. Rahat durmayan elleriyle
bir yandan saçımı çekiyor bir yandan da sırtımı deştikçe acı dolu zevkle mest oluyordum. En uzaktaki kapıya sırtını dayadığında
istemsizce ona yüklendim. Kenetlenmiş dudaklarımız birbirinden ayrıştığında derin bir nefes aldık. Alt dudağından kan süzülü-
yordu. Dilimi dişlerimde dolaştırdığımda o sarhoş eden tadı fark ettim. İçimden özür dilemek geçtiği için pardon diyeceğim sırada
daha ilk heceyi söylediğimde suratıma haşin bir tokat patlattı. “Burada pardon yok!” derken ki şehvet dolu kanlı ağzı, fazlasıyla
tahrik ediciydi. Kapıyı açıp belimden tutarak içeri aldı. Gözlerimi ondan ayırmam imkânsızdı. Kan, öpüşmemize mani olamazdı.
Loş ışık yayan bir avizenin altındayken bikinisinin iplerini koparttım. Onu açmakla uğraşacak halim yoktu elbette. Şortumdan çık-
mak için özgürlük nidaları atan penisimi avuçladı. Şortumu indirip karşılaştığı Pisa kulesinin ucundan öptü. Daha gaddarca şeyler
bekliyordum açıkçası. Kapının yanındaki sehpadan kayganlaştırıcı yağı alıp kapağını açmaya koyulduğu sırada kalbimin dörtnala
koşturduğunu penisimin damarlarında hissedebiliyordum. Yağın kapağını tamamen açmış olduğunu fark etmemiş olacaktı ki
yağ üzerimden oluk oluk akıyordu. Aldırış etmedim. “Yatağa uzan!” dediğinde, gotik kilise mimarisinden etkilenilmiş olduğunu
düşündüğüm dört köşesi de sivri demirlerle kaplı yatağa sırt üstü uzandım. Bu sırada sehpa üzerine nizamlı bir şekilde dizdiği
toz parçacıklarını burnuyla tek fırtta çekti. Bir anda odaya dalan arkadaşlarını görünce şaşıran sadece bendim. Neler olduğunun
farkına varamadan el ve ayak bileklerimden tutup sivri demirlere kelepçelediler. Kahkahaları halen daha kulaklarımda çınlıyor!
Çekmeceden dev bir takma penis çıkartan Periskott’un hınzırca gülümsemesi hiç hoşuma gitmemişti. “Bundan bahsetmemiştin!”
diye yırtınıyordum. Kölelerin konuşma hakkı yok diyen birisi mayosunu çıkartarak ağzıma tıkıştırdı. İçimdeki zevk dolu heyecan
yerini dehşetengiz korkuya bırakmıştı. Periskott koşarak yatağa sıçrayacaktı ki zemindeki kaygan yere basıp düştü. Hem de yatağın
ucundaki sivri demirin üzerine. Ağzından girip kafasından çıkan sivri demir bir anda odadaki tüm sesi kesivermişti. Çığlık çığlığa
odadan kaçan sörfçü kızlar beni çözmeyi akıllarının ucundan bile geçirmemişti. Ağzımdaki tuzlu mayo yüzünden uğuldarken kar-
şımdaki korkunç manzaraya bakarak ağlıyordum. Periskott’un nadiren de olsa hareket etmesine rağmen yaşayıp yaşamadığından
Dev Bir HortumDev Bir Hortum
11
emin olamıyordum. Penisim ufaldıkça ufalmış, görünmezliğe doğru yol almıştı. Bu nedenle geldiğinizde öyleydi.
“Anlıyorum.” dedi karşımdaki polis memuru. İlk başlarda anlattıklarımı on parmak kullanarak bilgisayara yazsa da
sonradan neden tek ele geçtiğine anlam verememiştim. İçimde bir takım kuşkular olsa da mantığım henüz yerli yerine
oturmadığı için sağlıklı düşünemiyordum. “Siz sahilde resim yaparken, bugün ilk defa karşılaştınız periskott ile öyle
mi?” diye soru yöneltti yanımdaki şüpheyle bakan başka bir polis. “Evet, kendisi yanıma gelip tanıştık sonra da resmini
çizmemi rica etti.” diyerek şüphesini gidermeye çalıştım. “kendisini yaşıyor mu?” diye ekledim ümitsizce. “Beyninin bir
bölümü parçalanmış olsa da yaşıyordu en son.” dedi soğuk sesiyle. İfademi alan polis ise: “İnsanın kafasında öyle bir şey
varken nasıl yaşayabiliyor ki?” diyerek şaşkınlığını beyan etti. “Gidebilir miyim?” diye sordum. “Hayır, avukatın geldi-
ğinde yeniden ifade vermen gerekiyor.” dedi yanımdaki polis. Afallamıştım. Az önce anlattığımı belirttim kısık sesimle.
Penisimle birlikte sesim de ufalmıştı. Prosedürlerin bu şekilde işlediğini telaş etmeme gerek olmadığını söyleyerek
teselli eden ifademi almış olan polis, tuvalete gitmek için müsaade istedi.
Periskott, sivri demire saplandıktan kısa süre sonra belirsiz bir yerde buldu kendini. Akıl, mantık ve şuur birliğini
çoktan kaybetmişti. İri cüsseli fil kafalı biri uzun hortumuyla kendisine doğru çağırıyordu. Tereddüt etmeden ilerleyen
periskott, fil kafalının hoş kokulu yumuşak hortumuna sarıldı. Sıcacık bir mutluluğu tutarmışçasına dudaklarında gez-
dirdi. Gittikçe eriyerek genişleyen lav gibi hissediyordu kendini. Huzur dolu olduğu gözlerinden okunuyordu.
12
ciğerlerinden geçen kirli havayı duyuyorsun
havanın geçtiği yağlı damarları
nefes aldığını anlamak için kendini boğuyorsun
bu yeni bir oyun değil
ama yeni kurallar arıyorsun
mesela geçen gömüldüğün bahçe çokça arza vermiş
vurulmuşluğun da varmış güya orada karıncaları sayarken
-sevilmediğini öne sürüp karıncaları saymışsın-
ahali bir açıklama ararken aniden bağırmışsın
bağırmışsın bu elma ağacı babama benziyor diye
siktim adem’i adem’i siktim diyerek kökünden kırmışsın
kök elinde kalınca gördün her şeyi
gördün özgürlük kısa zamanlı bir tutsaklık yavşağı
belki de diyorsun ki “tam şimdi bir bahçede
ne güzel olurdu ulan ortalığı dağıtması
taze sayılabilecek bir kökü çıkarıp topraktan
hava temizmişçesine havaya fırlatması “
ama zaten sen de çoktan gördün her şeyi
havaymış temizmiş bunlara aldırmazsın
çoktan duvarlarına kazındı hepsi
çoktan araba farları hakim oldu gecelere
ve gördün hangi bok eşelenmez ya da hangisi hangi yara devaymış
bir doğdum	 kontrolü yoruma kapalı çoğalmayı gördün
bir nefes	 yürürken zig zag yapmanın koordinat cetvelindeki karşılığını
bir düğüm	 ama her şey hiçbir zaman canını yakamayacak kadar basit
bir haber	 bedenlerle hayatlar nasıl da sistematik parçalanmış
geçen biri ağlamıştı onu da görmüştün
ağlamıştı aynada ve sendeleyen yaşları
özlemini toplayarak hız sınırını aştı
şimdi ise düştüğü yeri sevmekten korkuyor
bilmem kaçıncı kez yeni oyun arkadaşlarına
adem’i siktim siktim adem’i diye bağırıyor
Harap Bahçeden Sonra Choking BaşladıHarap Bahçeden Sonra Choking Başladı
13
kuyruğumda unutmuşum
demir para ağzımın içinden çıkmıyor
doğ öl doğ öl doğöl
arkadia bizi bekler
soğuğu severim ama yüksek beni bir miktar ürkütür
beni gasilhane’de değil, styks’de yıkasınlar
her yeniden doğuş için
bir korkusunu daha yenmeli insan
ruhum usullanıyor kenarıya
oo kharon, bir deri bir kemik kalmışsın
maddeye mi düştün yoksa manaya mı
eski dostum kayıkla gelmiş
seni gidi rüşvetçi, p u h
k u y r u ğ u m d a
unuttuğumu unuttuğum, kefen parası
/bir kere vermemeyi denemiştim
de
ruhum usulsuzca
ve
gereksiz u z u n c a
kıyıda beklemişti
ma
ne huzura ne rahata
kavuşabilememiş
idim
hades sen de az çakal değilsin
saklı bahçe elysium’a ulaşamadan
huzurlanamıyor insan, zaten döneceğiz tekrar dünyaya
arada geçen zaman için oldukça mühimdir esenlik
/soğuğu severim, ama kapalı alan beni bir miktar ürkütür
kapısını kırıp girdim plütonyum mağarasından
restorasyonda dediydilerdi
oysa ben bir kendime bakıp çıkacaktım
//tartarosa, sana inene kadar depremler oluyor
zelzele kelimesinin nereden geldiğini anlıyorumsu
yalnız iyi sallıyor bu zehirli gazların eşliğinde
ben yine de şiir yazmağa devam ediyorumsu
/ne de olsa tekrar doğarız, ouroboros olmak bunu gerektirir
çünkü artık yendim bir korkumu
devam etmek için bana gerekli olan
yenebilecek daha fazla korku bulumlamak
bir beşik sallantısı gerçeğe saklı rüyam
uyanmaktan arta kalan zamanlarımda
bir isteğim daha surete bürünmeğe başladı
dönülmez dünün akşamında
üşüyorsun, g e l b e n i a l
dünün en güzel sıhhatleri bunlar
3 Ouroboros3 Ouroboros
14
biliyorum, senin de ciklediğin gibi
zamana yenik düşmeyeceksin
/ellerim eksi kutupluyken
seninkilerse nekropsi’nin ++++ parçası gibi,
//çekim kuvveti kutup şiddetiyle
doğru orantılı
aradaki uzaklığın karesi ile de
ters orantılıymış
diyor bazı hazretler
aramızdaki mesafeyi 301,7 kilometreden
236,4 düşürmeye tereddütlüyüm
mesafe farkı az olsa bile
zaman farkı gerçekten kayda değer
/ve peygamber soyundan geliyor olmam
bu ilkeleri değiştirmeye yetmiyor
ne jupiter quidem omnibus placet
kum saatlerinden vazgeçtim seninçün
mıknatıslanmaysa biyolojik saatimi kandırıyor
baslarının titreşimleri şimdiden alyuvarlarımda
kalbim bir kertenkele gibi karasını bıraktı
buna oldukça şaşırdım, hiç beklemezdim çünk
bir devir demek böyle kapanırmış
jenerasyonumuzda başa gelenlerden
şaşırdığım tek olay bu oldu denebilir
diğeriyse ben çocukken ailemin bana yalan söylemeyip
tavşanımı gerçekten çiftliğe vermiş olması
gözlerinden kalp çıkan davşanı takip et
donup kalacak, çi börek yemeden de açılmaz
çayı bal porsuklarıyla içecek cesarete sahiptir oysa
/odun pazarından geçerken anlayacaksın
farkında olmadan altay destanını baştan yazışını
çünkü kesilen bir ağaç yine filiz verebilir
ben buna şahit oldum; bir kertenkele kuyruğu,
kesik ağaç içinden büyüyen bir düşük amper
hades’e şirk koşup beni yeniden doğuştur
kalbim sana gebe, ben tekrar kuyruğumu öldürmeden
zıt kutupların da hakkını verip ‘ ellerimizi k a v / u ş t u r
15
Artık şu sahneyi izleyip durma. Basit bir efkar dağıtma sahnesi… Arkada 90’lardan bir parça, şarkı eşliğinde dans eden insanlar…
Yalnızca dans eden insanlar değiller. Dans eden kardeşler. Ve ben kardeşimle hiç dans etmedim. Bu denli samimi bir şey de yapma-
dım onunla birlikte. Sanki, sanki bu sahne hayatımda büyük eksikliği olan o bölgeyi dolduruyor. Doldurduğunu, sen düşünüyorsun.
Sen. Doldurduğu falan yok. Kardeşin hala hayatta. Orada, kendine kurduğu yeni hayatıyla birlikte yaşamaya devam ediyor. Eksikliğini
hissettiğin şeyleri yapman için hiçbir engel yok önünde. Bunca yıl onu habersiz bırakıp yanından ayrılmanın nasıl bir dönütü olacağının
bilinmezliği olması, daha doğrusu bilinmezliğinin daha olumlu bir senaryo olması dışında. Sabah hazırlığımı bu şekilde tamamladım.
Güne, kendimle yaşayabileceğim olası tartışmalara girerek başlamak kadar güzel bir şey yok. Son bir kez aynaya baktım. Güzel. Güzel
gözüküyorum. Beremin rengi çok mu kötü, neyse siktir et bana yakıştığını düşünüyorum. Of bu havluya yüzünü kaç kişi silmiştir acaba
ya. Neyse iç tarafına sileyim yüzümü. Ya aynı bu şekilde düşünüp herkes iç tarafa sildiyse yüzünü. O zaman dış tarafına siliyorum daha
sonra da peçeteyle sileceğim yüzümü. Peçetenin sakallarıma iğrenç, küçük parçalar bırakacağını tahmin edemedim. Yüzümü tekrar
mı yıkasam yoksa elimle tek tek alsam mı peçete parçalarını? Dandik gümüş musluğun sıcak tarafı da çalışmıyor ki. Tekrar o buz gibi
suda yüzümü yıkamak istemiyorum. Tamam. Aynaya yaklaş. Önce elini kurula. Tamam. Tek tek parçaları al. Tamam. Şimdi klozete at
hepsini. Bu da tamam. Oh be hazırım.
Otobüste en sevdiğim yeri kaptım. İnsanları, onlar beni fark etmeden izleyebiliyorum. Bazen düşünmüyor değilim ya beni de gizlice
izleyen biri varsa ve benim insanları izlememi sapıkça buluyorsa? Bu onu da sapık yapmaz mı? Böyle düşünerek ben de sapık olduğu-
mu kabul etmiş oluyorum sanırım. Böyle olmadığımı biliyorum o yüzden saçma sapan düşüncelerden kurtulma vakti! Biraz insanların
ayakkabılarına bakayım. Ne güzel ayakkabılar giyiyor insanlar ben neden bu siyah hiçbir özelliği olmayan parçayı giyiyorum ki. Hayır
demeyi bilmediğimden muhtemelen ya da stabil bir beğeni durumum olmadığından. Yine de güzeller, içlerine giydiğim çoraplarla hoş
duruyorlardır. Diye düşünüyorum. Durmadan tabii. Kime konuşayım bunları. Acaba farklı çorap teklerini giydiğimi fark eden oluyor
mudur? Aniden arkama dönüp kontrol ettim. Kimse yok. Temiz. Devam edebiliriz. Durağa da yaklaştık. Acaba aynı yerde inecek olan
var mı? Kalkıp o butona basmak o kadar zor geliyor ki anlatamam. Anlatırım ya da nasıl biliyor musun böyle sanki aynı anda hem
dünyanın en güzel insanıyım hem de en çirkin insanıyım ve ayağa kalkar kalkmaz herkes bana bakacak çünkü çok garip bir insanım ve
en gereksiz ihtiyacımı gideriyorum. Böyle bir şey işte. Bir de boynuma takmışım fotoğraf makinemi ne hikmetse çantada dursa olmazdı
sanki. Elim mi terledi ya. Basmasalar da şoför açar kapıyı değil mi? Oh be birisi bastı. Bugünü de atlattık. Dedim ve stop tuşuna bastım.
İyi ki almışım bu ses kayıt cihazını. Filmlerde gördüğüm kadar havalı bir şeymiş gerçekten herkes garip garip baktı otobüsteyken elimde
tuttuğum cihaza. Yalnız biraz bağırmam gerekti kalabalık sesi denen illet var ki allah kimsenin başına vermesin.
Bu sokağı ve bu sokakta yürümeyi çok seviyorum. Birçok kişiyle yürüdüm burada. Sevgililerimle, arkadaşlarımla, hayaletlerimle, kedi-
lerimle, annemle… Babamla yürümedik. Hayatımı bir kez bile olsa yönlendirmediği ve bununla övündüğü için bu sokaktan ve güzel-
liklerinden mahrum bıraktım onu her seferinde. Sokağın başına kadar gelip gözünü bağladım geri gönderdim. Artık oradan sonra ne
yaptı bilemiyorum. Sokağa girer girmez bir sigara yakarım. Üç saniye içime çektikten sonra P L A K harflerinin yazılı olduğu kaldırım
taşlarının hemen dibine çökerim. Çökmek dediğim de uzanmak bu arada. Uzanıp babamı neden bıraktım ki şimdi diye düşünüyorum.
Ama düşünmek için bile bu kadar zorlanmam normalde. İçim karıncalanıyor. Gözümü kapadığımda herhangi bir şey görmeme ihtima-
lim sıfırken her bu sokağa girip sigarayı üç saniye içime çektiğimde hiçbir şey görmüyorum. Hiçbir şey. Bu nasıl mümkün olabilir ya?
Elim soğuyor. Gözümü açmak istemiyorum. Yerde yatarken sanki ruhum çekiliyor. Önce biri beni boğmaya çalışıyor. Yattığım yerden
kalkmak isteyince baskı uyguluyor daha sonra diretince bedenim değil de ruhum kurtulmaya çalışıyor gibi oluyor. P ve L harfi arasına
sıkışmış kafamı kaldırmak istiyorum sanki felç olmuşum gibi hareket edemiyorum. Birkaç saniye sonra düzeliyorum. Bu sefer bırakma-
yacağım babamı diyorum. Hemen de nasıl caydın kendinden diyen bir yumruk yiyorum sanki irkiliyorum sokakta. Neyse deyip dört
yüz liramı kontrol ediyorum. Ne olur ne olmaz. Devam etmekte fayda var. Yıkık binaların ve ağaçların birlikte oluşturduğu bir sokağı
etkileyici bulmam ne kadar da romantik. Hiç bana göre değil. Tabii ki birlikte yürüdüğüm herkese farklı bir şey söylüyorum, etkilen-
diğim şey olarak. Beni ben yapan şeyler içerisinde romantiklik asla yer alamaz. Bu benim elimde büyüttüğüm kendime dayattığım ilk
kural. Şimdi düşündüm de ne kadar iyi etmişim böyle bir kural koyarak. Bu sokakta kim olduğumu bilmeden yürüyüp durmuşum se-
nelerce. Kim olmadığım belli olduğu için olası bütün kişilikleri bu sokakta harcamışım. Korkunç kedilere selamımı verdim ve sokaktan
çıktım.
Eskiden, kendimin ne kadar da farkındaydım. Bunu da biliyordum. Yalnızken her şey daha netti. Çok netti hem de. Ne hayaletler ne
de yarasalar sarmıştı kafamı. Yalnızlıktan çıkmayı da ben istedim. İhtiyacım vardı. Nereye kadar dayanılır ki bana ben tarafından. Zor
işte. Denedim olmadı. Olmuyor da. Hissettiğim günleri özlüyorum. Ya da derinliği olan günleri işte. Bilirsin. Mantık çerçevesine daha
oturmamışken her şey. Formülleri öğrenmemişken. Formüllerin işe yaramadığını düşündüğüm zamanlar güzeldi ve cidden işe yarama-
dığını kanıtlayan birçok belge var elimde. İsteyen olursa direkt çıkarıp önlerine koyacağım. Bunca zaman konuştum durmadan konuş-
tum kimse de bölüp bir şey sormadı ya da konuşmanın bitişinde. Ben konuşunca böyle oluyor işte. Kendimle konuşuyor gibi oluyorum.
Kimseye dokunduğu yok, düşündürdüğü yok marketten 1 liraya aldığım zıplayan top gibi duvara atıyorum yanlış açıyla attığım için de
yakınıma bile düşmüyor. Kendim gibi olmayı bırakmayı seçtim ben de. Kim nasıl olmamı isterse öyle oluyorum. Kendimi kaybettim.
Olası kişiliklerden eser kalmadı.
Masa 13’ün bir buçuk tavuğunu götürürken diğer masalardakilere bakıp ne yapacağız diye iç geçirmedim değil. Bu aile ne kadar şanslı
olsa gerek. Hepsinin yüzü gülüyor rahat rahat siparişlerini veriyorlar. Hepsinin elindeki telefon son model neredeyse. Ailenin babası
turşuyu geri gönderiyor. Çok kötü bu nasıl turşu diye. Babalar işte. Ne beklersin. Halbuki büyük çocuğun gözü varmış gibi duruyordu
turşuda. Yazık tadına bile bakamadı. Neyse ne. Benim babam da böyle olsaydı da turşuyu geri göndertseydi keşke. Gözleri bağlı do-
lanmayı bu tabloya tercih edeceği kesin. Ben çıkıyorum usta. Nereye çıkıyorsun lan! Bırakıyorum işi falan. Hakkını helal et. Ha siktir
Yakalarım, Bir Zaman AvucumdaYakalarım, Bir Zaman Avucumda
16
oradan helal edecekmişim. Hergele! İşte böyle çıkarlar işten Pala Bey. Şu an tek istediğim biraz yürümek ve bulduğum çimenliğe uzanıp
yatmak. Yürüdükçe insanın kendine olan saygısı artıyor. Tek başınaysa tabii. Hiç yapamayacağı şeyleri yapabileceğini hissediyor. Kal-
dırımın kenarında oturan güzel saçlı kadın eminim böyle düşünmüyordur. Yanına gidip biraz konuşmak istiyorum acaba rahatsız olur
mu? Denemeden bilemem.
-Merhaba.
-merhaba.
-Şey yanınızdaki krem rengi kaldırım taşına oturabilir miyim, rahatsız olur musunuz?
-rahatsız olurum. ama oturabilirsiniz.
-Teşekkür ederim. Nasılsınız?
Yüzüme bakışı korkunçtu. Gözlerinin hemen üstünde biten saçlarının arasında gözüken kaşlarının rengi saçlarından biraz daha açıktı.
Dudağında soluk kırmızı bir ruj vardı. Burnu ve gözleri küçüktü. Bunların hepsini 1.5 saniyede gördüm. Yani suratı da küçüktü. Korku-
tucu bakışları arttı gibi.
-gayet iyiyim.
-Pek iyi gözükmüyordunuz ben de yürüyen insan cesareti toplayıp nasıl olduğunuzu sormaya ve sohbet etmeye geldim.
-cesaretinizi topladınız diye hayatımın kısa da olsa bir anında yer alma hakkınız var değil mi? ya da farklı bir şey düşündünüz diye
benimle konuşmak herkes için doğal bir süreç.
-Yok ben sadec
-kendimi toplumun biraz dışına attığım için kolay av falan mı oluyorum. sadece burada oturmak ve düşünmek istedim hayatımda olan
şeyleri ve şimdi oturduğum yer altımdan kayıyor. her an deprem oluyormuş gibi hissediyorum. her an tetikteyim sanki bir yerden bir
şey çıkacak gibi. her şeye hazırlıklı olmalıyım anlıyor musun?
-Evet gayet iyi anlıyorum sizi. Kolay av olduğunuz falan yok. Ben o niyetle yaklaşmadım sadece konuşmak istedim. Benim için sadece
bu anımı paylaşmak istediğim bir insansınız. Çalıştığım yerden istifa ettim biraz yürümek ve ben de düşünmek istedim. Size yakın his-
setmiş de olabilirim. Belki gerçekten yalnız hissettiğim bir andı ve sizin de öyle olduğunuzu düşündüm. Bundan güç aldım ve yanınıza
geldim. Sizinle belki bir şeyler paylaşacağımı düşündüm. Beni iyi anlayacağınızı, anlamak isteyeceğinizi düşündüm. Yanınıza oturup
konuşurken yüzünüze bakmak istedim çünkü yakın hissettim yüzünüze. Özlediğim şeyleri koyuyordu sanki önüme.
-kendinizi kaptırmayın lütfen. belli ki siz de düşünceleriniz içerisinde kayboluyorsunuz ve yalnız hissediyorsunuz ama bunun tesellisi
ben değilim. belki öyle olacak olmam sizin için iyi olacaktı. ben sizin oluşturduğunuz bir imge değilim.
-Beni yanınızda istemeseydiniz en baştan reddederdiniz. Size bunu sordum. Ayrıca kendimi kaptırdığım yok. İnanın bana. Hisset-
tiklerim ve düşündüklerim bunlar. Sırf tanışıklığımız yok diye söylediklerim sizin için saçmalık olmaya başladı değil mi? Hayatımıza
giren ya da hayatlarına girdiğimiz insanların geçmişlerinden ya da o ana kadar sahip olduklarından haberdar olamayız. Özel bir şeyler
hissetmek için bu geçmişin bilinmesi ya da birlikte bir geçmişe sahip olmak zorunluluğu mu var? Ben neden yeni tanıştığım birine
onun hakkında düşündüklerimi olduğu gibi söyleyemiyorum? Neden? Bir şekilde bana geçmişini yansıttığı için mi, nerede durmam
gerektiğini kendisi belirlediği için mi? Anlamıyorum işte. Ben çıkıp neden size, sizi sevdiğimi söyleyemiyorum? Geçmişlerin bilinmezli-
ğinden dolayı mı? Söylediğimde verdiğiniz tepki benim için ne kadar önemli olur ki, değil mi? Ah sokaktan geçen yaşlı ruhlu bir bitkin
gördüğü güzel kadına hissettiklerini söylüyor. Her zamanki olay işte. Söz havada asılı kaldı her zamanki gibi.
-dediğim gibi düşüncelerinizin bu şekilde olması size bu hakkı tanımaz. beni şimdi lütfen yalnız bırakın. nişanlım gelecek yanımda
sizin gibi bir ruh hastasını görmesini istemem.
-Asıl ruh hastası sensin! Kafan karışmış, ruhun karışmış!
Gerçekten inanamıyorum. Kadının bana söylediklerine bak. Ruh hastasıymış. İnanamıyorum. Bir an için gerçekten beni dinlediğini,
fikirlerimi önemsediğini düşündüm. Çünkü böyle olmasını istedim evet biliyorum. Farkındayım bu durumun ama ben konuşurken
bir kez bile yere bakmadı. Gözlerimdeydi her zaman. Çok mu anlam yüklüyorum acaba. Bir an için iyi bir ikili olabileceğimizi bile
düşündüm. Hay kafama sıçayım karşılık verdiğini görür görmez her şeyini sahiplenmeye meyilli kalbimden nefret ediyorum. Kadının
nişanlısı varmış. Bilmiyor muydum sanki. Parmağında gördüm yüzüğü. Ona rağmen yokmuş gibi davrandım. Neden? Çünkü pireyi
deve yapmaya bayılıyorum. Gözüme denk gelen gözlere hemen anlam yüklüyorum. Değer vermek istiyorum. Kendimden başka bir ki-
şiye değer verip ona özel olduğunu hissettirmek istiyorum. Sanırım bunun için daha az düşünmem ve daha az görmem gerekiyor. Böyle
gerekiyorsa böyle yapacağım. Kafamdaki bu garipliklerden kurtulacağım. Taşları kaymayan kaldırımlar yapacağım.
Yeni bir restaurantta işe girdim. Tereyağında tavuk yapıyoruz. İsteyene sucuk ve ciğer de yapıyoruz. Yemeklerimiz çok sevildi. Güzel
bahşiş bırakıyorlar. Dağ başında bir yerdeyiz. Aralarda çıkıp dolaşıyorum. Daha güzel hissediyorum kendimi. Mekanın arkasındaki
karavanda yaşıyorum artık. Şehre çok fazla inmiyorum. Fotoğraf çekip ses kaydı almaya burada devam ediyorum. Kendimi olması
gerekeni hak etmek için yeterli deneyime sahip hissetmiyorum ama hayatın önüme koydukları bu şekilde. Bunlara layık olmak için ça-
lışıyorum. Buraya gelen bir kız var. O da mutfakta çalışıyor. Sanırım iyi anlaşıyoruz. Kendi içimiz hariç her şey hakkında konuşuyoruz.
Burçlar, maaşlarımız, gelen müşteriler… Derinliğimiz hiç yok. Ne güzel gelişiyor her şey. Ne de güzel her şey.
Bir gün ben yine tavuk servis ediyorum masalara kapının açıldığını duydum. Servisi masaya bırakıp hemen kapı tarafına yöneldim
karşılamak için. Kapıdan içeri önce bir adam girdi. Daha sonra kapıyı açık tuttuğum kapıdan bir kadın girdi. Hoş geldiniz demek için
hazırlanıyorken o yüzü hatırladım. Gözlerini ve saçlarını. Afalladım ancak o beni tanımadı. Güzel bir masaya yerleştirdim ikisini.
Gözlerim kadının elindeki yüzüğü aradı ancak bulamadım. Net bir sonuca varamadım ancak siparişlerini almak için yaklaşırken nişan
tarihi ile ilgili bir şeyler konuştuklarını duydum. Çok bir şey düşünmedim.
Taşlar kaydı altımdan ben engel olamadım, kendimi dipsiz kuyulara batarken buldum, çıkamadım. Ben kendimi daha bulmamışken
dışarıda insanlar kendilerine yeni benlikler buluyor. Olsun. Yakalarım bir zaman. Elbet.
17
cüssesine takıldığım
kabadayılardır ağaçlar
selamı gökle ağar
dediğim efendiliktir
gölgesinin serin koynu.
oysa cılız bir kış
başıma aldatan güneşi savuran
beklenmeden vurur gece
böğrümde sancılayan ölüme
-kadar puşt değildim-
masumdur günahla yıkanmış
elleri çocukların çünkü.
güzel beni bulur
ya da ben mi soyarım onu?
kaldın mı arı karşımda
çırılçıplak,
moraran gök o zaman
yakışır tenine çocukların
katıksız, süs ola.
bilmedikçe nasıl yakılırım
gün tarafından
azalıyor ahu,
işte o zaman
toprak bırakmıyor kurşununu.
ben ki vakit
seviştikçe artıyor kendiyle
efsun döllü iniltilerle
çocuklar o zaman
hiç kaçırmıyorlar gözlerini
cellatlarından.
karbonu yığılıyor kaftanıma
neden azalmıyor gece
ya da şu otobanların
ihanet kokusu.
ben ki Havva’nın kanından
sıyrılamadım,
parmaklarımda infazım
durdum betonlar karnımda
bir çift göz gördüm
yıkıldı cellatlar karnımda
bundan eğri durdu
kamburu şeytanımın
cellat yine ben oldum
bıraktım umudu yarında.
ve kelam adamı
vurur şakağından
teferruat alkolü
bir tutam kahrımın.
Unuttum “yazım” Ne Sınırlı KUnuttum “yazım” Ne Sınırlı K
19
Oyundan çıktım, belki de daha büyük bir oyunun içerisine girişimidir? Bu tarz karmaşık düşünceler bu saatlerde beynimi hep
işgal eder. Acaba bu düşünceler nereden biliyorlar saatin kaç olduğunu? Beynimin içi duvar saatleri ile mi dolu yoksa hah hah
ha.
Hava serin, insanın içine işleyen bir soğuk var.Bugün soğuktan, açlıktan ve yalnızlıktan ölen bir adamın hüzün dolu hikayesini
oynadım sahnede. İzleyenleri duygulandıran bir sahne. Benim açımdan bakarsak her şey çok komikti ama malum işimiz sahne-
de ciddi kalmak. Peki bu kadar insanı hüzünlendiren oyun bana neden komik geldi? Her gün sokaklarda aynı durumu yaşayan
insanlara “dilenci” denilen bir kavram gözüyle bakıp insan yerine dahi koymayan kişilerin, bugün sahnedeki oyuna duygulan-
maları bana komik geldi, bilmem haksızmıyım? Sonuç olarak az değil sırf “ilgi çekecek” eylemler yapmadığı için sefalet içeri-
sinde yüzen insanlar. Bir zamanlar ben de öyleydim. Yazdığım yazıların değer görmediği, oyunculuğumun da keza aynı şekilde
beğenilmeyip kendimi acınacak hale düşürdüğümün söylenildiği zor zamanlar. Ne oldu da bugün bu yerlerdeyim? Tabi ki toplu-
mumuz yine şaşırtmadı bizleri. Ne zaman ki çok tanınan bir insan tarafından övüldüm, işte o zaman acınacak halde olduğumu
düşünen herkes birdenbire beni sevmeye başladı hah hah ha. Komik insanlar.
Garip bakışları üzerimde hissediyorum, kendi kendime çok gülmüş olmalıyım. Annemin çocukken bana “kendi kendine çok
gülme deli sanarlar” dediğini hatırlıyorum. Haklıymış ahahahaha.Sanarlarsa sansınlar beni deli, gülüyorum işte ahahahaha en
azından sizler gibi maske takıp gezmiyorum maskesiz bir deliyim ben ahahahaha.Biraz kendimden bahsetmek isterim sizlere,
kimlere? Sanırım kafamın içinde birilerinin yaşadığını zannediyorum ve sanırım ben gerçekten deliyim. Hayır öyle zannetmiyo-
rum, kafamın içinde gerçekten bir topluluk hatta topluluklar var ve ben şuan onlara kendimi anlatmak istiyorum. Ben kim mi-
yim? Ben çok ünlü olmasa da bilenlerin anlattığı kadarı ile başarılı bir tiyatro sanatçısı, bir ailenin iki evladından birisi, kimsenin
bilmediği bir çok yazının efendisi ve tüm cihanın en büyük delisi. Onlar bana “Coşkun” derler ama ben aslında bu anlattıklarım-
dan başkası değilim. Kafamın içinde alkış sesleri duyuyorum evet içeride her şey yolunda. İçeridekiler bu kısa kendini tanıtma
oyununu beğendiler, hissediyorum. İçeridekiler demişken İçeridekiler kim hakikaten? Ben, benler. Ben kimim? Anlattımya.
Doğru, evet hafızam bile dayanamıyor bana. Bir bir siliniyor ama, ama şuan neredeyim ben?
Bir sahaftayım. Buraya ne zaman geldim? Sanırım düşünceler önümü görmeme engel oluyorlar, evet. Kitaplar, kitaplar her yerim
kitap. Severim kitapları beni en çok onlar anlar. Dünyada benden başka deliler olduğunu hatırlatır ve mutlu ederler beni. Mut-
luluk evet mutluluk kitaplardadır benim için. Peki bu saatte bu sahaf neden hâlâ açık? Sahibi nerede buranın? Kitaplar, onlar
nereye kayboldu?
Islak otlar üzerime desenler çizmiş. Parkta sızıp kalmışım. Sahaf, kitaplar hepsi bir rüya mıydı? Belki evet, belki hayır. Eve git-
mek istiyorum artık. Yorucu bir gün oldu, uzanıp sonsuz sonsuz bir uykuya bırakmak istiyorum kendimi. Belki, belki yazarım
bugün. Ama hayır bugün sonsuz bir uyku var. Ama bu parktan neden bir türlü çıkamıyorum? Az önce ayağa kalkmış ve çık-
mıştım nasıl oldu da geri uzandım bu oylara? Parktamı bir düş yoksa? İleride Sezen’i görüyorum bana geliyor. Buda mı bir düş?
Hayır, hayır bu bir düş olamaz! Tanrım uyandırma beni! O bana geliyor sonsuza kadar bu parkta kapalı tut ama uyandırma beni!
Hayır, kararıyor etraf. Nerede açılacak acaba gözlerim birdahaki sefere.
Güneş ileriden doğuyor, neredeyim ben? Evimin önündeyim bir ağaca yaslanmış ve uyumuşum ta ki güneş ışıkları ile beni
uyandırana kadar. Teşekkürler güneş beni rüyalar arasında boğulmaktan kurtardın. Ama hayır! Lanet olsun sana güneş beni
Sezen’den ayırdın. Neyse ne, akşamki sahnem hazırlanmam gerek. Görüşürüz güneş, görüşürüz kafamın içindekiler ahahahaha.
SahneSahne
20
kararsızlıklarımızla boğuşurken
sinemalarda görülürüz ansızın
-dün-
kollarımız yeterince uzun
kapımız açıktır
kapımız,
yalnızca bizlere açıktır.
hava hala aydınlıksa
treni de göndermişsek
sinemalarda görülürüz ansızın
-bugün-
anılar yeterince uzun
kapımız açıktır
gülümsemen tuzu biberiyse
benim de alnımda utangaçlıklarım-
la
anılarda görülürüz ansızın
-yarın-
kavaklar yeterince uzun,
kapımız açıktır
ve kanlıkavak her zaman gecedir
evden kaçmışsan
gündüzün de gecense
kanlıkavakta görülürüz ansızın
düşünen av olur ama çakallar her yerde;
konuştuğum batıyor bana ve benden
sekiyor bela,
duacıyım,
beklerim,
ölüyü bekletir indica
YakındaYakında
İndicaİndica
22
postüla
sonra kuvvet kelimesinin altından
bir bando peyda oldu
kulağımın kristalini tersyüz ederek
papa XIV. clemens düştü
parmak taraklarımın hizasına
sonra
kaldırımı ayaklarımın altına almaktan çekinmedim
yoksulluğum tanrı’nın
ellerinden döküldü
azad edildi hayaletler ve
idrar tahlilleri
adamın biri tırpanı şakağına dayadı
düştü halılar patladı alaaddin’in ampulleri
hayır, nem ve küftü
piazzolla’yı anımsarken kirpiğimi ıslatan
bulamadım dudağının kıvrımını aşk denilenin
nesnenin hükmü ile içinden ölümü geçiren atı yazdım
olmayan usturanın izleri noktürn
kanıt taşıma güdüsüyle devinimi
adlandırdı
vaka
her şey olması gerekenden
daha geniş hacimli
olmayan bir tanrı elinden
bomba düzeneği
ölmekten korktum
uzun uzun listelerden düşerek
birikmenin haricinde dökülen cesaretin kaynadığı, buhar olduğu
zeminlerde kanıma rastlamaktan korktum
postüla
sonra vücut
almak istediği şekli kabarttı
sonra
içimde düşsüz bir ağrı kaldı
saklanamayan kim, sırrı biten kim,saklanamayan kim, sırrı biten kim,
kim şimdi yalnızca bir sığıntı kimkim şimdi yalnızca bir sığıntı kim
Kutup YıldızıKutup Yıldızı
Uyan o uzak ve beyaz ülkende
Arala gözlerini gerçekliğine yaşamın
Buz tutan bu kasvet değil miydi sana ilhamını veren?
Ya da yürüdüğün ıslak kaldırımlarında
O kentte gördüğün
Kaçtığın yazgın mıydı hatıralarında
Rüyalarda döndüğün
Oysaki sen
Bir büyülü kalbin eşsiz yegane sahibisin
Sığındığın bu yaşam ki o, inancındandır senin
Aydınlatacak olan geceyi bir ödül niyetine
Ve anımsatacak olan sana bir meleğin kanadını
Ay en parlak hali ile gökte parıldarken
Uyan o uzak ve beyaz ülkende
Hüzne boğacak olan o, yine tüm zamanları.
23
mutluluğu haketmediğimi düşünmüyorum
kendi memelerimi emikliyorum,
acılar yaşatıp kendi kendime
sanata malzeme mi çıkarıyorum?
--------------------------------------------------
yok ya ben onu yapmıyorum
ben birisine yenilmeyi sevmiyorum
özür dilemeyi çok geç öğrendim ben
ben ben diye diye
ölüyor muyum
ben ben demesem de
her yaşadığım acıda birer birer gidiyor muyum (yoksa oluyor muyum)
mutluluğu hakediyorum, ben de canımdır ama
acaba mutluluğu istiyor muyum
ben ki,
ben,
hiçbir toplumca kabul görmeyen ben,
yalnızca bir ben kendimi kabulleniyorum
dışarıya çıkmak istiyorum
bir oyun parkındaki salıncakla içeriye sallanıyorum
kabuklarım var fakat inci çıkardığımı sanmıyorum.
Ben, sevgili dostlar henüz dünyaya bir şey sunmuyorum
kendi kendime acı servis ediyorum
metal ve soğuk bir tepsiyle
kendime soğuğum; o kadar.
kendime yanlışım; o kadar.
uzaklardaki öyküye doğruyum
o o kadar da uzakta değil mi
bile bile yenik savaşa girmek buna denir di mi?
sadece insan olmak istiyorum
hatalarıyla hatıralarıyla
yanlışlarıyla bir insan.
ne ilerideki politikacı ben
ne yazar ben ne prenseslerce örtülen ben
yalnızca öğrenci olmak istiyorum
hayat yolundaki ezbere eğitimi kırmaya geliyorum
ama oysa ezber çoğunlukla doğru şıkta
fakat sevgili sevgililerim
hiçbir zaman ezberlemeyi sevmedim
ben öğrenmeliydim çünkü gerçekten
denemeden bilemezdim gitmeden göremez sevmeden silemezdim
ben kim miyim
aslında yıldızlara, floresanlardaki küçük sivrisineklere bakarsak
hiçbir şeyim
zaten herkes aslında gelecekteki bir hiçbir şey
kalmaya devam etmeye çalışan sınıfta
bir öğrenci.
devam etmek çok zor geliyor bana
çok zor
ben sana sene
sine
size
SimülasyonSimülasyon
25
hepimize çok zor gelmiyor mu
başlamak değil bitirmek değil devam etmek,
istikrar için dilenmek.
insanları sevip onlara hiç mi hiç ulaşamamak.
her şeyi ama her şeyi yanlış mı yapmak
yanlış var mıdır yar mıdır?
hiç yararlı mıdır?
kalıplara sığmak o kadar mı sağlamdır
üçgen kalıplarına sığamayan kaşarlı salamlı sandviçlere
farklı veya bozulmuş gözüyle bakıp çöpe de atsalar
dışına taştı diye ona taş da atsalar
sandviç çöplükte bile
çöp poşetlerini, ölü balık nemonun çöplerini
turuncu çöpçü giysilerini
kökü toprakla salınmış bir marulu gözlemleyerek de mutlu olacaktır
sandviçler ve insanlar diyeyim
başkasını mutlu etmek için
yaratılmamışlardır
ve
bunu çok da bilmez ya da eninde sonunda öğrenirler
içinden gelmek diye bir şey yoktur aslında
her şey içimizden gider biz hayaller kurdukça...
ama ulaşır uzaydaki uzak diyarlara
ama gerçekleşir kalbinin hiç ummadığı varyasyonlarla
hayaller gerçek olunca
hayal ve gerçek kavuşunca halatı çeke çeke sırt sırta
yalın ve fani bir istek uğruna,
o kadar da mutlu olmaz
istediği olunca benim gibi bir özgürlük düşkünü
--------------------------------------------------------------
çünkü sevgili sevgililer
istediğimiz her şey ermişte yazdığına
ve benim de aydınlandığıma göre,
bizi kendine tutsak eder.
gözlerimiizi hırsınnateşi bürür
asıl fenalık kiliseye dua edince görülür.
aslında dillerimizi de hırs bürür
aslına bakılırsa, zihnimizin tümü
üzerine hortumu tutulmuş, ıslak ve kaygan ve yapışkan çimenlere basa basa yıkanmakdan zevk alır,
işte böylece rüzgar eserse
hasta olur. (oluverir, kalır)
----------------------------------------------------
en iyisi ağaç gibi olunmalıydı, hiç uyumadan
sesini asla çıkarmadan
sessizce ve daima yanındakiyle
ölümün dibinde ama yaşamın yanında.
---------------------------------------------------
fakat bir ağaç bile ilkin ve sonraki baharda
şüpheye düşer yaşamaktan.
başkaları için yaşamak
kışın ve yazın gerçekçi gelse de bir rüzgar
değiştirebiliyor bir ağacın aklını bile.
---------------------------------------------------
ben bir ağaçtım önceden galiba
yerinde durup çok uzaktaki ağaçlara aşık olan
mimozalara sarmalanmak için uyuyan.
26
----------------------------------------------------
şimdiyse insan olduğumu anladım
eğer hata yapabilselerdi
eminim diğer canlılar da hata yapmak isterlerdi
hata bir canlılık değil bir insanlık göstergesi...
-----------------------------------------------------------
şimdi bir ağaç olsaydım şu insan aklımla
dallarımı yere kadar esnetmek için pilatese gider, sonra da köklerini çekip
koparırdım ve gecenin bir yarısı mimozaya gidip
bütün bakışmaların aslını sorardım
sonra oksijen kaynağı olmayı keserdim
belki de daha çok yarar vermek için
gezen oksijen olacağımı sanardım
ama ben ağacım ki ya akılsızım
köklerimi kopardığım an öldüm sayılırım
insanlar sigara içmeye devam etse bile
bir ağaç bu ne manasız şey diye
çekip gidemez e sonra gel gelelim
niye ağaçlarla insanlar yer değiştiremiyor?
-----------------------------------------------------------------
ağaçlara ağaç insanlara insan gözüyle bakılmıyor
artık kendim başka bir şey olmuşum
artık ağaçlar bile bazı mevsimler somurtkan küskün insanlara
esasında her mevsim...
sulanmazsa.
------------------------------------------------------------------
sevgisiz bırakılan her canlı çok üzgün,
tanrıya da küskün
sanki anlaşmalı gelinmiş dünyaya
tanrı sevgidir dedi tolstoy
bekleyin ve görün bakalım tanrı hiç olmasaydı
insanlar bu kadar çok yaşamı tırnaklamaya çalışır mıydı
hiç olmazsa allahtan korkun olsun diye değil
düşünen kişileri korkuyla bir yere getiremezsin
allah aşkı iyi ki var o yüzden
hiç olmazsa bizi yaratan kişi bizi seviyor.
bu bir çok şükür
olur berrak ve açık mavi bir gökyüzünde
oyun parkının bankının üzerinde.
bu bir avuntudur çoğu zaman kumlardan kale yaparken
tırnaklarına kum doldurmadan rahat edemiyorsan.
çünküsü yok bazıları öyle
bazıları da böyledir
insan olmanın doğmanın gayesi nedir?
27
Said Ağa’nın …… hastası olduğu duyulunca, mahallede üzülmeyen kalmadı. Karısı Dudu, kapı kapı gezdi ağladı. Mahalleli, Said
Ağa’yı ne kadar severse Dudu’yu da o kadar sevmezdi. Menekşe renkli hareli gözleri, simsiyah saçları, bembeyaz teni ile insanın
aklını başından alacak kadar güzel bu kadını, sanıyorum Said Ağa ve benden başka pek seven yoktu..
Said (kocasının adını koymuştu) benden biraz küçük, Aynur biraz büyüktü, Zeynep Abla, İsmail abi kocaman çocuktu, bi de Hur-
şit Abi vardı en büyük çocukları, 18’lerinde olmalıydı, evde yatıyordu hep ama hasta değildi.
Hayatta en sevdiğim insanlardı Said ve Aynur, Musti’den sonra en çok sevdiğim yani. Çünkü çocuk dünyamda bi tek onların ya-
nında istediğim gibi hareket edebiliyordum.
Evleri çok pisti. Aylarca çarşaflar değişmez, perdeler yıkanmaz, ev süpürülmezdi. Yerlerde kurumuş ekmek parçaları olurdu çoğu
kez. Dudu, vakitli vakitsiz işe giderdi, gitmeden koca bi tencere kuru fasulye pişirir, büyük kızı Zeynep’e kardeşlerini ve babasını
doyurmasını tembihlerdi. Annesi evden gider gitmez Said ya da Aynur bizim kapımıza bakan mutfak camından başını zar zor
uzatır; “annem gitti, gelsene, yemek yiycez” derdi.
Dalgınlığından istifade eder kaçabilirsem ne ala, yoksa bi saat yalvarırdım anneme. Yalvarma çeşitlerini çok küçükken öğrendim.
Aynurla ders çalışacağız desem (ilkokul 1-2-3) Aynur bi sınıf üsttü, olmazdı, Said’le desem okula yazdırılmamış, yaşı ne belli değil,
ders palavrası olmazdı, tutmazdı yani.
Said Ağa’nın hastalık epey ilerledi o ara, kapıya gelip; Aynur’la Virgie sanayideki kasaba gitsin de kelle alıp gelsinler, Said Ağa çok
sever pişireyim yesin dedi Dudu, işe filan da gitmedi o gün, hiç itiraz etmedi, tamam dedi annem. Sanayi’deki tanıdık kasaba gidip
Said Ağa için olduğunu söyleyip yazdırarak kelle alıp geldik. Dudu pişirdi, artık son demlerine gelmiş, bazen oğlu Said’le aynı yaş
aynı boy gibi gözüken adamcağıza kaşık kaşık beyin ve dil yedirdi. (O yazdırılan borçları kimin ödediğini yıllar sonra öğrendim...)
Bu, onlara daha sık daha kolay gitmem için çok iyi bi bahane oldu. Yalnız, kasvetli, disiplinli ve her an kavga edilen evden sıkıl-
dığımda, Said Ağa’ya şunu almaya gidiyoruz dedim mi hemen izin verirdi annem. Evde babamla konuşmalarında bi kaç günü
kaldığı söylenmişti, ben bi yere gidecek hazırlık yapılıyor sanıyordum, henüz hayatımda hiç bi insan ölmemişti, Said Ağa’ya ne
oluyor anlamıyordum.
Her gün birkaç saat onlarda yaşıyordum artık. Orda kir vardı. Annemin sakız gibi kaynattığı çarşaflarına inat yerden hiç kalkma-
yan kirli yataklar vardı, gün aşırı fırçalanan yer tahtalarımıza inat kirden parlamış beton bi hol ve kirli duvarlar vardı. Orda Ay-
nur’un kapkara saçlarında bit vardı, ev yağ kokuyordu, Said’in tırnakları mor mor gömük gömüktü; Hurşit Abi çoğu kez sarhoştu
kusuyordu. Ancak işte o evde bizim evde asla olmayan garip bir huzur, insanı mest eden bir rahatlık, adı konmamış bir eğlence
vardı ve hiç anne baba kavgası görmemiştim o evde..
Said Ağa köşede demir karyolada yatıyordu. Üzerinde yattığı çarşafa, babam eve dönünce (babam da gelmişti bi gece, eski orta-
ğına geçmiş olsuna) zahtiyan gibi demişti. Kelimeye sözlüklerde rastlamadım, ama o çocuk aklımla, gördüğüm şeyle kelimeyi
örtüştürüp “yağdan kayış gibi olmak” anlamını çıkarmıştım..
O kadar zayıftı ki yatakta yatarken görünmüyordu..
Ancak o tükenmişlik ve ağır hastalık eve kasvet vermiyordu, çocuklar gülüp oynaşıyor, Hurşit Abi içkili gelip bi köşede radyo din-
leyip parmak şıklatıyor, kızlar camda arkadaşlarıyla muhabbet ediyor, ev ölmekte olan babaya inat, yaşamaya devam ediyordu..
Dudu mu? Dudu, o da ölmekte olan kocasına inat sürmeler çekinip kollarına bilezikler doldurup köşe başından bi taksiye binip
işe gidiyordu. Ne iş yaptığını ben bilmiyordum, annemgil sanırım biliyordu ama ne konuştuklarını tam anlamadım hiç. O benim
için gözlerine baktığım zaman gördüğüm güzellikten her şeyi unuttuğum bir prensesti, hep yüzü gülen bir anneydi, bir işve ve eda
sembolüydü.
Biz çingeneyiz derdi Dudu. Selanik çingenesiyiz, İzmir’den geldik buraya derdi. Ancak sanayide birçok dükkana Ömer Ağa’yla
Zarife’yle akrabayız dermiş, annem kahkaha ile gülerdi, biz dağ köylüsüyüz, ne arar Dudu ile akraba olmak derdi. Sonra bir gün
sıkıştırdı kadını, sen akrabayız dermişsin, kız biz akraba mıyız, nerden uydurdun diye. Pişkince güldü Dudu, akrabayız deyince
ekmek veriyorlar, borç veriyorlar hay Zarife abam..
Annem bi daha itiraz etmedi uydurma akrabalığa. Zaten Dudu’ya da kimse inanmadı… Ama çocuk aklımla o evde o çocuklarla
günde 2-3 saat özgürce güler eğlenirken, ta içimden derinlerden akraba olduğumuzu düşünür, mutlu olurdum.
Aynur’la Said’le oynaşıp oynaşıp uykumuz gelip sarılıp uyuyakaldığımızda, o sahte kan bağından gelen huzuru ta içimde hisseder-
dim..
Annem, eve geldiğimde “dudugil kokmuşsun üfff” deyip tepeden tırnağa soyup yıkadığında, o huzurdan eser kalmazdı..
Babamla Said Ağa bizler doğmadan önce bi iki sene, sanayide ortak ticaret yapmışlar. İki ailede ta ordan bi yakınlık kalmış. Said
Ağa yatağa düşesiye dükkanlarımız yan yana imiş, evlerimiz de karşı karşıya idi zaten. Sonra dükkanı satmış onlar, Hurşit’le
Dudu, dükkanı üç günde yediler dedi babam. Dükkan nasıl yenir, bilmiyordum..
Çok uzattım. Said Ağa’nın ölümünü ve karısı dünyalar güzeli Dudu’nun, kocası öldükten epey sonra çocuk doğuruşunu da sonra
anlatırım..
DudugilDudugil
28
gün ağarırken geçidigün ağarırken geçidi
Bu geçidin ilenç parmaklı çocukları
Üç kuruşluk şeycileri boldur
Bu geçit güneşle gürülder
Çatırdar tasalı ayakların şık kaplarıyla
Bu geçit hiç öpülmemiştir
Hiç fokurdamamıştır bacaklar orada
Bu geçit gece çırpınmalarında
Zemherir yastıkları işgal etmez
Bu geçitte bir gece (son yaşlarında)
İki genç parlıyordu (ki kanları delileri esritir)
Dudakları hasretli iki kişinin, derler
İlkışkırtıcı ısırıklarında
Yılanların ezgisi dillenir
Hâşâ yalan
Kuru dudaklı evli ölü kadınlar çığırır
İşte öpüşmek (işte öpüşmek modern ölümleri azaltabilir)
Çağımıza kalan
Var olmuş olacak
En ıslak isyancı
Sonrası caddelerce gülüşüp üşümek
Herkes uyuyor (bitmesin bu sırtça kanayan rüya)
Biz daha da büyüyor daha da
Düzüyoruz keyif çatan kaldırımları
Yuvasız bir taşkınlıktı
Tenlerimize sur’u üfleyen
Bu soy, bu püklü duvarlar
O duvarlarda aşkın yeryüzüne çağrısı
Elbet binlerce yılı var birlikte kasıklarımızın
(üst geçide varırlar asalı ayaklarıyla)
Örtülü bir geçit bu
Ortadan ikiye ayrılırsa (zira delirmiş ayaklarımız baksana)
Yolumuz cehennete
Küçük harfli musa bize
Akdeniz pencerelerinden
Gecenin ikinci intiharını izletsin
Dili sıkı, dili bizce bir geçit bu
İlk kaldırılan başı a’ra
Kaldırılan bengi b.acakları bele
Hep kendine gizleyecek
Kentin közlerini örseleyerek öpüşüyoruz
29
kapak - kemal gökçay
sf.1 arda arık - perdeler güzergahı
sf.2 ege özcan - aşkın çapası boşuna
sf. 3 mustafa klarkous - mahalle’de karşılaşmalar / epizot 1
sf.4 illüstrasyon -
sf. 5 riyah - sorular, düşünceler, ince sessizlik, yaşayan acılar aynı ana rahmine benziyor, her gün yeni bir soru
doğuruyor.
sf. 6 eftelya koyuncu - karadeliğin sonuna yolculuk
sf. 7 saat ustası - kafamda deliklerin açılması resmen ayrıcalık
sf. 8 naz türker - zik ve zak / çizim - naz türker
sf. 9 özlem yiğitoğlu - sineklerin boksu / illüstrasyon - irem aum
sf. 10 atakan can - ek eylem suistimalinde nefes almak
sf. 11 qipojovv - dev bir hortum
sf. 12 çizim - dila budan
sf. 13 buğra öztürk - harap bahçeden sonra choking başladı
sf. 14 toprak şems tezcan - 3 ouroboros
sf.16 kemal gökçay - yakalarım bir zaman avucumda
sf.18 çizim - montag
sf.19 nazlıcan bayrak - unuttum ‘‘yazım’’ ne sınırlı k
sf.20 gökhan erdoğan - sahne
sf.21 kolaj - sena çoban
sf.22 elif ışık - yakında / umut çiflik - indica
sf.23 kadir çakır - saklanamayan kim, sırrı biten kim, kim şimdi yalnızca bir sığıntı kim / esra yavaş - kutup yıldızı
sf.24 fotoğraf serisi - melda atıcı
sf.25 öykü atasoy - simülasyon
sf.28 virginia young - dudugil
sf.29 baran filizay - gün ağarırken geçidi
arka kapak - alternatecyborg
iletişmek için:
mail: geyikfanzin@gmail.com
twitter: fanzingeyik
instagram: geyikfanzin
Geyik Fanzin 12. Sayı

More Related Content

What's hot

Mevlana mesnevi5
Mevlana mesnevi5Mevlana mesnevi5
Mevlana mesnevi5ufuk01
 
J.m. darhower ruhumdaki canavar monster in his eyes serisi 2 - horozz.net
J.m. darhower   ruhumdaki canavar monster in his eyes serisi 2 - horozz.netJ.m. darhower   ruhumdaki canavar monster in his eyes serisi 2 - horozz.net
J.m. darhower ruhumdaki canavar monster in his eyes serisi 2 - horozz.netAdnan Dan
 
ŞadiyeosmanoglubabamabdulhamidsarayvesüRgüN YıLları
ŞadiyeosmanoglubabamabdulhamidsarayvesüRgüN YıLlarıŞadiyeosmanoglubabamabdulhamidsarayvesüRgüN YıLları
ŞadiyeosmanoglubabamabdulhamidsarayvesüRgüN YıLlarıAhmet Türkan
 
Mevlana mesnevi1
Mevlana mesnevi1Mevlana mesnevi1
Mevlana mesnevi1ufuk01
 
Mevlana mesnevi2
Mevlana mesnevi2Mevlana mesnevi2
Mevlana mesnevi2ufuk01
 
Gönülden Damlalar
Gönülden DamlalarGönülden Damlalar
Gönülden Damlalarnuryolu
 
Insani kamil-abdulkerim-ceyli.
Insani kamil-abdulkerim-ceyli.Insani kamil-abdulkerim-ceyli.
Insani kamil-abdulkerim-ceyli.Sırra Yolcu
 
Can Akin - Mevlana Turbesi öykü
Can Akin - Mevlana Turbesi öyküCan Akin - Mevlana Turbesi öykü
Can Akin - Mevlana Turbesi öyküCan Akin
 
Necip fazıl kısakürek şiirleri
Necip fazıl kısakürek   şiirleriNecip fazıl kısakürek   şiirleri
Necip fazıl kısakürek şiirleriali-gose
 
TRAMPA - FALLE - TRAP - POLICE CAN AKIN
 TRAMPA - FALLE - TRAP - POLICE CAN AKIN TRAMPA - FALLE - TRAP - POLICE CAN AKIN
TRAMPA - FALLE - TRAP - POLICE CAN AKINCan Akin
 
Mersin Polifonik Dergi - 6
Mersin Polifonik Dergi - 6Mersin Polifonik Dergi - 6
Mersin Polifonik Dergi - 6CMSMERSIN
 

What's hot (19)

Mevlana mesnevi5
Mevlana mesnevi5Mevlana mesnevi5
Mevlana mesnevi5
 
J.m. darhower ruhumdaki canavar monster in his eyes serisi 2 - horozz.net
J.m. darhower   ruhumdaki canavar monster in his eyes serisi 2 - horozz.netJ.m. darhower   ruhumdaki canavar monster in his eyes serisi 2 - horozz.net
J.m. darhower ruhumdaki canavar monster in his eyes serisi 2 - horozz.net
 
ŞadiyeosmanoglubabamabdulhamidsarayvesüRgüN YıLları
ŞadiyeosmanoglubabamabdulhamidsarayvesüRgüN YıLlarıŞadiyeosmanoglubabamabdulhamidsarayvesüRgüN YıLları
ŞadiyeosmanoglubabamabdulhamidsarayvesüRgüN YıLları
 
Mevlana mesnevi1
Mevlana mesnevi1Mevlana mesnevi1
Mevlana mesnevi1
 
Mevlana mesnevi2
Mevlana mesnevi2Mevlana mesnevi2
Mevlana mesnevi2
 
yusufcuk
yusufcukyusufcuk
yusufcuk
 
Kavim
KavimKavim
Kavim
 
Gönülden Damlalar
Gönülden DamlalarGönülden Damlalar
Gönülden Damlalar
 
Enicim
EnicimEnicim
Enicim
 
Insani kamil-abdulkerim-ceyli.
Insani kamil-abdulkerim-ceyli.Insani kamil-abdulkerim-ceyli.
Insani kamil-abdulkerim-ceyli.
 
Gulelim
GulelimGulelim
Gulelim
 
Oruc İbadeti ve Ramazan-2
Oruc İbadeti ve Ramazan-2Oruc İbadeti ve Ramazan-2
Oruc İbadeti ve Ramazan-2
 
Can Akin - Mevlana Turbesi öykü
Can Akin - Mevlana Turbesi öyküCan Akin - Mevlana Turbesi öykü
Can Akin - Mevlana Turbesi öykü
 
Necip fazıl kısakürek şiirleri
Necip fazıl kısakürek   şiirleriNecip fazıl kısakürek   şiirleri
Necip fazıl kısakürek şiirleri
 
SÜREÇ
SÜREÇSÜREÇ
SÜREÇ
 
TRAMPA - FALLE - TRAP - POLICE CAN AKIN
 TRAMPA - FALLE - TRAP - POLICE CAN AKIN TRAMPA - FALLE - TRAP - POLICE CAN AKIN
TRAMPA - FALLE - TRAP - POLICE CAN AKIN
 
3. Mesele
3. Mesele3. Mesele
3. Mesele
 
Amaki hayal[1]
Amaki hayal[1]Amaki hayal[1]
Amaki hayal[1]
 
Mersin Polifonik Dergi - 6
Mersin Polifonik Dergi - 6Mersin Polifonik Dergi - 6
Mersin Polifonik Dergi - 6
 

Similar to Geyik Fanzin 12. Sayı (20)

Eylulde baslar-isyan
Eylulde baslar-isyanEylulde baslar-isyan
Eylulde baslar-isyan
 
Zül fi kâr
Zül fi kârZül fi kâr
Zül fi kâr
 
Hayatı Kavramak
Hayatı KavramakHayatı Kavramak
Hayatı Kavramak
 
Nazim şIirleri
Nazim şIirleriNazim şIirleri
Nazim şIirleri
 
Anne Şiirleri
Anne ŞiirleriAnne Şiirleri
Anne Şiirleri
 
Eğer yeniden başlayabilseydim hayata...
Eğer yeniden başlayabilseydim hayata...Eğer yeniden başlayabilseydim hayata...
Eğer yeniden başlayabilseydim hayata...
 
Rakı Masası Şiirleri
Rakı Masası ŞiirleriRakı Masası Şiirleri
Rakı Masası Şiirleri
 
Hayat Cikmazi Kitabı,Prof Dr Ekrem Culfa, İstanbul, Anadolu Yakası, Avrupa Ya...
Hayat Cikmazi Kitabı,Prof Dr Ekrem Culfa, İstanbul, Anadolu Yakası, Avrupa Ya...Hayat Cikmazi Kitabı,Prof Dr Ekrem Culfa, İstanbul, Anadolu Yakası, Avrupa Ya...
Hayat Cikmazi Kitabı,Prof Dr Ekrem Culfa, İstanbul, Anadolu Yakası, Avrupa Ya...
 
Lgbti.org gay-olmak
Lgbti.org gay-olmakLgbti.org gay-olmak
Lgbti.org gay-olmak
 
Lgbti.org gay-olmak
Lgbti.org gay-olmakLgbti.org gay-olmak
Lgbti.org gay-olmak
 
Ölüme Şiirler
Ölüme ŞiirlerÖlüme Şiirler
Ölüme Şiirler
 
Fiiller
FiillerFiiller
Fiiller
 
Lgbti.org gay-olmak
Lgbti.org gay-olmakLgbti.org gay-olmak
Lgbti.org gay-olmak
 
Lgbti.org donum-noktasi
Lgbti.org donum-noktasiLgbti.org donum-noktasi
Lgbti.org donum-noktasi
 
Lgbti.org donum-noktasi
Lgbti.org donum-noktasiLgbti.org donum-noktasi
Lgbti.org donum-noktasi
 
Canyucel
CanyucelCanyucel
Canyucel
 
Tribal Branding
Tribal BrandingTribal Branding
Tribal Branding
 
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfHABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
 
Kavim
KavimKavim
Kavim
 
Film48
Film48Film48
Film48
 

Geyik Fanzin 12. Sayı

  • 1. gözüm açıldı. tekrar. tekrar. tekrar. canım yandı. kapadım. yalanı ittim sırtımdan. egomun elini öptüm. tebrik ederler. GEYİK 2 elleri dikenliler umutlarını resmetti boş sayfalarda.
  • 2. Perdeler GüzergahıPerdeler Güzergahı aramıza setler çekmiş toprağın esaretindeki köhne evlerin temellerinden oluşmuş bir ihtiyar var yokuşun tepesinde var bir ihtiyar kum saatine dayalı sanma ki tesiri yoktur maneviyatının bu kılçık dünyaya bir hiçti toz olup süzüldü koynuna Ah Allah’ım ihtiyarı gömen rüzgar mıdır yoksa talih tokadı mı zihin esirgemedi iç parçalayan sessiz yumruklarını ve inceldiği yerden kavurdu yokuşu ihtiyarın çığlıkları görkemli mezarları kendine mezar eden yokuşu kum saatinin yokuşunda insanlar ölüyor kırış kırış yokuşun başında perdelerin seyahatine şahitlik ediyor peyderpey yürüyen genç kız uğultuları rögar kapaklarından duyuyor ihtiyarın çığlıkları yükseliyor rögar kapaklarından saçmalık diyip kapatma rüyaları kum etti ihtiyarı çığlıkları susturan yumruklar derin bir hüzün çağlayanı nüks edinceye kadar kıpırdamadı bir daha kimse yerlerinden perdeler dahi mola verdi seyahatlerine akan nehirler can verirken bahar meyvelerini bahşetmedi kediler apartman boşluğundan yağmuru seyreden gözler misali toprağı hissetmedi ayağının altında küflenmiş ihtiras sahipleri buhrana boğuldu kum saati yokuşunun sakinleri ölen ve ölmeye can atan sakinler ölümü neşeyle kabullendiler ömürlerini hüsranla geçirerek ihtiyar kum oldu saate karıştı ey genç kız ! saçmalık diyip geçiştirme rüyaları keyfine aldanıp perdelere emanet etme yolunu bir acı nakş ettiğinde yüreğinin ve zihninin temellerine tembellik edip yılma sakın durduğun bir çıkmaz sokak hissettigin bir aşk acı saadetinde yak bu yokuşta perdeler güzergahını 1
  • 3. içmekse hepi miz biraz içtik. üstü açık tabutlar kira- ladık hepimiz bıçak biledik hepimiz çarmıhlar oyduk kulaç- ladık gökyü- zünü. gitme kendi yoluna ikimiz aynı gemide birlikte hep alabora o•l•a•c•a•ğ•ı•z, söz. Aşkın Çapası BoşunaAşkın Çapası Boşuna 2
  • 4. Karanlık, ama öyle feci bir karanlık ki içinden bin bir türlü renk seçiliyor. Başta kırmızı çıkıyor karşına ama beyaz peşini bırakır mı oda ver- yansın ediyor ama aralarından inceden nazlı ürkek ürkek diğer renkler kırılarak beliriyor sarı yeşil mor mavi gri derken tekrar deli bir karanlık oluyor, öyle çarpıcı ki o an içinde de inanılmaz derecede matlık geçiriyorum beynimin içinde filler si. sanırsın... birden bir kuş cıvıltısı, arkasında beraber ve koro halinde tüm kanatlılar kanatsızlar karıncalar ağaçlar ırmaklar apartmanlar gece konarlar avmler arabalar gögüslüler koca götlüler topallar ibneler pezevenkler politikacılar her şey ansızın sanki sırf bana selam çakıyorlar selamın aleyküm -aleykümün esselam, neysen uzun süren seslerin ardından anlamsız birçok sessizlik oluyor, her şeyi görüyorum ama çıt duyamıyorum, her şey ters yüz olmuşta denizden kara- yı izler gibiyim ama böyle de bir si. benzemiyormuş yaşadığımız karanlık. görüyorum türlü hadiseleri çıldırıyorum yanlış yapılanları gördükçe, lan yapmayın diyorum ama bir bok’a yaramıyor ki, duyamazlar beni sadece baloncuk baloncuk çıkıyor bütün haykırışlarım, güzel şeylerde görünüyor haa ama bunları anlatmam gizli anlatırsam günah gibi çoğalır, kötü şeyleri daha çok görüyorum, şeytan diyor; neyse onun bu hikayede şimdilik yeri yok o da ayrı mevzuu’ya neyse, şimdi ne yapacağım sorusunu sormanın tam yeri ve zamanı evet abi şimdi ne halt edeceğim, bildiğim tüm duaları okumaya yelteniyorum ama sesim yine duyulmaz ki, gerçi çocukken içimizden ederdik allahla ilgili dilek ve şikayetlerimizi oda hiç aldırış etmez di, ama ben onu biraz araştırdım, yat saatinde tam hazırlanmış huşu örtüsünü çekmiş amber kokulu nefsimizle iletişime geçerken evde show haber gece hattı saatine denk geliyordu, ve reha muhtar o iblis sonatı sesiyle aramıza giriyordu belki allah’la, ‘’iyi geceler sayın seyirciler, gün geçmiyor ki ülkemizde çileden çıkmamızı sağlayacak bir haber yaşanmasın’’ ‘’seda sayan altı kocamda da aradığım hayvansılığı bulamadım, allahın hakkı yedidir diyor...’’ ‘’seda sayan’a da yazık sayın seyirciler’’ ‘’şimdi de mecliste çiğ köfte partisi haberimize geçiyoruz, efendim’’ evet abi şimdi anladım çocukken ettiğim duaların niye işleme alınmadığını, tüm suç bu puştta olabilirdi tabi puşt derken o haberlerde yaşayan puştları kastediyorum, hani şarkıcının orgazm hakkı hakkı’ndaki manifestosu, sonra partilerin partilerindeki köftelerin, bir de yedi E’deki nezihe... Ertesi gün delirmiş gibi öten serçelerin sesinde kendimi buldum, derken roketin küfürleri ardından babası tam o anda simite çıkan portlek sen- foniyi tamamladı. Mutfakta yüzümü yıkarken arka bahçeye bakan küçük ızgaradan müzeyyeni gördüm, elim ister istemez jöleye uçtu ama nasıl ölümüne taradım ince telli pırasaları... hepsini! devamı, gelir. Mahallede Karşılaşmalar - Epizot 1Mahallede Karşılaşmalar - Epizot 1 3
  • 5. 4
  • 6. Absürt meselelere verilen yalancı ve sahte tepkilerin, kimlik bulduğu bedenlerde ki sarsıntıları ve içsel boğuşmaları ölçen bir alet ne zaman icat edilecek? İnsanların birbirini daha çok mu yıpratması gerekiyor gerekenin yapılması için? Yoksa daha çok geçmişe mi gidilmeli, yapılan haksızların ve bırakılan izlerin tedavi edilmesi için? Geçmişte nasılsdı, insanlar kendinden bile bir haberken, sorgulamıyor, görmüyor, duymuyorken nasıldı bu? Bencillik hep vardı lakin tanımı nasıldı? Tartaros’ta boğulan bedenlerin adına konuşan bir adam var karşımda, sigarasından bir fırt alarak tüm dünyayı avucunun içine almış gibi konuşan bir adam, kendi düştüğü çukurdan bir haber, insanlardan söz hakkı almış gibi konuşuyor. Bu onun hikayesi ben sadece yazıyorum. Yukarıdakiler de onun sözleri ben sadece elçilik yapıyorum. Etrafına Erinsyler’ı toplamış, yaptıkla- rından, konuştuklarından bir haber, kendi yaptığı sentezlerin içinde bir ikileme düşmüş vaziyette ve bedenini farklı bir ruha yormakta. Uzaklara dalıyorum, konuşuyorum lakin ne konuştuğumu bilmiyorum, sorular soruyorum, kafamın içimi kemiren sorular. Karşımda ki kadın sadece meraklı gözlerle seyrediyor. Bana vereceği tepkiyi kestiremiyor belki , arada notlar alıyor sanki vere- ceği cevabın önceden planlamasını yapıyor ya da tahakkümün arttığı şu dönemde başta beni ve insanları yazarak yalın halde görmeye çalışıyor. Biraz ölümü tadıp geri dönmek istiyor, hayattaki mola anlayışı böyle. Hayatta ki her şey bir sona bağlanmak zorunda değil diyorum, buna kendim bile inanmıyorum sadece nabzını ölçmek istiyorum, başını sallıyor. Yaşadığı şey ne? Bilmiyorum. Fonda bir müzik çalıyor kestiremiyorum lakin o hemen eşlik etmeye başlıyor. Fısıldıyor öylece, kime, neye, niçin fısıldadığını bilmeden. İçinden geldiği için, öylece işte. Kitleniyorum. “ Was not supposed to make you cry I sang the words ı meant I sang.” İşte ruhuma işleyen bir şarkı, muhabetten koptum ve kendi içime çekildim sanırım farketti. İşte şuan eşitlendik. İkimiz belki de aynı yerdeyiz, ruhumuzun tanışık olduğu, kovulduğumuz o yere beraber, bedenimiz olmadan döndük. Arınıp bedene dönmek zordur, blokajları kaldırmak, en başta kendinden arınması gerekir. Nasıl başardın bunca sözcüğün ardından? Peki sana ne yaptılar, bu kadar perdeye ne gerek vardı? Sorulardan soru doğurmak, hayatın senin boyunu geçmesini izlemek, bilinçli bir hale gelmek ve kendini koca bir boşluğa sü- rüklemek sana kolay bir oyun gibi mi geldi yoksa? Hayatla oynuyorsun... Bildiklerini konuşarak insanların hayatlarına müdahele edip, onların kafasını karıştıyorsun. Biraz soluk- lan. Biliyorum bu cümleyi çok sık duyuyorsun lakin hayatının devamı için yapman gereken bu, sadece biraz soluk alıp vermek. Yaşadığını hatırla, yoksa ölümün ellerinden olacak. Bir gece odada yalnız başına oturmuş devam etmeye çalışırken hayata, ete kemiğe bürünmüş düşüncelerinden olacak ölümün. Hoşuna gitti değil mi? Ne de olsa insan ne yaparsa şu hayatta en çok kendine yapar... Kafan karışık sadece orda kimse yok. Sorular, Düşünceler, İnce Sessizlik, Yaşayan Acılar AynıSorular, Düşünceler, İnce Sessizlik, Yaşayan Acılar Aynı Ana Rahmine Benziyor, Her Gün Yeni Bir Soru Doğuruyor.Ana Rahmine Benziyor, Her Gün Yeni Bir Soru Doğuruyor. 5
  • 7. zaman bodrum katını yukarı taşıyan bir asansör gelecekten çalınan her bir an için bir kat daha çıktık geçmişe ben artık zamandan bahsetmek istemiyorum olmuş ve olacağın arasına sıkışmış olabilecekleri toplayıp bütün olasılıkları genişletmek istiyorum genişletmek ve gidiş yollarını açmak bu yola adım attım artık andayım anda kal hayır, bu cümlenin burada yeri yok hayatımda da 07.54 bu sabah da heba olan gençlikle karşılaştık selam veremedim gün aydınlığa kavuşamamıştı gençlik de yağmurun temizleyemediği kanlı kaldırımlar tazyikli suların dans pisti yani etrafımdaki acılardan sıyrılıp devam ettim yola bu yüzden sol omzumdaki karadelik 13.21 geç kaldım kusura bakmayın karadelikten çıkmam zamanımı aldı oluşturmak 19 yıl böyle olmuyor dediğim her şeyi böyleden uzaklaştırdım yakınlığın mesafesini kestiremiyorum şimdi bakın, her şeyin özeti bu ama özetlemek yetmiyor bazen bu fırsatı kaçıramam dediğim için kaçtığım bir yoldayım şimdi güzel bir öğleden sonra ve hava güzel yani genelde böyle derler zamanı geceye sarıyorum ben, size güneşin selamı var 23.40 parçalanmaya olumlu bir anlam biçiyorum artık çözümlerimi alarak beliriyorum kapısında anahtarı kaybolmuş her kapı için insanca kazanacağız insanlığı insan olmaktan bu kadar pişmanlık duyuyorken ve gerçeği eğip büktüğüm için kırılıyorken kemiklerim yemin ediyorum yıkacağız bütün kapıları ve karadeliğin kapısına yığacağız bütün çözümleri 6 Karadeliğin Sonuna YolculukKaradeliğin Sonuna Yolculuk
  • 8. bir savaştı aslında yol kenarında sattığım gözler önüne serilmiş güneşlikleri daha anasının rahminde, yumruğu havada kırıp çarpmaya ant içmiş bir derin duvar araba kaputunun üstünde amansız deneyler satan piç! benden kork ki gözlerimi kaçırmaktan geri durmayayım! işte karşında duran belirsiz bir oluşum tünellerine doldurduğu hüzünle çarpış! son ana kadar ağzından düşürmedi: kafamda delikler açılması resmen ayrıcalık! tek seferde yüz seksen dereceymiş hahah siktir oradan rastgele açtığın sayfaların içinden seçilmiş birbiri arkasını kollayan birkaç mazbut söz asfalttan dışarı yollar bozuk olsa da deneylerinden vazgeçmeyen zabıtlar üstüne alınsın bıyıkları ve gülüşleri geride kalmamak için avuçlayabilir kilolarca billur, bayram yakın sonraki durakta çığlıklar var! lütfen, lütfen, lütfen akıllardan gelip geçeyim diye eşeğini sağlam kazığa bağlayan gözlerinin yönünü değiştirmekten bir balon gibi rüzgara bağlı olan yumuşacık yastığına başını koyup kendini sokakta düşüp kalkan hayal eden dizi morrrrrrr boyadan kıta değiştirmiş dublex puşt! sen ne kaderini değiştirebilirsin ne kaderinden kaçabilirsin ne kaderini sikebilirsin ne kaderini koruyabilirsin babacığının kağıtlarının içine giremeyeceği deliklerin çok az olduğunu, eminim bilirsin ancak şunu da unutmaman temennimdir sıkı sıkıya bağlı durduğumuz kemiklerin de kırılacağını bilerek bu yolda bu savaş için dileniriz burjuva parmaklarını kirletmekten korktuğun için mahkumsun küçük bir çocuğun ölüsünü rüyanda görmeye bizse her pazar onu sulamaya söze gelince insanlık ceplerden taşmakta bu bahçelerde benim gördüğümse yazdan yaza sulanan ve ara sıra dibine işenen ağaçlar bu mezarları unutup gidenleri sikeyim arada bir gelip göz yaşlarını hibe eden şişme bebekleri de kendinizi değiştirmek için gösterdiğiniz çabayı da ışıklar önünde eğilip onay beklediğiniz bunca zihni de eğip büktüğünüz bütün demirleri teker teker ısıtıp düzelteceğim Kafamda Deliklerin Açılması Resmen AyrıcalıkKafamda Deliklerin Açılması Resmen Ayrıcalık 7
  • 9. Yolları nemli bırakan lacivert bir geceydi. Zifiri solmuş asfalt, gri kaldırımlar ve ona eşlik eden düzenli biçimsizlikteki konutlarıyla şehir ayakta duruyordu. Güneşin batımına uzak fakat doğuşuna yakın dakikalar birbiri ardına ilerlerken hiç kimsenin kullanmadı- ğı trafik ışıkları nemli asfalta vuruyor, bir kırmızı bir yeşil yansımalar sergiliyordu. Yakın binaların cephesine, suratlarımıza ve de yeni tanıştığım salyangoz imparatorluğunun kabuklarına renk veriyordu. Salyangozlar. Aceleyle çıktığım evin anahtarı serçe parmağımda takılı şıngırdarken, bütün bayır yalnızca botlarımın sesini ve arkamdan gelen sokak köpeğinin, uzun tırnaklarıyla betonda çıkarttığı aceleci yürüyüşünü işitmekteydi. Çimlerin üzerinden yürümeye başladı- ğımda benimle gelmekten vazgeçen köpek çarpık bacaklarıyla arkasını dönerek uzaklaştı. Bense yolun karşısına geçip daha önce hiç bu biçimde karşıma çıkmamış bir imparatorlukla tanıştım. Salyangozlar. Telefondan kulaklığıma gelen sesi salyangozlara dikkat etmemi söylediğinde metaforik ya da öylesine söylenmiş bir cümleymiş gibiydi. Altında bir anlam aramamış, cümlenin kendisinde de bir anlam bulmamış, bulmaya yeltenmemiştim. Şimdi bu kabuklu canlıların yüzlercesi yolda ve kaldırımda aynı yöne doğru hareket halindeyken onlara basmamak için zikzaklar halinde ilerliyor- dum. Artlarında bıraktıkları parlaklıktan yansıyan sokak lambaları ve trafik ışıkları dünyanın yüzeyi ketenden dokuma bir bezmiş misali çizgiler oluşturmuştu. Ortaya çıkacak devasa tabloyu hayal ettim. Etmeyi denedim. Dikkatim bana doğru yaklaşan bedeni hissedince dağıldı. Çat! Bir salyangoz. Birkaç salyangoz. O bedene sarıldım, o beden bana sarıldı, bir bayırı çıktık. Zik. Zak. Zik. Zak. Başka salyangozlar. Ahşap bir paleti taş ve toprak karması zemine yatırdı. Nemli ve rahatsızdı, üzerine oturup birbirimize baktık. Olmayı istediğim başka hiçbir yer yoktu. Nemli ahşap ve birazcık ötemizdeki fındık kabuklarından oluşma bir karadelik ile bu ücra, cennetin dünya üzerindeki yadsımasıydı. Nemli ahşap, fındık kabuklarından oluşma karadelik, hiç kimseye anlatılmamış hikayeler, çapraz çisele- yen yağmur, polis ışığı, dönmek ve dönmek. Tüm anılarımı yavaşça kaybetsem dahi bu paslı bir çivi ile kazındı beynime. Çünkü biliyorum salyangozlar alacak benden intikamlarını. Bir gün anahtar üzerindeyken kapı çalacak ve Salyangoz Kral’a açacağım. Beni oracıkta yutup kabuğunda saklayacak, nemli ve kuru geceler boyunca dolaşacağız. Karanlıkta git gide daha az yer kaplayaca- ğım. Ölümüm böyle olacak biliyorum. Salyangoz Kral Benim canımı Yavaş yavaş Çok yavaş Alacak. Kapıları kimseye açmıyorum, gördüğüm her ölü salyangozun önüne çöküp dua ediyorum ve her seferinde bir sokak köpeği kurban ediyorum. Her şeyi günlüğüme yazdım ancak o da canlanıp bir çukura bağıracak tüm bunları diye korkuyorum. Koca bir imparatorluğun beni yavaş yavaş, çok yavaş öldüreceği günü bekliyorum. Zik ve ZakZik ve Zak 8
  • 10. Kurbağa kalbiyle çıkardım ellerimi cebimden Yasaklı kelimelerden kaçarken Sinekler ikili çengel vuruşunu yapmıştı Parmak izlerinin yok olduğunu düşlediğimde Larvalardan yazılmıştı “Sinek Sıklet” Tezahüratlar sırasında Alacalı gözyaşlarını sunanların Sessiz konuşmacıların Lafazanların Grotesk yüzlerine sinek öldüreceğinle vurduğunda büyükbaba Kasketini takıp Hikayeler kusacağım bu topraklara Toprak olmaya gönül vermekte Zor sonbaharda Islanacak kemiklerin Toprağa sarılan kemiklerin akacak Basacaklar umarsızca Duyacağım kum gibi ağzından çıkan sesini Her kırıldığında Anlattığın hikayeler canlanacak Yeşerecek altmışlar Seksenler koparmadan önce Oturuyor olacağım Ellerimde solmayan hikayelerinle Sineklerin BoksuSineklerin Boksu 9
  • 11. sessizliğin kandan havuzunda yüzdüm senelerce şimdi, hediye vermeli kanından bir parça ya da ağzına hatıra doldurup çiğnemeyi öğrenmeli insana yaklaşımından korkan bir erkek vücudu ne zaman görse tanımamazlıktan gelir, kalbi taş kesilir kibrime kefaretini sormayın kim sorsa eksilen bir parça bulurdu ruhunda keşf-i keder yaklaşır da yaklaşır o an. özür dilemiyorum, ölür diliyorum şimdi anlamı sen değil, hesapsız ben’im tamamlar delirmek için hayatın kollarından sıyrılıyorum artık fikirlerin şehvet kokan teninde eriyorum teşekkür ederim sarhoşluk teşekkür ederim hesaba katmadığım hesapsızlar. öpülmemek yabancı ellerde genişleyip dünyanın içinde patlamak için için için dolduruyorum küfürlerimi ve sonun başlangıcında yozlaşmış birkaç anı kalsın istersin özkıyım doğdu, öz kızım oldu kızımın gözyaşlarını cehennemin dibinde soludum gül rengi şarabı kül rengi maşrapayla için için dostlar için bu gece, bu gündüz için beş vakit için, beş yüzünde sicim. diz kapaklarımı çekiçle kırıyorum fiziksel acıya dayanmayı ağlayıp kahkaha atarken öğrendim ben sabaha karşı beş miydi, eş miydi, leş miydim kedimin dehşetle bakıştığını gördüm fayansları kokladığını, kanımdan korktuğunu beyaz ve kırmızı birbirine karışıp boktan sabahlarda pıhtılaşarak sıcak suya meydan okur. kimsesizken, hislerimin avucundayken bırakmıştım böyle bir dünyayı başkaldırmıştım dünyaya şimdi ne hislerimden kaldı geriye bir anlam, ne de dünyadan. evet, üzgünken ağlamamayı öğrendim hınç ve kibrin cazibesi parmaklarımı kırarken yaşayan-yaşamayan her şeye kırgınken var olmamış olmayı diliyorum. kirpiklerim buhar oluyor sigara yakarken bedenle tütün arasında ayrıma düşüyorum düşünerek hangisini bırakmalıyım? güzelliği söndürülmüş vücudumun mezarını kazıyorum tırnaklarımla heybetli manevralar sağ çıkıyor aşkın kökeninde yeni doğacak hüznümü gebeliğe hasret, kısır bir anne gibi arzuluyorum. Ek Eylem Suistimalinde Nefes AlmakEk Eylem Suistimalinde Nefes Almak 10
  • 12. Preskott’un yüzü yavaşça eriyor ve kaburgalarındaki gizemli kalbi parçalanacakmış gibi gürlüyordu. 18 bin âlemi hareket ettiren semazenin ulu ruhu kadar heyecanlıydı o anlar. Zaman hafifleyerek yumuşamıştı sanki. Yüksek hazzın lezzeti dolgun dudakların- dan ağır ağır akıyordu. Patlamakta olan bir yanardağın sıcacık zevkinde uçuşuyordu ruhu. Hırçın dalgalarda dans eden sörfçüler, neşe dolu kahkahalarıyla denizi fethediyordu. Aralarından birisi arkadaşlarından uzaklaşa- rak sahile doğru gidiyordu. Nirvana yazılı altın sarısı sörf tahtasının üzerindekinin Preskott olduğunu anında anlamıştım. Nazar boncuklarının yer aldığı bikinisinden tanımıştım onu. Sahile vardığında kendisinden büyük olan sörf tahtasını bir köşeye attı. Koşarak yanıma geldi ve şemsiyeyi devirerek kırmızı havlusunun üzerine uzandı. “Güneşlenmek istiyorum.” dedi. İtiraz etmedim. Güneş gözlüklerini takmadan evvel kısa süreliğine gözlerine denk geldim. Simsiyah gözleri beni içine çekiyor ve büyülenmekten kendimi alamıyordum. Sırtını kremlememi rica ettiğinde büyük bir görev aşkıyla kremin kapağını açtım nezaketle. Sırtına boca edip yaydığımda karşılaştığım vücut beni daha da cezbetti. Tüm bedenini kremlememe rağmen parmaklarımı uçsuz bucaksız gibi görünen tende gezdirmekten kendimi alıkoyamıyordum. Gamzeli beline geldiğimde serçe parmağımla bir şeyler yazmaya başla- dım ve bir yandan da heceleyerek okudum: “Karadeliği andıran gözlerin, Çekti beni kendine. Nasıl okunur meydan, yerçekimine? Beni, şuanda kölen eyledin, Ah şu parıldayan belin!” Bitirdiğimde kıkırdayarak bana doğru döndü: “Gerçekten mi?” diyerek sırıttı. İnci gibi dişleri paha biçilemez güzellikteydi. “Evet.” diyerek teklif etmiş olduğu sado-mazo ilişkiyi onaylamış oldum. “Çok eğleneceğiz!” diyerek sevincini paylaştı. Bu konuda biraz endişeli olsam da içtenlikle inanmak istiyordum. Damarlarımda akan kıpır kıpır kan sıra dışı deneyimler tatmak istiyordu, bunu biliyordum ancak mantıklı yanım kendini geri çekiyordu ama bir anlığına ağzımdan taşan şiir mantığımın karadelikte süzüldüğü- nün göstergesiydi. Onunla cehennemde evlenmeye bile hazırdım. Ne kadar da çabuk kapılmıştım onun çekimine diye düşünürken bana kırbaçlardan, kelepçelerden ve de mumlardan bahsetmeye başladı. Hızına erişmem mümkün değildi. Gençtik genç olmasına ama kanı bu denli fokurdayan birine ilk defa rastlıyordum. Aniden kalkarak yüksek desibelli ıslık çaldı. Hemencecik kutlama ha- vasına bürünmüştü. Güneşi arkasına alarak ellerini uzatıp gitmemiz gerektiğini söyledi. Gözlerimi alan güneş miydi, kendisi miydi bilemedim. Kum taneli ellerini tutup kalktım. Taş merdivenlere doğru koşturup basamakları hızlıca tırmanmaya başladık. Sahilin hemen üzerindeki evine varmak için sabırsızlanıyordum. Bir anlığına sendeleyip düşeceğim sırada ellerimle basamağı tuttum. Korku dolu bir “iih” sesi çıkarttı. Hemen önümdeki yalın ayağını öperek doğruldum. “Ben iyiyim.” dedikten sonra elinden tutup koşmayı sürdürdüm. Cam kapıyı kenara çektiğinde lüks eşyalarla döşeli evine adım attım. Salonun ortasındaki pahalı olduğunu düşündüğüm İran halısı gözüme çarpacaktı ki gözlerini bana çevirdi. O derin gözlere dalmıştım yeniden. Orijinal marka olduğu aşikâr olan milyon dolarlık güneş gözlüğünü hiç bakmadığı bir tarafa atarak dudaklarıma yapıştı. Ufacık dili, dilimde gezinirken ellerimi mayosunu yırtmak için kullandım barbarca. Dev dalgaların sıcak sahili dövdüğü gibi billur gibi parlak kalçasını tokat- ladım. Geri geri yürüyordu, gözlerimi kapattım kendimi ona emanet ettim. Kölesi olmuştum neticede. Rahat durmayan elleriyle bir yandan saçımı çekiyor bir yandan da sırtımı deştikçe acı dolu zevkle mest oluyordum. En uzaktaki kapıya sırtını dayadığında istemsizce ona yüklendim. Kenetlenmiş dudaklarımız birbirinden ayrıştığında derin bir nefes aldık. Alt dudağından kan süzülü- yordu. Dilimi dişlerimde dolaştırdığımda o sarhoş eden tadı fark ettim. İçimden özür dilemek geçtiği için pardon diyeceğim sırada daha ilk heceyi söylediğimde suratıma haşin bir tokat patlattı. “Burada pardon yok!” derken ki şehvet dolu kanlı ağzı, fazlasıyla tahrik ediciydi. Kapıyı açıp belimden tutarak içeri aldı. Gözlerimi ondan ayırmam imkânsızdı. Kan, öpüşmemize mani olamazdı. Loş ışık yayan bir avizenin altındayken bikinisinin iplerini koparttım. Onu açmakla uğraşacak halim yoktu elbette. Şortumdan çık- mak için özgürlük nidaları atan penisimi avuçladı. Şortumu indirip karşılaştığı Pisa kulesinin ucundan öptü. Daha gaddarca şeyler bekliyordum açıkçası. Kapının yanındaki sehpadan kayganlaştırıcı yağı alıp kapağını açmaya koyulduğu sırada kalbimin dörtnala koşturduğunu penisimin damarlarında hissedebiliyordum. Yağın kapağını tamamen açmış olduğunu fark etmemiş olacaktı ki yağ üzerimden oluk oluk akıyordu. Aldırış etmedim. “Yatağa uzan!” dediğinde, gotik kilise mimarisinden etkilenilmiş olduğunu düşündüğüm dört köşesi de sivri demirlerle kaplı yatağa sırt üstü uzandım. Bu sırada sehpa üzerine nizamlı bir şekilde dizdiği toz parçacıklarını burnuyla tek fırtta çekti. Bir anda odaya dalan arkadaşlarını görünce şaşıran sadece bendim. Neler olduğunun farkına varamadan el ve ayak bileklerimden tutup sivri demirlere kelepçelediler. Kahkahaları halen daha kulaklarımda çınlıyor! Çekmeceden dev bir takma penis çıkartan Periskott’un hınzırca gülümsemesi hiç hoşuma gitmemişti. “Bundan bahsetmemiştin!” diye yırtınıyordum. Kölelerin konuşma hakkı yok diyen birisi mayosunu çıkartarak ağzıma tıkıştırdı. İçimdeki zevk dolu heyecan yerini dehşetengiz korkuya bırakmıştı. Periskott koşarak yatağa sıçrayacaktı ki zemindeki kaygan yere basıp düştü. Hem de yatağın ucundaki sivri demirin üzerine. Ağzından girip kafasından çıkan sivri demir bir anda odadaki tüm sesi kesivermişti. Çığlık çığlığa odadan kaçan sörfçü kızlar beni çözmeyi akıllarının ucundan bile geçirmemişti. Ağzımdaki tuzlu mayo yüzünden uğuldarken kar- şımdaki korkunç manzaraya bakarak ağlıyordum. Periskott’un nadiren de olsa hareket etmesine rağmen yaşayıp yaşamadığından Dev Bir HortumDev Bir Hortum 11
  • 13. emin olamıyordum. Penisim ufaldıkça ufalmış, görünmezliğe doğru yol almıştı. Bu nedenle geldiğinizde öyleydi. “Anlıyorum.” dedi karşımdaki polis memuru. İlk başlarda anlattıklarımı on parmak kullanarak bilgisayara yazsa da sonradan neden tek ele geçtiğine anlam verememiştim. İçimde bir takım kuşkular olsa da mantığım henüz yerli yerine oturmadığı için sağlıklı düşünemiyordum. “Siz sahilde resim yaparken, bugün ilk defa karşılaştınız periskott ile öyle mi?” diye soru yöneltti yanımdaki şüpheyle bakan başka bir polis. “Evet, kendisi yanıma gelip tanıştık sonra da resmini çizmemi rica etti.” diyerek şüphesini gidermeye çalıştım. “kendisini yaşıyor mu?” diye ekledim ümitsizce. “Beyninin bir bölümü parçalanmış olsa da yaşıyordu en son.” dedi soğuk sesiyle. İfademi alan polis ise: “İnsanın kafasında öyle bir şey varken nasıl yaşayabiliyor ki?” diyerek şaşkınlığını beyan etti. “Gidebilir miyim?” diye sordum. “Hayır, avukatın geldi- ğinde yeniden ifade vermen gerekiyor.” dedi yanımdaki polis. Afallamıştım. Az önce anlattığımı belirttim kısık sesimle. Penisimle birlikte sesim de ufalmıştı. Prosedürlerin bu şekilde işlediğini telaş etmeme gerek olmadığını söyleyerek teselli eden ifademi almış olan polis, tuvalete gitmek için müsaade istedi. Periskott, sivri demire saplandıktan kısa süre sonra belirsiz bir yerde buldu kendini. Akıl, mantık ve şuur birliğini çoktan kaybetmişti. İri cüsseli fil kafalı biri uzun hortumuyla kendisine doğru çağırıyordu. Tereddüt etmeden ilerleyen periskott, fil kafalının hoş kokulu yumuşak hortumuna sarıldı. Sıcacık bir mutluluğu tutarmışçasına dudaklarında gez- dirdi. Gittikçe eriyerek genişleyen lav gibi hissediyordu kendini. Huzur dolu olduğu gözlerinden okunuyordu. 12
  • 14. ciğerlerinden geçen kirli havayı duyuyorsun havanın geçtiği yağlı damarları nefes aldığını anlamak için kendini boğuyorsun bu yeni bir oyun değil ama yeni kurallar arıyorsun mesela geçen gömüldüğün bahçe çokça arza vermiş vurulmuşluğun da varmış güya orada karıncaları sayarken -sevilmediğini öne sürüp karıncaları saymışsın- ahali bir açıklama ararken aniden bağırmışsın bağırmışsın bu elma ağacı babama benziyor diye siktim adem’i adem’i siktim diyerek kökünden kırmışsın kök elinde kalınca gördün her şeyi gördün özgürlük kısa zamanlı bir tutsaklık yavşağı belki de diyorsun ki “tam şimdi bir bahçede ne güzel olurdu ulan ortalığı dağıtması taze sayılabilecek bir kökü çıkarıp topraktan hava temizmişçesine havaya fırlatması “ ama zaten sen de çoktan gördün her şeyi havaymış temizmiş bunlara aldırmazsın çoktan duvarlarına kazındı hepsi çoktan araba farları hakim oldu gecelere ve gördün hangi bok eşelenmez ya da hangisi hangi yara devaymış bir doğdum kontrolü yoruma kapalı çoğalmayı gördün bir nefes yürürken zig zag yapmanın koordinat cetvelindeki karşılığını bir düğüm ama her şey hiçbir zaman canını yakamayacak kadar basit bir haber bedenlerle hayatlar nasıl da sistematik parçalanmış geçen biri ağlamıştı onu da görmüştün ağlamıştı aynada ve sendeleyen yaşları özlemini toplayarak hız sınırını aştı şimdi ise düştüğü yeri sevmekten korkuyor bilmem kaçıncı kez yeni oyun arkadaşlarına adem’i siktim siktim adem’i diye bağırıyor Harap Bahçeden Sonra Choking BaşladıHarap Bahçeden Sonra Choking Başladı 13
  • 15. kuyruğumda unutmuşum demir para ağzımın içinden çıkmıyor doğ öl doğ öl doğöl arkadia bizi bekler soğuğu severim ama yüksek beni bir miktar ürkütür beni gasilhane’de değil, styks’de yıkasınlar her yeniden doğuş için bir korkusunu daha yenmeli insan ruhum usullanıyor kenarıya oo kharon, bir deri bir kemik kalmışsın maddeye mi düştün yoksa manaya mı eski dostum kayıkla gelmiş seni gidi rüşvetçi, p u h k u y r u ğ u m d a unuttuğumu unuttuğum, kefen parası /bir kere vermemeyi denemiştim de ruhum usulsuzca ve gereksiz u z u n c a kıyıda beklemişti ma ne huzura ne rahata kavuşabilememiş idim hades sen de az çakal değilsin saklı bahçe elysium’a ulaşamadan huzurlanamıyor insan, zaten döneceğiz tekrar dünyaya arada geçen zaman için oldukça mühimdir esenlik /soğuğu severim, ama kapalı alan beni bir miktar ürkütür kapısını kırıp girdim plütonyum mağarasından restorasyonda dediydilerdi oysa ben bir kendime bakıp çıkacaktım //tartarosa, sana inene kadar depremler oluyor zelzele kelimesinin nereden geldiğini anlıyorumsu yalnız iyi sallıyor bu zehirli gazların eşliğinde ben yine de şiir yazmağa devam ediyorumsu /ne de olsa tekrar doğarız, ouroboros olmak bunu gerektirir çünkü artık yendim bir korkumu devam etmek için bana gerekli olan yenebilecek daha fazla korku bulumlamak bir beşik sallantısı gerçeğe saklı rüyam uyanmaktan arta kalan zamanlarımda bir isteğim daha surete bürünmeğe başladı dönülmez dünün akşamında üşüyorsun, g e l b e n i a l dünün en güzel sıhhatleri bunlar 3 Ouroboros3 Ouroboros 14
  • 16. biliyorum, senin de ciklediğin gibi zamana yenik düşmeyeceksin /ellerim eksi kutupluyken seninkilerse nekropsi’nin ++++ parçası gibi, //çekim kuvveti kutup şiddetiyle doğru orantılı aradaki uzaklığın karesi ile de ters orantılıymış diyor bazı hazretler aramızdaki mesafeyi 301,7 kilometreden 236,4 düşürmeye tereddütlüyüm mesafe farkı az olsa bile zaman farkı gerçekten kayda değer /ve peygamber soyundan geliyor olmam bu ilkeleri değiştirmeye yetmiyor ne jupiter quidem omnibus placet kum saatlerinden vazgeçtim seninçün mıknatıslanmaysa biyolojik saatimi kandırıyor baslarının titreşimleri şimdiden alyuvarlarımda kalbim bir kertenkele gibi karasını bıraktı buna oldukça şaşırdım, hiç beklemezdim çünk bir devir demek böyle kapanırmış jenerasyonumuzda başa gelenlerden şaşırdığım tek olay bu oldu denebilir diğeriyse ben çocukken ailemin bana yalan söylemeyip tavşanımı gerçekten çiftliğe vermiş olması gözlerinden kalp çıkan davşanı takip et donup kalacak, çi börek yemeden de açılmaz çayı bal porsuklarıyla içecek cesarete sahiptir oysa /odun pazarından geçerken anlayacaksın farkında olmadan altay destanını baştan yazışını çünkü kesilen bir ağaç yine filiz verebilir ben buna şahit oldum; bir kertenkele kuyruğu, kesik ağaç içinden büyüyen bir düşük amper hades’e şirk koşup beni yeniden doğuştur kalbim sana gebe, ben tekrar kuyruğumu öldürmeden zıt kutupların da hakkını verip ‘ ellerimizi k a v / u ş t u r 15
  • 17. Artık şu sahneyi izleyip durma. Basit bir efkar dağıtma sahnesi… Arkada 90’lardan bir parça, şarkı eşliğinde dans eden insanlar… Yalnızca dans eden insanlar değiller. Dans eden kardeşler. Ve ben kardeşimle hiç dans etmedim. Bu denli samimi bir şey de yapma- dım onunla birlikte. Sanki, sanki bu sahne hayatımda büyük eksikliği olan o bölgeyi dolduruyor. Doldurduğunu, sen düşünüyorsun. Sen. Doldurduğu falan yok. Kardeşin hala hayatta. Orada, kendine kurduğu yeni hayatıyla birlikte yaşamaya devam ediyor. Eksikliğini hissettiğin şeyleri yapman için hiçbir engel yok önünde. Bunca yıl onu habersiz bırakıp yanından ayrılmanın nasıl bir dönütü olacağının bilinmezliği olması, daha doğrusu bilinmezliğinin daha olumlu bir senaryo olması dışında. Sabah hazırlığımı bu şekilde tamamladım. Güne, kendimle yaşayabileceğim olası tartışmalara girerek başlamak kadar güzel bir şey yok. Son bir kez aynaya baktım. Güzel. Güzel gözüküyorum. Beremin rengi çok mu kötü, neyse siktir et bana yakıştığını düşünüyorum. Of bu havluya yüzünü kaç kişi silmiştir acaba ya. Neyse iç tarafına sileyim yüzümü. Ya aynı bu şekilde düşünüp herkes iç tarafa sildiyse yüzünü. O zaman dış tarafına siliyorum daha sonra da peçeteyle sileceğim yüzümü. Peçetenin sakallarıma iğrenç, küçük parçalar bırakacağını tahmin edemedim. Yüzümü tekrar mı yıkasam yoksa elimle tek tek alsam mı peçete parçalarını? Dandik gümüş musluğun sıcak tarafı da çalışmıyor ki. Tekrar o buz gibi suda yüzümü yıkamak istemiyorum. Tamam. Aynaya yaklaş. Önce elini kurula. Tamam. Tek tek parçaları al. Tamam. Şimdi klozete at hepsini. Bu da tamam. Oh be hazırım. Otobüste en sevdiğim yeri kaptım. İnsanları, onlar beni fark etmeden izleyebiliyorum. Bazen düşünmüyor değilim ya beni de gizlice izleyen biri varsa ve benim insanları izlememi sapıkça buluyorsa? Bu onu da sapık yapmaz mı? Böyle düşünerek ben de sapık olduğu- mu kabul etmiş oluyorum sanırım. Böyle olmadığımı biliyorum o yüzden saçma sapan düşüncelerden kurtulma vakti! Biraz insanların ayakkabılarına bakayım. Ne güzel ayakkabılar giyiyor insanlar ben neden bu siyah hiçbir özelliği olmayan parçayı giyiyorum ki. Hayır demeyi bilmediğimden muhtemelen ya da stabil bir beğeni durumum olmadığından. Yine de güzeller, içlerine giydiğim çoraplarla hoş duruyorlardır. Diye düşünüyorum. Durmadan tabii. Kime konuşayım bunları. Acaba farklı çorap teklerini giydiğimi fark eden oluyor mudur? Aniden arkama dönüp kontrol ettim. Kimse yok. Temiz. Devam edebiliriz. Durağa da yaklaştık. Acaba aynı yerde inecek olan var mı? Kalkıp o butona basmak o kadar zor geliyor ki anlatamam. Anlatırım ya da nasıl biliyor musun böyle sanki aynı anda hem dünyanın en güzel insanıyım hem de en çirkin insanıyım ve ayağa kalkar kalkmaz herkes bana bakacak çünkü çok garip bir insanım ve en gereksiz ihtiyacımı gideriyorum. Böyle bir şey işte. Bir de boynuma takmışım fotoğraf makinemi ne hikmetse çantada dursa olmazdı sanki. Elim mi terledi ya. Basmasalar da şoför açar kapıyı değil mi? Oh be birisi bastı. Bugünü de atlattık. Dedim ve stop tuşuna bastım. İyi ki almışım bu ses kayıt cihazını. Filmlerde gördüğüm kadar havalı bir şeymiş gerçekten herkes garip garip baktı otobüsteyken elimde tuttuğum cihaza. Yalnız biraz bağırmam gerekti kalabalık sesi denen illet var ki allah kimsenin başına vermesin. Bu sokağı ve bu sokakta yürümeyi çok seviyorum. Birçok kişiyle yürüdüm burada. Sevgililerimle, arkadaşlarımla, hayaletlerimle, kedi- lerimle, annemle… Babamla yürümedik. Hayatımı bir kez bile olsa yönlendirmediği ve bununla övündüğü için bu sokaktan ve güzel- liklerinden mahrum bıraktım onu her seferinde. Sokağın başına kadar gelip gözünü bağladım geri gönderdim. Artık oradan sonra ne yaptı bilemiyorum. Sokağa girer girmez bir sigara yakarım. Üç saniye içime çektikten sonra P L A K harflerinin yazılı olduğu kaldırım taşlarının hemen dibine çökerim. Çökmek dediğim de uzanmak bu arada. Uzanıp babamı neden bıraktım ki şimdi diye düşünüyorum. Ama düşünmek için bile bu kadar zorlanmam normalde. İçim karıncalanıyor. Gözümü kapadığımda herhangi bir şey görmeme ihtima- lim sıfırken her bu sokağa girip sigarayı üç saniye içime çektiğimde hiçbir şey görmüyorum. Hiçbir şey. Bu nasıl mümkün olabilir ya? Elim soğuyor. Gözümü açmak istemiyorum. Yerde yatarken sanki ruhum çekiliyor. Önce biri beni boğmaya çalışıyor. Yattığım yerden kalkmak isteyince baskı uyguluyor daha sonra diretince bedenim değil de ruhum kurtulmaya çalışıyor gibi oluyor. P ve L harfi arasına sıkışmış kafamı kaldırmak istiyorum sanki felç olmuşum gibi hareket edemiyorum. Birkaç saniye sonra düzeliyorum. Bu sefer bırakma- yacağım babamı diyorum. Hemen de nasıl caydın kendinden diyen bir yumruk yiyorum sanki irkiliyorum sokakta. Neyse deyip dört yüz liramı kontrol ediyorum. Ne olur ne olmaz. Devam etmekte fayda var. Yıkık binaların ve ağaçların birlikte oluşturduğu bir sokağı etkileyici bulmam ne kadar da romantik. Hiç bana göre değil. Tabii ki birlikte yürüdüğüm herkese farklı bir şey söylüyorum, etkilen- diğim şey olarak. Beni ben yapan şeyler içerisinde romantiklik asla yer alamaz. Bu benim elimde büyüttüğüm kendime dayattığım ilk kural. Şimdi düşündüm de ne kadar iyi etmişim böyle bir kural koyarak. Bu sokakta kim olduğumu bilmeden yürüyüp durmuşum se- nelerce. Kim olmadığım belli olduğu için olası bütün kişilikleri bu sokakta harcamışım. Korkunç kedilere selamımı verdim ve sokaktan çıktım. Eskiden, kendimin ne kadar da farkındaydım. Bunu da biliyordum. Yalnızken her şey daha netti. Çok netti hem de. Ne hayaletler ne de yarasalar sarmıştı kafamı. Yalnızlıktan çıkmayı da ben istedim. İhtiyacım vardı. Nereye kadar dayanılır ki bana ben tarafından. Zor işte. Denedim olmadı. Olmuyor da. Hissettiğim günleri özlüyorum. Ya da derinliği olan günleri işte. Bilirsin. Mantık çerçevesine daha oturmamışken her şey. Formülleri öğrenmemişken. Formüllerin işe yaramadığını düşündüğüm zamanlar güzeldi ve cidden işe yarama- dığını kanıtlayan birçok belge var elimde. İsteyen olursa direkt çıkarıp önlerine koyacağım. Bunca zaman konuştum durmadan konuş- tum kimse de bölüp bir şey sormadı ya da konuşmanın bitişinde. Ben konuşunca böyle oluyor işte. Kendimle konuşuyor gibi oluyorum. Kimseye dokunduğu yok, düşündürdüğü yok marketten 1 liraya aldığım zıplayan top gibi duvara atıyorum yanlış açıyla attığım için de yakınıma bile düşmüyor. Kendim gibi olmayı bırakmayı seçtim ben de. Kim nasıl olmamı isterse öyle oluyorum. Kendimi kaybettim. Olası kişiliklerden eser kalmadı. Masa 13’ün bir buçuk tavuğunu götürürken diğer masalardakilere bakıp ne yapacağız diye iç geçirmedim değil. Bu aile ne kadar şanslı olsa gerek. Hepsinin yüzü gülüyor rahat rahat siparişlerini veriyorlar. Hepsinin elindeki telefon son model neredeyse. Ailenin babası turşuyu geri gönderiyor. Çok kötü bu nasıl turşu diye. Babalar işte. Ne beklersin. Halbuki büyük çocuğun gözü varmış gibi duruyordu turşuda. Yazık tadına bile bakamadı. Neyse ne. Benim babam da böyle olsaydı da turşuyu geri göndertseydi keşke. Gözleri bağlı do- lanmayı bu tabloya tercih edeceği kesin. Ben çıkıyorum usta. Nereye çıkıyorsun lan! Bırakıyorum işi falan. Hakkını helal et. Ha siktir Yakalarım, Bir Zaman AvucumdaYakalarım, Bir Zaman Avucumda 16
  • 18. oradan helal edecekmişim. Hergele! İşte böyle çıkarlar işten Pala Bey. Şu an tek istediğim biraz yürümek ve bulduğum çimenliğe uzanıp yatmak. Yürüdükçe insanın kendine olan saygısı artıyor. Tek başınaysa tabii. Hiç yapamayacağı şeyleri yapabileceğini hissediyor. Kal- dırımın kenarında oturan güzel saçlı kadın eminim böyle düşünmüyordur. Yanına gidip biraz konuşmak istiyorum acaba rahatsız olur mu? Denemeden bilemem. -Merhaba. -merhaba. -Şey yanınızdaki krem rengi kaldırım taşına oturabilir miyim, rahatsız olur musunuz? -rahatsız olurum. ama oturabilirsiniz. -Teşekkür ederim. Nasılsınız? Yüzüme bakışı korkunçtu. Gözlerinin hemen üstünde biten saçlarının arasında gözüken kaşlarının rengi saçlarından biraz daha açıktı. Dudağında soluk kırmızı bir ruj vardı. Burnu ve gözleri küçüktü. Bunların hepsini 1.5 saniyede gördüm. Yani suratı da küçüktü. Korku- tucu bakışları arttı gibi. -gayet iyiyim. -Pek iyi gözükmüyordunuz ben de yürüyen insan cesareti toplayıp nasıl olduğunuzu sormaya ve sohbet etmeye geldim. -cesaretinizi topladınız diye hayatımın kısa da olsa bir anında yer alma hakkınız var değil mi? ya da farklı bir şey düşündünüz diye benimle konuşmak herkes için doğal bir süreç. -Yok ben sadec -kendimi toplumun biraz dışına attığım için kolay av falan mı oluyorum. sadece burada oturmak ve düşünmek istedim hayatımda olan şeyleri ve şimdi oturduğum yer altımdan kayıyor. her an deprem oluyormuş gibi hissediyorum. her an tetikteyim sanki bir yerden bir şey çıkacak gibi. her şeye hazırlıklı olmalıyım anlıyor musun? -Evet gayet iyi anlıyorum sizi. Kolay av olduğunuz falan yok. Ben o niyetle yaklaşmadım sadece konuşmak istedim. Benim için sadece bu anımı paylaşmak istediğim bir insansınız. Çalıştığım yerden istifa ettim biraz yürümek ve ben de düşünmek istedim. Size yakın his- setmiş de olabilirim. Belki gerçekten yalnız hissettiğim bir andı ve sizin de öyle olduğunuzu düşündüm. Bundan güç aldım ve yanınıza geldim. Sizinle belki bir şeyler paylaşacağımı düşündüm. Beni iyi anlayacağınızı, anlamak isteyeceğinizi düşündüm. Yanınıza oturup konuşurken yüzünüze bakmak istedim çünkü yakın hissettim yüzünüze. Özlediğim şeyleri koyuyordu sanki önüme. -kendinizi kaptırmayın lütfen. belli ki siz de düşünceleriniz içerisinde kayboluyorsunuz ve yalnız hissediyorsunuz ama bunun tesellisi ben değilim. belki öyle olacak olmam sizin için iyi olacaktı. ben sizin oluşturduğunuz bir imge değilim. -Beni yanınızda istemeseydiniz en baştan reddederdiniz. Size bunu sordum. Ayrıca kendimi kaptırdığım yok. İnanın bana. Hisset- tiklerim ve düşündüklerim bunlar. Sırf tanışıklığımız yok diye söylediklerim sizin için saçmalık olmaya başladı değil mi? Hayatımıza giren ya da hayatlarına girdiğimiz insanların geçmişlerinden ya da o ana kadar sahip olduklarından haberdar olamayız. Özel bir şeyler hissetmek için bu geçmişin bilinmesi ya da birlikte bir geçmişe sahip olmak zorunluluğu mu var? Ben neden yeni tanıştığım birine onun hakkında düşündüklerimi olduğu gibi söyleyemiyorum? Neden? Bir şekilde bana geçmişini yansıttığı için mi, nerede durmam gerektiğini kendisi belirlediği için mi? Anlamıyorum işte. Ben çıkıp neden size, sizi sevdiğimi söyleyemiyorum? Geçmişlerin bilinmezli- ğinden dolayı mı? Söylediğimde verdiğiniz tepki benim için ne kadar önemli olur ki, değil mi? Ah sokaktan geçen yaşlı ruhlu bir bitkin gördüğü güzel kadına hissettiklerini söylüyor. Her zamanki olay işte. Söz havada asılı kaldı her zamanki gibi. -dediğim gibi düşüncelerinizin bu şekilde olması size bu hakkı tanımaz. beni şimdi lütfen yalnız bırakın. nişanlım gelecek yanımda sizin gibi bir ruh hastasını görmesini istemem. -Asıl ruh hastası sensin! Kafan karışmış, ruhun karışmış! Gerçekten inanamıyorum. Kadının bana söylediklerine bak. Ruh hastasıymış. İnanamıyorum. Bir an için gerçekten beni dinlediğini, fikirlerimi önemsediğini düşündüm. Çünkü böyle olmasını istedim evet biliyorum. Farkındayım bu durumun ama ben konuşurken bir kez bile yere bakmadı. Gözlerimdeydi her zaman. Çok mu anlam yüklüyorum acaba. Bir an için iyi bir ikili olabileceğimizi bile düşündüm. Hay kafama sıçayım karşılık verdiğini görür görmez her şeyini sahiplenmeye meyilli kalbimden nefret ediyorum. Kadının nişanlısı varmış. Bilmiyor muydum sanki. Parmağında gördüm yüzüğü. Ona rağmen yokmuş gibi davrandım. Neden? Çünkü pireyi deve yapmaya bayılıyorum. Gözüme denk gelen gözlere hemen anlam yüklüyorum. Değer vermek istiyorum. Kendimden başka bir ki- şiye değer verip ona özel olduğunu hissettirmek istiyorum. Sanırım bunun için daha az düşünmem ve daha az görmem gerekiyor. Böyle gerekiyorsa böyle yapacağım. Kafamdaki bu garipliklerden kurtulacağım. Taşları kaymayan kaldırımlar yapacağım. Yeni bir restaurantta işe girdim. Tereyağında tavuk yapıyoruz. İsteyene sucuk ve ciğer de yapıyoruz. Yemeklerimiz çok sevildi. Güzel bahşiş bırakıyorlar. Dağ başında bir yerdeyiz. Aralarda çıkıp dolaşıyorum. Daha güzel hissediyorum kendimi. Mekanın arkasındaki karavanda yaşıyorum artık. Şehre çok fazla inmiyorum. Fotoğraf çekip ses kaydı almaya burada devam ediyorum. Kendimi olması gerekeni hak etmek için yeterli deneyime sahip hissetmiyorum ama hayatın önüme koydukları bu şekilde. Bunlara layık olmak için ça- lışıyorum. Buraya gelen bir kız var. O da mutfakta çalışıyor. Sanırım iyi anlaşıyoruz. Kendi içimiz hariç her şey hakkında konuşuyoruz. Burçlar, maaşlarımız, gelen müşteriler… Derinliğimiz hiç yok. Ne güzel gelişiyor her şey. Ne de güzel her şey. Bir gün ben yine tavuk servis ediyorum masalara kapının açıldığını duydum. Servisi masaya bırakıp hemen kapı tarafına yöneldim karşılamak için. Kapıdan içeri önce bir adam girdi. Daha sonra kapıyı açık tuttuğum kapıdan bir kadın girdi. Hoş geldiniz demek için hazırlanıyorken o yüzü hatırladım. Gözlerini ve saçlarını. Afalladım ancak o beni tanımadı. Güzel bir masaya yerleştirdim ikisini. Gözlerim kadının elindeki yüzüğü aradı ancak bulamadım. Net bir sonuca varamadım ancak siparişlerini almak için yaklaşırken nişan tarihi ile ilgili bir şeyler konuştuklarını duydum. Çok bir şey düşünmedim. Taşlar kaydı altımdan ben engel olamadım, kendimi dipsiz kuyulara batarken buldum, çıkamadım. Ben kendimi daha bulmamışken dışarıda insanlar kendilerine yeni benlikler buluyor. Olsun. Yakalarım bir zaman. Elbet. 17
  • 19.
  • 20. cüssesine takıldığım kabadayılardır ağaçlar selamı gökle ağar dediğim efendiliktir gölgesinin serin koynu. oysa cılız bir kış başıma aldatan güneşi savuran beklenmeden vurur gece böğrümde sancılayan ölüme -kadar puşt değildim- masumdur günahla yıkanmış elleri çocukların çünkü. güzel beni bulur ya da ben mi soyarım onu? kaldın mı arı karşımda çırılçıplak, moraran gök o zaman yakışır tenine çocukların katıksız, süs ola. bilmedikçe nasıl yakılırım gün tarafından azalıyor ahu, işte o zaman toprak bırakmıyor kurşununu. ben ki vakit seviştikçe artıyor kendiyle efsun döllü iniltilerle çocuklar o zaman hiç kaçırmıyorlar gözlerini cellatlarından. karbonu yığılıyor kaftanıma neden azalmıyor gece ya da şu otobanların ihanet kokusu. ben ki Havva’nın kanından sıyrılamadım, parmaklarımda infazım durdum betonlar karnımda bir çift göz gördüm yıkıldı cellatlar karnımda bundan eğri durdu kamburu şeytanımın cellat yine ben oldum bıraktım umudu yarında. ve kelam adamı vurur şakağından teferruat alkolü bir tutam kahrımın. Unuttum “yazım” Ne Sınırlı KUnuttum “yazım” Ne Sınırlı K 19
  • 21. Oyundan çıktım, belki de daha büyük bir oyunun içerisine girişimidir? Bu tarz karmaşık düşünceler bu saatlerde beynimi hep işgal eder. Acaba bu düşünceler nereden biliyorlar saatin kaç olduğunu? Beynimin içi duvar saatleri ile mi dolu yoksa hah hah ha. Hava serin, insanın içine işleyen bir soğuk var.Bugün soğuktan, açlıktan ve yalnızlıktan ölen bir adamın hüzün dolu hikayesini oynadım sahnede. İzleyenleri duygulandıran bir sahne. Benim açımdan bakarsak her şey çok komikti ama malum işimiz sahne- de ciddi kalmak. Peki bu kadar insanı hüzünlendiren oyun bana neden komik geldi? Her gün sokaklarda aynı durumu yaşayan insanlara “dilenci” denilen bir kavram gözüyle bakıp insan yerine dahi koymayan kişilerin, bugün sahnedeki oyuna duygulan- maları bana komik geldi, bilmem haksızmıyım? Sonuç olarak az değil sırf “ilgi çekecek” eylemler yapmadığı için sefalet içeri- sinde yüzen insanlar. Bir zamanlar ben de öyleydim. Yazdığım yazıların değer görmediği, oyunculuğumun da keza aynı şekilde beğenilmeyip kendimi acınacak hale düşürdüğümün söylenildiği zor zamanlar. Ne oldu da bugün bu yerlerdeyim? Tabi ki toplu- mumuz yine şaşırtmadı bizleri. Ne zaman ki çok tanınan bir insan tarafından övüldüm, işte o zaman acınacak halde olduğumu düşünen herkes birdenbire beni sevmeye başladı hah hah ha. Komik insanlar. Garip bakışları üzerimde hissediyorum, kendi kendime çok gülmüş olmalıyım. Annemin çocukken bana “kendi kendine çok gülme deli sanarlar” dediğini hatırlıyorum. Haklıymış ahahahaha.Sanarlarsa sansınlar beni deli, gülüyorum işte ahahahaha en azından sizler gibi maske takıp gezmiyorum maskesiz bir deliyim ben ahahahaha.Biraz kendimden bahsetmek isterim sizlere, kimlere? Sanırım kafamın içinde birilerinin yaşadığını zannediyorum ve sanırım ben gerçekten deliyim. Hayır öyle zannetmiyo- rum, kafamın içinde gerçekten bir topluluk hatta topluluklar var ve ben şuan onlara kendimi anlatmak istiyorum. Ben kim mi- yim? Ben çok ünlü olmasa da bilenlerin anlattığı kadarı ile başarılı bir tiyatro sanatçısı, bir ailenin iki evladından birisi, kimsenin bilmediği bir çok yazının efendisi ve tüm cihanın en büyük delisi. Onlar bana “Coşkun” derler ama ben aslında bu anlattıklarım- dan başkası değilim. Kafamın içinde alkış sesleri duyuyorum evet içeride her şey yolunda. İçeridekiler bu kısa kendini tanıtma oyununu beğendiler, hissediyorum. İçeridekiler demişken İçeridekiler kim hakikaten? Ben, benler. Ben kimim? Anlattımya. Doğru, evet hafızam bile dayanamıyor bana. Bir bir siliniyor ama, ama şuan neredeyim ben? Bir sahaftayım. Buraya ne zaman geldim? Sanırım düşünceler önümü görmeme engel oluyorlar, evet. Kitaplar, kitaplar her yerim kitap. Severim kitapları beni en çok onlar anlar. Dünyada benden başka deliler olduğunu hatırlatır ve mutlu ederler beni. Mut- luluk evet mutluluk kitaplardadır benim için. Peki bu saatte bu sahaf neden hâlâ açık? Sahibi nerede buranın? Kitaplar, onlar nereye kayboldu? Islak otlar üzerime desenler çizmiş. Parkta sızıp kalmışım. Sahaf, kitaplar hepsi bir rüya mıydı? Belki evet, belki hayır. Eve git- mek istiyorum artık. Yorucu bir gün oldu, uzanıp sonsuz sonsuz bir uykuya bırakmak istiyorum kendimi. Belki, belki yazarım bugün. Ama hayır bugün sonsuz bir uyku var. Ama bu parktan neden bir türlü çıkamıyorum? Az önce ayağa kalkmış ve çık- mıştım nasıl oldu da geri uzandım bu oylara? Parktamı bir düş yoksa? İleride Sezen’i görüyorum bana geliyor. Buda mı bir düş? Hayır, hayır bu bir düş olamaz! Tanrım uyandırma beni! O bana geliyor sonsuza kadar bu parkta kapalı tut ama uyandırma beni! Hayır, kararıyor etraf. Nerede açılacak acaba gözlerim birdahaki sefere. Güneş ileriden doğuyor, neredeyim ben? Evimin önündeyim bir ağaca yaslanmış ve uyumuşum ta ki güneş ışıkları ile beni uyandırana kadar. Teşekkürler güneş beni rüyalar arasında boğulmaktan kurtardın. Ama hayır! Lanet olsun sana güneş beni Sezen’den ayırdın. Neyse ne, akşamki sahnem hazırlanmam gerek. Görüşürüz güneş, görüşürüz kafamın içindekiler ahahahaha. SahneSahne 20
  • 22.
  • 23. kararsızlıklarımızla boğuşurken sinemalarda görülürüz ansızın -dün- kollarımız yeterince uzun kapımız açıktır kapımız, yalnızca bizlere açıktır. hava hala aydınlıksa treni de göndermişsek sinemalarda görülürüz ansızın -bugün- anılar yeterince uzun kapımız açıktır gülümsemen tuzu biberiyse benim de alnımda utangaçlıklarım- la anılarda görülürüz ansızın -yarın- kavaklar yeterince uzun, kapımız açıktır ve kanlıkavak her zaman gecedir evden kaçmışsan gündüzün de gecense kanlıkavakta görülürüz ansızın düşünen av olur ama çakallar her yerde; konuştuğum batıyor bana ve benden sekiyor bela, duacıyım, beklerim, ölüyü bekletir indica YakındaYakında İndicaİndica 22
  • 24. postüla sonra kuvvet kelimesinin altından bir bando peyda oldu kulağımın kristalini tersyüz ederek papa XIV. clemens düştü parmak taraklarımın hizasına sonra kaldırımı ayaklarımın altına almaktan çekinmedim yoksulluğum tanrı’nın ellerinden döküldü azad edildi hayaletler ve idrar tahlilleri adamın biri tırpanı şakağına dayadı düştü halılar patladı alaaddin’in ampulleri hayır, nem ve küftü piazzolla’yı anımsarken kirpiğimi ıslatan bulamadım dudağının kıvrımını aşk denilenin nesnenin hükmü ile içinden ölümü geçiren atı yazdım olmayan usturanın izleri noktürn kanıt taşıma güdüsüyle devinimi adlandırdı vaka her şey olması gerekenden daha geniş hacimli olmayan bir tanrı elinden bomba düzeneği ölmekten korktum uzun uzun listelerden düşerek birikmenin haricinde dökülen cesaretin kaynadığı, buhar olduğu zeminlerde kanıma rastlamaktan korktum postüla sonra vücut almak istediği şekli kabarttı sonra içimde düşsüz bir ağrı kaldı saklanamayan kim, sırrı biten kim,saklanamayan kim, sırrı biten kim, kim şimdi yalnızca bir sığıntı kimkim şimdi yalnızca bir sığıntı kim Kutup YıldızıKutup Yıldızı Uyan o uzak ve beyaz ülkende Arala gözlerini gerçekliğine yaşamın Buz tutan bu kasvet değil miydi sana ilhamını veren? Ya da yürüdüğün ıslak kaldırımlarında O kentte gördüğün Kaçtığın yazgın mıydı hatıralarında Rüyalarda döndüğün Oysaki sen Bir büyülü kalbin eşsiz yegane sahibisin Sığındığın bu yaşam ki o, inancındandır senin Aydınlatacak olan geceyi bir ödül niyetine Ve anımsatacak olan sana bir meleğin kanadını Ay en parlak hali ile gökte parıldarken Uyan o uzak ve beyaz ülkende Hüzne boğacak olan o, yine tüm zamanları. 23
  • 25.
  • 26. mutluluğu haketmediğimi düşünmüyorum kendi memelerimi emikliyorum, acılar yaşatıp kendi kendime sanata malzeme mi çıkarıyorum? -------------------------------------------------- yok ya ben onu yapmıyorum ben birisine yenilmeyi sevmiyorum özür dilemeyi çok geç öğrendim ben ben ben diye diye ölüyor muyum ben ben demesem de her yaşadığım acıda birer birer gidiyor muyum (yoksa oluyor muyum) mutluluğu hakediyorum, ben de canımdır ama acaba mutluluğu istiyor muyum ben ki, ben, hiçbir toplumca kabul görmeyen ben, yalnızca bir ben kendimi kabulleniyorum dışarıya çıkmak istiyorum bir oyun parkındaki salıncakla içeriye sallanıyorum kabuklarım var fakat inci çıkardığımı sanmıyorum. Ben, sevgili dostlar henüz dünyaya bir şey sunmuyorum kendi kendime acı servis ediyorum metal ve soğuk bir tepsiyle kendime soğuğum; o kadar. kendime yanlışım; o kadar. uzaklardaki öyküye doğruyum o o kadar da uzakta değil mi bile bile yenik savaşa girmek buna denir di mi? sadece insan olmak istiyorum hatalarıyla hatıralarıyla yanlışlarıyla bir insan. ne ilerideki politikacı ben ne yazar ben ne prenseslerce örtülen ben yalnızca öğrenci olmak istiyorum hayat yolundaki ezbere eğitimi kırmaya geliyorum ama oysa ezber çoğunlukla doğru şıkta fakat sevgili sevgililerim hiçbir zaman ezberlemeyi sevmedim ben öğrenmeliydim çünkü gerçekten denemeden bilemezdim gitmeden göremez sevmeden silemezdim ben kim miyim aslında yıldızlara, floresanlardaki küçük sivrisineklere bakarsak hiçbir şeyim zaten herkes aslında gelecekteki bir hiçbir şey kalmaya devam etmeye çalışan sınıfta bir öğrenci. devam etmek çok zor geliyor bana çok zor ben sana sene sine size SimülasyonSimülasyon 25
  • 27. hepimize çok zor gelmiyor mu başlamak değil bitirmek değil devam etmek, istikrar için dilenmek. insanları sevip onlara hiç mi hiç ulaşamamak. her şeyi ama her şeyi yanlış mı yapmak yanlış var mıdır yar mıdır? hiç yararlı mıdır? kalıplara sığmak o kadar mı sağlamdır üçgen kalıplarına sığamayan kaşarlı salamlı sandviçlere farklı veya bozulmuş gözüyle bakıp çöpe de atsalar dışına taştı diye ona taş da atsalar sandviç çöplükte bile çöp poşetlerini, ölü balık nemonun çöplerini turuncu çöpçü giysilerini kökü toprakla salınmış bir marulu gözlemleyerek de mutlu olacaktır sandviçler ve insanlar diyeyim başkasını mutlu etmek için yaratılmamışlardır ve bunu çok da bilmez ya da eninde sonunda öğrenirler içinden gelmek diye bir şey yoktur aslında her şey içimizden gider biz hayaller kurdukça... ama ulaşır uzaydaki uzak diyarlara ama gerçekleşir kalbinin hiç ummadığı varyasyonlarla hayaller gerçek olunca hayal ve gerçek kavuşunca halatı çeke çeke sırt sırta yalın ve fani bir istek uğruna, o kadar da mutlu olmaz istediği olunca benim gibi bir özgürlük düşkünü -------------------------------------------------------------- çünkü sevgili sevgililer istediğimiz her şey ermişte yazdığına ve benim de aydınlandığıma göre, bizi kendine tutsak eder. gözlerimiizi hırsınnateşi bürür asıl fenalık kiliseye dua edince görülür. aslında dillerimizi de hırs bürür aslına bakılırsa, zihnimizin tümü üzerine hortumu tutulmuş, ıslak ve kaygan ve yapışkan çimenlere basa basa yıkanmakdan zevk alır, işte böylece rüzgar eserse hasta olur. (oluverir, kalır) ---------------------------------------------------- en iyisi ağaç gibi olunmalıydı, hiç uyumadan sesini asla çıkarmadan sessizce ve daima yanındakiyle ölümün dibinde ama yaşamın yanında. --------------------------------------------------- fakat bir ağaç bile ilkin ve sonraki baharda şüpheye düşer yaşamaktan. başkaları için yaşamak kışın ve yazın gerçekçi gelse de bir rüzgar değiştirebiliyor bir ağacın aklını bile. --------------------------------------------------- ben bir ağaçtım önceden galiba yerinde durup çok uzaktaki ağaçlara aşık olan mimozalara sarmalanmak için uyuyan. 26
  • 28. ---------------------------------------------------- şimdiyse insan olduğumu anladım eğer hata yapabilselerdi eminim diğer canlılar da hata yapmak isterlerdi hata bir canlılık değil bir insanlık göstergesi... ----------------------------------------------------------- şimdi bir ağaç olsaydım şu insan aklımla dallarımı yere kadar esnetmek için pilatese gider, sonra da köklerini çekip koparırdım ve gecenin bir yarısı mimozaya gidip bütün bakışmaların aslını sorardım sonra oksijen kaynağı olmayı keserdim belki de daha çok yarar vermek için gezen oksijen olacağımı sanardım ama ben ağacım ki ya akılsızım köklerimi kopardığım an öldüm sayılırım insanlar sigara içmeye devam etse bile bir ağaç bu ne manasız şey diye çekip gidemez e sonra gel gelelim niye ağaçlarla insanlar yer değiştiremiyor? ----------------------------------------------------------------- ağaçlara ağaç insanlara insan gözüyle bakılmıyor artık kendim başka bir şey olmuşum artık ağaçlar bile bazı mevsimler somurtkan küskün insanlara esasında her mevsim... sulanmazsa. ------------------------------------------------------------------ sevgisiz bırakılan her canlı çok üzgün, tanrıya da küskün sanki anlaşmalı gelinmiş dünyaya tanrı sevgidir dedi tolstoy bekleyin ve görün bakalım tanrı hiç olmasaydı insanlar bu kadar çok yaşamı tırnaklamaya çalışır mıydı hiç olmazsa allahtan korkun olsun diye değil düşünen kişileri korkuyla bir yere getiremezsin allah aşkı iyi ki var o yüzden hiç olmazsa bizi yaratan kişi bizi seviyor. bu bir çok şükür olur berrak ve açık mavi bir gökyüzünde oyun parkının bankının üzerinde. bu bir avuntudur çoğu zaman kumlardan kale yaparken tırnaklarına kum doldurmadan rahat edemiyorsan. çünküsü yok bazıları öyle bazıları da böyledir insan olmanın doğmanın gayesi nedir? 27
  • 29. Said Ağa’nın …… hastası olduğu duyulunca, mahallede üzülmeyen kalmadı. Karısı Dudu, kapı kapı gezdi ağladı. Mahalleli, Said Ağa’yı ne kadar severse Dudu’yu da o kadar sevmezdi. Menekşe renkli hareli gözleri, simsiyah saçları, bembeyaz teni ile insanın aklını başından alacak kadar güzel bu kadını, sanıyorum Said Ağa ve benden başka pek seven yoktu.. Said (kocasının adını koymuştu) benden biraz küçük, Aynur biraz büyüktü, Zeynep Abla, İsmail abi kocaman çocuktu, bi de Hur- şit Abi vardı en büyük çocukları, 18’lerinde olmalıydı, evde yatıyordu hep ama hasta değildi. Hayatta en sevdiğim insanlardı Said ve Aynur, Musti’den sonra en çok sevdiğim yani. Çünkü çocuk dünyamda bi tek onların ya- nında istediğim gibi hareket edebiliyordum. Evleri çok pisti. Aylarca çarşaflar değişmez, perdeler yıkanmaz, ev süpürülmezdi. Yerlerde kurumuş ekmek parçaları olurdu çoğu kez. Dudu, vakitli vakitsiz işe giderdi, gitmeden koca bi tencere kuru fasulye pişirir, büyük kızı Zeynep’e kardeşlerini ve babasını doyurmasını tembihlerdi. Annesi evden gider gitmez Said ya da Aynur bizim kapımıza bakan mutfak camından başını zar zor uzatır; “annem gitti, gelsene, yemek yiycez” derdi. Dalgınlığından istifade eder kaçabilirsem ne ala, yoksa bi saat yalvarırdım anneme. Yalvarma çeşitlerini çok küçükken öğrendim. Aynurla ders çalışacağız desem (ilkokul 1-2-3) Aynur bi sınıf üsttü, olmazdı, Said’le desem okula yazdırılmamış, yaşı ne belli değil, ders palavrası olmazdı, tutmazdı yani. Said Ağa’nın hastalık epey ilerledi o ara, kapıya gelip; Aynur’la Virgie sanayideki kasaba gitsin de kelle alıp gelsinler, Said Ağa çok sever pişireyim yesin dedi Dudu, işe filan da gitmedi o gün, hiç itiraz etmedi, tamam dedi annem. Sanayi’deki tanıdık kasaba gidip Said Ağa için olduğunu söyleyip yazdırarak kelle alıp geldik. Dudu pişirdi, artık son demlerine gelmiş, bazen oğlu Said’le aynı yaş aynı boy gibi gözüken adamcağıza kaşık kaşık beyin ve dil yedirdi. (O yazdırılan borçları kimin ödediğini yıllar sonra öğrendim...) Bu, onlara daha sık daha kolay gitmem için çok iyi bi bahane oldu. Yalnız, kasvetli, disiplinli ve her an kavga edilen evden sıkıl- dığımda, Said Ağa’ya şunu almaya gidiyoruz dedim mi hemen izin verirdi annem. Evde babamla konuşmalarında bi kaç günü kaldığı söylenmişti, ben bi yere gidecek hazırlık yapılıyor sanıyordum, henüz hayatımda hiç bi insan ölmemişti, Said Ağa’ya ne oluyor anlamıyordum. Her gün birkaç saat onlarda yaşıyordum artık. Orda kir vardı. Annemin sakız gibi kaynattığı çarşaflarına inat yerden hiç kalkma- yan kirli yataklar vardı, gün aşırı fırçalanan yer tahtalarımıza inat kirden parlamış beton bi hol ve kirli duvarlar vardı. Orda Ay- nur’un kapkara saçlarında bit vardı, ev yağ kokuyordu, Said’in tırnakları mor mor gömük gömüktü; Hurşit Abi çoğu kez sarhoştu kusuyordu. Ancak işte o evde bizim evde asla olmayan garip bir huzur, insanı mest eden bir rahatlık, adı konmamış bir eğlence vardı ve hiç anne baba kavgası görmemiştim o evde.. Said Ağa köşede demir karyolada yatıyordu. Üzerinde yattığı çarşafa, babam eve dönünce (babam da gelmişti bi gece, eski orta- ğına geçmiş olsuna) zahtiyan gibi demişti. Kelimeye sözlüklerde rastlamadım, ama o çocuk aklımla, gördüğüm şeyle kelimeyi örtüştürüp “yağdan kayış gibi olmak” anlamını çıkarmıştım.. O kadar zayıftı ki yatakta yatarken görünmüyordu.. Ancak o tükenmişlik ve ağır hastalık eve kasvet vermiyordu, çocuklar gülüp oynaşıyor, Hurşit Abi içkili gelip bi köşede radyo din- leyip parmak şıklatıyor, kızlar camda arkadaşlarıyla muhabbet ediyor, ev ölmekte olan babaya inat, yaşamaya devam ediyordu.. Dudu mu? Dudu, o da ölmekte olan kocasına inat sürmeler çekinip kollarına bilezikler doldurup köşe başından bi taksiye binip işe gidiyordu. Ne iş yaptığını ben bilmiyordum, annemgil sanırım biliyordu ama ne konuştuklarını tam anlamadım hiç. O benim için gözlerine baktığım zaman gördüğüm güzellikten her şeyi unuttuğum bir prensesti, hep yüzü gülen bir anneydi, bir işve ve eda sembolüydü. Biz çingeneyiz derdi Dudu. Selanik çingenesiyiz, İzmir’den geldik buraya derdi. Ancak sanayide birçok dükkana Ömer Ağa’yla Zarife’yle akrabayız dermiş, annem kahkaha ile gülerdi, biz dağ köylüsüyüz, ne arar Dudu ile akraba olmak derdi. Sonra bir gün sıkıştırdı kadını, sen akrabayız dermişsin, kız biz akraba mıyız, nerden uydurdun diye. Pişkince güldü Dudu, akrabayız deyince ekmek veriyorlar, borç veriyorlar hay Zarife abam.. Annem bi daha itiraz etmedi uydurma akrabalığa. Zaten Dudu’ya da kimse inanmadı… Ama çocuk aklımla o evde o çocuklarla günde 2-3 saat özgürce güler eğlenirken, ta içimden derinlerden akraba olduğumuzu düşünür, mutlu olurdum. Aynur’la Said’le oynaşıp oynaşıp uykumuz gelip sarılıp uyuyakaldığımızda, o sahte kan bağından gelen huzuru ta içimde hisseder- dim.. Annem, eve geldiğimde “dudugil kokmuşsun üfff” deyip tepeden tırnağa soyup yıkadığında, o huzurdan eser kalmazdı.. Babamla Said Ağa bizler doğmadan önce bi iki sene, sanayide ortak ticaret yapmışlar. İki ailede ta ordan bi yakınlık kalmış. Said Ağa yatağa düşesiye dükkanlarımız yan yana imiş, evlerimiz de karşı karşıya idi zaten. Sonra dükkanı satmış onlar, Hurşit’le Dudu, dükkanı üç günde yediler dedi babam. Dükkan nasıl yenir, bilmiyordum.. Çok uzattım. Said Ağa’nın ölümünü ve karısı dünyalar güzeli Dudu’nun, kocası öldükten epey sonra çocuk doğuruşunu da sonra anlatırım.. DudugilDudugil 28
  • 30. gün ağarırken geçidigün ağarırken geçidi Bu geçidin ilenç parmaklı çocukları Üç kuruşluk şeycileri boldur Bu geçit güneşle gürülder Çatırdar tasalı ayakların şık kaplarıyla Bu geçit hiç öpülmemiştir Hiç fokurdamamıştır bacaklar orada Bu geçit gece çırpınmalarında Zemherir yastıkları işgal etmez Bu geçitte bir gece (son yaşlarında) İki genç parlıyordu (ki kanları delileri esritir) Dudakları hasretli iki kişinin, derler İlkışkırtıcı ısırıklarında Yılanların ezgisi dillenir Hâşâ yalan Kuru dudaklı evli ölü kadınlar çığırır İşte öpüşmek (işte öpüşmek modern ölümleri azaltabilir) Çağımıza kalan Var olmuş olacak En ıslak isyancı Sonrası caddelerce gülüşüp üşümek Herkes uyuyor (bitmesin bu sırtça kanayan rüya) Biz daha da büyüyor daha da Düzüyoruz keyif çatan kaldırımları Yuvasız bir taşkınlıktı Tenlerimize sur’u üfleyen Bu soy, bu püklü duvarlar O duvarlarda aşkın yeryüzüne çağrısı Elbet binlerce yılı var birlikte kasıklarımızın (üst geçide varırlar asalı ayaklarıyla) Örtülü bir geçit bu Ortadan ikiye ayrılırsa (zira delirmiş ayaklarımız baksana) Yolumuz cehennete Küçük harfli musa bize Akdeniz pencerelerinden Gecenin ikinci intiharını izletsin Dili sıkı, dili bizce bir geçit bu İlk kaldırılan başı a’ra Kaldırılan bengi b.acakları bele Hep kendine gizleyecek Kentin közlerini örseleyerek öpüşüyoruz 29
  • 31. kapak - kemal gökçay sf.1 arda arık - perdeler güzergahı sf.2 ege özcan - aşkın çapası boşuna sf. 3 mustafa klarkous - mahalle’de karşılaşmalar / epizot 1 sf.4 illüstrasyon - sf. 5 riyah - sorular, düşünceler, ince sessizlik, yaşayan acılar aynı ana rahmine benziyor, her gün yeni bir soru doğuruyor. sf. 6 eftelya koyuncu - karadeliğin sonuna yolculuk sf. 7 saat ustası - kafamda deliklerin açılması resmen ayrıcalık sf. 8 naz türker - zik ve zak / çizim - naz türker sf. 9 özlem yiğitoğlu - sineklerin boksu / illüstrasyon - irem aum sf. 10 atakan can - ek eylem suistimalinde nefes almak sf. 11 qipojovv - dev bir hortum sf. 12 çizim - dila budan sf. 13 buğra öztürk - harap bahçeden sonra choking başladı sf. 14 toprak şems tezcan - 3 ouroboros sf.16 kemal gökçay - yakalarım bir zaman avucumda sf.18 çizim - montag sf.19 nazlıcan bayrak - unuttum ‘‘yazım’’ ne sınırlı k sf.20 gökhan erdoğan - sahne sf.21 kolaj - sena çoban sf.22 elif ışık - yakında / umut çiflik - indica sf.23 kadir çakır - saklanamayan kim, sırrı biten kim, kim şimdi yalnızca bir sığıntı kim / esra yavaş - kutup yıldızı sf.24 fotoğraf serisi - melda atıcı sf.25 öykü atasoy - simülasyon sf.28 virginia young - dudugil sf.29 baran filizay - gün ağarırken geçidi arka kapak - alternatecyborg iletişmek için: mail: geyikfanzin@gmail.com twitter: fanzingeyik instagram: geyikfanzin