SlideShare a Scribd company logo
1 of 56
Download to read offline
BE
GONV
İL
BE
GONV
İL
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 2BEGONVİL
GENÇLİĞE HİTABE
	 “Ey Türk Gençliği!
	 Birinci görevin, Türk bağımsızlığını,
Türk Cumhuriyetini sonsuza dek korumak ve
savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik
temeli budur. Bu temel senin en kıymetli
hazinendir. Gelecekte bile seni bu hazineden
yoksun bırakmak isteyecek iç ve dış düşmanla-
rın olacaktır.
	 Bir gün, bağımsızlık ve cumhuriyeti
savunmak zorunda kalırsan, göreve atılmak
için içinde bulunacağın durumun olanak ve
koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve
koşullar hiç uygun olmayan bir durumda ken-
dini gösterebilir. Bağımsızlık ve cumhuriyetini
yıkmak isteyecek düşmanlar, dünya tarihinde
benzeri görülmemiş bir galibiyetin, bir gücün
temsilcisi olabilirler. Zorla veya hile ile kutsal
yurdun bütün şehirleri teslim alınmış, bü-
tün işletmeleri ele geçirilmiş, bütün orduları
dağıtılmış ve yurdun her köşesi işgal edilmiş
olabilir. Bütün bu koşullardan daha acıklı
ve korkunç olanı ise, ülkede iktidara sahip
olanlar gaflet, sapkınlık ve hatta ihanet içinde
olabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri kişisel
çıkarlarını, işgalcilerin siyasi amaçlarıyla
birleştirerek düşmanla işbirliği yapabilirler.
Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezik ve bitkin
düşmüş olabilir.
	 Ey Türk geleceğinin evladı! İşte bu
durum ve koşullar içinde bile görevin, Türk
bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmak-
tır! Muhtaç olduğun güç, damarlarındaki asil
kanda mevcuttur!
		 MustafaKemalATATÜRK
İSTIKLAL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl…
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddım var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder-varsa-taşım,
Her cerihamdan, ilâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerret gibi yerden naşım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl
Mehmet Akif ERSOY
Bu dergi Milli Eğitim Bakanlığının Sosyal Etkinlikler Yönetmeliğinin 12. maddesine göre çıkarılmıştır.
Yazıların hukuki mesuliyeti, yazarların kendilerine ve mülakat sahiplerine aittir.
KÜNYE
İmtiyaz Sahibi
Ernur-Faik Koparan
Ortaokulu adına
Okul Müdürü
Murat DEMİRKAYA
Genel Yayın Yönetmeni
Adnan USLU
Yayın Grubu
Ali Evren SÖZEN
Ebru ZORLU
Hatice ARSLAN
Selma AKSAKAL
Aslı AVŞAR BUCAKLI
İnceleme Kurulu
Meltem ÇOBANOĞLU
Bahri BİLEK
Yazı Kurulu
Süleyman E. GÖLBİNAR
İsa SOYASLAN
Eylül AKSOY
Melike MAVİ
Dilan TÜRELİ
Helin EKİNCİ
Hasan YILDIRIM
Ela Nur BAYRAMİÇ
Havana KARA
Fatma GÜMÜŞTEN
Ali AYAN
Veysel DİNLER
Kadir TUNÇ
İletişim
Mehmet Akif Ersoy Mah.
6705 sk. Ernur Faik Kopa-
ran Ortaokulu sitesi no: 38
Kepez / Antalya
Grafik Tasarım
Adnan USLU
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 3BEGONVİL
	 Merhaba Sevgili Okurlar,
	
	 Okul dergimiz Begonvil ile sizlerle buluşmanın mutluluğu içerisindeyiz. Dergimizin ilk sayısının
coşku ve heyecanı içindeyiz.
	 Modern çağın teknolojik imkânlarından sonuna kadar yararlanan, bunun yanında Türk milletinin
manevi değerlerini benimsemiş, çağdaş, uygar nesiller yetiştirmenin gayreti içindeyiz. Gelecek nesilleri ye-
tiştirirken insan sevgisini ön planda tutuyoruz; öğrencilerimizin öz güven sahibi, doğruluk ve dürüstlükten
ödün vermeyen, ülkesini, milletini seven, bilgiye ulaşma yollarını bilen ve bunu kullanan, öğrenme heye-
canını hiç kaybetmeyecek, üretken bireyler olabilmesi için tüm gayretimizle çalışmaktayız. Gazi Mustafa
Kemal ATATÜRK’ün “Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşa-
tır; ya da esaret ve sefalete terk eder.” sözünün idrakine varmış eğitim neferleri olarak bu yurdu bize veren
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve tüm şehitlerimize borcumuz olduğunu biliyor ve bu borcu ödeyebilmek
için tüm gücümüzle çalışıyoruz. Bunu; veli, öğrenci ve öğretmen iletişimine önem veren, eğitim-öğretim
etkinliklerinin başarısını daima yükseltmeye çalışan bir kadro ile yapmaktayız.
	 Sevgi, saygı ve güven ortamında başarma azmi ve geleceği şekillendirme sorumluluğu ile mükem-
mele ulaşmak için çalışan, sürekli gelişimle öncü bir okul olma vizyonundaki okulumuzu yaptırarak Türk
Milli Eğitiminin hizmetine sunan hayırseverilerimiz Ernur Koparan Hanımefendi ve Faik Koparan Beye-
fendiye de bu vesile ile saygı ve minnetlerimizi sunuyorum. Dergimizin çıkmasında, basım ve yayımında
emeği geçen herkese çok teşekkür ediyor, başarılarının devamını diliyorum. Daha nice sayılarda buluşmak
dileğiyle hoşça kalın.
										 Murat DEMİRKAYA
Okul Müdürü
ÖNSÖZ
AMİR FOTO
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 4BEGONVİL
İÇİNDEKİLER
İstiklâl Marşı & Künye | 2
Önsöz | Okul Müdürü Osman BULUT | 3
İçindekiler| Başlarken | 4
Şerife Tufan'a Mektup & Şiir | 5
Şehitoğlu Şehit | 15 Temmuz | 6-7
Araştırma| Yapay Zekâ | 8 - 9
Erasmus | Robotik | 10-11
Okulumuzda Cumhuriyet Coşkusu| 12-13
Deneme | Yalan & Virüs mü Yağmur Damlası mı | 14-15
Atatürk'ten Anılar | Okulumuzda 10 Kasım | 16-17
Derleme | Bilgelik Öyküleri | 18 - 19
Bize Her Gün Öğretmenler Günü| 20 - 21
Yeniden(Şiir) | Saygılar Bizden (Deneme) | 22- 23
Rehberlik | Ekranın iki Yüzü & Ergen miyim, Ben Neyim..
| 24-25
Öykü | Hep O Ses & Balıkçı | 26 - 27
Şiirler | 28 - 29
Masal | Bir Varmış Bir Yokmuş | 30 - 31
İnceleme & Araştırma | Kaptan & Deyimler | 32-33
Biyografi | Antalya'yı Yoğuranlar | 34-35
İnceleme | Bir Genç Kızın Gizli Defteri | 36
Kitap | Kütüphaneden Cıvıldamalar | 37-40
Tarih | Vermeyince Mabut Neylesin Sultan Mahmut | 41
Röportaj | Bahri Bilek | 42
Münazara | Yediler Finalde | 43
Teknoloji ve Tasarım | 44 - 45
Görsel Sanatlar | 46
Şiir | Vay Anam Vay | 47
Bulmaca| Resfebe | 48 - 49
Anket | 50 - 51
Eğlence Fıkralar | 52
içindekiler
BAŞLARKEN
EN SON YAZILACAK
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 5BEGONVİL
AÇILIŞ
OKUL AÇILIŞIMIZ
	 2019-2020 Eğitim Öğretim yılının ilk zili
okulumuzda çaldı. Sayın Valimiz Münir Karaloğlu,
okulumuzun açılış törenini gerçekleştirdi. Okulu-
muzdaki törene Vali Münir Karaloğlu, Kepez Kay-
makamı Hamdullah Suphi Özgödek, İl Milli Eğitim
Müdürü Yüksel Arslan, Kepez Belediye Başkanı Ha-
kan Tütüncü, İlçe Milli Eğitim Müdürümüz Yıldırım
Solak, okul müdürleri, veliler ve öğrenciler katıldı. 		
	
	 Törende konuşan Vali Münir Karaloğlu
şunları söyledi:" “Antalya’da 1706 okulda, 466 bin
öğrenci, 33 bin 250 öğretmenimiz yani 500 bin kişilik
büyük bir eğitim ordusuyla eğitim öğretim yılı so-
runsuz olarak başladı. Herkese hayırlı uğurlu olsun.
İlk emri ‘Oku!’ olan yüce bir kitaba sahibiz. Yine
‘Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.’ diyen bir
peygamberin ümmetiyiz. ‘Hayatta en hakiki mürşit
ilimdir.’ diyen bir kurucu lidere ve öndere sahibiz.
Bizim hem inancımız hem milli kültürümüz; eği-
time, öğretime, ilme, ilmi araştırmalara çok önem
verir. Onun için sevgili çocuklarımız ve gençlerimiz,
düşünmek, sorgulamak ve araştırmak en önemli gö-
reviniz olsun. Bakın az önce ifade ettim yüce kitabı-
mızın sadece ilk ayeti oku ile başlamıyor. Birçok ayeti
kerimede ‘Akletmez misiniz, düşünmez misiniz?’
diyerek bizi hem doğayla ilgili hem yaşadığımız
olaylarla ilgili düşünmeye araştırmaya sevk eder. Dü-
şünmemizi emreder. Onun için mutlaka sorgulamak,
şüpheci olmak, araştırmacı olmak,mutlaka laboratu-
vara girmek durumundayız. 					
			
	
	 Antalya’mızda Allah’a hamd olsun çok sayıda
hayırseverimizle protokoller imzaladık. Çok sayı-
da hayırseverimizin yaptığı okulları bugüne kadar
açtık. Ernur Hanım ve Faik Bey'in yapmış olduğu
okulu açıyoruz. Antalya, hayırseverler bakımından
Türkiye’nin en zengin illerinden bir tanesidir. Bugün
Ernur-Faik Koparan şahsında bütün hayırseverleri-
mize ilin valisi olarak teşekkür ediyorum. Rabbim
hepsinin hayrını kabul etsin.”
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 6BEGONVİL
ERNUR KOPARAN (röportaj)
Değerli eğitim gönüllümüz öncelikle bize kendinizi
tanıtır mısınız?
	 Ben Ernur Koparan 1948 yılında Trabzon'un
Sürmene ilçesinde doğdum. Bir süre Erzurum'da kaldık-
tan sonra İstanbul’a geldim. 1970 yılında Faik Koparan
ile evlendim. Sinem ve Hande isminde iki kızım var.
Can, Ceylin, Duru ve Damla
isimlerinde dört tane torunum
var. Altı senedir Antalya'da
yaşıyorum.
Böyle erdemli bir işe kalkı-
şırken hangi duygularla yola
çıktınız? İsminizin bir okulda
sonsuza dek yaşayacak olması
nasıl bir duygu?
	 Hayır işleri ailemiz için
son derece önemlidir. Daha ön-
ceden de eşim Faik Koparan'ın
yaptırmış olduğu okullar bulun-
maktadır. Antalya'ya taşındıktan
sonra eşimle birlikte yaşadığımız bu güzel şehirde bir
okul yaptırma duygusu ağır bastı. Buradan hareketle
yola çıktık. Adımızın bir eğitim kurumuna verilmiş
olmasından eşim ve ben onur duyuyoruz.
Öğrencilik yıllarınızdan bize biraz bahseder misiniz?
Nasıl bir öğrenciydiniz?
	 Çalışkan ve disiplinli bir öğrenciydim.
Okumayı ve kitapları çok severdim.
Unutamadığınız bir öğretmeninizi ve bir anınızı bizim-
le paylaşır mısınız?
	 Türkçe öğretmenimi çok severdim. Bir gün
sınıfta şiir yarışması olmuştu. Ben de Atatürkle ilgili bir
şiir yazmıştım ve sınıf birincisi olmuştum.
Öğretmenim bana okul töreninde tüm okulun önün-
de teşekkür etmişti. Hala duygulanarak o güzel günü
hatırlarım.
Sizce eğitim nasıl olmalıdır? Biz öğrencilere bu konu-
da ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
	 Eğitim ,gençlerin hem bugününü kurtarmalıdır
hem de onları geleceğe taşıyacak bilgilerle donatmalıdır.
Çünkü okul hayatımız, öğrendiklerimiz, tüm yaşan-
tımızı derinden etkilemektedir. Öğrencilere tavsiyem
kitap okusunlar ,araştırsınlar ,sorgulasınlar ve gelecek-
leri için bugünden çalışmaya başlasınlar. Hayatta ne
kadar çok tecrübe kazanırsak bu, başarı merdivenlerini
ağır ama emin adımlarla çıkmamızı sağlayacaktır. En
önemlisi de Ulu Önder Atatürk'ün izinden hiçbir zaman
ayrılmasınlar.
Faik Bey, kitabında öğrencilere mutlaka br hobi
edinmelerini öneriyor. Ayrıca kendisinin Türk Sanat
Müziği ve Türk Halk Müziğinden oldukça hoşlandığı-
nı dile getiriyor. Özellikle Salvatore Adamo'nun 'Her
Yerde Kar Var' isimli şarkısının onda yerinin bir başka
olduğunu öğreniyoruz. Peki sizin hobileriniz nelerdir,
ne tür müzik dinlersiniz, bize önereceğiniz bir şarkı
veya şarkıcı var mı?
	 Sinema ve tiyatroya karşı çok ilgiliyim. Ayrıca
Türk Sanat Müziği dinlemeyi ve dostlarımızla birlikte
söylemeyi çok severim. Zeki Müren'den 'O Ağacın Altın-
da' şarkısını çok severim.
Faik Bey'in kitabından sizinle ilgili bölümleri okuduk.
En çok dikkatimizi çeken olaylardan birisi Faik Bey'in
sizi saygıdağer babanızdan birkaç defa istetmesi ile
ilgili bölümdü. Bize o günleri ve
neler hissettiğinizi anlatmak
ister misiniz?
	Aile büyüklerimizin görüşünü
almak her zaman önemlidir.
Ayrıca bir deyiş vardır kız evi
naz evi derler. Büyüklerimizin
görüşlerini alarak kararımızın
doğruluğunu daha iyi anladık.
Günümüzde boşanmalarla sık-
ça karşılaşıyoruz. Bir evliliğin
uzun yıllar mutlu devam edebil-
mesinin sırrı nedir?
	Evet, şimdilerde gençler bir
günde evlenip bir haftada boşanabiliyor. Ancak uzun ve
mutlu bir evliliğin sırrı karşılıklı saygı ,anlayış ve sevgi
de yatmaktadır. Bunu başarabilen çiftler evliliklerini
mutlu bir şekilde sürdürebilmektedir.
Son olarak Ernur-Faik Koparan OO öğrencilerine
neler söylemek istersiniz?
	 Tüm öğrencilerimizin öncelikle Ata'mızın izin-
den gitmesini temenni ederim. Tavsiyem öğretmenlerini
iyi dinlesinler, derslerine çok çalışsınlar, aile büyük-
lerini sevgi ile kucaklasınlar. Başarılı bir birey olmak
için, hedeflere sahip olmak ve bunları gerçekleştirmek
için sabırla çalışmak gerekir. Hangi mesleği yaparlarsa
yapsınlar en iyisi için çaba göstersinler. Unutmayalım
ki çalışkan bireylerin ve toplumların istikbali daima
parlaktır.
	 Tüm sorularımızı içtenlikle cevaplayan Ernur
Hanımefendi'ye teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Melik MAVİ-Helin EKİNCİ
Ernur Koparan Foto
Ernur Koparan Foto
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 7BEGONVİL
FAİK KOPARAN
FAİK OLMAK
Fazilet Pınar Kocaoğlu tarafından Faik Koparan’ın ve
yakınlarının anlatımlarına dayanarak kaleme alınmış
bir biyografi kitabı: “Faik Olmak.” Faik Koparan, kitabını
imzalayarak tüm öğretmenlere ve öğrencilere armağan
etti. Bu vesile ile okulcak okuduğumuz kitaba isteyenler
internet sitemizden word dosyası olarak ulaşabilirler. Faik
Koparan’ın hayatına ilişkin birçok özel bilgi ve anıların
yer aldığı kitapta” Faik Bey’in Faik Koparan olma öykü-
sü” anlatılıyor. Kitabın yazarının ifadeleriyle:” Faik Bey’in
hayatta seçimleri, seçmek zorunda kaldıkları, pişman-
lıkları, istekleri, ulaşabildikleri, erişemedikleri, umutları,
kayıpları, kazandıkları… Hepsinin birleşimi” olan bir
yaşam öyküsü.
	 Faik Koparan’ın içten anlatımları ve anılarıyla,
özellikle de çocukluk yıllarının ayrıntılı betimlemeleriyle,
insanın içini sıcacık eden bir solukta okunup bitirilen bir
kitap. Aslında sadece bir yaşam öyküsü değil. Özel hayat-
ta ve iş hayatında başarılı ve mutlu olmanın ipuçlarını da
içeren bir başarı öyküsü.
Çocukluk Yılları
	 Faik Koparan, Ağustos 1941’de Mehmet ve Kad-
riye Koparan çiftinin üçüncü evletları olarak Nevşehir’de
dünyaya gelir. Dede, babaanne, amca, yenge, anne, baba
ve kardeşlerle birlikte şirin bir evde yaşarlar. Baba Meh-
met Koparan, bir uzun yol şoförüdür. Faik Koparan’ın
çocukluğu babasının mesleğinden ötürü baba hasreti ile
yoğrulmuştur. Faik Koparan babasını şöyle tanıtır:” Ba-
bam Mehmet Koparan ortaokul tahsili yapmış olmasına
rağmen ileri görüşlü bir insandı. Cesaretli, asla yılmayan
ve oldukça fedakâr bir insandı. Hem önderim hem yol-
daşım her şeyimdi babam. Bugün sahip olduğum her şey
babamın eseridir. Ben de onlar için iyi bir evlat olduğumu
düşünüyorum. Bu sebepten ötürü vicdanen çok rahatım.”
Anne Kadriye Koparan tam bir Anadolu kadınıdır. Faik
Koparan annesini şöyle tanıtır:” Gençliğinde çok çile
çekmiş bir kadındı. Annem hem evin içindeki tüm işleri
görür hem biz çocuklarıyla ilgilenir hem de bağda bahçe-
de çalışırdı.”
	 Faik Koparan’ın çocukluğuna ilişkin bölüm halk
kültürü açısından da zengin bir içeriğe sahip. Olayların
sadece kronolojik olarak sıralanmasıyla yetinilmemiş.
Dönemin Nevşehir’inin yaşam biçimi, ekonomik şart-
ları, geçim kaynakları, giyim kuşamı, tedavi yöntemleri,
bayramları, Ramazan ayı manzaraları, çocuk oyunları,
düğünleri, cenaze törenleri Faik Koparan’ın anlatımla-
rıyla ayrıntılı olarak betimlenmiş. Kitap bu yönüyle aynı
zamanda bir halk kültürü taşıyıcısı rolünde.
1954 Nevşehir Ortaokul yılları, sağdaki Faik Koparan. Solda İsmail
Karataş
Okul Yılları
	 Faik Koparan eğitim hayatına bir yıl gecikmeli
olarak Muşkara İlkokulunda başlar. İlkokula başladığı
günleri şöyle anlatıyor:” Üç sınıflık bir okuldu Muşkara.
Semahat Bey adında çok disiplinli bir müdürümüz vardı.
Ondan korkardım biraz. Çantam yoktu o zamanlar,
ortaokula kadar da olmadı zaten. Bir siyah kalemim bir
de silgim vardı. Onu da kaybolmasın diye iple boynu-
ma asardım.” Eğitimine Cumhuriyet İlkokulu, Muhtelif
Gayeli Ortaokulu (Daha sonra adı Nevşehir Lisesi olarak
değişen bu okulda iki yıl okur.) ve Haydarpaşa Erkek Lise-
sinde devam eder. Kitabın bu bölümü okul yıllarına dair
anılarla donatılmış.
	 Faik Koparan’ın o yıllardaki en büyük aşkı ise
futboldur. Nevşehir’in Lale Spor takımında forma giy-
mektedir. En yakın arkadaşları Erkin ve Kemal ise Güneş
Sporda top koşturmaktadır. Yakın arkadaşlarıyla tatlı re-
kabeti onun çocukluğu ve lise yıllarına dair sıcacık anılar
biriktirmesini sağlamış. Kitabın bu bölümünün sonunda
Faik Koparan eski ve yeni dönemi olumlu ve olumsuz
yanlarıyla karşılaştırıyor. Bu karşılaştırma dünü ve bu-
günü anlamak, yarına umutla bakmak ve bugün doğru
kararlar verebilmek açısından okuyucuya ışık tutuyor.
19 Mart 1960 Lale Sporda oynadığı günler, sağdan üçüncü Faik
Koparan.
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 8BEGONVİL
FAİK KOPARAN
İş Hayatı
	 Faik Koparan’ın iş hayatı İstanbul’da başlar. Bu
başlangıç hayatın dayattığı bir zorunluluktur aslında. Faik
Bey, En büyük tutkusu olan futbola Nevşehir’in ardından
İstanbul’da da devam eder. Babasının yakın arkadaşı olan
Kadir Has, Faik Bey’in Fenerbahçe’de oynamasını ister.
Faik Bey’i babası da destekler. Kısa bir süre Fenerbahçe’de
oynar. Sol ayağı iyidir. İyi bir oyuncudur. Fakat seçim
günü gelip çatmıştır. Amcası Faik Bey’i iki ailenin tek
erkek çocuğu olması münasebetiyle “Ya futbol ya ticaret!”
ikilemine sürükler. Faik Koparan ticareti seçmek zorunda
kalır ve hayali olan futbolculuğa böyle veda eder.
	 Amcalarının da Nevşehir’den İstanbul’a gelme-
si ile artık bir aile şirketi olmuşlardır. Kamyon, otobüs,
kamyonet, ticaret vs. derken maddi durumları iyiden iyiye
güçlenir. Fakat ticareti seven ve başarı ile yürüten Faik
Koparan’ın başka hayalleri vardır. Şimdi yeni bir seçim
zamanı gelmiştir. Bu seferki seçimi ona hayat dayatma-
mıştır. Tamamen kendi hayal gücü, cesareti ve iradesi ile
aile şirketinden ayrılıp kendi işinin patronu olmak ister.
Bu ayrılık kararı birçok yönüyle göründüğü kadar kolay
olmamıştır. Faik Bey’in anlatımıyla:”1982 yılıydı bir gün
iş konusunda babamla bir münakaşaya girdik. Delikanlı-
lığın verdiği coşkuyla elimi köşede duran vitrinin camına
vurdum. Kanlar içinde kaldım. Babamla muhasebecimiz
beni hastaneye götürürlerken öleceğimi düşündüm, buz
gibi olmuştu vücudum kan kaybetmekten. Üç ay kolum
sargılı gezdim.” Faik Bey ya batacağı ya çıkacağı riskli bir
işe tüm sezgileri, öngörüsü ve cesareti ile girişir. Babası da
onu maddi ve manevi olarak destekler. Bunun sonucunda
240 m boyunda 33 m eninde 6 bin grostonluk Anadolu
Koparan gemisi denizlere açılır ve 10 yıl boyunca çalışır.
	 Ticaret hayatı iniş ve çıkışlarla otomotiv, inşaat,
turizm ve pazarlama işleri ile 2000 yılına dek sürer. Baba-
sının vefat etmesi ile Faik Bey ticaret hayatında yalnız ka-
lır. Kriz vardır. Cesaret edemez yola devam etmeye. 2002
yılında iş hayatını tamamen bırakarak artık özel işleri ile
meşgul olur.
Evliliği ve Çocukları
	 Kitabın bu bölümü de çok özel bilgiler ve içten
anlatımlarla bezenmiş. En çok dikkat çeken anlatımların
başında Faik Bey’in Ernur Hanımefendi ile karşılaşmaları
ve isteme merasimlerinin geldiğini söyleyebiliriz. Faik
Bey, Ernur Hanım’ı ilk gördüğü an vurulur. Faik Bey
o anı şöyle anlatıyor:” Kadıköy Mühürdar Caddesi’nde
oturuyordum bir gün. Baktım iki kız bir erkek geçiyor
önümden. Kızlardan birinin saçları sapsarı beline kadar
uzanıyor. Kim bu yahu, dedim. İşe de geç kalmıştım o
gün. Ama bir ümitle beklemeye karar verdim. Bir kez
daha geçtiler önümden, ben de takip ettim. Tesadüfün
böylesi… Aynı mahallede oturuyormuşuz.”
	 Faik Bey durumu babasına anlatır. Derhal Ernur
Hanım’ı istemeye giderler. Fakat Ernur Hanım’ın saygıde-
ğer babası Enver Bey kızını vermez. Bu durum Faik Bey’e
büyük bir şok yaşatır. Fakat aşkından da asla vazgeçmez.
Ernur Hanım’ı üçüncü kez istemeye gittiklerinde mura-
dına erer. 19 Aralık 1970’te evlenirler. Sinem ve Hande is-
minde iki kızları olur. Faik Bey eşini şu sözlerle anlatıyor:”
Eğer başkaları olsa belki Ernur’u görmez, bu mutluluğu
tadamazdım. Ernur Hanım her zaman güvenebileceğim,
başımı asla öne eğmeyen, hanımefendiliği ile, duruşu
ile, sevgisi ile her daim minnet duyduğum bir insandır.”
50 yıllık evliliğin sırrını sabır, güven ve doğruluk söz-
cükleriyle açıklıyor. Ernur Koparan ise evliliğini ve Faik
Bey’i “İyi günde, kötü günde hiç bırakmadık ellerimizi.
Her zaman iyi bir baba, iyi bir eş oldun bana hayatımda.
Yarım asır beraber yan yana yürüdük. Çocuklarımızı en
iyi şekilde büyüttük, evlendirdik. Torunlarımızı görmek
nasip oldu bize. Kocaman yüreğin ile iyi ki başımızdasın,
iyi ki benim biricik eşimsin. Seninle her zaman gurur
duydum. Seni çok seviyorum.” sözleriyle anlatıyor.
Gençlik günlerinde Ernur Koparan
Faik Koparan'ın İlham Aldığı ve Sevdiği Sözlerden
Bazıları
•	 “Zor bir iş zamanında yapmamız gerekip de yapmadı-
ğımız kolay işlerin birleşmesiyle oluşur”. (Henry Ford)
•	 “Yapılmış küçük işler, planlanmış büyük işlerden
daha iyidir”. (Nathaniel Emmons)
•	 “Rüzgârın yönünü tayin edemeyiz ama geminin yö-
nünü değiştirebiliriz”. (Enaca)
•	 “Uçurtmalar rüzgâr kuvvetiyle değil kuvvete karşı
uçtukları için yükselirler”. (William Churchill)
•	 “Yapabilirler çünkü yapabileceklerini düşünüyorlar”.
(Virgil)
•	 “Bir milletin büyüklüğü, nüfusunun çokluğu ile değil
akıllı ve fazilet sahibi adamlarının sayısı ile belli olur”.
(Victor Hugo)
•	 “Başarının formülü yoktur ama başarısızlığın vardır.
Herkesi memnun etmeye çalışmak”.( N. Ray)
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 9BEGONVİL
FAİK KOPARAN
•	 “Yapılırken heyecan duyulmayan işler başarılamaz”.
(Emerson)
Gençlere Tavsiyeler
•	 Çok çalışın. Yüksek eğitiminizi muhakkak tamam-
layın, yabancı dil öğrenmeyi ihmal etmeyin, fuarla-
ra, seminerlere katılarak sürekli güncel olanı takip
ederek kendinizi geliştirmeye çalışın.
•	 Tutumlu ve gözü tok olun. Gerçekten ihtiyacınız yok-
sa en son çıkan telefona sahip olmayın. Paranın çok
zor kazanıldığının farkında olun ki sıkıntıya düşme-
yesiniz.
•	 Her gün bir önceki günden bir adım ilerde olmaya
çalışın. Öğrenmenin sonu yoktur, ‘Ben en iyisini bili-
rim!’ yanlışına düşmeyin.
•	 İnsanlara yardım edin ve onlara güvenin. Bu sayede
yardım istemenin kötü bir şey olmadığını da öğrenir-
siniz.
•	 Sağlığınıza özen gösterin. Muhakkak bir spor dalı ile
ilgilenin.
•	 Sosyal olun, yeni insanlarla tanışın. Bu yalnızca size
iş yaşamınızda artı katmaz. Farklı hayatlardan örnek
alabileceğiniz pek çok şey bulursunuz.
•	 Kendinize inanın, güvenin. Her zaman başarılı olmak
zorunda değilsiniz, unutmayın.
•	 Zamanı asla geri alamayacağınızı unutmayın. Dakik
olun.
•	 Ana baba duası almaya çalışın. Bir gün onları kay-
bedeceksiniz ve arkalarından keşke dememek için
elinizden gelen bütün iyiliği yapın.
Hayır İşleri
	 Faik Koparan hayatı boyunca kazandığı paraları
yalnızca kendine ve evlatlarına saklamamıştır. Paylaş-
mayı, yardımlaşmayı çok seven, paylaştıkça mutlu olan
bir insandır. Bu ülkede bu ülkenin yurttaşlarıyla kazan-
dıklarını yine çok sevdiği ülkesi ve milleti ile paylaşmayı
bilmiştir. Bunun en büyük kanıtı ise yaptıklarıdır.
Hayır işlerinden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
•	 Kadriye-Mehmet Koparan İlkokulu, İstanbul
•	 Kadriye-Faik Koparan İlkokulu, İstanbul
•	 Ataşehir Özel Eğitim Mesleki Eğitim Merkezi iç do-
nanımı, İstanbul
•	 Nevşehir Koparan Camii, Nevşehir
•	 İki adet suyu kuyusu, Çad, Afrika
	 Kitabın son bölümü ise yakınlarının Faik Kopa-
ran hakkındaki düşünceleriyle ve birbirinden özel fotoğ-
raflarla süslenmiş.
	 Sayın Faik Koparan'a, onun sevdiği hitapla söy-
lersek Faik Amca'mıza, okulumuz öğrenci ve öğretmen-
leri olarak okulumuzun ülkemiz için sonsuza dek sevgi,
güzellik ve aydınlık üretmesi dilekleriyle şükranlarımızı
sunuyoruz.					
				 Adnan USLU
				 Türkçe Öğretmeni
	
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından Faik Koparan’a
verilen şükran plaketi
		
		
	ERNUR-FAİK KOPARAN
Sordu minik çocuklar,
“Güneş ve yıldızlar mıdır
Dünya’yı aydınlatan?”
“Eğitim var en önde!”
Dedi Ernur Koparan
	
Sordu minik çocuklar,
“Çok gezen mi çok okuyan mı
Başarılı hayatta?”
“Çok çalışan, çok çalışan.”
Dedi Faik Koparan
Sordu minik çocuklar,
“Bir damla su insandan
Nasıl derya olunur?”
Gözleri göğe bakarak
“Mutlu olur varlığını
Sevgiyle paylaşan”
Dedi Ernur-Faik Koparan
Dedi ki minik çocuklar,
“Bir harf öğretene,
Kırk yıl köle olunur.”
Tebessümle bakarak “İşte gelecek nesil!”
Dedi Ernur-Faik Koparan
Eylül AKSOY 8/A
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 10BEGONVİL
15 TEMMUZ MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİK GÜNÜ
ŞEHİTOĞLU ŞEHİT
	 Nihal Olçok, o kara, karanlık gecede bir kadının
yaşayabileceği en büyük acıları yaşadı. FETÖ’cüler o gece
hem eşini hem de ‘en derinim’ diye tarif ettiği oğlunu
şehit ettiler. Eşi Erol Olçok ve oğlu Abdullah Tayip Olçok,
15 Temmuz Darbe Girişimi sırasında darbecilere karşı
koymak için çıktıkları 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nde
(eski adıyla Boğaziçi Köprüsü) şehadet şerbetini içtiler.
Nihal Olçok ‘Şehitoğlu Şehit’ kitabıyla 15 Temmuz’un
unutulmaz kahramanlarından olan eşi Erol Olçok ve oğlu
Abdullah Tayyip’i bize anlatıyor. Kitabı
neden yazdığını ise önsözde şu şekilde açık-
lıyor:” Erol Olçok, tanınmış bir iş adamı ve
reklamcıydı. Oğlum Abdullah Tayyip henüz
çok genç 16’sında pırıl pırıl bir delikanlıydı.
İkisi birlikte, yan yana, birbirinin kolların-
da şehit oldular. 15 Temmuz gecesi madem
tarihi bir gecedir, bu ülkenin tarihine
geçmiştir, o gecenin kahramanlarının ve
şehitlerinin hikâyesine ışık tutmak da tarihe
ışık tutmak anlamına gelir. Siz bu kitaba o
gözle bakabilirsiniz. Ama ben yine de o ka-
dar büyük konuşmayacağım. Bir anne gibi
kalbimin üstünde konuşacağım.”
	 Nihal Olçok, kitabında eşiyle nasıl
tanıştığını, nasıl bir evlilik yaşadıklarını, üç
oğlunun dünyaya gelişini ve en büyük oğlu
Abdullah Tayyip’in onda bıraktığı izleri ay-
rıntılarıyla ve tüm samimiyetiyle anlatıyor.
Olaylar yaşanmadan önceki aile saadetini
ve eşine duyduğu aşkı şu satırlar özetliyor:”
Ben mutluydum. Yaşanan her şeyi çıkardık-
tan sonra, herkes gittikten ve evde yalnız kaldıktan sonra
kendimle baş başa kendimi dinlediğim sırada… Ve sonra
yeniden yaşanan günlük olayların içine döndüğümde,
işte, arabada, misafirlikte, annemle telefonda görüşür-
ken… Aşkı ve mutluluğu hiç aklıma getirmediğim günlük
itiş kakışlar arasında bile âşık ve mutluydum.”
	 Nihal Olçok, eşinin karakteri hakkında da şu
satırları kaleme alıyor:”Güçlü sezgisi ile sorun alanlarını
önceden fark eder, soğukkanlılığı ile kriz zamanlarını çok
iyi yönetirdi. Feraseti ile olayların gideceği yönü görebilir,
etkileyici hitabeti ile ekibini ikna eder ve doğru yönde
ilerlemelerini sağlardı. Bu yeteneklerini sadece iş hayatın-
da değil, sosyal hayatında da sevdikleri için, dostları için
kullanır, her durumda onlara faydalı olmaya çalışırdı.”
	 Kitapta yakın arkadaşlarının Erol Olçok hak-
kındaki duygu ve düşüncelerine de yer verilmiş. Erol
Olçok’un en yakın arkadaşlarından Hüseyin Besli şehidi
şöyle anlatıyor:” Kişi yaşadığı gibi ölür, denir. Erol Olçok,
namluya sürülmüş bir fişek gibi yaşadı… Her an patlama
ya hazır vaziyette. Ve o an geldi. Namludaki fişek patladı.
Eylem adamı Erol Olçok, kutlu bir eylemin ön safında
can verdi. O şimdi artık bir yed-i beyza gibi bir özgürlük
meselesi olarak ‘yaşamaya’ devam edecek.”
	
	 Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdo-
ğan da şehidin cenazesinde şu konuşmayı yapıyor: “Erol
Olçok ve oğlu Abdullah Tayyip, şehadetleri çok yakın-
dan tanıdığım insanlar olmaları hasebiyle beni ve ailemi
ayrıca etkilemiş ve üzmüştür. Bir taraftan sevindirmiştir.
Ailemde ‘Allah bize böyle bir şehadet nasip etsin.’ diyenler
olmuştur. Zira şehadeti, onun inceliğini anlayanlar, öyle
şehadet anı görürler ki ‘Acaba Rabbim bize de böyle bir
şehadet nasip edecek mi?’ diye hayıflanırlar. Rabbim bize
bunu nasip etsin. Cenaze namazlarına bizzat katıldığım
bu kardeşlerime tüm şehitlerimizle birlikte Allah’tan
rahmet diliyorum.”
		 Kitabın Abdullah Tayyip ile ilgili
bölümüne geçtiğinizde ise satırların titre-
diğini görebiliyorsunuz. Bir annenin acılı
yüreğini duyumsayabiliyorsunuz. Göz
yaşlarının nemi ve sıcaklığı sözcüklerin
üzerinde hâlâ. Nihal Olçok, bu bölümü
ve oğlu Abdullah Tayyip’i ‘en derinim’
sözcükleriyle tarif ediyor. Hamileliğinden
doğuma, bebeklikten şehadetine kadar
oğlu Abdullah Tayyip’in tüm hikâyesini
anlatıyor bizlere. Biricik oğlunun şeha-
detiyle ilgili ise şu sözcükler dökülüyor
kaleminden:” Şehit annelerine sorun:
Oğlunuzun haberini (şehadet haberlerinin
basında yer alması üzerine) böyle okudu-
ğunuzda sizde gurur mu, yoksa keder mi
ağır basar? Size verecekleri cevap üze-
rinde çok oyalanmayın; çünkü ne cevap
verirlerse versinler, hissettiklerinden eksik
kalır. Belki de en doğrusu şudur: Annelere
oğlunuz şehit olsun mu diye sorulmaz.
Diyemezler ki olsun, ama Allah oğullarına şehitlik nasip
ettiğinde elbette onun gururunu duyarlar. Acıyla karışık
bir gururdur bu. Acı ne kadar derinse gurur da o kadar
yüksektir."
	
					Adnan USLU
				 Türkçe Öğretmeni
	“Köprüye bak-
tığım zaman tankların
peşinden bir kişi çıktı.
Subay şapkalıydı. Erbaş
değildi. Subay olduğu
belliydi. Ve ağır makina-
lıyla insanları taramaya
başladı. İşte Erol Olçok’u
öldüren o subaydı. Çünkü
oradaki askerler, inanın ki
ateş etmek istemiyorlardı.
İlk ateşin başlangıcını da o
subay yaptı.Onların Türk
askeri olduğuna inanmı-
yorum. Onlar içimizdeki
yılanlar. İçimizdeki düş-
manlar.”
ALİHAN
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 11BEGONVİL
BENİM NAÇİZ VÜCUDUM
ELBET BİR GÜN TOPRAK OLACAKTIR.
FAKAT TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLELEBET
PAYİDAR KALACAKTIR.
15 TEMMUZ DESTANI
Bir 15 Temmuz gecesi,
Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır dedik,
Yüreklerde iman, dillerde Allahuekber sesi,
Biz bu vatan uğruna ölmeyi sevdik.
Bismillah deyip çıktık meydanlara,
Dua edip sarıldık kan kırmızı bayraklara,
Üstünde yer yoksa altında da yatarız,
Ama kimseler dokunamaz bu güzelim topraklara!
Göğsümüzü siper ettik, dikildik alçakların karşısına,
Tankların altına yatıp, sapan sıktık FETÖ16 ' lara,
Işte biz vatan uğruna böyle delirenlerdeniz,
Bilmeyenler baksın Türk'ün tarih sayfalarına!
Ne yaptılarsa olmadı başaramadılar,
Bu aziz milletin önünde duramadılar,
Biz çılgın Türkleriz derken şaka yapmıyorduk,
Darbe diye gelenler, sonunda kaçacak delik bulamadılar.
İriydik, diriydik, birdik, beraberdik,
Vatan hainlerini bir bir yere serdik,
Biz öyle büyük bir milletiz ki,
Asırlardır bir öldük bin dirildik!
O gece büyük bir destan yazıldı,
Tüm dünyanın hafızasına kazındı,
Yedi düvel bir kez daha anladı ki,
Vatan Türk'ün canından da öte bir candı.
Biz Türk'üz Türk olmakla övünürüz,
Kutsalımızdır vatan, bayrak, ezan,
Onlara kastedenleri siler süpürürüz,
Çünkü biz Fath'iz çünkü biz Atatürk'üz!
Bekir ÖZGEN
Memur
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 12BEGONVİL
Likya Orkidesi (Ophrys Iycia)
	
Görünümü açısından eşsiz güzelliğe sahip orkide türle-
rinden olan Likya orkidesi sadece Antalya'nın Kaş bölge-
sinde yetişmektedir. Yetişmesi yıllar alan, boyu 60 cm'ye
kadar ulaşmaktadır. Likya orkidesi yetişkinliğe yaklaşık
10 ile 12 yıl arasında erişmektedir. İlk yaprağının açması
ise yaklaşık 5 yıl kadar sürmektedir. Nesli tükenmekte
olan bir türdür. Ülkemizde yaklaşık olarak 170 orkide
türü bulunmaktadır. Likya orkidesi de bunlardan biri. Bu
türün azalma nedeni ise doğadan aşırı miktarda toplan-
masıdır. Salep olarak bildiğimiz içeceğin ana maddesi,
orkidelerin köklerinin öğütülüp toz haline getirilmesi ile
yapılmaktadır. Likya orkideleri, diğer orkideler gibi salep
tozu elde etmek için doğadan toplanılıyor. Aşırı toplan-
ması da bu türün tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olma-
sına neden oluyor. Likya orkidelerini korumak amacıyla
yürütülen proje kapsamında, orkidelerin yaşadığı alan
koruma altına alınmış. Alan çitlerle çevrilerek hayvanla-
rın burada otlamaları ve orkidelerin toplanmaları en-
gellenmiştir. Ayrıca bölge halkı Likya orkidesi hakkında
bilgilendirilmiş ve bitkinin tohumları Türkiye Tohum
Gen Bankasında koruma altına alınmıştır.
Çan Çiçeği (Campanula)
	
Çan çiçeği, campanula bitki ailesinin üyelerindendir ve
genel olarak kısa ömre sahiptirler. Bu bitki genel olarak
tek ya da iki yıllık bir ömre sahiptir. İsmi ise çiçeğin fizik-
sel yapısından gelmektedir. Çan şekline sahip olduğu için
çan çiçeği denir. Halk arasında boru çiçeği olarak bilinir.
Çan çiçeği boy olarak ise 40 ile 100 milimetre arasında
boylara sahip olur. Genellikle yetiştiği alanlar boş tarlalar
ve yol kenarlarıdır.
Kum zambağı (Pancratium maritimum)
	 	
	 Kum zambağı (Pancratium maritimum) soğanlı
bitkilerdendir. Doğada sadece deniz kıyısı kumsallarında
görülür. Sanılanın aksine, kumdan ve deniz suyundan
beslenmez. Kökleri 2 metreye yakın uzunlukta yer altına
uzanır. Güzel kokuludur. En çok geceleri koku salar.
Herkesin hayran olup çok güzel bulduğu kokusunu bazı
insanlar ağır bulur. Endemik ve nesli tehlike altında olan
bir türdür. Bilinçsiz sahil kullanımı ve kökleyip götürenler
yüzünden bu çiçekler yok olma tehdidiyle karşı karşıya.
Koruma altındaki kum zambaklarını koparanlara 38 bin
751 lira para cezası kesiliyor.
ARAŞTIRMA
ANTALYA'NIN ÇİÇEKLERİ
Hayatımızı renklendiren ve mutlu insanların
yüzünde açan bir tonurcuktur çiçek. Çiçekler
bizim için bir arkadaş, bir dost daha da ileri gidersek
bir kardeş gibidir. Çiçeklerimle yalnız kaldığım zaman
üzüntümü, mutluluğumu, sevincimi, sırlarımı anlatı-
rım onlara. Çiçekler benim sırdaşımdır. 	
	 Çiçekler benim enerji kaynağımdır. Kokula-
rını içime çektiğimde tüm olumsuzlukları unutuyor
onlar gibi tazecik oluyorum. Çiçeksiz bir hayat benim
için çürümek demektir. Dünyanın çiçekler olmadan
güzel bir yer olması hatta var olması imkansızdır.
Sizce de öyle değil mi? Çiçekler olmasaydı arılar ne
yapardı? Arılar olmasaydı bitkiler nasıl ürerdi? Çiçek,
yaşamın özüdür. Çiçek olmasaydı bizler de olmazdık.
O renk renk, küçücük, narin ve kırılgan bitkilerin
yaşamın kaynağı olması ne tuhaf değil mi? Aynı
zamanda güzellikleri, incelikleri ile de sanki bize bir
mesaj vermek ister gibidirler: “Ey İnsanoğlu yaşamak
istiyorsan sen de etrafına güzellik, incelik saç. Kavga-
lar, savaşlar hep kabalıktan ve çirkinlikten gelir. Güzeli
ara, ince ve hoş kokulu ol!” der gibidirler. Mevlana’nın
da dediği gibi: “Sen çiçek olup etrafa gülücükler saç-
maya söz ver. Toprak olup seni başının üstünde taşıyan
bulunur.” Çiçekler dünyamızın gülme şeklidir, diye bir
söz okumuştum. Çiçekleri sevelim, koruyalım. Dün-
yamızın gülen yüzünü soldurmayalım, diyor ve sizler
için yaptığım araştırmayı sunuyorum:
	 Bilimcilerin tahminine göre dünyada 400 bin
çiçek türü var. Üstelik çiçeklerin çoğu hala tanımlan-
mış değil. Yani dünyada 400 binden fazla çiçek olma
olasılığı % 99. Antalya’mızda ise 840 kadar endemik
bitki türüne rastlanmış. İşte hem onlardan bazıları
hem de Antalya’nın cadde, sokak ve evlerini süsleyen
birbirinden güzel çiçeklerimiz:
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 13BEGONVİL
Şakayık
	
	 Expo 2016'nın sembol çiçeği ilan edilen şakayığın
Hisarçandır bölgesinde doğal yayılış alanı bulunuyor.
Bu alan koruma altına alınmış durumda. Şakayık gülü
çok yıllık, otsu ve yumruk köklü bir bitki. Bir metreye
kadar boylanabilen Türk şakayığı, Antalya, Burdur ve
Denizli`ye yayılmış. Yüksekleri seven, 1500 metrelerde
yaşayan bir bitki. Orman altı ve orman açıklıklarının
dışında kireç kayalığı yamaçlarını da kendine mesken
edinmiş. Çiçeklenmeye 4-5 yaşlarında başlayan ve uzun
yıllar sürgün sayısı artarak büyüyerek çiçek açan şakayık
gülünün çiçeklenme dönemi mart-nisan ayları. Halk
dilinde 'Ayı Gülü' kimi yerlerde de 'Orman Gülü' deniyor-
muş.
Begonvil
	 	
	 	
	 Antalya'nın bahçelerinde en çok karşımıza çıkan
çiçeklerden birisi de begonvildir. Dergimze de adını veren
begonvilin Antalya'da sarıp sarmalamadığı bahçe kapısı
yok gibidir. Begonvil, 10-15 metre yükseklere tırman-
abilen sarmaşık türü veya daha zayıf ve saksı gibi toprak
azlığında bodur ağaççık şeklinde gelişen bir süs ağacıdır.
Çabuk büyüyüp bol bol çiçek açmasıyla sevilen bir Ak-
deniz bitkisidir. Esas anayurdu Güney Amerika kıtasının
orta ve kuzey tropikal kesimleridir. Begonvil, çabuk
büyüdüğü, 23 – 35°C derece sıcaklara dayanıklı olduğu ve
susuzluğa dayanıklı olduğu için Akdeniz kıyı kesimlerine
çok iyi uyum sağlar. Genelde pembe, leylak mor, daha
nadiren kırmızı, beyaz, sarı renklerde olabilir. Çiçek şek-
linde farklılaşmış yapraklarla çevrilidir. Dalında kuruduğu
zaman bile kağıtsı yapısı ile bir süre daha rengini koruma-
ya devam eden çiçek yaprakları vardır.
Akşamsefası (Gecesefası)
	
	
	
	
	
	
	 Evlerimizin bahçelerinde en çok karşılaştığımız
bir diğer çiçek de akşamsefasıdır. Çiçekleri akşamları
açılıp sabahleyin kapanan bir süs bitkisidir. Benzeri olan
kahkaha çiçeği ise gündüzleri açıp geceleyin kapanır;
bunun için ona da gündüzsefası denir.Akşamsefası sık
dallı bir bitkidir, 60-70 santim kadar yükselir. Çiçekleri
beyazdan kırmızıya, sarıdan mora kadar çeşitli renkte
olur. Yaz ortasından sonbahara kadar çiçek açar, soğuğa
dayanıklı bir bitkidir, kışın da açıkta kalabilir.
Yasemin
	 	
	 	
		 Geldik kokusuyla herkesi kendine çeken
büyüleyici güzellikteki benim favori çiçeğime. Onu bahçe
duvarlarını ve çitleri sarıp samalamış bir durumda An-
talya'nın birçok yerinde görebilirsiniz. Kokusu sizi me-
trelerce uzaktan kendine çeker. Akşam yürüyüşlerimizin
neşesidir. Yasemin çiçeği, zeytingiller (Oleaceae) fami-
lyasının Jasminum cinsinden 300 kadar tropik ve astropik
çalımsı bitki türünün ortak adıdır. Yasemin türlerinin
çoğu tırmanıcı yapıdadır. Genellikle iki ya da daha çok
sayıda yaprakçıktan oluşan bileşik yaprakları vardır. Her
zaman yeşil olan cinsi olduğu gibi sadece yaz aylarında
yeşil olan cinsi de bulunmaktadır. Sahip olduğu habitatı
dağınık ya da seyrektir. Yasemin sıcaklığa iyi dayanabilen
bir bitkidir. Fakat 0 derecenin altına düşen sıcaklıklara
dayanamamaktadır. Şubat aylarında meydana gelmekte
olan hafif gece donları çiçeğe zarar verebilmektedir.
	 Helin EKİNCİ
	8/D
ARAŞTIRMA
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 14BEGONVİL
erasmus GÜNLÜKLERİ
3C ILE ÖĞRENME
O
kulumuzun Erasmus+ Projesinin 3. Hare-
ketlilik ziyareti 4-8 Kasım 2019 tarihleri
arasında Polonya’nın Puchaczów kasabasına
düzenlendi. 3 öğretmen ve 6 öğrencinin katıldığı
ziyarettte hem kültürel faaliyetlerde hem de proje
kapsamında bilgilendirme etkinliklerinde bulunuldu.
Hareketliliğin asıl amacı bütün katılımcı öğretmenler
ve öğrenciler ile yerel bir radyo ve televizyon ziya-
reti yapılması ve buarada dijital kaynakların insan
hayatına nasıl aktarıldığına dair ayrıntılı bilgiler
edinmekti.Aynı zamanda bütün katılımcılara rad-
yo yayıncılığında büyük bir önem taşıyan Podcast
yayını üzerine bir eğitim verildi.Yapılan bu eğitim
ile beraber Antalya’ya dönüşte TRT Antalya Radyo
ve Televizyonu’na bir ziyaret düzenlenmiş ve burada
öğrenciler ile bir örnek kayıt yapılmıştır. Polonya’da
geçirilen süre zarfında katılımcı 4 ülkenin öğretmen-
leri ve öğrencileri ile farklı konularda sohbet edilmiş
olup, kültürler, gelenekler ,bayramlar, okullar, aile-
ler ve eğitim sistemleri hakkında sohbetler edildi.
Geçirilen 4 günlük ziyaret süresinde öğrencilerimizin
uyum sağlamakta hiç zorlanmadıkları ve ortama
çok çabuk adapte olabildikleri gözlemlenmiştir.Aynı
zamanda öğrencilerimizin bu kısa süre zarfında çok
çabuk dostluk kurabiledikleri ve sosyal becerilerinin
fazlası ile gelişmiş olduğu görülmüştür.Bunun gibi
deneyimlerin öğrencilerimizin kişisel gelişimlerinde
ve özellikle geleceğe dair hedef koymada çok yararlı
olduğu ve aslında öğrencilerimizin özgüvenlerinin
beklenenden çok daha yüksek olduğunun farkına
varılmıştır. Umarım ki bu gezi ile öğrencilerimizin
hayatlarında bir kelebek etkisi oluşturup ufuklarını
biraz daha genişletebilmişizdir.
		 Bugüne kadar öğrenci ve öğretmenle-
rimiz Proje kapsamında İngiltere, Letonya ve Polonya
gezilerini gerçekleştirdi. Dergimzin bu sayısında sözü
Polonya'yı ziyaret eden öğrencilerimize bırakıyoruz.
Havin Pilatin
8/E
	 Uçaktan indiğim anda içimi bir heyecan
sarmıştı. Yolculuğum gayet iyi geçmişti. Yolculukta
pek uyuyamasam da, diğer arkadaşlarımın aksine,
kendimi yorgun hissetmiyordum. Henüz havaalanın-
dayken sıcaklık farkını fazlasıyla hissetmiştim. Hepi-
miz misafiri olacağımız ailelerle bir an önce tanışmak
istiyorduk. Bizi kalacağımız yere götürecek otobüslere
binip yola koyulduk.
	 Yolda en çok dikkatimi çeken evlerdi. Tıpkı
filmlerdeki gibi bahçeli küçük evler. Saat 18.00 gibi
ailelerin yanına vardık (Tabi onlar bizden iki saat
geridelerdi.) O gün herkes misafir olacağı ailelerle
tanıştı. Günün geri kalanını dinlenerek geçirdik.
	 Her geçen gün daha fazla şey öğreniyordum.
Özellikle yabancı dilim fark edilir bir biçimde ilerle-
me kaydetmişti. Polonyalı öğrencilerle iletişim kur-
mak düşündüğüm kadar zor olmadı. Öğrenciler çok
sıcakkanlılardı. Onlarla ilk karşılaşmamız olmasına
karşın bize gösterdikleri ilgi müthişti. Orada kaldı-
ğımız süre boyunca bize karşı çok yardımsever ve
misafirperverlerdi.
	 Ayrılma günü geldiğinde hepimizde buruk
bir mutluluk vardı. Mutluluğumuzun sebebi, tabii ki,
ülkemize ve ailelerimize dönüyor olmamızdı. Ora-
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 15BEGONVİL
erasmus GÜNLÜKLERİ
daki dostlarımızdan ayrılmanın yaşattığı hüzün
de gözlerimizden okunuyordu. Fakat mesafeler
arkadaşlığımıza engel değil. Orada geçirdiğim o
kısa ama dolu dolu günleri asla unutmayacağım.
Muhteşem bir deneyimdi.
Berfin Kolakan
	 Arkadaşlarım ve öğretmenlerimle birlikte
böyle uzun bir yolculuğa çıkmak çok keyifli ve he-
yecan vericiydi. Yolculuk uzundu, ama çok eğlen-
celiydi. Bizi Peter öğretmen çok güzel karşıladı ve
misafiri olacağımız ailelerle tanıştırdı. Ev sahipleri
ile çok iyi anlaştık, kaynaştık.
	 Kahvaltıdan sonra okula gittik ve proje-
mizi sunduk. Okulu gezdik. Bizim için hazırlanan
barberkü partisine gittik. Bizim için hazırlanan
yiyecek ve içeceklerle güzel bir gün geçirdik. Son-
raki günlerde bizi bir göl kenarına götürdüler. Hava
biraz serindi, ama çok güzel kareler yakaladım.
Lublin radyo istasyonunu ziyaret ettik. Radyo ve te-
levizyonculukla ilgili bilgiler aldık. Arkadaşlarımla
birlikte şarkı söyledik. Yürüyüşler, Lublin gezisi,
kültürel mekanlar, AVM’ler derken beş günlük süre
göz açıp kapayana kadar geçti. Çok eğlendik. Çok
öğrendik. Farklı kültürden, farklı dillerden insan-
larla tanışmak, onlarla bilgi alışverişinde bulunmak
bu kısacık sürede ufkumuzu açtı. Asla unutamaya-
cağımız bir deneyim oldu
Ömer Faruk Tuna
	 Polonya gezimizi birkaç ifadeyle özetlemem
gerekirse büyüleyici bir göl, sıcakkanlı insanlar,
okuldaki animasyonlar, tarihi mekanlar, radyo
istasyonu, mangal partisi ve ekmek üstü soğan
diyebilirim. Bambaşka bir ülkede yeni arkadaşlarla
yepyeni bilgiler öğrenerek masal gibi günler geçir-
dik. Anlaşmak ve kaynaşmak için uzaklığın önemli
olmadığını anladım. Yabancı dilimizi geliştirerek ve
içten duygularla iletişim kurarak tüm uzaklıkların
yakın olabileceğini anladım.
	
	 2013-2015 yılında
yaptığımız Comeius Pro-
jesi “Europe’s Got Talent”
öğrencilerimizden 13 kişi
ile yurtdışı hareketliliği
yaşama fırsatı sağladı. Bu
gibi fırsatların öğrenci-
lerin hayatında dönüm
noktaları oluşturabildik-
lerini deneyimledim.Hem karakterlerinin şekillen-
mesinde hem de öğrenim hayatlarını yönlendirme
konusunda pozitif bir etkisini olduğunu düşünüyo-
rum.Hem öğrencilerimiz hem de öğretmenlerimiz
7 farklı ülkeden gelen kişilerle bilgi paylaşımlarında
bulunarak farklı çevrelerde eğitim ve öğretimin
nasıl işlediğine dair fikir edinebildiler. Şahsen
öncelikle ilk proje deneyimimde öğretmenliği
sorgulayıp, gittiğim farklı ülkelerde dil eğitimlerinin
neden daha iyi olduğunu anlamak için kısa sürelide
olsa gözlemlerde bulundum. 7 farlı ülkede 7 farklı
milletten şu anda 7'den fazla kardeşim olduğunu
hissediyorum. Şuan yürütmekte olduğum Erasmus
Projesinde de öncelikli hedefimiz 22 tane öğrenci-
mizi ve 7 öğretmenimizi bu deneyimleri yaşatabil-
mek. Ancak hareketliliklerde bulunmayan öğrenci-
lerimize de bu deneyimleri farklı açılardan yaşatıp
projenin her aşamasında olmalarını sağlamaktır.
Umarım bu proje çocuklarımızın hayatlarında an-
lamlı bir farkındalık yaratabilir.
Sevda NACAR GÜZELCAN
İngilizce Öğretmeni
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 16BEGONVİL
29 ekim
OKULUMUZDA CUMHURİYET COŞKUSU
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 17BEGONVİL
29 ekim
CUMHURIYET
	 19 Mayıs 1919'da Atatürk'ün Samsun'a çıkarak Milli Mücadeleyi başlatıp, 29 Ekim 1923 tarihinde de
"Türk Milletinin karakterine ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir." diyerek ilan ettiği Cumhu-
riyet, Türk Milletine bırakılmış en büyük miras ve vazgeçilmez bir değerdir.
	 Cumhuriyet, milletin kendi kendisini yasama, yürütme ve yargı organları eliyle yönetmesidir. Bu yöne-
timde yurttaşların seçme ve seçilme hakkı vardır. Devlet yönetimi, sınıfların, kişilerin ailelerin, bir zümrenin eline
bırakılamaz. Milletin bütün bireyleri yönetime katılabilir ve söz sahibi olabilir. Çünkü cumhuriyet yönetiminde
bütün vatandaşlar eşit haklara sahiptir.
	 Cumhuriyetin en büyük erdemi, Türk toplumunu ulus olma bilincine kavuşturması ve bireyi yurttaş ko-
numuna yükseltmesidir. Yurttaşlık; ülkemiz vatandaşlarının din, dil, ırk ve düşünce ayrımı gözetmeksizin kanun
önünde eşitliği demektir. Yurttaşlık, ülkemizin tüm zenginliklerinden eşit miktarda pay alma, birlikte ve özgürce
yaşama kültürü demektir. Ulusumuz, Cumhuriyetle birlikte ulusal bir devletin, onurlu, özgürce düşünebilen ve eşit
haklara sahip yurttaşları haline gelmiş, devletin tek ve gerçek sahibi olmuştur.
	 Atatürk bu sebeple şöyle söylemiştir:” İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa
Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşe-
sinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil
ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyler içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz.
Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!” demiştir. Bu sebeple Atatürk:
“Cumhuriyet, demokratik idarenin tam ve mükemmel bir ifadesidir. Bu rejim, halkın gelişimini ve yükselişini
sağlayan, onlardan esirlik, soysuzluk, dalkavukluk hislerini uzaklaştıran bir yoldur.” demektedir. Bu sebeple Ata-
türk:” Cumhuriyet fazilettir.” demektedir.
	 Türkiye Cumhuriyeti laik ve demokratik anlayıştan taviz vermeden, Büyük Önder Mustafa Kemal Ata-
türk'ün çizdiği çağdaş uygarlık yolunda hızla ilerleyecektir. Buna hiçbir güç engel olamayacak ve Türkiye Cumhu-
riyeti Devleti sonsuza kadar yaşayacaktır. Yeter ki bizler Atatürk'ün mirası olan bilimsel ve akılcı yoldan ayrılma-
yalım. Son olarak Bayramımız kutlu olsun Nice 29 Ekimlere, diyor. Beni dinlediğiniz için sizlere teşekkür ediyor,
saygılarımı sunuyorum.
                                                                              	                                     Aslı AVŞAR BUCAKLI
	 	 	 	 	 	 	 	 	 Görsel Sanatlar Öğretmeni
	 	 	 	 	 	 	 	 	 (Cumhuriyet Bayramı Konuşması)
Ernur-Faik Koparan Ortaokulu Öğretmenleri
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 18BEGONVİL
DENEME
Mutlu Son
B
aşarısızlık, kişinin giriştiği bir işin yolunda
gitmemesidir. Başarısızlık, insana acı veren bir
durumdur. Hele de yoğun bir emek ve çalış-
maya rağmen başarısız olmuşsak daha büyük bir acı
hissederiz. Bunun sonucundaki hayal kırıklığı bizi
her şeyden ve herkesten soğutur, mutsuz
eder. Peki ya başarı nedir? Başarılı olmak
herkes için farklı anlamlar taşır. Kimi
için sınavları geçmek, takdir belgesi
almak, kimi için bir spor dalında
başarılı olmak, kimi için de çok
para kazanmak olabilir. Öğrenci
için okulu bitirmek, çalışan için
terfi etmek, anne için hayırlı evlat-
lar yetiştirmek, müdür için şirketi
büyütmek vs.
	
	 İnsan, amaçlarına ulaşıp başarılı
olduğunda ise kendisini mutlu hisseder. Bura-
dan “Başarmak mutluluktur.” sonucunu çıkarabi-
liriz. Bence durum bunun tam tersidir. Mutluluk,
başarmaktır. Eğer amaçlarımıza ulaşmışsak işlerimiz
yolunda gitmiş, elimizi attığımız işte herkes tarafın-
dan beğenilip takdir görmüşsek kendimizi başarılı
sayıyoruz ve bunun sonu-
cunda da mutlu oluyoruz.
Yani ulaşmak istediğimiz
sonuç, başarılı olmak değil;
mutlu olmaktır. Herkesin
hayatında başarısızlıklar
olmuştur, olmaya da devam
etmektedir. Bence mutlu
insan başarılı insan değil-
dir. Mutlu insan başarısız-
lıklarına rağmen yolunda
yılmadan yürüyen ve asıl
olarak yürüdüğü yoldan
mutlu olan insandır.
	
	 Geçmişten günümü-
ze büyük başarılar elde etmiş kişilerin de başarısızlığı
olmuştur. Örneğin Edison icatlarını yapmaya çalışır-
ken yüzlerce defa başarısız olmuş. Peki ya Graham
Bell acaba kaçıncı denemede telefonu icat etmiştir?
Henry Ford “Başarısızlık daha zekice başlama fırsa-
tından başka bir şey değildir.” diyerek bize başarısız-
lığımızdan dolayı pes etmememizi, başarısızlığımızı
başarıya çevirmeyi öğrenmemizi öğütlemiş. Büyük
başarılara imza atmış sporcu, sanatçı ve bilimcile-
rin bu başarıları büyük çalışmalar sonucunda elde
ettiği kesinlikle doğrudur. Büyük buluşların büyük
çalışmalar ve sayısız denemeler sonucu ortaya çıktığı
inkâr edilemez. Fakat bence bu büyük insanların bu
başarılarındaki en büyük etken büyük buluşlardan
önce mutluluğu bulmuş olmalarıdır. Onların, başarı-
sızlıklarından ders çıkarıp başarıya ulaşmalarındaki
en büyük
güç; mutluluktur. Yaptığı işten mutlu olmayan bir
insanın başarılı olma olasılığı da yoktur. Bizi
tüm denemelerimize, çalışmalarımıza
rağmen başarısız olduğumuzda ayakta
tutacak olan şey, giriştiğimiz işe duydu-
ğumuz sevgi ve aşktır. Bu da mutluluk
demektir. Eğer yaptığımız işi sevmi-
yorsak mutlu olamayız, mutlu ola-
mazsak başarılı da olamayız. İşimizi
yaparken mutluluk duyuyorsak o işte
çalışmanın ta kendisi bizim mutluluk
kaynağımız ve yakıtımız ise hiçbir başa-
rısızlık bizi yolumuzdan çeviremez. Ben-
zinimiz asla bitmez. Hiçbir zaman yarı yolda
kalmayız ve hayal kırıklığına uğramayız. Hayal
kırıklığına uğramamızın en büyük sebebi başarıyı
mutluluk zannetmemizdir. Mutluluğu aramak yerine
başarılı olmak için hırs ve rekabet girdabında boş
yere kürek çekmek hayal kırıklığımızın asıl sebebidir.
	 Gün ışığı ve su gören bir ağaç
mutludur. O yüzden çiçeklerini
açar. Ağaçlara çiçek açması için
sadece su ve gün ışığı yeterlidir.
Doğadan, başka bir beklentileri
yoktur. İlkbahar güneşi onları
mutlu eder. Bu mutluluğu gözle-
rinizi onların çiçekleri ve yaprak-
ları üzerinde dikkatlice gezdi-
rirseniz görebilir, kulaklarınızı
yapraklarının hışırtısına verir-
seniz duyabilirsiniz. Sadece su
ve gün ışığı... Sonra mutluluk…
En sonunda da salkım salkım
meyveler, yemişler ve bereket. İşte
mutlu son budur.
Eylül Aksoy
8/A
(Erünal SBL Deneme Yarışması Mansiyon Ödülü)
İnsan,
amaçlarına ulaşıp
başarılı olduğunda ise
kendisini mutlu hisseder.
Buradan “Başarmak mut-
luluktur.” sonucunu çıkara-
biliriz. Bence durum bunun
tam tersidir. Mutluluk,
başarmaktır.
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 19BEGONVİL
FABL
Ağaçkakan ve Sincap
S
akin, huzurlu ve bir o kadar da yemyeşil bir orman. Ağaçkakan yine bir ağacın gövdesini gagalıyordu.
Açlıktan adeta bayılmak üzereydi. Gagaladığı ağaçların kabuklarının altında küçük böcekler arıyordu.
Sabahtan beri birçok ağacı gagalamıştı, ama boşuna. Hiç yemek bulamamıştı. Ağaçkakan son gagaladığı
ağacın da her yerini didik didik gagalarken gagaladığı ağaçtaki kovuktan aniden biri kafasını uzattı. Ağaçka-
kan avazı çıktığı kadar “Aaaa, imdaaaaat, öcüüüü!” diye bağırdı. Ağacın kovuğundan bir sincap çıktı.
Sincap:
-Ne bağırıyorsun ne öcüsü? Gözlerin kör mü senin? Sincabım ben sincap! Hiç sincap görmedin mi?
Ağaçkakan bağırmayı bıraktı ve sincaba:
-Neden öyle birdenbire çıktın? Çok korktum!
Sincap:
-Sabahtan beri ağacın her tarafını tak tak tak gagalıyorsun, uyuyamadım gitti senin yüzünden!
Ağaçkakan üste çıkmaya çalışarak:
-Ne yapayım, ben yemeklerimi ağaçta buluyorum! Üstelik çok açım, yiyecek bulmam lazım! Hem sen de ne
uyuyorsun gündüz vakti, bu saate kadar uyunur mu?
Sincap öfkeyle cevap verdi:
-Üzerime iyilik sağlık! Ne zaman uyuyup uyuyamayacağıma sen mi karar vereceksin? Ben sana şimdi haddini
bildiririm, diyerek topladığı ceviz ve fındıkları ağaçkakana doğru fırlattı.
Fındıklardan biri ağaçkakanın kafasına isabet etti. Öfkelenen ağaçkakan, gagasıyla yakaladığı bir cevizi
sincabın kafasına fırlattı. Aralarında müthiş bir kavga patlak verdi. Birbirlerine hem bağırıyor hem de bul-
dukları her şeyi birbirlerine fırlatıyorlardı. Bu hal böyle devam ederken sincap, ağacın gövdesinden yukarıya
doğru tırmanan yılanı fark edemedi. Ağaçkakan yılanın geldiğini gördü, ama artık öfkeden ve nefretten gözü
döndüğü için komşusunu uyarmadı. Yılan bir çırpıda sincabı yakaladı. Sincap yılanın çenesinden gövdesine
doğru yavaş yavaş aktı gitti ve yok oldu. Sincabın en son gördüğü şey ise ağaçkakanın arkasından hızla yak-
laşan bir gökdoğandı. O da öfkesinden ve nefretinden bunu ağaçkakana söylemedi. Ağaçkakanı pençeleriyle
kapan gökdoğan onu alıp gökyüzüne yükseldi.
	 Birbirlerine saygı ve sevgi göstermeyen bu iki orman sakininin sonu da bize ders olsun. Kavgaların
kaynağı sevgisizlik ve saygısızlıktır. Birbirimize sevgi ve saygı göstermezsek nefret hepimizi felakete sürükler.
Hacer SEVİLGEN
												 8/D
İLÜSTRASYON
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 20BEGONVİL
10 kasım
10 KASIM
10 Kasım günü gelince,
Saat dokuzu beş geçe,
Tüm ülkemizde sirenler,
Yüreklerde kederler.
Dolmabahçe, İstanbul,
Nerede olursan dur,
Ellerini koy yana,
Başla Atatürk’ü anmaya.
Getirdiler Atatürk’ü,
Ankara, Anıtkabir’e,
Her gün milyonlarca insan,
Koşuyor Atatürk’ü ziyarete.
10 Kasım'da neredeyseniz,
Saygı duruşunda bekleyiniz,
Ankara’ya giderseniz,
Anıtkabir’e uğramadan dönmeyiniz.
Eylül ÖZCAN
MUSTAFA KEMAL PAŞA
10 Kasım’da,
Yumdu gözlerini,
Dolmabahçe’de,
Mustafa Kemal Paşa.
Göz yaşlarımız döküldü,
Kalplerimiz kırıldı,
Hüzünlere boğulduk,
Mustafa Kemal Paşa.
Bir Vatan bırakmış,
Cennet gibi,
Çocuklar oynarmış,
Mustafa Kemal Paşa.
Severdi herkesi,
Hele ki çocukları,
Mutluluğumuzu düşündü,
Mustafa Kemal Paşa.
Kim sevmez Ata'yı ?
Özgürlüğümüzü koruyan,
Yurdumuzu kurtaran,
Mustafa Kemal Paşa.
Doyamadan vefat etti,
Kalbimizde yeri,
Bilsin onu ne kadar sevdiğimizi,
Mustafa Kemal Paşa.
Sude Nur ŞAHİN
5
ATA'YA MEKTUP
K
asvetli bir kasım sabahı. Gökyüzü bile sana
ağladı. Bizim sana
bugün de ağladığı-
mız gibi.
	 Gittin, içimiz
hep buruk kaldı Atam.
Gittin ama bize bıraktık-
larınla hala sana borçlu
olan bir millet, hala sana
minnet duyan ve seni
seven insanlar, bir ulus
bıraktın Ata'm. Senin adın
geçtiğinde saygı ve sevgi
duyan, senin yaptığın dev-
rimlerle, kahramanlıklarınla övünen, mutlu olan
nesiller; hala dimdik ayakta Ata'm. Sana duyulan bu
özlemle büyüyen biz gençler, seni hiç görmesek de
büyüklerimizden dinledikçe, bu millet için çektiğin
çileleri, gösterdiğin fedakarlıkları gördükçe, seni
okuyup seni öğrendikçe, seni hem özlüyor hem an-
lıyoruz Ata'm. Bugün de
yarın da bundan sonra
da ben ve bizler; senin
bıraktığın ışığın altında,
açtığın yolda, gösterdi-
ğin hedefe durmadan
yürüyeceğiz.
	 Seni anlatıp seni yaşa-
yıp senin gibi olacağız.
				
Hasan Batun EKİCİ
8/E
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 21BEGONVİL
10 kasım
10 KASIM PROGRAMIMIZDAN BAZI KARELER
10 Kasım Panosu
10 Kasım Oratoryosu Türküler
Atatürk Fotoğrafları Sergisi
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 22BEGONVİL
İHANETİN BEDELİ
T
ilki ile papağan, büyük ve güzel bir ormanda or-
manlar kralı aslanın en yakın yardımcıları olarak
huzur ve bolluk içinde yaşıyorlardı.
	 Tilki, aslana düşmanlarını yenmesinde yardımcı
oluyordu. Sivri zekâsı sayesinde aslanın düşmanlarını tu-
zağa düşürüyor, düşmanlar daha ne olduğunu anlamadan
onların alt edilmesini sağlıyordu. Gökyüzünde süzülen
papağan ise aslana tehlikeleri önceden haber veriyor,
aslanın avcılara ve düşmanlara karşı önlem almasını
sağlıyordu. Aslan da ülkenin adil bir biçimde yönetilme-
sini sağlıyordu. Orman
ahalisi aslanı çok seviyor
ve ona çok saygı duyu-
yordu. Yıllar böyle huzur
içinde geçip gidiyordu.
	 Herkes mutluluk
içinde yaşamaya devam
ederken tilkinin için-
de bir yerlerde hep bir
huzursuzluk vardı. Tilki
” Aslanın düşmanlarını
yenmesini ben sağlıyo-
rum, vergilerin adil bir
şekilde toplanmasını ben
sağlıyorum. Kısacası bu
ülkenin beyni benim.
Fakat orman ahalisi
aslanı daha çok sevi-
yor, ona daha çok saygı
duyuyor.” diye geçirdi
içinden. “Aslan yattığı yerden belli olur, demişler. Evet,
sürekli aynı yerde yatıp hiçbir iş yapmazsa yattığı yer tabi
ki belli olur!” diye ekledi. Kıskançlığına engel olamıyordu.
Günden güne artan kıskançlığı ve kibri giderek hasete
dönüştü. En sonunda “Bu ülkenin başına ben, orman
yönetiminin can damarı Büyük Tilki oturmalı. Aklım ve
bilgeliğimle bunu en çok ben hak ediyorum.” düşüncesi
tüm benliğini ele geçirdi.
	 Aslanı ortadan kaldırıp onun tahtına kurulma-
nın planlarını yapmaya başladı. Bunun için öncelikle
altın, yani büyük bir servet gerekiyordu. Bu servetle para
düşkünü ayıyı kendine muhafız başı olarak atayacak,
ondan kendisi için bir ordu kurmasını isteyecekti. İlk
iş olarak orman ahalisinden toplanan aylık vergileri on
altından on beşe çıkardı. Beş altını aslandan gizli kendi
amaçları için saklıyordu. Orman halkı bu duruma anlam
veremedi, ama aslanı çok sevdikleri ve ona sonsuz güven
duydukları için “Aslanın vardır bir bildiği.” diyerek bu
karara boyun eğdiler. Bir süre bu durum böyle devam
etti, tilkinin planları tıkır tıkır işliyordu. Bir gün aslanın
diğer yardımcısı papağan, tilkinin bu oyununu fark etti.
Tilki, yerin kulağı olduğunu biliyordu, ama gökyüzünün
gözünü ihmal etmişti. O an sonunun geldiğini düşündü.
Papağanın bu durumu aslana haber vereceğinden adı gibi
emindi. Fakat papağan doğruca aslanın yanına gitmek
yerine tilkinin yanına yanaştı. Ona bunu neden yaptığını
sordu. Tilki planını açıkça anlattı. İsterse bu ormanı bera-
ber yönetebileceklerini söyledi. Zaten yetenekleriyle bunu
en çok ikisinin hak ettiğini ballandıra ballandıra anlata-
rak papağanı da fikrine ortak etmeyi başardı. Papağan
artık onun suç ortağı olmuştu.
	 Papağan plana hızlı bir giriş yaptı. Planları için
toplanan beş altının yetersiz olduğunu ve planın bir an
önce gerçekleşmesi için daha çok altına ihtiyaçları oldu-
ğunu söyledi. Böylece topladıkları aylık vergileri aslandan
habersiz on beş altından
yirmiye çıkardılar. Orman
ahalisi bu duruma sessiz
kalmayıp bu kararı sorgu-
lamak istedi. Tilki artık
yalana ve kurnazlığa iyice
alışmıştı. Bunun aslanın
kararı olduğunu söyledi.
Orman halkı söylenerek
de olsa durumu kabul etti.
İçlerinden bazıları duru-
mu kabullenmeyip onları
aslana şikâyet etti. Tilki,
şikayetçilerin papağan ve
kendisini kıskandığını
söyleyerek aslanı kandır-
mayı başardı. Tilki, aslana
yıllar boyu hep doğruları
söylemişti. Aslan, tilkinin
bir haine dönüşebileceğini
tahmin edemedi. Her sefe-
rinde tilkiye inandı.
	 Tilki bu durumun uzun bir süre daha böyle
devam edemeyeceğini biliyordu. Derhal planının ikinci
bölümüne geçmeliydi. Planlarının ikinci bölümü için
ormanın tenha bir yerinde papağan ile buluştu. Plan-
ları hazırdı. Papağan, aslana avcıların ellerinde tüfekle
yaklaşmakta olduğunu haber verecek ve yer değiştirmeleri
gerektiğini söyleyecekti. Tilki de aslanı ”Güvenli bir yere
gitmeliyiz!” diyerek avcıların kazdığı büyük çukura doğru
yönlendirecekti. Sonra da ormana dönüp ömür boyu
hüküm süreceklerdi. Planlarını en ince ayrıntısına kadar
hesaplamışlardı, ama hesaba katmadıkları bir şey vardı:
Bukalemun. Sırtlarını vererek plan yaptıkları ağacın göv-
desinde gizlenen bukalemun, her şeyi duymuştu.
	 Doğruca aslanın yanına uçan papağan planı
uygulamaya başladı. Planları saat gibi işledi ve aslanı
avcıların kazdığı kuyuya düşürdüler. Aslan gürleye gür-
leye bağırmaya başladı, ama nafile. Tilki ile papağan onu
oradan kimsenin çıkaramayacağını, avcıların gelip aslanı
hayvanat bahçesine götüreceklerini hayal ederek ormanın
FABL
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 23BEGONVİL
FABL
ve tahtın yolunu tuttular. Ormana döndüklerinde ayıya
kendilerini orman halkından korumaları karşılığında çil
çil altın teklif ettiler. Ayı teklifi hemencecik kabul etti.
Büyük cüssesine rağmen aslandan her zaman korkan
ayı, onun yokluğunda gaddar bir muhafıza dönüşüverdi.
Tilkinin krallığına itiraz edecek olanlara karşı güçlü
bir askeri olmuştu. Tilki İlk gece, zaten son geceleriydi
bu, tahtının üzerinde tacıyla beraber düşlere daldı. “İşte
akıl böyle bir şey, güçlü olsan da aklın yoksa böyle alt
edilirsin. Ahlâk mı dediniz? Hadi canım sen de. Aslan
ahlâklı ve adildi de ne oldu sanki? Şimdi çaresizce kendi
sonunu bekliyor. Orman halkı onu seviyormuş! Adam
sen de, sevgi onu koruyamadı işte. Beni sevmezlerse sev-
mesinler. Ben ayının yardımıyla kendimi sevdirmesini
bilirim!” bu düşüncelerle tahtının üzerinde, tacı başında
uyuyakaldı tilki. Papağan da hemen tahtın sağ başında
mağrur mağrur tünedi. Ayı sarayın girişinde nöbetteydi.
	 Tilki, sabah gözünü büyük bir kükremeyle açtı-
ğında aslan karşısındaydı. Ne olduğunu anlayamamıştı.
Ayı yerde boylu boyunca yatıyordu. Papağan, kanadı
bağlanmış öylece duruyordu. Tilki korkunun bin bir
türünü tüm hücrelerinde hissetti. Küçük dilini yuttu,
gözleri fal taşı gibi açıldı, başından aşağı kaynar sular
döküldü, renkten renge girdi, dizlerinin bağı çözüldü ve
oturduğu tahttan bir su gibi aslanın ayaklarının dibine
aktı. Ecel terleri içinde sonunu beklemeye başladı.
	 Bukalemun… Her şeyi duyan bukalemun…
Kaplumbağaya tilkinin planını yetiştirmişti. Kaplum-
bağa da arkadaşı tavşana durumu haber etmişti. Tavşan,
” Bana ne!” demeden, korkmadan doğruca tarif edilen
yere koşmuş, tüm orman halkını da peşine takmıştı.
Köstebeklerin yardımıyla kuyuya bir tünel kazıp aslanı
kurtarmışlardı. Tilki; kaplumbağa ve bukalemunun
nasıl olup da bu kadar hız yapabildiğini, umursamaz
tavşanın da aslanı kurtarmak için orman halkını nasıl
seferber ettiğini bir türlü anlayamadı. Kendilerine sor-
duğunda “Sevgi!” dediler. “Aslan’a, adalete ve doğruluğa
duyduğumuz sevgi. Eğer bu duyguyu sen de azıcık tat-
mış olsaydın şimdi bu durumlara düşmezdin.” dediler.
	 Papağan orman mahkemesinde yargılandı.
Ömür boyu kafes cezasına çarptırıldı. O gün bugündür
insanların oyuncağı olarak yaşıyor. Tilkinin de tüm ya-
lanları, kıskançlığı, hainliği bir bir ortaya döküldü. Sa-
dece yaşadığı ormana değil tüm dünyaya yayıldı yaptığı
ihanet. Orman mahkemesi onu sürgün ile cezalandırdı.
Artık kimse ona güvenmiyor, kurnaz ve hain tilki olarak
tanınıyordu. Hiçbir orman onu kabul etmedi. O da o
gün bugündür insanların kümeslerinden tavuk çalarak
ve sürekli kaçmak zorunda kalarak yaşıyor.
	 Siz siz olun, nefsinizin esiri olmayın ve kimseye
ihanet etmeyin!
Kevser KAÇMAZ
					 8/A
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 24BEGONVİL
öğretmenler günü
EMINE ÖĞRETMEN
Küçük bir ortaokul öğrencisiydim. İlkokulda
derslerine tek bir öğretmenin girmesine alışan
bizler, her derse ayrı bir öğretmenin girmesine şaşır-
mıştık. Ama hoşumuzu da gitmişti. Kendimi daha
bir büyümüş hissediyordum. Farklı ders isimleri,
farklı öğretmenler hoşuma gitmişti.
İlk hafta öğretmenlerimizle tek tek
tanışmaya koyulduk. Okulun ilk çarşam-
basıydı. Ders Türkçeydi. Öğretmeni-
mizi henüz tanımıyorduk. Birden kapı
açıldı. İçeriye siyah saçları, bir bakışta
hepimizi görebilecekmiş gibi kocaman
bakan gözleriyle bakımlı ve güzel bir
kadın girdi. Bizi o harikulade İstanbul
Türkçesiyle selamladı. Biz de onu…
Ancak çok şaşkındık. Çünkü bu güzel
kadın tekerlekli sandalyedeydi.
Türkçe öğretmeni olduğunu, adının Emine
Hacıoğlu olduğunu söyledi. Ve başladı ders an-
latmaya. Çok güzel konuşuyordu. Bize karşı çok
saygılıydı. Bir o kadar da bilgiliydi. Yine de içim-
de hem biraz merak hem önyargı...Nasıl olacaktı?
Sınıfı nasıl zapt edecekti. Ama yaptı! O konuşmaya
başlayınca tüm sınıf masal dinleyen çocuklar gibi iç
içe geçer onu dinlerdi. Geriye merak kaldı. Neden
yürüyemiyor?
Zaman içinde her şeyi öğrendik. Emine öğret-
menimiz ve eşi Şerafettin öğretmen bizim okulda
çalışan iki Türkçe öğretmeniydi. Çok ağır bir trafik
kazası geçirmişlerdi. Şerafettin öğretmen yaralan-
mış, Emine öğretmenimiz ise bir daha yürüyeme-
mişti. Öğretmenimiz aylarca hastanede kalmış,
tedavi görmüştü; fakat sonuç değişmemişti. Asıl
kötü haberler ise daha gelmemişti. Millî Eğitim
Müdürlüğü Emine öğretmenimizi geri hizmete çek-
mişti yani memurluğa…Fakat o kabullenmedi. Millî
Eğitime sayısız gidiş-gelişler, yaşanan tartışmalar
sonuç verdi. Emine öğretmenimiz aramıza geri
dönmüştü; ancak sorunlar yine bitmemişti. Çünkü
okulda asansör yoktu. Bu soruna da alt kattaki sı-
nıflar ona tahsis verilerek çözüm bulundu. Tabi giriş
merdiveninin yanına bir de rampa yapıldı ve Emine
öğretmen bizim Türkçe öğretmenimiz oldu.
Tüm bu hikâyeyi bize o anlatmadı. Biz bunla-
rı büyük sınıflardan öğrendik. Ben bundan sonra
daha bir hayran oldum ona. Derslerini hiç kaçır-
maz, her hareketini izlerdim. Ses tonu, karizması,
hali, tavrı, kendinden emin duruşuyla harika bir
kadındı. Ben o sandalyede olsam o kadar özgüvenli
olabilir miydim? Bilmiyorum...
Her derste ondan yeni bir şey öğrendim. Yeni ke-
limeler, söz sanatları, Türkçenin incelikleri, düzgün
konuşma...Ünlü yazar Halide Edip'i onunla tanıdım.
O okuyun dedi ben okudum, yazın dedi yazdım.
Kitap okuma, yazı yazma aşkım böyle
başladı. Ondan Türkçeye dair pek çok
şey öğrendim. En çok da hayata dair
şeyler…Dik duruşu, yenilmeyişi,
yılmayışı…Bu kadının gözleri hayat
kokuyordu. Sınıfta ders anlatırken
karşımda engelli bir birey yoktu.
Cıvıl cıvıl, mutlu, kendini gerçek-
leştirmiş, hani deriz ya ‘aşmış’ bir
kadın vardı. Hayatta pek çok şeyi
aşmış.
Bugün öğretmen olmamda, kendi-
mi özgüvenli ve güçlü hissetmemde hep
onun etkisi vardır. Ben öğretmenlik yaparken hep
onu hatırlarım. Öğretmenler Günü dolayısıyla size
de anlatmak istedim. Umarım ben de öğrencileri-
min hayatındaki Emine öğretmen olurum. Çünkü
biliyorum ki her öğrencinin hayatında bir Emine
öğretmen vardır. Ona özgüven ve hayat katar.
Ebru DEMİRBAŞ
Sosyal Bilgiler Öğretmeni
Birden kapı
açıldı. İçeriye siyah
saçları, bir bakışta
hepimizi görebilecekmiş
gibi kocaman bakan göz-
leriyle bakımlı ve güzel bir
kadın girdi. Bizi o hariku-
lade İstanbul Türkçesiyle
selamladı.
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 25BEGONVİL
öğretmenler günü
HEP O GÜLÜMSEME
İlkokul üçüncü sınıftaydım. Küçük bir köy oku-
lu… Müze, park, oyun alanları, spor sahaları,
kütüphaneler bize çok uzaktı. Ama bir şey çok
yakındı: Doğa! Biz hayatı hem okuldan hem öğret-
menimizden öğreniyorduk hem de doğayla iç içe
yaşayarak doğa anadan öğreniyorduk. Sokaklara
özgürce çıkıp akşam güneş battıktan sonra
eve dönmek bizim için gayet doğal bir du-
rumdu. Çünkü doğadaydık, bize zarar
verebilecek, bizim için tehlikeli olabi-
lecek yabancılar yoktu çevremizde.
Karşılaştığımız herkes bize dosttu.
Başımıza bir iş gelir endişesiyle
evlere hapsolmak, kapalı alanlara
sıkışıp kalmak bizim çocukluğu-
muzda yoktu. Öğrendiklerimizi
hayatla doğayla sınama olanağı
bulabiliyorduk.
	 Bir gün öğretmenimiz bize ülke-
mizde bulunan madenleri anlattı. Ülkemizde
birçok maden bulunduğunu; ama henüz keşfedilme-
miş birçok madenin de olduğunu, bunların ortaya
çıkmasıyla ülke olarak yüksek bir refah seviyesine
ulaşabileceğimizi anlattı. Var olan ve bulunmayı
bekleyen!.. O kadar çok etkilendim ki… Bir gün
böyle bir maden bulunacak ve öğretmenimizin bah-
settiği o refah seviyesine ulaşacaktık. O zaman çok
güzel olacaktı her şey.
	 Bir bahar günü arkadaşlarımızla köyün
yakınındaki dereyi takip edip derenin kaynağına
doğru dereyle birlikte kıvrılarak yol alırken yağ-
murun aşındırdığı bir tepede birtakım siyahlıklar
gördük. Tepenin aşınan bölümü kömür gibi simsi-
yahtı. Hepimiz çok heyecanlandık. Müthiş bir bu-
luş, büyük bir keşifti bu bizim için. Hemen o siyah
küçük kaya parçalarından örnekler alıp koştura
koştura eve döndük. Ertesi günü iple çekiyorduk.
Öğretmenimize gösterip “Bulduk!” diyecektik. Tabi
ki öğretmenimiz bizi tebrik edip hemen gerekli
kişilere ulaşacaktı. Ülkemizi kurtarmıştık! Bütün
günü bunları düşünerek, heyecanlanarak, gurur
duyarak geçirdik. Köyümüz de ünlü bir yer olacaktı.
Biz bulmuştuk!
	 Nihayet ertesi gün geldi. Yolda ip gibi di-
zilmiş, öğretmenimizi getiren servisi bekliyorduk.
Servis geldi. Öğretmenimizin “Günaydın.” deme-
sine fırsat vermeden elimizdeki küçük kaya parça-
larıyla yanına koştuk ve hep bir ağızdan bu ina-
nılmaz şeyi bulduğumuz yeri anlatmaya başladık.
Öğretmenimiz bizi hiç durdurmadan neyi, nerede,
nasıl bulduğumuzu dinledi. Yüzünde kocaman bir
gülümsemeyle önce “Aferin!” dedi. Sonra da buldu-
ğumuz şeyin aslında sadece siyah renkli sıradan bir
taş olduğunu anlattı. Öğretmenimiz o aydınlık yüzü
ve çiçekler saçan gülümsemesiyle bize gerçekleri
anlattıkça bizim gülümsememiz elinden bütün dün-
yası alınmış bir çocuğun hüznüne dönüşüyordu.
	 Öğretmenimizi ve onun o anki gü-
lümseyişini şimdi daha iyi anlıyorum.
Kendisini dinlediğimiz, derslerimize
çalıştığımız için ve ülkemiz adına
bir şeyler yapma duyarlılığımızı fark
ettiği için gülümsüyormuş. Oysa biz
hayallerimizin sıradan taş parçala-
rına dönüştüğünü görme gerçeğiyle
yüzleşiyorduk.
	 Belki o gün orada bir maden bu-
lamadım; ama bugün çok daha değerli
bir cevheri avuçlarımın içinde hissediyorum:
Öğrencilerim! Onların yeni bir şey öğrendiğini gör-
düğümde ilkokul öğretmenimden emanet aldığım
o gülümseme benim de yüzümü kaplıyor. Kim bilir
belki birinin, belki birkaçının yürüdüğü yolu da
benim aydınlatacağım düşüncesi ve umuduyla…
Fatma YETKİNER
İngilizce Öğretmeni
Öğretmenimizi ve
onun o anki gülümseyi-
şini şimdi daha iyi anlıyo-
rum. Kendisini dinlediğimiz,
derslerimize çalıştığımız için
ve ülkemiz adına bir şeyler
yapma duyarlılığımızı fark
ettiği için gülümsüyormuş.
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 26BEGONVİL
münazara
	 Okulumuz 6. ve 8. sınıfları arasında bir münazara turnuvası düzenledik. 8. sınıflarımızın finali 16 Ocak
Perşembe günü gerçekleşti. Finale kalan 8/A sınıfını; Eylül AKSOY, Furkan ŞAHİN ve Berfin KOLAKAN temsil etti.
Diğer finalist 8/B sınıfını ise Abdullah Oğuzhan CELEPKOLU, Tuncay GÖKALP ve Enes CAN temsil etti. Jürinin se-
çim yapmakta zorlandığı çekişmeli münazaranın sonucunda 'Doğa insana hakimdir.' tezini savunan 8/B sınıfı müna-
zarayı kazanmaya layık görüldü. Bizi dikkat ve sabırla dinleyen seyircilerimiz ve jürideki sevgili öğretmenlerimize çok
teşekkür ediyoruz. İşte "Doğa mı insana hakimdir, insan mı doğaya hakimdir?" konulu münazara finalimizden küçük
notlar ve bazı kareler:
(...)İnsanlık var olduğundan beri doğayı çok
iyi tanımış, onun zorluklarına karşı galip gel-
menin yolunu bulmuştur. Biz insanlar doğaya
karşı hep güçlüydük. İnsanlar doğayı istedikleri
gibi yönlendirebilirler. Bugüne kadar inşa edil-
miş metropoller, barajlar, depreme dayanıklı
yapılar, dünyanın her yerinde her türlü iklim
koşullarında insanlığın varlık göstermesi bu-
nun en açık kanıtlarındandır. İnsanoğlu doğaya
zarar verirken de onu korurken de ona hük-
mettiğini göstermektedir. Çünkü güç öldürme
yetkisine sahip olup da öldürmemektir.(...)
(…)Hüküm en az iki kişi ya da iki kavram ara-
sında olur. Güçlü olan hükmeder. Güçsüz olan ise
kendini savunmaya ve ayakta kalmaya çalışır. Hü-
kümdar hiçbir zaman önlem almaz. Hükmedilen
ise her zaman kendini hükümdara göre ayarlar. Biz
değil miyiz yağmur yağdığında şemsiyemizi açan?
Biz değil miyiz yağmur yağdığında bir kat daha ka-
lın giyinen? Tüm yaşantımızı doğaya, iklime göre
düzenlemiyor muyuz? İhtiyacımız olan her şeyi
doğadan almıyor muyuz? Doğa bize bu yönleriyle
tamamen hükmetmiş olmuyor mu?(…)
8/B Sınıfı 8/A Sınıfı
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 27BEGONVİL
MEVLANA VE HOŞGÖRÜ
	 Hz. Mevlâna 1207 yılında bugün Afganistan
sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesinin Belh
şehrinde doğmuştur.
	 Mevlâna'nın babası şehrin ileri gelenlerinden
olup, Bilginlerin Sultanı anlamına gelen “Sultanü’l
Ulema” unvanını alan Bahâeddin Veled'dir Annesi
ise Mümine Hatun'dur. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya
1213 yıllarında ailesi ile birlikte Belh’ ten ayrıldı.
Sultanü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur.
Nişâbur şehrinde tanınmış
mutasavvıf Ferîdüddin Attar
ile karşılaşmışlardır. Mevlâna
burada küçük yaşına rağmen
Ferîdüddin Attar'ın ilgisini
çekmiş ve takdirlerini ka-
zanmıştır. Sultânü'I Ulemâ
Nişabur'dan Bağdat'a ve daha
sonra Kûfe yolu ile Kâbe’ye
hareket etmişlerdir. Hac iba-
detini yerine getirdikten son-
ra, dönüşte Şam'a uğramışlar,
Şam'dan sonra Karaman’a
gelmişlerdir. 1222’de Kara-
man’a gelen Bahâeddin Veled
ve ailesi burada 7 yıl kalmış-
tır. Mevlana 1225 yılında
Karaman’da evlenmiştir. O
dönemde Anadolu’ya hakim
olan Selçuklu Devleti'nin
hükümdarı Alaaddin Keykubat, Mevlana’nın babası-
nı Konya’ya davet etmiştir. Bu davet üzerine 1228’de
Konya’ya gelmişlerdir.
	 1231’de Mevlana’nın babası vefat edince
babasının talebe ve müridleri Mevlana'nın çevresinde
toplanmaya başlamışlardı. Artık Mevlana medrese-
lerde din dersleri vermeye başlamıştı.
	 Mevlana 1244 yılında Konya’da Şems Tebrizi
ile tanışmıştır. Şems erken yaşta Allah (c.c.)aşkı ile
tanışmış, bu aşkına bir dert ortağı aramaya niyetlen-
miştir. Bu dert ortağını Konya’da bulmuştur. Bu ta-
nışma esnasında Şems, bir Allah (c.c.) âşığı, Mevlana
ise âlimdi. Şems Mevlana’ya aşkın hallerini yaşantı-
sıyla gösteriyor, Mevlana da bildiklerini Şems’e akta-
rıyordu. Biri âşık biri âlim birbirlerini tamamlayarak
ariflik mertebesine ulaşmışlardır.
	 Mevlana Şems'in ölümünden sonra inzivaya
çekilmiştir. Mevlana en olgun çağında hayatını özet-
leyen “Hamdım, piştim, yandım.” sözünü söyledik-
ten sonra “Mesnevi” adlı eserini yazmıştır.
	 Mevlana 1273 yılında vefat etmiştir. Ölmeden
önce ise ölümünü, yeniden doğuş günü ve sevdiğine
kavuşacağı gün olarak kabul etmiş; ölüm gününü ise
düğün günü veya gelin gecesi anlamına gelen “Şeb-i
Arus” olarak adlandırmıştır.
	 Mevlana sufi kimliğiyle tanınmış âlim ve dü-
şünce insanıdır. Sufi, tasavvuf ilmi ile uğraşan kim-
selere denir. Tasavvuf ilmi; kalbi saflaştırmak, kötü
huylardan temizlemek, iyilikle doldurmak demektir.
Tasavvuf İslam dininin ahlak boyutuyla ilgilidir.
Tasavvuf edepten ibarettir. Edep ise haddini bilmek
ve yaratılanı Yaratan'dan ötürü hoş görmektir.
	 Hz. Mevlana’nın felsefesi de hoşgörüden
ibarettir. İslam dini
hoşgörü dinidir. Al-
lah(c.c.) tüm insanları
yeryüzünde barışın,
şefkatin, merhametin
ve hoşgörünün hakim
olduğu İslam ahlâkına
davet etmektedir. Mev-
lâna bu davete hoşgörü
anlayışını özetleyen
sembol sözü “Gel, kim
olursan ol gel.” ile ce-
vap vermektedir.
	İnsanın üstün bir
varlık olduğu Kur’an-ı
Kerim’de İsrâ sûresi,
70. ayette “Andolsun,
biz insanoğlunu şerefli
kıldık. Onları karada
ve denizde taşıdık. Ken-
dilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve
onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.”
şeklinde buyrulmuştur. Mevlâna’nın hoşgörü anlayışı
da kaynağını Kur'an-ı Kerim'den almıştır. İnsanları
farkıl din, dil ve ırklara mensup olsalar da bir olarak
görür ve yaratılmışların en şereflisi sayar. Bütün in-
sanları bir bedenin organları gibi görerek sevmeyi ve
hoşgörmeyi esas alır. Mevlana; Hacıbektaş ve Yunus
Emre gibi nice mutasavvıfla beraber Anadolu'nun
mayasını yoğurarak hepimizi kardeşleştirmiştir. Ölü-
münün 746. yıldönümünde adına uluslararası anma
törenleri düzenlenen Hz. Mevlâna, sadece Anadolu'yu
değil tüm dünyayı kardeşleştirmeye devam ediyor.
	 Zeliha GEZER
	 Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmeni
değerlerimiz
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 28BEGONVİL
REHBERLİK SERVİSİ
MESLEK SEÇİMİ
Çocukluk çağında herkese sorulan sorulardan
biridir ‘’Büyüyünce ne olmak istersin?’’ sorusu.
Her ne kadar tutkuyla seçilmiş, çocukluk çağından
beri hayali kurulmuş meslekleri yapanlar olsa
da çocukların çoğu için bu sorunun cevabı
birkaç kez değişir. İlk çocuklukta gerçekçi
olmayan, çevresinde adını duyduğu ya
da icrasına tanık olduğu her meslek;
bireyin yapmak istediği bir meslek
gibi algılanabilir. Küçük çocukların
oynadıkları oyunlarda hayallerini
süsleyen meslekleri canlandırdıkla-
rına tanık olabilirsiniz. Çocukların
yaşı ilerledikçe çocuklar meslek ile ilgili
ne istedikleri, neleri iyi yapabilecekleri,
hangi mesleği yaparken mutlu olacakları
gibi kriterleri de değerlendirmeye başlarlar. Bu
düşünceler oldukça yerinde kabul edilse de nihai mes-
lek seçimi için ancak sürecin başlangıcı olarak düşü-
nülebilir. Çünkü günümüzde meslekler masallardaki
gibi sadece oduncu, demirci, terzi, hekim vb. meslek-
ler değildir. Bunlara ek onlarca hatta yüzlerce meslek
adı zihinlerimizde çoktan yer etmiştir. Meslek seçimi
mesleklerin alternatif, benzer, ilişkili meslek dallarına
varana kadar kapsamlı araştırılmasını gerekli kılıyor.
Ülkemizde gençlerin doğru meslek seçimine katkı
sunacak çeşitli mekanizmalar bulunmaktadır. Bun-
lara örnek vermek gerekirse okullarımızın rehberlik
servislerince yapılan mesleki rehberlik çalışmaları en
başta sayılabilir. Yine Millî Eğitim Bakanlığı “Mes-
leğim Hayatım Portalı” gibi çeşitli sanal platform-
larda da gençlere bu konuda rehberlik yapmaktadır.
İŞKUR’un yan hizmet olarak meslekleri tanıtmaya
yönelik eğitimler verdiği bilinmektedir. Özellikle
ortaokul öğrencilerinin faydalanabileceği “meslek-
tercihleri.com” gibi internet siteleri gençlerin meslek
seçimi sürecine bilgilendirme yönü ile katkı sağla-
maktadır.
Hayatımızda vereceğimiz önemli kararlardan
biri olan meslek seçimi önümüze sunulmuş mes-
leklerden birini alıp sahiplenmek değildir. Meslek
seçimi; bireyin en iyi yapabileceğini düşündüğü
faaliyetleri içeren, yetenek ve ilgilerine uygun ve bek-
lentilerini karşılayacağına inandığı mesleğe yönelme-
sidir. Meslek seçiminde doğru karar verebilmek için
kendimizi çok iyi tanımamız gerekir. Bütün hayatı-
mızı etkileyecek yanlış bir karar vermektense kişinin
bir süre iç gözlem yapması, neleri yaparken mutlu
olduğunu ve doyuma ulaştığını düşünmesi sağlıklı
bir adım olacaktır. Kişi gerekiyorsa kendini tanıma
noktasında yardım almalıdır. Eğitim kurumlarının
rehberlik bölümleri kişinin kendi potansiyelinin
farkına varmasına ve meslek seçimi konusunda doğru
ve gerçekçi değerlendirmeler yapmasına katkı sağla-
yacaktır. Bunun yanı sıra meslek seçiminde o mesleği
yapan kişi ya da kişilerle görüşme, meslek tanıtım
seminerleri ve kariyer günlerine gitmek seçilecek
meslek öncesi yapılması gerekenler arasında
yer alır.
	 Meslek seçimine, dolaylı görünse de,
kültürel yapımız itibari ile doğrudan
etki eden diğer unsurlar da aile ve
toplumdur. Kimi ailelerdeki ‘’ Ben
olamadım, sen olacaksın!’’ ‘’Bu iş
karın doyurmaz!’’ gibi söylemler çocu-
ğun meslek seçiminde olumsuz bir
etki oluşturmaktadır. Bu söylemlerin
ve ailenin kurduğu baskının etkisinde
kalan çocuk kendi kararını veremeyecek
ve ömrünün sonuna kadar belki de sevmediği
bir işi yapmak zorunda kalacaktır. Aileler meslek
seçiminde çocuklarını kendi istedikleri mesleklere
yönlendirmemeli, sadece meslek seçimi konusunda
görüşlerini açıklamalı, çocuğun kendini tanımasına
imkân sağlamalı ve sonrasında çocuğun seçeceği
mesleğe saygı duymalılar. Meslek seçiminde toplum
etkisi ise kazancı yüksek, istikrarlı, kolay yoldan iş
dünyasına atılma imkânı olan mesleklerin tavsiye
edilmesi biçiminde kendini göstermektedir. Meslekler
elbette toplumu ve aileleri de bir yönüyle ilgilendirir.
Ancak şu unutulmamalıdır. Toplum öğretmenler,
hekimler, mühendisler ister; ancak mutsuz, asık
suratlı, öfkeli öğretmenler, hekimler, mühendisler
istemez. Bir insanın mesleğini yaparken mutlu ve
başarılı olmasının en önemli belirleyicilerinden birisi
o mesleği kendisinin seçmiş olmasıdır. Bu yüzden
gençleri kafalarının karışıklığından da faydalanıp
belli bir mesleğe doğrudan yönlendirmek yerine
fikirlerinin berraklaşmasına katkı sağlayacak doğru
bilgilendirme ve kendilerini doğru tanımalarına katkı
sağlayacak doğru danışmanlık hizmeti ile gençlerin
kendi meslek seçimlerini yapmalarına katkı sağlamak
gerekir. Mutlu ve başarılı bireyler, mutlu ve kalkınmış
toplum için buna ihtiyacımız var.
			 Hatice ARSLAN
			 Okul Psikolojik Danışmanı
Toplum
öğretmenler, hekim-
ler, mühendisler ister;
ancak mutsuz, asık suratlı,
öfkeli öğretmenler, hekim-
ler, mühendisler istemez. Bir
insanın mesleğini yaparken
mutlu ve başarılı olmasının
en önemli belirleyicile-
rinden birisi o mesleği
kendisinin seçmiş
olmasıdır.
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 29BEGONVİL
REHBERLİK SERVİSİ
Kendisi Sanal Etkisi Gerçek: SİBER ZORBALIK!
Dışlama, fiziksel özellikleriyle dalga geçme, lakap
takma, şiddet… Çocuklar ve gençler arasında
yaygın olarak görülen zorbalık, teknolojinin gelişme-
siyle birlikte artık siber zorbalık olarak da karşımız-
da. Bilgisayar, internet ve mobil teknolojilerle dijital
dünyanın içine doğan gençler, bu ortamlarda birbir-
lerinin duygularını incitebiliyor veya bundan mağdur
olabiliyor. Malesef erkekler bunu daha çok çevrimiçi
oyunlarda, kızlar ise sosyal ağlarda (Instagram, Face-
book, Snapchat vb.) yaşıyor.
Peki nedir bu siber zorbalık?
	 Siber zorbalığı bilgi ve iletişim teknolojileri-
ni kullanarak kasıtlı olarak
birinin duygularını incitmek
biçiminde tanımlayabiliriz.
Sıklıkla akran zorbalığı
ve siber zorbalık terimleri
birbirine karıştırılmakta
fakat akran zorbalığı genel-
likle fiziksel zorbalık (beden
ya da kas gücüyle temasa
dayalı olan), sözel zorbalık
(hakaret/küfür etme, dedi-
kodu yapma, tehdit etme ya
da şantaj yapma) ve sosyal
zorbalık (dışlama, gruptan
atma, lakap takma) biçi-
minde gerçekleşiyor. Siber
zorbalık ise sanal ortamlarda
yapılıyor.
Siber Zorbalık Türleri ve Davranışları
•	 Aşağılamak-Paylaşılan videonun altına küfür
içeren ifadeler yazmak
•	 İftira atmak-bir kişiyi yapmadığı eylemlerden
sorumlu tutmak
•	 Dedikodu yapmak-Bir kişiyle ilgili farklı bir soh-
bet grubunda dedikodu yapılması
•	 Tehdit etmek/Şantaj yapmak-Özel bilgileri yayın-
lamak, yayınlamakla tehdit etmek
•	 Taciz etmek-Bir kişiye almak istemediği mesajlar
göndermek
•	 Küfür etmek-Sosyal medyada iletisinin altına
rahatsız edecek yorumlar yazmak
•	 Utandırmak-Sohbet grubunda incitici şakalar
yapmak
•	 Dışlamak-Bir kişiyi rızası olmadan sohbet gru-
bundan çıkarmak
•	 Özel yaşamın gizliliğini ihlal etmek-Bir kişinin
izni olmadan fotoğrafını ya da videosunu çekmek
ve çevrimiçi ortamda paylaşmak
•	 Kişisel bilgileri ele geçirmek-E-posta ya da sosyal
medya hesabını ele geçirmek.
Ne Yapmalı?
	 Siber zorbalık sürecinde en büyük sorunlar-
dan biri gençlerin bu durumu genellikle çevreleriyle
paylaşmamaları. Peki neden yardım istemiyorlar?
Yardım istememe nedenlerine baktığımızda genel-
likle aileden çekinme, yetişkinlerin olayı çözmek
yerine daha da büyüteceklerini düşünme, bir çözüm
bulabileceklerine inanmama ya da aile ile paylaştık-
larında ellerindeki teknolojik olanakları kaybetme
gibi nedenlerle karşılaşmak mümkün. Bu da üzerinde
düşünülmesi ve araştırılması
gereken konulardan bir tanesi.
Gelelim çözüm önerilerine;
Farkındalık Çalışması Şart
	 Gençlerin teknolojinin
güvenli kullanımı ve siber zor-
balıkla karşılaştıkları anda ne
yapmaları gerektiğine dair bil-
gi sahibi olmaları çok önemli.
Bu konu ile ilgili kamu spotla-
rı ve bilinçlendirme çalışmala-
rı artmalı.
Anne-babalar teknoloji okur
yazarı olabilmeli;
	 Anne-babaların hem
tutum ve davranış yönünden
hem de teknoloji okuryazarlığı ve iletişim becerileri
yönünden kendilerini geliştirmeleri önemli.
Ve en önemlisi Ebeveyn ve çocuk arasındaki güçlü
iletişim!!!
	 Günlük hayatın koşturmacasında aile bireyle-
rinin birbirlerinden bi haber yaşadıkları bu dönemde
güçlü aile bağları büyük önem taşıyor. Birlikte kaliteli
zaman geçirmek, bilgisayar ve cep telefonu gibi tek-
nolojik araçların anne-babanın görebileceği ortak bir
kullanım alanında (evin salonu olabilir) kullanılması
etkili birer çözüm olabilir.
			 Ebru ZORLU
			 Okul Psikolojik Danışmanı
ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 30BEGONVİL
ÖYKÜ
ÇOBAN
S
aat 05.30’da babaannemden kalma yün yatağımda huzurla
uyandım. Kendimi hayata yeniden başlamış gibi hisse-
diyordum. Köye kesin dönüş yaptığımdan beri hep bu
duyguları yaşıyorum. Şehrin gürültüsü, curcunası, hızı yok;
kuş cıvıltıları var, dinginlik var. İnsanın kulağını tırmalayan
elektronik alarm sesi yok, insanı güven ve huzur veren sesiyle
uyandıran doğal alarm horozlarım var. Köyümün yeşilliği,
çiçek kokuları içinde uyanmak beni daha mutlu ve dinç kılıyor.
	 Yataktan kalkma merasimim bittikten sonra kareli
oduncu gömleğimi üzerime geçirip yamalı kumaş pantolonu-
mu giydim. Kahvaltıda evimin bahçesinde gönlünce gezinerek
beslenmiş, sevgiyle büyüttüğüm tavuklarımın yumurtası,
çökelek, bahçemin ürünleri domates ve salatalık var. Hepsi de
gerçek. Hepsi de sahici birer dost. Marketlerin plastik kıva-
mındaki tarım ürünlerinden sonra ağzımın tadını, ruhumun
neşesini yerine getiren bitmez bir enerji kaynağı. İnsan kendi
ürettiklerini tüketince hem gözü hem karnı doyuyor, canlı ve
sağlıklı hissediyor kendisini. Kahvaltıdan sonra dede yadigarı
kerpiç evimden adımımı dışarı attım. Ayağımda kara lastik
ayakkabı…Tavukları kümesten çıkarıp bahçeye saldım. Keçile-
ri ahırdan çıkarıp önüme kattım. Birkaç komşunun keçilerini
de sürüme aldıktan sonra yayla yoluna yöneldim. Keçiler önde
ben arkada yolculuğumuz başladı.
	 Yayla yolunda ilerlerken birkaç
traktör selamladım, başka da kimseyle
karşılaşmadım. Keçilerimi sağ salim
meraya ulaştırdım. Burası, etrafı muha-
fız misali çam ağaçlarıyla çevrelenmiş,
kekik kokularının çaydanlığın buharı
gibi dört bir yana yayıldığı, yoncalarla
bezenmiş geniş bir meraydı. Meranın
ortasındaki söğüt ağacı benim yayladaki
evim olmuştu artık. Keçileri kendi hal-
lerine bırakıp sırtımı ağaca yasladım.
Ağaca dayanma kurur, insana dayanma
ölür, demişler; fakat bu ağaç beni her
seferinde bağrına bastı ve gölgesini ben-
den hiç esirgemedi. Yaşlı söğüt ağacı,
kekik kokuları, bol oksijen, iliklerime
işleyen ferahlık…Ağaca yaslanırken
duyduğum huzur, beni ana kucağına
kadar götürüyor. Fakat şehirde yaşadıklarımın hatırası da bir
yolunu bulup kâbus gibi üzerime çöküyor.
	 Yıllar önce köyümden ayrılıp şehre giderken içim
kıpır kıpırdı. O güne kadar sadece televizyondan gördüğüm
şehir yaşantısı beni çok heyecanlandırıyordu. İnsanların gü-
venle ve yüzlerinden eksik olmayan gülümsemelerle gezdikleri
AVM’ler, doyasıya eğlendikleri konserler, ışıltılı geceler, insanın
ihtiyacı olan, olmayan her şeyin yanı başında bulunması kısaca
konforun bin bir türü…Bir markette kasiyer olarak işe başla-
dım. Kısa sürede hayal kırıklığına uğradım. Hiçbir şey hayal
ettiğim gibi ve televizyon dizilerindeki gibi olmadı. Uzun
süren mesai saatleri bezdiriyor, ay sonunda elime geçen para da
sadece hayatta kalmama yetiyordu. Her şey ayağımın altında,
gözümün önündeydi; fakat hayalini kurduğum hiçbir şeye elim
kolum bağlıymışçasına sahip olamıyordum. Buna bir de yalan
ve ikiyüzlülükle sarmalanmış insan ilişkilerini ekleyince şehir
benim için bir zindana dönüştü. Birbirinin aynısı olan günler
baş döndürücü hızla akıp gidiyordu.
	 Çalıştığım markette bazı tuhaflıklar sezmeye baş-
ladım. Kasanın kapanacağı zamanlarda arkadaşlarım bir
bahaneyle beni depoya gönderiyorlardı. Bir gün depoya gitmek
yerine rafların arkasına saklanarak olanı biteni izlemeye koyul-
dum. Çalışma arkadaşlarımın bazı malların alarmlarını sök-
tüklerini ve malları barkod okuyucuya okutup parası verilmiş
gibi gösterdiklerini gördüm. O an elim ayağım titredi. Başım-
dan aşağı kaynar sular döküldü. Yaylalarda kurtların uludu-
ğu, bir başıma gecelediğim gecelerde bile bu denli bir korku
hissetmemiştim. Birden saklandığım yerden çıkarak yanlarına
gittim. Beni görünce suratları ekşidi, yapmacık bir gülümse-
meyle kendilerine çeki düzen verdiler. Olanı biteni gördüğümü
anlamışlardı. Bu mallardan pay vermek karşılığında benden
sessiz kalmamı ve olanı biteni kimseye anlatmamamı istediler.
Ben bunu yapamayacağımı ve gerçekleri patrona bildireceğimi
söyledim. Ağlayıp sızladılar, yalvardılar. Ailelerinden, ne kadar
zor geçindiklerinden, borçlarından, işten çıkarılırlarsa bir daha
iş bulamayacaklarından, sokaklara düşeceklerinden söz ettiler.
	 Kaçarcasına iş yerimi terk ettim. Evime ulaştım.
Ağzıma bir lokma koymadan başımı yastığa dayadım. İş arka-
daşlarımın hepsi de evli ve çocukluydu. Eşlerinin ve çocukla-
rının yüzleri gözümün önünden hiç gitmiyordu. Eğer gerçeği
söylersem işten tazminatsız atılacaklar ve bundan sonra hiçbir
iş yeri onlara iş vermeyecekti. Onlara hiç acımıyordum; ama ya
çocuklar, eşler…. Nasıl uyuduğumu hatırlamıyorum. Vicdan
muhasebesi yaparken uyuyakalmışım. Kabuslar içinde ve alar-
mın ruhsuz sesiyle yatağımdan sıçrayarak uyandım. Sabahın
ilk ışıkları yüzüme vuruyordu. Tuhaf
bir ışık. Tam olarak aydınlatmayan,
puslu bir ışık.
	 Evden çıktım. Kararımı vermiştim.
Doğruca iş yerime gittim. Arkadaş-
larım çoktan iş başı yapmışlardı.
İçeri girdiğimi gördüler. Ben on-
lara selam bile vermeden doğruca
müdürün yanına yöneldim. Yüzle-
rinde yalvarma, şaşkınlık, öfke ve
korku dans ediyordu. Bir süre sonra
müdürün odasından elimde dosyam-
la ayrıldım. Doğruca muhasebeye
koştum. Kimseyle vedalaşmadım.
Yalanın yuva yaptığı bu şehirden
koşarak kaçmak istiyordum. İşte, bu
şehir beni de yalancı yaptı. Gerçeği
söyleyemedim. Korktum. Acıdım.
Yalancıya acınır mı? Acıdım ve ben de
bir yalancı oldum. Arkama bile bakmadan kaçtım.
	 Sırtımı dayadığım yaşlı söğüt ağacı, kekik kokuları,
bahar, keçilerim, tavuklarım, iliklerime işleyen ferahlık, yün
yatağım, horozlarım, bağım, bahçem… Siz elinizden geleni
yapıyorsunuz; beni mutlu ediyorsunuz. Fakat bu içime oturan
öküz ne zaman kalkacak, bu vicdan azabı ne zaman bitecek hiç
bilmiyorum.
Süleyman Erdem GÖLBİNAR
					8/D
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2
Begonv l2

More Related Content

Similar to Begonv l2

Similar to Begonv l2 (18)

öGretmenler GüNü Slayt
öGretmenler GüNü SlaytöGretmenler GüNü Slayt
öGretmenler GüNü Slayt
 
DANIŞMANLIK ÜZERİNE
DANIŞMANLIK ÜZERİNEDANIŞMANLIK ÜZERİNE
DANIŞMANLIK ÜZERİNE
 
Sunum yücel
Sunum yücelSunum yücel
Sunum yücel
 
İmam gazali abidler yolu
İmam gazali   abidler yoluİmam gazali   abidler yolu
İmam gazali abidler yolu
 
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdfHAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
HAYATA DOKUNAN HİKAYELER.pdf
 
Fen bilimleri 6
Fen bilimleri 6Fen bilimleri 6
Fen bilimleri 6
 
Arsızlık
Arsızlık Arsızlık
Arsızlık
 
Atatürk ve gençlik. turkish (türkçe)
Atatürk ve gençlik. turkish (türkçe)Atatürk ve gençlik. turkish (türkçe)
Atatürk ve gençlik. turkish (türkçe)
 
lise bilgisayar bilimi dersi 1. kur kitabı
lise bilgisayar bilimi dersi 1. kur kitabı lise bilgisayar bilimi dersi 1. kur kitabı
lise bilgisayar bilimi dersi 1. kur kitabı
 
Amaki hayal[1]
Amaki hayal[1]Amaki hayal[1]
Amaki hayal[1]
 
Mevlana'da Sembol Şahsi̇yet "İnsan"
Mevlana'da Sembol Şahsi̇yet  "İnsan"Mevlana'da Sembol Şahsi̇yet  "İnsan"
Mevlana'da Sembol Şahsi̇yet "İnsan"
 
Ataturk
AtaturkAtaturk
Ataturk
 
Önlüğün vedası
Önlüğün vedasıÖnlüğün vedası
Önlüğün vedası
 
Enderun Değer Dergisi Ocak 2015
Enderun Değer Dergisi Ocak 2015Enderun Değer Dergisi Ocak 2015
Enderun Değer Dergisi Ocak 2015
 
Şöhret, Servet, İhtiras ve İbret
Şöhret, Servet, İhtiras ve İbret Şöhret, Servet, İhtiras ve İbret
Şöhret, Servet, İhtiras ve İbret
 
Bunları Siz de Tanıyormusunuz?
Bunları Siz de Tanıyormusunuz?Bunları Siz de Tanıyormusunuz?
Bunları Siz de Tanıyormusunuz?
 
Atatürk
AtatürkAtatürk
Atatürk
 
şimdiki zaman
şimdiki zamanşimdiki zaman
şimdiki zaman
 

More from Ana Hribar Beluhan (20)

Turkye.pdf
Turkye.pdfTurkye.pdf
Turkye.pdf
 
EXAM ON IMPORTANT PEOPLE.pdf
EXAM ON IMPORTANT PEOPLE.pdfEXAM ON IMPORTANT PEOPLE.pdf
EXAM ON IMPORTANT PEOPLE.pdf
 
what changed how reflected.pdf
what changed how reflected.pdfwhat changed how reflected.pdf
what changed how reflected.pdf
 
Poems about Sofia.pdf
Poems about Sofia.pdfPoems about Sofia.pdf
Poems about Sofia.pdf
 
София - Мистербианко.pdf
София - Мистербианко.pdfСофия - Мистербианко.pdf
София - Мистербианко.pdf
 
Zagreb song (English).pdf
Zagreb song (English).pdfZagreb song (English).pdf
Zagreb song (English).pdf
 
Pjesma Zagrebu (Croatian).pdf
Pjesma Zagrebu (Croatian).pdfPjesma Zagrebu (Croatian).pdf
Pjesma Zagrebu (Croatian).pdf
 
Ballad from a suburb (English).pdf
Ballad from a suburb (English).pdfBallad from a suburb (English).pdf
Ballad from a suburb (English).pdf
 
Balada iz predgrađa (Croatian).pdf
Balada iz predgrađa (Croatian).pdfBalada iz predgrađa (Croatian).pdf
Balada iz predgrađa (Croatian).pdf
 
Zagrebu (English).pdf
Zagrebu (English).pdfZagrebu (English).pdf
Zagrebu (English).pdf
 
Zagrebu (Croatian).pdf
Zagrebu (Croatian).pdfZagrebu (Croatian).pdf
Zagrebu (Croatian).pdf
 
Important people.pdf
Important people.pdfImportant people.pdf
Important people.pdf
 
Croatia
CroatiaCroatia
Croatia
 
Elementary school pušća novo
Elementary school pušća novoElementary school pušća novo
Elementary school pušća novo
 
Pušća
PušćaPušća
Pušća
 
Croatia
CroatiaCroatia
Croatia
 
Arheological site
Arheological siteArheological site
Arheological site
 
Dan sjećanja na Vukovar…
Dan sjećanja na Vukovar…Dan sjećanja na Vukovar…
Dan sjećanja na Vukovar…
 
Odluka (3)
Odluka (3)Odluka (3)
Odluka (3)
 
Dissemination turkey
Dissemination turkeyDissemination turkey
Dissemination turkey
 

Begonv l2

  • 2. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 2BEGONVİL GENÇLİĞE HİTABE “Ey Türk Gençliği! Birinci görevin, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza dek korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. Gelecekte bile seni bu hazineden yoksun bırakmak isteyecek iç ve dış düşmanla- rın olacaktır. Bir gün, bağımsızlık ve cumhuriyeti savunmak zorunda kalırsan, göreve atılmak için içinde bulunacağın durumun olanak ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve koşullar hiç uygun olmayan bir durumda ken- dini gösterebilir. Bağımsızlık ve cumhuriyetini yıkmak isteyecek düşmanlar, dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir galibiyetin, bir gücün temsilcisi olabilirler. Zorla veya hile ile kutsal yurdun bütün şehirleri teslim alınmış, bü- tün işletmeleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesi işgal edilmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acıklı ve korkunç olanı ise, ülkede iktidara sahip olanlar gaflet, sapkınlık ve hatta ihanet içinde olabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri kişisel çıkarlarını, işgalcilerin siyasi amaçlarıyla birleştirerek düşmanla işbirliği yapabilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezik ve bitkin düşmüş olabilir. Ey Türk geleceğinin evladı! İşte bu durum ve koşullar içinde bile görevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmak- tır! Muhtaç olduğun güç, damarlarındaki asil kanda mevcuttur! MustafaKemalATATÜRK İSTIKLAL MARŞI Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl! Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl… Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl! Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddım var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, “Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar? Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın. Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın… Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı: Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda! Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda. Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli: Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli. Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli- Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. O zaman vecd ile bin secde eder-varsa-taşım, Her cerihamdan, ilâhî, boşanıp kanlı yaşım, Fışkırır ruh-ı mücerret gibi yerden naşım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım. Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl: Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl Mehmet Akif ERSOY Bu dergi Milli Eğitim Bakanlığının Sosyal Etkinlikler Yönetmeliğinin 12. maddesine göre çıkarılmıştır. Yazıların hukuki mesuliyeti, yazarların kendilerine ve mülakat sahiplerine aittir. KÜNYE İmtiyaz Sahibi Ernur-Faik Koparan Ortaokulu adına Okul Müdürü Murat DEMİRKAYA Genel Yayın Yönetmeni Adnan USLU Yayın Grubu Ali Evren SÖZEN Ebru ZORLU Hatice ARSLAN Selma AKSAKAL Aslı AVŞAR BUCAKLI İnceleme Kurulu Meltem ÇOBANOĞLU Bahri BİLEK Yazı Kurulu Süleyman E. GÖLBİNAR İsa SOYASLAN Eylül AKSOY Melike MAVİ Dilan TÜRELİ Helin EKİNCİ Hasan YILDIRIM Ela Nur BAYRAMİÇ Havana KARA Fatma GÜMÜŞTEN Ali AYAN Veysel DİNLER Kadir TUNÇ İletişim Mehmet Akif Ersoy Mah. 6705 sk. Ernur Faik Kopa- ran Ortaokulu sitesi no: 38 Kepez / Antalya Grafik Tasarım Adnan USLU
  • 3. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 3BEGONVİL Merhaba Sevgili Okurlar, Okul dergimiz Begonvil ile sizlerle buluşmanın mutluluğu içerisindeyiz. Dergimizin ilk sayısının coşku ve heyecanı içindeyiz. Modern çağın teknolojik imkânlarından sonuna kadar yararlanan, bunun yanında Türk milletinin manevi değerlerini benimsemiş, çağdaş, uygar nesiller yetiştirmenin gayreti içindeyiz. Gelecek nesilleri ye- tiştirirken insan sevgisini ön planda tutuyoruz; öğrencilerimizin öz güven sahibi, doğruluk ve dürüstlükten ödün vermeyen, ülkesini, milletini seven, bilgiye ulaşma yollarını bilen ve bunu kullanan, öğrenme heye- canını hiç kaybetmeyecek, üretken bireyler olabilmesi için tüm gayretimizle çalışmaktayız. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşa- tır; ya da esaret ve sefalete terk eder.” sözünün idrakine varmış eğitim neferleri olarak bu yurdu bize veren Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve tüm şehitlerimize borcumuz olduğunu biliyor ve bu borcu ödeyebilmek için tüm gücümüzle çalışıyoruz. Bunu; veli, öğrenci ve öğretmen iletişimine önem veren, eğitim-öğretim etkinliklerinin başarısını daima yükseltmeye çalışan bir kadro ile yapmaktayız. Sevgi, saygı ve güven ortamında başarma azmi ve geleceği şekillendirme sorumluluğu ile mükem- mele ulaşmak için çalışan, sürekli gelişimle öncü bir okul olma vizyonundaki okulumuzu yaptırarak Türk Milli Eğitiminin hizmetine sunan hayırseverilerimiz Ernur Koparan Hanımefendi ve Faik Koparan Beye- fendiye de bu vesile ile saygı ve minnetlerimizi sunuyorum. Dergimizin çıkmasında, basım ve yayımında emeği geçen herkese çok teşekkür ediyor, başarılarının devamını diliyorum. Daha nice sayılarda buluşmak dileğiyle hoşça kalın. Murat DEMİRKAYA Okul Müdürü ÖNSÖZ AMİR FOTO
  • 4. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 4BEGONVİL İÇİNDEKİLER İstiklâl Marşı & Künye | 2 Önsöz | Okul Müdürü Osman BULUT | 3 İçindekiler| Başlarken | 4 Şerife Tufan'a Mektup & Şiir | 5 Şehitoğlu Şehit | 15 Temmuz | 6-7 Araştırma| Yapay Zekâ | 8 - 9 Erasmus | Robotik | 10-11 Okulumuzda Cumhuriyet Coşkusu| 12-13 Deneme | Yalan & Virüs mü Yağmur Damlası mı | 14-15 Atatürk'ten Anılar | Okulumuzda 10 Kasım | 16-17 Derleme | Bilgelik Öyküleri | 18 - 19 Bize Her Gün Öğretmenler Günü| 20 - 21 Yeniden(Şiir) | Saygılar Bizden (Deneme) | 22- 23 Rehberlik | Ekranın iki Yüzü & Ergen miyim, Ben Neyim.. | 24-25 Öykü | Hep O Ses & Balıkçı | 26 - 27 Şiirler | 28 - 29 Masal | Bir Varmış Bir Yokmuş | 30 - 31 İnceleme & Araştırma | Kaptan & Deyimler | 32-33 Biyografi | Antalya'yı Yoğuranlar | 34-35 İnceleme | Bir Genç Kızın Gizli Defteri | 36 Kitap | Kütüphaneden Cıvıldamalar | 37-40 Tarih | Vermeyince Mabut Neylesin Sultan Mahmut | 41 Röportaj | Bahri Bilek | 42 Münazara | Yediler Finalde | 43 Teknoloji ve Tasarım | 44 - 45 Görsel Sanatlar | 46 Şiir | Vay Anam Vay | 47 Bulmaca| Resfebe | 48 - 49 Anket | 50 - 51 Eğlence Fıkralar | 52 içindekiler BAŞLARKEN EN SON YAZILACAK
  • 5. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 5BEGONVİL AÇILIŞ OKUL AÇILIŞIMIZ 2019-2020 Eğitim Öğretim yılının ilk zili okulumuzda çaldı. Sayın Valimiz Münir Karaloğlu, okulumuzun açılış törenini gerçekleştirdi. Okulu- muzdaki törene Vali Münir Karaloğlu, Kepez Kay- makamı Hamdullah Suphi Özgödek, İl Milli Eğitim Müdürü Yüksel Arslan, Kepez Belediye Başkanı Ha- kan Tütüncü, İlçe Milli Eğitim Müdürümüz Yıldırım Solak, okul müdürleri, veliler ve öğrenciler katıldı. Törende konuşan Vali Münir Karaloğlu şunları söyledi:" “Antalya’da 1706 okulda, 466 bin öğrenci, 33 bin 250 öğretmenimiz yani 500 bin kişilik büyük bir eğitim ordusuyla eğitim öğretim yılı so- runsuz olarak başladı. Herkese hayırlı uğurlu olsun. İlk emri ‘Oku!’ olan yüce bir kitaba sahibiz. Yine ‘Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.’ diyen bir peygamberin ümmetiyiz. ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.’ diyen bir kurucu lidere ve öndere sahibiz. Bizim hem inancımız hem milli kültürümüz; eği- time, öğretime, ilme, ilmi araştırmalara çok önem verir. Onun için sevgili çocuklarımız ve gençlerimiz, düşünmek, sorgulamak ve araştırmak en önemli gö- reviniz olsun. Bakın az önce ifade ettim yüce kitabı- mızın sadece ilk ayeti oku ile başlamıyor. Birçok ayeti kerimede ‘Akletmez misiniz, düşünmez misiniz?’ diyerek bizi hem doğayla ilgili hem yaşadığımız olaylarla ilgili düşünmeye araştırmaya sevk eder. Dü- şünmemizi emreder. Onun için mutlaka sorgulamak, şüpheci olmak, araştırmacı olmak,mutlaka laboratu- vara girmek durumundayız. Antalya’mızda Allah’a hamd olsun çok sayıda hayırseverimizle protokoller imzaladık. Çok sayı- da hayırseverimizin yaptığı okulları bugüne kadar açtık. Ernur Hanım ve Faik Bey'in yapmış olduğu okulu açıyoruz. Antalya, hayırseverler bakımından Türkiye’nin en zengin illerinden bir tanesidir. Bugün Ernur-Faik Koparan şahsında bütün hayırseverleri- mize ilin valisi olarak teşekkür ediyorum. Rabbim hepsinin hayrını kabul etsin.”
  • 6. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 6BEGONVİL ERNUR KOPARAN (röportaj) Değerli eğitim gönüllümüz öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız? Ben Ernur Koparan 1948 yılında Trabzon'un Sürmene ilçesinde doğdum. Bir süre Erzurum'da kaldık- tan sonra İstanbul’a geldim. 1970 yılında Faik Koparan ile evlendim. Sinem ve Hande isminde iki kızım var. Can, Ceylin, Duru ve Damla isimlerinde dört tane torunum var. Altı senedir Antalya'da yaşıyorum. Böyle erdemli bir işe kalkı- şırken hangi duygularla yola çıktınız? İsminizin bir okulda sonsuza dek yaşayacak olması nasıl bir duygu? Hayır işleri ailemiz için son derece önemlidir. Daha ön- ceden de eşim Faik Koparan'ın yaptırmış olduğu okullar bulun- maktadır. Antalya'ya taşındıktan sonra eşimle birlikte yaşadığımız bu güzel şehirde bir okul yaptırma duygusu ağır bastı. Buradan hareketle yola çıktık. Adımızın bir eğitim kurumuna verilmiş olmasından eşim ve ben onur duyuyoruz. Öğrencilik yıllarınızdan bize biraz bahseder misiniz? Nasıl bir öğrenciydiniz? Çalışkan ve disiplinli bir öğrenciydim. Okumayı ve kitapları çok severdim. Unutamadığınız bir öğretmeninizi ve bir anınızı bizim- le paylaşır mısınız? Türkçe öğretmenimi çok severdim. Bir gün sınıfta şiir yarışması olmuştu. Ben de Atatürkle ilgili bir şiir yazmıştım ve sınıf birincisi olmuştum. Öğretmenim bana okul töreninde tüm okulun önün- de teşekkür etmişti. Hala duygulanarak o güzel günü hatırlarım. Sizce eğitim nasıl olmalıdır? Biz öğrencilere bu konu- da ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz? Eğitim ,gençlerin hem bugününü kurtarmalıdır hem de onları geleceğe taşıyacak bilgilerle donatmalıdır. Çünkü okul hayatımız, öğrendiklerimiz, tüm yaşan- tımızı derinden etkilemektedir. Öğrencilere tavsiyem kitap okusunlar ,araştırsınlar ,sorgulasınlar ve gelecek- leri için bugünden çalışmaya başlasınlar. Hayatta ne kadar çok tecrübe kazanırsak bu, başarı merdivenlerini ağır ama emin adımlarla çıkmamızı sağlayacaktır. En önemlisi de Ulu Önder Atatürk'ün izinden hiçbir zaman ayrılmasınlar. Faik Bey, kitabında öğrencilere mutlaka br hobi edinmelerini öneriyor. Ayrıca kendisinin Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziğinden oldukça hoşlandığı- nı dile getiriyor. Özellikle Salvatore Adamo'nun 'Her Yerde Kar Var' isimli şarkısının onda yerinin bir başka olduğunu öğreniyoruz. Peki sizin hobileriniz nelerdir, ne tür müzik dinlersiniz, bize önereceğiniz bir şarkı veya şarkıcı var mı? Sinema ve tiyatroya karşı çok ilgiliyim. Ayrıca Türk Sanat Müziği dinlemeyi ve dostlarımızla birlikte söylemeyi çok severim. Zeki Müren'den 'O Ağacın Altın- da' şarkısını çok severim. Faik Bey'in kitabından sizinle ilgili bölümleri okuduk. En çok dikkatimizi çeken olaylardan birisi Faik Bey'in sizi saygıdağer babanızdan birkaç defa istetmesi ile ilgili bölümdü. Bize o günleri ve neler hissettiğinizi anlatmak ister misiniz? Aile büyüklerimizin görüşünü almak her zaman önemlidir. Ayrıca bir deyiş vardır kız evi naz evi derler. Büyüklerimizin görüşlerini alarak kararımızın doğruluğunu daha iyi anladık. Günümüzde boşanmalarla sık- ça karşılaşıyoruz. Bir evliliğin uzun yıllar mutlu devam edebil- mesinin sırrı nedir? Evet, şimdilerde gençler bir günde evlenip bir haftada boşanabiliyor. Ancak uzun ve mutlu bir evliliğin sırrı karşılıklı saygı ,anlayış ve sevgi de yatmaktadır. Bunu başarabilen çiftler evliliklerini mutlu bir şekilde sürdürebilmektedir. Son olarak Ernur-Faik Koparan OO öğrencilerine neler söylemek istersiniz? Tüm öğrencilerimizin öncelikle Ata'mızın izin- den gitmesini temenni ederim. Tavsiyem öğretmenlerini iyi dinlesinler, derslerine çok çalışsınlar, aile büyük- lerini sevgi ile kucaklasınlar. Başarılı bir birey olmak için, hedeflere sahip olmak ve bunları gerçekleştirmek için sabırla çalışmak gerekir. Hangi mesleği yaparlarsa yapsınlar en iyisi için çaba göstersinler. Unutmayalım ki çalışkan bireylerin ve toplumların istikbali daima parlaktır. Tüm sorularımızı içtenlikle cevaplayan Ernur Hanımefendi'ye teşekkürlerimizi sunuyoruz. Melik MAVİ-Helin EKİNCİ Ernur Koparan Foto Ernur Koparan Foto
  • 7. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 7BEGONVİL FAİK KOPARAN FAİK OLMAK Fazilet Pınar Kocaoğlu tarafından Faik Koparan’ın ve yakınlarının anlatımlarına dayanarak kaleme alınmış bir biyografi kitabı: “Faik Olmak.” Faik Koparan, kitabını imzalayarak tüm öğretmenlere ve öğrencilere armağan etti. Bu vesile ile okulcak okuduğumuz kitaba isteyenler internet sitemizden word dosyası olarak ulaşabilirler. Faik Koparan’ın hayatına ilişkin birçok özel bilgi ve anıların yer aldığı kitapta” Faik Bey’in Faik Koparan olma öykü- sü” anlatılıyor. Kitabın yazarının ifadeleriyle:” Faik Bey’in hayatta seçimleri, seçmek zorunda kaldıkları, pişman- lıkları, istekleri, ulaşabildikleri, erişemedikleri, umutları, kayıpları, kazandıkları… Hepsinin birleşimi” olan bir yaşam öyküsü. Faik Koparan’ın içten anlatımları ve anılarıyla, özellikle de çocukluk yıllarının ayrıntılı betimlemeleriyle, insanın içini sıcacık eden bir solukta okunup bitirilen bir kitap. Aslında sadece bir yaşam öyküsü değil. Özel hayat- ta ve iş hayatında başarılı ve mutlu olmanın ipuçlarını da içeren bir başarı öyküsü. Çocukluk Yılları Faik Koparan, Ağustos 1941’de Mehmet ve Kad- riye Koparan çiftinin üçüncü evletları olarak Nevşehir’de dünyaya gelir. Dede, babaanne, amca, yenge, anne, baba ve kardeşlerle birlikte şirin bir evde yaşarlar. Baba Meh- met Koparan, bir uzun yol şoförüdür. Faik Koparan’ın çocukluğu babasının mesleğinden ötürü baba hasreti ile yoğrulmuştur. Faik Koparan babasını şöyle tanıtır:” Ba- bam Mehmet Koparan ortaokul tahsili yapmış olmasına rağmen ileri görüşlü bir insandı. Cesaretli, asla yılmayan ve oldukça fedakâr bir insandı. Hem önderim hem yol- daşım her şeyimdi babam. Bugün sahip olduğum her şey babamın eseridir. Ben de onlar için iyi bir evlat olduğumu düşünüyorum. Bu sebepten ötürü vicdanen çok rahatım.” Anne Kadriye Koparan tam bir Anadolu kadınıdır. Faik Koparan annesini şöyle tanıtır:” Gençliğinde çok çile çekmiş bir kadındı. Annem hem evin içindeki tüm işleri görür hem biz çocuklarıyla ilgilenir hem de bağda bahçe- de çalışırdı.” Faik Koparan’ın çocukluğuna ilişkin bölüm halk kültürü açısından da zengin bir içeriğe sahip. Olayların sadece kronolojik olarak sıralanmasıyla yetinilmemiş. Dönemin Nevşehir’inin yaşam biçimi, ekonomik şart- ları, geçim kaynakları, giyim kuşamı, tedavi yöntemleri, bayramları, Ramazan ayı manzaraları, çocuk oyunları, düğünleri, cenaze törenleri Faik Koparan’ın anlatımla- rıyla ayrıntılı olarak betimlenmiş. Kitap bu yönüyle aynı zamanda bir halk kültürü taşıyıcısı rolünde. 1954 Nevşehir Ortaokul yılları, sağdaki Faik Koparan. Solda İsmail Karataş Okul Yılları Faik Koparan eğitim hayatına bir yıl gecikmeli olarak Muşkara İlkokulunda başlar. İlkokula başladığı günleri şöyle anlatıyor:” Üç sınıflık bir okuldu Muşkara. Semahat Bey adında çok disiplinli bir müdürümüz vardı. Ondan korkardım biraz. Çantam yoktu o zamanlar, ortaokula kadar da olmadı zaten. Bir siyah kalemim bir de silgim vardı. Onu da kaybolmasın diye iple boynu- ma asardım.” Eğitimine Cumhuriyet İlkokulu, Muhtelif Gayeli Ortaokulu (Daha sonra adı Nevşehir Lisesi olarak değişen bu okulda iki yıl okur.) ve Haydarpaşa Erkek Lise- sinde devam eder. Kitabın bu bölümü okul yıllarına dair anılarla donatılmış. Faik Koparan’ın o yıllardaki en büyük aşkı ise futboldur. Nevşehir’in Lale Spor takımında forma giy- mektedir. En yakın arkadaşları Erkin ve Kemal ise Güneş Sporda top koşturmaktadır. Yakın arkadaşlarıyla tatlı re- kabeti onun çocukluğu ve lise yıllarına dair sıcacık anılar biriktirmesini sağlamış. Kitabın bu bölümünün sonunda Faik Koparan eski ve yeni dönemi olumlu ve olumsuz yanlarıyla karşılaştırıyor. Bu karşılaştırma dünü ve bu- günü anlamak, yarına umutla bakmak ve bugün doğru kararlar verebilmek açısından okuyucuya ışık tutuyor. 19 Mart 1960 Lale Sporda oynadığı günler, sağdan üçüncü Faik Koparan.
  • 8. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 8BEGONVİL FAİK KOPARAN İş Hayatı Faik Koparan’ın iş hayatı İstanbul’da başlar. Bu başlangıç hayatın dayattığı bir zorunluluktur aslında. Faik Bey, En büyük tutkusu olan futbola Nevşehir’in ardından İstanbul’da da devam eder. Babasının yakın arkadaşı olan Kadir Has, Faik Bey’in Fenerbahçe’de oynamasını ister. Faik Bey’i babası da destekler. Kısa bir süre Fenerbahçe’de oynar. Sol ayağı iyidir. İyi bir oyuncudur. Fakat seçim günü gelip çatmıştır. Amcası Faik Bey’i iki ailenin tek erkek çocuğu olması münasebetiyle “Ya futbol ya ticaret!” ikilemine sürükler. Faik Koparan ticareti seçmek zorunda kalır ve hayali olan futbolculuğa böyle veda eder. Amcalarının da Nevşehir’den İstanbul’a gelme- si ile artık bir aile şirketi olmuşlardır. Kamyon, otobüs, kamyonet, ticaret vs. derken maddi durumları iyiden iyiye güçlenir. Fakat ticareti seven ve başarı ile yürüten Faik Koparan’ın başka hayalleri vardır. Şimdi yeni bir seçim zamanı gelmiştir. Bu seferki seçimi ona hayat dayatma- mıştır. Tamamen kendi hayal gücü, cesareti ve iradesi ile aile şirketinden ayrılıp kendi işinin patronu olmak ister. Bu ayrılık kararı birçok yönüyle göründüğü kadar kolay olmamıştır. Faik Bey’in anlatımıyla:”1982 yılıydı bir gün iş konusunda babamla bir münakaşaya girdik. Delikanlı- lığın verdiği coşkuyla elimi köşede duran vitrinin camına vurdum. Kanlar içinde kaldım. Babamla muhasebecimiz beni hastaneye götürürlerken öleceğimi düşündüm, buz gibi olmuştu vücudum kan kaybetmekten. Üç ay kolum sargılı gezdim.” Faik Bey ya batacağı ya çıkacağı riskli bir işe tüm sezgileri, öngörüsü ve cesareti ile girişir. Babası da onu maddi ve manevi olarak destekler. Bunun sonucunda 240 m boyunda 33 m eninde 6 bin grostonluk Anadolu Koparan gemisi denizlere açılır ve 10 yıl boyunca çalışır. Ticaret hayatı iniş ve çıkışlarla otomotiv, inşaat, turizm ve pazarlama işleri ile 2000 yılına dek sürer. Baba- sının vefat etmesi ile Faik Bey ticaret hayatında yalnız ka- lır. Kriz vardır. Cesaret edemez yola devam etmeye. 2002 yılında iş hayatını tamamen bırakarak artık özel işleri ile meşgul olur. Evliliği ve Çocukları Kitabın bu bölümü de çok özel bilgiler ve içten anlatımlarla bezenmiş. En çok dikkat çeken anlatımların başında Faik Bey’in Ernur Hanımefendi ile karşılaşmaları ve isteme merasimlerinin geldiğini söyleyebiliriz. Faik Bey, Ernur Hanım’ı ilk gördüğü an vurulur. Faik Bey o anı şöyle anlatıyor:” Kadıköy Mühürdar Caddesi’nde oturuyordum bir gün. Baktım iki kız bir erkek geçiyor önümden. Kızlardan birinin saçları sapsarı beline kadar uzanıyor. Kim bu yahu, dedim. İşe de geç kalmıştım o gün. Ama bir ümitle beklemeye karar verdim. Bir kez daha geçtiler önümden, ben de takip ettim. Tesadüfün böylesi… Aynı mahallede oturuyormuşuz.” Faik Bey durumu babasına anlatır. Derhal Ernur Hanım’ı istemeye giderler. Fakat Ernur Hanım’ın saygıde- ğer babası Enver Bey kızını vermez. Bu durum Faik Bey’e büyük bir şok yaşatır. Fakat aşkından da asla vazgeçmez. Ernur Hanım’ı üçüncü kez istemeye gittiklerinde mura- dına erer. 19 Aralık 1970’te evlenirler. Sinem ve Hande is- minde iki kızları olur. Faik Bey eşini şu sözlerle anlatıyor:” Eğer başkaları olsa belki Ernur’u görmez, bu mutluluğu tadamazdım. Ernur Hanım her zaman güvenebileceğim, başımı asla öne eğmeyen, hanımefendiliği ile, duruşu ile, sevgisi ile her daim minnet duyduğum bir insandır.” 50 yıllık evliliğin sırrını sabır, güven ve doğruluk söz- cükleriyle açıklıyor. Ernur Koparan ise evliliğini ve Faik Bey’i “İyi günde, kötü günde hiç bırakmadık ellerimizi. Her zaman iyi bir baba, iyi bir eş oldun bana hayatımda. Yarım asır beraber yan yana yürüdük. Çocuklarımızı en iyi şekilde büyüttük, evlendirdik. Torunlarımızı görmek nasip oldu bize. Kocaman yüreğin ile iyi ki başımızdasın, iyi ki benim biricik eşimsin. Seninle her zaman gurur duydum. Seni çok seviyorum.” sözleriyle anlatıyor. Gençlik günlerinde Ernur Koparan Faik Koparan'ın İlham Aldığı ve Sevdiği Sözlerden Bazıları • “Zor bir iş zamanında yapmamız gerekip de yapmadı- ğımız kolay işlerin birleşmesiyle oluşur”. (Henry Ford) • “Yapılmış küçük işler, planlanmış büyük işlerden daha iyidir”. (Nathaniel Emmons) • “Rüzgârın yönünü tayin edemeyiz ama geminin yö- nünü değiştirebiliriz”. (Enaca) • “Uçurtmalar rüzgâr kuvvetiyle değil kuvvete karşı uçtukları için yükselirler”. (William Churchill) • “Yapabilirler çünkü yapabileceklerini düşünüyorlar”. (Virgil) • “Bir milletin büyüklüğü, nüfusunun çokluğu ile değil akıllı ve fazilet sahibi adamlarının sayısı ile belli olur”. (Victor Hugo) • “Başarının formülü yoktur ama başarısızlığın vardır. Herkesi memnun etmeye çalışmak”.( N. Ray)
  • 9. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 9BEGONVİL FAİK KOPARAN • “Yapılırken heyecan duyulmayan işler başarılamaz”. (Emerson) Gençlere Tavsiyeler • Çok çalışın. Yüksek eğitiminizi muhakkak tamam- layın, yabancı dil öğrenmeyi ihmal etmeyin, fuarla- ra, seminerlere katılarak sürekli güncel olanı takip ederek kendinizi geliştirmeye çalışın. • Tutumlu ve gözü tok olun. Gerçekten ihtiyacınız yok- sa en son çıkan telefona sahip olmayın. Paranın çok zor kazanıldığının farkında olun ki sıkıntıya düşme- yesiniz. • Her gün bir önceki günden bir adım ilerde olmaya çalışın. Öğrenmenin sonu yoktur, ‘Ben en iyisini bili- rim!’ yanlışına düşmeyin. • İnsanlara yardım edin ve onlara güvenin. Bu sayede yardım istemenin kötü bir şey olmadığını da öğrenir- siniz. • Sağlığınıza özen gösterin. Muhakkak bir spor dalı ile ilgilenin. • Sosyal olun, yeni insanlarla tanışın. Bu yalnızca size iş yaşamınızda artı katmaz. Farklı hayatlardan örnek alabileceğiniz pek çok şey bulursunuz. • Kendinize inanın, güvenin. Her zaman başarılı olmak zorunda değilsiniz, unutmayın. • Zamanı asla geri alamayacağınızı unutmayın. Dakik olun. • Ana baba duası almaya çalışın. Bir gün onları kay- bedeceksiniz ve arkalarından keşke dememek için elinizden gelen bütün iyiliği yapın. Hayır İşleri Faik Koparan hayatı boyunca kazandığı paraları yalnızca kendine ve evlatlarına saklamamıştır. Paylaş- mayı, yardımlaşmayı çok seven, paylaştıkça mutlu olan bir insandır. Bu ülkede bu ülkenin yurttaşlarıyla kazan- dıklarını yine çok sevdiği ülkesi ve milleti ile paylaşmayı bilmiştir. Bunun en büyük kanıtı ise yaptıklarıdır. Hayır işlerinden bazılarını şöyle sıralayabiliriz: • Kadriye-Mehmet Koparan İlkokulu, İstanbul • Kadriye-Faik Koparan İlkokulu, İstanbul • Ataşehir Özel Eğitim Mesleki Eğitim Merkezi iç do- nanımı, İstanbul • Nevşehir Koparan Camii, Nevşehir • İki adet suyu kuyusu, Çad, Afrika Kitabın son bölümü ise yakınlarının Faik Kopa- ran hakkındaki düşünceleriyle ve birbirinden özel fotoğ- raflarla süslenmiş. Sayın Faik Koparan'a, onun sevdiği hitapla söy- lersek Faik Amca'mıza, okulumuz öğrenci ve öğretmen- leri olarak okulumuzun ülkemiz için sonsuza dek sevgi, güzellik ve aydınlık üretmesi dilekleriyle şükranlarımızı sunuyoruz. Adnan USLU Türkçe Öğretmeni Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından Faik Koparan’a verilen şükran plaketi ERNUR-FAİK KOPARAN Sordu minik çocuklar, “Güneş ve yıldızlar mıdır Dünya’yı aydınlatan?” “Eğitim var en önde!” Dedi Ernur Koparan Sordu minik çocuklar, “Çok gezen mi çok okuyan mı Başarılı hayatta?” “Çok çalışan, çok çalışan.” Dedi Faik Koparan Sordu minik çocuklar, “Bir damla su insandan Nasıl derya olunur?” Gözleri göğe bakarak “Mutlu olur varlığını Sevgiyle paylaşan” Dedi Ernur-Faik Koparan Dedi ki minik çocuklar, “Bir harf öğretene, Kırk yıl köle olunur.” Tebessümle bakarak “İşte gelecek nesil!” Dedi Ernur-Faik Koparan Eylül AKSOY 8/A
  • 10. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 10BEGONVİL 15 TEMMUZ MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİK GÜNÜ ŞEHİTOĞLU ŞEHİT Nihal Olçok, o kara, karanlık gecede bir kadının yaşayabileceği en büyük acıları yaşadı. FETÖ’cüler o gece hem eşini hem de ‘en derinim’ diye tarif ettiği oğlunu şehit ettiler. Eşi Erol Olçok ve oğlu Abdullah Tayip Olçok, 15 Temmuz Darbe Girişimi sırasında darbecilere karşı koymak için çıktıkları 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nde (eski adıyla Boğaziçi Köprüsü) şehadet şerbetini içtiler. Nihal Olçok ‘Şehitoğlu Şehit’ kitabıyla 15 Temmuz’un unutulmaz kahramanlarından olan eşi Erol Olçok ve oğlu Abdullah Tayyip’i bize anlatıyor. Kitabı neden yazdığını ise önsözde şu şekilde açık- lıyor:” Erol Olçok, tanınmış bir iş adamı ve reklamcıydı. Oğlum Abdullah Tayyip henüz çok genç 16’sında pırıl pırıl bir delikanlıydı. İkisi birlikte, yan yana, birbirinin kolların- da şehit oldular. 15 Temmuz gecesi madem tarihi bir gecedir, bu ülkenin tarihine geçmiştir, o gecenin kahramanlarının ve şehitlerinin hikâyesine ışık tutmak da tarihe ışık tutmak anlamına gelir. Siz bu kitaba o gözle bakabilirsiniz. Ama ben yine de o ka- dar büyük konuşmayacağım. Bir anne gibi kalbimin üstünde konuşacağım.” Nihal Olçok, kitabında eşiyle nasıl tanıştığını, nasıl bir evlilik yaşadıklarını, üç oğlunun dünyaya gelişini ve en büyük oğlu Abdullah Tayyip’in onda bıraktığı izleri ay- rıntılarıyla ve tüm samimiyetiyle anlatıyor. Olaylar yaşanmadan önceki aile saadetini ve eşine duyduğu aşkı şu satırlar özetliyor:” Ben mutluydum. Yaşanan her şeyi çıkardık- tan sonra, herkes gittikten ve evde yalnız kaldıktan sonra kendimle baş başa kendimi dinlediğim sırada… Ve sonra yeniden yaşanan günlük olayların içine döndüğümde, işte, arabada, misafirlikte, annemle telefonda görüşür- ken… Aşkı ve mutluluğu hiç aklıma getirmediğim günlük itiş kakışlar arasında bile âşık ve mutluydum.” Nihal Olçok, eşinin karakteri hakkında da şu satırları kaleme alıyor:”Güçlü sezgisi ile sorun alanlarını önceden fark eder, soğukkanlılığı ile kriz zamanlarını çok iyi yönetirdi. Feraseti ile olayların gideceği yönü görebilir, etkileyici hitabeti ile ekibini ikna eder ve doğru yönde ilerlemelerini sağlardı. Bu yeteneklerini sadece iş hayatın- da değil, sosyal hayatında da sevdikleri için, dostları için kullanır, her durumda onlara faydalı olmaya çalışırdı.” Kitapta yakın arkadaşlarının Erol Olçok hak- kındaki duygu ve düşüncelerine de yer verilmiş. Erol Olçok’un en yakın arkadaşlarından Hüseyin Besli şehidi şöyle anlatıyor:” Kişi yaşadığı gibi ölür, denir. Erol Olçok, namluya sürülmüş bir fişek gibi yaşadı… Her an patlama ya hazır vaziyette. Ve o an geldi. Namludaki fişek patladı. Eylem adamı Erol Olçok, kutlu bir eylemin ön safında can verdi. O şimdi artık bir yed-i beyza gibi bir özgürlük meselesi olarak ‘yaşamaya’ devam edecek.” Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdo- ğan da şehidin cenazesinde şu konuşmayı yapıyor: “Erol Olçok ve oğlu Abdullah Tayyip, şehadetleri çok yakın- dan tanıdığım insanlar olmaları hasebiyle beni ve ailemi ayrıca etkilemiş ve üzmüştür. Bir taraftan sevindirmiştir. Ailemde ‘Allah bize böyle bir şehadet nasip etsin.’ diyenler olmuştur. Zira şehadeti, onun inceliğini anlayanlar, öyle şehadet anı görürler ki ‘Acaba Rabbim bize de böyle bir şehadet nasip edecek mi?’ diye hayıflanırlar. Rabbim bize bunu nasip etsin. Cenaze namazlarına bizzat katıldığım bu kardeşlerime tüm şehitlerimizle birlikte Allah’tan rahmet diliyorum.” Kitabın Abdullah Tayyip ile ilgili bölümüne geçtiğinizde ise satırların titre- diğini görebiliyorsunuz. Bir annenin acılı yüreğini duyumsayabiliyorsunuz. Göz yaşlarının nemi ve sıcaklığı sözcüklerin üzerinde hâlâ. Nihal Olçok, bu bölümü ve oğlu Abdullah Tayyip’i ‘en derinim’ sözcükleriyle tarif ediyor. Hamileliğinden doğuma, bebeklikten şehadetine kadar oğlu Abdullah Tayyip’in tüm hikâyesini anlatıyor bizlere. Biricik oğlunun şeha- detiyle ilgili ise şu sözcükler dökülüyor kaleminden:” Şehit annelerine sorun: Oğlunuzun haberini (şehadet haberlerinin basında yer alması üzerine) böyle okudu- ğunuzda sizde gurur mu, yoksa keder mi ağır basar? Size verecekleri cevap üze- rinde çok oyalanmayın; çünkü ne cevap verirlerse versinler, hissettiklerinden eksik kalır. Belki de en doğrusu şudur: Annelere oğlunuz şehit olsun mu diye sorulmaz. Diyemezler ki olsun, ama Allah oğullarına şehitlik nasip ettiğinde elbette onun gururunu duyarlar. Acıyla karışık bir gururdur bu. Acı ne kadar derinse gurur da o kadar yüksektir." Adnan USLU Türkçe Öğretmeni “Köprüye bak- tığım zaman tankların peşinden bir kişi çıktı. Subay şapkalıydı. Erbaş değildi. Subay olduğu belliydi. Ve ağır makina- lıyla insanları taramaya başladı. İşte Erol Olçok’u öldüren o subaydı. Çünkü oradaki askerler, inanın ki ateş etmek istemiyorlardı. İlk ateşin başlangıcını da o subay yaptı.Onların Türk askeri olduğuna inanmı- yorum. Onlar içimizdeki yılanlar. İçimizdeki düş- manlar.” ALİHAN
  • 11. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 11BEGONVİL BENİM NAÇİZ VÜCUDUM ELBET BİR GÜN TOPRAK OLACAKTIR. FAKAT TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLELEBET PAYİDAR KALACAKTIR. 15 TEMMUZ DESTANI Bir 15 Temmuz gecesi, Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır dedik, Yüreklerde iman, dillerde Allahuekber sesi, Biz bu vatan uğruna ölmeyi sevdik. Bismillah deyip çıktık meydanlara, Dua edip sarıldık kan kırmızı bayraklara, Üstünde yer yoksa altında da yatarız, Ama kimseler dokunamaz bu güzelim topraklara! Göğsümüzü siper ettik, dikildik alçakların karşısına, Tankların altına yatıp, sapan sıktık FETÖ16 ' lara, Işte biz vatan uğruna böyle delirenlerdeniz, Bilmeyenler baksın Türk'ün tarih sayfalarına! Ne yaptılarsa olmadı başaramadılar, Bu aziz milletin önünde duramadılar, Biz çılgın Türkleriz derken şaka yapmıyorduk, Darbe diye gelenler, sonunda kaçacak delik bulamadılar. İriydik, diriydik, birdik, beraberdik, Vatan hainlerini bir bir yere serdik, Biz öyle büyük bir milletiz ki, Asırlardır bir öldük bin dirildik! O gece büyük bir destan yazıldı, Tüm dünyanın hafızasına kazındı, Yedi düvel bir kez daha anladı ki, Vatan Türk'ün canından da öte bir candı. Biz Türk'üz Türk olmakla övünürüz, Kutsalımızdır vatan, bayrak, ezan, Onlara kastedenleri siler süpürürüz, Çünkü biz Fath'iz çünkü biz Atatürk'üz! Bekir ÖZGEN Memur
  • 12. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 12BEGONVİL Likya Orkidesi (Ophrys Iycia) Görünümü açısından eşsiz güzelliğe sahip orkide türle- rinden olan Likya orkidesi sadece Antalya'nın Kaş bölge- sinde yetişmektedir. Yetişmesi yıllar alan, boyu 60 cm'ye kadar ulaşmaktadır. Likya orkidesi yetişkinliğe yaklaşık 10 ile 12 yıl arasında erişmektedir. İlk yaprağının açması ise yaklaşık 5 yıl kadar sürmektedir. Nesli tükenmekte olan bir türdür. Ülkemizde yaklaşık olarak 170 orkide türü bulunmaktadır. Likya orkidesi de bunlardan biri. Bu türün azalma nedeni ise doğadan aşırı miktarda toplan- masıdır. Salep olarak bildiğimiz içeceğin ana maddesi, orkidelerin köklerinin öğütülüp toz haline getirilmesi ile yapılmaktadır. Likya orkideleri, diğer orkideler gibi salep tozu elde etmek için doğadan toplanılıyor. Aşırı toplan- ması da bu türün tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olma- sına neden oluyor. Likya orkidelerini korumak amacıyla yürütülen proje kapsamında, orkidelerin yaşadığı alan koruma altına alınmış. Alan çitlerle çevrilerek hayvanla- rın burada otlamaları ve orkidelerin toplanmaları en- gellenmiştir. Ayrıca bölge halkı Likya orkidesi hakkında bilgilendirilmiş ve bitkinin tohumları Türkiye Tohum Gen Bankasında koruma altına alınmıştır. Çan Çiçeği (Campanula) Çan çiçeği, campanula bitki ailesinin üyelerindendir ve genel olarak kısa ömre sahiptirler. Bu bitki genel olarak tek ya da iki yıllık bir ömre sahiptir. İsmi ise çiçeğin fizik- sel yapısından gelmektedir. Çan şekline sahip olduğu için çan çiçeği denir. Halk arasında boru çiçeği olarak bilinir. Çan çiçeği boy olarak ise 40 ile 100 milimetre arasında boylara sahip olur. Genellikle yetiştiği alanlar boş tarlalar ve yol kenarlarıdır. Kum zambağı (Pancratium maritimum) Kum zambağı (Pancratium maritimum) soğanlı bitkilerdendir. Doğada sadece deniz kıyısı kumsallarında görülür. Sanılanın aksine, kumdan ve deniz suyundan beslenmez. Kökleri 2 metreye yakın uzunlukta yer altına uzanır. Güzel kokuludur. En çok geceleri koku salar. Herkesin hayran olup çok güzel bulduğu kokusunu bazı insanlar ağır bulur. Endemik ve nesli tehlike altında olan bir türdür. Bilinçsiz sahil kullanımı ve kökleyip götürenler yüzünden bu çiçekler yok olma tehdidiyle karşı karşıya. Koruma altındaki kum zambaklarını koparanlara 38 bin 751 lira para cezası kesiliyor. ARAŞTIRMA ANTALYA'NIN ÇİÇEKLERİ Hayatımızı renklendiren ve mutlu insanların yüzünde açan bir tonurcuktur çiçek. Çiçekler bizim için bir arkadaş, bir dost daha da ileri gidersek bir kardeş gibidir. Çiçeklerimle yalnız kaldığım zaman üzüntümü, mutluluğumu, sevincimi, sırlarımı anlatı- rım onlara. Çiçekler benim sırdaşımdır. Çiçekler benim enerji kaynağımdır. Kokula- rını içime çektiğimde tüm olumsuzlukları unutuyor onlar gibi tazecik oluyorum. Çiçeksiz bir hayat benim için çürümek demektir. Dünyanın çiçekler olmadan güzel bir yer olması hatta var olması imkansızdır. Sizce de öyle değil mi? Çiçekler olmasaydı arılar ne yapardı? Arılar olmasaydı bitkiler nasıl ürerdi? Çiçek, yaşamın özüdür. Çiçek olmasaydı bizler de olmazdık. O renk renk, küçücük, narin ve kırılgan bitkilerin yaşamın kaynağı olması ne tuhaf değil mi? Aynı zamanda güzellikleri, incelikleri ile de sanki bize bir mesaj vermek ister gibidirler: “Ey İnsanoğlu yaşamak istiyorsan sen de etrafına güzellik, incelik saç. Kavga- lar, savaşlar hep kabalıktan ve çirkinlikten gelir. Güzeli ara, ince ve hoş kokulu ol!” der gibidirler. Mevlana’nın da dediği gibi: “Sen çiçek olup etrafa gülücükler saç- maya söz ver. Toprak olup seni başının üstünde taşıyan bulunur.” Çiçekler dünyamızın gülme şeklidir, diye bir söz okumuştum. Çiçekleri sevelim, koruyalım. Dün- yamızın gülen yüzünü soldurmayalım, diyor ve sizler için yaptığım araştırmayı sunuyorum: Bilimcilerin tahminine göre dünyada 400 bin çiçek türü var. Üstelik çiçeklerin çoğu hala tanımlan- mış değil. Yani dünyada 400 binden fazla çiçek olma olasılığı % 99. Antalya’mızda ise 840 kadar endemik bitki türüne rastlanmış. İşte hem onlardan bazıları hem de Antalya’nın cadde, sokak ve evlerini süsleyen birbirinden güzel çiçeklerimiz:
  • 13. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 13BEGONVİL Şakayık Expo 2016'nın sembol çiçeği ilan edilen şakayığın Hisarçandır bölgesinde doğal yayılış alanı bulunuyor. Bu alan koruma altına alınmış durumda. Şakayık gülü çok yıllık, otsu ve yumruk köklü bir bitki. Bir metreye kadar boylanabilen Türk şakayığı, Antalya, Burdur ve Denizli`ye yayılmış. Yüksekleri seven, 1500 metrelerde yaşayan bir bitki. Orman altı ve orman açıklıklarının dışında kireç kayalığı yamaçlarını da kendine mesken edinmiş. Çiçeklenmeye 4-5 yaşlarında başlayan ve uzun yıllar sürgün sayısı artarak büyüyerek çiçek açan şakayık gülünün çiçeklenme dönemi mart-nisan ayları. Halk dilinde 'Ayı Gülü' kimi yerlerde de 'Orman Gülü' deniyor- muş. Begonvil Antalya'nın bahçelerinde en çok karşımıza çıkan çiçeklerden birisi de begonvildir. Dergimze de adını veren begonvilin Antalya'da sarıp sarmalamadığı bahçe kapısı yok gibidir. Begonvil, 10-15 metre yükseklere tırman- abilen sarmaşık türü veya daha zayıf ve saksı gibi toprak azlığında bodur ağaççık şeklinde gelişen bir süs ağacıdır. Çabuk büyüyüp bol bol çiçek açmasıyla sevilen bir Ak- deniz bitkisidir. Esas anayurdu Güney Amerika kıtasının orta ve kuzey tropikal kesimleridir. Begonvil, çabuk büyüdüğü, 23 – 35°C derece sıcaklara dayanıklı olduğu ve susuzluğa dayanıklı olduğu için Akdeniz kıyı kesimlerine çok iyi uyum sağlar. Genelde pembe, leylak mor, daha nadiren kırmızı, beyaz, sarı renklerde olabilir. Çiçek şek- linde farklılaşmış yapraklarla çevrilidir. Dalında kuruduğu zaman bile kağıtsı yapısı ile bir süre daha rengini koruma- ya devam eden çiçek yaprakları vardır. Akşamsefası (Gecesefası) Evlerimizin bahçelerinde en çok karşılaştığımız bir diğer çiçek de akşamsefasıdır. Çiçekleri akşamları açılıp sabahleyin kapanan bir süs bitkisidir. Benzeri olan kahkaha çiçeği ise gündüzleri açıp geceleyin kapanır; bunun için ona da gündüzsefası denir.Akşamsefası sık dallı bir bitkidir, 60-70 santim kadar yükselir. Çiçekleri beyazdan kırmızıya, sarıdan mora kadar çeşitli renkte olur. Yaz ortasından sonbahara kadar çiçek açar, soğuğa dayanıklı bir bitkidir, kışın da açıkta kalabilir. Yasemin Geldik kokusuyla herkesi kendine çeken büyüleyici güzellikteki benim favori çiçeğime. Onu bahçe duvarlarını ve çitleri sarıp samalamış bir durumda An- talya'nın birçok yerinde görebilirsiniz. Kokusu sizi me- trelerce uzaktan kendine çeker. Akşam yürüyüşlerimizin neşesidir. Yasemin çiçeği, zeytingiller (Oleaceae) fami- lyasının Jasminum cinsinden 300 kadar tropik ve astropik çalımsı bitki türünün ortak adıdır. Yasemin türlerinin çoğu tırmanıcı yapıdadır. Genellikle iki ya da daha çok sayıda yaprakçıktan oluşan bileşik yaprakları vardır. Her zaman yeşil olan cinsi olduğu gibi sadece yaz aylarında yeşil olan cinsi de bulunmaktadır. Sahip olduğu habitatı dağınık ya da seyrektir. Yasemin sıcaklığa iyi dayanabilen bir bitkidir. Fakat 0 derecenin altına düşen sıcaklıklara dayanamamaktadır. Şubat aylarında meydana gelmekte olan hafif gece donları çiçeğe zarar verebilmektedir. Helin EKİNCİ 8/D ARAŞTIRMA
  • 14. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 14BEGONVİL erasmus GÜNLÜKLERİ 3C ILE ÖĞRENME O kulumuzun Erasmus+ Projesinin 3. Hare- ketlilik ziyareti 4-8 Kasım 2019 tarihleri arasında Polonya’nın Puchaczów kasabasına düzenlendi. 3 öğretmen ve 6 öğrencinin katıldığı ziyarettte hem kültürel faaliyetlerde hem de proje kapsamında bilgilendirme etkinliklerinde bulunuldu. Hareketliliğin asıl amacı bütün katılımcı öğretmenler ve öğrenciler ile yerel bir radyo ve televizyon ziya- reti yapılması ve buarada dijital kaynakların insan hayatına nasıl aktarıldığına dair ayrıntılı bilgiler edinmekti.Aynı zamanda bütün katılımcılara rad- yo yayıncılığında büyük bir önem taşıyan Podcast yayını üzerine bir eğitim verildi.Yapılan bu eğitim ile beraber Antalya’ya dönüşte TRT Antalya Radyo ve Televizyonu’na bir ziyaret düzenlenmiş ve burada öğrenciler ile bir örnek kayıt yapılmıştır. Polonya’da geçirilen süre zarfında katılımcı 4 ülkenin öğretmen- leri ve öğrencileri ile farklı konularda sohbet edilmiş olup, kültürler, gelenekler ,bayramlar, okullar, aile- ler ve eğitim sistemleri hakkında sohbetler edildi. Geçirilen 4 günlük ziyaret süresinde öğrencilerimizin uyum sağlamakta hiç zorlanmadıkları ve ortama çok çabuk adapte olabildikleri gözlemlenmiştir.Aynı zamanda öğrencilerimizin bu kısa süre zarfında çok çabuk dostluk kurabiledikleri ve sosyal becerilerinin fazlası ile gelişmiş olduğu görülmüştür.Bunun gibi deneyimlerin öğrencilerimizin kişisel gelişimlerinde ve özellikle geleceğe dair hedef koymada çok yararlı olduğu ve aslında öğrencilerimizin özgüvenlerinin beklenenden çok daha yüksek olduğunun farkına varılmıştır. Umarım ki bu gezi ile öğrencilerimizin hayatlarında bir kelebek etkisi oluşturup ufuklarını biraz daha genişletebilmişizdir. Bugüne kadar öğrenci ve öğretmenle- rimiz Proje kapsamında İngiltere, Letonya ve Polonya gezilerini gerçekleştirdi. Dergimzin bu sayısında sözü Polonya'yı ziyaret eden öğrencilerimize bırakıyoruz. Havin Pilatin 8/E Uçaktan indiğim anda içimi bir heyecan sarmıştı. Yolculuğum gayet iyi geçmişti. Yolculukta pek uyuyamasam da, diğer arkadaşlarımın aksine, kendimi yorgun hissetmiyordum. Henüz havaalanın- dayken sıcaklık farkını fazlasıyla hissetmiştim. Hepi- miz misafiri olacağımız ailelerle bir an önce tanışmak istiyorduk. Bizi kalacağımız yere götürecek otobüslere binip yola koyulduk. Yolda en çok dikkatimi çeken evlerdi. Tıpkı filmlerdeki gibi bahçeli küçük evler. Saat 18.00 gibi ailelerin yanına vardık (Tabi onlar bizden iki saat geridelerdi.) O gün herkes misafir olacağı ailelerle tanıştı. Günün geri kalanını dinlenerek geçirdik. Her geçen gün daha fazla şey öğreniyordum. Özellikle yabancı dilim fark edilir bir biçimde ilerle- me kaydetmişti. Polonyalı öğrencilerle iletişim kur- mak düşündüğüm kadar zor olmadı. Öğrenciler çok sıcakkanlılardı. Onlarla ilk karşılaşmamız olmasına karşın bize gösterdikleri ilgi müthişti. Orada kaldı- ğımız süre boyunca bize karşı çok yardımsever ve misafirperverlerdi. Ayrılma günü geldiğinde hepimizde buruk bir mutluluk vardı. Mutluluğumuzun sebebi, tabii ki, ülkemize ve ailelerimize dönüyor olmamızdı. Ora-
  • 15. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 15BEGONVİL erasmus GÜNLÜKLERİ daki dostlarımızdan ayrılmanın yaşattığı hüzün de gözlerimizden okunuyordu. Fakat mesafeler arkadaşlığımıza engel değil. Orada geçirdiğim o kısa ama dolu dolu günleri asla unutmayacağım. Muhteşem bir deneyimdi. Berfin Kolakan Arkadaşlarım ve öğretmenlerimle birlikte böyle uzun bir yolculuğa çıkmak çok keyifli ve he- yecan vericiydi. Yolculuk uzundu, ama çok eğlen- celiydi. Bizi Peter öğretmen çok güzel karşıladı ve misafiri olacağımız ailelerle tanıştırdı. Ev sahipleri ile çok iyi anlaştık, kaynaştık. Kahvaltıdan sonra okula gittik ve proje- mizi sunduk. Okulu gezdik. Bizim için hazırlanan barberkü partisine gittik. Bizim için hazırlanan yiyecek ve içeceklerle güzel bir gün geçirdik. Son- raki günlerde bizi bir göl kenarına götürdüler. Hava biraz serindi, ama çok güzel kareler yakaladım. Lublin radyo istasyonunu ziyaret ettik. Radyo ve te- levizyonculukla ilgili bilgiler aldık. Arkadaşlarımla birlikte şarkı söyledik. Yürüyüşler, Lublin gezisi, kültürel mekanlar, AVM’ler derken beş günlük süre göz açıp kapayana kadar geçti. Çok eğlendik. Çok öğrendik. Farklı kültürden, farklı dillerden insan- larla tanışmak, onlarla bilgi alışverişinde bulunmak bu kısacık sürede ufkumuzu açtı. Asla unutamaya- cağımız bir deneyim oldu Ömer Faruk Tuna Polonya gezimizi birkaç ifadeyle özetlemem gerekirse büyüleyici bir göl, sıcakkanlı insanlar, okuldaki animasyonlar, tarihi mekanlar, radyo istasyonu, mangal partisi ve ekmek üstü soğan diyebilirim. Bambaşka bir ülkede yeni arkadaşlarla yepyeni bilgiler öğrenerek masal gibi günler geçir- dik. Anlaşmak ve kaynaşmak için uzaklığın önemli olmadığını anladım. Yabancı dilimizi geliştirerek ve içten duygularla iletişim kurarak tüm uzaklıkların yakın olabileceğini anladım. 2013-2015 yılında yaptığımız Comeius Pro- jesi “Europe’s Got Talent” öğrencilerimizden 13 kişi ile yurtdışı hareketliliği yaşama fırsatı sağladı. Bu gibi fırsatların öğrenci- lerin hayatında dönüm noktaları oluşturabildik- lerini deneyimledim.Hem karakterlerinin şekillen- mesinde hem de öğrenim hayatlarını yönlendirme konusunda pozitif bir etkisini olduğunu düşünüyo- rum.Hem öğrencilerimiz hem de öğretmenlerimiz 7 farklı ülkeden gelen kişilerle bilgi paylaşımlarında bulunarak farklı çevrelerde eğitim ve öğretimin nasıl işlediğine dair fikir edinebildiler. Şahsen öncelikle ilk proje deneyimimde öğretmenliği sorgulayıp, gittiğim farklı ülkelerde dil eğitimlerinin neden daha iyi olduğunu anlamak için kısa sürelide olsa gözlemlerde bulundum. 7 farlı ülkede 7 farklı milletten şu anda 7'den fazla kardeşim olduğunu hissediyorum. Şuan yürütmekte olduğum Erasmus Projesinde de öncelikli hedefimiz 22 tane öğrenci- mizi ve 7 öğretmenimizi bu deneyimleri yaşatabil- mek. Ancak hareketliliklerde bulunmayan öğrenci- lerimize de bu deneyimleri farklı açılardan yaşatıp projenin her aşamasında olmalarını sağlamaktır. Umarım bu proje çocuklarımızın hayatlarında an- lamlı bir farkındalık yaratabilir. Sevda NACAR GÜZELCAN İngilizce Öğretmeni
  • 16. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 16BEGONVİL 29 ekim OKULUMUZDA CUMHURİYET COŞKUSU
  • 17. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 17BEGONVİL 29 ekim CUMHURIYET 19 Mayıs 1919'da Atatürk'ün Samsun'a çıkarak Milli Mücadeleyi başlatıp, 29 Ekim 1923 tarihinde de "Türk Milletinin karakterine ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir." diyerek ilan ettiği Cumhu- riyet, Türk Milletine bırakılmış en büyük miras ve vazgeçilmez bir değerdir. Cumhuriyet, milletin kendi kendisini yasama, yürütme ve yargı organları eliyle yönetmesidir. Bu yöne- timde yurttaşların seçme ve seçilme hakkı vardır. Devlet yönetimi, sınıfların, kişilerin ailelerin, bir zümrenin eline bırakılamaz. Milletin bütün bireyleri yönetime katılabilir ve söz sahibi olabilir. Çünkü cumhuriyet yönetiminde bütün vatandaşlar eşit haklara sahiptir. Cumhuriyetin en büyük erdemi, Türk toplumunu ulus olma bilincine kavuşturması ve bireyi yurttaş ko- numuna yükseltmesidir. Yurttaşlık; ülkemiz vatandaşlarının din, dil, ırk ve düşünce ayrımı gözetmeksizin kanun önünde eşitliği demektir. Yurttaşlık, ülkemizin tüm zenginliklerinden eşit miktarda pay alma, birlikte ve özgürce yaşama kültürü demektir. Ulusumuz, Cumhuriyetle birlikte ulusal bir devletin, onurlu, özgürce düşünebilen ve eşit haklara sahip yurttaşları haline gelmiş, devletin tek ve gerçek sahibi olmuştur. Atatürk bu sebeple şöyle söylemiştir:” İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşe- sinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyler içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!” demiştir. Bu sebeple Atatürk: “Cumhuriyet, demokratik idarenin tam ve mükemmel bir ifadesidir. Bu rejim, halkın gelişimini ve yükselişini sağlayan, onlardan esirlik, soysuzluk, dalkavukluk hislerini uzaklaştıran bir yoldur.” demektedir. Bu sebeple Ata- türk:” Cumhuriyet fazilettir.” demektedir. Türkiye Cumhuriyeti laik ve demokratik anlayıştan taviz vermeden, Büyük Önder Mustafa Kemal Ata- türk'ün çizdiği çağdaş uygarlık yolunda hızla ilerleyecektir. Buna hiçbir güç engel olamayacak ve Türkiye Cumhu- riyeti Devleti sonsuza kadar yaşayacaktır. Yeter ki bizler Atatürk'ün mirası olan bilimsel ve akılcı yoldan ayrılma- yalım. Son olarak Bayramımız kutlu olsun Nice 29 Ekimlere, diyor. Beni dinlediğiniz için sizlere teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. Aslı AVŞAR BUCAKLI Görsel Sanatlar Öğretmeni (Cumhuriyet Bayramı Konuşması) Ernur-Faik Koparan Ortaokulu Öğretmenleri
  • 18. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 18BEGONVİL DENEME Mutlu Son B aşarısızlık, kişinin giriştiği bir işin yolunda gitmemesidir. Başarısızlık, insana acı veren bir durumdur. Hele de yoğun bir emek ve çalış- maya rağmen başarısız olmuşsak daha büyük bir acı hissederiz. Bunun sonucundaki hayal kırıklığı bizi her şeyden ve herkesten soğutur, mutsuz eder. Peki ya başarı nedir? Başarılı olmak herkes için farklı anlamlar taşır. Kimi için sınavları geçmek, takdir belgesi almak, kimi için bir spor dalında başarılı olmak, kimi için de çok para kazanmak olabilir. Öğrenci için okulu bitirmek, çalışan için terfi etmek, anne için hayırlı evlat- lar yetiştirmek, müdür için şirketi büyütmek vs. İnsan, amaçlarına ulaşıp başarılı olduğunda ise kendisini mutlu hisseder. Bura- dan “Başarmak mutluluktur.” sonucunu çıkarabi- liriz. Bence durum bunun tam tersidir. Mutluluk, başarmaktır. Eğer amaçlarımıza ulaşmışsak işlerimiz yolunda gitmiş, elimizi attığımız işte herkes tarafın- dan beğenilip takdir görmüşsek kendimizi başarılı sayıyoruz ve bunun sonu- cunda da mutlu oluyoruz. Yani ulaşmak istediğimiz sonuç, başarılı olmak değil; mutlu olmaktır. Herkesin hayatında başarısızlıklar olmuştur, olmaya da devam etmektedir. Bence mutlu insan başarılı insan değil- dir. Mutlu insan başarısız- lıklarına rağmen yolunda yılmadan yürüyen ve asıl olarak yürüdüğü yoldan mutlu olan insandır. Geçmişten günümü- ze büyük başarılar elde etmiş kişilerin de başarısızlığı olmuştur. Örneğin Edison icatlarını yapmaya çalışır- ken yüzlerce defa başarısız olmuş. Peki ya Graham Bell acaba kaçıncı denemede telefonu icat etmiştir? Henry Ford “Başarısızlık daha zekice başlama fırsa- tından başka bir şey değildir.” diyerek bize başarısız- lığımızdan dolayı pes etmememizi, başarısızlığımızı başarıya çevirmeyi öğrenmemizi öğütlemiş. Büyük başarılara imza atmış sporcu, sanatçı ve bilimcile- rin bu başarıları büyük çalışmalar sonucunda elde ettiği kesinlikle doğrudur. Büyük buluşların büyük çalışmalar ve sayısız denemeler sonucu ortaya çıktığı inkâr edilemez. Fakat bence bu büyük insanların bu başarılarındaki en büyük etken büyük buluşlardan önce mutluluğu bulmuş olmalarıdır. Onların, başarı- sızlıklarından ders çıkarıp başarıya ulaşmalarındaki en büyük güç; mutluluktur. Yaptığı işten mutlu olmayan bir insanın başarılı olma olasılığı da yoktur. Bizi tüm denemelerimize, çalışmalarımıza rağmen başarısız olduğumuzda ayakta tutacak olan şey, giriştiğimiz işe duydu- ğumuz sevgi ve aşktır. Bu da mutluluk demektir. Eğer yaptığımız işi sevmi- yorsak mutlu olamayız, mutlu ola- mazsak başarılı da olamayız. İşimizi yaparken mutluluk duyuyorsak o işte çalışmanın ta kendisi bizim mutluluk kaynağımız ve yakıtımız ise hiçbir başa- rısızlık bizi yolumuzdan çeviremez. Ben- zinimiz asla bitmez. Hiçbir zaman yarı yolda kalmayız ve hayal kırıklığına uğramayız. Hayal kırıklığına uğramamızın en büyük sebebi başarıyı mutluluk zannetmemizdir. Mutluluğu aramak yerine başarılı olmak için hırs ve rekabet girdabında boş yere kürek çekmek hayal kırıklığımızın asıl sebebidir. Gün ışığı ve su gören bir ağaç mutludur. O yüzden çiçeklerini açar. Ağaçlara çiçek açması için sadece su ve gün ışığı yeterlidir. Doğadan, başka bir beklentileri yoktur. İlkbahar güneşi onları mutlu eder. Bu mutluluğu gözle- rinizi onların çiçekleri ve yaprak- ları üzerinde dikkatlice gezdi- rirseniz görebilir, kulaklarınızı yapraklarının hışırtısına verir- seniz duyabilirsiniz. Sadece su ve gün ışığı... Sonra mutluluk… En sonunda da salkım salkım meyveler, yemişler ve bereket. İşte mutlu son budur. Eylül Aksoy 8/A (Erünal SBL Deneme Yarışması Mansiyon Ödülü) İnsan, amaçlarına ulaşıp başarılı olduğunda ise kendisini mutlu hisseder. Buradan “Başarmak mut- luluktur.” sonucunu çıkara- biliriz. Bence durum bunun tam tersidir. Mutluluk, başarmaktır.
  • 19. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 19BEGONVİL FABL Ağaçkakan ve Sincap S akin, huzurlu ve bir o kadar da yemyeşil bir orman. Ağaçkakan yine bir ağacın gövdesini gagalıyordu. Açlıktan adeta bayılmak üzereydi. Gagaladığı ağaçların kabuklarının altında küçük böcekler arıyordu. Sabahtan beri birçok ağacı gagalamıştı, ama boşuna. Hiç yemek bulamamıştı. Ağaçkakan son gagaladığı ağacın da her yerini didik didik gagalarken gagaladığı ağaçtaki kovuktan aniden biri kafasını uzattı. Ağaçka- kan avazı çıktığı kadar “Aaaa, imdaaaaat, öcüüüü!” diye bağırdı. Ağacın kovuğundan bir sincap çıktı. Sincap: -Ne bağırıyorsun ne öcüsü? Gözlerin kör mü senin? Sincabım ben sincap! Hiç sincap görmedin mi? Ağaçkakan bağırmayı bıraktı ve sincaba: -Neden öyle birdenbire çıktın? Çok korktum! Sincap: -Sabahtan beri ağacın her tarafını tak tak tak gagalıyorsun, uyuyamadım gitti senin yüzünden! Ağaçkakan üste çıkmaya çalışarak: -Ne yapayım, ben yemeklerimi ağaçta buluyorum! Üstelik çok açım, yiyecek bulmam lazım! Hem sen de ne uyuyorsun gündüz vakti, bu saate kadar uyunur mu? Sincap öfkeyle cevap verdi: -Üzerime iyilik sağlık! Ne zaman uyuyup uyuyamayacağıma sen mi karar vereceksin? Ben sana şimdi haddini bildiririm, diyerek topladığı ceviz ve fındıkları ağaçkakana doğru fırlattı. Fındıklardan biri ağaçkakanın kafasına isabet etti. Öfkelenen ağaçkakan, gagasıyla yakaladığı bir cevizi sincabın kafasına fırlattı. Aralarında müthiş bir kavga patlak verdi. Birbirlerine hem bağırıyor hem de bul- dukları her şeyi birbirlerine fırlatıyorlardı. Bu hal böyle devam ederken sincap, ağacın gövdesinden yukarıya doğru tırmanan yılanı fark edemedi. Ağaçkakan yılanın geldiğini gördü, ama artık öfkeden ve nefretten gözü döndüğü için komşusunu uyarmadı. Yılan bir çırpıda sincabı yakaladı. Sincap yılanın çenesinden gövdesine doğru yavaş yavaş aktı gitti ve yok oldu. Sincabın en son gördüğü şey ise ağaçkakanın arkasından hızla yak- laşan bir gökdoğandı. O da öfkesinden ve nefretinden bunu ağaçkakana söylemedi. Ağaçkakanı pençeleriyle kapan gökdoğan onu alıp gökyüzüne yükseldi. Birbirlerine saygı ve sevgi göstermeyen bu iki orman sakininin sonu da bize ders olsun. Kavgaların kaynağı sevgisizlik ve saygısızlıktır. Birbirimize sevgi ve saygı göstermezsek nefret hepimizi felakete sürükler. Hacer SEVİLGEN 8/D İLÜSTRASYON
  • 20. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 20BEGONVİL 10 kasım 10 KASIM 10 Kasım günü gelince, Saat dokuzu beş geçe, Tüm ülkemizde sirenler, Yüreklerde kederler. Dolmabahçe, İstanbul, Nerede olursan dur, Ellerini koy yana, Başla Atatürk’ü anmaya. Getirdiler Atatürk’ü, Ankara, Anıtkabir’e, Her gün milyonlarca insan, Koşuyor Atatürk’ü ziyarete. 10 Kasım'da neredeyseniz, Saygı duruşunda bekleyiniz, Ankara’ya giderseniz, Anıtkabir’e uğramadan dönmeyiniz. Eylül ÖZCAN MUSTAFA KEMAL PAŞA 10 Kasım’da, Yumdu gözlerini, Dolmabahçe’de, Mustafa Kemal Paşa. Göz yaşlarımız döküldü, Kalplerimiz kırıldı, Hüzünlere boğulduk, Mustafa Kemal Paşa. Bir Vatan bırakmış, Cennet gibi, Çocuklar oynarmış, Mustafa Kemal Paşa. Severdi herkesi, Hele ki çocukları, Mutluluğumuzu düşündü, Mustafa Kemal Paşa. Kim sevmez Ata'yı ? Özgürlüğümüzü koruyan, Yurdumuzu kurtaran, Mustafa Kemal Paşa. Doyamadan vefat etti, Kalbimizde yeri, Bilsin onu ne kadar sevdiğimizi, Mustafa Kemal Paşa. Sude Nur ŞAHİN 5 ATA'YA MEKTUP K asvetli bir kasım sabahı. Gökyüzü bile sana ağladı. Bizim sana bugün de ağladığı- mız gibi. Gittin, içimiz hep buruk kaldı Atam. Gittin ama bize bıraktık- larınla hala sana borçlu olan bir millet, hala sana minnet duyan ve seni seven insanlar, bir ulus bıraktın Ata'm. Senin adın geçtiğinde saygı ve sevgi duyan, senin yaptığın dev- rimlerle, kahramanlıklarınla övünen, mutlu olan nesiller; hala dimdik ayakta Ata'm. Sana duyulan bu özlemle büyüyen biz gençler, seni hiç görmesek de büyüklerimizden dinledikçe, bu millet için çektiğin çileleri, gösterdiğin fedakarlıkları gördükçe, seni okuyup seni öğrendikçe, seni hem özlüyor hem an- lıyoruz Ata'm. Bugün de yarın da bundan sonra da ben ve bizler; senin bıraktığın ışığın altında, açtığın yolda, gösterdi- ğin hedefe durmadan yürüyeceğiz. Seni anlatıp seni yaşa- yıp senin gibi olacağız. Hasan Batun EKİCİ 8/E
  • 21. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 21BEGONVİL 10 kasım 10 KASIM PROGRAMIMIZDAN BAZI KARELER 10 Kasım Panosu 10 Kasım Oratoryosu Türküler Atatürk Fotoğrafları Sergisi
  • 22. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 22BEGONVİL İHANETİN BEDELİ T ilki ile papağan, büyük ve güzel bir ormanda or- manlar kralı aslanın en yakın yardımcıları olarak huzur ve bolluk içinde yaşıyorlardı. Tilki, aslana düşmanlarını yenmesinde yardımcı oluyordu. Sivri zekâsı sayesinde aslanın düşmanlarını tu- zağa düşürüyor, düşmanlar daha ne olduğunu anlamadan onların alt edilmesini sağlıyordu. Gökyüzünde süzülen papağan ise aslana tehlikeleri önceden haber veriyor, aslanın avcılara ve düşmanlara karşı önlem almasını sağlıyordu. Aslan da ülkenin adil bir biçimde yönetilme- sini sağlıyordu. Orman ahalisi aslanı çok seviyor ve ona çok saygı duyu- yordu. Yıllar böyle huzur içinde geçip gidiyordu. Herkes mutluluk içinde yaşamaya devam ederken tilkinin için- de bir yerlerde hep bir huzursuzluk vardı. Tilki ” Aslanın düşmanlarını yenmesini ben sağlıyo- rum, vergilerin adil bir şekilde toplanmasını ben sağlıyorum. Kısacası bu ülkenin beyni benim. Fakat orman ahalisi aslanı daha çok sevi- yor, ona daha çok saygı duyuyor.” diye geçirdi içinden. “Aslan yattığı yerden belli olur, demişler. Evet, sürekli aynı yerde yatıp hiçbir iş yapmazsa yattığı yer tabi ki belli olur!” diye ekledi. Kıskançlığına engel olamıyordu. Günden güne artan kıskançlığı ve kibri giderek hasete dönüştü. En sonunda “Bu ülkenin başına ben, orman yönetiminin can damarı Büyük Tilki oturmalı. Aklım ve bilgeliğimle bunu en çok ben hak ediyorum.” düşüncesi tüm benliğini ele geçirdi. Aslanı ortadan kaldırıp onun tahtına kurulma- nın planlarını yapmaya başladı. Bunun için öncelikle altın, yani büyük bir servet gerekiyordu. Bu servetle para düşkünü ayıyı kendine muhafız başı olarak atayacak, ondan kendisi için bir ordu kurmasını isteyecekti. İlk iş olarak orman ahalisinden toplanan aylık vergileri on altından on beşe çıkardı. Beş altını aslandan gizli kendi amaçları için saklıyordu. Orman halkı bu duruma anlam veremedi, ama aslanı çok sevdikleri ve ona sonsuz güven duydukları için “Aslanın vardır bir bildiği.” diyerek bu karara boyun eğdiler. Bir süre bu durum böyle devam etti, tilkinin planları tıkır tıkır işliyordu. Bir gün aslanın diğer yardımcısı papağan, tilkinin bu oyununu fark etti. Tilki, yerin kulağı olduğunu biliyordu, ama gökyüzünün gözünü ihmal etmişti. O an sonunun geldiğini düşündü. Papağanın bu durumu aslana haber vereceğinden adı gibi emindi. Fakat papağan doğruca aslanın yanına gitmek yerine tilkinin yanına yanaştı. Ona bunu neden yaptığını sordu. Tilki planını açıkça anlattı. İsterse bu ormanı bera- ber yönetebileceklerini söyledi. Zaten yetenekleriyle bunu en çok ikisinin hak ettiğini ballandıra ballandıra anlata- rak papağanı da fikrine ortak etmeyi başardı. Papağan artık onun suç ortağı olmuştu. Papağan plana hızlı bir giriş yaptı. Planları için toplanan beş altının yetersiz olduğunu ve planın bir an önce gerçekleşmesi için daha çok altına ihtiyaçları oldu- ğunu söyledi. Böylece topladıkları aylık vergileri aslandan habersiz on beş altından yirmiye çıkardılar. Orman ahalisi bu duruma sessiz kalmayıp bu kararı sorgu- lamak istedi. Tilki artık yalana ve kurnazlığa iyice alışmıştı. Bunun aslanın kararı olduğunu söyledi. Orman halkı söylenerek de olsa durumu kabul etti. İçlerinden bazıları duru- mu kabullenmeyip onları aslana şikâyet etti. Tilki, şikayetçilerin papağan ve kendisini kıskandığını söyleyerek aslanı kandır- mayı başardı. Tilki, aslana yıllar boyu hep doğruları söylemişti. Aslan, tilkinin bir haine dönüşebileceğini tahmin edemedi. Her sefe- rinde tilkiye inandı. Tilki bu durumun uzun bir süre daha böyle devam edemeyeceğini biliyordu. Derhal planının ikinci bölümüne geçmeliydi. Planlarının ikinci bölümü için ormanın tenha bir yerinde papağan ile buluştu. Plan- ları hazırdı. Papağan, aslana avcıların ellerinde tüfekle yaklaşmakta olduğunu haber verecek ve yer değiştirmeleri gerektiğini söyleyecekti. Tilki de aslanı ”Güvenli bir yere gitmeliyiz!” diyerek avcıların kazdığı büyük çukura doğru yönlendirecekti. Sonra da ormana dönüp ömür boyu hüküm süreceklerdi. Planlarını en ince ayrıntısına kadar hesaplamışlardı, ama hesaba katmadıkları bir şey vardı: Bukalemun. Sırtlarını vererek plan yaptıkları ağacın göv- desinde gizlenen bukalemun, her şeyi duymuştu. Doğruca aslanın yanına uçan papağan planı uygulamaya başladı. Planları saat gibi işledi ve aslanı avcıların kazdığı kuyuya düşürdüler. Aslan gürleye gür- leye bağırmaya başladı, ama nafile. Tilki ile papağan onu oradan kimsenin çıkaramayacağını, avcıların gelip aslanı hayvanat bahçesine götüreceklerini hayal ederek ormanın FABL
  • 23. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 23BEGONVİL FABL ve tahtın yolunu tuttular. Ormana döndüklerinde ayıya kendilerini orman halkından korumaları karşılığında çil çil altın teklif ettiler. Ayı teklifi hemencecik kabul etti. Büyük cüssesine rağmen aslandan her zaman korkan ayı, onun yokluğunda gaddar bir muhafıza dönüşüverdi. Tilkinin krallığına itiraz edecek olanlara karşı güçlü bir askeri olmuştu. Tilki İlk gece, zaten son geceleriydi bu, tahtının üzerinde tacıyla beraber düşlere daldı. “İşte akıl böyle bir şey, güçlü olsan da aklın yoksa böyle alt edilirsin. Ahlâk mı dediniz? Hadi canım sen de. Aslan ahlâklı ve adildi de ne oldu sanki? Şimdi çaresizce kendi sonunu bekliyor. Orman halkı onu seviyormuş! Adam sen de, sevgi onu koruyamadı işte. Beni sevmezlerse sev- mesinler. Ben ayının yardımıyla kendimi sevdirmesini bilirim!” bu düşüncelerle tahtının üzerinde, tacı başında uyuyakaldı tilki. Papağan da hemen tahtın sağ başında mağrur mağrur tünedi. Ayı sarayın girişinde nöbetteydi. Tilki, sabah gözünü büyük bir kükremeyle açtı- ğında aslan karşısındaydı. Ne olduğunu anlayamamıştı. Ayı yerde boylu boyunca yatıyordu. Papağan, kanadı bağlanmış öylece duruyordu. Tilki korkunun bin bir türünü tüm hücrelerinde hissetti. Küçük dilini yuttu, gözleri fal taşı gibi açıldı, başından aşağı kaynar sular döküldü, renkten renge girdi, dizlerinin bağı çözüldü ve oturduğu tahttan bir su gibi aslanın ayaklarının dibine aktı. Ecel terleri içinde sonunu beklemeye başladı. Bukalemun… Her şeyi duyan bukalemun… Kaplumbağaya tilkinin planını yetiştirmişti. Kaplum- bağa da arkadaşı tavşana durumu haber etmişti. Tavşan, ” Bana ne!” demeden, korkmadan doğruca tarif edilen yere koşmuş, tüm orman halkını da peşine takmıştı. Köstebeklerin yardımıyla kuyuya bir tünel kazıp aslanı kurtarmışlardı. Tilki; kaplumbağa ve bukalemunun nasıl olup da bu kadar hız yapabildiğini, umursamaz tavşanın da aslanı kurtarmak için orman halkını nasıl seferber ettiğini bir türlü anlayamadı. Kendilerine sor- duğunda “Sevgi!” dediler. “Aslan’a, adalete ve doğruluğa duyduğumuz sevgi. Eğer bu duyguyu sen de azıcık tat- mış olsaydın şimdi bu durumlara düşmezdin.” dediler. Papağan orman mahkemesinde yargılandı. Ömür boyu kafes cezasına çarptırıldı. O gün bugündür insanların oyuncağı olarak yaşıyor. Tilkinin de tüm ya- lanları, kıskançlığı, hainliği bir bir ortaya döküldü. Sa- dece yaşadığı ormana değil tüm dünyaya yayıldı yaptığı ihanet. Orman mahkemesi onu sürgün ile cezalandırdı. Artık kimse ona güvenmiyor, kurnaz ve hain tilki olarak tanınıyordu. Hiçbir orman onu kabul etmedi. O da o gün bugündür insanların kümeslerinden tavuk çalarak ve sürekli kaçmak zorunda kalarak yaşıyor. Siz siz olun, nefsinizin esiri olmayın ve kimseye ihanet etmeyin! Kevser KAÇMAZ 8/A
  • 24. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 24BEGONVİL öğretmenler günü EMINE ÖĞRETMEN Küçük bir ortaokul öğrencisiydim. İlkokulda derslerine tek bir öğretmenin girmesine alışan bizler, her derse ayrı bir öğretmenin girmesine şaşır- mıştık. Ama hoşumuzu da gitmişti. Kendimi daha bir büyümüş hissediyordum. Farklı ders isimleri, farklı öğretmenler hoşuma gitmişti. İlk hafta öğretmenlerimizle tek tek tanışmaya koyulduk. Okulun ilk çarşam- basıydı. Ders Türkçeydi. Öğretmeni- mizi henüz tanımıyorduk. Birden kapı açıldı. İçeriye siyah saçları, bir bakışta hepimizi görebilecekmiş gibi kocaman bakan gözleriyle bakımlı ve güzel bir kadın girdi. Bizi o harikulade İstanbul Türkçesiyle selamladı. Biz de onu… Ancak çok şaşkındık. Çünkü bu güzel kadın tekerlekli sandalyedeydi. Türkçe öğretmeni olduğunu, adının Emine Hacıoğlu olduğunu söyledi. Ve başladı ders an- latmaya. Çok güzel konuşuyordu. Bize karşı çok saygılıydı. Bir o kadar da bilgiliydi. Yine de içim- de hem biraz merak hem önyargı...Nasıl olacaktı? Sınıfı nasıl zapt edecekti. Ama yaptı! O konuşmaya başlayınca tüm sınıf masal dinleyen çocuklar gibi iç içe geçer onu dinlerdi. Geriye merak kaldı. Neden yürüyemiyor? Zaman içinde her şeyi öğrendik. Emine öğret- menimiz ve eşi Şerafettin öğretmen bizim okulda çalışan iki Türkçe öğretmeniydi. Çok ağır bir trafik kazası geçirmişlerdi. Şerafettin öğretmen yaralan- mış, Emine öğretmenimiz ise bir daha yürüyeme- mişti. Öğretmenimiz aylarca hastanede kalmış, tedavi görmüştü; fakat sonuç değişmemişti. Asıl kötü haberler ise daha gelmemişti. Millî Eğitim Müdürlüğü Emine öğretmenimizi geri hizmete çek- mişti yani memurluğa…Fakat o kabullenmedi. Millî Eğitime sayısız gidiş-gelişler, yaşanan tartışmalar sonuç verdi. Emine öğretmenimiz aramıza geri dönmüştü; ancak sorunlar yine bitmemişti. Çünkü okulda asansör yoktu. Bu soruna da alt kattaki sı- nıflar ona tahsis verilerek çözüm bulundu. Tabi giriş merdiveninin yanına bir de rampa yapıldı ve Emine öğretmen bizim Türkçe öğretmenimiz oldu. Tüm bu hikâyeyi bize o anlatmadı. Biz bunla- rı büyük sınıflardan öğrendik. Ben bundan sonra daha bir hayran oldum ona. Derslerini hiç kaçır- maz, her hareketini izlerdim. Ses tonu, karizması, hali, tavrı, kendinden emin duruşuyla harika bir kadındı. Ben o sandalyede olsam o kadar özgüvenli olabilir miydim? Bilmiyorum... Her derste ondan yeni bir şey öğrendim. Yeni ke- limeler, söz sanatları, Türkçenin incelikleri, düzgün konuşma...Ünlü yazar Halide Edip'i onunla tanıdım. O okuyun dedi ben okudum, yazın dedi yazdım. Kitap okuma, yazı yazma aşkım böyle başladı. Ondan Türkçeye dair pek çok şey öğrendim. En çok da hayata dair şeyler…Dik duruşu, yenilmeyişi, yılmayışı…Bu kadının gözleri hayat kokuyordu. Sınıfta ders anlatırken karşımda engelli bir birey yoktu. Cıvıl cıvıl, mutlu, kendini gerçek- leştirmiş, hani deriz ya ‘aşmış’ bir kadın vardı. Hayatta pek çok şeyi aşmış. Bugün öğretmen olmamda, kendi- mi özgüvenli ve güçlü hissetmemde hep onun etkisi vardır. Ben öğretmenlik yaparken hep onu hatırlarım. Öğretmenler Günü dolayısıyla size de anlatmak istedim. Umarım ben de öğrencileri- min hayatındaki Emine öğretmen olurum. Çünkü biliyorum ki her öğrencinin hayatında bir Emine öğretmen vardır. Ona özgüven ve hayat katar. Ebru DEMİRBAŞ Sosyal Bilgiler Öğretmeni Birden kapı açıldı. İçeriye siyah saçları, bir bakışta hepimizi görebilecekmiş gibi kocaman bakan göz- leriyle bakımlı ve güzel bir kadın girdi. Bizi o hariku- lade İstanbul Türkçesiyle selamladı.
  • 25. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 25BEGONVİL öğretmenler günü HEP O GÜLÜMSEME İlkokul üçüncü sınıftaydım. Küçük bir köy oku- lu… Müze, park, oyun alanları, spor sahaları, kütüphaneler bize çok uzaktı. Ama bir şey çok yakındı: Doğa! Biz hayatı hem okuldan hem öğret- menimizden öğreniyorduk hem de doğayla iç içe yaşayarak doğa anadan öğreniyorduk. Sokaklara özgürce çıkıp akşam güneş battıktan sonra eve dönmek bizim için gayet doğal bir du- rumdu. Çünkü doğadaydık, bize zarar verebilecek, bizim için tehlikeli olabi- lecek yabancılar yoktu çevremizde. Karşılaştığımız herkes bize dosttu. Başımıza bir iş gelir endişesiyle evlere hapsolmak, kapalı alanlara sıkışıp kalmak bizim çocukluğu- muzda yoktu. Öğrendiklerimizi hayatla doğayla sınama olanağı bulabiliyorduk. Bir gün öğretmenimiz bize ülke- mizde bulunan madenleri anlattı. Ülkemizde birçok maden bulunduğunu; ama henüz keşfedilme- miş birçok madenin de olduğunu, bunların ortaya çıkmasıyla ülke olarak yüksek bir refah seviyesine ulaşabileceğimizi anlattı. Var olan ve bulunmayı bekleyen!.. O kadar çok etkilendim ki… Bir gün böyle bir maden bulunacak ve öğretmenimizin bah- settiği o refah seviyesine ulaşacaktık. O zaman çok güzel olacaktı her şey. Bir bahar günü arkadaşlarımızla köyün yakınındaki dereyi takip edip derenin kaynağına doğru dereyle birlikte kıvrılarak yol alırken yağ- murun aşındırdığı bir tepede birtakım siyahlıklar gördük. Tepenin aşınan bölümü kömür gibi simsi- yahtı. Hepimiz çok heyecanlandık. Müthiş bir bu- luş, büyük bir keşifti bu bizim için. Hemen o siyah küçük kaya parçalarından örnekler alıp koştura koştura eve döndük. Ertesi günü iple çekiyorduk. Öğretmenimize gösterip “Bulduk!” diyecektik. Tabi ki öğretmenimiz bizi tebrik edip hemen gerekli kişilere ulaşacaktı. Ülkemizi kurtarmıştık! Bütün günü bunları düşünerek, heyecanlanarak, gurur duyarak geçirdik. Köyümüz de ünlü bir yer olacaktı. Biz bulmuştuk! Nihayet ertesi gün geldi. Yolda ip gibi di- zilmiş, öğretmenimizi getiren servisi bekliyorduk. Servis geldi. Öğretmenimizin “Günaydın.” deme- sine fırsat vermeden elimizdeki küçük kaya parça- larıyla yanına koştuk ve hep bir ağızdan bu ina- nılmaz şeyi bulduğumuz yeri anlatmaya başladık. Öğretmenimiz bizi hiç durdurmadan neyi, nerede, nasıl bulduğumuzu dinledi. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle önce “Aferin!” dedi. Sonra da buldu- ğumuz şeyin aslında sadece siyah renkli sıradan bir taş olduğunu anlattı. Öğretmenimiz o aydınlık yüzü ve çiçekler saçan gülümsemesiyle bize gerçekleri anlattıkça bizim gülümsememiz elinden bütün dün- yası alınmış bir çocuğun hüznüne dönüşüyordu. Öğretmenimizi ve onun o anki gü- lümseyişini şimdi daha iyi anlıyorum. Kendisini dinlediğimiz, derslerimize çalıştığımız için ve ülkemiz adına bir şeyler yapma duyarlılığımızı fark ettiği için gülümsüyormuş. Oysa biz hayallerimizin sıradan taş parçala- rına dönüştüğünü görme gerçeğiyle yüzleşiyorduk. Belki o gün orada bir maden bu- lamadım; ama bugün çok daha değerli bir cevheri avuçlarımın içinde hissediyorum: Öğrencilerim! Onların yeni bir şey öğrendiğini gör- düğümde ilkokul öğretmenimden emanet aldığım o gülümseme benim de yüzümü kaplıyor. Kim bilir belki birinin, belki birkaçının yürüdüğü yolu da benim aydınlatacağım düşüncesi ve umuduyla… Fatma YETKİNER İngilizce Öğretmeni Öğretmenimizi ve onun o anki gülümseyi- şini şimdi daha iyi anlıyo- rum. Kendisini dinlediğimiz, derslerimize çalıştığımız için ve ülkemiz adına bir şeyler yapma duyarlılığımızı fark ettiği için gülümsüyormuş.
  • 26. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 26BEGONVİL münazara Okulumuz 6. ve 8. sınıfları arasında bir münazara turnuvası düzenledik. 8. sınıflarımızın finali 16 Ocak Perşembe günü gerçekleşti. Finale kalan 8/A sınıfını; Eylül AKSOY, Furkan ŞAHİN ve Berfin KOLAKAN temsil etti. Diğer finalist 8/B sınıfını ise Abdullah Oğuzhan CELEPKOLU, Tuncay GÖKALP ve Enes CAN temsil etti. Jürinin se- çim yapmakta zorlandığı çekişmeli münazaranın sonucunda 'Doğa insana hakimdir.' tezini savunan 8/B sınıfı müna- zarayı kazanmaya layık görüldü. Bizi dikkat ve sabırla dinleyen seyircilerimiz ve jürideki sevgili öğretmenlerimize çok teşekkür ediyoruz. İşte "Doğa mı insana hakimdir, insan mı doğaya hakimdir?" konulu münazara finalimizden küçük notlar ve bazı kareler: (...)İnsanlık var olduğundan beri doğayı çok iyi tanımış, onun zorluklarına karşı galip gel- menin yolunu bulmuştur. Biz insanlar doğaya karşı hep güçlüydük. İnsanlar doğayı istedikleri gibi yönlendirebilirler. Bugüne kadar inşa edil- miş metropoller, barajlar, depreme dayanıklı yapılar, dünyanın her yerinde her türlü iklim koşullarında insanlığın varlık göstermesi bu- nun en açık kanıtlarındandır. İnsanoğlu doğaya zarar verirken de onu korurken de ona hük- mettiğini göstermektedir. Çünkü güç öldürme yetkisine sahip olup da öldürmemektir.(...) (…)Hüküm en az iki kişi ya da iki kavram ara- sında olur. Güçlü olan hükmeder. Güçsüz olan ise kendini savunmaya ve ayakta kalmaya çalışır. Hü- kümdar hiçbir zaman önlem almaz. Hükmedilen ise her zaman kendini hükümdara göre ayarlar. Biz değil miyiz yağmur yağdığında şemsiyemizi açan? Biz değil miyiz yağmur yağdığında bir kat daha ka- lın giyinen? Tüm yaşantımızı doğaya, iklime göre düzenlemiyor muyuz? İhtiyacımız olan her şeyi doğadan almıyor muyuz? Doğa bize bu yönleriyle tamamen hükmetmiş olmuyor mu?(…) 8/B Sınıfı 8/A Sınıfı
  • 27. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 27BEGONVİL MEVLANA VE HOŞGÖRÜ Hz. Mevlâna 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesinin Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna'nın babası şehrin ileri gelenlerinden olup, Bilginlerin Sultanı anlamına gelen “Sultanü’l Ulema” unvanını alan Bahâeddin Veled'dir Annesi ise Mümine Hatun'dur. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında ailesi ile birlikte Belh’ ten ayrıldı. Sultanü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile karşılaşmışlardır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini ka- zanmıştır. Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe’ye hareket etmişlerdir. Hac iba- detini yerine getirdikten son- ra, dönüşte Şam'a uğramışlar, Şam'dan sonra Karaman’a gelmişlerdir. 1222’de Kara- man’a gelen Bahâeddin Veled ve ailesi burada 7 yıl kalmış- tır. Mevlana 1225 yılında Karaman’da evlenmiştir. O dönemde Anadolu’ya hakim olan Selçuklu Devleti'nin hükümdarı Alaaddin Keykubat, Mevlana’nın babası- nı Konya’ya davet etmiştir. Bu davet üzerine 1228’de Konya’ya gelmişlerdir. 1231’de Mevlana’nın babası vefat edince babasının talebe ve müridleri Mevlana'nın çevresinde toplanmaya başlamışlardı. Artık Mevlana medrese- lerde din dersleri vermeye başlamıştı. Mevlana 1244 yılında Konya’da Şems Tebrizi ile tanışmıştır. Şems erken yaşta Allah (c.c.)aşkı ile tanışmış, bu aşkına bir dert ortağı aramaya niyetlen- miştir. Bu dert ortağını Konya’da bulmuştur. Bu ta- nışma esnasında Şems, bir Allah (c.c.) âşığı, Mevlana ise âlimdi. Şems Mevlana’ya aşkın hallerini yaşantı- sıyla gösteriyor, Mevlana da bildiklerini Şems’e akta- rıyordu. Biri âşık biri âlim birbirlerini tamamlayarak ariflik mertebesine ulaşmışlardır. Mevlana Şems'in ölümünden sonra inzivaya çekilmiştir. Mevlana en olgun çağında hayatını özet- leyen “Hamdım, piştim, yandım.” sözünü söyledik- ten sonra “Mesnevi” adlı eserini yazmıştır. Mevlana 1273 yılında vefat etmiştir. Ölmeden önce ise ölümünü, yeniden doğuş günü ve sevdiğine kavuşacağı gün olarak kabul etmiş; ölüm gününü ise düğün günü veya gelin gecesi anlamına gelen “Şeb-i Arus” olarak adlandırmıştır. Mevlana sufi kimliğiyle tanınmış âlim ve dü- şünce insanıdır. Sufi, tasavvuf ilmi ile uğraşan kim- selere denir. Tasavvuf ilmi; kalbi saflaştırmak, kötü huylardan temizlemek, iyilikle doldurmak demektir. Tasavvuf İslam dininin ahlak boyutuyla ilgilidir. Tasavvuf edepten ibarettir. Edep ise haddini bilmek ve yaratılanı Yaratan'dan ötürü hoş görmektir. Hz. Mevlana’nın felsefesi de hoşgörüden ibarettir. İslam dini hoşgörü dinidir. Al- lah(c.c.) tüm insanları yeryüzünde barışın, şefkatin, merhametin ve hoşgörünün hakim olduğu İslam ahlâkına davet etmektedir. Mev- lâna bu davete hoşgörü anlayışını özetleyen sembol sözü “Gel, kim olursan ol gel.” ile ce- vap vermektedir. İnsanın üstün bir varlık olduğu Kur’an-ı Kerim’de İsrâ sûresi, 70. ayette “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Ken- dilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” şeklinde buyrulmuştur. Mevlâna’nın hoşgörü anlayışı da kaynağını Kur'an-ı Kerim'den almıştır. İnsanları farkıl din, dil ve ırklara mensup olsalar da bir olarak görür ve yaratılmışların en şereflisi sayar. Bütün in- sanları bir bedenin organları gibi görerek sevmeyi ve hoşgörmeyi esas alır. Mevlana; Hacıbektaş ve Yunus Emre gibi nice mutasavvıfla beraber Anadolu'nun mayasını yoğurarak hepimizi kardeşleştirmiştir. Ölü- münün 746. yıldönümünde adına uluslararası anma törenleri düzenlenen Hz. Mevlâna, sadece Anadolu'yu değil tüm dünyayı kardeşleştirmeye devam ediyor. Zeliha GEZER Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmeni değerlerimiz
  • 28. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 28BEGONVİL REHBERLİK SERVİSİ MESLEK SEÇİMİ Çocukluk çağında herkese sorulan sorulardan biridir ‘’Büyüyünce ne olmak istersin?’’ sorusu. Her ne kadar tutkuyla seçilmiş, çocukluk çağından beri hayali kurulmuş meslekleri yapanlar olsa da çocukların çoğu için bu sorunun cevabı birkaç kez değişir. İlk çocuklukta gerçekçi olmayan, çevresinde adını duyduğu ya da icrasına tanık olduğu her meslek; bireyin yapmak istediği bir meslek gibi algılanabilir. Küçük çocukların oynadıkları oyunlarda hayallerini süsleyen meslekleri canlandırdıkla- rına tanık olabilirsiniz. Çocukların yaşı ilerledikçe çocuklar meslek ile ilgili ne istedikleri, neleri iyi yapabilecekleri, hangi mesleği yaparken mutlu olacakları gibi kriterleri de değerlendirmeye başlarlar. Bu düşünceler oldukça yerinde kabul edilse de nihai mes- lek seçimi için ancak sürecin başlangıcı olarak düşü- nülebilir. Çünkü günümüzde meslekler masallardaki gibi sadece oduncu, demirci, terzi, hekim vb. meslek- ler değildir. Bunlara ek onlarca hatta yüzlerce meslek adı zihinlerimizde çoktan yer etmiştir. Meslek seçimi mesleklerin alternatif, benzer, ilişkili meslek dallarına varana kadar kapsamlı araştırılmasını gerekli kılıyor. Ülkemizde gençlerin doğru meslek seçimine katkı sunacak çeşitli mekanizmalar bulunmaktadır. Bun- lara örnek vermek gerekirse okullarımızın rehberlik servislerince yapılan mesleki rehberlik çalışmaları en başta sayılabilir. Yine Millî Eğitim Bakanlığı “Mes- leğim Hayatım Portalı” gibi çeşitli sanal platform- larda da gençlere bu konuda rehberlik yapmaktadır. İŞKUR’un yan hizmet olarak meslekleri tanıtmaya yönelik eğitimler verdiği bilinmektedir. Özellikle ortaokul öğrencilerinin faydalanabileceği “meslek- tercihleri.com” gibi internet siteleri gençlerin meslek seçimi sürecine bilgilendirme yönü ile katkı sağla- maktadır. Hayatımızda vereceğimiz önemli kararlardan biri olan meslek seçimi önümüze sunulmuş mes- leklerden birini alıp sahiplenmek değildir. Meslek seçimi; bireyin en iyi yapabileceğini düşündüğü faaliyetleri içeren, yetenek ve ilgilerine uygun ve bek- lentilerini karşılayacağına inandığı mesleğe yönelme- sidir. Meslek seçiminde doğru karar verebilmek için kendimizi çok iyi tanımamız gerekir. Bütün hayatı- mızı etkileyecek yanlış bir karar vermektense kişinin bir süre iç gözlem yapması, neleri yaparken mutlu olduğunu ve doyuma ulaştığını düşünmesi sağlıklı bir adım olacaktır. Kişi gerekiyorsa kendini tanıma noktasında yardım almalıdır. Eğitim kurumlarının rehberlik bölümleri kişinin kendi potansiyelinin farkına varmasına ve meslek seçimi konusunda doğru ve gerçekçi değerlendirmeler yapmasına katkı sağla- yacaktır. Bunun yanı sıra meslek seçiminde o mesleği yapan kişi ya da kişilerle görüşme, meslek tanıtım seminerleri ve kariyer günlerine gitmek seçilecek meslek öncesi yapılması gerekenler arasında yer alır. Meslek seçimine, dolaylı görünse de, kültürel yapımız itibari ile doğrudan etki eden diğer unsurlar da aile ve toplumdur. Kimi ailelerdeki ‘’ Ben olamadım, sen olacaksın!’’ ‘’Bu iş karın doyurmaz!’’ gibi söylemler çocu- ğun meslek seçiminde olumsuz bir etki oluşturmaktadır. Bu söylemlerin ve ailenin kurduğu baskının etkisinde kalan çocuk kendi kararını veremeyecek ve ömrünün sonuna kadar belki de sevmediği bir işi yapmak zorunda kalacaktır. Aileler meslek seçiminde çocuklarını kendi istedikleri mesleklere yönlendirmemeli, sadece meslek seçimi konusunda görüşlerini açıklamalı, çocuğun kendini tanımasına imkân sağlamalı ve sonrasında çocuğun seçeceği mesleğe saygı duymalılar. Meslek seçiminde toplum etkisi ise kazancı yüksek, istikrarlı, kolay yoldan iş dünyasına atılma imkânı olan mesleklerin tavsiye edilmesi biçiminde kendini göstermektedir. Meslekler elbette toplumu ve aileleri de bir yönüyle ilgilendirir. Ancak şu unutulmamalıdır. Toplum öğretmenler, hekimler, mühendisler ister; ancak mutsuz, asık suratlı, öfkeli öğretmenler, hekimler, mühendisler istemez. Bir insanın mesleğini yaparken mutlu ve başarılı olmasının en önemli belirleyicilerinden birisi o mesleği kendisinin seçmiş olmasıdır. Bu yüzden gençleri kafalarının karışıklığından da faydalanıp belli bir mesleğe doğrudan yönlendirmek yerine fikirlerinin berraklaşmasına katkı sağlayacak doğru bilgilendirme ve kendilerini doğru tanımalarına katkı sağlayacak doğru danışmanlık hizmeti ile gençlerin kendi meslek seçimlerini yapmalarına katkı sağlamak gerekir. Mutlu ve başarılı bireyler, mutlu ve kalkınmış toplum için buna ihtiyacımız var. Hatice ARSLAN Okul Psikolojik Danışmanı Toplum öğretmenler, hekim- ler, mühendisler ister; ancak mutsuz, asık suratlı, öfkeli öğretmenler, hekim- ler, mühendisler istemez. Bir insanın mesleğini yaparken mutlu ve başarılı olmasının en önemli belirleyicile- rinden birisi o mesleği kendisinin seçmiş olmasıdır.
  • 29. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 29BEGONVİL REHBERLİK SERVİSİ Kendisi Sanal Etkisi Gerçek: SİBER ZORBALIK! Dışlama, fiziksel özellikleriyle dalga geçme, lakap takma, şiddet… Çocuklar ve gençler arasında yaygın olarak görülen zorbalık, teknolojinin gelişme- siyle birlikte artık siber zorbalık olarak da karşımız- da. Bilgisayar, internet ve mobil teknolojilerle dijital dünyanın içine doğan gençler, bu ortamlarda birbir- lerinin duygularını incitebiliyor veya bundan mağdur olabiliyor. Malesef erkekler bunu daha çok çevrimiçi oyunlarda, kızlar ise sosyal ağlarda (Instagram, Face- book, Snapchat vb.) yaşıyor. Peki nedir bu siber zorbalık? Siber zorbalığı bilgi ve iletişim teknolojileri- ni kullanarak kasıtlı olarak birinin duygularını incitmek biçiminde tanımlayabiliriz. Sıklıkla akran zorbalığı ve siber zorbalık terimleri birbirine karıştırılmakta fakat akran zorbalığı genel- likle fiziksel zorbalık (beden ya da kas gücüyle temasa dayalı olan), sözel zorbalık (hakaret/küfür etme, dedi- kodu yapma, tehdit etme ya da şantaj yapma) ve sosyal zorbalık (dışlama, gruptan atma, lakap takma) biçi- minde gerçekleşiyor. Siber zorbalık ise sanal ortamlarda yapılıyor. Siber Zorbalık Türleri ve Davranışları • Aşağılamak-Paylaşılan videonun altına küfür içeren ifadeler yazmak • İftira atmak-bir kişiyi yapmadığı eylemlerden sorumlu tutmak • Dedikodu yapmak-Bir kişiyle ilgili farklı bir soh- bet grubunda dedikodu yapılması • Tehdit etmek/Şantaj yapmak-Özel bilgileri yayın- lamak, yayınlamakla tehdit etmek • Taciz etmek-Bir kişiye almak istemediği mesajlar göndermek • Küfür etmek-Sosyal medyada iletisinin altına rahatsız edecek yorumlar yazmak • Utandırmak-Sohbet grubunda incitici şakalar yapmak • Dışlamak-Bir kişiyi rızası olmadan sohbet gru- bundan çıkarmak • Özel yaşamın gizliliğini ihlal etmek-Bir kişinin izni olmadan fotoğrafını ya da videosunu çekmek ve çevrimiçi ortamda paylaşmak • Kişisel bilgileri ele geçirmek-E-posta ya da sosyal medya hesabını ele geçirmek. Ne Yapmalı? Siber zorbalık sürecinde en büyük sorunlar- dan biri gençlerin bu durumu genellikle çevreleriyle paylaşmamaları. Peki neden yardım istemiyorlar? Yardım istememe nedenlerine baktığımızda genel- likle aileden çekinme, yetişkinlerin olayı çözmek yerine daha da büyüteceklerini düşünme, bir çözüm bulabileceklerine inanmama ya da aile ile paylaştık- larında ellerindeki teknolojik olanakları kaybetme gibi nedenlerle karşılaşmak mümkün. Bu da üzerinde düşünülmesi ve araştırılması gereken konulardan bir tanesi. Gelelim çözüm önerilerine; Farkındalık Çalışması Şart Gençlerin teknolojinin güvenli kullanımı ve siber zor- balıkla karşılaştıkları anda ne yapmaları gerektiğine dair bil- gi sahibi olmaları çok önemli. Bu konu ile ilgili kamu spotla- rı ve bilinçlendirme çalışmala- rı artmalı. Anne-babalar teknoloji okur yazarı olabilmeli; Anne-babaların hem tutum ve davranış yönünden hem de teknoloji okuryazarlığı ve iletişim becerileri yönünden kendilerini geliştirmeleri önemli. Ve en önemlisi Ebeveyn ve çocuk arasındaki güçlü iletişim!!! Günlük hayatın koşturmacasında aile bireyle- rinin birbirlerinden bi haber yaşadıkları bu dönemde güçlü aile bağları büyük önem taşıyor. Birlikte kaliteli zaman geçirmek, bilgisayar ve cep telefonu gibi tek- nolojik araçların anne-babanın görebileceği ortak bir kullanım alanında (evin salonu olabilir) kullanılması etkili birer çözüm olabilir. Ebru ZORLU Okul Psikolojik Danışmanı
  • 30. ERNUR-FAIK KOPARAN ORTAOKULU 30BEGONVİL ÖYKÜ ÇOBAN S aat 05.30’da babaannemden kalma yün yatağımda huzurla uyandım. Kendimi hayata yeniden başlamış gibi hisse- diyordum. Köye kesin dönüş yaptığımdan beri hep bu duyguları yaşıyorum. Şehrin gürültüsü, curcunası, hızı yok; kuş cıvıltıları var, dinginlik var. İnsanın kulağını tırmalayan elektronik alarm sesi yok, insanı güven ve huzur veren sesiyle uyandıran doğal alarm horozlarım var. Köyümün yeşilliği, çiçek kokuları içinde uyanmak beni daha mutlu ve dinç kılıyor. Yataktan kalkma merasimim bittikten sonra kareli oduncu gömleğimi üzerime geçirip yamalı kumaş pantolonu- mu giydim. Kahvaltıda evimin bahçesinde gönlünce gezinerek beslenmiş, sevgiyle büyüttüğüm tavuklarımın yumurtası, çökelek, bahçemin ürünleri domates ve salatalık var. Hepsi de gerçek. Hepsi de sahici birer dost. Marketlerin plastik kıva- mındaki tarım ürünlerinden sonra ağzımın tadını, ruhumun neşesini yerine getiren bitmez bir enerji kaynağı. İnsan kendi ürettiklerini tüketince hem gözü hem karnı doyuyor, canlı ve sağlıklı hissediyor kendisini. Kahvaltıdan sonra dede yadigarı kerpiç evimden adımımı dışarı attım. Ayağımda kara lastik ayakkabı…Tavukları kümesten çıkarıp bahçeye saldım. Keçile- ri ahırdan çıkarıp önüme kattım. Birkaç komşunun keçilerini de sürüme aldıktan sonra yayla yoluna yöneldim. Keçiler önde ben arkada yolculuğumuz başladı. Yayla yolunda ilerlerken birkaç traktör selamladım, başka da kimseyle karşılaşmadım. Keçilerimi sağ salim meraya ulaştırdım. Burası, etrafı muha- fız misali çam ağaçlarıyla çevrelenmiş, kekik kokularının çaydanlığın buharı gibi dört bir yana yayıldığı, yoncalarla bezenmiş geniş bir meraydı. Meranın ortasındaki söğüt ağacı benim yayladaki evim olmuştu artık. Keçileri kendi hal- lerine bırakıp sırtımı ağaca yasladım. Ağaca dayanma kurur, insana dayanma ölür, demişler; fakat bu ağaç beni her seferinde bağrına bastı ve gölgesini ben- den hiç esirgemedi. Yaşlı söğüt ağacı, kekik kokuları, bol oksijen, iliklerime işleyen ferahlık…Ağaca yaslanırken duyduğum huzur, beni ana kucağına kadar götürüyor. Fakat şehirde yaşadıklarımın hatırası da bir yolunu bulup kâbus gibi üzerime çöküyor. Yıllar önce köyümden ayrılıp şehre giderken içim kıpır kıpırdı. O güne kadar sadece televizyondan gördüğüm şehir yaşantısı beni çok heyecanlandırıyordu. İnsanların gü- venle ve yüzlerinden eksik olmayan gülümsemelerle gezdikleri AVM’ler, doyasıya eğlendikleri konserler, ışıltılı geceler, insanın ihtiyacı olan, olmayan her şeyin yanı başında bulunması kısaca konforun bin bir türü…Bir markette kasiyer olarak işe başla- dım. Kısa sürede hayal kırıklığına uğradım. Hiçbir şey hayal ettiğim gibi ve televizyon dizilerindeki gibi olmadı. Uzun süren mesai saatleri bezdiriyor, ay sonunda elime geçen para da sadece hayatta kalmama yetiyordu. Her şey ayağımın altında, gözümün önündeydi; fakat hayalini kurduğum hiçbir şeye elim kolum bağlıymışçasına sahip olamıyordum. Buna bir de yalan ve ikiyüzlülükle sarmalanmış insan ilişkilerini ekleyince şehir benim için bir zindana dönüştü. Birbirinin aynısı olan günler baş döndürücü hızla akıp gidiyordu. Çalıştığım markette bazı tuhaflıklar sezmeye baş- ladım. Kasanın kapanacağı zamanlarda arkadaşlarım bir bahaneyle beni depoya gönderiyorlardı. Bir gün depoya gitmek yerine rafların arkasına saklanarak olanı biteni izlemeye koyul- dum. Çalışma arkadaşlarımın bazı malların alarmlarını sök- tüklerini ve malları barkod okuyucuya okutup parası verilmiş gibi gösterdiklerini gördüm. O an elim ayağım titredi. Başım- dan aşağı kaynar sular döküldü. Yaylalarda kurtların uludu- ğu, bir başıma gecelediğim gecelerde bile bu denli bir korku hissetmemiştim. Birden saklandığım yerden çıkarak yanlarına gittim. Beni görünce suratları ekşidi, yapmacık bir gülümse- meyle kendilerine çeki düzen verdiler. Olanı biteni gördüğümü anlamışlardı. Bu mallardan pay vermek karşılığında benden sessiz kalmamı ve olanı biteni kimseye anlatmamamı istediler. Ben bunu yapamayacağımı ve gerçekleri patrona bildireceğimi söyledim. Ağlayıp sızladılar, yalvardılar. Ailelerinden, ne kadar zor geçindiklerinden, borçlarından, işten çıkarılırlarsa bir daha iş bulamayacaklarından, sokaklara düşeceklerinden söz ettiler. Kaçarcasına iş yerimi terk ettim. Evime ulaştım. Ağzıma bir lokma koymadan başımı yastığa dayadım. İş arka- daşlarımın hepsi de evli ve çocukluydu. Eşlerinin ve çocukla- rının yüzleri gözümün önünden hiç gitmiyordu. Eğer gerçeği söylersem işten tazminatsız atılacaklar ve bundan sonra hiçbir iş yeri onlara iş vermeyecekti. Onlara hiç acımıyordum; ama ya çocuklar, eşler…. Nasıl uyuduğumu hatırlamıyorum. Vicdan muhasebesi yaparken uyuyakalmışım. Kabuslar içinde ve alar- mın ruhsuz sesiyle yatağımdan sıçrayarak uyandım. Sabahın ilk ışıkları yüzüme vuruyordu. Tuhaf bir ışık. Tam olarak aydınlatmayan, puslu bir ışık. Evden çıktım. Kararımı vermiştim. Doğruca iş yerime gittim. Arkadaş- larım çoktan iş başı yapmışlardı. İçeri girdiğimi gördüler. Ben on- lara selam bile vermeden doğruca müdürün yanına yöneldim. Yüzle- rinde yalvarma, şaşkınlık, öfke ve korku dans ediyordu. Bir süre sonra müdürün odasından elimde dosyam- la ayrıldım. Doğruca muhasebeye koştum. Kimseyle vedalaşmadım. Yalanın yuva yaptığı bu şehirden koşarak kaçmak istiyordum. İşte, bu şehir beni de yalancı yaptı. Gerçeği söyleyemedim. Korktum. Acıdım. Yalancıya acınır mı? Acıdım ve ben de bir yalancı oldum. Arkama bile bakmadan kaçtım. Sırtımı dayadığım yaşlı söğüt ağacı, kekik kokuları, bahar, keçilerim, tavuklarım, iliklerime işleyen ferahlık, yün yatağım, horozlarım, bağım, bahçem… Siz elinizden geleni yapıyorsunuz; beni mutlu ediyorsunuz. Fakat bu içime oturan öküz ne zaman kalkacak, bu vicdan azabı ne zaman bitecek hiç bilmiyorum. Süleyman Erdem GÖLBİNAR 8/D