2018-2019 Gençlik İlkokulu/Ortaokulu Veli̇ El Rehberi̇
Enderun mektebi 14. Sayi
1. HİKAYE - ŞİİR - RÖPORTAJ - DOSYA - ÇEVİRİ - MEKTUP - DENEME - KARİKATÜR
Şubat 2017
Özel Enderun Fen ve Anadolu Lisesi Yerel Süreli Yayını Sayı : 14
Muharrem Turşucu Arif Nihat Asya Halep’in Çocuklarıyız Said TurgutDarbe Kronolojisi
Dünya medeniyetine örnek olan
böyle bir milletten
böyle bir şanlı destan
Derdimiz büyük!
Gönüllülüğün
bayraktarlığını yapacak
gençlere talibiz.
Sabır başarının anahtarıdır.
Aşırı olmamak şartıyla hırs,
sabrın kontrolünde başarının
etken unsurlarından birisidir.
Yürü hala ne diye
oyunda oynaştasın,
Fatih’in İstanbul’u
fethettiği yaştasın.
Halep’in Çocuklarıyız
İsyan eden çocukların
olduğu bu Dünyada,
Hakk’a sarılan çocuklar.
Kim bilir, belki de Allah
size Semud kavmi
olmamayı öğretiyor?
2. Özel Enderun Fen ve Anadolu Liseleri
YAYIN TÜRÜ
Yerel süreli yayın.
Dönemde bir yayınlanır.
Ücretsizdir.
İMTİYAZ SAHİBİ
Özel Enderun
Fen ve Anadolu Liseleri Adına
Said TURGUT
Okul Müdürü
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Öznur Özgür İÇ
Fen Lisesi Müdür Yardımcısı
YAYIN KOORDİNATÖRÜ
Zahid AYDOĞAN
Türk Dili ve Edebiyat Öğretmeni
EDİTÖR
Öznur ÖZDEMİR
Türk Dili ve Edebiyat Öğretmeni
GRAFİK-TASARIM
Emre YALDIZ
YAZIŞMA ADRESİ
Kayacık Araplar Mh.
Ataç Sk. No:1
Karatay/KONYA
ELEKTRONİK POSTA
enderunlisesi@gmail.com
WEB
www.gencegitim.com.tr
TEL
0.332 237 81 08
BASKI
Eroğlu Ofset
Selçuk V.D. 3360160642
Matbaacılar Sitesi Yayın Cd.
No:19 Karatay/KONYA
Tel: 0.332 342 08 31
Basım: Şubat 2017
5
6
4
12
9
14
10
16
24
18
26
22
28
35
32
36
34
3840
3. NEDEN NİLÜFER?
Çoğumuzun bildiği üzere, Nilüfergiller suda yaşayan bir canlı türüdür. En esfel yerlerde dahi yetişebilen tek
çiçek türü olan Nilüfer, çiçekler arasında da en temizidir. Üzerine düşen yağmur damlalarını yapraklarında
gezdirerek kendini pisliklerden temizler, özünü korur. Bu özelliğiyle boya alanına da ilham olan Nilüfer
çiçeği, kendini temizleyen boyalar üretilmesine vesile olmuştur. Âleme ibret bu haliyle Nilüfer; saflığın,
berraklığın ve nerede bulunulursa bulunulsun özünü kaybetmeyişin simgesi olmuştur.
Bizler de Nilüferin bu serencamına bakarak ve birer Nilüfer olmaya niyet ederek kaleme almaya çalıştık
yazılarımızı. Cemil Meriç’in de deyimi üzerine kendimizi en doğru ve hür ifade edebilme yeri olarak
gördük dergimizi. Uzun süreli uğraş ve yoğun emeklerle; Dosya-Hikâye-Şiir-Röportaj- Çeviri-Karikatür
ve Denemelerden oluşturduğumuz dergimizi şimdi sizlere sunuyoruz. Yaşadıklarımızdan yola çıkarak
fikrettiklerimizi, hissettiklerimizi damıttığımız küçücük damlalarda kocaman dünyaları sizlere sunmaya
çalıştık.
Bir kusurumuz olmuşsa şimdiden affola. Saygılarımla….
Ahmet Emin Hadimioğlu
AL 9-A
MEKTEPMEKTEP
Yetinebilmek
Sokağımdaki Ayna
Hepsi Bu Mu?
Toprağıma
Halep’in Çocuğu Olmak
Röportaj : Muharrem Turşucu
Bekleyiş
Habil ile Kabil
Düşlerimdeki Gerçek
Mutluluğa Beş Kala
Darbe Kronolojisi
Elbet Kabus Biter
Ruhu Meçhul
Bir İslam Ülkesi : AFGANİSTAN
Hayatı Dondurduk
Dost Acı Söyler
Kendine Gel
İmanlı ve Şuurlu Gençler Aranıyor
Bilinçli Gençlikten Bilinçli Topluma
Nuşirevan
Karikatür ; Biraz Düşünelim
Fetih Marşı
Zeynep Aslı Tanoğlu
Berkay Karakurt
Halim Selvi
Samet Ferlibaş
Zeynep Sude Güven
:
S. Güven - Z. Belgen - N. Katabulut
Öznur Özdemir
Merve Hilal Dadacı
Fatma Özlem Urgan
Arife Urgan
Yunus Furkan Yakışır
Hilal Müberra Anik-Lamia Betül Çakır
Aynur Doğan
Hilal Müberra Anik
Zahid Aydoğan
Ali Ebrar Mermer
Zeynep Aslı Tanoğlu
Said Turgut
İsmail Ekmekçi
Lamia Betül Çakır
Fatih Tün - Emel Nur Bolanyığ
Arif Nihat Asya
MEKTEPTEN
İÇİNDEKİLER
4
5
6
8
9
10
12
14
16
18
22
24
26
28
32
34
35
36
38
40
42
43
4. 4 Enderun Mektebi
YETİNEBİLMEK
Aynı evrenin içinde daha ne kadar birbirimizden
habersiz yaşayacağız? Oysa yeterdi sadece başı-
mızı kaldırıp etrafımıza bakmamız. Çoğu şey
yeterdi aslında bunca yetinememişliğin arasın-
da. Bir tebessüm, bir selam, bir teşekkür yetebi-
lirdi insanlığa. Yetinemeyen de insandı yetinme-
ye çalışan da, karnı aç olup şükreden de insandı
karnı tok olup küfreden de. Gaye insan olarak
doğmak değil; insan olarak yaşamak olmalıydı.
Demek ki bunlar da yetebilirdi insanlığa. Yet-
mek, yetirmek... O anlatamadığın cümlelere bile
yetiyor. Mesela “İyiyim” yetiyor ruhunu, kalbini,
hayallerini gizlemeye. “Hayırlısı “yetiyor umut
bağlamaya. Susmak yetiyor fırtınaları gizleme-
ye. Yetmesinden önce avunmaktır marifet sana
getirdikleriyle.
Zeynep Aslı TANOĞLU / AL 9-A
5. 5Enderun Mektebi
İnsanların bedeni susturularak korundu
Onca insan sokaklarda yaşamaktan yoruldu
Masum bakan gözler aslında kin doluydu
Memleketimin her şeyi fazlasıyla sorunlu
Dur denilmedikçe koparak büyük fırtına
Vakti geldiğinde binecek bütün dertler sırtına
Bırakma bugünün işini yarına
Yoksulu anla düşün bir bak arkana
Mehmetçik ülkesi için geleceğini yakardı
Onlar anne çığlıklarına dünyayı yakardı
Bir millet her gün haberden bıkar mı?
Çünkü ırkçıların beyinlerini yıkandı
Çocukların oyuncakları sade mermilerdi
Terör tek Doğu’nun değil tüm ülkenin derdi
Yalan yanlış haberler bugün sinirleri gerdi
Doğu Türkistan’da çocuklar canlarını verdi
SOKAĞIMDAKİ AYNA
Sokakta ince çizgi hayatlar siyah beyaz
Dışarıdan güzeldir içeriden kan ağlar ambiyans
Gerçekler belli erkeklik hiç yoktan az
Faiz mahallemde siren çalan bir ambulans
Berkay KARAKURT
AL 11-C
6. HEPSİ BU MU?
EY İNSAN!
“Sen kendini küçük bir cisim sanırsın, ama en büyük âlem sende gizlidir.” Hz. Ali
Hayatı verimli kılmanın önemli gereklerinden biri, olumlu düşünmektir. İnsan isterse yapar... kendini
küçük görse de bir çok hüneri vardır..
Doğru düşünebilmek için “Hepsi Bu mu?” dedik. Tabi ki de hayır!
Ne olursa olsun insan kendisinin terapisti olabilmeli, kendi kendisini motive edebilmeli. Mutlu olmak
için küçük sebepleri bir kenara itmemeli, bilakis küçük de olsa küçük görmeden o sebebe sarılırsa
kendisine “dar kapı”ların açıldığını görecek ve yaşayacaktır.
Mevlana der ki; “Kardeşim. Sen düşünceden ibaretsin, geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünür-
sün, gülistan olursun. Diken düşünürsün, dikenlik olursun.”
Olumlu düşünmenin ana kaynağı doğu felsefesi olsa da Batı bilimi de bu işe hâlihazırda etkileşimli-
dir. Beyin ve algıya bağlı olarak kas koordinasyonunun uyumu gibi zihin ve beden arasında etkileşim
vardır. Zihnimizdeki olumlu düşünceler bedenimizde / davranışlarımızda olumlu sonuçları oluşturur.
Pozitif düşünce, olumsuzluklara razı olmayan, her koşulda yapabilecek iyi bir şeylerin olduğuna ina-
nan ve böylece insan yaşamını olumlu yönde etkileyen düşünce tarzıdır. Başarmak ve hayatı tekdü-
zelikten daha yaşanılır hale getirmenin yolu pozitif düşünmekten geçiyor. Bu prensip, hayatta güçlü
olmak ve sağlıklı bir yaşam sürmek isteyen her insan için gerekli olan temel düşünce tarzını anlatır.
Güçlü bir insan olmak için sınırlayıcı düşüncelerden kurtulmalı ve büyük düşünmeliyiz. Bu düşünce-
mizi gerçekleştirmek için olumlu düşüncenin motivasyonundan yararlanmalıyız. Geçmişin sıkıntıla-
rından ve geleceğin kaygılarından kurtularak şimdiye odaklanmalıyız. Sadece güçlü ve başarılı bir
insan olmak mutlu olmaya yetmez. Bunun için diğer insanlara yararlı ve yardımcı olmalıyız.
6 Enderun Mektebi
7. İçimizdeki kin ve nefretten kurtulmak için affetmeli, sahip olduklarımızın değerini bilip yüce Allah’a şük-
retmeliyiz.
Tolstoy kendimizi toparlamaya ihtiyacımız olduğuna vurgu yapar; “Hayat bizi resmen dört işlemle sınar;
gerçeklerle çarpar, ayrılıklarla böler, insanlıktan çıkarır ve sonunda topla kendini” der.
Bir gün iki çocuklu bir aile gezintiye çıkarlar. Çocuklardan biri yorulur ve babasının kendisini kucağına
almasını ister. Baba da yorgun olduğunu söyler. Çocuk ağlamaya başlar. Baba bir tek kelime söyleme-
den ağaçtan bir dal keser, dalı bıçakla düzeltir ve oğluna verir. “Al oğlum sana güzel bir at” der. Çocuk
sevinçle ata biner ve sıçrayarak, ata vurarak evin yolunu tutar. Baba gülerek kızına döner ve:
“İşte hayat budur kızım. Bazen zihnen veya bedenen kendini çok yorgun hissedeceksin. İşte o zaman
kendine değnekten bir at bul ve neşe ile yoluna devam et... Bu at, bir arkadaş, bir şarkı, bir şiir, bir
çiçek, bir çocuğun tebessümü olabilir.”
Etrafa bakıp da böyle bir atı arayan herkes bulabilir. Şunu daima hatırlayınız ki, hayatın ne kadar zor
olduğunu düşünürseniz, hayat bir o kadar imkânsızlaşır.
Unutmayalım!... Geminin rotasını kaptan belirler. Hayatımızın rotasını düşüncelerimiz. Bireylerin pozitif
yaşamalarını sağlayabilecek bir rota belirleyebilmeleri “zihin denizi”nde gerçekleşecektir. Bu deniz sen-
de ve senin “rota”na rüzgâr olanlarda… Aslında bu rüzgar kültürel birikimle (okumak ve mizah duygusu
birikimi),cesaretle ve hedefli olmakla (idealist) mümkündür. Pozitif düşünceye bir şans verin; kaybede-
cek bir şey yok ama kazanacağınız çok şey var.
Yazımı sonlandırırken sizi Leonardo da Vinci’nin güzel bulduğum şu sözüyle baş başa bırakıyorum.
“Engeller beni yıldıramaz. Her engel beni daha iyiye doğru kaçınılmaz bir değişime iter.
Gözünü bir yıldıza dikmiş kişi, kararını değiştirmez.”
Halim SELVİ / Rehber Öğretmen
Özel Enderun Anadolu Lisesi
7Enderun Mektebi
8. 8 Enderun Mektebi
Türk’üz biz göklerde ay yıldız
Sevdamız sonsuza kadar biz durmayız
Taşıdık asırlarca vatanımızı yine taşırız
Canımız kurban olsun kıymetli vatana
Vatan birdir her zaman sırdaş
Toprağımda vatan üstünde yaş
Her zaman bizlere olmuş kardaş
Canımız kurban olsun kıymetli vatana
Allah oldu ilk sözlerimiz yoldaş
Coşşun kalpler olsun vatana kurban candaş
Yarama derman olma vatanım için uğraş
Canımız kurban olsun kıymetli vatana
Göklerde dalgalanan yüce bayrağımız
Cepheden cepheye koşan çocuklarımız
Kızımız kızanımız bütün varlığımız
Canımız kurban olsun kıymetli vatana
TOPRAĞIM’A
Samet FERLİBAŞ
AL- 11 A
9. 9Enderun Mektebi
Halep’in Çocuğu Olmak
Halep’in çocuklarıyız biz,
Yaşıtlarımızın meslek hayali kurduğu bu
Dünyada,
Yaşama hayali kuran çocuklar.
Kim bilir, belki de Allah size kıymet bilmeyi
öğretiyor?
Halep’in çocuklarıyız biz,
Yemek beğenmeyen çocukların olduğu bu
Dünyada,
Yemek bulamayan çocuklar.
Kim bilir, belki de Allah size şükretmeyi
öğretiyor?
Halep’in çocuklarıyız biz, anne babasına asi olan
evlatların olduğu bu Dünyada,
Annesini gözleri önünde kaybeden çocuklar.
Kim bilir, belki de Allah size evlat olmayı
öğretiyor?
Halep’in çocuklarıyız biz,
Okula gitmek istemeyen çocukların olduğu bu
Dünyada,
Okula gidemeyen çocuklar.
Kim bilir, belki de Allah size çalışmayı öğretiyor?
Halep’in çocuklarıyız biz,
İsyan eden çocukların olduğu bu Dünyada,
Hakk’a sarılan çocuklar.
Kim bilir, belki de Allah size Semud kavmi
olmamayı öğretiyor?
Halep’in çocuklarıyız biz,
Hayal kuran çocukların olduğu bu Dünyada,
Her bomba patlayışında umudu yıkılan çocuklar.
Kim bilir, belki de Allah bize sabretmeyi
öğretiyor?
Halepliyiz biz,
Paraya tapılan bu Dünyada,
Hakk’a tapan insanlar.
Kim bilir, belki de Allah size müşrik olmamayı
öğretiyor
Zeynep Sude Güven
AL 9/D
10. 10 Enderun Mektebi
RÖPORTAJ
Sayın Muharrem Turşucu hocam, kendinizi tanıtır mısınız?
1956 Ilgın/Konya’da doğdum. İlkokul, Ortaokulu Ilgın’da Sanat Enstitüsünü de Konya’da okudum.1979 yılında Ankara Yüksek Teknik Öğretmen
Okulu Döküm Bölümünden mezun oldum. İskenderun, Sivas ve Seydişehir Endüstri Meslek liselerinde Meslek Dersleri Öğretmeni, Atölye Şefi
ve Bölüm Şefi olarak çalıştım. En son Konya 100. Yıl Mesleki Eğitim Merkezinden Emekli oldum. Okul Sanayi Ortak (OSANOR) projesi ve Ülke-
mizde Mesleki Eğitimin niteliğinin artırılmasında çalışmalara katıldım. Endüstri Meslek liselerinde eğitim-öğretimle birlikte Döner Sermaye ça-
lışmalarıyla piyasanın talebi olan her türlü döküm parçaların üretimini yaptım. Üniversite yıllarında ve öğretmenlik yıllarımda zorunlu mesaimden
artan zamanlarımda ülkemize faydalı hizmetleri olan kuruluşlarda aktif görev aldım. Gençliğin eğitimine önem veren MGV çalışmaları sırasında
bir grup arkadaşlarla birlikte Kurumsal bir yapı oluşturmak amacıyla kurulan Gençlik Eğitim Kurumlarının kuruluş çalışmalarında bulundum. 15
yıldır Gençlik Eğitim Kurumları Yönetim Kurulu Üyeliği ve Kurucu Temsilciliği yapıyorum. Özel Okulculuğun ülkemizin eğitim problemlerini çöz-
mede önemli bir fırsat olduğunu bizzat gördüm. Özel öğretimin bilhassa özel okulların ülkemizin eğitim kalitesini yükselten çabalarının karşılık
bulması için STK’larda faaliyette bulundum. ÖZDER (Özel Öğretim Derneği) Yönetim kurulu kurucu üyesiyim.
Eğitim hayatına katılmaya ne zaman, nasıl karar verdiniz?
Çocukluğumuzun geçtiği evimizde ve okullarımızda eğitimin önemine dair bir vurgu hatırlamıyorum. Çiftçi bir ailenin çocuğu, eli iş tutmaya baş-
ladı mı; çift-çubuk, harman-hayat, koyun-kuzu gibi tarımın ve hayvancılığın iç içe olduğu bir hayatın içinde buluyor kendini. Yaşımız gereğince
okul çağımız gelince ilkokula başladık, mezun olunca sırada ortaokula geldi. İlkokulu ve ortaokulu Ilgın’da okudum. Ceberut bir öğretim anlayışı
vardı. Öğretmenlerin yüreklendiren bir yaklaşımını pek hatırlamıyorum. En kısa zamanda okuldan uzaklaşmayı isterdim.
Okumanın, öğrenmenin pek zevkine varamamıştım. Sınıf geçmek için ders çalıştığımı hatırlıyorum. Lise hayatım için Sanat Okulunda okumak
isteğimi rahmetli babam olumlu karşıladı. O zaman ki adıyla Konya Sanat Enstitüsüne kaydımı yaptırdık. İlk defa ailemden ayrıldım. Konya’da
Maarif Vakfının yurdunda kaldım. Hem okul hem yurt hem de şehir hayatı beni etkiledi. Yurtta derse çalışan arkadaşları görünce bende ders
RÖPORTAJ
05 Ocak 2016 Özel Enderun Fen ve Anadolu Lisesi ile Muharrem Turşucu Röportajı
Muharrem Turşucu
11. 11Enderun Mektebi
çalıştım, okulumda dersleri daha iyi anlamaya ve zevk almaya başladım. Yurtta etüt hocalarımız kitap tavsiye ederdi. İlk okuduğum, Ali Fuat
Başgil‘in “Gençlerle Baş Başa” kitabıydı. Kitapta okuduklarımın yanında tavsiye eden öğretmenimin de takdiri bana yeni ufukları açıyordu. Oku-
dukça, okumadan zevk alıyordum. Sanat okulunda okuduğum için mesleki çalışmalar da beni heyecanlandırıyordu. Dökümcülük; sanat okuluna
başlayıncaya kadar hiç duymadığım bir meslekti. Sanat Okulunun 3. sınıfına geldiğimde bu okullara öğretmen yetiştiren bir yüksekokul oldu-
ğunu, Yüksek Teknik Öğretmen Okulunu okumak istersem öğretmenlerimin benim iyi bir Teknik Öğretmen olacağımı söylemeleri beni eğitim
öğretim hayatına yönlendirdi.
Okuduğumuz makalede karma eğitime karşı olduğunuzu belirtiyorsunuz, karma eğitime niçin karşısınız?
Karma eğitime bilhassa orta- okul ve liseden itibaren son verilmeli.
Bu görüşüm önce inancımdan kaynaklanıyor. Mahremiyetler ergenlik
döneminde oluşur. Her cins cinsiyetiyle ilgili bilgileri daha rahat
öğrenebileceği, yaşamını etki- leşimini daha rahat yapabileceği bir
ortamda olma hakkını bulabilme- lidir. Akıl baliğliğin başlangıcı olan 10’lu
yaşların eğitimi insanın geleceğe hazırlanmasında çok önemlidir. Karşı
cinslerin birbirine olan ilgisi ne çocukluk dönemi gibi masum, ne de
olgunluk dönemindeki gibi sevi- yelidir. Anadolu tabiriyle “delikanlılık”
dönemidir. Kan akışının, heyeca- nın, öfkenin yüksek olduğu bu dönemin
çok iyi geçirilmesi gerekir. Ger- çekçi eğitim bilimciler de karma eğiti-
min mahsurlu tarafının daha çok olduğu görüşündedirler. Bugün geliş-
miş ülkelerin pek çoğunda da kız ve erkeklerin ayrı okudukları okullardır.
Karma eğitimin dayatması yok- tur. Ortaokullar ve liseler şahsiyetin
inşa olduğu yaş seviyeleridir. Be- yefendilerin ve hanımefendilerin yetiş-
mesi için okullarda öğrencilerin kendilerini rahatlıkla ifade edebileceği
ortamlar sağlanmalıdır.
Eğitimde reform yapma görevini size verseler ilk nereden başlarsınız?
Eğitim reformu ani kararla yapılacak bir iş değildir. Eğitim uzun soluklu emek isteyen bir çalışmadır. Ülkemizde nüfus yoğunluğu şehirlerde yaşa-
maktadır. Şehirlerde hayat çocuklar için çok kısıtlıdır. Günümüz yaşam tarzına ve ihtiyaçlarına göre eğitim öğretim işleri yeniden yapılandırılmalı-
dır. Eğitimde reform sorusunun okullarda yapılması gereken kısmını şöyle ifade edebilirim. 12 yıllık zorunlu eğitim uygulamasından vazgeçilmeli.
Okul öncesi ve ilkokul seviyesinde eğitimin kalitesini arttıracak her türlü çalışma yapılmalıdır. Bilhassa okul öncesi, şehirlerde acil zaruret halini
almıştır. Çocuklar enerji yüklü, büyüme ve gelişme potansiyeli çok yüksek seviyede. Böyle bir çocuğu kibrit kutusu gibi bir apartman dairesinde
tutmak, geleceğimizi köreltme adına işlenen en büyük cinayettir. Aileler belki fark etmeyebilir. 0-6 yaş, çocuğun gelişiminde çok önemli, bu
eğitim biliminin bir gerçeği. Devlet olarak bu çocuk potansiyelimiz için her türlü yatırımı yapmalıyız. Kreşler, anaokulları böyle bir apartman
dairesi gibi yerde asla olmamalı. Geniş bahçesiyle, oyun alanlarıyla, ferah mekânlarıyla ve alanında uzman öğretmenleriyle okul öncesi eğitim
yapılmalı. İlkokullar içinde aynı şeyi söylüyorum. Oyun alanları, çocuklarımızın motor gelişimi için olmazsa olmazlarımız. Programları öğretimden
çok çocuklarımızın zihinsel gelişimlerini ve kavram becerilerini ortaya çıkarmaya yönelik olmalı. Anadili, örfü, âdeti, değerleri bu yaşlarda ço-
cuklarımıza kazandırmalıyız. Ortaokullarımızda çocuklarımızı yönlendirmeye ve bilgiyi işlemeye yönelik olmalı. Okuma alışkanlığı kazandırılmalı.
Türkçe, matematik, fen ve sosyal dersleri hayatın gerçeği ile örtüşmeli. Yabancı dil öğretimi ve kültürel derslerde de not ve sınav kaygısının
ötesine geçecek uygulamalar yapılmalı. Her bir öğrencimiz en az bir dalda amatör lisanslı sporcu, en az bir müzik aleti kullanabilmeli ve müzik
aşinalığı olmalı, resimde, el sanatlarında, yazıda… ilgisini çekebilecek ortamlar oluşturulmalı. Meslekler ile ilgili bilgilendirmeler yapılmalı.
Mesleğe yönelim ortaokul yaşlarında belli bir seviyeye getirilmelidir. Lise ve yükseköğretimin temeli ortaokullarda atılmalıdır. İyi bir ilkokul ve
ortaokul hayatından sonra zorunlu eğitim kaldırılmalı, mesleki eğitimi ve akademik lise öğrenimini yapmada öğrenciye tercih hakkı verilmelidir.
Kurumlar da insanlar gibidir; çocukluk, gençlik ve olgunluk çağları vardır. Sizin inşaa ettiğiniz Gençlik Eğitim Kurumları hangi çağını yaşamakta-
dır?
Eğitim kurumlarımızda çeyrek asra yakın bir tecrübeye ulaştık. Adımızdan hareketle genç ve dinamik çağımızdayız. Geleceğe emin adımlarla
ilerleyen kurumsallaşma çalışmaları, okullarımıza özgü Süreçlerle Yönetim (Genç Süreç) yazılımı ve işletimi sadece bizim okullarımıza uygula-
maktadır. Sürekli İyileştirme ve öğrenen organizasyonlar olarak, eğitimde yeni yönelimleri takip ediyor ve okullarımıza kazandırıyoruz.
Sizin için başarı konusunda hırs mı önemlidir sabır mı?
Sabır başarının anahtarıdır. Aşırı olmamak şartıyla hırs, sabrın kontrolünde başarının etken unsurlarından birisidir.
Sizin için sevgi mi önceliklidir güven mi?
Güven, sevgiye yol verir. Güvensizlik, sevgiyi bitirir. Eğitim öğretimde ise işini severek yapmak önce gelir.
Röportaj : Zeynep Sude Güven - AL 9-D / Zeynep Belgen - AL 10-E / Niyazi Katabulut - AL 10-E
12. 12 Enderun Mektebi
BEKLEYİŞ…
Okuldan çıktı Tayfun. Okul servisi, yolu hep
uzatırdı. Bisikletine yöneldi. Eve geldi. Bir
an önce çıkmalıydı. Saat kaç? Saate baktı.
İki saati vardı. Enes’in ameliyatına iki saat
kalmıştı. Enes’le kalan zamanı ne kadardı?
Hafiften titredi. Hızlıca hazırlanıp; kapıya
yöneldi. Ayakkabısını giyerken gözüne bir
şey takıldı. Elindeki poşeti yere bırakıp topu
kavradı. Göğsüne doğru yaklaştırdı.
Bundan üç sene evvel vurmuşlardı birlikte
bu topa en son. Ne maçtı ama. Arka
mahalledeki veletlerle yapmışlardı maçı.
Dört bir yenmişlerdi. Harun kenara geçip
ağlamış, tehditler savurarak uzaklaşmıştı
sahadan. İri yarı olan Harun, bir çakıl taşı
kadardı artık! Enes’le o gece birlikte kalmış
ve sevinçten sabaha kadar uyuyamamışlardı.
Zafer tatlıydı. Tayfun kaçırdığı penaltıların
yasını tutarken; Enes, Harun’un kendi
kalesine her topgirişindeki suratının aldığı
maymunvari şekli unutamıyor yüzünü
Yukarıdan gelen inleme sesiyle bölündü
uykusu Tayfun’un. Gözlerini hafifçe ovdu.
Başının ucunda duran saate baktı. Yelkovanla
akrep tahmin ettiği yerdeydi. Uykusu
hiçbir düzene tabi değildi. Ve geceleri daha
çok yorulurdu Tayfun. Karanlıktayken
anlamlandıramadığı küçülme hissi…
Neden sonra evlerine sızacak olan hırsız.
Sanki uykusunu bölemeyeceği bir anda
odasından içeri sıyrılıverecek. Hırsız, onun
yatağının başına kadar sokularak uyuyup
uyumadığını tespit edecek. Nefesleri
birbirine değecek. Hırsız battaniyenin
üzerine gölgesini düşürürken, o yatağın
içinde kıpırtısız kalacak. Hırsızın sahip olmak
isteyebileceklerini dahi kurgulamıştı kafasında
Tayfun. Babasının ona sünnet düğününde
taktığı değerli saatle başlayacaktı küfesini
doldurmaya. Fotoğraf makinesi; ardından
gümüş bilekliği... Gücünün yettiği kadar
ağırlığı tamamlayacak. Yine pencereden
kaçıp karanlığa sığınacaktı. Enes geçti bir an
zihninden. Ya Onun korkuları…
Yo yooo Enes’in korkularını kaldıracak kadar
olgunlukta değildi. Enes’in krampları saat
ikiyi gösterdiğinde başını saklandığı oyuktan
çıkarıp damarlarına sinsice ilerlerdi. Üçe
doğru tüm benliğinde acıyı sakız gibi eritirdi.
Saat dörtte halsizleşen narin vücudu yavaş
yavaş uykuya bürünürdü. Enes’in vücudunda
saatli bomba olduğunu düşünürdü Tayfun.
Kendini sakince huzurun kıyısına bıraktığı
anda onu suda nefessiz bırakırdı. Enes’in bu
hallerini düşündükçe içi ezilirdi Tayfun’un.
Gözlerini yavaşça kapattı Tayfun. Sabahsa
erken uyandı. Okul için hazırlandı. Derse
girdi. Yoklama alındı. Tayfun “Buradayım”
dedi. Enes yine “Yok!” yazıldı. Türkçe
dersinde bütün gizli öznelerin cevabı-
Tayfun’un kafasında- Enes’ti. Matematik
dersinin bilinmeyeni ise “ameliyatı”.
13. 13Enderun Mektebi
çukurlaştırarak gülüyordu! Seni de götürsem
mi? dedi topa bakarak Tayfun. Bugün yine
bir galibiyete ihtiyacımız var. Vazgeçmesi
uzun sürmedi. Sıkıca kavradığı topu tekrar
yerine bıraktı. Yine aynı anda vurmak için.
Apartmandan çıktı. Hastaneye doğru çevirdi
bu sefer pedallarını. Kimse yokken vermeliydi
elindeki poşeti. “Ne çok sevinecek. Bunu
niye bu kadar seviyor bir türlü anlayamadım.
Annemden uzun uzun azar işittim göle
her düştüğümde. Olsun sonunda bir tane
yakalayabildim.”
Asansörü beklerken Enes’e ameliyat için
söyleyeceği motivasyon cümlelerini
zihninden sıralamaya başladı. Asansör ilaç
kokuluydu. Midesi bulanmaya başladı yine
Tayfun’un. Ne desem nasıl desem?
Elindekine bakarak: “Mutlaka vermeliyim.”
Ne desem, ne desem… Bunu ona bi versem.
Enes’in odasını sordu şişik gözlü hemşireye.
Hızlandırdı adımlarını. Üç yüz sekiz numaralı
odada “Enes!” sesi yankılandı.
Tek bir kişi vardı; Harun.
Gözlerini kırpıştırarak odayı süzdü. Tek
cümle açıkladı her şeyi.
“Geç kaldın Tayfun; ameliyat başladı.”
Saatine baktı. Hay tüküreyim. Poşetten
Enesin en çok sevdiği canlıyı çıkardı. “Vak
Vak! ” sesi yankılandı bu sefer odada. Enes
belki de kendisine en çok benzettiği varlık
olduğu için seviyordu belki de onu. Odadan
çıkıp ameliyathaneye doğru yürüdüler.
Ameliyathanenin giriş kapısında annesi,
babası, ablası ve dedesi Enes’i beklemekteydi.
Enes ise, öperek uyandırılmayı bekleyen bir
kurbağaydı şimdi…
Öznur Özdemir
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
14. 14 Enderun Mektebi14 Enderun Mektebi
Şimdi sizlere asırlar önce
gerçekleşmiş iki kardeşin hikâyesini
anlatacağım; Habil ve Kabil. Elbette
herkes bilir bu hikâyeyi. Lakin gelin
bir de benden dinleyin de dünü
hatırlayıp bugüne ve yarına dair
oturup düşünelim.
‘’Uzun yıllar önce, ilk insanın
yaratıldığı zamanda, iki kardeş vardı.
Bu iki kardeş birbirinin tam zıttı iki
karakterdi. Biri merhametli, sadık,
anlayışlı ve yardımsever; diğeri ise
katı, kibirli, nankör ve merhamet
yoksunuydu. Bu iki kardeşten güzel
ahlak sahibi Habil, kibirli ve gaflete
düşmek üzere olan ise Kabildi.
Babaları, her iki oğluna da ayrı ayrı
işler vermişti. Habil’e çobanlık,
Kabil’e ise çiftçilik işini uygun
görmüştü. Aradan hayli zaman geçti.
Habil çobanlıkta, Kabil ise çiftçilikte
muvaffak olmuştu.
Lakin kibirli kardeş bu durumdan
bir hayli rahatsızdı. Zira şeytanın
sözünü geçirdiği nefsinin dedikleri
onu içten içe kemiriyordu. Ona göre
babası Habil’i kayırıyor, onu daha
çok seviyordu. Ondandır ki, kolay
ve rahat işi ona, zor ve zahmetli işi
kendisine layık görmüştü.
Bir gün babası iki oğlunu da yanına
çağırdı.
-Oğullarım, Âlemlerin Rabb’i olan
Allah için mallarınızdan kurban
verin. Cimrilik etmeyin. Şüphesiz
o yaptıklarınızı görür ve işitir,
dedi. Habil derhal sürüsüne koşup
aralarından en güzel koyunu seçip
HABİL &babasının söylediği yere bıraktı.
Kabil ise nefsine kulak verdi; neden
güzel mallarından versin ki? Onları
ileride kendisi için kullanabilir
oysaki. Gidip tarladaki meyve ve
sebzelerden çürük olanları alıp
babasının dediği yere o da bıraktı.
Kurban bırakılmasının üzerinden bir
müddet geçtikten sonra Hz. Âdem
iki oğlunu tekrar yanına çağırdı.
-Habil, Allah(cc) senin kurbanını
kabul buyurdu. Lakin Kabil, seninki
15. 15Enderun Mektebi 15Enderun Mektebi
& KABİLkabul edilmedi, dedi. Bu duruma
iyice öfkelenen Kabil kusuru
kendisinde aramak yerine Habil’i
suçlamayı tercih etti. Kardeşini
gezmek ve av bahanesi ile evden
uzaklaştırıp ormanın derinliklerine
getirdi ve:
-Yeter artık. Kurbanım senin
yüzünden kabul edilmedi. Babam
senin yüzünden beni sevmiyor. Sen
olmasaydın her şey daha iyi olurdu.
Seni öldüreceğim! dedi. Habil ise:
-Allah yalnız kendinden
korkanlardan kabul eder. Allah’a
yemin ederim ki, sen beni öldürmek
için el uzatsan da, ben seni
öldürmek için el uzatacak değilim.
Ben Âlemlerin Rabb’i olan Allah’tan
korkarım. Dilerim ki sen, benim
günahımı da, kendi günahını da alıp
ateş halkından olasın. Zalimlerin
hakkı budur! dedi.
Bunun üzerine Kabil nefsine
yenik düşerek yerden aldığı taşla
kardeşinin başına vurdu. Habil
oracıkta şehit oldu. Kabil ilk başta
öfke ve kibirle ne yaptığını fark
edemese de, öfkesi bitip, sonunda
istediğini alan nefsi sustuğu
zaman düşünmeye başladı çünkü
kardeşinin cansız bedeniyle ne
yapacağını bilmiyordu. Bir kayanın
üstüne oturmuş düşünürken gözüne
iki kuş ilişti. Biri ağzında başka bir
kuş taşıyordu. Kuşlardan biri ölüydü.
Kuşun, ölü olan kuşu ayaklarıyla
eşelediği toprağa gömdüğünü
görünce bunu yapmanın en makul
şey olacağına karar verip kardeşini
toprağa gömdü.’’
Ve böylece Kabil ilk cinayeti işleyip
Orta doğu ‘ya ilk kanı akıtan
insan oldu. Kabil’den sonra da bu
cinayetler devam edegelerek Kabil’in
döktüğü kanı kurutmadı ve türeyen
yeni Kabiller bu kanı kurutmayacağa
benziyor.
Hilal Merve DADACI
AL 11-C
16. DÜŞLERİMDEKİ GERÇEK
O sabah uyandığımda neyin gerçek neyin hayal
olduğunu anlayamamıştı. Gördüğüm rüya da neydi
öyle. Acaba annemle babama bunu anlatmalı
mıydım? Ya da unutup aklımdan çıkarmak en
iyisiydi galiba. Korkulu ve heyecanlı bir şekilde
odamdan çıkıp annemlerin yanına koştum. Annem
kahvaltı hazırlıyordu mutfakta, babam da herhalde
yatıyordu. Yani inşallah öyledir çünkü babamı
görmeliydim. Odasına baktığım zaman yatak boştu.
Hızla mutfağa annemin yanına geldim ve babamın
nerede olduğunu sordum. Babam sabah daha ben
uyanmadan erkenden çıkmıştı. O an içimde büyük
bir üzüntü hissettim. Bütün gün boyunca aklımda
aynı şey vardı. Gördüğüm rüya… Okula, derslerime
ve arkadaşlarıma bir türlü konsantre olamıyordum.
İçimdeki sıkıntıyı bir türlü atamıyordum. Müdürün
yanına gidip çok hasta olduğumu, eve gidip
dinlenmek istediğimi söyleyerek izin aldım. Müdür,
babamı arayıp haber vermişti. Şükürler olsun ki
babam telefonun diğer ucundaydı. İçim biraz olsun
rahatlamıştı.
Bu karmaşık duygularla sonunda evime
gelebilmiştim. Hiçbir şey demeden direk odama
geçip yattım. Aklımdaki düşünceleri yok etmek için
sesli bir şekilde dua ederek uykuya dalmışım. Ve
yine aynı rüya…
Evde büyük bir ses ve anlaşılması güç bir uğultu...
Televizyon son ses açılmış, pür dikkat izlenmede.
Konu komşu herkes toplanmış, teyzelerin elleri
omuzlarında. Bir teselli ediş var. Annemin
gözyaşları sel olmuştu sanki bir anda. Herkesin
ağzında benim adım. Aman duymasın, aman
korkmasın. Duymamam gereken de neydi? Tamam,
ben çocuktum, küçüktüm ama tüm Türkiye’nin
duyduğu şeyi ben neden duymamalıydım?
Anlayamadan yerimden fırlayıp annemin ders
çalışmam için yasak koyduğu bilgisayarı açıp
babamın hep baktığı haber kanalını açtım. Karşıma
çıkan ilk şey büyük büyük harflerle yazılı olan
‘’Patlama’’ haberiydi. Dikkatli bir şekilde tekrar
tekrar baktım. Patlamanın olduğu yerle babamın
bir bağlantısı var mıydı acaba? O amca babamın
en yakın arkadaşlarından biri değil miydi? Neden
bu kadar ruhsuz bakıyordu ki? O yaşıyorsa babam
da yanındadır herhalde, ona da bir şey olmamıştır.
İçeriden gelen büyük bir haykırış, bu annemin
sesiydi ama daha önceki seslerden daha farklıydı.
Ben uyanmıştım ama sanki rüyam hala devam
ediyordu. Aynı sesler, aynı dualar… Şu an tam olarak
ne oluyordu acaba? Sersem bakışlarla uykuyla
uyanıklık arasında olanları çözmeye çalışıyordum.
16 Enderun Mektebi
17. Gördüklerim devam ediyordu. Ama ben artık
gerçektenuyanmakveburüyayıbirdahagörmemek
istiyordum. Yalın ayak seslere doğru yürümeye
başladım. Kulağımda aynı şey yankılandı; aman
çocuk duymasın, aman korkmasın. İçeriye, seslere
doğru gitmeye çekinip bilgisayarımın yanına gittim
ve son dakika haberlerini açtım. Bunu hangi kafayla
yaptım bilmiyorum.
Normalde haberlerden nefret ederim. Babam
izlerken de hemen başka bir kanalı açardım.
Hele ki ölüm haberleri beni çok korkutur. Benim
yaşımda ya da benden daha küçük yaştaki
çocukların babaları için döktüğü yaşlar beni çok
yaralardı. Polislik babam için kutsal bir meslekti.
Bazen babamdan artık bu mesleği bırakmasını,
gerekirse benimde çalışabileceğimi söylesem de
babam gülümseyerek beni reddederdi. Ülkemizde
son zamanlarda çok arkadaşım, kardeşim artık hep
eksikti. Şehadet babam ve babam gibi arkadaşları
için bir şere i.
Haberleri açtığımda karşılaştığım manzara
rüyamla aynıydı. Hani bu sadece bir rüyaydı.
Değildi ve ben artık gerçekten uyanmıştım. O an
gözümden yaşlar akmaya başlamıştı. İstemsizce
gülümsedim, babam çok istediği şehadet şerbetini
içmişti bugün. Sabah keşke daha erken kalkıp
ona son kez sarılıp, bir beşlik çakabilseydim ama
ben çocuktum demi sonuçta. Sahi ben artık çocuk
muydum? Büyümem gerekiyordu. Bundan sonra
evin reisi, annemin dayanağı olmalıydım. Babamı
görebilseydim mutlaka böyle isterdi.
Kendimden daha emin ve büyük adımlarla
kalabalığın arasına gitmiştim. Odadaki tüm gözler
benim üzerime çevrilmişti. Anneme bakarak
sadece şunu söyleyebildim :
‘’Anne babam yok artık değil mi? ‘’…
Annem takati bitmiş bir şekilde yanıma gelip beni
sımsıkı sarmaladı. Bende anneme karşılık verirken
babamın elini omzumda hissetmiştim. Bana bakıp
gülümsüyor gibiydi. O bakışıyla ne demek istediğini
anlamıştım.
Annemin ellerini nazikçe omuzlarımdan indirip,
herkesin bana odaklanmasını sağlayıp babam
karşımdaymışçasına büyük bir gururla asker selamı
verdim. Bu durumumu kimse anlayamasa da
annem benim ne kadar güçlü bir çocuk olduğumu
bilirdi. Çünkü ben bir kahramanın evladıydım. Beni
babam yetiştirmişti.
Rüyasını korkudan yok saydığım şeyin gerçeği beni
artık o kadar çok üzmüyordu. Çünkü ben bir şehit
çocuğuydum ve bundan onur duyuyordum. Eminim
ki babam da hiç korkmadan cesurca veda etmişti
anneme, bana ve vatanına. O artık sadece bizim
değil tüm Türkiye’nin dualarındaydı.
Tabutunun başına gelince söylediğim son söz:
‘’ ŞEHİTLER ÖLMEZ, VATAN BÖLÜNMEZ ‘’
olmuştu…
Fatma Özlem URGAN
AL 11-B
17Enderun Mektebi
18. Yaşlı adam, oturduğu koltuktan etrafı
inceliyor, buraya neden geldiklerini merak
ediyordu. Bu sabah oğlu tarafından
uyandırılmış ve buraya getirilmişti. Ne
kadar sorsa da oğlu nereye gittiklerini
söylememiş, fakat adam oğlunun
davranışlarından bir şeyler döndüğünü
anlamıştı.Geldikleriyerinbüyükbirbahçesi
vardı, geniş ve yeni görünen bina ise
bahçenin tam ortasına konuşlandırılmıştı,
görünürde ise bir tabela yoktu. Binadan
içeriye girdiğinizde sağ tarafta ufak bir
lobi, sol tarafta ise aktivite alanı olarak
düzenlenmiş bir alan görünüyordu. Çoğu
kendisine yaşıt birkaç kişinin bulunduğu
aktivite alanını tam gözlemleyemeden
oğlu kolundan tutarak,
“Hadi baba”, diye çekiştirmiş ve lobiye
oturmuşlardı. Yanlarına gelen bir görevli,
oğluyla fısıldaşarak birkaç kelime
konuştuktan sonra oğlu, ben eşyaları
getireyim, diyerek kalktı. Olanlara bir
anlam veremeyen adam, oğlunun
arkasından bakakaldı. Görevliye dönüp
“oğlum nereye gidiyor, ne eşyası?” diye
sormak istedi, konuşamadı. Başına
gelenleri anlıyordu.
Tam olarak şu anda,
biricik oğlu, tek evladı
tarafından terk
ediliyordu.
B a b a s ı n ı n
eşyalarını görevliye
teslim eden adam
babasına döndü ve belli
belirsiz bir, hoşça kal,
dedi. Terkedilmenin
ağırlığıyla kalbi
paramparça olan
adam, oğlunun
MUTLULUĞABEŞKALA
kolunu kavradı ve tek bir şey demeye güç
yetirebildi.
“Neden?”
Fakat oğlu oralı olmadı. Sırtını döndü ve,
artık benim seninle uğraşacak vaktim yok,
hoşça kal, dedi ve gitti.
Oğlunun bu tavrıyla kalbi büsbütün
paramparça olan adam, ayaklarının
gücünü kaybettiğini hissetti. Neyse ki
hemen yanı başında olan görevli, koluna
girdi ve “Buyurun size odanızı göstereyim,
burayı çok seveceksiniz” diyerek yönlerini
asansöre doğru çevirdi. Bir süre kendine
gelemeyen adam, odasına girdiğinde
ve görevli birkaç şey söyleyip onu yalnız
bıraktığında da aynı şeyi düşünüyordu.
Neyi yanlış yapmıştı? Oğluna istediği her
şeyi vermişti. Oğlundan esirgediği tek bir
şey olmamıştı. Bazen oğlu “bana vakit
ayırmıyorsun” diyerek yakınsa da adam
bunun doğru olmadığına inanıyordu.
Sonuçta o oğluna her şeyin daha iyisini
verebilmek için ondan uzak kalmıştı.
Kalbinin ağırlığına daha fazla
dayanamayan adam,
odaya ilk girdiği zaman
etrafı incelemediğini fark
etti ve uzanıp biraz
18 Enderun Mektebi
19. dinlenebileceği bir yerin özlemiyle etrafına
bakındı. Odanın sağ tarafında çift kişilik
bir yatak ve gömme dolap, sol tarafında
ise bir koltuk, televizyon sehpası ve tam
ortada ufak bir tezgâh ile bir masa iki
sandalyeden oluşan bir Amerikan mutfak
vardı. Mutfağın içine doğru ilerlediğinde
içeride mini bir buzdolabı olduğunu fark
etti.
İçinde su olmasını dileyerek kapağını açtığı
dolabın içi boştu. En temel ihtiyacının
yokluğuyla gelen çaresizlikle yatağa gitti
ve yaşadıklarının ağırlığıyla ağlayarak
uykuya daldı.
Görevli kendisini uyandırmaya geldiğinde,
saatöğleyigeçmişti.Görevliöğleyemeğini
yedikten sonra, eşyalarını yerleştirmesine
yardım etme teklifinde bulundu. Teklifi
kabul eden adam, yemeğini odasında
yemek istediğini söyleyince görevli
yemeğini odasına getirdi. Daha sonra
eşyalarını yerleştirmeye koyuldular. Adam
ilk başta belki oğlum geri döner diye
düşünse de, oğlunun giderken ki bakışları
aklınagelince“hiçümityok”diyedüşündü.
Oğlu onu sonsuza dek terk etmişti. Geriye
babasının kıyafetlerinin bulunduğu bir
bavul ve içinde ne olduğunu bilmediği
i k i kutu bırakmıştı.
Görevli bavulu dolaba
yerleştirirken kendisi
kutuları açmaya
başladı. Bunlar eşi
ölmeden önce
y a ş a d ı k l a r ı
evde bulunan
eşyalardandı.
Eski bir biblo, eşiyle beraber resminin
olduğu beyaz bir çerçeve, gençliğinde
kazandığı kompozisyon yarışmasının
ödülü ve kalın ciltli, kahverengi bir defter
vardı. Biblo, çerçeve ve ödülü televizyon
sehpasına koyduktan sonra, defteri daha
sonra incelemek üzere bir kenara kaldırdı.
Bu sırada adamın üzüntüsünü fark eden
görevli, adamı neşelendirmek umuduyla
sohbet etmek istedi.
“Buraya alışabildiniz mi?” Diye sordu.
Adamın bu sorusuyla terk edilmişliğini bir
kez daha iliklerine kadar hisseden adam,
görevliye bir bakış attı ve “Hayır” diyerek
cevapladı. Adamın daha da üzüldüğünü
fark eden görevli, konuşmayı toparlamak
adına: “Biraz vakit geçsin buraya alışırsınız,
burada çok güzel bakılacaksınız” dedi.
Tekrardan görevliye bir bakış atan adam
daha fazla dayanamayarak:
“Buraya atılan her insana aynı şeyleri mi
söylüyorsunuz” diyerek çıkıştı. Utanan
görevli susmaya karar verdi ve elindeki son
eşyayı da yerleştirerek, “1 saat sonra çay
için sizi almaya gelirim” diyerek çıktı.
Başına gelenlerin acısıyla koltuğa çöken
adam, tekrardan gözyaşlarına boğuldu.
Biraz ağladıktan sonra gözüne ilk kutudan
çıkan kahverengi ciltli defter çarptı.
Kendisinin ya da eşinin böyle bir defteri
olduğunu hatırlamıyordu. Defteri eline aldı
ve sayfalarını karıştırmaya başladı. Elindeki
defter bir günlüktü ve anladığı kadarıyla
eskiden oğluna aitti. Rastgele bir sayfa açtı
ve okumaya başladı.
19Enderun Mektebi
20. “17 Ekim 1996
Sevgili günlük,
Yarınokulgösterimizvarvebençokheyecanlıyım.
Babam öncekileri kaçırsa da buna geleceğine
dair söz verdi. Herkesin babası salonda olup da
benimki olmadığında çok üzülüyorum. Annem,
baban senin iyiliğin için ve seni sevdiği için
çalışıyor diyor ama beni seviyorsa neden en
önemli günümde yanımda olmuyor?
18 Ekim 1996
Sevgili günlük,
Babam gösteriye gelmedi. Gösterinin sonunda
herkesin babası çocuklarına sarılıp öptüler.
Babam ise eve bile gelmedi. Annem çok çalıştığı
için diyor, bana iyi bir gelecek sağlamak için. Eğer
böyle yapacaksa iyi bir gelecek istemiyorum.
Babamın çalışmasından nefret ediyorum.”
Okuduklarıyla tüyleri diken diken olan adam, o
günü hatırlıyordu. Oğlunun ne kadar üzüldüğünü
de. Ama geleceği için değer diye düşünmüştü.
Defteri okumaya devam etti.
“28 ağustos 2006
Sevgili günlük,
Yarın için çok heyecanlıyım. Sonunda hayal
ettiğim işin bir parçası olmak için bir fırsat
kazandım. Ve babam bu işe dâhil olabilmem için
gereken parayı vermeye söz verdi. Biliyorum,
beni her zaman yüzüstü bırakıyor fakat bu sefer
bir şeyler farklı olacak gibi hissediyorum. Ne
olursa olsun o benim babam, ve ben onu çok
seviyorum..
30 Ağustos 2006
Günlük,
Ne kadar sinirli ve üzgün olduğumu tahmin
bile edemezsin. Babam parayı vermekten
vazgeçtiğini söyledi. Hem de tüm anlaşmalar
imzalanmışken ve elinde ihtiyacım olan paranın
bin katı kadar para varken. Ona neden güvendim
bilmiyorum. Ondan nefret ediyorum…”
Her bir satırı okudukça gözyaşlarına boğulan
adam, oğluna yaptıklarının yeni farkına varıyordu.
Terk edilmesine şaşmamalıydı. Oğlunun o zaman
ne kadar zor durumda kaldığını hatırlıyordu.
Ağlayarak defteri okumaya devam etti.
“29 Şubat 2016
Sevgili Günlük,
Bugün hayatımın en güzel günlerinden biri…
Ben baba oldum! Güzeller güzeli bir kızım var
artık… Ve ben onun için olabileceğim en iyi
baba olacağım.
1 Mart 2016
Günlük,
Kızımın gelişine ve baba olmamın verdiği
mutluluğa hiçbir şey gölge düşüremez
sanıyordum. Düşürüyormuş… Babam torununu
sevmek şöyle dursun, neden bir “erkek” torunu
olmadığıyla ilgili yakındı. Fakat artık yeter. Beni
sevmeyebilir, fakat kızıma, canımdan bir parçaya
söz etmemeliydi. Bundan sonra edemeyecek
de. Artık ona tahammül etmeyeceğim.”
Ağlamaktan bitap düşen adam, nasıl böyle bir
insan olabildiğine hayret etti. Kendisine hiç
böyle bir gözle bakmamıştı. Son okuduğu yazı
üzerindenaylargeçmişvezatenbuyazıdansonra
başka bir şey de yazılmamıştı. Adam, hıçkırıklarla
yere yığıldı. Üzüntüsü had safhadaydı.
Nefes alamadığını hissetti. “Ölüyorum” diye
düşündü. “Oğlumdan bir kez özür dileyemeden
ölüyorum” Zorlukla doğruldu ve defteri eline aldı.
Cebinden her zaman yanında taşıdığı kalemi
çıkardı ve son yazının altına yazmaya başladı.
“Oğlum,
Özür dilerim. Sana olan sevgimi hiçbir zaman
hissettirmediğim, göstermediğim için. Seni hep
yüzüstü bıraktığım için. Güvenini boşa çıkardığım
için. Kalbini kırdığım için. Bunca yıl seni üzdüğüm
için. Seni hiçbir zaman takdir etmediğim için.
En önemli günlerinde yanında olmadığım için.
Torunum hakkında söylediklerim için. Affet
oğlum, affet beni…”
ARİFE URGAN
AL 11-B
20 Enderun Mektebi
22. 27 Mayıs
1960
27 Mayıs
1960
- Günümüzdeki darbelerin ‘ana
darbesi’ olan 27 Mayıs darbesinden
sonra milli birlik ve bütünlük bozuldu,
Türk ordusunda ve halkında ideolojik
fikir ayrılıklarından kaynaklanan
siyasi kutuplaşma görüldü.
-Cumhuriyetin ilanından sonra ilk
defa bu denli kalkınan ekonomi,
yapılan bu darbe sonrası dibe çöktü
ve ülke ekonomik krize sürüklendi.
-Darbeden sonra cuntacı subaylar
tarafından hazırlanan ve adına ‘61
Anayasası’ denilen bu darbeci
anayasa, daha sonra gerçekleşecek
olan darbelere yasal zemin hazırladı
ve onları meşrulaştırdı.
-Yassıada’da 19 ayrı dava ile
yargılanan Adnan Menderes ve
arkadaşları bu duruşmalar sonunda
idama çarptırıldı ve bu olay Türk
siyasi tarihinin en utanç verici olayla-
rından birisi olmuştur.
12 Mart
1971
12 Mart
1971
-61 Anayasası ile meşrulaştırılan ve le-
gal hale gelen askeri darbeler bu sefer
askerin hükümet görevlilerini tutuklayıp
yargılamasıyla değil, cuntacı askerlerin
hükümete ‘muhtıra’ denilen uyarı
yazısı yazdığı görüldü ve ‘hükümet artık
çekilsin’ şeklinde ültimatom verildi.
-Verilen bu muhtıra sonucu Adalet
Partisi Genel Başkanı ve Başbakan
Süleyman Demirel istifa etti.
-12 Mart 1971 ve 15 Ekim 1973 ara-
sındaki zaman diliminde yaşanılan ve
adına ‘ara rejim’ denilen dönemde, bir
zamanlar hürriyet uğruna çıkarılan ve
onu tenkidin bile ‘vatan hainliği’ olarak
sayıldığı 61 Anayasası tabiri caizse
‘günah keçisi’ ilan edilerek yerine daha
otoriter devlet yapılandırılması esas
alınarak değiştirildi.
-Yapılan her darbe sonrası görülen
halktaki ‘siyasal kutuplaşma’
gerçekleşti ve Sağ-sol olayları olarak
bildiğimiz bu ideolojik fikir ayrılıkları
insanları sokağa dökmekle kalmamış,
iç savaş denilebilecek raddeye kadar
ulaşmış ve bundan sonra gelecek olan
12 Eylül darbesine sebep olmuştur.
12 Eylül
1980
12 Eylül
1980
-ABD Başkanı Cimmy Carter’ın ‘Bizim Çocuklar’
diye hitap ettiği Orgeneral Kenan Evren komu-
tanlığında oluşturulan cunta, 12 Eylül gecesi
etkili oldu ve Türkiye, yine bir sabaha tankların
sesi ile uyandı.
-Bu darbe ile Başbakan Süleyman Demirel
başta olmak üzere tüm bakan ve üst düzey
yöneticiler görevden alındı, TBMM kapatıldı.
71 Darbesi sonrası değiştirilen 61 Anayasası
rafa kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden
tasarlandığı bir baskı dönemi başladı.
Sonucunda darbe ürünü olan ‘1982 Anayasası’
yürürlüğe girdi.
-Bir günde yüzbinlerce kişi tutuklandı ve bun-
ların çoğu ağır şartlar altında mahkûm edilmek
suretiyle cezaevine gönderildi.
-2 milyon kişi fişlendi ve on binlerce kişi
‘şüpheli’ gözüyle bakıldığından görevinden
uzaklaştırıldı.
-Ekonomi dibe çöktü ve Türkiye, 2002’de AK
Parti iktidara gelene kadar %100 enflasyon
içinde yaşamaya mahkûm oldu.
28 Şubat
1997
28 Şubat
1997
-28 Şubat süreci, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisinin, adına ‘Refahyol’
denilen koalisyon hükümetinde Necmettin Erbakan’ın Başbakan, Tansu
Çiller’in de Dışişleri Bakanı olarak görev yaptığı 28 Şubat 1997’de MGK
toplantısı sonucu açıklanan ve irticaya karşı başlatıldığı iddia edilen,
seküler hümanist düşününce ile kendini tanımlayan ordu ve bürokrasi
merkezli süreçtir.
-28 Şubat, başta muhafazakâr kesime karşı başörtüsü yasağı gibi
ayrımcı uygulamalara ve insan hakları ihlallerine sahne olmuş, başörtülü
öğrenciler okullardan atılmış, ikna odaları kurulup başlarını açmaları için
zorlanmış ve çok sayıda kamu personeli görevinden uzaklaştırılmıştır.
-Necmettin Erbakan, alınan MGK kararlarını yumuşatılmazsa imzalamaya-
cağını söyledikten sonra, Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş tarafından
‘Ülkeyi iç savaşa sürüklediği’ suçlamasıyla, RP’nin kapatılması için dava
açtı ve çok geçmeden Refah Partisi Anayasa Mahkemesinin aldığı kararın
ardından kapatıldı.
-Refah Partisine yapılan bir diğer yıkıcı darbe ise, dönemin İstanbul Bü-
yükşehir Belediye Başkanlığı görevini üstlenen Recep Tayyip Erdoğan’ın,
Siirt’te okuduğu Ziya Gökalp’in Asker Duası şiirinden sonra DGM’ye
hakkında dava açılması ve tutuklanarak Pınarhisar Kapalı Cezaevi’ne
gönderilmesi olmuştur.
Darbe
27 Mayıs
1960
-Yassıada’da 19 ayrı dava ile
yargılanan Adnan Menderes ve
arkadaşları bu duruşmalar sonunda
idama çarptırıldı ve bu olay Türk
siyasi tarihinin en utanç verici olayla-
rından birisi olmuştur.
12 Mart
1971
12 Eylül
1980
22 Enderun Mektebi
23. 27 Nisan
2007
27 Nisan
2007
Dönemin Genelkurmay Başkanı
Yaşar Büyükanıt, 28 Şubat’ın
izlerini takip etmek istemiş
ve kaleme aldığı muhtırayı
Genelkurmay Başkanlığı’nın
internet sitesinde yayınlamıştı.
Bunun üzerine hükümet acil
olarak toplanmış ve Cemil Çiçek
yapmış olduğu açıklamada
Genelkurmayın, Başbakanlığın
emir komutası altında olduğunu
hatırlatmış ve Türk siyasi
tarihinde ilk defa hükümet,
askeri bir muhtıra karşısında dik
duruş sergileyerek geri adım
atmamıştır.
15 Temmuz
2016
15 Temmuz
2016
Kronolojisi-15 Temmuz darbe girişimi
diğerlerinden çok daha farklı
oldu. Halk artık bilinçlenmişti.
Misal 1960’ta Adnan Menderes,
Yassıada’ya gönderilirken ülkede
ayaklanan kişi sayısı oldukça azdı. Hal
böyle olunca bastırılması da kolay oldu.
Bundan önceki darbelerin hepsinde hal-
kın çoğunluğunun içinde korku duygusu
hakimdi. 28 Şubat’ta direnenlerin sayısı
önceki darbelere nazaran belki artmıştı
ama yetmedi, daha fazla cesa-
retli insana ihtiyaç
vardı. 2016 yılının
Temmuz ayında
işler değişmişti,
halk artık korku-
suzdu çünkü onların
her defasında
‘‘Biz bu yola kefenimizle çıktık!’’
diyerek korkusuzluğu öğreten, davasına
sahip çıkmayı öğreten bir lideri vardı…
-Gerçekleştirilemeyen darbe girişimle-
rinin en belirgin bir olumlu yönü vardır
ki bu da halkın birleşmesi, bir bütün
olmasıdır. Türk, Kürt, Alevi, Sünni,
yandaş gibi ayırımcılıklar söz konusuyken
gerçekleşen bu milli müdafaa sonucu
ayrımlardan
kurtulup ‘mil-
let’ olmayı
öğrendik.
Kronolojisi-15 Temmuz darbe girişimi
diğerlerinden çok daha farklı
oldu. Halk artık bilinçlenmişti.
Misal 1960’ta Adnan Menderes,
Yassıada’ya gönderilirken ülkede
ayaklanan kişi sayısı oldukça azdı. Hal
böyle olunca bastırılması da kolay oldu.
Bundan önceki darbelerin hepsinde hal-
kın çoğunluğunun içinde korku duygusu
hakimdi. 28 Şubat’ta direnenlerin sayısı
önceki darbelere nazaran belki artmıştı
ama yetmedi, daha fazla cesa-
retli insana ihtiyaç
vardı. 2016 yılının
suzdu çünkü onların
‘‘Biz bu yola kefenimizle çıktık!’’
27 Nisan
sahip çıkmayı öğreten bir lideri vardı…
-Gerçekleştirilemeyen darbe girişimle-
rinin en belirgin bir olumlu yönü vardır
ki bu da halkın birleşmesi, bir bütün
olmasıdır. Türk, Kürt, Alevi, Sünni,
yandaş gibi ayırımcılıklar söz konusuyken
gerçekleşen bu milli müdafaa sonucu
15 Temmuz
2016
Derneyen : Yunus Furkan Yakışır İnfografik : Emre Yaldız
23Enderun Mektebi
24. Güneş tam anlamıyla veda
ediyormuşçasına yavaş yavaş
kızıllığını kaybederek yok olup
yerini parlaklığıyla geceyi
aydınlatan aya bırakmıştı.
Yapraklar hafif bir rüzgârla
sallanarak hoş bir musiki
oluşturuyorlardı. Böyle güzel
bir akşama annemin odamı
toplamam için seslenmesi
üzerine uyandım. Biraz
zor da olsa ayağa kalkarak
yatağımı, masamdaki dağınık
duran kalemlerimi toplarken
telefonuma gelen mesajlara baktım.
“Darbe mi oluyor, kim yapmış, neden
köprüyü kapatmışlar?” gibi sorularla
karşılaştım ve hemen annemin yanına
gittim. Annem yarı ağlamaklı, korkmuş ve
endişeliydi. Annemin yüzünde daha önce
hiç bu ifadeleri bir arada görmemiştim.
Kafamı televizyona çevirdiğim de ise
ekranın sol tarafında büyük harflerle
yazan “SON DAKİKA” yazısı gözüme
çarptı. Ardından Boğaziçi Köprüsün de
polis ve askerlerin çatışma içerisinde
olduklarını gördüm. Böyle bir şeyin nasıl
mümkün olduğuna anlam veremedim.
Bir an aklıma o gün havaalanında olacak
olan babam geldi. Annemin “Babandan
haber aldın mı?” sorusunun üzerine daha
da çok merak ettim. Sorusunu cevapsız
bırakmamdan haber almadığımı anlayan
annem daha da panik olarak arabaya
koştu. Ben de yeni şişme montumu
giyerek peşinden gittim.
Annem babama ulaşmaya çalışarak
ısrarla babamı arıyordu. O sırada kapıyı
açık unuttuğumu hatırlayarak geri
döndüm. Anahtarı içeriden alıp kapıyı
kapattığım da arkamdan bir ses geldi.
Dönüp baktığım da kendimi TRT binasının
içinde yazı okuyan kadının karşısında
buldum. Kadına seslendim ama beni
duymuyordu. Sonra daha yüksek sesle
ELBET
KÂBUS
BİTER
24 Enderun Mektebi
25. bağırmaya çalışırken sesimin çıkmadığını
fark ettim. Ne yapacağımı düşünürken
yazı okuyan kadın:
“ Yönetime el konulmuştur! Sıkıyönetim
ilan edilmiştir.”
Bu sözler beni kısa süreliğine şoka
sokmuştu. Bundan sonrasında ne
olacaktı? diye düşünürken buradaki bir
asker beni fark etti ve yakalamak için
bana doğru koşmaya başladı.
Ondan kaçmak için binanın
merdivenlerinden çatıya doğru yol
aldım. Ben çatıya çıktığımı düşünürken
kendimi Boğaziçi Köprüsünde ateş eden
askerlerin karşısın da buldum.
Bir yandan da telefonum
çalıyordu. Arayan kişi
annemdi. Telefonu açtığım
da babamın yanına geldiğini
birlikte sokaklarda ki
insanların, polislerin yanında
durmaya gittiklerini söyledi.
Araçların arkasına saklanan,
dua eden, telefonuyla
birilerine ulaşmaya çalışan,
yaralılara yardım eden
insanlara acımasızca askerler
ateş ediyordu. Bana da
tam kurşun geleceği sırada
kendimi denizin soğuk
sularına attım.
Öldüğümü, boğulduğumu ya
da vurulduğumu düşünürken
kendimi su damlacıklarının
bir araya gelerek oluşturduğu
deniz gibi bir araya gelmiş
insanların arasında buldum.
İnsanlara zarar veren
askerlerin hain olduğunu ve
yapmaya çalıştıkları darbenin
de başarısız olduğunu
öğrendim. Bir adam yüksekçe
bir yere çıkmış ve “Bizim
vatanımız hainlerin bir araya
gelerek bir anda her şeyi ele
geçirebilecekleri kadar kolay
kazanılmadı.
Milletimiz birlik oldukça,
bugün olduğu gibi vatanına sahip çıktıkça
Allah’ın da izniyle kimse bizi bölemez...”
sözlerinin ardından sıçrayarak bu
kâbustan uyandım.
Kalkıp tekrardan dağılmış olan
kalemlerimi ve masamı toplayıp güzel
bir yaz sabahının tadını çıkaran ailemin
yanına gittim. Böyle kötü günlerin sadece
kâbuslarım da yer almasını isteyerek,
babama sarıldım.
Hilal Müberra ANİK / AL 11-B
Lamia Betül ÇAKIR / AL 11-B
25Enderun Mektebi
26. 26 Enderun Mektebi
Ruhu meçhul de bir belde...
571 /∞
Rüyasız Asrın Serüvencisi, Cebrail’in yüreğiyle
selam olsun sana;
Nurun huzuru, huzurun zuhuru, sonsuzun
mutluluğu, muhabbetim, Muhammedim…
Uğrunabinlerdefafedaolunancansın,kusursuz
sebatımzemheridebaharımseninlebahtiyarım,
canım, canıma can katanım nicedir özleminle
yanmakta yandıkça çırpınmaktayım… Dile
kolay bezm-i elesten bu yana aşığın, maşuğun,
vuslatın hayaliyle biçaren. Sen kelamın,
selamın, nimetin, sevincin, nasibin, sevdanın
en güzeline layık olanım.
Ey şanı yüce, ey en sevgilimin sevgilisi, sevginin
sonsuz ezgisi;
Evvela halimi arz edip hakkım varsa şefaatini
dilenmeyi dilerim. Nicedir dilimi adınla
süslemekte, duamı özleminle bitirmekteyim,
belki de ondandır cesaretim, belki de haddim
olmayarak sana uzanmak kavuşmak arzum.
Uzunca bir vakittir cihadım var nefsim ve
zihnimle, nasıl arz edilir senin gül yüzüne
bilinmez hallerim, yitik zaferlerim?
Ey Habib-i Kibriya’m!
Affına sığınırım anlatacaklarımın
keşmekeşliğinden, hiç görmediğim ancak her
gece rüyama gelmeni dilendiğim, tanımadığım,
tanışamadığım, kokusuna karışamadığım
ancak ruhumun gaybın da muhabbeti gark olan
sevgilim…
Dertlensem, derdimden öte hasretinle hiç
olsam…
Asrın idrakine saklanan kefere aşikârlarını
ayırt etmeyi diledim arş-ı âlâdan… Peki,
ben kimdim? Kimdim de neyi dileniyordum?
Neydim de neye meyletmekteydim? Dönüp
cihana baktım, çağın çağlayan debdebeleri
içinde nefes almaktaydım. İşittim her dilde
adını kâh masum bir dua da kâh acı bir
gözyaşında. Kâbe’ de bir çocuk dua
ederken, Gazze de bir çocuk daha
yetimliğiyle tanışırken duydum
adını. Ortadoğu ‘Kerbela laneti’
nden bu yana kan ağlarken,
yurdumun şehitleri toprağı
kucaklarken, okudum bir
cümle de Batı’nın zulmünü,
oyununu, gördüm ölüm kusan
makinelerini, şahit
oldum teröristin
b o m b a y l a
yakıp yıktığı
şehirlere…
27. 27Enderun Mektebi
Ya Rasullullah Anam Babam Sana Feda olsun;
Baktım insanlığa, baktıkça battım. Zihnime
dinamitlenen kavramlar içinde tekrar gaflete
daldım. Modernizm, süslümanlar, zulmü
alkışlayanlar,devrimler,ideolojiler,demokrasiler
hepsi ama hepsi kana bulanmış, riya, inkâr,
küfür girdabında imanlarımızı kovalarken her
birinin ablukasına tek tek yakalandık. Kimileri
Allahu Ekber nidalarıyla kafa keserken haşa
ilah kesiliyor, kimileri mutalarıyla nefislerini
tatmin ediyordu… Hepsini bir kenara bırakıp “
Ümmetim, ümmetim…” niyazlarınla hıçkırarak
gece gündüz bizim için ağlayıp dua ederken,
yaptıklarımızla karşına nasıl geleceğimizi hayal
ettim, hayâ ettim, insandan nefret ettim…
Şairinde dediği gibi “Gül devrinde gelseydim
bülbül olurdum” ancak nasibim varsa şayet gül
bahçesinde gül kokmaya razıdır bu şaziment…
Zor oldu kalemi bu kelamlarla işlemek, sana
bunları anlatmaya niyetlenmek, günlerden
aşı, gecelerden uykuyu terk etmek… Sen ki
Kâinatın Efendisi, sen ki âlemlerin Peygamberi,
sen ki cihan serveri… Habersiz kalmalıydın
tüm bu zilletlerden… Lakin yapamazdım sana
beni, bizi anlatırken heybemde olmayanları
vaad etmeyi, yalnız süslü ancak kokuşmuş
paslı laflar etmeyi, sen ki insanlığın nuru sen ki
dünyanın övüncü…
Ey benim cevherim;
Kalbin elmastan, inciden, yakuttan değerli,
saçların ipekten, bakışın kadifeden, gülüşün
güneşten aydın, çalımın sülünden süzgün,
gözlerin zeytinden kara, kokun güllerin şahı,
sensin merhameti ve vakarıyla nam salan,
nice güzellikleriyle melekleri imrendiren…
Bunca güzellikler içinde halimizin haraplığıyla
mahcubuz ya Rasullullah.
Yahudi’si, Hristiyan’ı, Batı’sı bir kenara biz
kendi Ebu Cehillerimizle, Ebu Leheblerimizle
boğuşurken yorulduk. Haddimiz olmayarak
öteki dedik yaftaladık şucu, bucu, onun tarikati,
bunun cemaati derken birbirimize girdik.
Taif’te taşlanan mübarek bedeninin hatırını
unutup o taşlarla canımıza okuduk…
Mahalleleri bankalarla dolu faize bulaşmaktan
çekinmez bir hal aldık, piyango biletleri, yarı
çıplak gelinleri, sunta aşığı ana babalar, bir
karış eşarbıyla topuzu develeri kıskandıran
kadınlar, karnaval renkli ruj ve farlarıyla şehvet
coşturan et yumakları, daha ağzı süt kokarken
sevgili derdine düşen gencecik fidanlar…
Nasıl anlatılır bu acılar, vurdumduymazlıklar?
Ve nasıl diyebilirim ki ben farklıyım ve kaçımız
diyebilir hiç birinin zerresine bulaşmadım?
Severken şaşkın ve çaresizim. Ulaşılması en zor
olan sevdanın kafesindeyim. Işığımı dağlayan
acizliğim, seni görmek için saklanan kelimelerin
notlarının ardına takılmış, etrafa hesapsızca
dağılıyor. Nehirlerin tadı gözyaşı, dudaklarda
küflü bir kekremsilik, seni göremeyen
gözlerde ebedi bir âmâlık. Oysa ben kendimi
varlığına zincirlemişim. Seni görebildiğim tek
yer yüreğimin nurlu bahçelerindeki, tarifsiz
salınışlarının titrettiği zamansız sevinçler...
Gün ne zaman geceyle vedalaşsa biliyorum
ki sevdam bir gün daha büyüyor. Korkar
oldum bu yangından, yanıp küle döndürse bile
benliğimi, seni seviyorum. Küllerimi rüzgârın
saçlarına serpiştiririm nasıl olsa ruhum senin.
“Neden doyumsuz bir sevgin var?” sualine,
cevabım hazır. Sevdamın bağlarından fışkıran
varlığın hücrelerime tatlı bir dokunuşla hayat
veriyor. Ve durup dinleyince bu hayat suyunun
kaynağını içim de bir ayet daha aşkınla çağlıyor
“İçinizden öyle bir peygamber geldi ki o size
çok düşkündür. Küçük bir sıkıntıya düşmeniz
bile onu üzer. Müminler için yüreği şefkat ve
merhamet ile çarpar.” Tevbe Suresi/128…
Kavlimiz dünyanın kavuşmamız mahşerin olsun
Sevgilim…
Çölde Muhammed(s.a.v)inin inşirahına hasret
kör bülbül…
Öznur Özdemir
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
28. AFGANİSTAN
TARİHÇE
Arkeolojik kazılarda alınan
sonuçlara göre Afganistan’ın
tarihi M.Ö. 3000 ile 2000
yılları arasına dayanır.
Tarihi boyunca topraklarında
birçok devlet kurulup
yıkılmıştır. Bunlardan biri olan
Babür Devleti 18. Yüzyılda
zayıflamaya başlayınca Afgan
kabileleri de bağımsız hareket
etmişlerdir.
Bu esnada Nadir Kulu
komutasındaki Türkmen
ordusu Afganistan‘ı yönetimi
altına almıştır. Nadir Şah’tan
sonra yönetime geçen Ahmet
Şah Babür Devleti’ni hâkimiyeti
altına alıp, Afgan kabilelerini
toplayarak son Afgan
imparatorluğunu kurmuştur.
İNGİLİZ-AFGAN SAVAŞI
İlerleyen zamanlarda iç
karışıklar başlamış bazı
Batılı devletlerle sorun
yaşanmıştır.1839-1842 yılları
arasında 1. İngiliz- Afgan
Savaşı patlak vermiştir.
Ardından 1878-1880 yıllarında
2. İngiliz-Afgan Savaşı
yaşanmış ve ülke harap olmuş,
milli birlik de zayıflamıştır.
1901’de ölen Habidullah
Han yerine Emanullah Han
geçmiş ve İngiltere’ye bir
mektup göndererek İngiltere
ile iyi ilişkiler kurmak istediğini
söylemiş, kendilerinin bağımsız
olduklarını da belirtmiştir.
Bu yaşanan olayda İngiltere
Afganistan’ın bağımsız olup
olmama konusunda ikilemde
kalmış ve 3. İngiliz-Afgan
Savaşı meydana gelmiştir.
Savaşı kaybeden İngiltere
8 Ağustos 1919’da yapılan
anlaşma ile Afganistan’ın
bağımsızlığını tanımıştır.
SOVYET-AFGAN SAVAŞI
Kısa süreli bir demokrasi
denemesi, 1973 ve 1978’de
karşı komünist darbe ile
sona erdi. 1979’da Rusya;
Afganistan’daki marksist
hükümetin davetiyle
Afganistan’a girerek, İslamcı
mücahitlere ve İslamcı
mücahitlere destek veren
bazı ( Pakistan, ABD, Suudi
BİR İSLAM ÜLKESİ
28 Enderun Mektebi
29. HİLAL MÜBERRA ANİK
AL 11-B
Arabistan..) devletlere karşı 9
yıl sürecek bir silahlı mücadele
başlatmıştır. Afganlar pek
çok bölgede egemenlik
sağlayacak derecede başarı
göstermişler ve bu savaş
Rusya’nın içinde bulunduğu
ekonomik durumunu daha da
ağırlaştırmıştır.
Bölgeye Rus askerleri ilk olarak
24 Aralık 1979’da girmiştir.
14 Nisan 1988’de Birleşmiş
Milletler’in girişimiyle Cenevre
Anlaşması imzalanmış ve
Rusya askerleri bölgeyi 15
Şubat 1989’da tamamen terk
etmiştir.
29Enderun Mektebi
30. EĞİTİM DURUMU
Afganistan’da eğitim sistemi Türkiye’deki
sisteme göre bazı farklılıkları olup sistemi
6+3+3 şeklindedir. Öğrenciler Afgan
sistemine göre ilk olarak okul öncesi eğitim
alarak okula hazırlanırlar. Ardından 6 yıllık
ilkokul süreci başlar bu süreçte öğrenciler
okuma ve yazma kursları alırlar. 6 yıllık süreç
tamamlandıktan sonra öğrenciler için ortaokul
seçimi vardır. Ortaokullar 2 kategoriye ayrılır;
bazı ortaokullar daha çok din eğitimi üzerinde
dururken bazı ortaokullar genel müfredata
göre eğitim verir. Öğrenciler seçimlerini yapıp
3 yıllık bir ortaokul süreci geçirirler.
Ortaokul bitiminde son aşama olan lise
aşamasına geçilir. Lise tercihleri yine
öğrencinin ilgi ve alakasına göre belirlenir.
Lisede öğrenciler 3 ana başlık üzerine olan
liselere giderler. Bu liseler;
öğretmenlik, teknik meslek
liseleri ve sosyal bilimler-
fen konuları ağırlıklı olan
liselerdir. Lisesini bitiren
öğrenci branşı üzerine
yükseköğrenimine
devam eder.
30 Enderun Mektebi
31. Afganistan’da eğitim konusunda kadın ve
erkek arasında ayırım yapılmamıştır. İlkokula
başlayan bir çocuk devletin imkalarından
parasız olarak yararlanma hakkına sahiptir.
Ancak Afganistan uzun bir süre işgal altında
kaldığından okullaşma oranı düşmüştür,
öğretmen ve kırtasiye malzemelerinin
bulunması zorlaşmıştır. Bu da eğitimden
istenilen verimin alınamasına neden olmuştur.
Afganistan’da okuma yazma oranı yüzde on
civarına kadar gerilemiştir.
HALK YAPISI
Afganistan halkının %99’u Müslümandır. Bunların
%80’i Sünni, %19’u Şii Müslümandır. %1’ i ise
diğer dinlere mensuptur.
Afganistan’ın nüfusu 2011 verilerine göre
29.835.392 kişidir. Afganistan nüfusunun
%46’sını 0-14 yaş gurubu,%52,9’unu ise 15-64
yaş gurubu oluşturmaktadır. Genç bir nüfusa
sahip olan Afganistan’da bebek ölüm oranı 1000
bebekten 160,23 ölüm şeklindedir.
Dünyada fert başına düşen gelir miktarı
bakımından sıralandığı zaman Afganistan en
yoksul ülkeleri arasındadır.
2001- Günümüz
ABD ve koalisyon Afganistan’ı 2001 den beri
işgal altında tutmaktadır. ABD’de yapılan 11 Eylül
saldırılarının sorumlusu görülen Usame bin ladin
ve el –kaide nin bu bölgede yerleştiği söylentileri
ve Taliban rejiminin bu olaya müdahale etmeyip
kaynak sağladığı iddiasıyla ABD ve koalisyon
güçleri Afganistan’ı işgal etmiş ve Taliban
yönetimden uzaklaştırılmıştır.
Resmi kaynaklarda bu işgal sürecinin 13.
yılıdır. 13 yıl içerisinde kaç Afgan’ın öldüğü
daha doğrusu öldürüldüğüne dair bir rakam yer
almamıştır. Buna karşılık bu süreçte ölen 3.488
NATO ve koalisyon askeri dünya kamuoyunda
epeyce bir süre yer almıştır.
Alman barış konseyi işgalin 10. Yılında yayınladığı
bilançoda 70.604 kişinin öldüğünü ve bunların
43.000insivilolduğunusöylemiştir. Aynıraporda
işgalden dolayı etkilenip ölen kişilerinin sayısının
da 20-49 bin arasında olduğunu belirtilmiştir.
Ondan sonra devam eden 3 yıllık işgal sürecini de
göze alırsak ölen kişi sayısının 100.000 insanın
çok çok daha üstünde olduğu açık.
Hilal Müberra Anik
AL 11-B
31Enderun Mektebi
32. 32 Enderun Mektebi
Yaşamın varlığından beri doğa ile mücadele halinde olan insan;
doğayı kontrol altına alabilmek adına her türlü yöntemleri
sergilerken, doğa da kendince bir savunma mekanizması
geliştirerek insanoğluna galebe çalmaya çalışmaktadır.
Gözünü toprak doyursun sözünün tam da insanoğlu için söylendiği
gerçeğinden de hareketle emmare nefislerin kabaran iştahına
ekmek banmak isteyen suni teneffüslü hiçbir şeye muktedir
olamayıp sadece edebiyatını yapan biz insanoğlu, yıllar geçtikçe
doğayı da aşarak kendi kendimizin kölesi olduğumuz şu tek nefeslik
âlemde biz bize muktedir olmaya çalışıyoruz. Evvelki zamanlarda
daha mütevazı bir yaşam süren kimseler, doğa ile aralarındaki uyum
sürecini olduğu gibi kabullenmiş ve barışçıl bir anlayışla ömürlerini
tamam ettirmeyi başarabilmişlerken doğa da onlara her konuda
yardım ettiği gibi kendinden de bir şeyler katarak medeniyetlerin
inşasında kendinden söz ettirmiştir.
Aklı ile hareket eden insanlar; her nimetin Allah’ tan geldiğine kani
olarak ne kadar ikram ederse o kadar çoğaldığının bilincinde ve
gelen misafirin bereketiyle geldiğinin de idrakindedir. Bu sebeple aç
kalmak ve doymak gibi bir duygudan halas olan İslam coğrafyasının
o zamanki sakinleri doğadan aldıkları güçle yiyeceklerini ateşle
kurutmuş toprakla muhafaza etmiştir.
Testide ne varsa dışına o sızar minvalince güneşle toprak arasında
ilişki kurarak yaşamına devam eden insan; güneşin yakıcılığı ile
toprağın cömertliğini kendi bağrında yaşamış ve bu cömertliği,
çevresine, ailesine ayrıca bil cümle kâinata hissettirmiştir.
Samimiyetin, dostluğun, kardeşliğin, fesatsız ve hasetsiz bir
yaşamın bereketli günlerinin gündüzünü sohbetlerle, ilimlerle ve
hakkaniyeti yaymakla; gecesini de ibadet ve taatle geçiren bu
insanoğlu, koskoca bir insan kültürünü inşa ederek Türk –İslam
medeniyetinin çamurunu topraktan almış, güneşle yakmış,
sevgiyle yoğurmuş ve sabırla yükseltmiştir. Bunun sonucunda
ise abayı yakmak, yanıp tutuşmak, bağrı yanmak gibi deyimleri
meydana getirerek sevgiyi âdemoğlunun gönlüne nakşetmiştir.
HAYATI DONDURDUK
33. 33Enderun Mektebi
Zahid AYDOĞAN
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Modernitenin kılcal damarlardan başlayan hareketi, kalbe kadar
inerek maddeperest algıları çoğaltıp her geçen gün enayilik(
bencillik) sıfatı yediden yetmişe sirayet edince dünyevi kaygılar;
doğa ile insan arasındaki aşka leke düşürmüştür. Saniyesine
hükmümüzün olmadığı ahir ömrümüzde artık yiyecek ve
içeceklerimizi ertesi güne hatta ertesi yıla saklamaya başladık.
Alışveriş çılgınlığımız yetmezmiş gibi bir de evlerimizin köşesine
evladiyelik derin dondurucular koyup ilkokul sıralarındaki çocukların
beslenme çantasına vakti geldiğinde çıkaracağı beslenme gibi, biz
aciz varlıklar da ileriki zamanlar için beslenmelerimizi artık derin
dondurucularda saklamaya başladık.
Kilitli poşetlere büyük bir özenle doldurulup dondurulmayı bekleyen
yiyecekler, buzdolabında ve derin dondurucularda sıra sıra
istiflenirken “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” hadisini
unutmakla kalmayıp “başka yok mu?” diye de gözlerimizi etrafa
dikkatlice gezdirmekteyiz.
Derin dondurucu ile insan arasındaki ilişkiye münhasır olarak bizler
de dondurucular gibi olunca insana ve insanlığa soğuk davranmaya
başladık. Komşularımıza ve mesai arkadaşlarımıza: “Anadan
akraba babadan soy değil.” diyerek samimiyetsiz kaldığımız gibi
akraba kelimesinin kökünü de akrebe bağlayarak akrabalardan da
uzak bireyselci bir yaşam felsefesi oluşturup kendimiz ile insanlar
arasına bir buz dağı oluşturmaktayız. İnsanlığın derdinden uzak
“Bana Ne’ci” bir hayat algısı içinde dört duvar arasına sıkışarak
yalnızlaşan mutluluk söylemleri, derin dondurucunun zırıltısı
değildir de başka nedir?
Velhasıl güzel insan!
Makinelerin sertliği derin dondurucuların soğukluğu gönlümüze
hükmedince, insanlığa olan sevgimizi ve güvenimizi çıkarıp tabiata
teslim etmenin kokuşmuşluğa sebebiyet vereceğinden, bizler de
duygularımızı, günü gelince kullanırız, diye derin donduruculara
koyarak hayatı dondurmayı başardık.
34. 34 Enderun Mektebi
DOST
ACI
SÖYLERİnsanlık doğduğu günden itibaren süregelen
varoluş kavgası zaman geçtikçe şekil değiştirse
de özünde devam etmektedir. Her gün aynı yol-
larda yürüyen aynı caddelerden geçen binlerce
insanın hayatı şu küçücük dünyada pek tabi ke-
sişir. Önemli olan bu düzeni gerçek manasıyla
düzenlemek insani çerçeveler dâhilinde hareket
etmek olsa da günümüzde bunun ehemmiye-
tinden pek bahsedilemez.
Günümüzdeki var oluş kavgalarından en yürek
acıtanı bana kalırsa teknolojinin getirmiş olduğu
yeni dünya düzenidir. Tarihin en başında olduğu
gibi suçsuz yere insan öldü insanlık öldürüldü.
İnsanlığı ölümlere alıştırarak öldürdüler, her gün
haberlerde gördüğümüz görmeye alıştırıldığı-
mız bu tablo şüphesiz bu düzenin bir parçasıydı.
Daha acıklı olan durum ise izlerken vatan için
ölüp ölüp diriliyor, ertesi sabaha hiçbir şey yok-
muş gibi devam ediyorduk. Uykusundan zorla
uyandırılmış onca çocuk belki dünyanın ger-
çeklerini göremeyip akşam erkenden uyumuş,
görenler ise gördüklerini algılayamayacak kadar
meşguliyete tabi tutulmuşlardı. Düşünmemiz
gereken yerde: “Buyur bunu düşün” diyerek
önümüze pişirip koydular. Zamanla yemek yap-
mayı unuttuk en sonunda da muhtaç olduk.
Sene 1948…İkinci dünya savaşı sona ermiş,
ABD kesenin ağzını açmış, ekonomisi çöküntü-
ye giren ülkeleri Sovyet’ lere kaptırmamak için
Marshall planını devreye sokmuştu. Türkiye dâ-
hil 16 Avrupa ülkesine hibe şeklinde gönderilen
yardımların en önemli kalemi süt tozu’ydu.
Sadece hibe etmiyorlar, ilkokul çocuklarına
içirilmesini şart koşuyorlardı. Teneke kutularda
gönderilen süt tozu, öğretmenler odasındaki
gaz ocaklarında suyla karıştırılıyor, kaynatılıyor,
çocukların evlerinden getirdikleri bardaklarla
servis ediliyordu. Tadı sütten biraz farklıydı, ağır
bi kokusu vardı, 1960’lara kadar zorla içirildi.
Raf ömrü uzundu, o dönemlerde buzdolabı filan
olmadığı için sayın ahalimiz tarafından pek tak-
dir edildi. E madem bu kadar beğendiler, hadi
bakalım, sayın ahalimize süt tozu satılmaya
başlandı. Amerikalılar bizi öz kardeşi gibi sev-
diği için (!)
Kâr amacı gütmeden, sevabına sattılar. Sütün
litresi 100 kuruş, süt tozunun kilosu 30 kuruştu,
sayın ahalimiz üstüne atladı, adeta bağımlısı
oldu.
Ucuz olmasına rağmen, Amerikan malı olduğu
için “kaliteli” kabul ediliyordu. Süt tozu yerine
süt kullanmak, ilkel bir davranıştı!
Bu arada süt üreticisi ölmüş, mandıralar iflas
etmiş, amaaan bana ne’ydi. Yardımlar sadece
süt tozuyla sınırlı değildi. Para verildi, bisküvi
verildi, margarin verildi, Amerikan bezi verildi,
hurda savaş gemileri, dandik tanklar verildi.
Bunların karşılığında İncirlik gibi askeri üsler
alındı, petrol arama faaliyetlerimiz durduruldu,
emekleme aşamasındaki uçak fabrikalarımız
kapatıldı, yerli demiryolu hamlemiz takozlandı,
tarım bağımsızlığımızda ilk gedik açıldı.
“Siz zahmet edip üretmeyin, yorulmayın, ben
hepsini beleşe veririm” deniyordu. Yardım aya-
ğıyla, açları besliyor, tembelliğe alıştırıyor, yerli
üretimi durduruyor, kendine bağımlı hale geti-
riyor, üstüne “sempatik” görünüyordu. Allah
ABD’ye zeval vermesin diye dua ediliyordu.
Böyle böyle, avantayı görünce yelkenleri suya
indiren bir toplum yaratıldı, milli çıkarların yerini
“beleş” aldı.
Keşke demeden oturup bir düşünmeli, nerden
geldik nereye gidiyoruz öyle ya ‘beleş dünyanın
en pahalı kelimesidir’ olur da bulamazsak ne
yaparız...
Ali Ebrar MERMER
AL 11- C
35. 35Enderun Mektebi
Daha ne kadar yarına bırakacaksın hayatını?
Daha ne kadar erteleyeceksin kendini?
Dönüp baksana etrafına her şeyin var.
Bir tek sen yoksun.
Senin olan hayatın içinde kayboldun.
Düşün mesela en son ne zaman hayal kurdun?
Ya da en son ne zaman hayallerin adına çaba göster-
din?
Başaramadığında, hayal kırıklığına uğradığında tekrar-
dan ayağa kalkmayı hiç düşündün mü?
Yoksa onu da mı yarına erteledin?
Düştüysen eğer kalkarsın buna inan.
Çoğu şeye inanmalısın aslında.
Hayallerine, kaybettiklerine, umutlarına, keşkelerine...
İnan ve ayağa kalk.
Çünkü sen sadece nasıl ayağa kalkılır göstermek için
düşebilirsin.
Kendinegel!
36. İMANLI VE ŞUURLU GENÇLER
Gönlümüzle yaşadığımız müddetçe gelecek endişemiz olmayacaktır. Zira biliyoruz ki,
gönüllülüğü bir hayat tarzı olarak tercih edenler dünyanın geçici heveslerini amaç olmaktan
çıkarır. Çünkü gönlümüz başkalarının derdi ile dertlendiğinde herkes her şeyden sorumludur,
duygusuyla yaşandığında aşkınlığa doğru yol alırız. Gönüllülüğün bayraktarlığını yapacak
gençlere talibiz. Yaşadığımız zaman, içinde bulunduğumuz mekan, varlık ve yokluk bize emanet.
Başaracağımıza inanmalıyız.
Bükülmez sevgiyle olmazları oldurmalıyız. Buna hem gücümüz yeter, hem de inancımız ve
derdimiz. Yeter ki sorumluluğumuzun bilincinde olarak iyi niyet ve gayretle koşturalım. Şuurlu
bir gençliğe talibiz. Öyleyse “Ben gönüllüyüm” diyen tüm nesille gönül erlerinin aşkından
nasibini alarak ilerlemeye talibiz. Çünkü derdimiz, inancımız ve meselemiz büyük bizim.
Her nerede olursak olalım; hayatımızın sonuna kadar gönlümüzdeki en
güzel duygularla insanlığın hayrına adım atmak, hesâbî değil, hasbî
yaşamak şiârımızdır. Madem ki eşref-i mahlukât olarak yaratıldık,
madem ki bir kalp taşıyoruz öyleyse fâni dünyanın bir ucundan
gönüllü olarak tutmaya mecburuz.
Allah Resulü yirmi üç yıllık nübüvvet döneminde örnek şahsiyet
ve öncü bir nesil yetiştirme derdinde olanlara sonsuz ufuklar
açmıştır. Hz. Erkam’ın evinde başlayan, Mus’ab bin Umeyr ile
devam eden insanı önceleyen eğitim, eşssiz terbiye süreci itinayla
devam etmiştir. Böylelikle en büyük Muallim Efendimiz(s.a.v.)’in
etrafındaki herkes yıldız şahsiyetler haline gelmiştir.
Mesele gayet açık ve nettir. İnsanlığın hayrına ve ihyasına
talip olan gençler, insanlığı dert edinip uzun yıllar sürecek bir
gayreti kuşanmalıdır. Bunları yaparken yozlaşmış kültürün
oyunları, kuru kalabalıkların alkışları, doymamış nefislerin
hesapları bir yana itilmelidir.
Fedakarlık isteyen sabır, adanmışlık dua ve emek ufkuna
hicret etmeliyiz. Hep birlikte birbirimize ayna olarak
ümitvâr olan insanların iklimine koşmalıyız. İmanlı
gençlik aşkıyla, samimi dualar ve muhabbetli nazarlarla
insana odaklanmalıyız.
İnsanlığa mühür vuracak gönüllü şahsiyetlerin
peşindeyiz. Derdimiz büyük, peki siz var mısınız?
Said TURGUT
Özel Enderun Fen ve Anadolu Lisesi Müdürü
Her nerede olursak olalım; hayatımızın sonuna kadar gönlümüzdeki en
yaşamak şiârımızdır. Madem ki eşref-i mahlukât olarak yaratıldık,
madem ki bir kalp taşıyoruz öyleyse fâni dünyanın bir ucundan
gönüllü olarak tutmaya mecburuz.
Allah Resulü yirmi üç yıllık nübüvvet döneminde örnek şahsiyet
ve öncü bir nesil yetiştirme derdinde olanlara sonsuz ufuklar
açmıştır. Hz. Erkam’ın evinde başlayan, Mus’ab bin Umeyr ile
devam eden insanı önceleyen eğitim, eşssiz terbiye süreci itinayla
devam etmiştir. Böylelikle en büyük Muallim Efendimiz(s.a.v.)’in
etrafındaki herkes yıldız şahsiyetler haline gelmiştir.
Mesele gayet açık ve nettir. İnsanlığın hayrına ve ihyasına
talip olan gençler, insanlığı dert edinip uzun yıllar sürecek bir
gayreti kuşanmalıdır. Bunları yaparken yozlaşmış kültürün
oyunları, kuru kalabalıkların alkışları, doymamış nefislerin
hesapları bir yana itilmelidir.
Fedakarlık isteyen sabır, adanmışlık dua ve emek ufkuna
hicret etmeliyiz. Hep birlikte birbirimize ayna olarak
ümitvâr olan insanların iklimine koşmalıyız. İmanlı
gençlik aşkıyla, samimi dualar ve muhabbetli nazarlarla
insana odaklanmalıyız.
İnsanlığa mühür vuracak gönüllü şahsiyetlerin
peşindeyiz. Derdimiz büyük, peki siz var mısınız?
ARANIYOR!...
36 Enderun Mektebi
38. 38 Enderun Mektebi38 Enderun Mektebi
BİLİNÇLİ BİR GENÇLİKTEN
BİLİNÇLİ BİR TOPLUMABİLİNÇLİ BİRSözlerime nasıl başlayacağımı tam manasıyla bilmiyorum hani derler ya bir şeyler yaz-
mak istiyorum ama nasıl başlayacağımı bilmiyorum diye. Aslında çok şey yazmak isti-
yorum ama bir türlü başlayamıyorum işte bu duygularla yazıma başladım bakın oluyor
yavaş yavaş bir şeyler yazıyorum. İlahi hocam bu duygular sizde de oluyorsa, bir yazıya
başlarken nasıl giriş yapayım diye düşünüyorsanız bizler ne yapalım, demeyin oluyor
işte ne yapayım.
Neyse ben bu yazımda bir öğretmen olarak bazı konulardan bahsetmek istiyo-
rum bu konularda geçlikle şimdi yetişmekte olan geçliğimizle ilgili. Bu yazımı
deneme türü olarak değerlendirebilirsiniz.
Öğretmenlik mesleğine başlayalı fazla olmadı on beş yıl oluyor. (Tabiî ki bu
fazla olmadı ifadesi bu mesleğe emek vermiş yılların hocalarını ve hocaları-
mızı göz önünde bulundurarak kullandım.) Ama inanın bu on beş yıl geç-
lerimiz hakkında o kadar çok bilgi verdi ki şaşıyorum. Bu bilgilerden
biri de gençlerimizin gün geçtikçe vurdumduymaz bir hal alması.
Hadi biz altı yedi yıllık bir değişimin olumsuza doğru gittiğini dü-
şünüyoruz peki yirmi, yirmi beş yıllık öğretmenlerimiz gençler
hakkında ne düşünüyor sizce. Onları anlayabiliyorum. Biz on, on
beş yıllık bir süreçten şikâyet ederken onların yirmi, yirmi beş
yıllık süreçten şikâyet etmeleri en doğal hakları.
Geçlik nereye gidiyor? Onlar ne düşünüyorlar? Hayatları
hakkında planları ne? Hayatı günü gününe mi düşü-
nüyorlar? Sadece günü yaşamak onlara yetiyor mu
yoksa bunları biz mi onlara aşılıyoruz. Karpediyem
( anı yaşa) yalanıyla geleceğini planlamayan genç-
ler mi yetiştiriyoruz??? Buna benzer birçok soru kafamı
kurcalıyor.
Bu nesli bizler yetiştiriyoruz aynen bizleri yetiştiren büyük-
lerimiz gibi. Hani hep duyarız veya öğrencilerimiz duyarlar ya
bizim zamanımızda böyle değildi, bizim zamanımızda her şey çok
güzeldi saygı hoşgörü düzen her şey çok iyiydi, yeni nesil ipin ucunu
kaçırıyor diye. Bu sözler ne kadar doğru ne kadar yanlış bunu burada
tartışmayacağım burada benim yapacağım biz büyükler olarak ne kadar so-
rumluluklarımızı yerine getirebiliyoruz devlet olarak gençlerimize nasıl imkân-
lar verebiliyoruz bunu sorgulamak biraz da gençlerimizi uyarmak uyandırmak.
Yeni neslimiz gerçekten kendine güvenen kendini sözel olarak ortaya koyan bir
nesil fakat boş bir şekilde ortaya koyan fikirsizlik içinde basit düşüncelerle orta-
ya koyan bir nesil maalesef, kendini ifade edebiliyor ama uğraş alanları bana göre
basit alanlar kendini savunuyor ama ukalaca savunuş maalesef. Düşünmekten uzak
ilmilikten uzak basit düşünen bir geçlik yetişiyor Akademik boyutta ilme, siyasete uzak
sadece bencilliğe kayan bir eğitim boyutu var. Aslında bizim gençlerimiz çok zeki elle-
rinden gelmeyecek hiçbir meslek veya uğraş yok. Mesele bizde onları yetiştirenlerde
galiba, bu çocuklardan ne köy ne kasaba olur mantığıyla onlara bakanlarda. Gençlerimizi
neye yönlendirirsek o doğrultuda yetişeceklerdir. Gençlerimizi yetiştirirken sadece sos-
39. 39Enderun Mektebi
yal etkinliklerle uğraşan bir gençlik olarak yetiştirmemeliyiz
dengeli olmalıyız.
Size bazı sorular yöneteceğim. Neden Almanya’da siyaset-
le uğraşan Türk geçleri yok, neden bu devletin idaresinde
bu gençlerimiz yer almamış da müzikte sporda ticarette
kendilerine yer bulmuşlar. Buna hiç dikkat ettiniz mi? Bizim
yıllardır bu ülkede yaşayan soydaşlarımız sadece kör, ölü
alanlarda belli bir statü oluşturmuş. Bu ülkede üçüncü nesil
yaşamaya başlamış fakat siyaset gibi bir alanda geçlerimiz
kendilerini yetiştirmemişler. Amerika’da neden zenciler
beyazlar kadar ülke siyasetinde etkili değil? Etkili olan bazı
zencilerin neden ya annesi ya da babası bir Amerikalı bir
beyaz? Bu soruların hepsinin cevabının eğitimde saklı oldu-
ğuna inanıyorum. Bu ülkelerin eğitim sistemi çocukları ve
gençleri temelden nerelere yönlendireceğini biliyor. Bazıla-
rının maalesef eğitim sistemi çökse de gençlerin arasından
kendilerine yarayacak kişilikte öğrencilerin eğitimine daha
çok önem veriyor.
Malcom X adlı kitabı okumuşsunuzdur. Bu kitabı tahlil eder-
ken o kadar ilginç sonuçlara ulaştım ki eğitimin ne kadar
önemli olduğunu anladım. Bu kitapta geçen bir kısımdan
söz etmek istiyorum. Bu kitabın başkahramanı olan ve Mal-
com X olarak bilinen kişi hayatını
anlatırken öğretmeniyle arasında
geçen meslek seçimiyle ilgili bir
diyalogu ilgili bölümde( insan ya-
yınları 3. baskı sayfa 171, 172)
anlatırken, öğretmenine avukat
olacağını söylediğini fakat öğ-
retmeninin ona önerisin sınıfın
en başarılı öğrencisi olmasına
rağmen marangozluk olduğunu
ifade ediyor. Diğer beyaz öğrenci-
lere ise tam aksine onlar sıradan
meslekleri istemelerine rağmen
onlara da söz sahibi olabilecekleri
başka meslekler öneriyor.
Görüldüğü gibi bir ülkede gençler gelecek için nasıl yönlen-
diriliyor. Belki de bu öğretmenin amacı gelecekte zenci olan
bir kişinin ülke içinde söz sahibi olmasını engellemek. Bu-
radan nereye varacağımı merak ediyorsunuzdur belki. Belir-
teyim. Maalesef gençlerimiz tam verimli oldukları dönem-
lerde farklı şekillerde yönlendirilerek, bilinçli veya bilinçsiz,
oyalanıyor. Beyinleri en verimli dönemlerinde eğlence sek-
törünün esiri haline getiriliyor. Gençlerimizi sürekli müzikle
( ne olduğu belli olmayan müziklerle) meşgul ederek ülke
gerçeklerinden uzak tutmaya çalışıyorlar. Biliyorlar ki bu
ülkenin gençleri eğer uyandırılırsa ve bilinçli hale gelmeye
başlarsa ülkemiz için zaman içinde yavaş yavaş gerçekleş-
tirmeye çalışacakları planları gerçekleştiremeyecekler.
Ey genç arkadaş! Size sesleniyorum. Ne kadar sosyal bir
hayat gerekliyse de ondan daha önemli olan unsur bilinçli
olmak ve ilimden, fenden, ülke gerçeklerinden uzak kalma-
maktır. Bunu yaparken de ahlaki duruştan ödün vermemek.
Uyanın, kandırılmayın, kendinizi bu ülke için her yönden
yetiştirmeye bakın siz bizim geleceğimizin teminatısınız. Ey
öğretmenler size sesleniyorum! Bu öğrenciler, gençler bi-
zim, bunlar iyi yönlendirilmeli. Bizim başarısız gördüğümüz,
bundan ne köy ne de kasaba olur dediğimiz çocuklarımız
yönlendirilirse bırakın köyü kasabayı bir ülke olur hatta dün-
yaya hükmeden sözünü geçiren ülke yöneticileri olur. Bu
ülkede dünyayı yönetecek kabiliyete sahip gençlerle dolu
olur.
Osmancık romanını okumuşsunuzdur. Osman beyin geçlik
zamanlarını anlatan bu kurgusal romanda Edebali’nin Os-
man Beyden istediği o kendini ne kadar yetersiz bir kişilik
olarak görse de büyük düşünmesi gerektiğidir. Osmancık
hiçbir zaman bey olmak istememiştir. Babası onunla ilgi-
lenmeyi bıraktığında üzülmek yerine aksine mutlu olmuş-
tur. Bizim gençlerimiz de belki kendilerin de bu kapasiteyi
göremiyorlar. Ama bizler onlara bu güce sahip olduklarını
Edebali misali aşılamalıyız. Her birimiz bir Edebali olmalı ve
dünyaya hükmedecek geçleri uyandırma vazifesi üslenme-
liyiz. Bunu yaparken de ahlaki değerleri onlara aşılamayı
unutmamalıyız. M. Akif’in “Küçük daracık bir kalbi varsa, o
kalbi istikameti dışında her şeye kapalı olsun. Kalbine süzü-
len her bir düşünce, her bir sevgi demeti, her bir istek ve
arzusu istikametiyle alakalı olsun. Bunun dışında her bir me-
seleye kapalı olsun. Hem öyle
ki kendisini alakadar etmeyen
hiçbir şeye takılıp kalmasın,
kalmasın ki bu yeni gençlik ru-
hunu görenler hayretler içinde
kalsınlar.
Desinler ki bu ne harika bir
yaşayıştır, bu ne güzel pren-
sipler mecmuasıdır, bu ne
güzel bir gençliktir ve sonra
üstat kabristanından doğrul-
sun yaşlı gözlerini bu gençle-
re çevirsin ve desin ki nicedir
sizleri bekliyordum, sizi ümit ediyordum, çektiğim acıların,
sürgünlerin, ıstırapların meyvesi sizdiniz, acaba bu gençlik
hiç gelmeyecek mi, gelip de gözümden yaşları silmeyecek
mi diyordum desin, desin de bu gençlik gelip hem üsta-
dın hem de bu asil, bu soylu bu necip milletin gözyaşları-
na son versin.” düşünceleriyle, Necip Fazıl’ın “‘Kim var? ‘
diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert ‘ben
varım! ‘ cevabını verici, her ferdi ‘benim olmadığım yerde
kimse yoktur! ‘ fikrini besleyici bir dâva ahlâkına kaynak bir
gençlik... Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can
vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nis-
petle usûle, stratejiye uygun bir gençlik... “ düşüncesiyle
gençlere seslenirken tıpkı Edebali gibi bu bilinci aşılamaya
çalışmamış mıdır?
Haydi, hep birlikte bilinçli, ülke gerçeklerine duyarlı, dini, ah-
laki değerlere sahip, kendini yetiştiren bir topluma doğru…
İsmail EKMEKCİ
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
40. Hz. Muhammed (sav) tarafından “Ben
adil sultan zamanında Dünya’ya geldim”
denilerek övülen Nuşirevan İran Sasani
hükümdarı Kubad’ın oğludur. Kubad’ın
döneminde, bazı bozuk fikirler ortaya
atılmış ve bu fikirler toplum hayatını
olumsuz yönde etkilediği halde her hangi
bir tedbir almadığı gibi toplum hayatının
yozlaşmasına sebep olmuştur.
Suriye, Kilikya ve İç Anadolu bölgelerine
kadar yayılan geniş imparatorluk babasının
güçsüz idaresi döneminde tam manasıyla
zulüm ve fesat yuvası haline gelmiştir.
Emirler serbestçe hareket ediyorlar,
hak hukuk tanımıyorlardır. Nûşirevân’ın
padişahlığının 3-5 senesi de böyle
geçmiştir. Kırk sekiz sene hükümdarlık
yapan, asıl ismi Hüsrev olan Nuşirevan’ın
adaletine sadece İranlılar değil komşu ülke
insanları da hayran kalmışlardır. Resûlullah
(sav) efendimizin İslamiyet’i tebliğinden
önce öldüğünden, adaletiyle meşhur
bu hükümdara iman nasip olmamıştır.
Peki, Nuşirevan nasıl adil bir hükümdar
olmuştur?
Bir gün maiyeti ile beraber ava çıkmıştı.
Bir süre avlandıktan sonra yanına vezirini
alarak diğer adamlarından ayrılarak bir
suyun başına gittiler. Yakınlarında bir
yere konan iki baykuş yanlarında ötmeye
başladılar. Baykuşların bu ötmeleri hoşuna
gidince vezirine seslenerek “Ey vezirim!
Şu kuşların dilinden anlıyor olsaydık
da ne konuştuklarını bilseydik. Kim
bilir neler konuşuyorlardır.” dedi. Zeki
veziri “Sultanım ben bu kuşların neler
konuştuklarını biliyorum müsaadeniz
olursa söyleyeyim” dedi. Sultanın izin
vermesi üzerine “Bu kuşlardan bir tanesi
diğerinin kızını oğluna istiyor. Öbürü
ise işi biraz naza çekerek, senin oğluna
kızımı veririm fakat başlık parası olarak
bir harabe isterim diyor. Bu öyle deyince
kızı oğluna isteyen gayet memnun bir
şekilde başımızda Nuşirevan gibi bir
hükümdar varken ben sana bir değil on
tane bile harabe veririm. Yeter ki sen kızını
oğluma ver, diyor. İşte sultanım kuşların
konuştuklarından benim anladığım bu”
dedi. Nûşirevân uyanık ve akıllı vezirinin
baykuşları konuşturmak suretiyle ne
demek istediğini çok iyi anlamıştı.
Nusirevan.
40 Enderun Mektebi
41. Lamia Betül ÇAKIR - AL 11/B
Saraya döndüklerinde bu durumu düşündü.
Ve veziri gerçekten de doğru söylüyordu.
Bu olayın üzerine halkını gözeten, onlara
destek olan, son derce adil bir hükümdar
olmaya karar verdi. Adaletini o kadar arttırdı
ki bir gün Ömer ve Amr İbn-i As İran’a
develerini satmaya gelmişlerdi. Ve bir handa
konaklamaya karar verdiler. Hancı altınlarını
ve develerini kendilerine ücret karşılığında
emanet etmesini istedi. Ama buna gerek
duymadılar ve altınlarını yastıklarının altına
koyarak uyudular.
Sabahkalktıklarındaaltınlarıvedeveleriyoktu.
Hancıya gittiler ama hancı onlara yardımcı
olmadı ve adaletiyle nam salmış Nuşirevan’ın
huzuruna çıktılar. Nuşirevan’a olayı anlattılar.
Nuşirevan: “Peki develeriniz sokaktayken,
altın keseleriniz
güvende değilken
niye uyuyordunuz?”
diye sordu.
Ömer: “Biz sizi
uyumuyor biliyorduk,
onun için rahat
rahat uyuyorduk.”
dedi. Hükümdar
bu cevabı çok
beğendi ve halkımın
huzuru için benim
her zaman uyanık
olmam gerekir diye
düşündü. Bu olayı
çözmek için bir hafta
süre istedi. Bir hafta
sonra Nuşirevan’ın
huzuruna çağırıldılar.
Develeri bulunmuştu
ve keseleri de
oradaydı. İçindeki altınlar da tamdı.
Nuşirevan’ateşekkürederekçokadilolduğunu
söylediler. Nuşirevan “İşinizi halledip 2 gün
sonra şehirden çıkarken biriniz doğu biriniz
güney kapısından çıksın. O zaman daha adil
olduğumu göreceksiniz.” dedi.
Amr İbn-i As iki gün sonra doğu kapısından
çıkarken o kapıda birinin asılı olduğunu
gördü. Şık giyimli bu adam kaldıkları yerin
güvenliğinden sorumlu kişiydi. Hırsızlıkta
payı olduğu için asılmıştı. Ömer ise kendi
çıktığı kapıda Nuşirevan’ın oğlunun asılı
olduğunu gördü. Hırsızlarla işbirliğini
yaptığını öğrenince Nuşirevan kendi oğlunu
da astırmıştı.
Nûşirevânzulmeuğrayankimselerinkendisine
rahatçaulaşabilmeleriiçinenteresanbirmetot
geliştirmiştir. Saraya gelen her mazlum bir
kimse, görevliye ihtiyaç duyma¬sın diye yedi
yaşındaki bir çocuğun elinin erişebileceği bir
zinciryapmalarınıvebunabirçokzilasmalarını
emretmiştir. Böylece görevlilerin zayıf
kişilerin haklarını özetmeyeceklerini, onların
dertlerini kendisine laştırmayacaklarını
düşünerek kesin bir tedbir almış bulunuyordu.
İşte Nuşirevan bu yaptıklarıyla nam salmış ve
günümüzde de unutmamıştır.
Ölüm döşeğindeyken son derece hastaydı.
Hekimler onu iyileştiremiyorlardı. Nuşirevan
evlatlarına kendisine ancak harabede yaşayan
bir baykuş etini iyi geleceğini söylemiş ve
bunu getirmelerini istemişti. Çocukları hemen
harabebiryerbulmak
için yola koyuldular.
D ö n d ü k l e r i n d e
b a b a l a r ı n a
memleketin her
yerini dolaştık-larını
fakat ne bir harabe
ne de harabede
yaşayan bir baykuş
b u l a m a d ı k l a r ı n ı
söylediler.Buduruma
babaları çok sevindi.
İlk önce harabeden
g e ç i l m e y e n
m e m l e k e t i n d e
demek ki şimdi her
yer müreffeh bir hale
gelmiş, hiç harabe
kalmamıştı.
Nuşirevan öldüğünde
tabutu tüm memleketi dolaştırılarak kimin
hakkı varsa alsın diye tellal bağırtılmış
olmasına rağmen, bir kimse çıkıp da benim
ondan şöyle bir alacağım vardı dememiştir. Bir
memleketin idarecisi müşrik bile olsa, şayet
adil ise o memleket ayakta kalır. Fakat idareci
Müslüman da olsa şayet adil değilse, halkına
zulmediyorsa o memleket ayakta kalamaz.
579 yılında vefat eden Nuşirevan. İyi bir miras
devralmamıştır ama iyi bir isim ve iyi bir
devleti miras bırakmıştır.
41Enderun Mektebi
43. Arif Nihat Asya
Fetih
Marşı
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Yürü; hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden
Senin de destanını okuyalım ezberden
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden
Elde sensin, dilde sen; gönüldesin, baştasın
Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Yüzüne çarpmak gerek zamânenin fendini!
Göster: kabaran sular nasıl yıkar bendini!
Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini!
Şu kırık âbideyi yükseltecek taştasın;
Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın
Bu kitaplar Fâtih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;
Şu mihrab Sinânüddin, şu minâre Sinân’dır;
Haydi, artık uyuyan destanını uyandır!
Bilmem, neden gündelik işlerle telâştasın
Kızım, sen de Fâtihler doğuracak yaştasın!
Delikanlım! işaret aldığın gün atandan!
Yürüyeceksin! Millet yürüyecek arkandan!
Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan’dan!
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın?
Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!