2. AÇIN ÖLÜMÜ
- Bugünün tek sanatkârı Nazım Hikmet'e -
Dört köşeli kâat bir oda…
delik deşik,
delik deşik
Ortada bir kırık beşik.
Beşik gıcır gıcır ağlıyor.
Beşik ağlıyor gıcır gıcır.
Ta kenarda:
Altı kapalı
Üstü kapalı
Dört yanı kapalı bir karyola.
Duvarda isli bir yüz gibi
Kimsesiz bir öksüz gibi
bir örümcek adımıyla
Ağır ağır yürüyor saat.
Saat çalınca tam dokuzu.
Hasta dirildi uykusundan
Korkusundan
alık, alık baktı gölgeler.
Tahta bir kalıpta bir insan başı,
Bir insan başında iki çakıl taşı,
Gözler değil, yürek ağlamış
Yürek gözlerde kan bağlamış.
2
3. Hani tarlalarda
Gövdesi budaklı
İki üç yapraklı
dalları budanmış,
Kökleri yanmış,
ağaçlar vardır.
Bu da öyle.
O da böyle.
Açarak o bakır göğsünün
Paslı yaylı kanatlarını,
Mırıltılarla
Hırıltılarla
Anlatıyor hayatlarını:
Bu benim çocuğum,
Bu benim yavrucuğum.
Gıcırdıyor kara şimşekler
Kara bağrında, bağrımızda.
Ben onun babasıyım,
Hastayım hastayım.
Bir çorba tasında canım kaynar.
Ne hekim isterim ne ilaç
Acım,
acım,
Acım,
Acım, aç..
Gömmeyin beni toprağa
İstemez beni toprak
Benden daha etlidir
Düşen bir kuru yaprak.
O zaman,
yerin dibinde kaynaşanlar
ayaklanmazlar mı?
Ne yapacağız bu kuru kemiği
demezler mi?
Gömmeyin beni toprağa
İstemez beni toprak
Benden daha etlidir
Düşen bir kuru yaprak.
3
4. Son bir ıslık çaldı ıslak dudakları,
Çözüldü göğsü satır satır,
kırıldı göğsü çatır çatır
Mıhlanan bir demir tabut
gibi
indi.
gözkapakları…
Zindanda böyle can verirmiş
mahpuslar.
Böyle çökermiş uykularda
Kurşun kanatlı kâbuslar.
İLHAMİ BEKİR TEZ
(1906 - 1984)
4
5. AĞIR ÖLÜM (*)
Ağır ağır ölür
alışkanlığının kölesi olanlar,
her gün aynı yoldan yürüyenler,
yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler,
giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler,
tanımadıklarıyla konuşmayanlar.
Ağır ağır ölür
tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar,
beyaz üzerinde siyahı tercih edenler,
gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren
ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında
onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine
“i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.
Ağır ağır ölür
işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da
bu durumu tersine çevirmeyenler,
bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine
belirsizliğe kalkışmayanlar,
hayatlarında bir kez bile
mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.
5
6. Ağır ağır ölür
yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar,
müzik dinlemeyenler,
gönlünde incelik barındırmayanlar.
Ağır ağır ölür
özsaygılarını ağır ağır yok edenler,
kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler,
ne kadar şanssız oldukları
ve sürekli yağan yağmur hakkında
bütün hayatlarınca yakınanlar,
daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler,
bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar,
bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.
Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden,
anımsayalım her zaman:
yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten
çok daha büyük bir çabayı gerektirir.
Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi
muhteşem bir mutluluğun kapısına.
PABLO NERUDA
(1904 - 1973)
(*) Medyada Pablo Neruda adıyla yayınlanan bu şiirin şaire
ait olmadığı, Pablo Neruda Vakfı tarafından açıklanmıştır.
6
7. AŞIKLARIN ÖLÜMÜ
Yatağımız olacak, hafif kokuyla dolu,
Divanımız olacak, bir mezar gibi derin.
Bizim için açılmış, en güzel iklimlerin
O garip çiçekleri süsleyecek konsolu.
Son sıcaklıklarını sarfederek hovarda
Birer ulu meşale olacak kalplerimiz.
Çifte ışıklarından gidip gelecek bir iz,
İkimizin ruhunda, o ikiz aynalarda.
Pembe, lahuti, mavi bir akşam saatinde
Vedalar dolu uzun bir hıçkırık halinde
Yanacak aramızda bir tek şimşeğin feri.
Nihayet kapıları biraz aralayarak,
Sadık ve şen bir melek gelip uyandıracak
Buğulu aynaları ve ölmüş alevleri...
CHARLES BAUDELAIRE
(1821-1867)
7
8. BAHARLA ÖLÜM KONUŞMALARI
I
Memelerim koparıyor
Yüzyıl süren bir yalnızlık
dile gelmişçesine
Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi!
Ve ağrıya
ağrıya tabi,
ağraya
ağraya ağbi...
Nakkaş Tepe de ancak
bezmimize böyle gelmiştir
Gelincikleri ve Nazım Hikmet’leriyle
Yerbilimsel bir hapisten sonra.
II
İçimdeki karanlığı patlatacağım
Zifiri bir su akacak
kamışımdan toprağa
Bir kedi yavrulayacak
köpek dişli bir kedi
Ve böğürtlenler köpürecek ağzından
Yedikçe
8
9. kendi
kendini
mayhoş
Ya da Posta Nazırı dedemden kalma
Mors’un en morundan bir karga
Konacak karşıki direğin doruğuna
Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu
Ne kadar taşlasan boş
oynamıyor yerinden
Ben kargadan korkmam ama
bunun gözleri baykuş
Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak
Ve ötüyor
ötüyor
ötecek
Beni ışığa bağlayan
(Bağlayın beni ışığa!
Gerin telleri gerin!)
beni ışığa bağlayan
o gelin telleri
o gelin telleri
kopuncaya dek...
Akpembe bahar yelkenleriyle
Güneşin rüzgârına gerilmiş
bir badem ağacı gibi...
İçimdeki karanlığı patlatacağım
Ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla
ağlaya
ağlaya
Yepyeni bir insan
pırıl pırıl bir can
bitecek toprağa...
III
İki çöpçü geliyordu karşıdan.
Biri
(Aynen Selahattin-i Eyyubi Haçlılar
Seferinden, sanırsın, pos bıyıklarıyla
Tarihin, süpürmeye gelmiş Prens Adalarını )
Öbürüne
(Marmara’yı bizim Yaşar Küklopsunun o
Anavavza gözüyle dünyanın en güzel
atlarının neredeyse ineceği e birez
genişçe bir çakır su gibi görüyordu,
9
10. Fıskiyenin üstündeki o kırmızı top gibi
- İsterse kalpten olsun, isterse -
Hop hop ediyor ya yüreğim bi düziye
VII
Ruhum sıkıldıkça, ruhum,
Mızrapsız bir tambur gibi
Apayrı bir hava çalıyor vücudum
Ruhum sıkıldıkça ruhum,
Senden ayrı, kendimden ve kentten ayrı
Apayrı bir hava çalıyor vücudum
Kalk gidelim, kalk gidelim başka yere!
Başka yere, başka yere, başka yere!
Ruhum sıkıldıkça, ruhum,
Cemil Beysiz bir tambur gibi
Kendi kendini çalıyor vücudum
VIII
Yalıların surları boyunca giderken Kanlıca’da
Duvarda bir gedik ilişti gözüme
Uydurdum gözümü deliğe:
Bir bahçe
Bahçe değil bir havuz
Havuz değil bir bahçe
Üstü nilüfer kesmiş silme
O nefti yapraklarıyla gelmiş
O aksarı çiçeğiyle
Ne hevesle gelmiş kim bilir bu güzelliğe!
İnsanoğlu beni görsün diye mi?
Bahçede oysa
Bahçedeki bir havuz
Bir havuz ki bir bahçe
Ne in var ne cin ne bey ne ağa
Surları da çekmişler dört bir yanına
Bizler de varmayalım diye bu uçmağa
Sade bir garibim yavru kurbağa
Serilmiş o ortası çukur
10
11. O sal gibi yaprağa
Yarı suyun içinde
Yarı yansımış ışığa
Pırıla pırıl yeşile yeşil
Rezil mi rezil
Başladı birden haykırmağa
Başladı inin cinin ağanın beyin
Ne kendi görüp ne kimseye gösterdiği
Çevresine bizler görmeyelim diye
Surlar çektiği
O kimsesiz güzele türkü yakmağa
Şairim ben
Benim işte o kurbağa..
IX
Hep ölümü çalacak değil a Zangoç
Bu da
Sema’yla Asaf’ın kızına
Hoşgeldin demek için
Oysa
Ne kadar
Ne kadar
Ne kadar yalnız
Sanıyordum kendimi demin..
X
Atkestanelerini geçen süvari ışıklar
Er-erken kaldırmış hanımellerini
tühallah üşüyecekler!
Ve zeytinler eski Rum tenteneleriyle
Esen yel!
Esen yel!
Kim gördü böyle gül yiyen horoz
Tanyeri kokuyor sesi...
Yuvarlandıkça sanki bayırdan aşağı
hapiste dolmuş bir şarap şişesi
Öbür horozlar da ayaklanıyor
merdiven nakışlı ibikleriyle
Ve balkonlardan sarkarken
11
12. düşleri bebelerin
bir albayrak yarışı gibi
Horozlar nev-icad ediyorlar denizi
Hırsızlar!
Hırsızlar!
Ve deniz
levent gölgeleriyle Turgut Reis’in
Bütün bu dizelerden alınıyor
Bir ala
bir mora kesiyor yüzü
Esen yel!
Esen yel!
Bu sabah
bir firardır
kan-davasından bir çocuk
Kuşluk vaktine kalmadan önce
Güneşin kurşunlarıyla vurulacak
Ve akşamladı mıydı çamlar
ve karardı mıydı
Tepelerde
Tepelerde
Öyle güzel ki esen yel
Esen yel!
Esen yel!
Bu sabah
ve bu bahar
bir firardır.
Baruta koşan bir fitil
İfil
İfil
Öyle güzel ki esen yel!
Esen yel!
Esen yel!
Öyle güzel
Öyle güzel ki
Esmese de
Esmese de
Güzel..
12
13. XI
İçimden bir his bırakmıyor beni ölmeceye.
İçimden bir his.
Bir his ki
Çapraz oturmuş denizin kıyısına
Taş
Taş
Taş
Derken bir GÜNEŞ!
Tıpkı Üsküdarda’ki
Şemsi Paşa Camisi gibi.
Sen iskeletlerle değil diyor bana
Sen iskelelerle kuracaksın cesedini
Ve öyle köpeksin ki sen
Öldükten sonra bile
Yılmaz’ın UMUDundaki
Paytonların ardından
Koşacaksın hep
Geleceğe
Çın
Çın
Çın
Ve karnımın gevşemesine karşın
Taş..larımdaki tarçın
Bırakmıyor beni ölmeceye
Evet diyemiyorum
Diyemiyorum ki evet
O hayırlı
O hayırlı geceye
XII
Ben de
Boğaziçi de
bu bahar
Mavi sakalına erguvanlar takmış
Sarhoş bir İskele Babası kadar
Hem delikanlı
hem deliler gibi ihtiyar.
CAN YÜCEL
(1926 - 1999)
13
14. BEYAZ BİR GEMİDİR ÖLÜM
sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde
olurum
kötü geçen bir güzü
ve umutsuz bir aşkı anlatan
rüzgarla savrulan
kağıt parçalarına
yazılmış
dağıtılamamış
bildiriler gibi
uzun bir yolculuğa hazırlanan
yalnız bir yolculuğa.
çünkü beyaz bir gemidir ölüm
siyah denizlerin hep
çağırdığı
batık bir gemi
14
15. sönmüş yıldızlar gibidir.
yitik adreslere benzer
ölüm
yanık otlar gibi.
sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde
ölürüm.
BEHÇET AYSAN
(1949 - 1993)
15
16. BİR BARIŞ SAVAŞÇISININ
ÖLÜMÜ ÜZERİNE
Teslim olmayan o,
öldürüldü.
Öldürülen o,
teslim olmadı.
Uyarıcının ağzı
toprakla kapandı.
İşte başlıyor
kanlı macera.
Barışseverin mezarı üstünde
taburlar tepinmede.
Savaş boşuna mıydı yani?
Bir başına savaşmayansa öldürülen
daha kazanmamış demektir düşman...
BERTOLT BRECHT
(1898 - 1956)
16
17. BİR EFLATUN ÖLÜM
Kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim.
Sessiz akan bir ırmağım
geceden,
git dersen giderim,
kal dersen kalırım.
Git
dersen,
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım.
Ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.
Aynı gökyüzü, aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.
Söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım.
17
18. Belki
sararmış
eski resimlerde kalırım.
Belki esmer bir çocuğun dilinde..
Bütün derinlikler sığ,
sözcüklerin hepsi iğreti.
Değişen bir şey yok hiç,
ölüm hariç.
Aynı gökyüzü, aynı keder.
BEHÇET AYSAN
(1949 - 1993)
18
19. BİR ÖĞRETMENİN ÖLÜMÜ
- Ziya Arıkan'ın ardından -
Nedir bir öğretmenin ölümü
bir yetişkin insanın yaşamında?
Biraz da kendi ölümüdür; insanın bir yanı ölüp gider,
tanıksız kalmıştır çünkü, bir belge yok olmuştur.
Ağlarız bir ölüme,
o ölüm kadar ölümsüzlüğüne inandığımız şeylere;
dağınık, düğümlü bir çocukluğa,
bir çıkık omuza, bir parçalanmş dize;
sulannuş sokaklardan geçersin eski bir müzik çalınır;
saçları yıkanmış bir kadın başı uzanır pencereden;
tahta merdivende mantarlının topukları yankılanır;
birinin gözü kör olur
ünlü bir yatıra saygı göstermedi diye;
geçersin kapı önlerinden,
artık adından başka bir şey kalmamış Zeytinlibahçe'den;
ağla ozan! bir çocukluk yaşamadın,
yaşadın diye kim tanıklık edecek?
Ölmemeli öğretmenler,
yazılmamalı, duyurulmamalı ölümleri;
ancak o zaman inanabiliriz
ölüme ve ölümsüzlüğe.
ÖZDEMİR İNCE
(1936 - )
19
20. BİR ÖLÜMSÜZ YALNIZLIĞA
ŞİMDİ OTAĞ KURDUĞUMUZ
Islanır bir orman yağmurunda şimdi uzak
O bir suskun mavide ışıyan ilk sevimiz.
Kalacak tüm karanlığıma karşın belki tek
Yalnız seni uyuduğum şu ılık gece.
İlk soluğunca evrenin bir serinlik
Serpilir yirmi çağlar ötesinden çölümüze
Kaç ölümler aştık da vardık ancak işte
Bir ölümsüz yalnızlığa şimdi otağ kurduğumuz.
TAHSİN SARAÇ
(1930 - 1989)
20
21. BİR ÖLÜNÜN ODASI
Ölünün odasını temizliyorlardı. Anası, babası, karısı,
çoluk çocuğu. Kahveden arkadaşları. Gündelikçi
kadınlar da gelmişti. Kimler yoktu. Ağlıyorlardı,
bağırıyorlardı, susuyorlardı. Çığlıklarının yansıması
suskuydu, suskularınınki çığlık. Gülüyorlardı
gülümsemeden. Yatak çarşaflarını, yastık kılıflarını
har vurup harman savuruyorlardı. Suya sabuna
vuruyorlardı. Havalarda uçuyordu bir giysisi.
Bir kalemi, bir kâğıdı. Anılarını güneşe
çıkarıyorlardı. Çirkin aynaları güzel günlerinin.
Pirelerini, tahtakurularını, bitlerini temizliyorlardı.
Sesini temizliyorlardı.
Gökyüzünü de temizliyorlardı,
bir gün penceresinden baktığı.
SABAHATTİN KUDRET AKSAL
(1920 - 1993)
21
22. BİR ÖLÜP BİN DOĞANA
I
Sen insanlık katında yücelirken
Seni dişleyenler cüce kaldılar
Sende bilgi, sende direnç bilendi
Bilmem ki sana saldıranlar nice kaldı.
II
Gövdende çağlar uğulduyor
Yenilmez dağlar uğulduyor
Milyarların katliam silahlarına harcandığı dünyada
Senin varlığında insancıl şarkılar uğulduyor.
III
Dediler ki, "Dikkat et, düşman binbir maskesiyle dürüdü
Döneklik ardı sıra ihaneti sürüdü!"
Dedim ki, "Dikkat ettim, en karanlık günlerde bile
Direnenler ön saflarda mavzer gibi yürüdü!"
22
23. IV
Yaşıymış
Gözündeki özleminin yaşıymış
Kütüğünde gençliğine kayıtlı
Kavga yaşı insanlığın yaşıymış.
V
Söz verdin
Budadılar göz verdin
Kan içinde yoldular
Ateş alıp köz verdin.
NİHAT BEHRAM
(1946 - )
23
24. BOZLAK KEDİ VE ÖLÜM
Kaç zamandır inatla bir sevdayı sürerim,
Bilinmedik yüzünde balkıyan sis peçesi.
Yolları ezberden ben hep ona giderim,
İçimde düğüm düğüm bir bozlak cerbezesi.
Sahi o bozlağı ben ilk nerde duymuştum?
Ben ki çağ dışı bir uyumsuzluk delisi,
Kendi ipimi belki kendim çekerim.
Gölgeme dadanmış bir tuhaf güz kedisi,
Her yere peşimden onu da sürüklerim.
Sahi o kediyi ben ilk nerde görmüştüm?
Durmadan garlara garajlara düşerim,
Gayri bilmem ne olur size kalmış gerisi.
Adıma arasıra törenle mum dikerim,
Ölümüme gönülden bir merhaba yenisi.
Sahi o ölümü ben ilk nerde ölmüştüm?
METİN ALTIOK
(1941 - 1993)
24
25. CEMAL VE ÖLÜM
Ölüyorum tanrım, dedin
Ve öldün sevgili Cemal
- Bildin öleceğini
Tanrıyla sözleşmiştin
Üstü kalsın, dedin
- Üstü kaldı Cemal
Türk şiirinin en güzel çocuğu
İmgelerin imparatoru
Öpüyorum seni son kez
-Üstü kaldı hayatının... hep kalacak
Şiirlerin hepimize yeter!
ÖZKAN MERT
(1944 - )
25
26. DUYUŞ VE DÜŞÜNÜŞ
Sevdiklerim göçüp gidiyorlar birer birer
Ay geçmiyor ki almayayım gamlı bir haber.
Kalbim zaman zaman bu haberlerle burkulu;
Zihnim düşünceden dağınık, gözlerim dolu.
Kaybetti asrımızda ölüm eski hüznünü,
Lakayd olan muhimsemiyor gamlı bir günü.
Çok şey bilen diyor:"Gidecek her gelen nesil!
Ey sâde-dil! Bu bahsi hayâtında böyle bil!
Hiç durmadan hayât öğütür devreden bu çark,
Ölmek sırayladır, sıralanmakta varsa fark!"
İlmin derin görüşleri, aklın hükümleri
Doldurmuyor boşalmış olan hisli bir yeri...
YAHYA KEMAL BEYATLI
(1884 - 1958)
26
27. EVRENSEL ÖLÜME KARŞI
Kopar mı dudaklarından yaşam türküsü kişinin
Esirgemez gücünü ekmişse erkek, tarlalara;
Aşında örgüsünde sevecen kadınlar
Dağılan güzelliğini yavuklu genç kızlara,
Yansıyan ışığına eğilen büyük ırmağın...
Soluyan odalarda o göklerin nefesi
Açan avlularında hergün sulanan çiçek;
Belki son masalında tok yüzlü ninelerin
Yerdiği devler yanında övdüğü gökçelerle
Bitmez anlatışında titriyen içlek sesi:
İnsanca dillerinde en eski sözse barış...
II
Bir tanrı gerindi yüceliğim
Çocukluğuma uyandığım bir gündoğumu;
Kişiler işlerinde güçlerinde,
Gülen yüzeyle sokaklar
27
29. HOŞ GELDİN ÖLÜM
1.
Hoş geldin ölüm
buyur otur
saklımız kalmadı
dök eteklerinden taşları
Ben bir rüzgarım
özgürlük rüzgarı
bir yürekten bir yüreğe
taşırım umutları
Ben bir dağ seliyim
yıkarım duvarları
yükselir kentten
çorba kokuları
Ben bir denizim
hırçın dalgalı
ölüm nedir bilmeden
döverim kıyıları
29
30. 2.
Bütün dostlar uyanık
şafağı karşılıyor
yan hücre kapıyı çalıyor
kalk gidelim
sıradakini bekletmeyelim...
NEVZAT ÇELİK
(1960 - )
30
31. KIYIDA ÖLÜM
Ölürken görünmesin diye
Yumar sımsıkı gözlerini
Öper kendi dudaklarından
Güneydeki deniz aldırmaz buna
Bir yaz şarkısı, hüzün
Ayva çiçekleri ak dallarda
Eğik uçan deli kırlangıç
Yaz günü kimsesiz sokaklarda
Güneydeki deniz aldırmaz buna
Saat beş. Penceremi açtım
Bir kına gökyüzüne yayılmış
Horozlar ötüyor kaba yağmurda
Güneydeki deniz aldırmaz buna
Ölürken görünmesin diye
Yumar sımsıkı gözlerini
Öper kendi dudaklarından.
ERGİN GÜNÇE
(1938 - 1983)
31
32. MEMED'İN ÖLÜMÜ
Dağ yolu,
Mazısı, yolcusu
İnim inim inleyen
Bir kağnı.
Hasta delikanlı,
Ciğeri tutuşmuş ana.
Dağ yolu,
Rüzgar esiyor yaman.
İnce, yırtık bir yorgan altından
Bir feryat yükseliyor;
Amaaannn, amannn..
Yolu da su götürmüş hasta geçemez.
Ecel şarap sunmuş Memed içemez
Ekin olur, harman geçer biçemez
Felek böyle yazmış alın yazımı
Verin Durmuş çalsın cura sazımı.
Dağ yolu,
Kuş uçmaz, kervan geçmez.
Acı, zulum Memed geçecektir.
İndiğini görür gibi olurlar Azrail'in,
Dooovvah, derken öküzlere,
Gümüş taneleri gibi dökülür,
Gözyaşları Ali'nin.
32
33. Yorganı tutmaktadır ananın
Nasır bağlamış elleri,
Atar yemenisini başından rüzgâr,
Uçuşur saçının ak telleri.
İstasyona gidiyor kağnı,
Doktora götürülüyor
Memed,
Göz çukurlarında hayat yanıyor
Tekerler oynaşırken taşlarla.
Memed uyanıyor:
Ölüyoommm anam ölüyomm.
O ne biçim laf yavruumm? ..
Sen ölme, anan ölsün..
Sırılsıklm olmuş hasta
Sırılsıklam olmuş yorgan,
Sırılsıklam olmuş kağnı,
Öküz de, ana da, bakışta telaş..
Ve...
Gözlerde yaş
Buram buram tüterken
Yollar sona eriyor,
Doktoru bekleyecek
Memed'in yatağı
İstasyon rampasına seriliyor.
Ana baş ucunda oğlunun,
Hasta kucağında ecelin.
Son rüyasıdır belki;
Fatması olmuş gelin,
Cirit oynuyor uşaklar,
Halay tutmuş genç kızlar,
Nara atıyor Kezbanın Ali.
Mavzer sesi geliyor kulağına
Ve:
Açıyor gözlerini.
Ölüyoomm, ana ölüyommm
O ne biçim laf yavrummm,
Sen ölme, anan ölsünnn...
Bir yıldan uzun dakikalar
Bir ömre sığmaz çile
Damarlarında hastanın kan olup gidiyor.
Öteden bir köylü ağlamaklı olmuş;
33
34. Yazık diyor.
Matem elbisesi giymiş gökler
Kara yazılı Memed'ime ağlıyor,
- Memedim Memedim diye,
Feryada başlarken ana,
Kimdir bilinmez bir garip kişi,
Memed'in çenesini bağlıyor.
Tren gele dursun,
Gökler kan ağlasın
Rüzgâr kudursun.
Ecel gülmüştür,
İstasyon rampasındaki Memed,
Teslim etmiştir emanetini rabbine.
Ölmüştür.
Ne diyeyim yazısına
Kim bakacak kuzusuna
Mahşere dek deva olmaz
Ciğerimin sızısına.
Ne diyeceksin anam, ne diyeceksin?
Kime ne dediğimiz var?
Kimi kime şekva edeceksin?
Hançerler oyar gibidir etlerimi..
Düşer gördükçe yarı yollarda
Memedlerimi.
Buğulu gözlerle ayrılır köylüler
İstasyon rampasından.
Mazılar,
İnim inim inlerken yasından,
Boşanır ananın sabır yayı,
Ve..
Düşer dağ yoluna feryat alayı...
Dağ yolu,
Mazısı, yolcusu inim inim
İnleyen bir kağnı
Perişan olmuş telaş,
Ağızlarda yanık türküler
Ve..
Gözlerde yaş.
Yağmur yağıyor,
Rüzgar esiyor yine,
34
36. MİNİK KUŞUN ÖLÜMÜ
Geçen sabah, bir kuşun ötüşüyle uyandım,
Balkonda boyun bükmüş halini görüp yandım.
Ötüş değil bir feryat, acı dolu, ah dolu,
Bir titreyiş, bir korku, kana bulanmış kolu.
Soruverdim:
– Cankuşum, kimlerdir sana kıyan?
Bir inilti…
Kahrolur bu dertli sesi duyan.
Yalvarıyor, ağlıyor, iki güzel minik göz,
Bu tabloyu gerçekten anlatamaz hiçbir söz.
Dedim kendi kendime:
Hangi acımasız el,
Bu körpecik, bu şirin, bu tertemiz, bu güzel,
Yavruya kıyabilmiş!
Hiç mi hiç acımadan.
Yazık sana yüreği taştan bile sert olan!
Yüreğini sevgiyle yıka, acı, seven ol,
Rahim olan Allah’a uzanmaktadır bu yol.
RIFKI KAYMAZ
(1950 - 2010)
36
37. ÖLDÜĞÜM GÜN
Ben öldüğüm gün,
Yeşil bir elbise giy.
Bir daha görmeden yüzümü, ellerimi,
Kırlarda dolaş, şarkı söyle.
Ağla, gözyaşın çimen beslesin,
Ulu bir ağacın dalına as resmimi.
Ben öldüğüm gün,
Güzel insanlarla konuş,
Deniz kenarında otur, bir sigara iç,
Dalgalarla dertleş.
Gözlerinin rengiyle boyansın baktıkların,
Ama karaların uzağından geç...
KEMAL KALE
(1960 - 1989)
37
38. ÖLDÜKTEN SONRA
Diyecekler ki arkamdan
Ben öldükten sonra
O, yalnız şiir yazardı
Ve yağmurlu gecelerde
Elleri cebinde gezerdi
Yazık diyecek
Hatıra defterimi okuyan
Ne talihsiz adammış
İmanı gevremiş parasızlıktan...
MUZAFFER TAYYİP USLU
(1922 - 1946)
38
39. ÖLDÜRME ÖZGÜRLÜĞÜ
Özgürlük Anıtı'nın rengi şimdi
Bir ölümcül donuklukla eşittir.
Kurşunlandı özgürlük, onun sevgili adı
Sandı alındı bağımsızlığı geri -
Amerika, kendi kendini vuran!
Tam da öyle işte, kendi kendini!
Sıkıysa çık dışarı bu korkulu
Her taşına kâbuslar sinen ülkede
Ve daha korkuncu bu gidişle
Ormanlara kaçıp gizlenmek sonu.
Toprakta o bildik koku
Şu evrensel ünü olan Dallas'tan,
Yaşamak nasıl da tekinsizlik dolu
Ve işte senin en büyük utancın bu.
Kim inanır masallara, hangi çağdayız
O soylu fikir zevahirinin ardından
Silah yağının fiyatı yükselirken
Yaşamın düşürdüğün bedeline bak sen!
Katillerdir cenazende yas tutanlar da
39
40. Hissedar olmaya her karış toprağına
-İşte yine, bir daha, hadi bir daha-
Başaklarında kurşun tanelerinin
Dalgalandığı Teksas tarlalarına.
Şapkalarının altında haince
Tarıyor gözleri karanlığı
Senin o katil çetelerinin
Tutmuşlar her kapıyı
Ve işte cesedi bir ikinci Kennedy'nin..
Amerika nedir bu, oğullarını koru!
Ve çocukları, başka ülkelerdeki
Ve onların kulübelerini küle döndüren
Yakıyor tıpkı onlar gibi, ateş ve bombaların
İnsan hakları bildirini senin de.
Bilinci olmaya söz verdiydin dünyanın
Şu hale bak, dipsiz utancın kıyısında
Vurduğun, kral değil sözündür
Onurundur, Vietnam'a attığın her bombada.
Bir ulus çıldırıyorsa, yaptıklarını
Mümkün müdür kınamak el kadar
Üstünkörü barış sözleriyle.
Tek yol senin için yine utançtır.
Tarih çamaşırhanede aklanmaz ki
-Yok henüz, keşfedemedin
Böyle bir çamaşır makinesini-
Kan hiç paklanır mı Amerika!
Nerendedir Amerika utancın senin,
Söyle nerede saklı o?
Sanki kaçan bir köle
Kölelerin içinde.
Tut ki Raskolnikov'dur dolaşan baştan başa
Deliliğin kanlı baltası elinde
Kendisini yine kendi yargılayan
Planlı katliamlarıyla
Canilerden geçilmiyorsun Amerika.
Hey Abe, iyi ihtiyar
De bana ne yapıyor ülkendeki insanlar?
Kaçıncıdır sıralıyor tek bir gerçeği:
40
41. Anlaşılır ancak kesildiğinde
Yüce bir ağacın yüceliği.
Lincoln oturuyor güneşe karşı
Mermer sandalyesinde kanayarak.
Aslında odur canavarların
Bu kaçıncı kez vurduğu.
İşte o kurşun delikleridir
Amerika
Yıldız diye koydukların da
bayrağına.
Urbası kurşunlarla lime lime
Özgürlük Anıtı, ey sen
O kadın, o ana yüreğinle
Kaldır başını ölümlerden
Aç ağzını, yum gözünü
Toptan lanetle bu
Kahrolası öldürme özgürlüğünü.
Hey Özgürlük Anıtı, sen, kaldır şu
Yeşile kesmiş yüzünü boğulduğun kandan
Kafa tut özgürlüğün cellatlarına
Ve ama alnından artık
Bir damla kan akıtmadan...
YEVGENY YEVTUSHENKO
(1932 - )
41
42. ÖLENLERLE KALANLAR
Biliyorum, ölüler, biliyorum..
Daha gençtiniz: Yaşamaya doymadan.
Kiminiz pembe yüzlü, şişman.
Ömrünün baharında taze,
İkindiye yetişen cenaze.
Biliyorum, ölüler, biliyorum..
Çürüyüp gitmiş kiminiz.
Kiminizin, kalanlardan uzakta,
İlk gecesi, toprakta...
ZİYA OSMAN SABA
(1910 - 1957)
42
43. ÖLMEKSE
Ölmekse, ölüyü bıraktık
En güzel geceye! Ve dışarda
O koyu maviyle beslenmiş tok
Gökyüzü! Işıl ışıl yıldızla!
Uyu koyun koyuna Sonsuz'la!
SABAHATTİN KUDRET AKSAL
(1920 - 1993)
43
44. ÖLMEMEKTEN ÖLMEK
Gözkapaklarımın üzerinde ayakta duruyor
Ve saçları saçlarımın içinde
Biçimi ellerimin biçiminde
Gözlerinin rengi gözlerimin renginde
Gölgemde yitip gidiyor
Tıpkı bir taş gibi gökyüzünde.
Gözleri var her zaman açık
Ve bir an olsun uyutmaz beni.
Düşleri var apaydınlık
Güneşler buharlaştıran
Güldürür, ağlatır beni ve güldürür
Konuşturur beni söyletmeksizin tek bir söz.
PAUL ELUARD
(1895 - 1952)
44
45. ÖLMEYE VAKİT YOK
İnanmak gerekir güne.
Bütün dertleriyle dün.
Durmayın çaba getirin güne.
İnsanlar güzeldir.
İnsanlar iyidir.
İnsanlar güçlüdür.
İnanmak gerekir güne.
Kocaman bir yürek taşıdım getirdim
Bütün umacılardan korkusuz
Gelinlerden güzel
Sınırlardan üste
Tüm bayraklardan renkli
Yaşamın temeli direği
İnanmak gerekir güne.
Gelincikler toprakta gelindir.
İnsanın umudu insanda.
Gerçek korkmadan soyunur
Güzelim güneş alnında.
45
46. Kocaman bir yürek taşıdım getirdim
Tüm bayraklardan renkli
Peter Con
Pietro Petrovna
Ali.
MÜŞTAK ERENUS
(1915 - 2002)
46
47. ÖLMEYECEK KADAR YARALI
Öfkeliyim!
Ama yüreğimde taptaze,
bilmediğim bir rahatlama
sanki neşter “tak” diye iniyor ve boşalıyor yara
gömleğim sırsıklam irinden, bayıltıcı bir koku
sanki birdenbire durması gibi bir diş ağrısının
acıdan kıvranarak uyanmalardan sonra,
ya da bir yangın, bir firtına sonrası
sokaklarda somyalar, kırık aynalar, masalar,
albümlerden dağılmış resimler dört bir yana:
çocukluk, okul ve nişanlılık resimleri
yani resimlere tutuklanmış mutluluklar
yani bütün bunlar: sessizliğin amansız yasası,
yüreğimde taptaze, bilmediğim bir rahatlama.
Her çeşit mecazdan uzak, yaygın bir akşam
ranzaların yarısı dolu: çocuk yüzlü delikanlılar,
koğuşta mayalanmış ter, keskin erkek kokusu,
sırt üstü yatmışım şür okuyorum ranzamda
kuş kanadı, kara kehribar şiirler
gecenin alnında telörgüler, nöbetçiler
düdük sesleri, motor uğultusu
ve bir uzak sayıklama
47
48. şiir okuyorum ve oğlum aklımda:
uyuyor oğlum milyonlarca çocuğu gibi yurdumun
uyuyor oğlum şimdi geçilmez geceyi
(Ama gece de geçilir
çünkü bütün geceler geçilir!)
Öfkeliyim!
Diyorum ki: “Bu bir dirilmedir”, kendime:
hatırlanması unutulmuş bir sevdanın,
simgesi zeybek gibi diz vurup ayağa kalkmanın
diyorum ki:
“Ey kendini yüreklendiren acı, sonbahar tortusu!”
bir umut geçiyor yüreğimin iğnesinden -
eşsiz bir yalım -
güvercinler havalanıyor yüreğimin bir köşesinden
güvercinler havalanıyor ilkyaz güvercinleri
konmak için başka yüreklere
havalanıyor güvercinler
hatırlatarak kuşandığımız acıyı
hatırlatarak yüzümüze, ellerimize sıvanan acıyı
yaylaları, ceviz ağaçlarını, kitapları, ozanları
hatırlatarak dört duvar arasına kapatılmışlığımızı
hatırlatarak adsız ölüleri, yalımlanan yüreği
güvercinler havalanıyor, sonsuz güvercinler!
Öfkeliyim!
kendime, uğultusuna dünyanın
öfkeliyim!
kendime, sağır duvarlara
öfkeliyim kendime
“müebbed” tüketsem de
ben bu sabrımla...
Sabrım genç ve yalansız
gerçeğin sabrı
sılasız, katı
kaynayan su, sabrım,
uçsuz bucaksız buğday tarlası.
Yatmışım sırt üstü, gözüm tavanda,
beklenen bir mektup gibi tıpkı
açıyorum geceyi
usulca...
48
49. Yatmışım sırt üstü, yüreğimi dinliyorum
sanki bir dağ başı yüreğim,
binlerce yaz, binlerce gökyüzü;
bir serinlik içindeyim, bir sürekli rahatlamada
camların direnen pırıltısı gibi
bir sağnak sonrasında
Yüreğim
gene de ezik
örselenmiş bir yaprak
güvendiğim yüreğim ezik bir yaprak da olsa
biliyorum ki
kendi küllerinden yeniden doğar Anka!
Dayan ey benim yüreğim
sulu sepken karlara
dayan ey benim ayaklarım
bu yamaçlara, bu sarp doruklara
dayan ki
uzaklar yakın olsun
dayan ki
yokuşlar düz olsun
dayan ki
karalar ak, gülpembe olsun
şenlensin dağların üstü
şenlensin örenler, yangın yerleri, yıkıntılar
dayan ki
öğrensin dayanmayı yüreğim
unutmasın
kayaların toprağın ırmağın anısını
unutmasın
benim nakışlı sabrımı
unutmasın
yüreğim!
Öfkeliyim!
Ve birden yüreğimde taptaze,
bilmediğim bir rahatlama.
ÖZDEMİR İNCE
(1936 - )
49
50. ÖLMEZ
Bitmez yasımız, içte kapanmaz yaramız tez,
İnsanlar ölür, bir koca tarih olan ölmez!
Solmaz o beniz, yok, o bakışlar yine mavi,
Lâyık onu tutsak biz ilahlarla müsavi.
Göğsünde bu yurdun tütedurdukça ocaklar,
Eksilmeyecektir ona kan ağlayacaklar.
Batmaz o güneş, yurdu aşıp tarihe dalsa,
Her Türk Ata'nın yolcusudur tek kişi kalsa!
Atmaz bir adım arkaya "Türk"üm diyecek genç,
Yoktur onu inkâr edecek, varsa ne iğrenç!
Çiğnenmeyecek ömrünü vakfettiği ülkü,
Ahrette bulur, ölse de, ardında bu mülkü.
Ant içtik evet gitmeye gösterdiği izden,
Her gün tutacaktır o büyük ruh elimizden.
Yok işte bakın ondaki nur ayda, güneşte,
On beş yıla sığdırdı o dev, yüzyılı işte!
Gencim! diyen artık bir akistir o güneşten.
İçlerde yanan kutsal alev hep o ateşten.
Parlar o güneş, âlemi sonsuz gece sarsa,
Bir laht ona tarih, o anıt şanına darsa.
Bir dağdı aşılmaz, yüce gökten daha yüksek,
Yetmez, biz o insanla asırlarca övünsek.
50
51. En ünlü adamlar bile etsin ona gıpta
Yansın ona âlem, yüreğinde kan akıp da.
Kalbimizdeki tunç heykeli gök çatlasa bölmez,
İnsanlar ölür, Türk'e ilâh olmuş er ölmez!
ORHAN SEYFİ ORHON
(1890 - 1972)
51
52. ÖLMÜŞ BİR ARKADAŞTAN MEKTUP
Eskisi gibi yaşıyorum,
Gezerek, düşünerek..
Yalnız biletsiz biniyorum vapura, trene,
Pazarlıksız alışveriş ediyorum.
Geceleri evimdeyim, rahatım yerinde,
(Bir de sıkılınca pencereyi açabilsem)
Ah.. başımı kaşımak, çiçek koparmak
El sıkmak istiyorum arada bir.
MELİH CEVDET ANDAY
(1915 - 2002)
52
53. ÖLÜ
Bir sonsuz rüyaya açılmış gözler,
Yummayın, yummayın kirpiklerini!
(Kim ondan daha çok hayatı özler?)
Çağrıyor, çağrıyor sevdiklerini..
Gelmiyor, gelmiyor o yüzler niçin?
Kaybolmuş koynunda onlar da hiç'in,
Bilmiyor boyunun ölçüsü için,
Başının ucuna geldiklerini.
Bilmem ki adını onun kim saklar?
Şimdiden unutmuş onu kucaklar,
Besbelli üşütür soğuk topraklar,
Soymayın, soymayın giydiklerini...
AHMET KUTSİ TECER
(1901 - 1967)
53
54. ÖLÜ
Hangi mahallede imam yok,
Ben orada öleceğim.
Kimse görmesin ne kadar güzel,
Ayaklarım, saçlarım ve herşeyim.
Ölüler namına, azade ve temiz,
Meçhul denizlerde balık;
Müslüman değil miyim, haşa,
Fakat istemiyorum, kalabalık.
Beyaz kefenler giydirmesinler,
Sızlamasın karanlığım havada.
Omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayım,
Ki bütün azalarım hülyada.
Hiçbir dua yerine getiremez,
Benim kâinatlardan uzaklığımı.
Yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar,
Çılgınca seviyorum sıcaklığımı.
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
(1914 - 2008)
54
55. ÖLÜ ASKER
- Kimin kurşunu öldürmüş onu?
- Bilen yok.
- Nereliymiş?
- Jovellanos'lu diyorlar.
- Nerede bulmuşlar?
- Yolun yanında yatıyormuş,
öteki askerler görmüş.
- Kimin kurşunu öldürmüş onu?
Gelip öpüyor onu nişanlısı;
anası geliyor sonra ağlıyor.
Sonra da yüzbaşı çıkageliyor.
bağırıyor:
- Gömün onu!
Dan! Dan! Dan!
GİDİYOR ÖLÜ ASKER.
Dan! Dan! Dan!
YOLUN YANINDA BULMUŞLAR ONU.
Dan! Dan! Dan!
BİR ASKERDEN NE ÇIKAR.
Dan! Dan! Dan!
DAHA NE ASKERLER VAR BİZDE.
NICOLAS GUILLEN
(1902 - 1989)
55
56. ÖLÜ ATLAR
Karışık bir iç deniz bunalımı
zafersiz bir kalyonda
ölümün her anki hatırasından uzak
insanı her halinden tanıyan
sakat bir ölü atlar alıcısı
ucuza kilitlenmiş bir dağ ceylanı
ancak bir tabuyu öldürecek bir zamanda
göğün bütün ön görmelerinden uzak
fenerler tutulup tekmeler atılan
önemli bir es çağ tanrısı
telaşla yenilen analarda kayboluşları
sevgisiz kalan babalarla
lekesiz bir güneşle ancak
çocuğunu sardığı bezler arınan
ağrıtmaz sanılan bir yaşamak şarkısı
ikisinden birini örter kanadı
durulmayıp tebessüm ettirilen şarkıda
sevinçsiz canlara dayanmak
her an bir başka ışıksızı arayan
acıması bir çocuğun masal cücelerine.
CAHİT ZARİFOĞLU
(1940 - 1987)
56
57. ÖLÜ BİR DENİZ YILDIZI
Ey sonbahar! Ey düşsel yolculuk! Seni
Dolaştım yaz sıcaklarında, bekledim
Duydum ki benim değildi artık, doğanın
Kalbiydi uçurumlar toplamı kalbim.
De bana, anlat bana, öyleyse neden hatırlıyorum onu
O fırtına kuşunu gölgesini yere düşüren?
Gittiydi geldiği yere, uzaklığına
Döner mi bir daha dönmez mi bilmem
Yüklenip yittiydi gözden onca çırpınışları
Ne sevinç bıraktıydı içimde, ne keder, ne acı.
Bir sen kalmıştın sen, ey sonbahar ılımı, dörtnala gelen
Bir atın kalkışı gibi kalkıp da gözlerimden.
Parlar ki şimdi arasıra geceleri
Diplerde, derinlerde, yalnızlığımda
Ölü bir deniz yıldızıdır mutluluk
O nedensiz mutluluk, olsa da olur olmasa da...
EDİP CANSEVER
(1928 - 1986)
57
58. ÖLÜ ÇİZGİ
Bir zehir,
Birikir odalarda.
Almaz ki veresin rüzgâra
Rüzgâr deli değil!
Birden yayılır kanda,
Kararır dört yan.
Bir çöküntü başlar yaşamanda
Her şeyin değersizleştiği an.
Deniz mi bu. geçilmez
Aşılmaz, dağ mı?
Tam bana göre, uyuşuk
Miskinlik gibi var mı?
Nedir seni saran bu sis:
Yok dünyalarda tat.
Kuvvetsiz
Böyle daha rahat.
Yaşamışım kaç para
Mezar taşları neci?
Deli gibi sarılsam da hayata,
Kalacak nesi var ki?
Kitaplar seslenir yüksekten, mağrur:
58
59. - Gel bize, kurtul, gel!
Almanızla bırakmanız bir olur,
Böyle daha güzel.
Sokaklar seslenir akpak, temiz:
- Hadi gel, avunursun!
Bütün sokaklardan iğrenirsiniz,
Avunmak şöyle dursun.
Aşklar seslenir, çekingen, tatlı
Ama inanma, maske!
Övünülür bir tarafım kalmadı
Düşmanlarım sevinsinler, daha ne!
Ölü çizgileri dünyanın,
Biz sizin esiriniz
İster bırakın,
Öldürün isterseniz!
Derken kalkar perde:
Bu ırmaklar benimçin bir daha akar mı?
Özledim hani nerde
Yaşamak gibi var mı?
BEHÇET NECATİGİL
(1916 - 1979)
59
60. ÖLÜ ÇOCUĞA GAZEL
(Gazel V)
Her akşam üzeri bir çocuk ölür,
her akşam üzeri Granada'da.
Her akşam üzeri yerleşir de su
dostlarıyla konuşur baş başa.
Yosundan kanatları var ölülerin.
Bulutlu yel ve duru yel yan yana
süzülen iki sülündür kuleler üstünde,
gündüzse yaralı bir oğlan.
Havada kalmazdı tek kırlangıç gölgesi
şarap mağarasında rastlayınca ben sana,
tek bulut kırıntısı kalmazdı yerde
sen ırmakta boğulup gittiğin zaman.
Yuvarladı vadi köpeklerle süsenlerini
bir su devi yıkılınca dağlara.
Gövden, ellerimin mor gölgesinde,
bir soğuk meleğiydi, kıyıda cansız yatan.
FEDERICO GARCIA LORCA
(1898 – 1936)
60
61. ÖLÜ ÇOCUKLARA NİNNİ
Ah, bulur mu yeni bir kucak
sizden yerde kalan oyuncak,
gömleğiniz üşümez mi, loş
köşelerde sessiz, içi boş
n'eyler, ah çocuklar, yalınız
topunuzla ayakkabınız,
ya cebinizde kalan şeyler,
az bir sicim, kırık bir şeker,
saçınızdan kayan kurdele
sizi en son okşayan ele?
Bunlar işte benim tek varım,
hergün alır alır okşarım,
öperim göğüs geçirerek,
yanağıma sürerim tek tek;
ah çocuklar, hayıflanmayın,
kendinizi yanımda sayın...
Saçlarını bir güzel ördüm
bozduğunuz bebeklerin tüm,
61
62. diktim özenle mini mini
yırtık ya da söküklerini;
iç çekmeyin çocuklar, susun,
hepsi derin derin uyusun...
Boyadım sizin yerinize
yüzlerce kuş defterinize,
sizin sesinizle şakırlar,
aynı gülüş onlarda da var,
yüzleri hep sizin yüzünüz,
ses etmeyin, ürkütürsünüz...
Onardım inceden inceye
trenleri işleyinceye
vapurları yüzünceye dek,
arkalarından üfleyerek;
ah çocuklar, üflemeyin siz,
birdenbire kabarır deniz.
Çemberiniz koşuyor yine
boş arsada kendi kendine,
uçurtmanız gökte sarı mor
pır pır ipildeyip uçuyor,
ilişmeyin çocuklar sakın,
oldukları yerde bırakın.
Topacınız dönüp durmada
şu dönmesi bitmiş dünyada,
sallanıyor yine bir çıplak
dalda usul usul salıncak;
hep böyle gidip gelse gerek
çocuklar siz dönünceye dek.
Göz göz olmuş bakıyor ıssız
bir köşeden zıpzıplarınız,
62
63. koşuyor gölgeniz sokakta
binmiş de bir değnekten ata
oynarken sessiz iki ağaç
karanlık avluda saklambaç
ve ay, çenesinde elleri,
seyrederken uzak bir yeri...
Bir şeyler arar gibisiniz
bir körebe oyununda siz,
alnınızda ah gündüz gece
o gözbağı kalsın öylece;
ah çocuklar ilerlemeyin,
önünüzde kuyu var, derin...
Ah çocuklar uyuyun artık,
başınızı okşar karanlık,
durur durur öper o dalgın
yüzünüzden, kımıldamayın.
Örtü örttüm üzerinize
ışık düşmesin diye size,
üşümesin diye göğsünüz
serincene başlayınca güz,
dağıtmasın diye çocuklar
saçınızı gizli bir rüzgâr;
mışıl mışıl uyuyun işte
siz bu geleceksiz geçmişte,
bir sürü tavşan, bir sürü kuş
gelmiş, yanınıza doluşmuş,
seyrederler başından beri
yüzünüze konan düşleri.
SAİT MADEN
(1932 - 2013)
63
64. ÖLÜ ÖLDÜ
Küller başıma! Toprak başıma!
ellerim ayaklarım da küllerle yıkansın,
beyaz patiskayla bağlansın çenem.
İşte ölü öldü! Yürek pınarımda büyüttüm,
canevimde yaşadım seni, istersen gene yaşarım
girdikten sonra bir kez güneşli yaşamına.
Son görüntü bu, nasıl gideceğini bilmeyen,
üzerinde kirli duvarların, ıslak taşların:
ne gözyaşları, ne kolları ekmek dolu şarkılar!
Küller başıma! Toprak başıma!
Öyle zor ki hasretine göz yummak; aldırmamak
nisan gövdene bir kez sarıldıktan sonra.
İşte ölü öldü! Yaşsız gezgini, aşksız süvarisi
rüzgârsız alanların, çiçeksiz balkonların;
geride, ne bir ad, ne bir adres, ne bir imza.
Bir mektup sadece, belki de bir isyan:
"Çiçek göndermeyin cenaze törenlerine sakın,
kent sellerinde boğulmuş olanların!"
ÖZDEMİR İNCE
(1936 - )
64
65. ÖLÜ VAKİTLERİ YAŞAMAK
İHTİYAR EVLERDE
Duvarları çatlak
Tavanı dökülmeye hazır
Temelinde bitlerin, karıncaların,
ince bacaklı böceklerin gezindiği
İhtiyar evlerde
Zamanı çekip üstümüze
Örtüyoruz kirli ve açık yerlerimizi.
Bir şey mi var
Sandık diplerinde saklanan, merdiven altlarında unutulan
Ahır köşelerine atılmış paslı çivilerine asılmış duvarların
Nedir bizi bağlayan bütün bunlara ve geçen zamana?
Siz oturdunuz mu hiç kıldan ince uçurumlarda
Biz yatıyoruz her gün beli bükülmüş duvar diplerinde
Uykumuz ürkek ceylanlara benziyor
Bazan yorgun taylara.
Biz sessiz ve kaygan zaman üstünde
Unutmuş ve aldırmaz görünüyoruz
Gıcırtılı merdivenlerden çıkan ölümü.
65
66. Biliyoruz işliyor saat tıkır tıkır
Her yerde ve her şeyde
Sesini çizerek sonsuzluğa
Tıkırtıların kımıltıların ve uzayan ağaçların.
Ve aklın dar yalnızlığında.
ERDEM BAYAZIT
(1939 - 2008)
66
67. VASİYET
"Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün,
Anadolu'da bir köye gömün beni.
Hasan beyin vurdurduğu
Irgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.
Traktörlerle türküler
geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan,
yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.
Biz bu Türküleri... Elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.
Ama bu Türküleri söylemiştim ben
daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.
Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe ile Irgat Osman
çektiler büyük hasreti
sağlıklarında, belki de farkında bile olmadan...
67
68. Yoldaşlar,
ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi görünüyor-
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir çınar olursa
taş maş da istemez hani.
NÂZIM HİKMET RAN
( 1902 - 1963 )
68
69. ÖLÜ YAPRAKLAR
Of! Ne çok isterdim hatırlamanı,
Dost olduğumuz mutlu günleri,
O zaman, hayat daha güzeldi,
Güneş bugünkünden daha iyi.
Ölen yaprakları kürekle toplarlar,
Görüyorsun, unutmadım seni.
Ölen yaprakları kürekle toplarlar,
Hatıralar ve pişmanlıklar gibi.
Ve kuzey rüzgârı onları götürür,
Unutulmanın soğuk gecesine.
Görüyorsun, unutmadım seni.
Söylediğin şarkıyı unutmadığım gibi.
Bu bize benzeyen bir şarkı,
Beni seven sen, seni seven ben.
Biz ikimiz birlikte yaşıyorduk,
Beni seven sen, seni seven ben.
Ama, hayat birbirini sevenleri ayırır,
Usulca, gürültü etmeksizin.
Ve deniz kumun üstünden siler,
Ayak izlerini, ayrılan sevgililerin.
Biz ikimiz birlikte yaşıyorduk,
69
70. Beni seven sen, seni seven ben.
Ve hayat birbirini sevenleri ayırır,
Usulca, gürültü etmeden.
Ve deniz kumun üstünden siler,
Ayak izlerini, ayrılan sevgililerin.
JACQUES PREVERT
(1900 - 1977)
70
71. ÖLÜ YIKAYICISI İÇİN ŞİİR
'Bunun yüreği yok!'
dedi-
ölü yıkayan.
'Kazıyıp aldım
ruhundaki isyanı!'
'Huzurun atlas
yorganıyla yatsın!'
'Bana düşen
evimin yolu.'
(...)
Dilindeki eda
akşamın dar
vaktiyle yürüdü.
SİNA AKYOL
(1950 - )
71
72. ÖLÜLER KONUŞUYOR
I
“Ben veremden öldüm
Belki ölmezdim
Sıkıntım olmasaydı
Paradan yana”
“Ben de cephede öldüm
Süngü taktım
Hücuma geçtim
Ve kâfi geldi tek bir kurşun
Veda etmek için hayata
Varşova önlerinde.”
“Ah ben bir hiç yüzünden öldüm
Bir gece açık kalmıştı üstüm
Soğuk aldım.
Önce yatağa düştüm
Sonra da toprağa.”
“Beni tramvay çiğnedi
Sultanahmet’te
Olur şey değil
Ben burada
Ellerim ve ayaklarım orada
Hâlâ inanamıyorum öldüğüme.”
72
73. “Beni doğururken ölmüş annnem
Zaten, zayıf bir kadınmış zavallı
Ben de öldüm işte yirmi yaşında
Açlıktan ki o ayrı mesele”
III
“Ölümü düşünmemek de varmış
Bilmedik sağlığımızda
Elden ne gelir?
Yaşamaktasın
Elin tutar
Yürür ayağın
Sıkıntı mı bastı
Şarkı söyle efendim, şarkı
Hem ne güne duruyor sanki
Gökyüzü olsun
Deniz olsun
Ne güne duruyor?”
“Hiç de pişman değilim öldüğüme
Her şey bitmişti zira
Usanmıştım artık
Gökyüzünü seyretmekten
O kadar çok hâtıram vardı ki
Karıştırıyordum birbirine”
"Dünyaya bir daha gelirsem
Aklı başında bir insan olacağım
Akşamları erken uyuyuyacağım
Ne işim var öyle meyhanelerde
Pazarları
Parklarda gezineceğim
Karımla."
73
74. "Ben onu bunu bilmem
Şunu bilirim
Şunu söylerim
Ölmek veya ölmemekte
Bütün mesele
Bütün mesele
Yetişir ki insan ölmesin
Akşamları uyuyup sabahları uyansın
Ve saçları dağılsın rüzgârda
Yetişir."
MUZAFFER TAYYİP USLU
(1922 - 1946)
74
75. ÖLÜLERİMİZ
Her sabah
Her sabah
O kusursuz acının kollarında
O kusursuz acının kollarında öpüştüğüm gökyüzü
Artık
Çırpınan yüreğimi yatıştırmıyor. Ve onun
Koparıp dizginlerini
Uçarcasına boylu boyunca
Sakınmasız çarpışı
Heyecanlandırıyor beni.
Bir serçe kümesinin konması karşıki dala
Belki hiç bir şeydir,
Ama sevgilimin mektubunda bir kuş resmi
Beni coşkulandırabilir.
Milyarla yıldız arasında tanırım onu
Çünkü seyredince güzelleşir sevginin ışıltısı;
Binlerce gözüm var
Binlerce şafak halindeyim
Anlamak istediğim şeyin karşısında
Çünkü anlamak zorundayım;
Her sevinç kolayca ele geçmez
İnsan her acının sahibi değildir;
Gökyüzü ve nehirler olmasa toprak da anlaşılmaz
Ve hayatın kararı kesin:
Son ana kadar onuru koruyanlar yaşayacak,
75
76. Söylenecek son söz kahramanca olmalıdır.
Vurgunum
İnceliğinim senin
Eyy
yapraklarda bir kuş hafifliğinde sürüp giden titreyiş,
Vurgunum
Bir nehri besleyen suların uyumuna
Taşlara hırsla vuruşuna dalganın
Ölüm seni yanıltmasın..
Nasıl ki yığılır yüzüne gecenin karanlığı
Gözlerinle birbaşına kalırsın
Ölüm öylesine gözuçlarında.
Savun kavuştur yüreğini
Minicik bir çiçeğin bile kökleri
Yaşamak hırsıyla uykusuzdur.
Ölülerimiz..
İşte Stevan Flipoviç.
Bir kahraman.
Faşistler sarmış çevresini.
Sehpada.
Boynunda ip.
Ve o son nefesiyle dalayıp ciğerini
Bir bıçak gibi vuruyor kelimeleri dişleri arasından
Haykırıyor:
"Kahrolsun faşizm; Yaşasın mücadelemiz..."
Steven Flipoviç,
Onurun bekçisi,
Direnmenin.
Ölüm seni yanıltmasın..
Bir bir düşün yaşayanları
Alnını korkusuzca kaldır
Kimin yanındasın
Yerin neresi
Ve senin en çaresiz anında
Tek silahın nedir?
Ölüm seni yanıltmasın..
Usanma hayata yaraşan sesi aramaktan
Her kuşun palazlandığı bir yuva vardır
Her dal güneşin ve rüzgârın avuçlarında
Kendi hevesince boyanır;
76
77. Çünkü yaşaması gerekiyor bir şeylerin
Bir şeylerin, bir şeylerin: senin olan
Bak: kollarını bağlıyorlar;
Son defa bakıyor dünyaya Nguyen Van Troi
Birazdan göğsünü parçalayacaklar.
Ama kan onu geriletmiyor.
Başlıyor şarkısına:
"Yaşasın Ho Chi Minh: Yaşasın Vietnam!..."
Damarlarım damarlarına bağlı yaralarından
Çünkü öldürülmek istenen benim de sevincimdir,
Nguyen onun siperi..
Bir buğday tanesi midir
Aynı titreyişle
Toprağa düşer düşmez kıpırdayan
O şarkı.. Bir buğday tanesi mi?
Ölülerimiz..
Sesleri dünyamız kadar bilge.
Birazdan kalkacaklarmış gibi
Uzanıp bir sipere
Koyulaşan..
Ölülerimiz..
Bakışları
Uçmaya hazırlanan bir kartal kadar çevik,
Vurgunum,
Gizleyemem.
Sen bağrımı amansızca zorlayan siyahlık
Unutma,
Öldürmekten daha kuvvetlidir ölebilmek.
NİHAT BEHRAM
(1946 - )
77
78. ÖLÜM
- I -
Sözünde durmadı mavi gökler;
Gün kararıyor gitgide ölüm.
Akşam yeli nedameti söyler;
Nedamet yer etti bende ölüm.
Ne yapsam, gün doğmuyor gönlümce;
Sudur akar kendi bildiğince,
Hangi pencereye koşsam gece;
Gitmiyor bu can bu tende ölüm.
Ne vefasız geçmişten hayır var,
Ne gelecekler imdada koşar,
Çoktandır tekneyi aldı sular;
Çoktandır ümitler sende ölüm...
- II -
Ey kurumaz membaı sükûtun
Işığı güneşten zinde ölüm
Altında şu alçalan bulutun
Sendedir umduğum müjde ölüm.
78
79. Aynada zifiri bir gecedir
Bütün zulüm bu suçsuz kalbedir
Sabır tesbihim kopmak üzredir
Ne gün kalkacak bu perde ölüm?
Ne gün aslına dönecek bu ten?
- Taş, toprak, çiçek, su veya maden -
Ruha ebediyeti vaadeden
Efsanevi yalan nerde ölüm?
CAHİT SITKI TARANCI
(1910 - 1956)
79
80. ÖLÜM
Her yerde ölüm,
Yaşamak ölümden önceki an,
Araban, işin, sigaran,oturduğun koltuk,
Yattığın yer,
Hepsi ölüm..
Pazarcı tezgahında ölüm satıyor,
Yerde ölüm, gökte ölüm,
Romanların yazdığı,
Şiirlerde gene ölüm.
Sevdalar ölüme gidiyor,
Karavanada ölüm çıkmış,
Her kara lokomotif ölüm.
Berberin yaptığı ne?
Sokaklara bakmadın mı gecenin aralığından,
Sormadın mı hiç serseri kurşunlara?
Ya kurşunları yaşamak için yapan,
Kurşundan aldığı parayla ekmek,
Çocuğuna oyuncak alan,
Ölümle yaşayan baba?
Milyonlarca yıl ölümü getirmiş,
Götürüyor gelecek ölümlere.
Dedik ya,
Yaşamak ölümden önceki an...
SIRRI ÇINAR
(1964 - )
80
81. ÖLÜM DENEYİMİ
Yabancısıyız esrarı bize kapalı kalan
bu yolculuğun. Yok hiçbir nedenimiz,
hayranlık, sevgi veya nefret göstermek için,
maskeli bir ağızdan trajik bir tonla çıkan
bir ağıtla çehresi şaşılası bozulmuş ölüme.
Hâlâ oynadığımız rollerle dolu dünya.
Biz, hoşa gidiyor muyuz diye kaygılandıkça,
ölüm de oynamakta, aldırmaksızın beğenilmediğine.
Sen gittiğinde ise, bu sahneye
bir gerçeğin huzmesi sızdı çıktığın
aralıktan: Yeşilin en benzeyeni yeşile,
gerçek güneş ışığı, en katıksızı ormanların.
Sürdürdük oynamayı. Korkuyla ve güç öğrenilmişi
anlatarak ve sonra, zaman zaman da jestlerimizle
geçersiz kılarak; senin artık bizlerden uzaktaki
ve oyunumuzdan kopmuş varlığına gelince,
hâlâ kimi zaman sızabilir aramıza, tıpkı bir bilginin,
öteki gerçekliğe ilişkin bilginin ağırdan varlığını
duyurması gibi; öyle ki, etkisiyle bir süre bu esrikliğin
başlarız yaşamın kendisini oynamayı, unutup alkışları.
RAINER M. RILKE
(1875 - 1926)
81
82. ÖLÜM RİSALESİ
- Aziz kardeşim Yusuf Erzincani'nin anısına -
Damla damla oluşuyor hayat
Ölüm kımıl kımıl
Duymak kolay
Anlatmak değil.
Her an
Farkındayım
Az az öldüğümün.
Bilincindeyim doğan ayın
Eriyen karın, akan suyun
Ve usul usul tükenen zamanın.
Tekrarlayıp duruyor saat
Vakit te mahlûktur
Vakit te mahlûktur.
İşliyor kalbim
Eskiyor saçlarım
Ve gözlerimin en ince hücreleri.
Okuyorum hayatı
Toprağın üstünden çok
Altındakilerle var olduğunu.
82
83. Toprak
Ölüme aç
Ölüme muhtaç
Hayat.
Ölüm muhakkak
Ve ölüm mutlak
Tek kapısıdır ölümsüzlüğün.
Ölümle tanıştıktan sonra anladım
Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın.
Kesitler
Mahlukta devinen
Gürül gürül bir ırmaktır ölüm.
Babalar ölür
Dolaşır eli ölümün
Saçlarında anaların, oğulların.
Analar ölür
Kök salar hasret yüreklere
‘Bir evlat pir olsa da’
O zaman anlar ancak neymiş öksüzlük.
Oğullar ölür
Bir kafes olur ölüm
Ana kalbi bir kuştur
Azad kabul etmez.
Sevgililer ölür
Bir hicret olur ölüm,
Bir sıla.
Mesela arkadaşlar
Arkadaşlıklar vardır okullarda
Bakarsın biri gelmez bir gün
Ve artık hiç gelmeyecektir
Simsiyah bir gölge düşmüştür adeta
Bahçeye, koridorlara, sınıflara
Bir fısıltı dolaşır dudaklarda
Kimi kirpikleri ıslak
Çökmüş bahçenin tenha bir yerine
Elinde bir çöp resmini çizer toprağa
83
84. Anıların
Kimileri öbek öbek toplanıp
Çaresizliği dile getirirler anlamsız sözcüklerle
- Nasıl olur daha dün beraberdik
- Salıncakta İki Kişi’yi izlemiştik daha dün nasıl olur
- Geçen pazar kırlarda dolaşmıştık
”Göçmen kuşlar yerli kuşlardan daha mutlu olmalılar
Hayatı dolu dolu yaşıyorlar” demişti, unutamıyorum.
Sonra bir mezarlıkta
Bir çukurun başında
Bir kapının ağzında
Herkes susar
Konuşur ölüm.
Ve sürer hayat.
Bazan bir tekerlek altında
Ansızın gelir ölüm
Apansız biter sınav
Bir elektrik kesilmesi gibi
Kesilir tûl-u emel.
Bazen ölüm vardır
Ölümden önce gelir
Mesela bir hapishanede bir hücrede yaşanır
Sorular hep yanıtsız kalır orada
Sadece konuşan rüyalardır
Yahut hayaller suskun duvarlarda
Gözler kabul eder parmaklar kabul eder
Ama beyin hep umuttan yanadır.
Bazan akan bir film şeridinin
Tek kare donan bir fotoğrafı gibidir
Ölüm.
Karşıda bir manga asker
Gözler namluların karanlık ağızlarını görmez de
Takılıp kalır masmavi gökyüzünde
Asılıp kalmış bembeyaz bir buluta.
Ölümden uzak ölümler vardır
Gazete ilanlarında rastlanılan
Dünyaya bağlılığın zavallı
Ve muannit
Bir belgesidir
Daha çok kalanlara ait.
84
85. Bir de bir örümcek ağının ortasına düşmüş
Bir sineğin titrek bacaklarında seyretmiştim ölümü.
Ölümler vardır:
Can kuş gibi uçar gider
Bir martının süzülüp
Kaybolması gibi maviliklerde.
Bir Portre
Engin sakin berrak bir denize
Uçsuz bir kumsaldan ağır ağır
Nasıl yürürse insan
Sokrates öyle yürüdü ölüme.
Tilmizleri ağlaşırken
O vasiyet ediyordu:
-Asklepyos’a bir horoz borçluyuz
Unutmayınız.
Ne tuhafsınız dostlar
Güçsüz kadınlar gibi ağlaşmak niye
Yükselmek varken ölümsüzlüğe.
İnancına sahip olmak
İnsan olmanın şartı
Kölelikler içinde en onulmaz kölelik
Hayatın ölümcül yanına
Takılıp kalmak değil mi?
İlkin ayaklarında duydu Sokrates
Zehirin soğukluğunu
Ve yavaş yavaş ölüm
Yükseldi göğsüne, çenesine.
Dudaklarında donan son bir tebessümle
Bir işaret taşı da böylece
Sokrates dikmiş oldu ölüme.
Ölümün Sesi
Ölümden bir işaret var her şeyde
Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda, türkülerde:
- Kışlanın önünde redif sesi var
Namluların ucunda ölümün sesi!
85
86. - Bir ay doğdu geceden oy oy
Karanlığın ağzında ölümün sesi!
- Erzurum dağları kan ile boran
Vadilerin koynunda ölümün sesi.
- Ezo gelin durmuş bakar yollara
Umudun ardında ölümün sesi!
- Bir ihtimal daha var
Umuddan da öte ölümün sesi!
Kendi Ölümüme Ait Bir Deneme
Bir gün öleceğim biliyorum
Bunu her an ölür gibi biliyorum.
Anamın yüreğinde bir kor
Ölene dek sönmeyecek bir ateş
Kımıldanıp duracak hep.
Karım bomboş bulacak dünyayı
- N’olurdu birlikte ölseydik, deyip duracak
Oysa insan yalnız ölür
Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak.
Kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm
Bir süre kaçacaklar insanlardan
Boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde
Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine.
Ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar
- Yaşayıp gidiyorduk yahu
Ne vardı acele edecek!
Diyecekler.
Biliyorum yaklaşıyoruz her an
Biliyorum oruçlu doğar insan
Ölümün iftar sofrasına..
Son Söz
Ve zaman döne döne
Gelmişti başlangıç noktasına
İlk yaratılış düğümüne.
86
87. Mahlukatın var olduğu
Yüzüsuyu hürmetine
Evrenin Efendisi'nin
Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine.
Hayatın menbaı
Merhametin son durağı
Madeni, muhabbet ocağının
Ateşler içindeydi
Yatağında.
İltica etmişti sanki Kâinat
Kutsal tenine
Hayata şafak olan alnında
Ter taneleri
Her biri insanlık çilesinden
Bir haberdi sanki
Bir an oldu
Aralandı gözleri
Sonsuzu kuşatan bakışları
Süzdü ciğerparesi Fatıma’yı
Süzdü tek tek çevresindeki
Can dostlarını
Kıpırdadı dudakları, dedi:
- Ebu Bekir kıldırsın namazı
Sonra daldı daldı uyandı
Son defa aralandı
Bakışları
Yöneldi bir noktaya
Karar kıldı bir noktada
Ve dedi:
– Merhaba ey refik-i ala!
Olacak oldu
Akıllar kamaştı
Kalpler tutuştu
Feryat ve figan gökleri tuttu
Çekti kılıcını Faruk olan
Sıçradı orta yere:
- Kim derse ”O öldü”, öldürürüm!
Ayrılık ateşinden
Ateşin şiddetinden
Sanki bendler çözülmüş
Felekler çökmüştü
Şuur tutuşmuş
Akıl iflas etmişti.
87
88. Sonra Sıddıyk olan
Yetişti geldi
Baktı baktı yatağında hareketsiz yatan sevgiliye
Mağarada arkadaşına
Hicrette yoldaşına
Sonra baktı çevresine
Mahşerden önce mahşer hali yaşayan
Ashabına
Aline
Ebu Bekir dedi:
- Ey nas, susun!
Kim ki Resulullaha tapmaktadır
Bilsin ki Resul ölmüştür
Kim ki Allaha tapmaktadır
Bilsin ki Allah ölmez
Hayy ve Layemuttur.
Ey nas, susun!
”İnna Lillah ve inna ileyhi raciun”
Sonra eğildi sevgilinin yüzüne
Sürdü bulutlanmış gözlerini
O güzellikler ülkesine
Baktı baktı ve dedi:
- Hayatında güzeldin,
Ölümünde güzelsin
Öldün
Bir daha ölmeyeceksin.
ERDEM BAYAZIT
(1939 - 2008)
88
89. ÖLÜM VAKTİ
- Hilal'e -
Bu bahar erken geldi ölüm dostlar,
goncası açmadan mor dağların,
ecel erken geldi, acı da, hüzün de.
Ağlıyor işte aydınlığın teninde su,
ağlıyor işte bahçelerde gülün kokusu,
nazlı Hilal'in uykusu..
Karda üşümüş bir gelincikti yüreği,
yine de dört bir tarafa sevgi sıcağı saçardı,
sevgi masalları anlatırdı insandan insana,
yürekler mutlu mavi çiçekler açsın diye.
Kirli bir dünyada o hep gül ve umut koktu,
avuçları gül kokan çocukların dualarında,
geriye dönüp baktım yoktu,
bir sabah erken geldi ölüm,
son selamım bende kaldı.
Adını bir gül dalına astı,
üstüne Hilal’e diye yazdım,
yükledim selamımı nazlı bir buluta,
ona götürsünler diye anlaştım.
Şimdi dışarda bahar rüzgarları,
89
90. şarkılar suskun, gönüller suskun,
gözlerde bir buğu.
Gitti Mariah,
bir beyaz hayal seriliyor kırlara her sabah,
rengarenk çiçeklerle örülüyor çimenler.
Aksi Sedanın sesi kısık,
yaslı, dudaktaki kelimeler,
boğazlarda düğüm düğüm hıçkırık.
Kanadı kırık kuşların gagalarında kaldı düşler,
o en sevdiğim turna kuşuydu,
en sevdiğim güvercin,
en sevdiğim dağ kırlangıcı,
kanatları rengarenk bir kelebekti,
umut, yaşam ve dirençti.
Ey mavi bulut, al götür yüreğimin sıcağını,
ört üstüne,
yıldızlara bakıp üşümesin nazlı bedeni...
NURİ CAN
(1950 - )
90
91. ÖLÜM YILIM
O yılı seçmiştim ölüm yılım olsun diye
Hangi ecel? Kimbilir…
Ne umutsuz bir hastalık,
Ne de bitkin bir yürek.
Yaşadığım her yanlış anı
Sona erdirmenin tam zamanı
Ama bilmem neden?
Bir aşk fısıltısı mıydı ne?
Bir bakış mı nilüferlerden
Alacakaranlıkta bir ürperti…
Birden değiştirdim ölüm yılımı
Soluk alıyorum şimdi
Bir mavi süsen gibi
Yanlış anlarımın ötesinde
Belki bir gün minnet duyacağım
Şeytan minaresindeki şarkıya
Şu an seviniyorum
Gel gitle birlikte kıyıya
Dönünce bir ölü martı
Zaferimin son soluğu gelecek
Ben kaderimi zorlayınca
Kendi ölüm yılıma teslim olmaya.
TALÂT SAİT HALMAN
(1931 - 2014)
91
92. ÖLÜM YOLUNU ŞAŞIRDI
Ham arzular kökünden kavruk
Zamanın bitiminde.
Bunca fena şeylerin yanısıra
Bunca güzelliğin yitirilmişliğine
Tanıksın ölüm!
Mezar taşlarının duruluğunda
Baykuş sesi korkunçtur.
Sen tek başına buyruk
Cümle kaynakları kurutmaktan
Sanıksın ölüm!
Siyah - beyazın karşıtıdır
Yalan - doğrunun...
Uçurumlar alabildiğine dururken
Doruklara saldırırsın
Sapıksın ölüm!
TÜRKAN İLDENİZ
( 1938 - )
92
93. ÖLÜMDEN...
Ölümden korkmuş değilim hiç
pespayeliğinden
kırılgan gerçi
elleri.
Tek korkum
insan özgürlüğünün
mezarcının ücretinden
ucuz olduğu
bir ülkede
ölmek.
Aramak
bulmak ve
karar vermek
özgürce
ve
bir
kale yapmak
kendi özünden.
Değil mi ki ölüm daha
değerli bütün bunlardan
hiç ama hiç korkmuş
değilim
ölümden ...
AHMED ŞAMLU
(1925 - 2000)
93
94. ÖLÜMDEN KONUŞACAKTIK
Evet sırasıdır, ölümden konuşacaktık,
İntiharın ebruli ipliğiyle,
Bir düğün gecesinde senin
Yakası işlemeli giysinden.
Kapı kapı dolaşıp, etamin ve goblen
Örtüler satan bohçacı ölümden.
Boynuna taktığın eğri taneli
İki sıra inciden konuşacaktık,
Seni ürküten tren sesinden,
Ayı gölgeleyen tekinsiz gecede
Karşımıza apansız çıkıveren
O ihtiyar dilenciden..
Gel ölümden söz etmeden önce,
Bir şeyler içelim seninle.
Buğulu bir bardağın içinde,
Buzlu ve limonlu votkayla birlikte
Konuşalım ölümden,
Bir samanyolu olsun masamızın üstünde.
Hadi gel konuşalım,
Sulanmış bir taşlığın serinliğinde.
Akşamsefaları içinde,
Bir masa, birkaç sandalye
Ve ikimiz ölümden konuşalım,
Senin ağzında gül, benimkinde menekşe.
94
95. Yarına var mısın söyle?
Doğacak çocuğa, çığlığa, ishak kuşuna,
Rüzgârın savurduğu tohuma,
Kavağın pamuğuna var mısın,
Bir ağacın kavına,
Deri değiştirmesine yılanın,
Kozadan çıkan kelebeğe,
Hatmiye, kekiğe, atkestanesine?
Hadi gel öyleyse ölümden konuşalım.
Belki de tümüyle aykırıdır gerçeğe,
Ama ne olursa olsun biz yine
Ölümden konuşalım seninle.
Ölüm de vardır yaşadığımız her şeyde.
Bir bardak çatlarsa durduğu yerde,
Bir aşk ansızın biterse,
Ayna kırılırsa yüzünle birlikte,
Zamanıdır konuşmanın ölümden.
Bir çiçek olağanüstü güzellikte
Açıvermişse bir sabah,
Bir topal aksamadan yürümüşse,
Hadi gel ölümden konuşalım;
Yüzünü al basmış hasetçiden
Ve onun elindeki kuru değnek bile
Filizlenir sevgimizden...
METİN ALTIOK
(1941 - 1993)
95
96. ÖLÜMDEN ÖNCE
Acımasız, dizginsiz bir kavga bu
Başsız, sonsuz, destansı.
Bir başkası dolduracak senden boşalan safı
Burada tek adam hesabı olur mu...
Kurşuna diziliş - çürüyüş sonra...
Her şey yalın, mantıksal, yaşamak gibi...
Fakat birlikte olacağız büyük fırtınada
Halkım, çünkü sevdik seni.
NIKOLA VAPTSAROV
( 1909 - 1942 )
96
97. ÖLÜMDEN SONRA
Öldük, ölümden bir şeyler umarak.
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü.
Nasıl hatırlamazsın o türküyü,
Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,
Alıştığımız bir şeydi yaşamak.
Şimdi o dünyadan hiçbir haber yok;
Yok bizi arıyan, soran kimsemiz.
Öylesine karanlık ki gecemiz,
Ha olmuş ha olmamış penceremiz;
Akarsuda aksimizden eser yok...
CAHİT SITKI TARANCI
(1910 - 1956)
97
98. ÖLÜMDEN SONRA
Şu toprak, sonunda şu zalim toprak;
Yiyecek bir aç kurt gibi etimi!
Bir mezar kazması bir gün bulacak;
Koynunda çatılmış iskeletimi.
Muhakkak bilirken ben de bir hiçim,
Yok olmak fikrini almıyor içim.
Veriyor hayata başka bir biçim.
Alıyor bugünkü şahsiyetimi.
Dostlarım koyunca beni mezara;
Çekilip gidecek birer kenara.
Hiç kimse duyamaz yaşıyanlara,
O anda kuduran husumetimi.
İsterim konmadan üstüme taşım
Dirilse bir lahza gömülen naşım.
Mezardan dehşetle dikilse başım,
Bağırsam yoklayıp son kuvvetimi.
Desem ki: Örterken beni topraklar,
Bırakıp kaçınız, kaçın alçaklar!
Sizlere geçiyor bendeki haklar
Aldınız elimden hüviyetimi!
98
99. Şu toprak, sonunda şu zalim toprak,
Yiyecek bir aç kurt gibi etimi!
Bir mezar kazması bir gün bulacak
Koynunda çatılmış iskeletimi.
ORHAN SEYFİ ORHON
(1890 - 1972)
99
100. ÖLÜME EĞİLMEK
Uyumaya değil
Rüyalarıma gidiyorum
Orada yaşayacağım isteğimce
Uyanıkken hiç yaşayamadığım
Hepsi de gençti, güzeldi
Sevdim sevildim diye aldanarak
Son gördüğüm onlar olacak
Bunca yıldır seviye doyamadığım.
Ölüme değil
Sonsuzluğa gidiyorum
Orda dinleneceğim gönlümce
Yaşarken hiç mi hiç dinlenemediğim.
Kalemim yine elimde
Kağıtlarım da önümde
Son uykusunda düşecek başım
Sağlığımda hiç eğmediğim.
AZİZ NESİN
(1915 - 1995)
100
101. ÖLÜME GAZEL
Ne kötü bir dünya bu; sevgisiz, acımasız,
Yaşarken dolu dizgin, ölüvermek apansız.
Sen, en güzel yerinde olsan bile yaşamın,
Alırlar, götürürler bir yerlere zamansız.
Bütün o sevdiklerin, dostların, yakınların,
Koyup giderler seni orada yapayalnız.
Çalkalanır gidersin kapkara bir boşlukta,
Ne sevinç, ne de keder; artık herşey anlamsız..
Hakkın yok üşümeye, ağlamaya, gülmeye,
Unutma! Ölüsün sen, boş bir kalıpsın cansız,
Her şey geride kaldı, ne sandın yalan dünya,
Gördüğün gibi işte; bir ölüm var yalansız...
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
(1926 - 1984)
101
102. ÖLÜME KALMAYACAKTIR BU DÜNYA
Ölüme kalmayacaktır bu dünya.
Çırılçıplak ölüler
Aydaki rüzgardaki adamdan olacaktır;
Kemikleri tertemiz ve tertemiz kemikleri yok olduğunda,
Yıldızlardan olacaktır, ayakları, dirsekleri;
Akılları başlarında olacaktır delirseler de,
Denizlere batsalar yükseleceklerdir yine;
Yok olsa da sevgililer sevgi yok olmayacaktır;
Ölüme kalmayacaktır bu dünya.
Ölüme kalmayacaktır bu dünya.
Dalgaların altında upuzun yatanlar
Dağılıp gitmeyeceklerdir denizde;
Burulsalar da kasları koparan
Çemberlerinde gerili, kırılmayacaklardır;
Kopsa da ellerinde gerilen insanları,
Kötülükler doludizgin delip geçse de onları;
Paramparça olsalar da çözülmeyeceklerdir;
Ölüme kalmayacaktır bu dünya.
Ölüme kalmayacaktır bu dünya
Haykırmaz olsa da kulaklarında martılar
Gümbürdemez olsa da dalgalar kıyılarda;
102
103. Çiçeklerin fışkırdığı yerde bir çiçek bile
Kaldırmaz olsa başını çarpan yağmura;
Deli de olsalar ölü de çiviler gibi
Başverecektir kişilikleri, kırçiçeğinden sürer gibi;
Çıkacaklardır güneşe tükeninceye dek güneş,
Ölüme kalmayacaktır bu dünya.
DYLAN THOMAS
(1914 - 1953)
103
104. ÖLÜME ÖVGÜ
Sen olmasan, duyar mıydım gerçekten
Özlem nedir, acı nedir, ayrılık ne?
Ölüm sana övgüler düzenleme
Boynumun borcu olsun yürekten.
Ölüm seni seviyorum inan ki,
Hani alırsın diye sevdiğimi,
Hep korku, hep tasa içindeyim,
Yani yaşamın daha içindeyim.
Ölüm seni seviyorum, şaşma buna,
Sen olmasan bilir miydim hançeri?
Ölüm seni seviyorum, yaklaş daha,
Yaşamın görünsün görkemli albenisi.
Ölüm seni duymasaydım derinden,
Düşünebilir miydim evreni?
Evren ki renk renk bin bir görünümde,
Saçılır şenlik fişekleri gibi.
104
105. Ölüm seni kucaklıyorum seviden,
Nelerle tanıştırmadın ki beni,
Sana borçluyum duyularımın keskinliğini,
Seni yaşadıkça varolduğumu yeniden...
NAHİT ULVİ AKGÜN
(1918 - 1996)
105
106. ÖLÜME SAYGI
Ölüm bir melek elinde gelir.
Ve öper usulca çocuk yüzleri.
Belki bir gün kurtuluruz,
Karıncaların yolunu şaşırtan ince rüzgarlarla,
Kaplumbağaların hasret kaldığı derin tepelerde
Çocuk gibi bakalım mavi sulara.
Şehirlere bakalım insanlığımızı eskittiğimiz,
Sislerden, dumanlardan, yollara atılan
Mısır koçanlarından
Belki tutarız birgün, belki kurtarır bizi.
Simsiyah saralım bezlerle dağları, rüzgarları
Gül bahçeleri ağlasın,
Dallarda salınan çocuk salıncakları ağlasın.
Kırmızı balonlar bizsiz kaybolsun gökyüzünde.
Haydi sığının şehirlere.
Kabuğunuza çekilin, yorganınızı çekin üstünüze
Kalsın titrek ve mavi elleriniz.
Bekleyin, geliyor ölüm usulca,
Usulca girer koynunuza...
ERDEM BAYAZIT
(1939 - 2008)
106
107. ÖLÜME YAKIN
Akşamüstüne doğru, kış vakti;
Bir hasta odasının penceresinde;
Yalnız bende değil yalnızlık hali;
Deniz de karanlık, gökyüzü de;
Bir acayip, kuşların hâli.
Bakma fakirmişim, kimsesizmişim;
- Akşam üstüne doğru, kış vakti -
Benim de sevdalar geçti başımdan.
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;
Zamanla anlıyor insan dünyayı.
Ölürüz diye mi üzülüyoruz?
Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada
Kötülükten gayri?
Ölünce kirlerimizden temizlenir,
Ölünce biz de iyi adam oluruz;
Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,
Hepsini unuturuz.
ORHAN VELİ KANIK
(1914 - 1950)
107
108. ÖLÜMSÜZ
Düşer bir taş geceye
Güzelliğin duyulur
Duyulur suda halkalanan sesin.
Bilinmezlik ülkesinde
Asırlar kelimesiz konuşur
Sen böylesini istemezsin.
Efes'in Diana mabedinde
Krezüs'ün nabzı vurur
Dinlemezsin.
Totem devrinden, atom devrine geçtin
Zaman senin başladığın yerde durur
Yücesin.
Düşer yıldız geceye
Güzelliğin duyulur
Duyulur dağda yankılanan sesin.
TÜRKAN İLDENİZ
(1938 - )
108
109. ÖLÜMSÜZ KALAN
Duyulmamış dizeler yazardım
Büyük şarkıların coşkusuyla rüzgârlanan
İmgeler, benzetiler, çağrışımlar saltanatı...
Resimler çizerdim, düşlerde bile görülmemiş,
Duyarlığımdan uygarlıklar kurardım
Eskimeyen, tükenmeyen, gerilerde kalmayan.
Dizeler yazardım,yaşamımla ödenmiş
Partimin, Partimin, Partimin seslediği
Mahpushane hücrelerinden açık alanlara
Kavganın nice aşamalarından geçip gelmiş
Kardeşliğin, sevginin çarkında bilendiği
İnsanlardan ilkelere, ilkelerden insanlara.
Büyük şarkıların coşkusuyla rüzgârlanan
Kanatlarında evreni uçuran aklın değirmenleri
Yenilmez güzelliğim, kırılmaz direncim benim
Bilincimde duydukça tadına vardığım
Ey dağarcığında biriktiren tüm eskimeyenleri,
Ey ölüm kubbelerinde bile ölümsüz kalan.
ŞÜKRAN KURDAKUL
(1927 - 2003)
109
110. ÖLÜMSÜZ KUŞ
Dağlar üstünde uçan kuş,
Uçmuş, yine uçmuş, yine uçmuş,
Dün olmuş, bugün olmuş, yarın olmuş,
Önler son olmuş, sonlar ön olmuş,
Uçmuş, yine uçmuş, yine uçmuş...
Dağlar üstünde uçan kuş,
Kaç ölümden geri dönmüş.
SELÂHATTİN BATU
(1905 - 1973)
110
111. ÖLÜMÜ DENEYEN KÜÇÜK KIZA
Bir anıt düşledim senin için
mor bir tanyerinin kıyısına diktim
geldi saçlarına yuva yaptı ay
kuşlar, çiçekler seninle konuştular;
Sen anladın onların yarasını.
Sabahın beşi kardeşin senin
çakıltaşları da kardeşin
gün batarken menekşe olacaklar
ve basma gömlekler giyecekler;
Bir sen anladın onların yarasını.
Yeni bir sözlük yarattın kendin için
kuşlara, çiçeklere, çakıltaşlarına da öğrettin
sizin için bir dünya kuruldu sözcüklerden:
Ev: soluksuz bir at
Okul: sürgün yeri
Gökyüzü: yok
Sokak: çıkmaz
111
112. Dünya: surlar
Düşler: sığınak.
- Ölümden korkmadın mı küçük
- Hayır, çok ölü gördüm ben.
Gökten yağan kuşları,
can çekişen kediyi,
sesi kesilen ağaçları görmüştür,
bir kentin öldüğünü görmüştür,
ölümün öldüğünü görmüştür.
Bir anıt düşledim senin için,
Mor bir tanyerinin kıyısına diktim.
ÖZDEMİR İNCE
(1936 - )
112
113. ÖLÜMÜ DÜŞÜNMEK
Mümkün mü ağlasın annem
Mezarımın başucunda
Ben sesimi çıkarmıyayım
Hayırsız bir evlat gibi.
Bir bulut uçsun da
Ben başımı kaldırmıyayım
Yağmur dindikten sonra
Gezinmiyeyim caddelerde.
Ah, mümkün mü bir güzel kadın
Geçsin de yanımdan
Ben seyretmiyeyim
İçimi çekerek.
MUZAFFER TAYYİP USLU
(1922 - 1946)
113
114. ÖLÜMÜ HATIRLATAN KADIN
Kayalıklarda gördüm seni, bir sisli günde,
Fırtınada saçların çözülmüş bir demetti.
O kayalıklarda ki bir yıl evvel üstünde,
Çöllerden âşık dönen bir genç intihar etti..
Seni her nerde, artık, her ne suretle görsem,
Bir gölgenin duyarım ruhuma düştüğünü.
Ben de o âşık gibi burada bir gün ölürsem,
Tanrım mukaddes etsin seni gördüğüm günü!
Kayalıklarda bir genç öldüğü gün beldenin,
Halkı seni karanlık rüyalarında görmüş,
Ey yâdı gönlümüzden çıkmayan afet, senin,
Sevmediklerin değil, sevdiklerin ölürmüş.
Bazı ruhum kararır kefenlerden, mezardan;
Yok mu, Rabbim ölümün bir güzel şekli derdim.
O kayalıklarda ilk seni gördüğüm zaman
Hayalimde ölüme en güzel şekli verdim.
Başka bir göz yaşını dudaklarınla silsen,
114
115. Ürpererek: "Bu, derim, mezardan bir nefestir!"
Buna kıskançlık deme, bence yalnız değil sen,
Seni gören göz bile ne kadar mukaddestir!
Kimse karşında belki titremez gönlüm kadar,
Bense hâlâ korkarım dizinde ağlamaktan.
Teması korku veren tatlı bir ölüm kadar
Daha hoştur kalbime görünüşün uzaktan...
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
(1898 - 1973)
115
116. ÖLÜYOR MUYUM NE?
Uyurdum belki bir gün, yorgun
gözlerimden zenci bir karanfil düşerdi
gözlerimden cesetler
sonra koşar giderdim kendi ölümüme.
Ölüm net bir haziran belki
ölüm iğreti bir şaşkınlık
ölüm bana yakışan en güzel ebruli
çünkü aydınlık bir hücredeyim ve duruyorum orda
yani beklemenin en utanmaz yerinde
gözlerimden zenci bir karanfil düşüyor
gözlerimden cesetler
berrak bir cehennem mi beni bekleyen
kör ve saldırgan bir kandil mi
geliyorum kendi ölümüne giden
geliyorum aptal bir eylül sabahında bekleyen
geliyorum, tarifsiz bir şafağa kendi ufkunu çizen
geliyorum iltica bir fotoğrafa poz veren
çünkü sürgünüm rüzgarına
ölüyor muyum ne?...
METİN GÜVEN
(1947 - 2010)
116
117. “PERİ”NİN ÖLÜMÜ
O sabah birden bire hazan inmişti köye,
Daha uyanmamıştı rüyalarından “peri”
Loş renkler dağılırken güneşli, mavi göğe
Çılgın bir sel ıslattı sırma örtülü yeri.
Bir hazan sadasıyla uyandı uykusundan,
Mahmur, ürkek gözlerle etrafına bakındı:
Ayrılığın eliydi işte çamlara vuran,
Demek o acı, meşum günler böyle yakındı!
Daha dün altın gibi parlayan güneşiyle
Ebedî zannetmişti bu yazın neşesini…
Daha dün, ona bin bir yemin eden eşiyle
Dinlemişti sahilde dalgaların sesini.
Bu acı onu sarstı ölüm acısı gibi;
Bir öksüz garipliği çöktü birden içine;
Gözlerine damlalar doldu, çırpındı kalbi;
Dudağından geçti bir ah derinden derine.
Bırakmak lazım artık bu vefasız diyarı…
Rengiyle, güneşiyle böyle aldattı onu!
Peri hatırlayarak güzel yazı, baharı,
117
118. Dedi: “Ne hazinmiş bu güzel mevsimin sonu!”
Artık ne göklerinde parlayacak yıldızlar,
Ne ateş yüzlü bir ay ufkundan doğacaktır.
Kırları çiçekleyen, süsleyen taze kızlar
Bu vakitsiz hicrandan sararıp solacaktır.
Peri örttü mavi tül örtüsünü başına,
Seyretti etrafını hülyalı gözleriyle;
Dayanarak balkonun beyaz mermer taşına,
Hıçkırdı ruhunun en acıklı kederiyle…
Sonra bir hasta gibi, yorgun, sahile indi,
Onu bir tabut gibi bekliyordu sandalı;
Bembeyaz çehresiyle bir ölü gibi bindi,
Üstüne mezar gibi çöktü kocaman yalı!...
On dakikalık bir yer geçerek sahil boyu,
Durdu yeşil gölgeli bir yalının önünde.
Sevgiliyi çağırdı, aradı bütün koyu,
Görenler dediler ki: “Boştu bu yalı dün de!...”
Dudağını bükerek sildi gözyaşlarını;
Bu beklenmez ayrılık; ah bu vakitsiz hazan!
Çatınca nazlı nazlı o ince kaşlarını,
Birden bire içini sarstı derin bir isyan…
Onu canavar gibi sürükledi enginler,
Kaybolurken, acıklı ses geldi rüzgarda,
Diyordu: “Hatırlarsa bir gün gelir de eğer,
“Söyleyiniz, periyi arasın dalgalarda!”
ŞÜKÛFE NİHAL BAŞAR
(1896 - 1973)
118
119. RİNDLERİN ÖLÜMÜ
Hâfız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şirâz’ı hayâl ettiren âhengiyle.
Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde,
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde,
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.
YAHYA KEMAL BEYATLI
(1884 - 1958)
119
120. SANATKÂRIN ÖLÜMÜ
Gitti gelmez bahar yeli;
Şarkılar yarıda kaldı.
Bütün bahçeler kilitli,
Anahtar Tanrıda kaldı.
Geldi çattı en son ölmek,
Ne bir yemiş, ne bir çiçek;
Yanıyor güneşte petek;
Bütün bal arıda kaldı...
CAHİT SITKI TARANCI
(1910 - 1956)
120
121. SEVGİLİLERiN ÖLÜMÜ
Bizim yataklarımız olacak, hafif kokularla dolu
Sedirlerimiz olacak, mezarlar gibi derin;
Ve etajerlerdeki yaban yüzlü çiçekler
En güzel gökyüzleri altında açacak bizim için.
Dört elle sarılıp son sıcaklıklarına
Kalblerimiz birer ulu çıralığa dönecek;
Sana ve bana, bu ikiz aynalara
Çıralıklar ikili ışıklarım dökecek.
Büyülü mavilerle pembelerden bir akşam,
Tek bir şimşeği yollıyacağız birbirimize
Ayrılıklarla yüklü bir hıçkırık gibi uzun.
Ve geç vakit, kapıları aralayıp bir melek
Can katmağa gelecek, yeniden, vefalı ve şen
Donuk aynalarla sönmüş alevlere.
CHARLES BAUDELAIRE
(1821-1867)
121
122. SİVA’NIN ÖLÜMÜ
Geciktim,
Gömütlüğe ulaştığımda dönüyorlardı.
- Bitti mi? diye sordum.
- Bitti dediler.
Demek çukura inmişti tabut,
Demek toprakla doldurmuşlardı üstünü.
Gittim yine de..
Orada – toprağın altında –
Ne şevki vardı yaşamanın,
Ne sevinci hayatı sevmenin,
Ne de inancı ışığa bakmanın.
- Orada – toprağın altındaki
O değildi..
Benim gibi meraklı
Bir kara kedi de
- Gözlerini kocaman kocaman açmış -
Taze toprağı kokluyordu,
Anlamak için
Nelerin değiştiğini
Hayattan ölüme doğru...
ZAHRAD
(1924 - 2007)
122
123. ŞAİRİN ÖLÜMÜ
Yatıyordu. Çehresi, hafifçe yükseltilmiş,
solgun ve dargındı dik yastığında,
dünya ve dünyaya ait bildiği ne varsa,
artık duyularından koptuğundan bu yana,
hepsi de umursamaz bir zamanda yitirilmiş.
Onu öylece yaşarken görenler, bilmemişlerdi,
ne kadar da bütünleşmiş olduğunu bütün bunlarla;
çünkü bunlar: O derinlikler çayırlarda
ve sularda, bütün bunlardı çizen o çehreyi.
Onun çehresiydi aslında bu enginler,
onlar ki, görücüye çıkmışlardı şimdi şaire;
korkuyla ölmekte olan maskesine gelince,
sanki havayla temas ettiğinde bozulan bir meyvenin
içi gibiydi, öylesine kırılgan ve ince.
RAINER M. RILKE
(1875 - 1926)
123
124. ÜŞÜR ÖLÜM BİLE
Bir ormanda tutup onu,
Bağladılar ağaca.
Yumdu sanki uyur gibi
Gözlerini usulca
Bir soğuk yel eser
Üşür ölüm bile
Anlatır akan kanı
Beyaz sesiyle
Diz çöktüler karşısında
Sonra ateş ettiler
Parçalanan yüreğine
Yuva kurdu mermiler
Bir soğuk yel eser
Üşür ölüm bile
Anlatır akan kanı
Beyaz sesiyle
Gelip kondu bir güvercin
Ellerine o gece
Kırmızı bir çelenk oldu
Bileğinde kelepçe
Bir soğuk yel eser
124
126. VARTAN'IN ÖLÜMÜ
"- Bak!! gülümsedi bahar, erguvan tomurcuk verdi
evde, pencerenin altında, çiçeklendi yaşlı yasemin
boş ver hayalleri
var olmak yok olmaktan iyi
baharda hele....."
Vartan konuşmadı
başı dik
öfkeli
sıktı dişini
ve
gitti.
"Vartan!! Konuş!!
Sessizliğin kuşu
korkunç bir ölüm yavrusu
kuluçkasında..."
Vartan konuşmadı
güneş gibi
çıktı karanlıktan
kana boğuldu
ve
gitti.
Vartan konuşmadı
yıldızdı sanki
126
127. parladı zulmette
kaydı
ve
gitti.
Vartan konuşmadı
Vartan menekşeydi sanki
çiçek açtı
"- kış bitti": müjdeledi
ve
gitti.
AHMED ŞAMLU
(1925 - 2000)
Vartan: Politik görüşleri sebebiyle Şah
döneminde idam edilen yazar ve düşünür
127
128. YALNIZIN ÖLÜMÜ
O, çoksesli kemanların
Parmakları kırık virtiözüydü
Göğe doğru burulmuş yağmurların altında öldü
Yüzünde yaşanmamış hülyâların
De ki, minesi soldu
O, upuzun gecelerin
Saçakaltlarında ıssız bir yarasa
Bir şeyleri bekliyordu ama neyi, kimi
Düdüklerini evde unutan bekçilerin
Sokaklara karşı özrü gibiydi
O, derin yalnızlıkların
Kalabalıkla çarpıştığı bir köşebaşydı
Utangaç, sıkıntılı, mağrur
Yaşamak bir özürse kabahatinden büyük
Ölümü kendinden menkûl
Bir tek kendini ağlattı mendebur...
AHMET ERHAN
(1958 - 2013)
128
129. YOKSULLARIN ÖLÜMÜ
Ölüm, avutan da - ne çare ki - yaşatan da;
Hayatın sonu; yine de tek ümit, tek güven;
Bizi bir iksir gibi kavrayan, sarhoş eden;
Karda kışta, boralar, tipiler arasında.
Akşamlara kadar didinmek gücünü veren;
Parıldayan tek ışık, kapkaranlık dünyada;
Dört kitabın yazdığı o koskocaman handa
Mümkün artık doyup, dinlenip uyuyabilmen.
Sihirli parmaklarla, üstüne titreyerek,
Uykuların en güzelini getiren melek;
Yoksulun, çıplağın yatağını yapan eller.
Tılsımlı ambar; tanrıların şerefi, şanı;
Yoksulun dağarcığı ve en eski vatanı;
Bilinmedik göklere açılan tâk-ı zafer.
CHARLES BAUDELAIRE
(1821-1867)
129
130. İÇİNDEKİLER
Açın ölümü - İlhami Bekir Tez / 2
Ağır ölüm - Pablo Neruda / 5
Aşıkların ölümü - Charles Baudelaire / 7
Baharla ölüm konuşmaları - Can Yücel / 8
Beyaz bir gemidir ölüm - Behçet Aysan / 14
Bir barış savaşçısının ölümü üzerine - Bertolt Brecht / 16
Bir eflatun ölüm - Behçet Aysan / 17
Bir öğretmenin ölümü - Özdemir İnce / 19
Bir ölümsüz yalnızlığa.. - Tahsin Saraç / 20
Bir ölünün odası - Sabahattin Kudret Aksal / 21
Bir ölüp bin doğana - Nihat Behram / 22
Bozlak kedi ve ölüm - Metin Altıok / 24
Cemal ve ölüm - Özkan Mert / 25
Duyuş ve düşünüş - Yahya Kemal Beyatlı / 26
Evrensel ölüme karşı - Halil Kocagöz / 27
Hoş geldin ölüm - Nevzat Çelik / 29
Kıyıda ölüm - Ergin Günçe / 31
Memed'in ölümü - Abbas Sayar / 32
Minik kuşun ölümü - Rıfkı Kaymaz / 36
Öldüğüm gün - Kemal Kale / 37
Öldükten sonra - Muzaffer Tayyip Uslu / 38
Öldürme özgürlüğü - Yevgeny Yevtushenko / 39
Ölenlerle kalanlar - Ziya Osman Saba / 42
Ölmekse - Sabahattin Kudret Aksal / 43
Ölmemekten ölmek - Paul Eluard / 44
Ölmeye vakit yok - Müştak Erenus / 45
Ölmeyecek kadar yaralı - Özdemir İnce / 47
Ölmez - Orhan Seyfi Orhon / 50
Ölmüş bir arkadaştan mektup - Melih Cevdet Anday / 52
Ölü - Ahmet Kutsi Tecer / 53
Ölü - Fazıl Hüsnü Dağlarca / 54
Ölü asker - Nicolas Guillen / 55
Ölü atlar - Cahit Zarifoğlu / 56
Ölü bir deniz yıldızı - Edip Cansever / 57
Ölü çizgi - Behçet Necatigil / 58
Ölü çocuğa gazel - Federico Garcia Lorca / 60
Ölü çocuklara ninni - Sait Maden / 61
Ölü öldü - Özdemir İnce / 64
131. Ölü vakitleri yaşamak ihtiyar evlerde - Erdem Bayazıt / 65
Vasiyet - Nâzım Hikmet Ran / 67
Ölü yapraklar - Jacques Prevert / 69
Ölü yıkayıcısı için şiir - Sina Akyol / 71
Ölüler konuşuyor - Muzaffer Tayyip Uslu / 72
Ölülerimiz - Nihat Behram / 75
Ölüm - Cahit Sıtkı Tarancı / 78
Ölüm - Sırrı Çınar / 80
Ölüm deneyimi - Rainer Maria Rilke / 81
Ölüm risalesi - Erdem Bayazıt / 82
Ölüm vakti - Nuri Can / 89
Ölüm yılım - Talât Sait Halman / 91
Ölüm yolunu şaşırdı - Türkan İldeniz / 92
Ölümden.. - Ahmed Şamlu / 93
Ölümden konuşacaktık - Metin Altıok / 94
Ölümden önce - Nikola Vaptsarov / 96
Ölümden sonra - Cahit Sıtkı Tarancı / 97
Ölümden sonra - Orhan Seyfi Orhon / 98
Ölüme eğilmek - Aziz Nesin / 100
Ölüme gazel - Ümit Yaşar Oğuzcan / 101
Ölüme kalmayacaktır bu dünya - Dylan Thomas / 102
Ölüme övgü - Nahit Ulvi Akgün / 104
Ölüme saygı - Erdem Bayazıt / 106
Ölüme yakın - Orhan Veli Kanık / 107
Ölümsüz - Türkan İldeniz / 108
Ölümsüz kalan - Şükran Kurdakul / 109
Ölümsüz kuş - Selâhattin Batu / 110
Ölümü deneyen küçük kıza - Özdemir İnce / 111
Ölümü düşünmek - Muzaffer Tayyip Uslu / 113
Ölümü hatırlatan kadın - Faruk Nafiz Çamlıbel / 114
Ölüyor muyum ne? - Metin Güven / 116
"Peri"nin ölümü - Şükûfe Nihal Başar / 117
Rindlerin ölümü - Yahya Kemal Beyatlı / 119
Sanatkarın ölümü - Cahit Sıtkı Tarancı / 120
Sevgililerin ölümü - Charles Baudelaire / 121
Siva'nın ölümü - Zahrad / 122
Şairin ölümü - Rainer Maria Rilke / 123
Üşür ölüm bile - Ülkü Tamer / 124
Vartan'ın ölümü - Ahmed Şamlu / 126
Yalnızın ölümü - Ahmet Erhan / 128
Yoksulların ölümü - Charles Baudelaire / 129