Veterinary Anatomy, Extramitas cranialis and caudalis (Prof. Dr. Ismail Hakki...
Mevlana'da Sembol Şahsi̇yet "İnsan"
1. MEVLANA’DAN MESAJ
SEMBOL ŞAHSİYET
“İNSAN”
Prof. Dr. İsmail Hakkı NUR
Hz. Mevlana'nın 738'inci 'Vuslat Yıldönümünde Şair ve filozof olan Mevlana’ya
baktığımızda varlık aynasında hayatı boyunca hoşgörüyü, akılcılığı ve sevgi ile bilgiye
ulaşmayı hedeflemiştir. Sufi bir anlayışla telif ettiği eserleri ile, Türkiye’nin sınırlarını aşmış;
İslam kültürüne hizmet etmiş biri olarak görürüz.
İnsanımızın mutluluğuna engel olabilecek her türlü “sömürü, ırkçılık ve ayrımcılığın” neden
olabileceği sorunlara karşı hoşgörüyü barış kültürünün temeli olarak tanımlama ve telkin etme
gayretlerinin arttırılmasına ihtiyaç vardır.
UNESCO’nun 2007 yılını “Dünya Mevlana Yılı’olarak ilan etmesi bu bağlamda ne kadar da
anlamlıdır. Bilim ve teknolojideki tüm gelişmelere rağmen her gün binlerce çocuk ölüyor,
savaşlar devam ediyor, fakirler ve zenginler arasındaki uçurum genişliyor; aileler
paraçalnıyorsa, parçalanan ailelerin fertleri ve çocukları bazen sokakta yaşamaya ve yaşamını
sürdürmeye çalışıyorsa her şeyi yeni baştan düşünmenin zamanıdır. İşte tam da bu bağlamda
insanlık tarihinin büyük düşünürü olan Mevlana’yı anlamanın vaktidir diye düşünülmektedir.
Asırlardır insanlık sadece güneş için değil, ezeli hikmetin pırıltılarını görmek ve yakalamak
için de doğuya bakmaktadır. Doğunun büyük öğretilerinin başında Konfüçyüs’çülük, Budizm,
Zerdüştlük, Hinduizm, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gelmektedir. Doğu, tarih boyunca
hep hikmeti temsil etmiş. Hz. Peygamberde “hikmet, inanan herkesin yitiğidir, nerede
bulursa alır”sözü bu bağlamda ne kadar da anlamlıdır.
Konfüçyüs, Sokrates, Buda, Hz. İsa, Hz. Muhammed, Hz. Mevlana ve diğer zirve
şahsiyetlerde küreselleşen dünyada yolumuzu bulmada; anlamlı ve mutlu bir hayat yaşamada
bize yardımcı olabileceklerini umuyoruz.
Geçmişin bu dev simalarını ilk keşfedenlerden biri çağdaş Alman filozof ve tıp doktoru Karl
Jaspers (1883–1969). Hayatın ve insanın anlamını arayan Jaspers, bilimin ve hele hele
2. anatominin verdiği bilgilerle tatmin olmaz, İnsanın anatomisinden daha fazla bir şey olduğu
prensibiyle hareket etmiştir. Jaspers’in araştırma serüveni de böyle başlar ve felsefeyi “yolda
olmak” olarak tanımlar:
Jaspers M. Ö. 800 ile 2000 yılları arasında ortaya çıkan büyük simalara özellikle dikkatimizi
çeker. Zira Başta Konfüçyüs, Buda, Zerdüşt ve İsrail oğullarının birçok peygamberi bu
bereketli dönemde yaşadılar. Upanişdler bu dönemde yazıldı. Jasper bu dönem için “Mihver
Çağı” der. Her şeyi belirleyen ve herşeye ölçü olan bir “mihver”. Kâinatı, kendimizi ve
hayatımızı tanımlarken sorduğumuz sorular ilk kez bu dönemde soruldu.
Kısaca, bu çağın büyük dehaları insanlığın en hayati ve nihaî sorularını sormakla insanlık
durumu ve varoluşuyla yakından ilgilendiler. Sokrates “sorgulanmamış bir hayat
yaşanmaya değmez” diyerek mananın önemini vurgulamıştır.
Kimim?
Nereden geliyorum?
Nereye gidiyorum?
Tabiatın anlamı nedir?
Kâinatın anlamı nedir?
Bunlar hiçbir kimsenin kaçamayacağı nihaî ve önemli sorulardır. Erteleyebiliriz, ama
kesinlikle ihmal edemeyiz ve yok sayamayız. Hele hele bu sorulardan asla kaçamayız. Daha
doğrusu kaçarak kurtulamayız onlardan. Bu soruların ağırlığını yine büyük şahsiyetlerin
hayatında görebiliriz. Sokrates’in “sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez” sözü
asırlarca insanları etkilemiş; hayatlarını sorgulamalarına neden olmuştur. Bu soruları kendine
sormuş ve gereğini yapmış düşünürlerden biri, belki de en çarpıcı biri ünlü Rus yazar ve
düşünürü Leo Tolstoy’dur. Tolstoy bir yazar olarak mesleğinin zirvesindeydi. 50 yaşını
çoktan geçmişti. Mal mülk, para, şöhret ve hepsinden önemlisi mutlu bir aile hayatı vardı.
Tüm bunların ortasında kaçınılmaz soru gelip onu buldu: “Hayatımın anlamı nedir?”
Ünlü yazar bu soruya tutarlı ve anlamlı bir cevap vermek için tam otuz yılını harcamıştır.
“Mihver çağının” peygamberleri, sufileri, filozofları ve şairleri de bu soruyu kendilerine göre
cevapladılar. Mihver Çağının tüm geleneklerinin adaleti, “disiplinli sempati ve
merhameti” vurgulaması düşündürücü olduğu kadar, ilginçtir.
Karen Armstrong bu gerçeği “öğrenme mecburiyeti” olarak tanımlarken tamamen haklıdır.
Huzur ve barış içerisinde yaşamak “birbirimizi cehaletten ve önyargılardan kaynaklanan
3. nedenlerden dolayı üzmemek için birbirimizin dini ve değerleri hakkında malumat sahibi
olmak” durumundayız.
S.Sadık’a göre ise “Mevlana’nın önemi, maneviyat ve anlam arayışındaki çağdaş
insanın, onun şiirlerinde insanlığın aşk arayışını yansıtmasıdır.”
Yirmi birinci yüzyılda yeniden filizlenen, ancak çoğunlukla şiddet ve olumsuz bir renge
bürünen dini canlanış konusundaki çalışmalarıyla tanıdığımız Karen Armstrong’a göre ise,
“Mevlana’nın şiirlerinde kozmik yalnızlık ve Allah’tan ve ilahî kaynaktan ayrılığın hüznü
hâkim olduğu için bu kadar etkili olmaktadır.
Jared Diamondın son kitabı “Çöküş: Medeniyetler Nasıl Ayakta Kalır ya da Yıkılır?”ikna
edici bir şekilde ortaya koyduğu gibi dünyamız ve çağdaş medeniyet topyekûn bir çöküşle
karşı karşıyadır ve bizden acil çözümler beklemektedir. Mevlana’nın mesajlarına kulak
kabartır; insanlığın bu iki büyük evladını anlarsak, devasa sorunlarımızı çözmede ve
üstesinden gelmede daha etkin olabiliriz. Mevlana’nın çağlar üstü çağrısı
burada hatırlanmalıdır.
“Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kâfir, ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel”
Mevlana, anlamlı bir hayat arayışında olanları, hayatı ve kendisini anlamak isteyenleri,
kısaca tüm dünyayı kendine katılmaya davet etmektedir. Hem de hiçbir ayrım yapmadan!
Kendine gelenlerin, yaklaşanların hakikate ve hayatın kaynağına yaklaşacağından ise hiç
şüphesi yok Mevlana’nın. Zira ona gelenler ışığın, hayatın ve aşkın kaynağına gelecekler. Işık
ve aşk onları değiştirecek ve dönüştürecektir. İnsan olmayı, mükemmel insan olmayı
deneyecekler.”sembol şahsiyet” olmaya davettir. Çünkü bütün zaman ve mekanın emanet
edildiği varlık “insan”dır.
Mevlana herkesin kendinse sormadan edemeyeceği “en hayati soruya” cevap vermede
insanlara yardımcı olmaya, onlara yol göstermeye çalışmaktadır.
Tolstoy’un ifadesiyle“en aptal çocuktan en bilge ihtiyara kadar her insanın ruhunda var olan”
o ezeli soruya Mevlana doyurucu ve ikna edici cevaplar sunuyor. Tolstoy’a göre “onsuz
hayatın mümkün olmadığı soru”şuydu: “Bugün yaptığım, yarın yapacağım şeyin sonucu
ne olacak, bütün hayıtımın sonu ne olacak?
4. Necip Fazıl Kısakürek de Çile şiirinde “ Sonum varmış, onu öğrensem asıl” diyerek son
hakkındaki fikrini dile getirmiştir.
Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüzgörüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı ne bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl?
Evet;
Bitmek bilmeyen niçinler
Aslında bunlar hepimiz için hayati sorulardır . Er-geç kendimize sormamız, yüzleşmemiz
ve cevap vermemiz gereken sorular! Bu sorulara geçmişin büyük bilgelerinin öğretileri
yoluyla tutarlı ve anlamlı cevaplar bulmak zorundayız
İnsanlığın ortak tecrübesinden ve hikmetinden beslenmiş, yararlanmış ama özgün bir cevap.
Mevlana’nı o görkemli ve umut dolu ifadesiyle: Bu gün yeni şeyler söylememiz
lazım! Diyerek cevaplamaktadır.
Analektler Doğu Asya toplumları için binlerce yıldır bir ilham ve rehber kaynağı
oldu. İnsanın kâinatı ve kâinatın içerisinde kendi yerini ve anlamını anlaması bu nedenle çok
önemlidir. Kendini bilen ve anlayan bireyden bahsediyoruz. Bu geleneğin büyük üstad
larından Mencius (M.Ö. 371 - 289), insanın Göğe karşı kendini tanımasını ve bundan
çıkarması gereken sonuçları çok özlü olarak ortaya koyar:
“Bir insana kalbini tam olarak kavrama/anlama imkânı verilirse, kendi doğasını tam
olarak anlayacaktır.
Kendi doğasını bilen bir insan Göğü de bilecektir. Kalbini tutmakla ve doğasını yetiştirmekle
Göğe hizmet etmektedir.
İnsan ister genç biri ve isterse erdemli yaşlı biri olarak ölsün, amacının kararlılığında hiçbir
değişiklik yapmaz. Mükemmel bir karakter ve metanetle başına gelecekleri sağlam bir şekilde
bekler.”
5. Başka bir ifadeyle:
“sadece ve sadece tamamen özgün olanlar doğalarını tam olarak geliştirebilirler.
Eğer doğalarını tam olarak geliştirebilirlerse, başkalarının da doğalarını geliştirebilirler.
Eğer başkalarının doğasını tam olarak geliştirebilirlerse, diğer varlıkların da doğasını
geliştirebilirler.
Eğer başka varlıkların doğasını tam olarak geliştirebilirlerse, işte o zaman Göğü ve Yeri
değiştirme ve geliştirme sürecinde yardımcı olabilirler.
Eğer Göğün ve Yerin değişme ve gelişme sürecine yardımcı olabilirlerse, o zaman Gök ve
yerle beraber bir üçlü oluşturabilirler.”
Gök babam, Yer ise annemdir.
Çok küçük bir varlık olmama rağmen onların ortasında çok candan bir yer bulmaktayım.
Bundan dolayı evreni dolduran her şeyi bedenim ve evreni yönlendiren her şeyi de doğam
olarak kabul edeceğim. Tüm insanlar biraderlerim ve kız kardeşlerim, tüm varlıklar da
arkadaşlarımdır.(age). halogram olarak baktığımızda evrene bütünsellikten yana olacağımız
ortaya çıkar. Çünkü Bu teoriye göre, bütün var edilmişlerin aynı bütünün parçaları
olduğunu, dolayısıyla hepsinin özlerinin bir ve birbirine eş bulunduğunu, her birimin
bütünün bilgisini içinde taşıdığını ve ona uygun gelişme sağlanırsa, bütünün tam
görüntüsünü yansıtabileceğini ileri sürmektedir. Bütün bilgilerin her an ve her yerde
kullanıma hazır bulunduğunu söylemektedir.
Görüldüğü gibi sorumluluklarımız tabiat âlemini ve ötesini de içermektedir. Başka bir
ifadeyle, sadece “kendimize, ailemize, topluma ve devlete karşı değil, tüm kâinata karşı
sorumluluklarımız ” bulunmaktadır. Prof. Tu Weiming ’a göre, insanlarda çevre bilinci ve
duyarlılığı oluşturmak için bu anlayış önemli mesajlar içermektedir.
Nasr’a göre, İslam dünyası bir bütün olarak İslami değil dir . Dahası İslami olarak bildiğimiz
birçok şey, geçen yüzyılda Müslümanlar tarafından belli bir mükemmellikte veya beklide
eksik bir şekilde denilmeli, benimsenmiş ve taklit edilmiş Batı kültür, bilim ve teknolojisi
tarafından perdelenmektedir. Bu bağlamda Prof. Weiming Asya’ya “Avrupa’nın ötesinde,
kendi geleneksel değerlerine dayanan sembolik kaynaklara bakmayı” teşvik etmektedir. İşte
tam da bu bağlamda Konfüçyüs ve Mevlana’nın bazı temel görüşlerini incelemek; bunların
günümüz için taşıdığı anlam ve önem i gündeme gelmekte ve dikkatimiz çekmektedir .
Kâinattaki sonsuz hareketin tanınması ve kabul edilmesi, tabiatın sürekli hayat bahşeden
üretkenliği üzerindeki derin tefekkürün sonucudur. Dahası, bu çok karmaşık bir duyarlılığa da
neden olur: Değişim, mineral, bitki, hayvan ve insan, tüm hayat sistemleri ağının
sürekliliğinin ve birbirine bağımlı olmasının temeli olması. Son olarak, dönüşümü insanın
kendi hareketlerine uyum haline getirmesi gerektiği yaratıcı hayat sürecinin en açık-seçik
6. ifadesi olarak kutsar. Dahası, insan “kozmik sürecin bitmez-tükenmez canlılığı” üzerine kendi
hayatını şekillendirmelidir. Bir kez daha, insanın ahlaklı bir hayat sürmesi, kozmik âlemdeki
düzen ve dengenin sonucu olduğu açık ve net olarak ortaya konur. Mikro âlemdeki düzenin
esası, makro âlemdeki düzendir.
John Huxley’in ifadesiyle “tabiat bir mekanizma değil, bir süreçtir.” Bundan dolayı da, “insan
tabiat içerisindeki konumunu belirleyebilmek için, onun bu süreçte işgal ettiği durum ve
mevkisini keşfetmemiz gerekir. Onun rolünü ve görevini belirleyebilmemiz için, sadece
tabiatı değil, insanın içerisinden çıktığı süreci de anlamamız gerekir. Bu keşif bilginin
birliğiyle ilgili yeni keşiflere götürecektir.
Bu kavrayışın bir sonucu olarak modern tabiat anlayışımızı on yedinci yüzyıldan bu yana
belirleyen Kartezyen düalizm kaybolacaktır. İnsanlar ise “biyolojik-tarihsel-ahlakî varlıklar
olarak, herşeyin birbiriyle karmaşık ilişkiler içerisinde olduğu evrendeki yerlerini alacaklardır.
Prof. Arthur Kane Scotte göre bilimdeki son gelişmeler de bu tezi desteklemektedir. “Hubble
teleskopunun bize sağladığı ve sunduğu resimler ile Einstein, Heisenberg ve Bohr’dan bu
yana modern fiziğin kesifleri Descartes, Bacon ve Newton’un on yedinci yüzyıldan bu yana
çizdiği mekanistik -dualistik- indirgemeci alem anlayışından tamamen farklı bir anlayışı bize
sunmaktadır.” A.N. Whitehead’in de altını çizdiği gibi “tabiat sessiz, kokusuz, renksiz mat
bir ilişki değildir: sadece sonsuz olarak anlamsız olarak acele ile akıp giden maddenin akışı
da değildir.” Dahası, “duygusuz ve anlamsız” bir âlemde yaşamıyoruz.
Aynı şekilde, Ferg insanın kendisini gerçekleştirmesinin en yüksek mertebesi olarak “Gök ve
Yerin ruhuyla” kendisini bütünleştirmesini görür.
Tucker’in ifadesiyle “insan hayatı ve kültür, tabiatla bir süreklilik olarak görülür”. Aslında
Han Döneminin önde gelen Konfüçyüs düşünürlerinden Turg Ch’ung-shu (MÖ. 179-104)’nun
bu sözleri bu durumu çok güzel özetlemektedir:
“Gök, yer ve insanlar tüm varlıkların temelidir.
Gök onlara hayat verir, yer onları besler, insanlar ise onları tamamlar.
Gök onlara daha doğumda kardeşçe bir sevgi verir: yer ise onlara yiyecek ve giyecek sağlar:
insanlar ise bunu ibadet ve müzikle tamamlar.
Her üçü de tıpkı el ve ayak gibi bedeni meydana getirmek için bir araya gelenler.
Hiç biri diğeri olmadan olmaz”
7. Allah ve Yaratılış : Mevlana, Allah’ın fizik âlemi yoktan var ettiğini ve yeni şeyler
yaratmaya da devam ettiğini kabul eder. Allah’ın her an âlemde yarattığı şeylerden “akıllar
bile hayret içinde” kalmaktadır: Taşları, lâl ve yakut, dağları altın ve gümüş madeni
yapıyor. Yeryüzündeki bitkileri harekete getirip diriltiyor ve adeta “adn cenneti” haline
getiriyor. Yer, taneleri kabul ediyor, ürün veriyor, ayıpları örtüyor ve daha anlatılamayacak
kadar çok, yüz binlerce tuhaf şeyleri kabul ediyor, meydana getiriyor. Bunun gibi dağlar da
türlü türlü madenleri ortaya çıkarıyor (FM, 24). Ona göre, Allah her şeyi özel bir düzen,
görev, amaç içerisinde yaratmaktadır. Dahası âlemdeki her şey canlıdır. Bu sistem
içerisinde hiçbir şey ruhsuz ve cansız değildir; varlığın en alt derecesinde olmasına rağmen
madde bile canlıdır. Mevlana “yeryüzü ve suyun, ateş ve havanın bize cansız gibi
görünmelerine rağmen Allah’ın nezdinde canlı olduğunu,” asla “yeryüzünü boş ya da ölü”
olarak düşünmememizi; yeryüzünün sürekli uyanık olduğunu ve yaratıcısını tanıdığını
Kur’anî bir bağlamda ısrarla ifade eder.
“Bulut, güneş, ay ve yücelerdeki yıldızlar... hepsi de bir nizamla gelirler, giderler.
Her biri, ancak vaktinde gelir... vaktini ne geciktirir, ne de erken gelip çatar.
Bunu nasıl oldu da peygamberlerden anlamadın sen?
Onlar, taşa sopaya bilgi ihsan ettiler. Bunları gör de diğer cansız şeyleri de şüphesiz bir halde
sopaya, taşa kıyas et!
Taşla sopanın itaati meydana çıkar, görünürde öbür cansız şeylerin halinde de haber verir...
onlar da “Biz, Tanrıyı biliriz, ona itaat ederiz... hepimiz de tesadüfen halk edilmiş abes şeyler
değiliz” derler (Mesnevi 4, 759).
Büyük Alman filozof Hegel Mevlana’nın felsefesini dikkatle incelemiş ve onun Allah’ın
Birliği kavramına hayran olmuştur. Mevlana uzmanlarına göre “Hegel
Mevlana’nın [kullandığı dilin] sembolik gücünden ve kesinliğinden o kadar etkilendi ki
ondan uzun alıntılar yapmaktan kendini alamamıştır”. (Bina -Vaziri)
Allah’ı her yerde keşfeden ve yaratılışın her bir parçasını Allah’ın azametinin bir tezahürü
olarak gören “gerçekliğin bu müthiş vizyonu” tasavvufa has bir nitelikti. Abdurrahman
Cami’ye göre: “Her dal, yaprak ve meyve Allah’ın mükemmelliğinin bazı yönlerini açığa
8. vurur: servi ağacı onun saltanatını ima eder, gül O’nun cemalinden haber verir”. Her atom
Allah tarafından yaratıldığından, insan hakikat-ı uzmayı [en büyük hakikati] bilebilir ve aşkın
sırlarını öğrenebilir.
Kur’an merkezli bu Allah anlayışının Mevlana’nın düşüncesininde merkezî ve temel bir
konumu olduğu yukarıdaki alıntıda açıkça görülmektedir. Bu anlayış onun antropokozmik
dünya görüşünün de kilit noktasıdır. O’nun beyitleri “yaşamın farklı yönlerinde kendini açığa
kuran Allah’ın azametini” anlama ve onunla konuşmaya çalışmaktan başka bir şey değildir.
Ancak, bu bağlamda Allah’ın özellikle iki niteliği çok önemlidir.
Allah bütün âlemleri ve her şeyi besleyendir.
Allah her şeyi sevgiyle yaratır ve hayatını sürdürür.
Dahası, Allah durağan ve statik bir varlık değildir. Belki, kâinat vasıtasıyla Saltanatını,
Hikmetini ve İlmini sürekli olarak gösteren ebedi hayatın kaynağıdır.
Görüldüğü gibi, Mevlana etrafımızdaki âleme sadece çıkarcı, faydacı ve araçsal bir nazarla
bakan zihin yapımızı da değiştirerek, her şeye bütüncül bir gözle bakan yeni bir bakış açısı
sunmaktadır. Mevlana’nın etrafımızdaki tabiatı ve içindekileri nasıl gördüğüyle ilgili bir kaç
alıntıyla yetinmek istiyoruz:
Toprak, su, hava bize ölü görünseler de,
Allah nezdinde canlıdırlar(Şerif 49)
.Rüzgâr, toprak, su ve ateş kölelerdir. Benimle, seninle ölüdür. Hak’la diridirler, ancak onun
emrini tutarlar (Mesnevî 1, 66, beyit 835).
Bu cansız olan bulut vaktinde yağmur yağdırmanın gerekli olduğunu ne bilir? Bu bitkiyi
kabul edip, bir yerine on veren toprağı da görüyorsun. Bunları bir kimse yapıyor. İşte sen asıl
O’nu gör!(Fihî Mâfih, 61).
Kısacası Mevlana mahlûkatın her birinin, akıl ve temyiz sahibi olanların da, olmayanların da
Allah’ı tesbih ettiklerinden, her birinin tesbihinin bir diğerinden farklı olduğundan
bahsetmektedir (Yaylalı 1975, 178). Bu tesbihleri dinlemekte ve kendisi de bu kozmik zikre
9. katılmaktadır. Mevlana’ya göre “hayatsız madde yoktur; madde en düşük derecedeki
varlıklarda bile canlıdır”( Şerif 49)
.
Ona göre her şey beden diliyle O’nu tesbih etmektedir: “Şu dilsiz uzuvlarının yüzlerce dili
vardır. Âleme rızk veren Tanrının nimetlerinin zikri zaman yapraklarında gizlenmiştir”.
Aslında bütün âlemden yükselen kozmik ve ilahi müzikten başka bir şey değildir. Müzik
hayatın kaynağıdır; bitince hayat da biter.
Aşk : Mevlana tabiatta gizli bir enerjiye sahip bir güç keşfetmiştir ve bu görünmez gücü
insanoğlunun evrenin kalanını paylaştığı bütün formların sebebi olarak görmektedir. Daha
sonra cismani ve ruhani dünyanın altında ne yattığını anlamaya çalışmış ve bulmuştur. Buna
göre, kainatta ve bizim içimizde olan görünmez ve sürekli artan değişimin altında yatan aşktır.
Aşk, böylece, Allah’tan gelmektedir ve Allah’a doğru hareket etmektedir. Yaratılışın yukarı
doğru hareketinde bir evreden başka bir evreye geçişinde olduğu gibi aşk da her adımda
varlığın yeni biçimlerine dönüşmektedir. O’na göre evrendeki her şeyi, her şeyle birleştiren
zerrecikler arasındaki etkileşimden sorumlu olan bu pozitif enerjidir. Böylece hiçbir şey bu
sistemden bağımsız değildir. Her şey birbirine bağlı ve bağımlıdır.
Buna ilaveten aşk her hissi yücelttiği, sezgi gücünü artırdığı ve anlayışı yönettiği içindir ki
Mevlana insanda aşkın zekâdan üstün olduğunu itiraf etmektedir. Günlük sosyal yaşamda,
örneğin, aşk daha önemli ve uygulanabilir bir iştir. Bu demektir ki aşk tüm anlaşmazlıkları
çözer, bencilliği ve akla gelen birçok bahaneyi ortadan kaldırır. Bu suretle aşk sadece dini ve
ahlaki yaşam için basit ve gereksiz değil aynı zamanda evrensel düzen için de
sürdürülebilirdir.
İbrahim Arslanoğlu Mesneviden bunu şöyle özetlemiştir : “Dünyada aşk gibi bir üstad, bir
mürşit ve insanı doğru yola ulaştıran bir kimse yoktur(Eflaki I, 408). En güzel olan Tanrı’nın
aşkından başka ne varsa; can çekişmededir, hatta şeker yemek bile olsa(Mesnevi I:3686).
Demek ki, dünyadaki bütün aşklar gelip geçicidir, ancak Tanrı aşkı kalıcıdır. Allah sevgisi
ilimle elde edilir. İlimden nasibi olmayanlar ve akılsızlar bu sevgiden Uzaktır (mesnevi:
II/1545,49). Ona göre gerçek sevginin bilim ve akılla ilişkisi vardır. Bunlar yoksa sevgi de
yoktur. Gerçekten de akıl hastaları için akıl da sevgi de yoktur. Cömert Tanrı, halkın
bahtsızlığını görüp, iki yüz tane sevgi çeşmesi akıtmıştır(Mesnevi VI:2282).”
Annem sevgidir Babam sevgidir
10. Peygamberim sevgidir Allah’ım sevgidir
Ben sevginin çocuğuyum
Sadece sevgiden bahsetmek içi geldim.
Bunun zorunlu bir sonucu olarak Mevlana, dünyanın gerçekliğini, tüm yaşamın saygınlığını
ve özellikle kendini ve ilâhi başlangıcı ve amacı düşünen insan yaşamını yeniden
yapılandırmıştır. Bundan dolayı Mevlana “aşkın kâinatın ruhu olduğunu; bu ruhun sınır
tanımadığını ve tüm insanları, ülkeleri ve dinleri içine aldığını büyük bir şevkle ilan eder.
Hayvanlar : Mevlana’nın, şiirlerinde hayvanlara şaşırtıcı derecede yer verdiği; adeta
onlarla farklı bir iletişim kurduğu görülür. Mesnevi’yi okuyan biri, hayvanların hiç de
Kartezyen felsefenin bize sunduğu “ruhsuz otomat makineler” olmadığını fark eder. Dünya
cansız, anlamsız ve amaçsız olmadığı gibi, dünyayı şenlendiren hayvanlar da amaçsız
değildir.
Mevlana’nın bakış açısında hüthüt kuşu, Hz. Süleyman'nın postacısı olur, Sebe Melikesi
Belkıs’a onun mesajını götürür-getirir (Mesnevi, 6, 194).
Allah sivrisineği Nemrud’a musallat etti ve onu helak etti. Ateşin İbrahim'i (Ona selâm
olsun) yakmasına izin vermediğinden, ateş İbrahim için soğuk bir madde ve güvenilir bir yer
oldu; yeşillik, güllük gülistan haline geldi (FM, 88).
Mevlana’ya göre kurt, horoz ve aslan bile aşkın ne olduğunu bilir. Bu anlayışın doğal sonucu
olarak Mevlana hayvanlara karşı son derece hassas ve naziktir. Örneğin yürürken uyuyan bir
köpeği uykusundan uyandırmaz ve rahatsız etmemeye çalışır. Zavallı hayvan uyanana kadar
bekleyecek kadar ona saygılıdır.
Sevgili Peygamberimiz buyuruyor: “Merhamet sahibi kimselere Allah da merhamet
edecektir.
Yeryüzünde bulunanlara merhamet ediniz ki gökte bulunan da size merhamet etsin”. Kısaca
merhamet dilersen et merhamet “ düsturu olan Kutsi hadisini söyeyecektir.
İnsanoğlu : İnsanoğlu Allah’ın yarattığı varlıklar arsında merkezi konuma sahiptir ve bu
niteliğiyle de O’nun yeryüzündeki halifesidir. Varlık zincirin en tepesinde olmak ve hatta
11. ötesine geçebilmek insanı sadece daha sorumlu yapar. Zira tüm sistemi “gözetmek” ve
“korumak” insana emanet edilmiştir. O, Allah’ın yeryüzündeki elçisidir.
A insan, Tanrı kitabı sensin, sen.
Padişahın güzelliğine bir aynasın sen.
Kâinatta ne varsa senden, dışarda değil;
Ne istiyorsan kendinden iste, kendinde ara...
Ne arıyorsan sensin, sen. (FM)
Allah âlemdeki bütün sistemleri yarattığı ve bu sistemlerin sürekliliğini sürdürdüğü için
insanoğlu dünyayı kendi bencil amaçları için ve istediği şekilde kullanamaz. İnsan-âlem
ilişkisinin mantığı, gerçeğin özü olan merhamet ve aşka dayanmalıdır.
Tasavvuf düşüncesi bize tüm yaratılanların Allah’ın yaratıcı kudretinin işaretleri ve lütfu
olduğunu öğretir. Tabiatta var olan tüm ekolojik sistemler Allah tarafından yaratıldığı için,
insanoğlu tabiatla olan ilişkilerinde daha dengeli ve akıllıca hareket etmelidir. Dahası, tabiat
kaynaklarını daha dikkatli kullanmalı; kâinatın özü ve esası olan sevgi temelli bir ilişki
geliştirilmelidir.
Bazen, melekler bile saflığımızı kıskanır,
Bazen de şeytan korkusuzluğumuzu görüp kaçar.
Bu toprak, Allah’ın güveniyle meşbu bizim toprağımızdır.
Allah gücümüzü muhafaza etsin ve kötülükten korusun.
Aile : Varlık dünyaya “fırlatılıp, atılmış” da değiliz. Mevlana kâinat evindeki her şeyi
bilen, her şeyi gören ve her şeyin hayatını devam ettiren evin gerçek sahibi olan Allah
anlayışına sahiptir.. Bu anlamda hepimiz Allah’ın ailesiyiz:
Biz Efendimizin ailesiyiz ve O’nun süt emen bebekleriyiz.
Hz. Peygamber: “İnsanlar Allah’ın askeridir” dedi;
Göklerden yağmuru gönderen O;
Bize günlük ekmeğimizi veremez mi?
Bütün mahlûkat nasıl da hayatlarının devamı için Allah’a yakarır?
Dünyanın evimiz olduğunu belirtmeye gerek bile yok. Ancak bu evin gerçek sahibi Allah’tır.
12. İnek, aslan, kurt, karınca, arı, kısaca tüm hayvanlar kardeşlerimizdir. Ailenin diğer üyelerine
karşı olan sorumluluğumuz, bir kâhya ve emanetçinin sorumluluğu ve duyarlılığıdır.
Mevlana’ya göre bu büyük ailenin tüm fertleri varlıklarını ve hayatlarını sürdürmeyi O’na
borçludur:
Deniz dalgaları arasındaki bütün balıklar,
Yücelerde uçan bütün kuşlar bile...
Fil, kurt, avlanan aslan, koca ejderha, karınca, yılan...
Hatta toprak, su, yel ve her bir kıvılcım bile kışın da dileğini ondan elde eder, baharda da!
Bu gökyüzü, her an, “yarabbi, beni bir zaman bile aşağılatma” diye ona yalvarır...
Kısacası, gökyüzü güneşi, ayı ve yıldızlarıyla; yeryüzü çiçekleri, çimenleri, ağaçları, bahçeleri
ve tüm hayvanlarıyla Allah’ın azamet ve saltanatının ihtişamını ilan eder. Nehirlerin ve
derelerin yeryüzünde akıp gitmesini sağlayan, gökleri direksiz tutan; yağmuru yağdıran; gece
ve gündüzü birbirinden ayıran O olduğu gibi, tüm sistemin sürekliliğini ve devamını sağlayan
da O’dur. Kâinat bütün canlılığı ve zenginliğiyle O’nun ezeli cemalini tıpkı bir ayna gibi
yansıtan ve gösteren müşahhas bir eseridir.
Görüldüğü gibi dünya, üzerinde yaşayan canlıların evi olarak tasvir edilmektedir. Daha
önemlisi ise, her gün ve her an tüm sistem Allah tarafından korunmakta, beslenmekte ve
devam ettirilmektedir. Bu anlayışın, sürdürebilir bir dünya için ihtiva ettiği anlam ve önemin
yanında; bizlere sağladığı psikolojik boyut daha da önemlidir. Bu da yabancı bir âlemde değil,
evimizde ve ailemizin içinde olduğumuz gerçeğidir. Bu ailede Kartezyen felsefesinin
düalizmi olmadığı gibi; bazılarının ileri sürdüğü yabancı ve düşman bir dünyaya “fırlatılıp,
atılmış” da değiliz. Kaba ve düşman bir çevre ortasında yabancılar hiç değiliz. Dahası,
yalnız, yardımsız ve dostsuz da değiliz. Aksine, evimizdeyiz. Canlı ve cansız her şeyin
bizimle manevi bir bağı var. Aynı ailenin üyeleriyiz. Yaratıcımız, Sahibimiz ve Rabbimiz bize
can damarımızdan daha yakın olan aynı Allah.
Mevlana’nın Fihi Ma Fihi de bize hatırlattığı gibi Tanrı, pek yakındır sana. Ne düşünsen, ne
kursan seninle biledir o.
13. Çünkü düşünceyi, kuruntuyu var eden de odur, sana eş eden de o. Yalnız, pek yakın
olduğundan göremezsin. Ne şaşılacak şey ki, yaptığın her işte aklın, seninle; onunla
girişiyorsun giriştiğin işe. Fakat aklı hiç göremiyorsun, ancak eseriyle görüyorsun; asıl aklı
görmene imkân yok. (FM, AG, 44. Bölüm). “Sırrı bu aklın bilinmez akl ile. Tek müşteri
kulaktır ancak dile “ sözleriyle mesneviye girişte bahsetmektedir.
Musiki : Musiki Mevlana’nın öğretisinin en önemli ve belirgin yönlerinden birini teşkil eder.
Mevlana’ya göre, musiki hayatın kaynağıdır. Dahası, musikiyi, şiiri ve sema’yı Allah’a daha
yakın olmanın; O’na yaklaşmanın bir yolu olarak görür. Bu anlayışın doğal bir sonucu olarak
derviş ve semasıyla Mevlevilik tarikatı meydana geldi.
Mevlana’ya göre sema; deruni bir kavrayış ve aşkla manevi bir yükseliş ve yolculuk sonucu
mükemmelleşmeyi ifade eden bir simge olmasıdır. Amaç ise her şeyi ve herkesi sevmek;
farklı inanç, ırk, sınıf ve milletler arasında hiçbir ayrım yapmadan tüm yaratılana hizmet
etmektir. Aşağıdaki beyit musikinin onun öğretisindeki yerini göstermesi açısından
önemlidir.
“Tüm gün ve gece boyunca müzik, Sakin ve parlak bir ney sesi. Biterse, biz de
biteriz”. Der.
Musiki ile hayat arasında doğrudan bir bağ var. Dahası, varoluşçu bir boyutu var. Buna göre
neyden çıkan musiki ile bu musikiyi hem oluşturan hem de takdir eden yapımız Allah’tandır.
İşte Mevlana’nın kozmik âlemdeki İlahi musikiyi yakaladığı yer de burasıdır. Musiki tüm
âlemin özünde mevcuttur ve bunu en iyi neyin sesi temsil etmektedir. İnsanın musikiye olan
tutkunluğu ve yatkınlığı da tabiatından gelmektedir.
Bunun bir sonucu olarak Mevlevi dervişlerin seması Allah’la bir olmayı amaçlayan ilahi aşkı
ve sufi cezbeyi simgelemektedir. Sema ile birlikte musikinin araçsal bir amacı da
bulunmaktadır. O da Allah aşkı üzerinde tefekkürü bir hali oluşturmak üzere tasarlanmış
olmasıdır. Konunun uzmanlarına göre, bu özellikleriyle Mevlevi musikisi “Klasik Doğu
Musikisinin en temel niteliklerini” içermekte; Mevlana ve diğer mutasavvıf şairlerin şiirlerine
fon olarak eşlik etmektedir.
Coşkun musikinin etkisiyle dervişler sürekli ve adeta uçarcasına sema edip, dönerler.
Dönerlerken de, hem kendi eksenleri üzerinde döner; hem de belli bir yörüngeyi takip ederler.
Sağ el Allah’ın taşan rahmetini almak için gökyüzüne çevrilmiştir. Sol el ise sağ el ile alınan
14. ve kalpten geçirilen rahmetin tüm mahlûkata ulaştırılmasını sembolize etmek üzere aşığa
doğru çevrilir. Bu aynı zamanda, verecek bir şeyi olanın bunu insanlara vermesini de ima
eder. Böylece sema, zengin ve fakir arasında bir köprüye dönüşür. Vermenin üretici bir kişilik
için “tümden farklı bir anlam taşıdığını” yine çağdaş psikanalist E. Fromm çok güzel bir
şekilde ortaya koymaktadır(Fromm, 30-31, 1993). Buna göre verme taşınılan gücün en üst
düzeyde anlatımıdır. Mevlevi derviş, sağ eliyle aşkın, sevginin, şefkatin, merhamet ve
cömertliğin kaynağından aldığını, sol eliyle tüm varlığa vermektedir.
Dahası Mevlevi seması üç aşamadan oluşan büyük bir yükseliş olarak görülebilir.
Allah’ı bilme
Allah’ı görme
Ve Allah’la bir olma.
Batı dünyasında ve bazen de ülkemizde semâ bir dans türü olarak görülür. Hâlbuki tasavvuf
tarihine bakıldığında, semâ sıkı kuralları olan ve şeyh-mürit eksenli bir eğitimi gerektiren bir
ibadet tarzıdır. Nihai amacı da Allah’la birleşme ve bütünleşmedir. Bundan dolayı semazen
her dönüşte “Allah ismini okur, Allah'ı düşünür ve bu sayede Allah'ın sevgisini kazanmayı
amaçlar”. Semânın anlamını bize en iyi öğretecek olan yine Mevlana’nın kendisidir: Semâ'
nedir? Gönüldeki gizli erlerden haberler almaktır. Onların mektupları gelince garip gönül,
dinçelir, rahata kavuşur. Bu haberler rüzgârıyla, akıl ağacının dalları açılır, uykudan uyanır.
Bu sarsılışla beden, darlıktan kurtulur, genişler, huzura kavuşur.
Bedende tuhaf, görülmemiş bir tatlılık başlar. Ney sesinden, mutribin, çalgıcının
dudaklarından dile, damağa hoş, manevî zevkler gelir.
Canımız da; "Ona ruhumdan ruh üfürülmüştür" sırrıyla dirilmiştir. Bu ruh üfürülüşünü,
yemeye, içmeye benzetmek doğru değildir. Çünkü, bunun bedenle ilgisi yoktur. Mademki
bütün yaratılmış varlıklar, surun üfürülmesiyle haşr olacaklar, surun üfürülmesinin zevkiyle
ölüler uykularından uyanacaklar, sıçrayıp kalkacaklardır; sen de "ney"in feryadıyla uyan,
kalk, kendine gel!
15. Semâ' musikîsinin tesirine kapılmayan, dönüp, buz kesilen, ölüp yok olanlardan da aşağı olan
kişinin toprak başına olsun! Çünkü o, gerçek bir insan değildir. Gezip dolasan bir ölüdür.
Semâ 'in kadehsiz verilen bu helal şarabını içen beden, bu şarapla mest olan gönül, ayrılık
ateşinde kavrulur, pişer, tam olgunlaşır. Gayb âleminin güzelliği, söze sığmaz, anlatılamaz,
övülemez. Onu görebilmek için ödünç olarak binlerce göz al, binlerce göz!
Senin içinde öyle parlak bir ay vardır ki, gökyüzündeki güneş bile ona; "Ben sana kulum,
köleyim" diye seslenip duruyor. (Dîvân-ı Kebîr, IV, 1734)
Sonuç olarak: Bir derleme niteliğindeki bu çalışma ile ortaya
konulmaya çalışılan Mevlana’nın hayatındaki büyük dönüşüm daha erken yaşlarda, kırk
yaşındayken başladığını ortaya koymak ve Ünlü Psikoanalist Prof.Dr. R. Arestah büyük
şahsiyetlerin hayatlarındaki görülen büyük değişim ve dönüşümleri ”yeniden doğuş”
olarak isimlendirdiği gibi Mevlana’nın da yeniden doğduğunu ve Mevlana’nın büyük
bir misyon üstlendiğini ortaya koyması bakımından kıymetli olduğuna inanıyoruz.
Mevlana’nın tüm öğretisinin özünü, İbrahimî dinlerin yaratıcı ve aşkın Allah anlayışını
oluşturmasıdır. Bu anlayışa göre, Allah, her şeyi yoktan ve yaratıcı bir sevgi ile
yaratır. Bundan dolayı da, aşk veya sevgi hayatın kaynağıdır. Mevlana’nın kâinat merkezli
(antropokozmik) dünya görüşünü aşk ilkesi üzerine temellendirmesinin nedeni de budur.
*İbrahim ÖZDEMİR’in Yeni Bir Yüzyıla Mesajlar adlı çalışmasından yararlanılarak bu
derleme düzenlenmeye çalışılmıştır.
Kaynakça:
1. Adler, Joseph A. “Response and Responsibility: Chou Tun-i and Confucian Resources
for Environmental Ethic” Mary Evelyn Tucker and John Berthrong, eds., Confucianism and
Ecology: The Interrelation of Heaven, Earth, and Humans (Cambridge: Harvard University )
2. Center for the Study of World Religions, 1998) içinde, 123-149.
3. Arasteh, Reza.Mevalana Celaleddin Rumi’nin Kişilik Çözümlemesi: Aşkta ve Yaratıcılıkta
Yeniden Doğuş, (Bekir Demirkol ile birlikte), Kitabiyat, Ankara, 2000.
16. 4. Armstrong, Karen .The Great Transformation: The Beginning of Our Religious Traditions ,
2006.
5. Barks, Coleman. The Essential Rumî . San Francisco: Harper, 1995.
6. Bayraktar, Mehmet, İslam’da Evrimci Yaratılış Teorisi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1987
7. Beck, Sanderson. Confucıus and Socrates , < http://san.beck.org/C&S-
Contents.html> Bina,Cyrus- Vaziri, Mo. “On the Dialectic of Rumi’s Discourse”,
<http://cda.morris.umn.edu/~binac/Essays/RUMI.FINAL.pdf >
8. Chittick, William. The Sufi Path of Love: the Spiritual Teaching of Rumî. N.Y.: State
University of New York Press, 1983.
9. Christian Science Monitor , 11/25/97. Diamond. Jared. Collapse: How Societies Choose to
Fail or Succeed, Viking Boks, 2005.
10. Geaney, Jane “Chinese Cosmology and Recent Studies In Confucian Ethics”, Journal of
Religious Ethics, Sep2000, Vol. 28 Issue 3.
11. E. Fromm, Sevme Sanatı, çev.: Işıtan Gündüz, Say, İstanbul, 1993.
12. Hardy, Julia M. "Confucianism: The Neglected "Eastern Religion"
<http://www.muhlenberg.edu/moyer/NEWCONF.html> Huxley, Julian “Man’s Place and
Role in Nature” in New Bottles for New Wine Harper & Brothers, New York 1957.
13. Iqbal, Afzal. The Thought of Mohammad Jalal-ud-Din Rumî . Lahore, Pakistan: Bazm-i
Iqbal, 1955.
14. Jaspers, Karl; Bullock, Michael (Tr.) The Origin and Goal of History (1st English ed.).
(London: Routledge and Keegan Paul, 1953).
15. Keshavarz, Fatemeh. Reading Mystical Lyric: The Case of Jalal al-Din Rumî, University of
South Carolina Press, 1998.
16. Mevlana, Mesnevi, çev: Veled İzbudak, (Istanbul: MEB Yayınları, 1988).
17. Mevlana, Fihi Mafih, çev. Meliha Ambarcıoğlu, (Istanbul: MEB Yayınları, 1989).
17. 18. Lewis, Franklin D. Rumî, Past and Present, East and West: the Life, Teachings and Poetry of
Jalal al-din Rumî (Oxford: Oneworld Publications, 2000).
19. Nasr, S. Huseyin, “İslam ve Çevre Bunalımı”, çev: Mevlüt Uyanık, İslami Araştırmalar, c.4,
no:3, 1990.
20. Needham, Joseph. “Human Laws and Laws of Nature in China and the West (II): Chinese
Civilization and the Laws of Nature”. Journal of the History of Ideas, Vol. 12, No. 2 (Apr.,
1951), pp. 194-230.
21. Nicholson, Reynold A., İslam Sufileri, çev: Mehmet Dağ vd., (Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları, 1978),
22. Özdemir, İbrahim. “Rumî, Jalal al-Din,” in Encyclopedia of Religion and Nature, ed. Bron
Taylor and Jeffrey Kaplan (New York: Continuum, 2003).
23. Özdemir, İbrahim. “Towards an Understanding of Environmental Ethic from a Qur’anic
Perspective”, in Islam and Ecology, ed. Richard Foltz (Harvard University Press, 2003).
24. Rolston, III. Holmes “Can the East Help the West to Value Nature?” Philosophy East and
west , Vol. 37, No. 2, Environmental Ethics (Apr., 1987), pp. 172-190.
25. Sadigh, Soudabeh. “Rumi, Poet of Love and Justice”.
<http://www.payvand.com/news/06/oct/1235.html>
26. Schimmel, Annemarie. Ben Rüzgarım Sen Ateş / Mevlana Celaleddin Rumi / Büyük
Mutasavvıfın Hayatı ve Eseri, Tercüme: Senail Özkan, İstanbul, 1999
27. The Triumphal Sun: A Study of the Works of Jalaloddin Rumî. Albany, N.Y.: State
University of New York Press, 1993
28. Look! This Is Love: Poems of Rumî. Boston, Mass.: Shambhala Publications, 1991.
29. Smith, Huston. The Religions of Man , Harper&Row (New York:1986).
30. Star, Jonathan. Rumi: In the Arms of the Beloved (New York: Penguin Putnam, 2000).
31. Tucker, Mary Evelyn -John Berthrong (edts.) “Introduction to Confucianism Confucianism
and Ecology: Potential and Limits” in Confucianism and Ecology (Harvard/CSWR, 1998).
18. 32. Tümer, Günay – Küçük, Abdurrahman. Dinler Tarihi, Ankara 1988.
33. Weiming, Tu. “The Ecological Turn in New Confucian Humanism:Implications for China
and the World” Daedalus, Fall 2001.
34. Whitehead, A. N., Science and the Modern World, (New York: Macmillan Company, 1926).
35. Vitray-Meyerovitch, Eva de. The Whirling Dervishes: A Commemoration. London:
International Rumî Committee, 1974.
36. Rumî and Sufism, trans: Simone Fattal, Sausalito: The Post-Apollo Press, 1987.
37. Mesnevi. Mutlağın Aranışı, Meyerovitch, Eva de Vitray, trc. Mehmet Aydın, Konya:
Selçuklu belediyesi Yayınları, 1996,.
38. İslam’ın Güler Yüzü, çev. Cemal Aydın, Şule Yayınları, 1998. http://www.semazen.net/
39. Doç. Dr. İbrahim Arslanoğlu G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi: MEVLANA’NIN
AŞK VE İNSAN FELSEFESİ
40. Çelebi, Celalettin Bakır, “Mevlana Okyanusundan” II.Baskı. Konya.Kültür ve Turizm Müd.
Yay. No: 39