SlideShare a Scribd company logo
1 of 28
Download to read offline
1
FanzinSayı: 1
2
Süreç Fanzin
1/1
Tasarım/Editör
yuşa / Furkan ERKUL
Yazılar / Yazanlar
• (4-5) DİL / yuşa
• (6-9) Şiddetin Hazzı 1 / Heisenberq
• (10-13) Cinnetlik Beyin / Barış
• (14-17) Kadına Şiddet Haberleri Neden İşlevsizdir? / yuşa
• (18-19) Yeniliğe Yenilmek, Neofobi / İrem
• (20-21) Farkındalık / Ethem
• (22-23) Neden “EGE” Denizi / Paşa
• (24-25) İkircikli Ruh Halleri / M.Ç.
• (26) Telaşım (Şiir) / Can
• (27) vapur (Şiir) / ivis
Bize Ulaşın
surecfanzin@gmail.com
/surecfanzin
3
Böylece koca bir yolun sonuna geldik ve Süreç’i çıkartmış olduk.
Ancak bu aynı anda bir başka yolun da başına geldiğimizi bize hatırlat-
tı. Zira kapakta “Sayı: 1” yazıyor ve bu bizi istemeden iki noktanın sağ
tarafıyla ilgili çeşitli fantezilere itiyor.
Fantezilerden bir diğeri de ufak bir oyunla kapakta yer alan
Ouroboros ki ufak bir oyun diyerek küçültmeye çalıştığım değişim iti-
raf ediyorum bu görseli kendi özünden tamamıyla uzaklaştırdı. Belki
iyi belki de kötü diyebileceğiniz bu özden ayrışım bize en kısa şekliyle
kendimizi anlatabilmemizi sağladı.
Süreç’in de adıyla yeterince atıfta bulunduğu gibi aslında kapak-
ta yer verdiğimiz Ouroboros görseli de aynı noktaya atıfta bulunuyor.
Yani süreçlere ve akımlara. Peki neden başkaldırıyor ona da değinelim
ve sizi daha güzel yazılara özgür bırakalım? Bunun nedeni her tür öğ-
renimin ve farkındalığın bizi istesek de istemesek de rahatsız ettiği ve
değiştirdiği gerçeği. Zaten kapağa ilk bakıldığında alışılmışın dışındaki
Ouroboros görselinin rahatsız edici olmasının nedeni bu.
Daha da rahatsız olmanız dileğiyle.
Önsöz
yuşa
4
Dilsiz bir düşünce sistemi inşa ettim. Ve fark ettiğim şey şu oldu: Dilsel
ifade etmediğim varlıklar zihnimde görsel şekilleriyle var oldular. Mesela tan-
rıyı uçan bir gök cismine benzettim. Sonrasında aklıma takılan soru şu oldu
"Bendeki bu izlenimini iletilebilir hale gelmesi için dille ifade edip tanrı dedi-
ğimde, zihnimdeki karşılığı uçan bir gök cismi olan tanrı kelimesine zihnimdeki
gerçek anlamını yükleyebilir miyim?" Cevabını buldum "Hayır." Çünkü o keli-
meyi ben yaratmadım ve o kelimenin karşı tarafa aktardığı anlamdan geri dö-
nüşü yine dille olacağı için asla uçan bir gök cismi olarak algılanıp algılanmadı-
ğından emin olamayacağım. Tanrı diye dile getirişim ya sözlükte ona bahşedi-
len manasını yansıtacak ya da hiç sözlüğü açıp tanrı kelimesinin anlamına bak-
mamış birine daha önceki tecrübeleriyle o kelimeye kattığı anlamı yansıtacak.
O halde dilin tanımı için diyebiliriz ki dil bize düşündüğümüz şeyleri ak-
tarmamızı sağlayan ancak bunu zihnimizdeki yansımaları çerçeveleyerek ya-
pan bir araçtır, aracıdır. Bundan sonra devam ettim ve zihnimde var olan yan-
sımayı dil yoluyla iletilir bir çerçeveye sığdıracak olursam çizeceğim çerçeve-
nin zihnimdeki yansımadan tamamıyla farklı olacağını gördüm. Ve vardığım
kanı şu oldu: Düşünürken kullandığımız ifadeler (kelimeler) aslen zihnimizde
bulunan anlamlarından oldukça farklı. Peki durum böylelikle dil ile düşünür-
ken gerçekten düşündüğümüz şeyleri zihnimizdeki gerçek görüntüleri ve an-
lamlarıyla düşünebilir miyiz? Yoksa bize düşünülmesi için çizilen düşünce sınır-
larının içinde boş boş dolanıyor muyuz?
D
İ
L
5
Dil ile düşünmek aslında varlıklardan kopup bizi çerçevelerden oluşan
başka bir çerçeveye hapseder. O halde dil ile düşünerek yaptığımız şey aslın-
da öncesinde belirlenmiş çerçeveleri yan yana getirmekten farksızdır. Bu du-
rum gösterir ki dil ile düşünme işi bizi bilinen ve belirlenmiş çerçevelerden,
bilinmez ve bilinmesi bilinme işi için bir temele ihtiyaç duymayan bilgiye
götüremez.
Dilin inşa edilebilmesiyle birlikte ya evrenin de sayısız sayılı çerçeveler-
den oluştuğu kanıtlandı ya da birebir evreni algılayış biçimimiz bu hale dilin
inşasıyla geldi. Şu anki evren, çerçeveler silsilesi ve gerçek olan hiçbir şeyle
ilgili değil. Bu durum da gösteriyor ki yalnızca var olandan türetilmiş ancak
var olanla temellenmemiş çerçeveler dizisi olan dil, bizi ve hayatımızı
çerçeveleyen yarattıklarından daha büyük bir çerçeve.
Ben anlaşılamayacağını bildiğim bu yazıyı niçin yazdım?
Ve sen artık kimin sana ne dediğinden nasıl emin olacaksın?
6
Paul Rubens—Leucippus’un Kızlarına Tecavüz
Anahtar Kelimeler: ressentiment1
, ritüel, güç
Merhabalar…
Bugün, sizlerin biraz canını sıkıp kısa sayılabilecek bir süre önce yaşadı-
ğım trajik bir olaydan bahsedecek ve bu olayı kendimce açmaya, yorumlama-
ya çalışacağım.
Saat gece iki civarında odamda telefonla oynarken dışardan gelen bir
ciyaklama sesiyle irkilip camı açtım. Gördüğüm manzara -her ne kadar sizi
rahatsız edecekse de- sayısını bile sayamadığım bir sürü köpeğin bir kediyi
parçalamasıydı, duyduğum ses ise kedinin ciyaklamasıydı. Bir şekilde köpekle-
ri kovmayı dağıtmayı başarsam da kediyi kurtaramamıştım.
1“Ressentiment” Türkçeye “hınç” olarak çevirilmiş olsa da Alman felsefesinde sıkça rastlanılan
bir kavramdır Nietszche ve Max Scheler tarafından fazlaca değinilmektedir, metnin daha iyi
anlaşılabilmesi için okuyucunun bu kavram üzerinde ufak çaplı bir araştırma yapması yararlı
olacaktır.
Ş
İ
D
D
E
T
İ
N
H
A
Z
Z
I
-
1
7
Bir süredir aklıma takılan bu görüntü beni farklı düşüncelere sürükledi,
vardığım sonuçlardan birisi de köpeklerin yaptığı bu eylemin bir ressentiment
içerdiği ve bir ritüel (veya kendinden geçme, trans) hali olduğuydu. Kedinin,
köpekler için o an içerdiği tek anlam; kedinin kendinde, değerli bir özne, canlı
olmaktan ziyade bir obje durumuna indirgenmiş olmasıydı, kedi köpekler için
tamamıyla haz objesi, nesnesi anlamını taşıyordu. Köpeklerin şiddetinin top-
luca, kitle halinde boşalması ve bir objeye yönelmesi kediyi bir haz objesi ha-
line getiriyor ve kedi, canlı niteliğini kaybetmiş sayılıyordu. Kedinin bu duru-
ma düşmesinin tek sebebi ise belki de onlardan daha güçsüz olmasıydı.
Biraz düşündüğümde ise aynı manzaraya günlük hayatta da insanlar
tarafından pek çok kez rastladığımı fark ettim. Aynı hınç boşalımına, ressenti-
ment’a, trans haline, şiddet uygulamaktan, zarar vermekten keyif alma hali-
ne…
Mesela yakın zamanlarda yaşanan terörist, tecavüzcü olarak nitelendi-
rilen kişilere atılan meydan dayakları, cezaevlerinde cinsel suçlardan sabıkalı
kişilerin öldürülmesi, siyasi olarak yaratılan düşmanlara tüm küfürlerin edil-
mesi, nefret söylemleri, tüm bunlar aklıma aynı manzarayı getiriyor o gece
gördüğüm manzarayı. Kitlenin, toplu halde öfke, nefret, hınç boşalımı ve bun-
dan haz alması.
Yanlış hatırlamıyorsam Erich Fromm Sevme Sanatı’nda -tam olarak say-
fa sayısı, kaynakça veremediğim için kusura bakmayın- günümüzde bireyin
herhangi bir sosyal gruba mensup olup bazı etkinliklere katılması, gerek siyasi
olup bazı sloganları fanatik bir biçimde atması, bir dini tarikatta belli ayinler
yapması, hatta taraftar olarak maçta karşı takıma hunharca küfür etmesi,
kavga etmesini ritüel olarak nitelendiriyordu. Aslında biraz dikkatli baktığı-
mızda manzarayı görmek çok da zor değil. Zaman, bu tür örneklerle dolu,
düşman yaratıp kendinden geçme haliyle, ritüellerle, hınç boşalmasıyla, siyasi
söylemlerdeki karşı tarafa kusulan nefret öfke, taraftarlar, holiganlar…
8
Tecavüzcülerin, suçluların suç-
lu olarak nitelenmesinin sebebi ka-
mu sağlığını tehdit edici eylemde bu-
lunmaktır. Peki ya karşı takımdaki
taraftarın, karşı görüşteki siyasinin,
karşı mezhepteki, görüşteki kişinin
suçlu potansiyelini taşımasının sebe-
bi nedir? “Biz”i tehdit ediyor olması.
Peki pratik olarak bu eylemin gerçek-
leşmesini mümkün kılan nedir? Şid-
deti uygulayanın şiddet görenden
daha güçlü olması.
Fakat şiddetin “Biz” tarafından
değil de tekil olarak bir “Ben” tarafın-
dan uygulanmasında şiddeti uygula-
yan özne herhangi bir meşru sebep aramaz, böyle bir sakıncası da yoktur.
İşkence etmekten, sadistlikten haz alır haldedir. Eylemini meşrulaştırmak da
istemez. Onun için eyleminin meşru olmasının sebebi, onun bu eylemden haz
alıyor olmasıdır.
2007 yapımı olan Serdar Akar’ın yönetmenlğini üstlendiği “Barda” fil-
minde “Patlak” rolünü oynayan Hakan Boyav’ın filmde kadını jiletleyerek kat-
lettiği sahne işte bunun bizatihi örneğidir. Şiddeti uygulayan herhangi bir ne-
den aramaz, karşısındakini zevk için öldürür.
Yine aynı filmde Selim karakterini canlandıran Nejat İşler’in bir sahnede
“Biz yaptık, biz yapıyoruz, biz yapacağız” diye bağırması “Biz”in uyguladığı şid-
deti kanıtlar niteliktedir. Yine aynı filmde şiddet uygulamasının sebebini, ken-
disinin başka zamanlarda o bara kılığından, kıyafetinden dolayı alınmayaca-
ğından dolayı olduğunu söyler, yani kendisine meşru bir neden, ideoloji, kılıf
bulur. Çünkü bu bir sosyal grup ritüelidir,”Biz”lerin kendinden geçme, hınç
boşalımı, ressentiment halidir.
9
Filmden bağımsız olarak günlük yaşantımızda suçluların, zanlıların top-
lum tarafından hunharca bir biçimde şiddet, nefret, dışlanma görmelerinin
sebeplerinden birisi de aslında toplumun da o suçlu kadar o potansiyeli taşı-
masındandır. Özne kendisini yadsıdığı oranda, kendisinin yadsıdığı özelliklerini
taşıyan kişilere şiddet gösterme eğilimi taşır. Belki de daha basit ifadeyle ger-
çekleştiremediği bastırdığı istençlerinden dolayı bu istençlerini gerçekleştiren
diğer kişilere hınç ile saldırır.
Doğal hukuktan hatta şer’i hukuktan modern hukuka geçiş modernleş-
me ile olmuştur fakat uzuv kesme, idam vb. eylemleri barındıran hukuk sis-
temlerinin halen toplum denilen şeyin hafızasından ve ahlakından silinidiğini
söylemekse çok zor. Haberlerde görülen bir suçluya verilen tepkiler -en azın-
dan benim gördüğüm kadarıyla- genellikle nefet söylemi içeriyor. Hapishane-
de bir suçluyu katleden diğer bir mahkum kahramanlaştırılıyor, putlaştırılıyor.
Halen zaman zaman adli, kriminal suçluların idamını isteyen kitle ve özünde
en ufak parçası olan birey bu haliyle yüzyıllar geçmesine rağmen ruhunda o
gece gördüğüm köpekler kadar ilkellik barındırdığını kanıtlıyor.
Yazının başında belirttiğim gibi benim gördüğüm manzarayı günlük ha-
yata görmek çok da zor değil, belki de artık alıştığımız için gözlerimiz çok fazla
dikkat etmiyor.
İlgili film tavsiyesi: Barda,2007, Serdar Akar. The Stoning of Sonora M.
(Sonora’yı Taşlamak),2008, Cyrus Nowrasteh
10
Cinnetlik Beyin
Bu bölüm aslında biraz ürkünç ve korku-
tucu gelebilir. Çünkü bu süreç içerisinde bahse-
dilen örnekler vahşet ve kan içerir. Fakat bu
süreçleri belki kendimizde belki de çevremizde
saptayamayacağımız insanlarda görebilme
ihtimalimiz var.
Beyin bu durumlarda bir elektrik tesisatı-
nın elektrik kaçağı vermesi gibi bir anda şalter-
lerin inmesiyle bütün ana hatları keserek eyle-
me geçiyor. Bu süreç içerisinde yakın veya uzak
bir tanıdığı olması, tanımadığı biri olması cinnet getiren birey için fark etmi-
yor. Denildiği üzere ana hatları kapanan birey duygusal-mantıksal ikilemi yeri-
ne daha çok eylem üzerine odaklanarak cinayet gibi olayları işliyor. Psikoloji
ve psikiyatri literatürüne göre; “kişinin yoğun stres ve kaygı ile baş etme be-
cerilerinde problem olduğunda” birey cinnet getirir. Peki, durumun daha iyi
anlaşılması için bu durumu bir metaforla özetleyeyim: Bir düdüklü tencereye
sahipsiniz. Düdüklü tencerenizde yemek pişirdiğiniz bir gün düdüklü tencere-
nin sibobunu açmayı unuttunuz. Düdüklü tencere ince bir sese benzer sürekli
olarak ses çıkarmaya başlar ve eğer siz bu tencerenin içindeki havayı boşalt-
mazsanız bir süre sonra tencere patlayacaktır.
Bireyin düdüklü tencereye benzetilmesi pek hoş olmasa da bir süreliği-
ne sinir sistemimizi tencereye benzetelim. Anlatıldığı üzere duygu ve düşün-
celerin çok fazla basınca uğraması sonucu birer cinnet durumu ortaya çıkabi-
lir. Tabi bu tencerenin basıncının birden baskı yapmasına benzemez. İnsan da
bu duygu, düşünce baskısı zaman içerisinde olduğu unutulmamalıdır. Evet,
cinnet bir anda getirilir fakat cinnete sebep olan (yani boş bardağı dolduran
su) duygu, düşünce ve stres baskısı (bardağı taşıran son damla) zaman içeri-
sinde son raddesidir.
11
İnsan psikolojisi soyut bir kavramdır. Somut ve görülebilen bir du-
rum olmadığı için bu zamana kadar tam ve net bir miktar ile konuşulma-
mıştır. İnsan psikolojisi bireyden bireye değişeceği için her bireyin kendi-
ne özgü bir savunma mekanizması, stres düzeyi, mutluluk düzeyi vb. gibi
dereceleri vardır. Bu durum kamyonların arkasına yazılan “maksimum
ağırlık” yazısına benzetilebilir. Her insan hayatına aslında istemsizce
maksimum ağırlığı kadar stres alabilir. Bu maksimum ağırlığı geçmesinin
bardağın taşıran bir damla suyun ve tencerenin basınç dolayısıyla patla-
masının sebebi bazen cinnet getirmek olabiliyor;
“Kilis'te cinnet geçiren baba dehşet saçtı. Eşini, uyuyan dört
çocuğunu ve en son kendisini tabancayla öldürdü. (Milliyet,
14.08.2008) Çorum'da oturan 36 yaşındaki bir kişi, iftar yemeği için
davet ettiği eski eşi ile iki çocuğunu öldürdükten sonra intihar etti.
(Milliyet, 8.09.2008) Şanlıurfa'da cinnet geçiren baba, iki çocuğunu
ve kendini öldürdü.(DHA, 28.09.2014) Bayramın birinci günü ise Av-
cılar'da öfkeli koca, eşini 22 yerinden bıçakladı.(Habertürk,
03.10.2008)”
Bu ve bu gibi haberlerde görülenlerin toplum tarafından alışması bir
yana artması da fazlaca gündemde. Bu durumlarda araştırmacılar cinnet
getiren bireylerin aslında şizofreni, manik depresif, psikotik tipler gibi du-
rumları da yanında taşıma olasılığını söylemektedirler.
Peki bu durumun nörobilimsel açıklaması nedir?
Aslında bu durumu üç yapı ile açıklamak gerekir: Talamus, amigdala ve frontal
korteks. Bu üç sistemin ciddi kaçak vermesi veya lezyon/disfonksiyon (hasar/
çalışma bozukluğu) olması sonucu cinnet getirmek olasıdır. İlk önce talamus ve
amigdalanın cinnet ile ilişkili bir örneğini vereyim: “Diyelim ki evlisiniz, eşinizi
bir gün evde bir kadın veya erkekle bastınız. Bu durumda aldatma durumu oldu-
ğu için ani bir öfke patlaması geçirerek eşinize ve eşinizin yanındaki kadın veya
erkeğe bağırıp çağırır veya şiddet gösterebilirsiniz.” Bu durum cinnet ile eşdeğer
olmasa bile en azından cinnet getirmenin raddesi ile eşit dereceye bağlı olabilir.
(Ruhsal sisteminizin maksimum ağırlığına bağlıdır.) Peki beynine neler oluyor?
12
Normal ve günlük yaşamda dışardan gelen bilgiler, durumlar ve herhan-
gi bir uyarıcı (koku duyusu hariç) ilk önce talamus denilen beynin ortasındaki
yapıya gider. Talamus gelen bilgiyi ilgili kortekse (beyin bölümüne) göndere-
rek bilgiyi işler. Örneğin; gördüğünüz bir sanatsal resmi –bu Mona Lisa tablosu
olsun- ilk önce belki renklerine odaklanarak oksipital kortekste (arka beyin
lobu) işler ve daha sonra resmin tümüne odaklanarak talamus sizin bu resmi
yorumlamanız için frontal kortekse gönderir. Talamusun bir tek işleyemediği
bir uyarıcı vardır: O da koku duyusudur. Koku duyusu, girdisi direkt olarak
frontal korteksin altında yatan olfaktör bulb’a gider ve işlenir. Bu koku duyusu
daha sonra olfaktör bulb’tan gerekli yapılara gönderilir. Örneğin babanızın
parfümünü başka bir yerde kokladığınız zaman babanızı hatırlamanızın nöro-
bilimsel açıklaması; babanızın parfüm kokusunun ilk olarak olfaktör bulb’ta
işlenerek hipokampüste (bellek/ anısal, anlamsal bellek yeri) gerekli bölümler-
de işlenmesidir. Peki bu talamusun gerekli kortekslere bilgiyi işlemesi için gön-
dermesi cinnet anında ne gibi bir farklılık sağlıyor?
Verdiğimiz örnekte eşinizin aldatma olayı (alınan ilk girdi) talamusa uğ-
rar fakat işlenmesi için ilgili kortekse gitmez ve burada bir kaçak meydana ge-
lir. Talamus direkt olarak amigdalaya uğrar. Amigdala bilindiği üzere öfke, kor-
ku gibi duyguları işler. Kaçak sonucu talamus bilgiyi direkt amigdalaya gönde-
rerek bir öfke patlaması geçirilir. Amigdalanın elektrik aktivasyonu normal ak-
tivitenin üstüne çıkacağından bir şalterin atması gibi bütün süreçler kapanır.
Bunun sonucu olarak cinnet getirme durumu amigdalanın kontrolü eline al-
masından dolayı direkt olarak ilkel davranışlarda bulunur.
13
Bahsedilen yapılardan sonra bir de vazgeçilmez olan frontal korteksin
yapı bozukluğunda cinnet getirme durumu vardır. frontal korteks yürütücü
işlevlerde görev almaktadır. Yani herhangi bir konu hakkında bakış açısı al-
mak, planlama yapmak, motivasyonu sağlamak gibi daha çok insana özgü ya-
pılarda görev almaktadır. Cinnet getirme durumunda frontal korteks aslında
bir nevi kapanır. Bu durumu şöyle açıklayalım:
Kilis’te cinnet getiren baba ilk önce eşini ve çocuklarını öldürdükten son-
ra kendisini öldürüyordu. Bu durumda babanın cinnet getirmesiyle amigdalası
ilkel davranışlara geçerek saldırganlık ve dehşet saçma eğlimine yönelmekte-
dir. Bu durumda normalde frontal korteksin amigdalayı baskılayarak “Dur,
Düşün ve Yap” döngüsüne sokması lazımdı. Fakat durumun aşırılığı sebebin-
den olsa gerek frontal korteks bu döngünün girdilenmesi için yetersiz kalıyor.
Çocuklarını öldüren baba ‘’ben ölürsem çocuklarım bu hayatta yalnız kalacak,
bensiz yapamazlar’’ mantalitesi ile eyleme geçerler.
Cinnet ve cinnete ilişkin beyin yapılarının pek araştırılmaması olmasa da
siz siz olun talamusu kaçak veren bireylerden uzak durun...
14
Kadına Şiddet Haberleri Neden İşlevsizdir?
Şiddet, kadın, haber ve işlev. Belki de birbiriyle en bağlantısız olması
gereken 4 bambaşka kelime. Ancak bu hazzı şu an yaşamak pek de mümkün
görünmüyor. Zira bu kelimelerin beraberliği bu kelimelerin varlığının devamı-
nı sağlayan en büyük etmen. Nasıl?
O döneme dek savaş fotoğrafçılığı denen bir şey yoktu. Hatta bu tarz
savaş izlerini taşıyan fotoğraflar sansürlenerek paylaşılırdı. Ancak sonra ne
oldu bilinmez, Donald Mccullin öncülüğünde -diyebilirim sanırım çünkü en
çarpıcı olanlarını o çekmişti- savaş foto muhabirliği başladı. Gazeteler savaş
fotoğraflarını sansürsüz yayınlamaya başladılar. İnsanlar bu fotoğraflar hak-
kında konuşmaya, tartışmaya başladılar. Buraya kadar zaten her şey normaldi
çünkü insanlar şüphesiz sonunda o anlara erişeceklerdi. Ancak ilginç olan şey
şuydu: Savaşçıl politikaları destekleyen gazeteler de bu dehşet veren fotoğ-
raflara haberlerinde yer vermeye başlamışlardı. Örneğin o dönemler Vietnam
Savaşı’nı destekler nitelikte yayın yapan “Sunday Times” yine aynı savaştan
dehşet verici görüntülere haberlerinde yer vermişti. Savaş fotoğraflarından
bir rant elde edilmişti ve bu görüntüler artık insanların görmeye alıştığı şeyle-
rin arasında yerini almıştı.
Peki biz 2020 model insanoğlu bu yaşananlardan ne anlayabiliriz? Ya da
neler anlayabiliriz? Öncelikle belirtmem gereken şey şu ki bu bilinç seviyesi
aklen birkaç soruyu beraberinde getiriyor:
15
Görsel—1
İlki şu, yanda en popülerlerinden birini
gördüğünüz bu fotoğraf savaş denen olgu-
yu özellikle negatif yönüyle bizlere yansıt-
mayı hedeflemiş. Buna rağmen yine aynı
savaşı (Vietnam-ABD) destekleyenlerce
kullanılmış ve yayınlanmış. Peki bu savaşın
kötü yanını yansıttığını düşündüğümüz
fotoğrafların gerçek işlevi, yayın nedeni
nedir? Efendim cevabı şudur: İlk bakıldı-
ğında içine çeken bu görüntüler iddia etti-
ği gibi bize savaşı yansıtır. Günümüze de
değinecek olursak eğer video klipler de
böyledir. Ancak çok büyük bir eksiklikle
birlikte: Fotoğraflar (Video klip dediğimiz
olayın da üst üste gösterilen fotoğraflardan oluştuğunu kabul ederek ayrıca
buna değinmeyeceğim.) anda yayılan ışığın bir mercekte toplanıp tabiri caizse
dondurulmasıyla oluşur. Ve bu ışığın toplandığı süreçte duygular ve hisler yok
olurlar. Bundan dolayıdır ki bu tarz fotoğraflara bakmak ilk anda bize bizim de
yaşayabilme ihtimalimizi hatırlatsa da - benzerlikten dolayı-sonrasında etkisi
kısa sürede kaybolur ve yerini yalnızca baktığımız ve kendimizce anlam yükle-
meye çalıştığımız duvardan farksız bir görsele bırakır. Bu yüzden bu tarz fo-
toğraflar rant amaçlı kullanılmış ve paylaşılması durumu da beklenilen etkinin
tam aksi yönünde bir etki yaratmıştır.
16
Ancak biz bakanlar tarafınca hesaba katılmayan etkisi şudur: Bu tarz fotoğ-
raflara bakmak bizde bu görüntünün gerçekliği konusunda belki şüphe
uyandırsa da gösterilen çeşitli kaynaklarla bu görüntülerin gerçekliği bizlere
kanıtlanır. Sonrasında her şüphenin ortadan kalktığında yerine bıraktığı gibi
bu fotoğrafların gerçekliğine duyulan şüphe de yerini gerçekliğe bırakır. Bu
fotoğrafları ve yansıttıklarını gerçek olarak kabul eden insan, görüntünün
içeriğine bağlı olarak kendiyle ilişkilendirir. Ve bu ilişkinin boyutunca birey
bu tarz görüntülere karşı bağışıklık geliştirir.
Fotoğrafın ve üst üste gösterilen hızlı fotoğrafların insan üzerindeki
etkisi zannımca açıklandığına göre artık bir köprüyle günümüze bağlantı ku-
rulabilir. Köprü; son zamanlarda sıkça karşımıza çıkan kadın tecavüzleri, ta-
cizleri bazen fiziksel şiddeti. Peki nedir bunca kötüleyen haberlerin çıkması-
na karşın bu olayların sıklığını arttıran etmen? Etmen az önce açıkladığım ile
yakından ilişkilidir. İnsan gördüğü şeyin tekrarına bağlı olarak o duruma kar-
şı bir bağışıklık kazanmaya başlar. Çünkü insan beyninin çalışma prensibi
budur. Bir sorunla karşılaştığında sorunun asıl ömrü zannedildiğinden kısa-
dır. Zira beyin sorunu çözmeye çalışırken bir yandan da ona adapte olmaya
çalışır.
17
Sonrasında çözülemeyen soruna adapte olan beyin sorun ortadan kalkma-
dığı süre boyunca ona bağışıklık kazanmaya başlar. Bu gerçeklikten hare-
ketle bize bir sorun olarak sunulan kadına şiddet haberlerinin arka plandaki
işleyişini kestirebilmemiz mümkündür.Yukarıdakine benzer örneklerle su-
nulan haber ve içeriklerin uyandırdığı ilk izlenim Görsel -1'den çok da farklı
sayılmaz.
O halde sonuçlarından da pek bir farklılık beklememiz mümkün olma-
yacaktır. Peki bu gerçekliğe rağmen haber kanallarının bu ve buna benzer
yayınlar ve içerikler üretmesinin nedeni nedir? Rant. Bu tarz içerikler payla-
şıldıkça normalleşecek ve tekrarı artacaktır. Şu güne dek çeşitli yöntemlerle
kandırılmış, yönetilmiş ve yönlendirilmiş insanoğlu, söz konusu kendi anne-
siyken acaba daha ne kadar uyuyacak? Heyecanla bekliyoruz.
18
Yeniliğe Yenilmek, Neofobi
Değişimden, yeni başlangıçlardan korkmak sıkça rastlanılan bir durum.
Ben de fanzinimizin yayın hayatına başlamasına uygun olarak bir fobiden bah-
setmek istiyorum.
Neofobi, yani kişinin çevresindeki değişikliklerden, yeniliklerden ve ge-
lişmelerden aşırı derecede korkması. Aslında neofobi daha çok beyin prob-
lemleri yani bunama ve benzeri durumlar nedeniyle yaşama uyum sağlaması
güçleşen kişilerde, yaşlılarda görülen bir durumu anlatmak için kullanılmakta-
dır. Alzheimer hastalığı ve benzeri nedenlerle beyin işlevleri daralmaya başla-
yan insanlar, uyaranları değerlendirmekte zorluk çekmeye başlar ve kendileri-
ni korumaya alırlar. Bu ise alıştıkları çevrelerden ayrılmama, eşyaların yerini
değiştirmeme, hep aynı saatlerde aynı şeyleri yapma gibi davranışlarla kendi-
ni gösterir. Çevrelerinde yeni bir şey yapılmasını istemezler. Aslında bu kendi-
leri için faydalı bir tutumdur. Çünkü bu gibi kişilerin hayatında büyük bir deği-
şiklik yapıldığında, örneğin bir hastane ya da huzurevine nakledildiklerinde
aniden durumlarında bozulma olur ve şüpheci davranışlar içerisine girebilirler.
Bu durum anlayamadıkları koşullarda kendilerini emniyette hissetmemeleri
ile ilgilidir.
19
Neofobi deyimi daha sonra genelleşmiş ve yenilikten korkan her tür
insan için kullanılan bir deyime dönüşmüştür. Gerçekten de böyle kişiler var-
dır. Bu kişiler daha çok obsesif olarak bilinen titiz karakterli kişilerdir. Kontrol-
cü insanlardır. Her şeyin kendilerine sorularak yapılmasını isterler. Çocukluk-
larından beri böyle yetişmişlerdir. Ancak aşırı kontrolcülük kişiyi yorar, kont-
rol etmeleri gereken şeylerin sayısı ve çapı arttıkça bu gibi kişiler uyumlarını
kaybedip sinirlilik belirtileri gösterebilirler.
Aslında düşününce güven ihtiyacı temel ihtiyaçlardan biridir. Bu yüzden
insanlar alıştığı ortamdan ayrılmayı veya oradaki bir değişikliğe maruz kal-
maktan kaçınır. Çünkü her bir değişiklik yeni bir tehdit unsuru doğurur. Aşırı
kontrolcü özellikleri bu tehdidin doğuracağı düzensizlikten rahatsız olur. İşte
bu içgüdünün aşırılığı neofobiyi doğurur. Türk toplumu genelde değişimi sev-
mez, bu kültürel bir etkidir. Fakat değişim her zaman olumsuz yönde olmaz.
Sonuçta bu zamana kadar yapılan önemli buluşlar bu ufak tefek değişimlerin
bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Ayrıca değişim insanı genç kılar, ruhun yaş-
lanmasını ve monotonlaşmasını geciktirir.
Herakleitos'un da dediği gibi, “değişmeyen tek şey değişimin kendisi-
dir.” Elbet hayatımızda ufak tefek değişimler olacaktır. Bizim yapmamız gere-
kense ona uyum sağlamak ve olumsuz bir anlamda bir değişim olsa bile neler
yapabileceğimize bir bakmak. Diyeceğim o ki siz değişimden korkmayın, deği-
şimle dans edin!
20
Farkındalık
Kökeni Arapça olan “fark” kelimesi; ayrılma, ayrışma, ayırt etme anla-
mına gelmektedir. Farkında olma durumunu ise bilinci olan bir varlığın etra-
fındaki olaylar varlıklar arasındaki muhakemeyi yani akıl yürütme işini yapa-
bilme yeteneği olarak tanımlayabiliriz. Kendi varlığı ile diğer varlıklar arasında
fark olan insanoğlu, bunu kabul etmekte sıkıntı yaşamazken insanoğulları ara-
sında fark olabileceğini kabul etmekte zorlanır. Farkındalık seviyesi yüksek
insanların toplum tarafından ayrıştırılması, dışlanması kaçınılmazdır. İnsanlar,
sizin onların fark ettiklerinin dışında bir şey fark etmenizi istemezler. Düşün-
mek; şeyler arasındaki farkı fark etmemizi, bu da insanın öznel kararlar alma-
sını sağlar.
Toplum, sizin kendi başınıza bazı şeylerin kararını almanızdan rahatsız
olur yani fark etmek, rahatsız olma ve rahatsız etmenin başlangıcıdır. O za-
man toplumun çoğunluğunun sevdiği, giydiği, gezdiği şeyleri seven kişiler için
bir farkındalıktan söz edilemez. Zira standart seviyede düşünce, insanların
çoğunluğunda aynı şeye yönelmeye neden olacaktır. Bir şeyi fark etmek için
zaten daha önceden etrafınızdaki insanların sizi haberdar etmediği bir şeyi
görmeniz, düşünmeniz ve farklı bir sonuca varmanız gereklidir. Daha önce
fark edilmemiş bir şeyi fark ettiğiniz zaman kendi bilincinizde diğerlerinden
kopuyor olmanın zevki ve acısıyla irkilirsiniz. Bu tat zamanla vazgeçilmesi zor
bir hale gelir o insan için. Çünkü diğer halin ne kadar kolay olduğunu fark
eder insan. Bir şeyin tadı zorluğu ile doğru orantılıdır. Kalan her şeyin acısı
bastıramaz bilmenin ve bildirmenin tadını. Çok açıldığında insan toplumdan,
az kişiye rastlar olur. Bazen dolanır, sağına soluna bakar var mı birileri diye.
Göremezse kimseyi belki o ağır gelir ruhuna. O an anlar belki de kendisinin
artık bir fark olduğunu, kendini inşa ettiğini. Aklı tatmin ediyor olacaktır içini.
Yolunu da o aydınlatacaktır ilerledikçe, anlıyor insan sonu olmadığını. Eğer bir
gün bitti derse anlamalı ki başa döndü. O yüzden uyandıracak birini bulmalı.
21
Kendini kendi uyandırmalı; sormaktan, sorgulamaktan vazgeçmemeli.
Ancak böyle ilerleyebilir bu bitmeyen yolda. Düşünmeye başlayan kişi ilk baş-
ta kendi ile savaşır. Kim kendine düşman iken kendini düşünür? İnsana düş-
manını düşündürür, dostunu düşman, düşmanını dost yapar farkındalık.
Düşünmeye başlayan kişi hayal kırıklığı ve çöküşe hazır olmalı. Hayatın-
da o vakte kadar ne kadar az olduğunu fark etti mi insan, artık pek bir önemi
kalmaz kendini çok görenlerin. Zaten onu görenler de “Sen küçülmüşsün” di-
yecekler ona. O da asıl küçük olan sizsiniz bile demeyecek onlara. İnsanın en
temel amacı hayatta kalmak iken neden hayatta kalmak zorunda olduğunu
sorgulaması onu ayıran tarafı oluyor kalan her şeyden. Kendisi gibi kendine
aynı soruyu soranlardan bile ayrı bir yolda bulur kendini bir anda. Genelde
toplum, hayatta kalmanın amacını, sevebileceğin ve seni sevecek birini bul-
maktan geçtiği algısı üzerinden yürütür. Budur günümüz gencinin amacı. Dü-
şünmeye başlayan kişi bu amacı uyandırmakta görür etrafını ama düşünüldü-
ğü gibi olmaz her şey. Toplumun dirayetinin (bilme, tanıma, farkında olma)
mukavemeti ile karşılaşır. Tarih boyunca pek çok konu hakkında toplumları
bilinçlendirmek isteyen dehaların toplumları tarafından asıldığına, yakıldığına,
dilimlenip işkenceye maruz kaldığına şahit olursunuz. Hazımsızlık kaçınılmaz-
dır, şiddet ise tatmin edici ve rahatlatıcı. Aklın mağlup edemediğini güç ezer.
Basit zihinler böyle çalışır işte. Bunun sonucunda oldukça düşünceli insanların
yalnızlığı kaçınılmazdır. Yalnızlık; insanın kendi ile konuşmasının, kendisi ile
tartışmasının önünü açar. Bu; bir aşama, bir süreç, sonu olmayan, bitmeyen
bir şeyleri bilmenin, yeniden düşünmenin başlangıcıdır
Senlerinde değiştiğini görecek ya senlerin kendi ya da yeri değişecek.
22
Neden “EGE” Denizi?
Türkçede Aigaios'tan bozularak “Ege” (İngilizcede Aegean) olan denizin
adının kökeniyle ilgili kesin bir bilgiye sahip değiliz. Ege Denizi'nin bilinen ilk
adı ise Aigaios Pontos'tu. Bu konuda bize kadar ulaşmış bulunan farklı rivayet-
ler vardır.
Bunlardan birine göre Aigaios (Ege),eski Yunanların Kahramanlık Ça-
ğı'nda (İÖ 13. yüzyıl) yaşamış olabileceği düşünülen Atinalı efsanevi kral The-
seus'un babası Aigaios'tur. Efsaneye göre Aigaios, Panatheneia şenliklerinde
yarışlara katılan Girit kralının oğlu ve atlet Androgeos'u öldürtmüş ve bu ne-
denle Girit kralı Minos'un katlanılması zor olan cezasına maruz kalmış. Kral
Minos tarafından Aigaios'a verilen bu ceza, Atina gençleri arasından 7'si erkek
7'si kız olmak üzere toplam 14'ünü Girit'teki Minotauros'a (Minos Boğası) ye-
dirilmek üzere her yıl göndermekmiş.
23
Theseus, Atinalı gençlerin bu şekilde her yıl kurban edilmesine bir son
vermek üzere Minotauros denilen boğa başlı bu canavarı öldürmek için Girit'e
gitmeye karar vermiş. Theseus, yola çıkarken, Girit'e gitmesini istemeyen ba-
bası Aigaios'a Minotauros canavarını öldürmeyi başarırsa gemisine beyaz yel-
ken çekmiş olarak döneceğini söylemiş. Fakat babasına verdiği sözü unutmuş
ve siyah yelkenleriyle geri dönmüş. Aigaios, limana yaklaşan oğlunun gemisin-
de beyaz yelken olmadığını görünce öldüğünü sanmış ve denize atlayarak in-
tihar etmiş. Böylece Aigaios, Ege Denizi'nin adı olmuş.
Bize kadar ulaşan bir başka bilgiye göre Ege adının kökeninde, Khios
(Sakız) Adası yakınındaki bir adanın keçi sıçrayışına benzeyen görüntüsü bu-
lunmaktadır. Bu bilgiye göre Ege Denizi, Keçi Denizi anlamına gelmektedir.
Fakat günümüze kadar ulaşmış bulunan bu bilgiler, doğruluğu test edilebilir
değildir. 'Ege' isminin kökeni bilinmemektedir.
Minotauros
24
Boşluğa bakar gibi bakıyorum etrafıma sanki aklımı bir yere hapsetmişler,
anlamamam için sesimi çıkarmamam için…
İnsan bu hayatta bedeninin bütünleştiği ruhunu, farklı ortamlara girerek ço-
ğaltır.
Farklı insanlar tanıyarak kendini geliştirir.
Bilmediği, duymadığı şeyleri öğrenirken kafasındakiler ile temellendirmeye
çalışır. Yaşamı boyunca sahip olduğu fikirlerin genişlemesine veya değişmesi-
ne izin verme aşamasında bir sürü soru ile kendini baş başa bırakır.
NEDEN
Gördüğüm sahnelere ses çıkarmamamı
istiyorlar?
Belki de kendilerinde olacak yenilikleri
erkenden mi sabote etmeye çalışıyorlar?
Neden farklılaşamıyorduk?
ACABA
Görmediğim bir şeye karşı duyduğum
ilginin sebebini bilmedikleri için mi bu
kadar acımasızca konuşabiliyorlar? Ama
onlara gelince neden sorusuna cevap ve-
remeyecek kadar körü körüne
bağlanmışlar.
İkircikli Ruh Halleri
25
Kapatmışlar tüm kapıları, anlamamak için direniyorlar sanki onlarda anlamış-
lar yıkılacaklarını.
Ya da vazgeçmekten mi korkuyorlar bilemedim. Bir kurgudan ibaret olduğu-
muz bu hayatta vazgeçemeyeceğimiz neler vardı peki?
BEN NE OLACAKTIM
Emin olduğum kadar da kuvvetli durabilir miyim karşılarında yoksa beni yıkıp
geçmelerine izin verecek kadar sessiz mi kalmalıyım?. Bu sayede altı boş sa-
vunmaları dinleyip kendi benliğime haksızlık etmiş olmayacak mıyım?
Hangisinin dedikleri doğru diye düşünürken kendi gerçeklerimi bir yere hap-
setmek ne kadar doğru bu zamanda?
Gerçek ile kafamdakinin veya kafalardakinin uyumunu arayarak bulmaya çalı-
şırken vazgeçtiklerim ne olacak?
Beklediğim cevapları alamayınca anlamayan ben mi olacağım?
Bildiğim gerçeği anlatırken onlar için hiçbir şey ifade etmediğini bildiğim hal-
de devam etmeye mi çalışacağım?
Acaba kendime dönüp bildiğim gerçeğimi sorguladığımda gece gelen vicdanı-
mın sesini susturabilecek miyim?
VE LÜTFEN SİZ DE ŞİMDİ GÖZLERİNİZİ KAPATIN VE YOLCULUKTAN İBARET
OLAN YAŞAMINIZDA SORULAR İLE BAŞ BAŞA KALIN.
26
Telaşım
çocuk olmayı dahi istemeyişimdir
solan çiçeğimin bükülen boynudur
duyguyu terk eden aciz bir ruhtur
vicdanıma sarılmaktır telaşımkalemimin sayfaya tecavüz ettiği andır
yirmi bir yaşındaki hislerimin çığlığıdır
dört duvar bir masadır
nefretle gülmektendir telaşım
ruhum bedenimle oyalansın
kalbim dilime bir temiz fırça atsın
amma velakin, duygularım beni satmıştır
hissetmeye yeltenmektir telaşım
nefeslerim bana kızgındır
ciğerlerim ise pişman
burnum yüzüme dargındır, dargındır ya
aynada yüzümü görmektendir telaşım
27
vapura
su,
beni parçala yağmur, üzerime yağ ve güneş,
öyle bir yerden çık ki göğe bulutlar açsın en
güzel renklerini
ve her yerden görülsün bu rengarenk kuşak.
umudunu kaybedenler gülümsesin, inancını
yitirenler inansın sana
hepimizi aldat güneş,
al yağmuru da suyu da bulutları da yanına
öyle bir yalan bul ki
bize söyleyecek
duyunca tek çaremiz gülmek olsun.
öyle bir çarpsın ki ışığın kırılan suyun üzeri-
ne
bakarken gözlerimiz kamaşsın
ve sen su
şükranını sun güneşe, tutuşup kendini biti-
recek bütün alevlerini söndür.
28
surecfanzin
Süreç Fanzin; sürekli, süresiz ve her tür fikir, ideoloji veya buna benzer çer-
çevelerden bağımsız bir yazı dizisidir. Süreç Fanzin; varoluşu itibariyle bilim,
sanat, kültür gibi başlıca konularda içerik üretmeyi hedeflemektedir.
Değer üretmeyi ve zaten üretilmiş değeri eleştirmeyi bazen sorulara cevap
bulmayı bazen sorular sormayı okuyucuya öğretmeyi ana amacı bilir. Bu doğ-
rultuda çeşitli alanlardan yazarları birleştirmeyi hedefler.
Süreç’te bir yaratının yer alabilmesi için hiçbir ön koşul yoktur. Bu fanzinin
sayfalarında her daldan bir çiçek olacak ve o çiçekler okundukça açacaktır.
Süreç, birçok farklı mecrada etkinliğini sürdürmeyi hedefleyen interaktif bir
topluluğu içinde kapsar. Yalnızca bir fanzin ya da yazıların paylaşıldığı ortam
değildir. İlgi duyan meraklı ve öğrenmeye istekli insanların bir araya
gelebilecekleri, fikirlerini tartışabilecekleri bir de topluluğun ismidir.

More Related Content

What's hot

İmam gazali ölüm ve ötesi
İmam gazali   ölüm ve ötesiİmam gazali   ölüm ve ötesi
İmam gazali ölüm ve ötesiSelçuk Sarıcı
 
Akilah azra kohen pi - Türkçe
Akilah azra kohen   pi - TürkçeAkilah azra kohen   pi - Türkçe
Akilah azra kohen pi - TürkçeAdnan Dan
 
Siraç Dergi | Sayı 1
Siraç Dergi | Sayı 1Siraç Dergi | Sayı 1
Siraç Dergi | Sayı 1Siraç Dergi
 
Murathan mungan erkeklerin hikayeleri
Murathan mungan   erkeklerin hikayeleriMurathan mungan   erkeklerin hikayeleri
Murathan mungan erkeklerin hikayeleriMurat Dinçer
 
Geyik Fanzin 12. Sayı
Geyik Fanzin 12. SayıGeyik Fanzin 12. Sayı
Geyik Fanzin 12. SayıKemalGokcay
 
7 sinif gormeengel
7 sinif gormeengel7 sinif gormeengel
7 sinif gormeengel1patron1
 
Şöhret, Servet, İhtiras ve İbret
Şöhret, Servet, İhtiras ve İbret Şöhret, Servet, İhtiras ve İbret
Şöhret, Servet, İhtiras ve İbret Yeliz Kirktepeli
 
Zincire Vurulmuş Prometheus - Aiskhylos
Zincire Vurulmuş Prometheus - AiskhylosZincire Vurulmuş Prometheus - Aiskhylos
Zincire Vurulmuş Prometheus - Aiskhylosmenemenazdacorba
 
Kırık Hayatlar
Kırık HayatlarKırık Hayatlar
Kırık Hayatlarkaosakatki
 

What's hot (17)

Tribal Branding
Tribal BrandingTribal Branding
Tribal Branding
 
Bedreddin
BedreddinBedreddin
Bedreddin
 
İmam gazali ölüm ve ötesi
İmam gazali   ölüm ve ötesiİmam gazali   ölüm ve ötesi
İmam gazali ölüm ve ötesi
 
Gezgin Şiirleri 2005-2007
Gezgin Şiirleri 2005-2007 Gezgin Şiirleri 2005-2007
Gezgin Şiirleri 2005-2007
 
Akilah azra kohen pi - Türkçe
Akilah azra kohen   pi - TürkçeAkilah azra kohen   pi - Türkçe
Akilah azra kohen pi - Türkçe
 
Sanata izin
Sanata izinSanata izin
Sanata izin
 
Siraç Dergi | Sayı 1
Siraç Dergi | Sayı 1Siraç Dergi | Sayı 1
Siraç Dergi | Sayı 1
 
Murathan mungan erkeklerin hikayeleri
Murathan mungan   erkeklerin hikayeleriMurathan mungan   erkeklerin hikayeleri
Murathan mungan erkeklerin hikayeleri
 
Geyik Fanzin 12. Sayı
Geyik Fanzin 12. SayıGeyik Fanzin 12. Sayı
Geyik Fanzin 12. Sayı
 
vertigo 1
vertigo 1vertigo 1
vertigo 1
 
7 sinif gormeengel
7 sinif gormeengel7 sinif gormeengel
7 sinif gormeengel
 
7 sinif b
7 sinif b7 sinif b
7 sinif b
 
Şöhret, Servet, İhtiras ve İbret
Şöhret, Servet, İhtiras ve İbret Şöhret, Servet, İhtiras ve İbret
Şöhret, Servet, İhtiras ve İbret
 
Arkadaşlık
ArkadaşlıkArkadaşlık
Arkadaşlık
 
Zincire Vurulmuş Prometheus - Aiskhylos
Zincire Vurulmuş Prometheus - AiskhylosZincire Vurulmuş Prometheus - Aiskhylos
Zincire Vurulmuş Prometheus - Aiskhylos
 
16. tekasür suresi
16. tekasür suresi16. tekasür suresi
16. tekasür suresi
 
Kırık Hayatlar
Kırık HayatlarKırık Hayatlar
Kırık Hayatlar
 

Similar to SÜREÇ

Görme Biçimleri / John Berger - horozz.net
Görme Biçimleri /  John Berger - horozz.netGörme Biçimleri /  John Berger - horozz.net
Görme Biçimleri / John Berger - horozz.netAdnan Dan
 
Kitap okumak ve okumayı sürdürmekle ilgili sıkıntı yaşıyor musunuz?
Kitap okumak ve okumayı sürdürmekle ilgili sıkıntı yaşıyor musunuz?Kitap okumak ve okumayı sürdürmekle ilgili sıkıntı yaşıyor musunuz?
Kitap okumak ve okumayı sürdürmekle ilgili sıkıntı yaşıyor musunuz?menemenazdacorba
 
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfHABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfAhmet Türkan
 
Hayat Cikmazi Kitabı,Prof Dr Ekrem Culfa, İstanbul, Anadolu Yakası, Avrupa Ya...
Hayat Cikmazi Kitabı,Prof Dr Ekrem Culfa, İstanbul, Anadolu Yakası, Avrupa Ya...Hayat Cikmazi Kitabı,Prof Dr Ekrem Culfa, İstanbul, Anadolu Yakası, Avrupa Ya...
Hayat Cikmazi Kitabı,Prof Dr Ekrem Culfa, İstanbul, Anadolu Yakası, Avrupa Ya...Prof. Dr. Ekrem Çulfa
 
7. Sınıf Sosyal Bilimler 1. Ünite İletişim
7. Sınıf Sosyal Bilimler 1. Ünite İletişim7. Sınıf Sosyal Bilimler 1. Ünite İletişim
7. Sınıf Sosyal Bilimler 1. Ünite İletişimenesulusoy
 
Kac Kopyayiz - Can Dundar
Kac Kopyayiz - Can DundarKac Kopyayiz - Can Dundar
Kac Kopyayiz - Can DundarBhr Dy
 
Çirkinlik/Güzellik (ikinci versiyon)
Çirkinlik/Güzellik (ikinci versiyon)Çirkinlik/Güzellik (ikinci versiyon)
Çirkinlik/Güzellik (ikinci versiyon)YaseminSengunDemirca
 
Gercek haber (Sherlock Holmes / dizi ve film)
Gercek haber (Sherlock Holmes / dizi ve film)Gercek haber (Sherlock Holmes / dizi ve film)
Gercek haber (Sherlock Holmes / dizi ve film)YaseminSengunDemirca
 
Anlatim Bozukluklari 2
Anlatim Bozukluklari 2Anlatim Bozukluklari 2
Anlatim Bozukluklari 2yardimt
 
Aile İçi İletişim- Mustafa YILMAZ (Keşif Akademi)
Aile İçi İletişim- Mustafa YILMAZ (Keşif Akademi)Aile İçi İletişim- Mustafa YILMAZ (Keşif Akademi)
Aile İçi İletişim- Mustafa YILMAZ (Keşif Akademi)Keşif Akademi
 
Marti e-Dergisi Aralık2010 "00_sayi"
Marti e-Dergisi Aralık2010 "00_sayi"Marti e-Dergisi Aralık2010 "00_sayi"
Marti e-Dergisi Aralık2010 "00_sayi"Yasemin Sungur
 

Similar to SÜREÇ (18)

Görme Biçimleri / John Berger - horozz.net
Görme Biçimleri /  John Berger - horozz.netGörme Biçimleri /  John Berger - horozz.net
Görme Biçimleri / John Berger - horozz.net
 
Hikmet damlalari
Hikmet damlalariHikmet damlalari
Hikmet damlalari
 
Kitap okumak ve okumayı sürdürmekle ilgili sıkıntı yaşıyor musunuz?
Kitap okumak ve okumayı sürdürmekle ilgili sıkıntı yaşıyor musunuz?Kitap okumak ve okumayı sürdürmekle ilgili sıkıntı yaşıyor musunuz?
Kitap okumak ve okumayı sürdürmekle ilgili sıkıntı yaşıyor musunuz?
 
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdfHABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
HABERNAME YAZILARIM-E-KİTAP CİLT 3.pdf
 
Fiiller
FiillerFiiller
Fiiller
 
Hayat Cikmazi Kitabı,Prof Dr Ekrem Culfa, İstanbul, Anadolu Yakası, Avrupa Ya...
Hayat Cikmazi Kitabı,Prof Dr Ekrem Culfa, İstanbul, Anadolu Yakası, Avrupa Ya...Hayat Cikmazi Kitabı,Prof Dr Ekrem Culfa, İstanbul, Anadolu Yakası, Avrupa Ya...
Hayat Cikmazi Kitabı,Prof Dr Ekrem Culfa, İstanbul, Anadolu Yakası, Avrupa Ya...
 
Dil (İkinci Versiyon)
Dil (İkinci Versiyon)Dil (İkinci Versiyon)
Dil (İkinci Versiyon)
 
Cumlede Anlam Son
Cumlede Anlam   SonCumlede Anlam   Son
Cumlede Anlam Son
 
Cumlede Anlam Son
Cumlede Anlam   SonCumlede Anlam   Son
Cumlede Anlam Son
 
İcerikler (no. 21-30)
İcerikler (no. 21-30) İcerikler (no. 21-30)
İcerikler (no. 21-30)
 
Tevhid
TevhidTevhid
Tevhid
 
7. Sınıf Sosyal Bilimler 1. Ünite İletişim
7. Sınıf Sosyal Bilimler 1. Ünite İletişim7. Sınıf Sosyal Bilimler 1. Ünite İletişim
7. Sınıf Sosyal Bilimler 1. Ünite İletişim
 
Kac Kopyayiz - Can Dundar
Kac Kopyayiz - Can DundarKac Kopyayiz - Can Dundar
Kac Kopyayiz - Can Dundar
 
Çirkinlik/Güzellik (ikinci versiyon)
Çirkinlik/Güzellik (ikinci versiyon)Çirkinlik/Güzellik (ikinci versiyon)
Çirkinlik/Güzellik (ikinci versiyon)
 
Gercek haber (Sherlock Holmes / dizi ve film)
Gercek haber (Sherlock Holmes / dizi ve film)Gercek haber (Sherlock Holmes / dizi ve film)
Gercek haber (Sherlock Holmes / dizi ve film)
 
Anlatim Bozukluklari 2
Anlatim Bozukluklari 2Anlatim Bozukluklari 2
Anlatim Bozukluklari 2
 
Aile İçi İletişim- Mustafa YILMAZ (Keşif Akademi)
Aile İçi İletişim- Mustafa YILMAZ (Keşif Akademi)Aile İçi İletişim- Mustafa YILMAZ (Keşif Akademi)
Aile İçi İletişim- Mustafa YILMAZ (Keşif Akademi)
 
Marti e-Dergisi Aralık2010 "00_sayi"
Marti e-Dergisi Aralık2010 "00_sayi"Marti e-Dergisi Aralık2010 "00_sayi"
Marti e-Dergisi Aralık2010 "00_sayi"
 

SÜREÇ

  • 2. 2 Süreç Fanzin 1/1 Tasarım/Editör yuşa / Furkan ERKUL Yazılar / Yazanlar • (4-5) DİL / yuşa • (6-9) Şiddetin Hazzı 1 / Heisenberq • (10-13) Cinnetlik Beyin / Barış • (14-17) Kadına Şiddet Haberleri Neden İşlevsizdir? / yuşa • (18-19) Yeniliğe Yenilmek, Neofobi / İrem • (20-21) Farkındalık / Ethem • (22-23) Neden “EGE” Denizi / Paşa • (24-25) İkircikli Ruh Halleri / M.Ç. • (26) Telaşım (Şiir) / Can • (27) vapur (Şiir) / ivis Bize Ulaşın surecfanzin@gmail.com /surecfanzin
  • 3. 3 Böylece koca bir yolun sonuna geldik ve Süreç’i çıkartmış olduk. Ancak bu aynı anda bir başka yolun da başına geldiğimizi bize hatırlat- tı. Zira kapakta “Sayı: 1” yazıyor ve bu bizi istemeden iki noktanın sağ tarafıyla ilgili çeşitli fantezilere itiyor. Fantezilerden bir diğeri de ufak bir oyunla kapakta yer alan Ouroboros ki ufak bir oyun diyerek küçültmeye çalıştığım değişim iti- raf ediyorum bu görseli kendi özünden tamamıyla uzaklaştırdı. Belki iyi belki de kötü diyebileceğiniz bu özden ayrışım bize en kısa şekliyle kendimizi anlatabilmemizi sağladı. Süreç’in de adıyla yeterince atıfta bulunduğu gibi aslında kapak- ta yer verdiğimiz Ouroboros görseli de aynı noktaya atıfta bulunuyor. Yani süreçlere ve akımlara. Peki neden başkaldırıyor ona da değinelim ve sizi daha güzel yazılara özgür bırakalım? Bunun nedeni her tür öğ- renimin ve farkındalığın bizi istesek de istemesek de rahatsız ettiği ve değiştirdiği gerçeği. Zaten kapağa ilk bakıldığında alışılmışın dışındaki Ouroboros görselinin rahatsız edici olmasının nedeni bu. Daha da rahatsız olmanız dileğiyle. Önsöz yuşa
  • 4. 4 Dilsiz bir düşünce sistemi inşa ettim. Ve fark ettiğim şey şu oldu: Dilsel ifade etmediğim varlıklar zihnimde görsel şekilleriyle var oldular. Mesela tan- rıyı uçan bir gök cismine benzettim. Sonrasında aklıma takılan soru şu oldu "Bendeki bu izlenimini iletilebilir hale gelmesi için dille ifade edip tanrı dedi- ğimde, zihnimdeki karşılığı uçan bir gök cismi olan tanrı kelimesine zihnimdeki gerçek anlamını yükleyebilir miyim?" Cevabını buldum "Hayır." Çünkü o keli- meyi ben yaratmadım ve o kelimenin karşı tarafa aktardığı anlamdan geri dö- nüşü yine dille olacağı için asla uçan bir gök cismi olarak algılanıp algılanmadı- ğından emin olamayacağım. Tanrı diye dile getirişim ya sözlükte ona bahşedi- len manasını yansıtacak ya da hiç sözlüğü açıp tanrı kelimesinin anlamına bak- mamış birine daha önceki tecrübeleriyle o kelimeye kattığı anlamı yansıtacak. O halde dilin tanımı için diyebiliriz ki dil bize düşündüğümüz şeyleri ak- tarmamızı sağlayan ancak bunu zihnimizdeki yansımaları çerçeveleyerek ya- pan bir araçtır, aracıdır. Bundan sonra devam ettim ve zihnimde var olan yan- sımayı dil yoluyla iletilir bir çerçeveye sığdıracak olursam çizeceğim çerçeve- nin zihnimdeki yansımadan tamamıyla farklı olacağını gördüm. Ve vardığım kanı şu oldu: Düşünürken kullandığımız ifadeler (kelimeler) aslen zihnimizde bulunan anlamlarından oldukça farklı. Peki durum böylelikle dil ile düşünür- ken gerçekten düşündüğümüz şeyleri zihnimizdeki gerçek görüntüleri ve an- lamlarıyla düşünebilir miyiz? Yoksa bize düşünülmesi için çizilen düşünce sınır- larının içinde boş boş dolanıyor muyuz? D İ L
  • 5. 5 Dil ile düşünmek aslında varlıklardan kopup bizi çerçevelerden oluşan başka bir çerçeveye hapseder. O halde dil ile düşünerek yaptığımız şey aslın- da öncesinde belirlenmiş çerçeveleri yan yana getirmekten farksızdır. Bu du- rum gösterir ki dil ile düşünme işi bizi bilinen ve belirlenmiş çerçevelerden, bilinmez ve bilinmesi bilinme işi için bir temele ihtiyaç duymayan bilgiye götüremez. Dilin inşa edilebilmesiyle birlikte ya evrenin de sayısız sayılı çerçeveler- den oluştuğu kanıtlandı ya da birebir evreni algılayış biçimimiz bu hale dilin inşasıyla geldi. Şu anki evren, çerçeveler silsilesi ve gerçek olan hiçbir şeyle ilgili değil. Bu durum da gösteriyor ki yalnızca var olandan türetilmiş ancak var olanla temellenmemiş çerçeveler dizisi olan dil, bizi ve hayatımızı çerçeveleyen yarattıklarından daha büyük bir çerçeve. Ben anlaşılamayacağını bildiğim bu yazıyı niçin yazdım? Ve sen artık kimin sana ne dediğinden nasıl emin olacaksın?
  • 6. 6 Paul Rubens—Leucippus’un Kızlarına Tecavüz Anahtar Kelimeler: ressentiment1 , ritüel, güç Merhabalar… Bugün, sizlerin biraz canını sıkıp kısa sayılabilecek bir süre önce yaşadı- ğım trajik bir olaydan bahsedecek ve bu olayı kendimce açmaya, yorumlama- ya çalışacağım. Saat gece iki civarında odamda telefonla oynarken dışardan gelen bir ciyaklama sesiyle irkilip camı açtım. Gördüğüm manzara -her ne kadar sizi rahatsız edecekse de- sayısını bile sayamadığım bir sürü köpeğin bir kediyi parçalamasıydı, duyduğum ses ise kedinin ciyaklamasıydı. Bir şekilde köpekle- ri kovmayı dağıtmayı başarsam da kediyi kurtaramamıştım. 1“Ressentiment” Türkçeye “hınç” olarak çevirilmiş olsa da Alman felsefesinde sıkça rastlanılan bir kavramdır Nietszche ve Max Scheler tarafından fazlaca değinilmektedir, metnin daha iyi anlaşılabilmesi için okuyucunun bu kavram üzerinde ufak çaplı bir araştırma yapması yararlı olacaktır. Ş İ D D E T İ N H A Z Z I - 1
  • 7. 7 Bir süredir aklıma takılan bu görüntü beni farklı düşüncelere sürükledi, vardığım sonuçlardan birisi de köpeklerin yaptığı bu eylemin bir ressentiment içerdiği ve bir ritüel (veya kendinden geçme, trans) hali olduğuydu. Kedinin, köpekler için o an içerdiği tek anlam; kedinin kendinde, değerli bir özne, canlı olmaktan ziyade bir obje durumuna indirgenmiş olmasıydı, kedi köpekler için tamamıyla haz objesi, nesnesi anlamını taşıyordu. Köpeklerin şiddetinin top- luca, kitle halinde boşalması ve bir objeye yönelmesi kediyi bir haz objesi ha- line getiriyor ve kedi, canlı niteliğini kaybetmiş sayılıyordu. Kedinin bu duru- ma düşmesinin tek sebebi ise belki de onlardan daha güçsüz olmasıydı. Biraz düşündüğümde ise aynı manzaraya günlük hayatta da insanlar tarafından pek çok kez rastladığımı fark ettim. Aynı hınç boşalımına, ressenti- ment’a, trans haline, şiddet uygulamaktan, zarar vermekten keyif alma hali- ne… Mesela yakın zamanlarda yaşanan terörist, tecavüzcü olarak nitelendi- rilen kişilere atılan meydan dayakları, cezaevlerinde cinsel suçlardan sabıkalı kişilerin öldürülmesi, siyasi olarak yaratılan düşmanlara tüm küfürlerin edil- mesi, nefret söylemleri, tüm bunlar aklıma aynı manzarayı getiriyor o gece gördüğüm manzarayı. Kitlenin, toplu halde öfke, nefret, hınç boşalımı ve bun- dan haz alması. Yanlış hatırlamıyorsam Erich Fromm Sevme Sanatı’nda -tam olarak say- fa sayısı, kaynakça veremediğim için kusura bakmayın- günümüzde bireyin herhangi bir sosyal gruba mensup olup bazı etkinliklere katılması, gerek siyasi olup bazı sloganları fanatik bir biçimde atması, bir dini tarikatta belli ayinler yapması, hatta taraftar olarak maçta karşı takıma hunharca küfür etmesi, kavga etmesini ritüel olarak nitelendiriyordu. Aslında biraz dikkatli baktığı- mızda manzarayı görmek çok da zor değil. Zaman, bu tür örneklerle dolu, düşman yaratıp kendinden geçme haliyle, ritüellerle, hınç boşalmasıyla, siyasi söylemlerdeki karşı tarafa kusulan nefret öfke, taraftarlar, holiganlar…
  • 8. 8 Tecavüzcülerin, suçluların suç- lu olarak nitelenmesinin sebebi ka- mu sağlığını tehdit edici eylemde bu- lunmaktır. Peki ya karşı takımdaki taraftarın, karşı görüşteki siyasinin, karşı mezhepteki, görüşteki kişinin suçlu potansiyelini taşımasının sebe- bi nedir? “Biz”i tehdit ediyor olması. Peki pratik olarak bu eylemin gerçek- leşmesini mümkün kılan nedir? Şid- deti uygulayanın şiddet görenden daha güçlü olması. Fakat şiddetin “Biz” tarafından değil de tekil olarak bir “Ben” tarafın- dan uygulanmasında şiddeti uygula- yan özne herhangi bir meşru sebep aramaz, böyle bir sakıncası da yoktur. İşkence etmekten, sadistlikten haz alır haldedir. Eylemini meşrulaştırmak da istemez. Onun için eyleminin meşru olmasının sebebi, onun bu eylemden haz alıyor olmasıdır. 2007 yapımı olan Serdar Akar’ın yönetmenlğini üstlendiği “Barda” fil- minde “Patlak” rolünü oynayan Hakan Boyav’ın filmde kadını jiletleyerek kat- lettiği sahne işte bunun bizatihi örneğidir. Şiddeti uygulayan herhangi bir ne- den aramaz, karşısındakini zevk için öldürür. Yine aynı filmde Selim karakterini canlandıran Nejat İşler’in bir sahnede “Biz yaptık, biz yapıyoruz, biz yapacağız” diye bağırması “Biz”in uyguladığı şid- deti kanıtlar niteliktedir. Yine aynı filmde şiddet uygulamasının sebebini, ken- disinin başka zamanlarda o bara kılığından, kıyafetinden dolayı alınmayaca- ğından dolayı olduğunu söyler, yani kendisine meşru bir neden, ideoloji, kılıf bulur. Çünkü bu bir sosyal grup ritüelidir,”Biz”lerin kendinden geçme, hınç boşalımı, ressentiment halidir.
  • 9. 9 Filmden bağımsız olarak günlük yaşantımızda suçluların, zanlıların top- lum tarafından hunharca bir biçimde şiddet, nefret, dışlanma görmelerinin sebeplerinden birisi de aslında toplumun da o suçlu kadar o potansiyeli taşı- masındandır. Özne kendisini yadsıdığı oranda, kendisinin yadsıdığı özelliklerini taşıyan kişilere şiddet gösterme eğilimi taşır. Belki de daha basit ifadeyle ger- çekleştiremediği bastırdığı istençlerinden dolayı bu istençlerini gerçekleştiren diğer kişilere hınç ile saldırır. Doğal hukuktan hatta şer’i hukuktan modern hukuka geçiş modernleş- me ile olmuştur fakat uzuv kesme, idam vb. eylemleri barındıran hukuk sis- temlerinin halen toplum denilen şeyin hafızasından ve ahlakından silinidiğini söylemekse çok zor. Haberlerde görülen bir suçluya verilen tepkiler -en azın- dan benim gördüğüm kadarıyla- genellikle nefet söylemi içeriyor. Hapishane- de bir suçluyu katleden diğer bir mahkum kahramanlaştırılıyor, putlaştırılıyor. Halen zaman zaman adli, kriminal suçluların idamını isteyen kitle ve özünde en ufak parçası olan birey bu haliyle yüzyıllar geçmesine rağmen ruhunda o gece gördüğüm köpekler kadar ilkellik barındırdığını kanıtlıyor. Yazının başında belirttiğim gibi benim gördüğüm manzarayı günlük ha- yata görmek çok da zor değil, belki de artık alıştığımız için gözlerimiz çok fazla dikkat etmiyor. İlgili film tavsiyesi: Barda,2007, Serdar Akar. The Stoning of Sonora M. (Sonora’yı Taşlamak),2008, Cyrus Nowrasteh
  • 10. 10 Cinnetlik Beyin Bu bölüm aslında biraz ürkünç ve korku- tucu gelebilir. Çünkü bu süreç içerisinde bahse- dilen örnekler vahşet ve kan içerir. Fakat bu süreçleri belki kendimizde belki de çevremizde saptayamayacağımız insanlarda görebilme ihtimalimiz var. Beyin bu durumlarda bir elektrik tesisatı- nın elektrik kaçağı vermesi gibi bir anda şalter- lerin inmesiyle bütün ana hatları keserek eyle- me geçiyor. Bu süreç içerisinde yakın veya uzak bir tanıdığı olması, tanımadığı biri olması cinnet getiren birey için fark etmi- yor. Denildiği üzere ana hatları kapanan birey duygusal-mantıksal ikilemi yeri- ne daha çok eylem üzerine odaklanarak cinayet gibi olayları işliyor. Psikoloji ve psikiyatri literatürüne göre; “kişinin yoğun stres ve kaygı ile baş etme be- cerilerinde problem olduğunda” birey cinnet getirir. Peki, durumun daha iyi anlaşılması için bu durumu bir metaforla özetleyeyim: Bir düdüklü tencereye sahipsiniz. Düdüklü tencerenizde yemek pişirdiğiniz bir gün düdüklü tencere- nin sibobunu açmayı unuttunuz. Düdüklü tencere ince bir sese benzer sürekli olarak ses çıkarmaya başlar ve eğer siz bu tencerenin içindeki havayı boşalt- mazsanız bir süre sonra tencere patlayacaktır. Bireyin düdüklü tencereye benzetilmesi pek hoş olmasa da bir süreliği- ne sinir sistemimizi tencereye benzetelim. Anlatıldığı üzere duygu ve düşün- celerin çok fazla basınca uğraması sonucu birer cinnet durumu ortaya çıkabi- lir. Tabi bu tencerenin basıncının birden baskı yapmasına benzemez. İnsan da bu duygu, düşünce baskısı zaman içerisinde olduğu unutulmamalıdır. Evet, cinnet bir anda getirilir fakat cinnete sebep olan (yani boş bardağı dolduran su) duygu, düşünce ve stres baskısı (bardağı taşıran son damla) zaman içeri- sinde son raddesidir.
  • 11. 11 İnsan psikolojisi soyut bir kavramdır. Somut ve görülebilen bir du- rum olmadığı için bu zamana kadar tam ve net bir miktar ile konuşulma- mıştır. İnsan psikolojisi bireyden bireye değişeceği için her bireyin kendi- ne özgü bir savunma mekanizması, stres düzeyi, mutluluk düzeyi vb. gibi dereceleri vardır. Bu durum kamyonların arkasına yazılan “maksimum ağırlık” yazısına benzetilebilir. Her insan hayatına aslında istemsizce maksimum ağırlığı kadar stres alabilir. Bu maksimum ağırlığı geçmesinin bardağın taşıran bir damla suyun ve tencerenin basınç dolayısıyla patla- masının sebebi bazen cinnet getirmek olabiliyor; “Kilis'te cinnet geçiren baba dehşet saçtı. Eşini, uyuyan dört çocuğunu ve en son kendisini tabancayla öldürdü. (Milliyet, 14.08.2008) Çorum'da oturan 36 yaşındaki bir kişi, iftar yemeği için davet ettiği eski eşi ile iki çocuğunu öldürdükten sonra intihar etti. (Milliyet, 8.09.2008) Şanlıurfa'da cinnet geçiren baba, iki çocuğunu ve kendini öldürdü.(DHA, 28.09.2014) Bayramın birinci günü ise Av- cılar'da öfkeli koca, eşini 22 yerinden bıçakladı.(Habertürk, 03.10.2008)” Bu ve bu gibi haberlerde görülenlerin toplum tarafından alışması bir yana artması da fazlaca gündemde. Bu durumlarda araştırmacılar cinnet getiren bireylerin aslında şizofreni, manik depresif, psikotik tipler gibi du- rumları da yanında taşıma olasılığını söylemektedirler. Peki bu durumun nörobilimsel açıklaması nedir? Aslında bu durumu üç yapı ile açıklamak gerekir: Talamus, amigdala ve frontal korteks. Bu üç sistemin ciddi kaçak vermesi veya lezyon/disfonksiyon (hasar/ çalışma bozukluğu) olması sonucu cinnet getirmek olasıdır. İlk önce talamus ve amigdalanın cinnet ile ilişkili bir örneğini vereyim: “Diyelim ki evlisiniz, eşinizi bir gün evde bir kadın veya erkekle bastınız. Bu durumda aldatma durumu oldu- ğu için ani bir öfke patlaması geçirerek eşinize ve eşinizin yanındaki kadın veya erkeğe bağırıp çağırır veya şiddet gösterebilirsiniz.” Bu durum cinnet ile eşdeğer olmasa bile en azından cinnet getirmenin raddesi ile eşit dereceye bağlı olabilir. (Ruhsal sisteminizin maksimum ağırlığına bağlıdır.) Peki beynine neler oluyor?
  • 12. 12 Normal ve günlük yaşamda dışardan gelen bilgiler, durumlar ve herhan- gi bir uyarıcı (koku duyusu hariç) ilk önce talamus denilen beynin ortasındaki yapıya gider. Talamus gelen bilgiyi ilgili kortekse (beyin bölümüne) göndere- rek bilgiyi işler. Örneğin; gördüğünüz bir sanatsal resmi –bu Mona Lisa tablosu olsun- ilk önce belki renklerine odaklanarak oksipital kortekste (arka beyin lobu) işler ve daha sonra resmin tümüne odaklanarak talamus sizin bu resmi yorumlamanız için frontal kortekse gönderir. Talamusun bir tek işleyemediği bir uyarıcı vardır: O da koku duyusudur. Koku duyusu, girdisi direkt olarak frontal korteksin altında yatan olfaktör bulb’a gider ve işlenir. Bu koku duyusu daha sonra olfaktör bulb’tan gerekli yapılara gönderilir. Örneğin babanızın parfümünü başka bir yerde kokladığınız zaman babanızı hatırlamanızın nöro- bilimsel açıklaması; babanızın parfüm kokusunun ilk olarak olfaktör bulb’ta işlenerek hipokampüste (bellek/ anısal, anlamsal bellek yeri) gerekli bölümler- de işlenmesidir. Peki bu talamusun gerekli kortekslere bilgiyi işlemesi için gön- dermesi cinnet anında ne gibi bir farklılık sağlıyor? Verdiğimiz örnekte eşinizin aldatma olayı (alınan ilk girdi) talamusa uğ- rar fakat işlenmesi için ilgili kortekse gitmez ve burada bir kaçak meydana ge- lir. Talamus direkt olarak amigdalaya uğrar. Amigdala bilindiği üzere öfke, kor- ku gibi duyguları işler. Kaçak sonucu talamus bilgiyi direkt amigdalaya gönde- rerek bir öfke patlaması geçirilir. Amigdalanın elektrik aktivasyonu normal ak- tivitenin üstüne çıkacağından bir şalterin atması gibi bütün süreçler kapanır. Bunun sonucu olarak cinnet getirme durumu amigdalanın kontrolü eline al- masından dolayı direkt olarak ilkel davranışlarda bulunur.
  • 13. 13 Bahsedilen yapılardan sonra bir de vazgeçilmez olan frontal korteksin yapı bozukluğunda cinnet getirme durumu vardır. frontal korteks yürütücü işlevlerde görev almaktadır. Yani herhangi bir konu hakkında bakış açısı al- mak, planlama yapmak, motivasyonu sağlamak gibi daha çok insana özgü ya- pılarda görev almaktadır. Cinnet getirme durumunda frontal korteks aslında bir nevi kapanır. Bu durumu şöyle açıklayalım: Kilis’te cinnet getiren baba ilk önce eşini ve çocuklarını öldürdükten son- ra kendisini öldürüyordu. Bu durumda babanın cinnet getirmesiyle amigdalası ilkel davranışlara geçerek saldırganlık ve dehşet saçma eğlimine yönelmekte- dir. Bu durumda normalde frontal korteksin amigdalayı baskılayarak “Dur, Düşün ve Yap” döngüsüne sokması lazımdı. Fakat durumun aşırılığı sebebin- den olsa gerek frontal korteks bu döngünün girdilenmesi için yetersiz kalıyor. Çocuklarını öldüren baba ‘’ben ölürsem çocuklarım bu hayatta yalnız kalacak, bensiz yapamazlar’’ mantalitesi ile eyleme geçerler. Cinnet ve cinnete ilişkin beyin yapılarının pek araştırılmaması olmasa da siz siz olun talamusu kaçak veren bireylerden uzak durun...
  • 14. 14 Kadına Şiddet Haberleri Neden İşlevsizdir? Şiddet, kadın, haber ve işlev. Belki de birbiriyle en bağlantısız olması gereken 4 bambaşka kelime. Ancak bu hazzı şu an yaşamak pek de mümkün görünmüyor. Zira bu kelimelerin beraberliği bu kelimelerin varlığının devamı- nı sağlayan en büyük etmen. Nasıl? O döneme dek savaş fotoğrafçılığı denen bir şey yoktu. Hatta bu tarz savaş izlerini taşıyan fotoğraflar sansürlenerek paylaşılırdı. Ancak sonra ne oldu bilinmez, Donald Mccullin öncülüğünde -diyebilirim sanırım çünkü en çarpıcı olanlarını o çekmişti- savaş foto muhabirliği başladı. Gazeteler savaş fotoğraflarını sansürsüz yayınlamaya başladılar. İnsanlar bu fotoğraflar hak- kında konuşmaya, tartışmaya başladılar. Buraya kadar zaten her şey normaldi çünkü insanlar şüphesiz sonunda o anlara erişeceklerdi. Ancak ilginç olan şey şuydu: Savaşçıl politikaları destekleyen gazeteler de bu dehşet veren fotoğ- raflara haberlerinde yer vermeye başlamışlardı. Örneğin o dönemler Vietnam Savaşı’nı destekler nitelikte yayın yapan “Sunday Times” yine aynı savaştan dehşet verici görüntülere haberlerinde yer vermişti. Savaş fotoğraflarından bir rant elde edilmişti ve bu görüntüler artık insanların görmeye alıştığı şeyle- rin arasında yerini almıştı. Peki biz 2020 model insanoğlu bu yaşananlardan ne anlayabiliriz? Ya da neler anlayabiliriz? Öncelikle belirtmem gereken şey şu ki bu bilinç seviyesi aklen birkaç soruyu beraberinde getiriyor:
  • 15. 15 Görsel—1 İlki şu, yanda en popülerlerinden birini gördüğünüz bu fotoğraf savaş denen olgu- yu özellikle negatif yönüyle bizlere yansıt- mayı hedeflemiş. Buna rağmen yine aynı savaşı (Vietnam-ABD) destekleyenlerce kullanılmış ve yayınlanmış. Peki bu savaşın kötü yanını yansıttığını düşündüğümüz fotoğrafların gerçek işlevi, yayın nedeni nedir? Efendim cevabı şudur: İlk bakıldı- ğında içine çeken bu görüntüler iddia etti- ği gibi bize savaşı yansıtır. Günümüze de değinecek olursak eğer video klipler de böyledir. Ancak çok büyük bir eksiklikle birlikte: Fotoğraflar (Video klip dediğimiz olayın da üst üste gösterilen fotoğraflardan oluştuğunu kabul ederek ayrıca buna değinmeyeceğim.) anda yayılan ışığın bir mercekte toplanıp tabiri caizse dondurulmasıyla oluşur. Ve bu ışığın toplandığı süreçte duygular ve hisler yok olurlar. Bundan dolayıdır ki bu tarz fotoğraflara bakmak ilk anda bize bizim de yaşayabilme ihtimalimizi hatırlatsa da - benzerlikten dolayı-sonrasında etkisi kısa sürede kaybolur ve yerini yalnızca baktığımız ve kendimizce anlam yükle- meye çalıştığımız duvardan farksız bir görsele bırakır. Bu yüzden bu tarz fo- toğraflar rant amaçlı kullanılmış ve paylaşılması durumu da beklenilen etkinin tam aksi yönünde bir etki yaratmıştır.
  • 16. 16 Ancak biz bakanlar tarafınca hesaba katılmayan etkisi şudur: Bu tarz fotoğ- raflara bakmak bizde bu görüntünün gerçekliği konusunda belki şüphe uyandırsa da gösterilen çeşitli kaynaklarla bu görüntülerin gerçekliği bizlere kanıtlanır. Sonrasında her şüphenin ortadan kalktığında yerine bıraktığı gibi bu fotoğrafların gerçekliğine duyulan şüphe de yerini gerçekliğe bırakır. Bu fotoğrafları ve yansıttıklarını gerçek olarak kabul eden insan, görüntünün içeriğine bağlı olarak kendiyle ilişkilendirir. Ve bu ilişkinin boyutunca birey bu tarz görüntülere karşı bağışıklık geliştirir. Fotoğrafın ve üst üste gösterilen hızlı fotoğrafların insan üzerindeki etkisi zannımca açıklandığına göre artık bir köprüyle günümüze bağlantı ku- rulabilir. Köprü; son zamanlarda sıkça karşımıza çıkan kadın tecavüzleri, ta- cizleri bazen fiziksel şiddeti. Peki nedir bunca kötüleyen haberlerin çıkması- na karşın bu olayların sıklığını arttıran etmen? Etmen az önce açıkladığım ile yakından ilişkilidir. İnsan gördüğü şeyin tekrarına bağlı olarak o duruma kar- şı bir bağışıklık kazanmaya başlar. Çünkü insan beyninin çalışma prensibi budur. Bir sorunla karşılaştığında sorunun asıl ömrü zannedildiğinden kısa- dır. Zira beyin sorunu çözmeye çalışırken bir yandan da ona adapte olmaya çalışır.
  • 17. 17 Sonrasında çözülemeyen soruna adapte olan beyin sorun ortadan kalkma- dığı süre boyunca ona bağışıklık kazanmaya başlar. Bu gerçeklikten hare- ketle bize bir sorun olarak sunulan kadına şiddet haberlerinin arka plandaki işleyişini kestirebilmemiz mümkündür.Yukarıdakine benzer örneklerle su- nulan haber ve içeriklerin uyandırdığı ilk izlenim Görsel -1'den çok da farklı sayılmaz. O halde sonuçlarından da pek bir farklılık beklememiz mümkün olma- yacaktır. Peki bu gerçekliğe rağmen haber kanallarının bu ve buna benzer yayınlar ve içerikler üretmesinin nedeni nedir? Rant. Bu tarz içerikler payla- şıldıkça normalleşecek ve tekrarı artacaktır. Şu güne dek çeşitli yöntemlerle kandırılmış, yönetilmiş ve yönlendirilmiş insanoğlu, söz konusu kendi anne- siyken acaba daha ne kadar uyuyacak? Heyecanla bekliyoruz.
  • 18. 18 Yeniliğe Yenilmek, Neofobi Değişimden, yeni başlangıçlardan korkmak sıkça rastlanılan bir durum. Ben de fanzinimizin yayın hayatına başlamasına uygun olarak bir fobiden bah- setmek istiyorum. Neofobi, yani kişinin çevresindeki değişikliklerden, yeniliklerden ve ge- lişmelerden aşırı derecede korkması. Aslında neofobi daha çok beyin prob- lemleri yani bunama ve benzeri durumlar nedeniyle yaşama uyum sağlaması güçleşen kişilerde, yaşlılarda görülen bir durumu anlatmak için kullanılmakta- dır. Alzheimer hastalığı ve benzeri nedenlerle beyin işlevleri daralmaya başla- yan insanlar, uyaranları değerlendirmekte zorluk çekmeye başlar ve kendileri- ni korumaya alırlar. Bu ise alıştıkları çevrelerden ayrılmama, eşyaların yerini değiştirmeme, hep aynı saatlerde aynı şeyleri yapma gibi davranışlarla kendi- ni gösterir. Çevrelerinde yeni bir şey yapılmasını istemezler. Aslında bu kendi- leri için faydalı bir tutumdur. Çünkü bu gibi kişilerin hayatında büyük bir deği- şiklik yapıldığında, örneğin bir hastane ya da huzurevine nakledildiklerinde aniden durumlarında bozulma olur ve şüpheci davranışlar içerisine girebilirler. Bu durum anlayamadıkları koşullarda kendilerini emniyette hissetmemeleri ile ilgilidir.
  • 19. 19 Neofobi deyimi daha sonra genelleşmiş ve yenilikten korkan her tür insan için kullanılan bir deyime dönüşmüştür. Gerçekten de böyle kişiler var- dır. Bu kişiler daha çok obsesif olarak bilinen titiz karakterli kişilerdir. Kontrol- cü insanlardır. Her şeyin kendilerine sorularak yapılmasını isterler. Çocukluk- larından beri böyle yetişmişlerdir. Ancak aşırı kontrolcülük kişiyi yorar, kont- rol etmeleri gereken şeylerin sayısı ve çapı arttıkça bu gibi kişiler uyumlarını kaybedip sinirlilik belirtileri gösterebilirler. Aslında düşününce güven ihtiyacı temel ihtiyaçlardan biridir. Bu yüzden insanlar alıştığı ortamdan ayrılmayı veya oradaki bir değişikliğe maruz kal- maktan kaçınır. Çünkü her bir değişiklik yeni bir tehdit unsuru doğurur. Aşırı kontrolcü özellikleri bu tehdidin doğuracağı düzensizlikten rahatsız olur. İşte bu içgüdünün aşırılığı neofobiyi doğurur. Türk toplumu genelde değişimi sev- mez, bu kültürel bir etkidir. Fakat değişim her zaman olumsuz yönde olmaz. Sonuçta bu zamana kadar yapılan önemli buluşlar bu ufak tefek değişimlerin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Ayrıca değişim insanı genç kılar, ruhun yaş- lanmasını ve monotonlaşmasını geciktirir. Herakleitos'un da dediği gibi, “değişmeyen tek şey değişimin kendisi- dir.” Elbet hayatımızda ufak tefek değişimler olacaktır. Bizim yapmamız gere- kense ona uyum sağlamak ve olumsuz bir anlamda bir değişim olsa bile neler yapabileceğimize bir bakmak. Diyeceğim o ki siz değişimden korkmayın, deği- şimle dans edin!
  • 20. 20 Farkındalık Kökeni Arapça olan “fark” kelimesi; ayrılma, ayrışma, ayırt etme anla- mına gelmektedir. Farkında olma durumunu ise bilinci olan bir varlığın etra- fındaki olaylar varlıklar arasındaki muhakemeyi yani akıl yürütme işini yapa- bilme yeteneği olarak tanımlayabiliriz. Kendi varlığı ile diğer varlıklar arasında fark olan insanoğlu, bunu kabul etmekte sıkıntı yaşamazken insanoğulları ara- sında fark olabileceğini kabul etmekte zorlanır. Farkındalık seviyesi yüksek insanların toplum tarafından ayrıştırılması, dışlanması kaçınılmazdır. İnsanlar, sizin onların fark ettiklerinin dışında bir şey fark etmenizi istemezler. Düşün- mek; şeyler arasındaki farkı fark etmemizi, bu da insanın öznel kararlar alma- sını sağlar. Toplum, sizin kendi başınıza bazı şeylerin kararını almanızdan rahatsız olur yani fark etmek, rahatsız olma ve rahatsız etmenin başlangıcıdır. O za- man toplumun çoğunluğunun sevdiği, giydiği, gezdiği şeyleri seven kişiler için bir farkındalıktan söz edilemez. Zira standart seviyede düşünce, insanların çoğunluğunda aynı şeye yönelmeye neden olacaktır. Bir şeyi fark etmek için zaten daha önceden etrafınızdaki insanların sizi haberdar etmediği bir şeyi görmeniz, düşünmeniz ve farklı bir sonuca varmanız gereklidir. Daha önce fark edilmemiş bir şeyi fark ettiğiniz zaman kendi bilincinizde diğerlerinden kopuyor olmanın zevki ve acısıyla irkilirsiniz. Bu tat zamanla vazgeçilmesi zor bir hale gelir o insan için. Çünkü diğer halin ne kadar kolay olduğunu fark eder insan. Bir şeyin tadı zorluğu ile doğru orantılıdır. Kalan her şeyin acısı bastıramaz bilmenin ve bildirmenin tadını. Çok açıldığında insan toplumdan, az kişiye rastlar olur. Bazen dolanır, sağına soluna bakar var mı birileri diye. Göremezse kimseyi belki o ağır gelir ruhuna. O an anlar belki de kendisinin artık bir fark olduğunu, kendini inşa ettiğini. Aklı tatmin ediyor olacaktır içini. Yolunu da o aydınlatacaktır ilerledikçe, anlıyor insan sonu olmadığını. Eğer bir gün bitti derse anlamalı ki başa döndü. O yüzden uyandıracak birini bulmalı.
  • 21. 21 Kendini kendi uyandırmalı; sormaktan, sorgulamaktan vazgeçmemeli. Ancak böyle ilerleyebilir bu bitmeyen yolda. Düşünmeye başlayan kişi ilk baş- ta kendi ile savaşır. Kim kendine düşman iken kendini düşünür? İnsana düş- manını düşündürür, dostunu düşman, düşmanını dost yapar farkındalık. Düşünmeye başlayan kişi hayal kırıklığı ve çöküşe hazır olmalı. Hayatın- da o vakte kadar ne kadar az olduğunu fark etti mi insan, artık pek bir önemi kalmaz kendini çok görenlerin. Zaten onu görenler de “Sen küçülmüşsün” di- yecekler ona. O da asıl küçük olan sizsiniz bile demeyecek onlara. İnsanın en temel amacı hayatta kalmak iken neden hayatta kalmak zorunda olduğunu sorgulaması onu ayıran tarafı oluyor kalan her şeyden. Kendisi gibi kendine aynı soruyu soranlardan bile ayrı bir yolda bulur kendini bir anda. Genelde toplum, hayatta kalmanın amacını, sevebileceğin ve seni sevecek birini bul- maktan geçtiği algısı üzerinden yürütür. Budur günümüz gencinin amacı. Dü- şünmeye başlayan kişi bu amacı uyandırmakta görür etrafını ama düşünüldü- ğü gibi olmaz her şey. Toplumun dirayetinin (bilme, tanıma, farkında olma) mukavemeti ile karşılaşır. Tarih boyunca pek çok konu hakkında toplumları bilinçlendirmek isteyen dehaların toplumları tarafından asıldığına, yakıldığına, dilimlenip işkenceye maruz kaldığına şahit olursunuz. Hazımsızlık kaçınılmaz- dır, şiddet ise tatmin edici ve rahatlatıcı. Aklın mağlup edemediğini güç ezer. Basit zihinler böyle çalışır işte. Bunun sonucunda oldukça düşünceli insanların yalnızlığı kaçınılmazdır. Yalnızlık; insanın kendi ile konuşmasının, kendisi ile tartışmasının önünü açar. Bu; bir aşama, bir süreç, sonu olmayan, bitmeyen bir şeyleri bilmenin, yeniden düşünmenin başlangıcıdır Senlerinde değiştiğini görecek ya senlerin kendi ya da yeri değişecek.
  • 22. 22 Neden “EGE” Denizi? Türkçede Aigaios'tan bozularak “Ege” (İngilizcede Aegean) olan denizin adının kökeniyle ilgili kesin bir bilgiye sahip değiliz. Ege Denizi'nin bilinen ilk adı ise Aigaios Pontos'tu. Bu konuda bize kadar ulaşmış bulunan farklı rivayet- ler vardır. Bunlardan birine göre Aigaios (Ege),eski Yunanların Kahramanlık Ça- ğı'nda (İÖ 13. yüzyıl) yaşamış olabileceği düşünülen Atinalı efsanevi kral The- seus'un babası Aigaios'tur. Efsaneye göre Aigaios, Panatheneia şenliklerinde yarışlara katılan Girit kralının oğlu ve atlet Androgeos'u öldürtmüş ve bu ne- denle Girit kralı Minos'un katlanılması zor olan cezasına maruz kalmış. Kral Minos tarafından Aigaios'a verilen bu ceza, Atina gençleri arasından 7'si erkek 7'si kız olmak üzere toplam 14'ünü Girit'teki Minotauros'a (Minos Boğası) ye- dirilmek üzere her yıl göndermekmiş.
  • 23. 23 Theseus, Atinalı gençlerin bu şekilde her yıl kurban edilmesine bir son vermek üzere Minotauros denilen boğa başlı bu canavarı öldürmek için Girit'e gitmeye karar vermiş. Theseus, yola çıkarken, Girit'e gitmesini istemeyen ba- bası Aigaios'a Minotauros canavarını öldürmeyi başarırsa gemisine beyaz yel- ken çekmiş olarak döneceğini söylemiş. Fakat babasına verdiği sözü unutmuş ve siyah yelkenleriyle geri dönmüş. Aigaios, limana yaklaşan oğlunun gemisin- de beyaz yelken olmadığını görünce öldüğünü sanmış ve denize atlayarak in- tihar etmiş. Böylece Aigaios, Ege Denizi'nin adı olmuş. Bize kadar ulaşan bir başka bilgiye göre Ege adının kökeninde, Khios (Sakız) Adası yakınındaki bir adanın keçi sıçrayışına benzeyen görüntüsü bu- lunmaktadır. Bu bilgiye göre Ege Denizi, Keçi Denizi anlamına gelmektedir. Fakat günümüze kadar ulaşmış bulunan bu bilgiler, doğruluğu test edilebilir değildir. 'Ege' isminin kökeni bilinmemektedir. Minotauros
  • 24. 24 Boşluğa bakar gibi bakıyorum etrafıma sanki aklımı bir yere hapsetmişler, anlamamam için sesimi çıkarmamam için… İnsan bu hayatta bedeninin bütünleştiği ruhunu, farklı ortamlara girerek ço- ğaltır. Farklı insanlar tanıyarak kendini geliştirir. Bilmediği, duymadığı şeyleri öğrenirken kafasındakiler ile temellendirmeye çalışır. Yaşamı boyunca sahip olduğu fikirlerin genişlemesine veya değişmesi- ne izin verme aşamasında bir sürü soru ile kendini baş başa bırakır. NEDEN Gördüğüm sahnelere ses çıkarmamamı istiyorlar? Belki de kendilerinde olacak yenilikleri erkenden mi sabote etmeye çalışıyorlar? Neden farklılaşamıyorduk? ACABA Görmediğim bir şeye karşı duyduğum ilginin sebebini bilmedikleri için mi bu kadar acımasızca konuşabiliyorlar? Ama onlara gelince neden sorusuna cevap ve- remeyecek kadar körü körüne bağlanmışlar. İkircikli Ruh Halleri
  • 25. 25 Kapatmışlar tüm kapıları, anlamamak için direniyorlar sanki onlarda anlamış- lar yıkılacaklarını. Ya da vazgeçmekten mi korkuyorlar bilemedim. Bir kurgudan ibaret olduğu- muz bu hayatta vazgeçemeyeceğimiz neler vardı peki? BEN NE OLACAKTIM Emin olduğum kadar da kuvvetli durabilir miyim karşılarında yoksa beni yıkıp geçmelerine izin verecek kadar sessiz mi kalmalıyım?. Bu sayede altı boş sa- vunmaları dinleyip kendi benliğime haksızlık etmiş olmayacak mıyım? Hangisinin dedikleri doğru diye düşünürken kendi gerçeklerimi bir yere hap- setmek ne kadar doğru bu zamanda? Gerçek ile kafamdakinin veya kafalardakinin uyumunu arayarak bulmaya çalı- şırken vazgeçtiklerim ne olacak? Beklediğim cevapları alamayınca anlamayan ben mi olacağım? Bildiğim gerçeği anlatırken onlar için hiçbir şey ifade etmediğini bildiğim hal- de devam etmeye mi çalışacağım? Acaba kendime dönüp bildiğim gerçeğimi sorguladığımda gece gelen vicdanı- mın sesini susturabilecek miyim? VE LÜTFEN SİZ DE ŞİMDİ GÖZLERİNİZİ KAPATIN VE YOLCULUKTAN İBARET OLAN YAŞAMINIZDA SORULAR İLE BAŞ BAŞA KALIN.
  • 26. 26 Telaşım çocuk olmayı dahi istemeyişimdir solan çiçeğimin bükülen boynudur duyguyu terk eden aciz bir ruhtur vicdanıma sarılmaktır telaşımkalemimin sayfaya tecavüz ettiği andır yirmi bir yaşındaki hislerimin çığlığıdır dört duvar bir masadır nefretle gülmektendir telaşım ruhum bedenimle oyalansın kalbim dilime bir temiz fırça atsın amma velakin, duygularım beni satmıştır hissetmeye yeltenmektir telaşım nefeslerim bana kızgındır ciğerlerim ise pişman burnum yüzüme dargındır, dargındır ya aynada yüzümü görmektendir telaşım
  • 27. 27 vapura su, beni parçala yağmur, üzerime yağ ve güneş, öyle bir yerden çık ki göğe bulutlar açsın en güzel renklerini ve her yerden görülsün bu rengarenk kuşak. umudunu kaybedenler gülümsesin, inancını yitirenler inansın sana hepimizi aldat güneş, al yağmuru da suyu da bulutları da yanına öyle bir yalan bul ki bize söyleyecek duyunca tek çaremiz gülmek olsun. öyle bir çarpsın ki ışığın kırılan suyun üzeri- ne bakarken gözlerimiz kamaşsın ve sen su şükranını sun güneşe, tutuşup kendini biti- recek bütün alevlerini söndür.
  • 28. 28 surecfanzin Süreç Fanzin; sürekli, süresiz ve her tür fikir, ideoloji veya buna benzer çer- çevelerden bağımsız bir yazı dizisidir. Süreç Fanzin; varoluşu itibariyle bilim, sanat, kültür gibi başlıca konularda içerik üretmeyi hedeflemektedir. Değer üretmeyi ve zaten üretilmiş değeri eleştirmeyi bazen sorulara cevap bulmayı bazen sorular sormayı okuyucuya öğretmeyi ana amacı bilir. Bu doğ- rultuda çeşitli alanlardan yazarları birleştirmeyi hedefler. Süreç’te bir yaratının yer alabilmesi için hiçbir ön koşul yoktur. Bu fanzinin sayfalarında her daldan bir çiçek olacak ve o çiçekler okundukça açacaktır. Süreç, birçok farklı mecrada etkinliğini sürdürmeyi hedefleyen interaktif bir topluluğu içinde kapsar. Yalnızca bir fanzin ya da yazıların paylaşıldığı ortam değildir. İlgi duyan meraklı ve öğrenmeye istekli insanların bir araya gelebilecekleri, fikirlerini tartışabilecekleri bir de topluluğun ismidir.