3. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 56
Milli N ıı.: 88.34.Y.0147.56
ISBN 975-498 015-2
BU ESER
Bakanlar kurulunun 20/7/1980 tarih ve 8/1307 sayılı kararıyla kamu
yararınahizmet verdiği kabul edilerek vergi muafiyeti tanınmış bulunan
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI VAKFI tarafından hazırlanmıştır.
Her hakkı mahfuzdur. TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI VAKFI’ nın
müsaadesi olmaksızın tamamen, kısmen veya her hangi bir değişiklik
yapılarak iktibas edilemez.
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı
YHI.IK; TEKİN DİZGİ MERKEZİ’nde dizilmiş ve baskıya
hazırlanmıştır.
Baskı: PAMUK OFSET
Haberleşme Adresi: I'.K. 94 Aksaray-İSTANBUL
Telefonlar: 511-10-06- 511-18-53
4. SUNUŞ
Çok kıymetli kardeşim, çalışkan ilim adamı Prof. Dr. Zekeriya Kİ-
TAPÇI’ntn TÜRKİSTAN’DA İLK M ÜSLÜM AN TÜRK HÜKÜM
D A R L A R I adlı bu kitabını yayınlam aktan sonsuz m em nunluk
duymaktayım. Zekeriya KİTAPÇI’nın daha evvel neşrettiğimiz “Haz-
ret-i Peygamberimizin Hadislerinde Tiirkler”adlı kitabı gibi bu kitabın
da, hem müneverlerimiz arasında ve hem de ilim âleminde yakın ilg
göreceğine inanmaktayım. Vakfıma, kısa sürede tükenen Hazret-i Pey
gamberimizin Hadislerinde Tiirkler kitabını yeniden baskıya hazırla
mıştır. Çok genişletilmiş, adeta yeniden yazılmış şekliyle hazırlanan bu
eser içinde Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI’ya samimi şekilde şahsım adı
na, vakfım adına ve ilim adına şükran borçluyum.
Bu kitabı vakfımız da Candan TA TLI dizdi, Mulıiddin N ALBAN -
TOĞ LU tashih etti ve Zekeriya K İTAPÇI’nm oğlu Hakan KİTAPÇI
da bilgisayarda düzenlemesiniyaptı. Bu kitabınyayınlanmastnın ne de
m ek olduğunu iyi bilen bir insan olarak bu gönüllü emeğin gönül insa -
nı sahiplerini de şükranla kaydediyorum.
İlme ve hayra, çalışan ve çalışmaktan zevk alan biiıün mensupları
mıza sonsuz teşekkürlerimle,
Prof. Dr. Turan YA ZC A N
TÜRK DÜNYASI ARA ŞTIRM ALA RI VAKFI
GENEL BAŞKANI
5. O N S O Z
Orta-Asya A rap fetihleri ve İslâmiyetin T ürk yurtlarında yayılması, sadece Türk
Tarihinin değil, İslâm ve dünya tarihinin de önemli olaylarından biri ve belki de b r
dönüm noktasıdır. Zîra Orta-Asya A rap fetihleri ve dolayısıyla İslâmiyctle tem asa ge
çen Türkler, bir kan ve ateş kasırgası içinde başlayan bu m ünasebet ve çetin m ücade
lelerden sonra müslüman olmuşlardır.
İslâm Dininin Türk tarih ve toplum unda, bunun tam aksine Türklerin İslâm Tarih
ve milletleri camiasında hiç bir millete nasip olmayan son derece müm taz ve şerefli bir
yeri vardır. Dünyada hiç bir din, İslâm Dini kadar T ürk milleti ve Onun kültürel ve
sosyal yapısına tesir etmediği gibi, bunun aksine olarak hiç bir millet de TüFkler kadar
İslâm Tarih ve milletleri hayatında önemli bir rol oyııamamışdır. Türkler lider bir mil
let olarak bu camianın yaklaşık on asır zinde ve vurucu gücünü oluşturm uşlardır.
T ürkler’iıı İslâm Dinine girmelerinin, O rta Doğu için de önemli bir dönüm nokta
sı olduğunusöylem işlik. Zîra merkezi hilâfetin; otoritesini tam am en kaybettiği,Şiiliğin
bir devlet haline geldiği, Sünni doktirinin artık yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya oldu
ğu, İslâm aleminin fikri, idâri, askerî, siyâsî bakımlardan tamamen bir başı bozukluk i-
çiııdc bir anarşi dönemi yaşadığı, müslüman aydınların artık bir yeis ve ümidsizlik
içinde çırpınıp durdukları bir ortam da, İslâm dünyası ufkunda boy gösteren bu m üs
lüman Türkler, bir kurtarıcılar ordusu olarak beklenip durm uşlardı. O nlar İslâm diiıı -
yasma işte böyle bir izzet ve ikbal içinde girmişlerdir. Dunun İslâm milletleri içi n ne
kadar önemli bir gelişme olduğu, her türlü izalıtar varestedir.
Bu bir bakıma insanlık tarihi için de böyle olm uştur. T ürkler müslüman olup da
Orla-D oğu ve eski hilâfet ülkelerine hakim ve İslâm milletlerinin lideri olduktan son
ra, dünya siyâsî, askerî ve ekonomik konjoktüründe İslâm dininin lehine büyük değiş-
m elerolm uştur. İlkve O rta çağlardanberi alışıla gelmiş olan bu sosyal ve siyâsîdengeler
tam am en değişmiş, yeni bir düzen kurulmuş ve bu yeni düzende İslâm Dini Türkler
sayesinde, gücüne hiç bir din ve siyâsî kuruluşun ulaşamayacağı müstesna birsatvel, a-
zamet ve ihtişama kavuşmuştur. Asrı Saadet hariç, İslâm Dini, l.i m e v î I e r ve A b b
a s î I e r de dahil Türklerdcıı önce hiç bir devirde böylesinc ulu bir azamet ve yüce bir
ihtişama asla ulaşamamıştır.
Böylesinc önemli oluşum ve gelişimlere yol açan İslâm Dini ve Onun T ürkler a ra
sında yayılışı halâ bir muamma halindedir. Bu hususta şimdiye kadar hiç bir ciddi ça
lışma yapılmadığı gibi, yazılanlar da son derece sathî, tatmin edici olm aktan ve bir
ihtiyaca cevapvenııekten uzak, fakat lıamâsî biredâ ile m illîgururumuzu okşamak için
kaleme alınmış bir kaç makaleden ibarettir. Üstelik bu kabil makalelerde Türklcr'in
müslüman olmaları ile ilgili olarak ortaya atılan fikirler ve ileri sürülen görüşlerin re
alite ile hiç bir ilgisi yoktur.
Fakat, son senelerde bu sahalarda gayretli yayınlar yapılmakladır. Bu gayretli ça -
lışma ve yayınlarla Türkler arasında İslâmiyetin yayılışı muamması çözülmeye ve bu
kalın perde yavaş yavaş aralanmaya başlamıştır. Dünün meçhul kalmış hakikatleri ve
bu büyük oluşum, bugün ilmin feyizli ışığı ile artık aydınlatılmaktadır. Müellif, bu yön
de ve kendi çalışmalarına bir başlangıç olmak üzere; "Yeni İslâm Tarihi ve Türkistan”
, "Hz. Peygamberin I indislerinde Türkler” ve “Türk Askerî Varlığının O rta Doğuda
İlk Zuhuru" adındaki eserlerini neşrctmişlir.
Onun bu sahalardaki diğer eseri“Türkistanda İslâmiyet ve Tiirkler” olm uştur. O,
bu araştırm asında, ilk defa Türkistan’ın büyük şehirlerinde ve T ürkler arasında İslâm i
yet üzerinde durmuş, bu yönde gösterilen gayretler, İslâmiyetin rakîp dinlerle olan
m ücadeleleri. A rap idaresinin bu gelişmeler karşısında bazaıı ürkütücü, bazan da kor
6. kutucu durum larını ele almış ve bu yöndeki gelişmelerle ilgili olarak başka yerlerde
görülmeyen geniş açıklamalarda bulunm uştur.
Orta-Asya ve Türk yurtlarının ilk fetih yıllarında İslâm D inine rağbet edenler sa
dece bu m uharip T ü r k U n s u r u v e yerli halk da değildir. Aristokrat tabakaya men -
sup bir çok kimse ve bu arada m ahallî T ü r k H a n l a r ı ’ nın nerede ise hem en hepsi
m üslüman olm uşlardır. İşte yazar, bu konularda yaptığı çalışmaların bir devamı o la
rak T ü r k i s t a n d a M ü s l ü m a n O l a n İ l k T ü r k II ü k ü m d a r l a r ı ve O n
ların dini hayatlarını hazırlamıştır. Müslüman olan T ürk hüküm darlar silsilesinin
şüphesiz ilk isimlerini teşkil eden bu hüküm darların şimdiye kadar ne siyâsî m ücade -
leleri, ne İslâmî şahsiyetleri gün ışığına çıkarılarak aydınlatılmış değildir. Bu çalışma i-
le Türkistanda ilk devirlerde, müslüman A rap fetihlerini takib eden yıllarda ihtida
etm iş bu T ürk hüküm darlarının isimleri, onların dini durum ları, müslüman A rap v a
lilerle olan sosyal ve siyâsî mücadeleleri ilk defa ve derli toplu bir şekilde ortaya konul
muştur.
Bütün bunlar, İslâm Dininin daha ilk devirlerde, T ürkler arasında büyük m esafe-
ler katettiğini, bir taraftan yerli halk, bunların otoriter gücünü temsil eden Türkl er, di
ğer taraftan da Türk H iiküm daraileleri arasında çok büyük biralâka gördüğünü ortay a
koymaktadır. Fakat ne yazık ki A rap despotizmi vc idaresinin basiretsiz valileri, bütün
güçleri ile Türk yurtlarında İslâm Dininin karşısına dikilmiş ve Onun geniş halk kitle
leri, bu arada Türkler arasında yayılmasına hemen her vesile ile karşı koymaya çalış
mışlardır. Bunda şüphesiz uzun bir süre muvaffak da olmuşlardır.
Esasen Emevîlcr devrinde A rap ordularının mıızafferane bir şekilde Doğıı-Batı is
tikam etinde, bütün azamet vc ihtişamıyla ilerledikleri tarihlerde bile A rap Fatihleri
nin İslâm Dinini yaymak ve Onu kıtalararası cihanşümul birdin haline getirmek gibi
ulu ve m ukaddes bir gayeleri olmamıştır. Bu fetih hareketlerinde m addî menfaat vce-
konomik çıkarlar, manevî değer ve kıymetlere nazaran ağırlığını daha fazla hissettir
miş ve valiler tercihlerini ona göre yapmışlardır. Onların bütün himmet ve gayretleri
sefahat ve lüks içinde yüzen Eıııevî Ümerası için vergi musluklarının sonuna kadara -
çık olması ve gürül gürül akması idi. Nitekim onlar Türk yurtlarına “Halifenin çiftli
ği’1gözü ile bakıyorlardı.
Fetihler sona erdikten sonra dahî, Arap ümerasının m addî hırsları yine de mağlup
milletlerden gayri meşru yollarla da olsa mutlaka vergi toplam ak şeklinde kendini gös
term iştir. H atta, biz dalın da ileri giderek diyebiliriz ki İslâm Dini, A rap Fatihlerinin
bu meşum haris emelleri için bircngcl oluşturm uştur. İlk müslüman T'ürk hüküm dar
larının dini hayatlarında görülen zik-zaklarm altında yatan gerçek belki birazda bu ol
sa gerektir. Onların müslüman olmaları, çevreleri ile birlikte bu Yeni Dine girm eleri,
müslüman A rap valileri tarafından hernedense pek fazla bir iltifat görmemiştir. B ü
tün bu kabil soğuk ve sevimsiz davranışlar netice itibarı ile müslüman T ürkler arasn-
da dinî gelişmelerin heyecanını kırmış ve ilk müslüman Türk Hükümdarlarını, dinin
değil ister istemez ortam ın, daha açık bir ifade ile siyâsî idarenin adamı, hem de ergi
toplama işlerini aksatmadan yiiriiten uslu bir memuru olmaya zorlamıştır.
Böyle bir uygulamanın ne Dinin, nede Hz. Peygam berin tebliğ politikası ile uzak
tan ve yakından hiç bir ilgisi yoktur. İşte Arap ('atililerinin İslâm Dininin ruhuna da
tamamen aykırı olan bu tutum ve anlayışsızlıkları nedeniyledir ki, T ürk Y urtlarında
İslâm Dininin yayılması ve Türklerin İslâm milletleri camiasındaki şerefli yerlerini al
maları bir hayli gecikmiştir. T ürklerin özellikle X. ve XI. asırlar arasında çok da ha bü
yük kitleler halinde m üslüman oldukları nazarı itibara alınırsa, bu çok hayırlı
oluşum un gerçekleşmesi için Onların yaklaşık olarak iiç asır gibi insan mantığını n pek
te kabul cdemiyeceği kadar uzun bir süre beklemek zorunda kaldıkları görülecektir.1
7. Mamafih bütün bunlar, bu önemli gelişmeleri izah sadedinde ortaya atılmış görüş
lerdir. Bunları çok daha realist bir şekilde değerlendirm ek ve T ürkler arasında İslâm
Dininin yayılması, sonra cereyan eden baş döndürücü olaylar, gelişm eler hakkında
doğru bir hükm e varm ak bundan sonra artık okuyucuya kalmıştır.
Bu arada işaret etm ek istediğimiz küçük bir nokta daha vardır. İlk müslümün Tiir-
k-Hüküm darları ve onların dini hayatlan hakkında kaleme aldığımız, titiz bir emek
mahsiilü olan bu eser bundan önce yayınlanan “Türkistanda İslâmiyet ve T ürkler” a-
dındaki tem el çalışmamızın bir devamı ve adeta bir tamamlayıcısı niteliğindcdirZîra,
birincisinde İslâm Dininin T ürkler arasında yayılması bu hususta gösterilen büyük gay
retler ve m ücadeleler üzerinde durulmuş, konu bütün yönleri ile ilk defa derli topl u
bir şekilde ele alınmıştır. Bu eserimizde ise aynı toplum un üst tabakası yani Türk H ü
küm dar aileleri ve aristokratlar arasında İslam Dininin öngördüğü hüsnü kabul ince
lenmiştir. Bu bakımdan bu iki eserin birbirinden ayrı mütalca edilm esine imkan
yoktur. Birinin bulunduğu yerde bu İkincisinin de bulunması gerekmektedir.
Bu çalışmalar hernedense şimdiye kadar üzerinde yeteri kadar durulmamış, yüklü
bir konu üzerinde yapılan çalışmaların ilk meyveleridir. Aynı zamanda devlet ve m il
let hayatımızın çok önemli unsurlarından biri olan T ürk İslâm kültür ve m edeniyeti
nin oturduğuo m übarek zeminin aydınlatılmasına yardım edecek ilk ışık huzmeleridir.
Bundan sonra da şüphesiz bu büyük muammamın çözülmesi yolundaki çalışma ve ya
yınlarımız devam edecektir.
Türk Dünyası Araştırm aları Vakfı ve onun mümtaz temsilcileri millîkiiltüriimüzü
ihya ve büyük Türk medeniyetine hizmet etm ek için faziletli bir kültiiryarışına girm iş
lerdir. Onlar, bu kudsî hizmet yarışını, diğer köklü faaliyetleri yanısıra, millî kii Hür ve
ufkumuza yeni boyutlar kazandıracak, bu şuuru besleyib büyütecek, birbirinden gü
zel, bir çok kıymetli eserler yayınlamakta devam ettirm ekte ve sadece bizlerin değil,
gelecek nesillerin bile daha şimdiden minnet ve şükranlarını kazanmaktadırlar.
Bu bakımdan, ilk nıiislüınan Türk Hüküm darları hakkında kaleme aldığımız bu o -
rijiııal eseri böyle üstün bir şuur vc bir hizmet anlayışı içinde ilim alemine ve T ürk
okuyucularına kazandırdıkları için kendilerine sonsuz teşekkür etmeyi bir borç bil
mekteyim.
Ayrıca, bu çalışmalarımda bana her zaman yardım etmeyi asil bir görev bilen kıy
metli eşim Türkân Kitapçıya'da teşekkür ederim.
Tevfik ve hidayet yüce Allahtandır.
Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI
24 M art 1988
Selçuk Üniversitesi Rgitiııı Fakültesi
K O N Y A
8. İÇİNDEKİLER.
G İRİŞ................................... 9
BİRİNCİ BÖLÜM
AŞAĞI TÜRKİSTAN’IN ARAPLAR TARAFINDAN FETH İ
NE KISA BİR BAKIŞ............................................................................. 13
1-İLK AKINLAR ........................................................................ 15
2-KUTEYBE B. MÜSLİM DEVRİ (705-714)............................. 16
3-YEZİD B. M ÜHELLEB VE CÜRCAN’IN FETH İ...............17
4-TÜRKLERİN ARAPLARI TÜRKİSTANDAN ÇIKARMA
M ÜCADELELERİ..................................................................................I 9
5-NASR B. SEYYAR VE KUR-SUL............................................20
6-KUR-SUL’UN ÖLDÜRÜLM ESİ...............................................22
İKİNCİ BÖLÜM
İLK MÜSLÜMAN TÜ RK HÜKÜM DARI V E ONLARIN D İ
Nİ HAYATLARI.............................................................................. 24
1-NİZAK TARHAN:BAZĞİŞ VE CİVÂRI HÜKÜM DARI
(26/6447-91/709)
a-N izakTarhan’ın İlk Yılları.......................................................... ...26
b-Nizak Tarhan’ın İlk Mücâdeleleri ve Müslüman Oluşu 27
c-Nizak Tarhan ve Kuteybe b. Müslim............................................30
ç-NizakTarhan’ınKıyamı....................................................................32
d-Nizak Turhan’ın Öldürülmesi ve Yakınları................................33
2-YAPAGU (YABGU) BEY;TOHARİSTAN HÜKÜM DÂRI
a-Toharistan’ır.CoğrafîMevkisi........................................................ 35
b-Yapagu Bey’in İlk Yılları................ 36
c-Müslüman Vâlilerle Münâsebetleri..............................................37
ç-Toharistan Yapaguları ve Türk Hakanlığı..................................38
d-Toharistan Yapagusu ve Abbasî Halifeleri i................. 39
3-TUĞ-ŞAD: BUHÂRA HÜKÜM DARI (89/707 - 122/739)
a-Çocukluğu ve İlk Gençlik Yılları..................................................42
b-Buhâranın Düşmesi.........................................................................43
c-Tuğ-Şad’ın Müslüman Oluşu......................................................... 44
ç-Tuğ-Şad’ın İslami Hayatının Münakaşası................................... 47
d-Tuğ-Şad ve Nasr b. Seyyar.........................................:....................48
c-Tuğ-Şad’ın Öldürülmesi..................................................................49
f-Tuğ-Şad Ailesinin Sonu................................................................. 49
4-SUL TEKİN:DEHİSTAN VE CÜRCAN HÜKÜM DÂRI
(30/650? - 102/719)
a-Dehistan, Cürcan ve Fethi.............................................................. 51
b-Sul Tckin’in Müslüman Oluşu,..................................................... 52
c-SulTckin’inMccûsîOlması...............................................................53
ç-Sul Tekin Medine’de........................................................................54
d-SulTekin’inEmevîler’lcMücadelcsi..........................................İ..54
9. e-Sul Tekin’in sonu..............................................................................56
f-SulTckmHânedânıvcTârihteSûlîler............................................ 57
g-Sülcyman b. Sul.................................................................................58
ğ-Muhammcd b. Sul...............i........................................................... 59
h-AbbasîlerDöncmindcSulîlcr..........................................................60
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HALİFE ÖMER B. ABDÜ’L-AZİZ VE MÜSLÜMAN TÜRK
HÜKÜM DARLARI
5 -AKŞİT G U ZEK (O Ğ U Z BEK): SOĞD (SEM ERKANT)
HÜKÜMDARI: (91/709 -128/754?)
a-Semerkant ve Türkleştirilmesi...............................................:.....65
b-Akşit Gurzck’in İlk Yılları.............................................................66
c-Akşit Gurzek’in Kutcybc ile Mücadeleleri.................................66
ç-Akşit Gurzek’in (Oğuz Bek) İhtidası........................................ ...69
d-Akşil Gurzek ve Semcrkant’ın Tahliyesi.................................... 70
c-Akşit Gurzek ve Eşrcs.................................................................... 71
6-KAVUS ET-KÜRK-î, KARA BUĞRA HAN’IN OĞLU: UŞ-
RUSANA HÜKÜM DÂRI (740? - 820?)
a-Kara Buğra Han Kimdir?..............................................................74
b-KavûsEt-Türkî’ninİhtiddEtmesi................................................. 75
c-Kavûs’unM üslümanVâlilerleMücâdelcsi..................................76
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TÜRGEŞ KAĞANI SULU HAN VE İSLÂMİYET
1-TÜRGEŞ DEVLETİNİN KURULUŞU
2-SULU HAN’IN İSLÂMİYET’LE İLK TEMASLARI
a-Hakan’ın Cüncyd’e İslâm Dini Hakkında Muhaveresi 84
b-Câhız’ın Rivayetlerinin Genci Değerlendirilmesi ve tahlili...87
c-Konu İle İlgili Bâzı Hususların Aydınlatılması.......................... 88
ç-Türk Hakanının Cüncvd’le Buluştuğu Yer ve Zam ânı 90
3-HİŞAM B. ABDÜLMELİK’İN TURK HAKANINI İSLÂM
DİNİNE DÂVET ETMESİ
a-Hişam’ın Sefiri ve Türk Hakanı..................„..................................92
b-Yâkût’unRivayellcrininUmûmiDeğcrlendirilmcsi ......94
c-İslâm Dinine Davet Edilen Türk Hükümdarı Kimdi?...............96
ç-Hakan’ın İslâm DininiKabûllenmesincMâni01anSebcpler...97
BEŞİNCİ BÖLÜM
İLK DEVİRLERDE İHTİDÂ EDEN MAHALLÎ ARİSTOK
RATLAR
1-GAZVAN.......................................................................................103
2-BAZAM..........................................................................................103
3-DİHKANHÎNE .......................................................................... 104
4-DÎVAŞNÎÇ................................................................................ 104
5-NEM RUN........................ 106
10. GİRİŞ
Müslüman olan Türk hükümdarlarından bahsederken akla her
halde ilk gelen simâ büyük Karâhanlı hükümdarlarından Abdülke-
rim Satuk Buğra H an’dır. (901-955) A S. Buğra Han’m İslâm dini-
nikabûlveonuTürkH akanlığı’nınresm îdiniolarakilânetm esi Türk
milleti ve târihi için âdetâ bir dönüm noktası olmuştur. Artık bun
dan sonra Doğu’da İç Asya’nın yayla ve bozkırlarında esmeye baş
layan bu ilâhi fırtınanın cezbesine kapılan göçebe Türkler büyük
kitleler hâlinde Yeni Dine girmişler ve çok kısa bir zaman sonra da
İslâm dünyâsının siyâsîve askerî nizâmına hâkim olmuşlardır.
Halbuki, diğer taraftan Türkler’in Ceyhun havzasında bir harp o r
tamı içinde Müslüman Araplar ve İslâm dini ile ilk temasları İslâm’
ın ilk devirlerine kadar girmektedir (22/642). İranîler’le Tûranîler
arasında gelenekten gelen bir sınır olarak kabûl edilen Ceyhun neh
rini geçerek Türk yurtlarını fethetmeyi tasarlayan Ahnef b. Kays’-ın
hiç de beklemediği bir anda karşısına çıkan Türk Hakanı, Arap ge
neralini çok sıkışık ve zor durumlarda bırakmıştır. Aradan geçen ve
yaklaşık üç asır devâm eden bu uzun süre zarfında Türk toplumunu
ve târihini yakından ilgilendiren bir çok siyâsî ve dinî gelişmeler ol
muştur. Bunlardan en önemlisi Aşağı Türkistan’da yaşayan ve yerli
halkın büyük bir çoğunluğunu teşkil eden Türkler’in çok önemli bir
bölümü ile mahallî Türk hükümdarlarının önde gelenleri, bu ilk m er
halede Müslüman olmuşlardır.
Bütün bu inkişaflar nasıl olmuştur? Asıl cevap verilmesi gereken
soru iştebudur. Önce İslâmiyet, siyâsî fetihlerle birlikte Ceyhun neh
rini geçerek Orta Asya’nın iç kısımlarına doğru yayılmaya başlamış
tır. Ancak ilk devirlerde, bir harp ortamı içinde başta mahallî Türk
hanları olmak üzere, Türkler’in Islâm dini ile ilk temasları; bu yeni
dine karşı reaksiyonları olumlu vc olumsuz yönleri ile ayrı bir ince
leme konusudur. Fakat şu da bir gerçektir ki, Islâm hidâyet fırtınası
İç Asya’nın yüksek yaylalarında esmeye başlamadan çok daha önce
11. İslâm dini B a y k e n t, B u h â r a v e S e m e r k a n t gibi Aşağı T ü r
kistan’ın mâmur ve müreffeh şehirlerinde çok köklü bir şekilde yer
leşmiş ve Türkler’den hiç de azımsanmayacak kadar büyük bir kitle
M üslüman olmuştur. Öyle tahmin ediyoruz ki, müslüman olmanın,
Arap vâlileri tarafından çilesini ve ızdırabını çeken bu ilk Türkler
daha sonraki devirlerde İslâmiyet’in büyük Türk boyları tarafından
benim senm evekabûlündeâdetâbir maya rolünü oynayacaklardır.
İslâm dini bir taraftan Aşağı Türkistan’da meskûn Türkler arasın
da büyük bir hüsnü kabûle mazhar olurken, diğer taraftan mahallî
Türk hanları ve aristokrat tabakaya mensup bir çok kimseler tara
fından şu veyâ bu sebeple benimsenmiş ve onlar birbiri arkasından
Müslüman olmuşlardır. A.S. Buğra H an’dan çok daha önce Orta As
ya mahallî Türk hanlarından, nerede ise hemen hepsi ihıidâ ederek
yeni teşekkül eden İslâm toplumuna katılmışlar ve büyük bir uyum
içinde yaşayıp gitmişlerdir. Bunlardan Bazğis ve civârınm hüküm-
dârı Türgeşlcr’den N i z a k T a r h a n (6447-709), Toharistan Hü-
kümdârı Y a p a g u B e y (? - ?), Buhâra Hükümdârı T u ğ Ş a d
(707-739), Cürcan Hükümdârı S u 1T e k i n (650-719), Soğd ve Se-
m erkant Hükümdârı A h ş i t G u z e k (Oğuz Bek) (709-7457), Uş-
rusana Hükümdârı meşhur Kara Buğra H an’ın oğlu K â v u s
(7407-8207) ilk devirlerde Müslüman olan Türk hükümdarlar silsi
lesinin ilk akla gelen mümtaz simâlanndandır.
Büyük Türk Hakanı ve A raplar’ın despotik idâresine karşı sene
lerce çok çetin mücâdeleler veren S u 1u H a n (712-718) bile, bu
araştırmamızda ilk defâ vc çok ayrıntılı bir şekilde üzerinde durul
duğu gibi; eğer şartlar biraz müsâit, yâni Müslüman Araplar ona
biraz daha mâkûl yoldan yaklaşabilmiş olsalardı, nerede ise ihtidâ e-
decek vc gelenekten gelen G ö k T a n r ı d i n i n i bırakarak Müslüman
olacaktı. Bu takdirde A.S. Buğra Han’ın, Müslüman Türk halkının
mânevîvicdânında kurmuş olduğu mânevî taht üzerinde Sulu Han o-
turacak ve bu ilâhî kasırga Türk yurtlarında ve göçebe Türk boyları
arasında çok daha önce (yâni iki buçuk asır) esmeye başlayacaktı.
Bu arada temas etmek istediğimiz bir durum daha vardır. O da ih
tidâedcn bu mahallî Türk hükümdarları vc onların dinî hayatlarının,
H.A.R. Gibb ve J. Wellhausen gibi daha bir kısım târih otoriteleri
tarafından hâlâ münâkaşa konusu yapılmasıdır. Onlara göre mahallî
Türk hanları, daha açık bir ifâde ile Müslüman Arap vâlilerine hoş
görünmek, taç ve tahtlarını hiç olmazsa bu şekilde korumak için
12. Müslüman olmuşlar veyâ cn azından, Müslüman imiş gibi görünm e
yi tercih etmişlerdir. Halbuki, bunlar arasında A.S. Buğra Han gibi
İslâm dininin heyecânını bütün kalbi ile duyan, Müslümanlığında
son derece samimî hükümdarlar da vardır. Meselâ Sul Tekin bunlar
dan biridir. Hayâtını bir cihad ruhu içinde geçirmek istemiş ve bu hu
susla Emcvîler’e isyan bayrağını kaldıranlara katılmış, hattâ ölümü
bile göze almıştır. Yine bunlar arasında, Müslüman olmuş ve kendi
hâlinde pasif bir hayat yaşamış, belki de öyle yaşamaya mecbur o l
muş Türk hükümdarları olduğu gibi, Arap vâlilcrinin çekindikleri ve
onlara hiç bir zaman itimad etmedikleri Türk hakanları da bulun
muştur. H attâ bunların Müslüman Arap vâlilcri tarafından şu veyâ
bu sebeple boyunları dahi vurdurulmuştur. Meselâ Bazğis Hüküm-
dârı N izakTarhan bu şekilde Kuteybe b. Müslim tarafından hiyânet-
le öldürülen bedbaht bir Türk hükümdârıdır. Onun Müslümanlığı
bile Kutcybe’nin hiyânetine engel olamamıştır. Diğer taraftan Türk
hükümdarlarım daha da pasif olmaya ilen sebeplerin başında İslâm
dininin yayılmasını bir devlet politikası olarak hiç bir zaman kabul c-
dememiş olan Arap zihniyeti ve idâresi gelmekledir.
Yukarıda, ihtidâ eden Türk hanlarının İslâm dinini yaymada pek
o kadar aktif ve heyecanlı olmadıklarını söylemiştik. Bu sâdece Türk
hanları için değil, Arap vâli ve devlet adamları için de geçerli bir hü -
kümdür. Horasan’a gönderilen Arap vâlilerinin hemen hepsi, ilk
sahâbîleıdevrindcgördüğümüzgayrct-i dîniyyeden çoğu kere yoksun
oldukları gibi, Müslüman olanlara pek fazla bir iltifat ve ilgi de gös
termemişlerdir. Bunun her iki taraf için başlıca sebebi siyâsî ve sos
yal olayların baş döndürücü bir şekilde, bütün şiddetiyle devâm
etmesi, özellikle Araplar için ekonomik çıkarlarının her nedense du
ruma hâkim ve önemli bir tercih sebebi olmasıdır. Durum un daha
acı ve fakat gerçekçi yönü, Arap idarecilerin Müslüman Türk hü
kümdarlarının İslâmlığına bir türlü inanmamaları idi. Daha açık bir
ifâde ile Türk hanları Müslüman oldukları halde, Araplar onlara yi
ne eskisi gibi hâlâ “kâfir”, “ miinâftk”, “fâsık”, “Allah düşm anı” gö
zü ile bakmışlar ve onlar hakkında böyle yakışıksız sözler söyleyip
durmuşlardır. Bu olumsuz düşünceler Emcvîlcr devri boyunca aynı
minvâl üzere devâm edip gitmiştir. Ne yazık ki bu, sâdece Müslüman
olan Türk hanları için değil, İslâm dinini kabul etmiş Türk halkı için
de aynı tavır ve düşünceler hâkim olmuş, aynı ittihamlar yapılmıştır.
Fakat buna rağmen bazı Arap vâlileri, Türk hükümdar ve aristok
ratlarının yine de Müslüman olmalarını istemişlerdir. Zirâ onlara
13. göre, Müslüman olmak toplum ve idâredeaynı hak ve şahsiyete sâhip
kişiler olmaktan ziyâde, Müslüman Arap vâlisinin itaati altına gir
mek ve bir problem olmaktan çıkmaktı. Bu bakımdan Arap vâlileri
Kuteybe b. Müslim’in dışında her nedense kitle ihtidâlarını pek fazla
desteklemedikleri ve Müslüman olanlara bir çok engeller çıkardık
ları halde; bunun tam aksine, maliallîhükümdarlar ve aristokratlar a-
rasında İslâm dininin kabûlü ve yayılması için kısmen de olsa teşvik
hattâ telkinlerde bulunmuşlardır. Bu ilgi bile mahallî Türk hanları
nın, nerede ise hemen hepsinin Müslüman olmalarını sağlamıştır.
Bu arada Aşağı Türkistan’ın (İslâmî kaynaklarda M â v e r â ü n n
e h i r) Türklüğü ve Türkleştirilm e’si üzerinde bir kaç satırla da ol
sa durmamız gerekmektedir. Bize göre Aşağı Türkistan gerek coğ
rafi konumu, gerekse ahâlisi bakımından uzun târihî seyri içinde Orta
Asya’nın dâimâ h i n t e r l a n d ı (yumuşak karnı) olagelmiştir. Cey
hun nehri ise  r î kavimlcrle T u r a n î kavimler arasında gerçekten
de ananevi bir sınır olmuş ve bu özelliğini bütün ilk ve orta çağlar
boyunca sürdürmüştür.
Bu bakımdan İslâmî fetihlerden çok daha önce, bölge büyük ölçü:
de Türkleştiği gibi, büyük şehir ve kasabalarda küçümsenmeyecek
derecede yerleşik hayâta uymuş Türk varlığı teşekkül etmişti. Diğer
taraftan, m uharip unsur ise tamâmen Türkler’den oluşmakta idi.
Türk askerî aristokrasisi Araplar’Ia olan mücâdelede ve olaylara yön
vermede bütün Emevîlcr devri boyunca hâkim rol oynamış; ne İran-
lı, ne de diğer unsurlar müslüman Araplar karşısında pek fazla bir
varlık gösterememişlerdir.
Mahallî hükümdarlıklar ise tâmamen Türk asıllı hânedan âilclo
rininelindebulunuyordu. H attâ onlar bölgesâkinlcrinden çoktandır
v e r g i almaya bile başlamışlardı. Aşağı Türkistan’ın Türkleşme’sin-
de, şüphesiz O rta Asya Türk hakanlarının bölgeye doğru yönelttiği
sürekli akınlar yanı sıra, târihî “İp e k Y o l u ” nun da çok önemli te
sirleri olmuşuır. Bu bakımdan bir kısım batılı yazarların iddia ettik
leri ve Arapça kaynakların M averâünnehir’in Araplar tarafından
fethini izah sadedinde kullandıkları "et-Türk’’ve “elEtrâk” kelime
lerinin “A c e m "yerli olmayan ahâli anlamına geldiği yolundaki gö
rüşlerin târihî realitelerle hiç bir ilgisi yoktur. Bu kabil iddialar Aşağı
Türkistan’daki Türk varlığım inkâr ve Türk coğrafyasını daraltmak
gâyesinden başka bîr şey değildir.
15. 1- İLK A K IN LA R
Hz. Öm er Devrinde (634-643) liyâkatlı komutanların sevk vc ida
resinde ilerleyen müslüman Arap orduları Suriyede Bizansa karşı
tam bir başarı kazandıktan sonra İran’a yönelmişlerdir.
M eşhur Kadisiye harbinde (H.15/M.636) büyük bir bozguna uğ
rayan Sasaniler1. bundan sonra İran’ın kuzey ve güney kesimlerinde
cereyan eden harplerde Arapların karşısında hiç bir zaman tutuna
mamışlar ve asırlık Sasani devleti bir kaç zaferle tarih sahnesinden
çekilip gitmiştir. Hz. Ömer devrinin meşhur komutanlarından Ah-
nef b. Kays idaresinde ilerleyen diğer bir Arap ordusu İran’ın kuzey
kesimlerini fethetmiş ve İslâm imparatorluğunun doğudaki hudut
ları bu ilk hamlede Ceyhun nehrine kadar uzanmıştır.
Her ne kadar Halife Ömer, müslüman Arapların Ceyhun’u geç
melerini kesin olarak yasaklamışsa da2.Horasan’a gönderilen Arap
valileri için bu yasaklar hiç bir zaman bağlayıcı ve geçerli olmamış ve
onlar devamlı olarak Aşağı Türkistan’a akınlarda bulunmuşlardır.
Büyük tarihçi Bclâzuri,bu ilk akınlar vc Arapların Ceyhun’u geçmek
için nasıl bir sabırsızlık gösterdikleri hakkında çeşitli rivayetlerde
bulunmaktadır.
Klasik kaynakların bu konulardaki rivayetlerinden anlaşıldığına
göre Aşağı Türkistan’a ilk ciddi tecavüz, 24.000 kişilik bir ordu ile -
Ubcydullah b. Ziyad tarafından yapılımştır (H.54/M.673). Bunu bir
1 Ei-M esud-î,M unıc,Tah.M .M . Abdiilhamîd,M ısır 1964.III,s.320.
WcHlıauscn ,.J. İskînıın En Eski Tarihine Giriş
.çcv.F.Işıllan,İstanbul. 1960, s.62. Ç ağatay, N.jslflın Tarihi,
İstanbul 1972,s.295
2 Et-Tabcrî.TarihuTUnıcnıivcI-M ülûk.Tah.M .Ebu'l-Fazl İbrahim
,Bcyrut.l966 ,IV,s.l68.
ı*i)> l» J* jMİlj ojjf si* Mı uu
16. sene sonra Halife Osman’ın oğlu Said’in Sem erkant’a hücumu takip
etmiştir (H.55/M .674)3.
2- K U T E Y B E B. M Ü S L İM DEVRİ (705-714)
A raplar, belirli hedeflere yönelmiş, planlı bir fetih hareketi
olmaktan çok uzak bir nevi yağma ve baskın harekeli olarak ni
telendirebileceğimiz bu başarısız akınlarma Kuteybe b.Muslim ’ in
Horasan’cıvali olarak gelmesine kadar (yarım asır) devam etmişlerdir
(H.86/M. 705) . Kuteybe Horasan 'a gelince önce sarsılmış olan dev-
letotoritesini yeniden sağlamış ve ordusuna yeni bir çeki düzen ver-
diktensonra büyük bir ticaret merkezi olan Baykent ’e hücum etmiştir.
Baykent’in bütün direnmelere karşı düşmesi, denilebilir ki Kuteybe’-
ninAşağıTürkistan’da Kazandığı en büyük zaferlerden biri olmuştur
(H.88/M.706) 5. Kuteybe Baykent’i ele geçirdikten sonra bölgenin en
mamur ve en müreffeh şehirlerinden biri olan B uhara’ya yürüdü. Bü
yük kuşatma ve çok ağır kayıplardan sonra dördüncü defa ve kesin
olarak şehri fethetti . Müslüman Fatih şimdiye kadar hiç bir valiye
nasib olmamış bu parlak zaferle yetinmedi. Talakan ’a yürüdü. Bu
rayı ele geçirip halkını ezdikten sonra Keş ve N e sef e geldi M.709).
Bu arada Kuteybe, Faryap’m teslimini istedi. Bunukabûletmiyen hal
kı bu güzel şehri tamamen yakmakla cezalandırdı .
Artık sıra, Aşağı Türkistan’ın diğer önemli kültür ve ticaret m er
kezi olan Sem erkant’ın istilâsına gelmişti. Kuteybe kendisinden ön
ce yapılan bir sulh (saldırmazlık) anlaşmasını hiçe sayarak büyük bir
ordu ile Semcrkant’m üzerine yürümüş ve şehri kuşatmıştır. Yerli
halkın bütün direnmelerine karşı Kuteybe ordusunda bulunan Türk-
lerin de büyük ölçüde vardımları sayesinde Semerkant’ı teslim alma
ya muvaffak olmuştur .
3 • EI-I3elâzurî,lII,s.506,507,508.İbni .
Hayya t,Tarih ,Nccef,1967,I,s.210.
4 Et-Taberî,IV,s.424.Brockelnıan, C.İslâm Milletleri ve
Devletleri Tarihi .çev.N.Çağatay,Ankara 1964 ,I.s.75.
5 Et-Taberî,VI,s.430.İbni Mayyat “a.g.e.”I.s.303.
6 N arşahî ,VI,s.68.Arnold, T,W., The Preaching oflslam , Lahor
1965>s.216.Et-Tabcrt,VIJb.44J.B -Şuyutî,T arîhu,l-Hulcra,s.224.
7 Et-Taberî,VI,s.462. e_*_i
8 Et-Tat>erî,VI.s.472.Z.Kitnpçı.cl-Ttirk.s.70.
17. Kuteybe Semerkant’ı, bir üs yaparak Şaş (Taşkent) ve Fergane’-
yi ele geçirmek dolayısıyla Çin’in istilâsını daha kolaylaştırmak is
tiyordu. Haccac’ın gönderdiği taze kuvvetlerle ordusunu daha da
güçlendiren Arap komutanı, Hicri 95 (M.173) yılında büyük bir o r
du ile Mavere ün-Nehr (Aşağı Türkistan)ın iç kısımlarına doğru i-
lerlemeye başladı. Ordu Şaş önlerine geldiği zaman Kuteybe’ye,
kendisini koruyan ve bütün gücü ile destekleyen Haccac’ın ölüm ha
beri geldi (M.713). Zaten Haccac’ın korkusu ile Kuteybe’ye itaat e-
den Arap askerlerinin bundan sonra ona aynı derecede bağlılık
göstermeleri şüpheli idi.
Bununla beraber hilâfet merkezinde önemli değişiklikler olm uş
tu. Velid’ten sonra hilâfet makamına geçen Süleyman (M. 714)
muhaliflerinden intikam almaya başlamıştı. Yeni Halifenin kendi
sinden çok acı bir şekilde intikam alacağını bilen Kuteybe sonunda
Halifeye Fergane' de isyan elti. Fakat süratle gelişen hadiseler karşı
sında zaferden zafere koşturduğu ganimet ve servete boğduğu o r
dusunun, O ’nun yanında olacağı ve destekleyeceği yerde bilakis
Kuteybe’nin karşısına dikilmiştir. Daha sonra Vekı’b.Sûdet-Temimi
emrinde bin grub gönüllü fedai, Kuteybe’nin çadırına hücûm ederek
çok yakın akrabalarından onbir kişi ile birlikte Kuteybe’nin de başı
nı uçurmuşlardır (H.96/M.714) 9.
3- YEZİD B. MÜHELLEB VE CÜRCAN’IN FETHİ
Kuteybe ile başlayan Türk yurtlarını istilâ harekâtı, ondan sonra
Horasan’a vali olarak gönderilen diğer Arap valileri tarafından bü
tün şiddetiyle devam etmiştir.
Emevi Halifelerinden Süleyman b. Abdülmeîik devrinde H ora
san’a vali olarak Yezid b. M ühelleb gönderildi (M.717). Uzun za
mandan beri Horasan valiliği özlemini çeken ve Horasan valiliğini
elde etmek için çeşitli entrikalar çeviren Yezid nihayet bu arzusuna
nail olmuştu °.
9 • Yakûbî,Tarih,II.s.296.ct-Tabcrî,VI,S.506.İbni
Kesir,el-Bidaye,IX,s.167. ■
10 Et-Taberî,Vl,S.523.
18. H orasan’a gelen yeni vali önce Kuteybe’nin öldürülmesiyle orta
ya çıkan huzursuzlukve karışıklıkları giderdi. Asayişvesükûnu bir de
receye kadar temin ettikten sonra tasarladığı yeni fetih hareketlerine
girişti.-
O, nun hedefi ilk anda Cürcan ve Taberistan’ı ele geçirmekti. Bu
nun için de Harzem ile Cürcan arasında bulunan D ahistan Türk’-le-
rin in üzerine yürüdü. Kalabalık bir ordu ile şehri kuşattı..D ahistan
Türklerinin bu kadar büyük bir kuvvete karşı koymalarına zaten
im kânları yoktu. M ahallî hüküm dar Sul-Tekin, Araplara bazı şart
larla şehre girebileceklerini söyledi. Yezid bu şekilde şehre girdik
ten sonra şehri baştan sona yağma ettirdi. Ayrıca muharib Türk
unsurunun mukavemetini kırmak için, İbni Ccrrin rivayetine göre
14.000 Türkü de kılıçtan geçirdi n .
Dahisian ve Taberistan’ı bu şekilde cebir ve kahr ile ele geçirdik
ten sonra Yezid, Cürcan Türk’leri üzerine yürüm üştür.
Yukarıda da belirtildiği gibi o, Cürcan’a çok büyük önem veriyor
du. İbni Cerir, Yezid’in, daha yola çıkmadan önce: “Eğer kendisine
zafer müyesser olursa, Türkierden akacak kanlarla öğütülen undan ya
pılan ekmeği yiyinceye kadar oradan ayrılmayacağına ve Tilrklerin
boyunları üzerinden kılıcını kaldırmayacağına (devamlı olarak katlet
tireceğine) dair A L L A H ’a karşı ahdettiğini” bildirmektedir 12.
İşte böyle bir haleti ruhiye ila hareket eden Yezid, Cürcan’a doğ
ru yürümüş ve şehri büyük bir kuvvetle kuşatmıştır. Kuşatma yedi
aydan fazla devam etti. Hiçbir yerden en ufak bir yardım dahi alm a
dan aylardır Arap ordularına karşı şehri kahramanca müdafaa eden
Türkler için Araplara boyun eğmekten başka bir çare kalmadı. Ye
zid; bu insafsız Arap komutanı, şehre-girince şehrin bütün erkekle
rinin bir araya getirilmesini emretti. Gençlerini esir aldı. Eli silah
tutanların hepsini kılıçtan geçirdi. Geçeceği yolun sağve soluna yak
laşık 6 fersah 24 (km^ uzunluğunda bir mesafeye darağacı diktirerek
bu Türk’leri astırdı1'. Diğer taraftan şehri Araplara istedikleri gibi
yağma ettirmeyi ve kanlı planını uygulamayı da ihmal etmedi. Kay
ıl Et-Taberî,VI,$.534-537. ^uı pj.
12 Et-Tabcrî,VI.s. 451.
^ jJt» J*(*r* Ş*/ ^) 1+r* ♦r
’-kiA
13 Et-Taberi,yi.s.543.
19. naklarda Yezid’in sadece Cürcan’da öldürdüğü Türklerin sayısının
40.000 kişiden fazla olduğu kaydedilmiştir 4.
4- TÜRKLERİN ARAPLARI TÜRKİSTANDAN ÇIKARMA
MÜCADELELERİ
Yezid b. Abdülmelik devrinde Horasan’a Said b. H aris vali ola
rak gönderildi. (M. 720). Said fıtraten halim selim bir adamdı. Harp
meydanlarında çarpışmaktan ziyade, evinde oturan kadınlar gibi süs
lenmekten zevk alırdı. Bunun içindir ki, Horasanlılar o m “huâeyne”
(ev kadını) lakabını vermişlerdi. O, bu durumu ile çok ağır tenkide,
hatta hicivlere bile maruz kalmıştı . Sonunda bir sene bile geçme
den azledilerek yerineM üslim b.Saidel-Kilâbîvali olarak tayin edil
di.
Müslim de Türklerle bir çok harbler yaptı. O da kendisinden ön
ce gelen valiler gibi bu harblerin çoğunda yenildi. Hatta Türkler o-
nu Ceyhun nehri kenarında bir defasında öyle bir sıkıştırmışlardı ki,
kendisini ancak Ubeydullah 1). Zubeyr* in yardımı ile kurtara
bilmişti.
Müslim b. Said’de başarısız harblcrden sonra geri çağırılarak ye
rine Esed b. Abdullah el-Kurşi gönderildi (M. 726). Esed, Horasan
’a geldikten sonra derhal ordusunu toparladı, onlara hemen bir çeki
düzen vererek derhal H ottel üzerine yürüdü. Civarı kasıp kavurma
ya başladı.
Halkın bu olup bitenlerden acı acı yakınması ve Türk Hakanı Su
lu H an’dan yardım dilemesi üzerine Sulu Han, emrindeki kuvvetle
ri ile birlikte Hottel önlerine geldi. Esed, büyük bir tehlike ile karşı
karşıya olduğunu anlayınca selameti Horasan’a kaçmakta buldu.
Esed b. Abdullah da Şam ümerasının gözünü doldurmadığı için
azledilerek yerine Eşres b. Abdullah cl-Sülemi tayin edildi (M. 728)
16
Eşres b. Abdullah zamanında da Türk yurtlarında huzursuzluk,
isyan ve kargaşalıklar devam etti. Bir keresinde Türkler her şeyi gö
14 Et-Ta berî,VI.s.543.kdş.Kitapçı.Z..Ycnı İslâm Tarihi vc
Türkistan .İstanbul,1986,1.s.262. •“>' -îA)1 A* J*«
15 Et-Taberî,VI.S.605.Kitapçı.Z.“a.g.e.”I.s.263.
16 Kitapcı.Z.,"a.g.e.” I.s.264-265.
20. ze alarak, Arapları Türk yurtlarından çıkarmak için harekete geç
mişlerdi. Eşres, Arap hakimiyetine karşı başkaldıran ve istiklalleri i-
çin mücadele eden bu Türklerle birçok harbler yaptı. Fakat bu
harblerin çoğunda Türklere karşı mağlup olmuş've onlarla bir türlü
başa çıkamamıştı. Eşres’in hadiselere hakim olmada pek zayıf kaldı
ğını ve idari basiretsizliğini gören Halife Hişam onu azlederek yeri
ne Cüneyd b. A bdurrahm an el-M ürri’yi, Horasan’a vali olarak
gönderdi.
Cüneyd, Horasan’a geldikten sonra Türk Hakanı ve dolayısıyla
Türklerle bir çok harbler yapmıştır. Bu harblerdc kâh Hakan, Cü-
neyd’e gelip geliyor, kâh Cüneyd, Türkleri sıkıştırıyor ve hiçbir tara
fın nihâî zafere ulaşması mümkün olmuyordu 1.
5- NASR B. SEYYAR VE KUR-SUL
Türklcr’in gösterdiği bu direnmeler ve Arapları kendi öz yurt
larından çıkarmak için yaptıkları mücadeleler tâ N asr b. Seyyar el
Kinânîhin Horasan’a vali olarak gönderilmesine kadar devam etm iş
tir (738) 18.
Gerçekte Nasr b. Seyyar akıllı, dirayetli, sağlam iradeli bir adam
dı. Yapacağı şeylerin önünü sonunu daima düşünür ve iyi bir durum
muhakemesi yapmadan önce kolay kolay karar vermezdi. Zaten Ho
rasan’a vali olarak gelmeden önce Aşağı Türkistan harekâtına giri
şen Arap ordularında dirayetli bir komutan olarak görev almış ve bir
çok yararlıklar göstermişti. Bu harbler bir taraftan Nasr’ın askerî bir
komutan ve idareci olarak tecrübelerini artırırken diğer taraftan da
bulunduğu yerlerin coğrafî konumunu, diğer bir tabirle araziyi yakın
dan tanımak, bu arada Türklerin, özellikle muharip Türk unsuru ve
Türk Hakanlarının huy ve karakterlerini öğrenmek hususunda Ona
büyük bir fırsat vermiş oluyordu19.
17 Et-Taberî,VI.S.67,72,73,74.İbnü’l-Esir,V,s.l66.vd.
18 Et-Taberî,VIl,s.224.
19 Shaban,M .A.The Abbasid RevoIution,Cambiridgc
,1970.s.l27.Gibb.H.A .R.,Orta Asya A rap Fütuhatı 1
.çcv.M .Hakkı,İstanbul,1930,s.73.Zcttercteen,K.V.,Nasr,M ad,İAIX
,s.l07.
21. Arapların bu yeni valisi ilk senesini Horasanda hazırlık devresi o-
larak geçirdi. Çoktandır yıpranmış ve laçkalaşmış Arap ordusuna ön
ce bir çeki düzen verdi. Bu arada diğer Arap askerlerinin yanında
Buhara, Semerkant, Keş ve Nesef halkından toplanan ve genellikle
Türk muharib unsurlarından oluşan 20.000 kişilik bir takviye ordu
su daha kurdu20. Çünkü Nasr, Türk Yurtlarında Arap siyâsî hakimi
yetini kesin bir şekilde yerleştirmek ve uzun zamandan beri Arap
ordularını meşgul eden Türkler meselesini artık katî olarak hallet
mek istiyordu.
O, bu hazırlıklarını çok titiz bir şekilde tamamladıktan sonra bü
yük bir ordu ile İç-Asya istikametinde Taşkent’ e doğru ilerlemeye
başladı (739) 21. Nasr’ın Taşkent’e doğru ilerlediği haberi duyulun
ca, büyük Türk Ilakanı Kur-Sul derhal hazırlıklara başladı. Yakla
şık 15.000 kişiden oluşan dinamik bir ordu kurdu. Bu^ordusu ile,
Arap akmlarım önlemek ve Nasr’a karşı koymak için harekete geç
ti. Süratle Seyhun havzasına geldi.
Ömrünü harb meydanlarında geçiren ihtiyar ve tecrübeli Türk
Hakanı, Nasr ve ordusunu durdurmak için uygun bir yerde harb va
ziyeti aldı. Araplara karşı bu bir çevirme harekâtı idi. Arap askerleri,
bu kere de Türk Hakanı tarafından çok fena bir şekilde sıkıştırılmış
olduklarının çok geçmeden farkına varmışlardı.
Arapkir için sonu meçhul olan yine karanlık günler başlamıştı.
Nasr’ın durumu da vaktiyle başka bir Türk Hakanı tarafından sıkış
tırılmış olan Ahncf b. Kays’tan pek farklı değildi 22 Nasr, katî neti-
ccli bir harbe tutuşmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Fakat Nasr,
yine de askerlerini mevzilerine yerleştirdi. Onlardan hiç birinin harb
mevzilerinden ayrılmamalarını tenbih etti. M uhtemel bir Türk bas
kınını önlemek için uygun gördüğü yerlere gözcüler koymayı da ih
mal etmedi. Bu durum karşısında Nasr’a günlerin kendisine neler
getireceğini sabırsızlıkla beklemekten başka yapacağı fazla bir şey
kalmamıştı.
20 Kitapçı,Z.Orta Doğuda Türk Askeri Varlığının İlk
Zuhuru,İstanbul, 1997,s.41.el-Taberî,VII,S. 174.
,ÜJI i^)j&} J»l j*,»
21 Kitapcı.Z,Türkistanda İslâmiyet vc Türkler
,Konya, 1988,s.262-263.
22 Kitapçı,Z.,The First Challange of The Turks Against The
Arabs .Tarih Dergisi, no:XXXIl,İstanbul 1979.
22. 6- KUR-SUL’UN ÖLDÜRÜLMESİ
A raplar için son derece tehlikeli olan bu günlerde, talih bu defa
da Nasr’a yine beklemediğinden fazla bir şekilde yardım etti. Zîra
Türk Hakanı, bir gece yarısı Nasr ve Onun harb mevzilerini gözetle
mek için çıktığı bir kontrol gezisinde, büyük bir tedbirsizlik eseri, A-
rap öncü askerleri tarafından yakalanmış ve esir edilmişti.
Arab askerleri ellerine geçirdikleri biraz yaşlı, fakat üzerinde i-
pekli elbiseler bulunan bu adamı Nasr’ın huzuruna getirmişlerdir.
Nasr, gece yarısı çadırına getirilen bu ihtiyar Türk’ün ne kadar bü
yük ve önemli bir kimse olduğunun çok geçmeden farkınavardı. Bu
zat, günlerdir kendisini sıkıştıran ve pek çok korkulu günler yaşatan
büyük Türk-IIakanıKûr-SuIidi.
Kur Sul serbest bırakılması için, Nasr’a fidye olarak 1000 Türk de
vesi ile 1000 at vermeyi teklif etti. Arap Komutanı adet yerini bul
sun kabilinden yanındaki Şam ve H orasan ileri gelenleri ile
meşverette bulundu. Arkadaşları ona bu ihtiyar Türkü bırakmaları
nı söylemişlerdir. O zaman Nasr’la Kur-Sul arasında şöyle bir muha
vere cereyan etmiştir. Kaynakların bildirdiğine göre; Nasr önce Ona
yaşını sordu. Kur-Sul;
“- Kesin olarak bilmiyorum!” dedi. O zaman Nasr,
“-Araplarla kaç defa harbe tutuştun?” diye sordu. Kur-Sul,
“- Yetmiş iki." Nasr tekrar sordu,
Meşhur Susuzluk Harblerinde de bulundun m u?”Türk Hakanı;
- Evet Susuzluk harbinde de bulundum" dedi. Bu cevabı aldıktan
sonra Nasr, ne düşündüğünü açıkça ortaya koymuş ve:
Sen böyle çetin gözlemlerini söyledikten sonra eğer bana güneşin
üzerine doğub battığı her şeyi (kurtuluş, fidyesi olarak, versen yine seni
elimden çıkarmam” demiş ve kesin emrini vermiştir. Bu emre göre,
Kur-Sul öldürülecek ve cesedi oradan geçen nehrin kenarına belki
de Türklerin daha rahat görebilecekleri bir yere asılacaktı23.
Böylece, ömrünü harb meydanlarında geçiren, küçük büyük yet
miş iki harbe giren ve Araplarla Türkler arasında cereyan eden harb-
23 pt-Tabcrî,VII,S.174.
•ii-uli. ^ / cJiı u l» y*
23. Icrin hemen hepsine iştirak eden bu Türk Hakanı garib bir ta
lihsizlik, belki bir tedbirsiziik.escri olarak kendisini tam ölümün ku
cağında bulmuştu.
Nasr’ın Türgeş Hakanı Kur-SuPu öldürmesi ve Türkleri bir daha
toparlanlamak üzere dağıtmak suretiyle kazandığı bu zaferden son
ra Arap siyâsî hakimiyeti Aşağı Türkistanda katî ve nihâî bir surette
yerleşmiştir (H.121/M.738). Böylece doğuda Türk yurtlarında girişi
len baş döndürücü mücadele ve fetih hareketleri sayesinde Prof. P.K.
Hitti’nin de işaret ettiği gibi:
Peygamber sancağı Farsça konuşulan kavimlerleTürkçe konuşu
lan kavimler arasında geleneksel bir sınır olarak kabul edilen Cey
hun N ehrinin çok daha ötelerine götürülmüş, Buhara, Semerkant
ve Taşkent gibi Orta Çağlar’ın meşhur ticaret şehirleri müslümanla-
rm eline geçmiş ve neticede Orta-Asya’da İslâmiyetin üstünlüğü çok
kuvvetli bir şekilde yerleşmiştir24.
Yukarıdan buraya kadar olan açıklamalarımızda OrtaAsya Arap
fetihlerini özetlemeye çalıştık. Ne ilginçtir ki, Türk yurtlarında bir
kan ve ateş kasırgası halinde senelerce devam eden bu çetin müca
dele ve boğuşmalar sırasında, diğer taraftan İslâmiyet lehine çok ha
yırlı gelişmeler olmuştur. Bu cümleden olmak üzere mahallî Türk
hükümdarlarının bir çoğu ve onların yakın çevreleri müslüman ol
muşlardır. Ayrıca İslâm Dini bölge sakinleri ve Türkler arasında çok
süratli bir şekilde yayılmaya başlamış ve müslüman toplum yine bu
zaman zarfında güçlü bir varlık haline gelmiştir. Bu aynı zamanda İs
lâmiyetin şüphesiz Hıristiyanlık, Zerdiiştlük ve Budizm gibirakîb
dinlere karşı da kazandığı köklü bir zafer idi.
Durum sadece bundan ibaret de değildir. Bu gelişmelerin bir de
vamı olarak Türk Yurtlarında aristokrat tabakaya mensup bir çok
kimseler de müslüman olmuşlardır. İşte bundan sonraki bölüm ler
de İslâmiyetin lehine olan bu pek hayırlı gelişmeler üzerinde duru
lacak ve ilk müslüman olan mahallî Türk Hanları ve onların dinî
hayatları hakkında ilk defa olmak üzere geniş bilgiler verilecektir.
Yine bu cümleden olmak üzere, araştırmamızda aristokrat tabaka
dan müslüman olanlar üzerinde de ayrıca durulacaktır.
24 Hitti,P.K.,The Arabs,Chicago,1962,s.80.
26. 1- NİZAK TARIIAN; BAZĞİS VE CİVARI HÜKÜMDÂRI
(26/644?-91/709)
a- Nizak T arhan’ın İlk Yılları: Emevîler devrinde Aşağı Türkis
tan’da Müslüman olan ilk Türk hükümdar ve aristokratlarından
bahsederken, her şeyden önce üzerinde durmamız gereken şahsiyet
lerden biri şüphesiz N i z a k T a r h a n ’ dır. Müslüman olan Türk
hükümdarlar silsilesinin ilk halkasını teşkil etmektedir. İslâmî fetih
ler sırasında (VIII. asrın başı) Bazğiste kartal yuvasını andıran bir üs
kurm uşveçokgenişbirm ıntıkayıdanüfûzualtınaalm ıştı. Bazğis m er
kez olmak üzere Merv ve Ilerat arasında kalan, Toharistan da
dâhil olmak üzere bir çok bölgeler onun nüfuz sınırları içinde kalı
yordu.
Bu devirde yetişmiş ve olayların gelişmesini yönlendirmiş diğer
bir kısım Türk aristokratları gibi, Nizak Tarhan’ın da çocukluğu ilk#
gençlik yılları ve müessir bir şahsiyet oluncaya kadar geçirdiği m er
haleler hakkında pek fazla bir bilgimiz yoktur. Fakat büyük G ö k t
ü r k imparatorluğunu oluşturan ve sonraları batıya doğg^ çekilen
Türk boylarından biri Türgcşler’den olduğu bir gerçektir . Taber-
î’nin çok önemli rivâyetlerinden, onun, Toharistan’ın yine Türk asıl
lı diğer bir hükümdârı Karluklar’dan Şgbağu Yeh ( *i&r ) Y a
p a g u B e y (Yabgu)’in kölesi olduğu . yâni onun maiyyetinde ye
tiştiği anlaşılmaktadır.
Onun ismini bir kurtarıcı, kendinden yardım istenecek kadar
önemli bir kimse olduğunu ilk defâ Sasanî hâncdânının bedbaht
hükümdârı III. Yezdücerd’in başına gelen felâketler dolayısıyla duy
maktayız. Tabcrî’nin daha ayrıntılı olarak naklettiğine göre, Yczdü-
ccrd, Nihâvend bozgunundan sonra (642) sığınacak bir yer bulmak
için en sonunda Merv’e geldiğinde Nizak Tarhan’dan gelişen Arap
tehlikesine karşı ittifak ve muhaliflerini (kardeşi Ferruhzad vb.) ber
taraf etmek için yardımda bulunmasını istedi. Bunun üzerine ordu
su ile birlikte Merv’e gelen Nizak Tarhan, Yczdücerd tarafından
( H a l e s d a n Y
29 İl>n A'sam cl-Kufi.K.el-Fütuh,Topkapı,
no,2956,II,133b.l3<>..Türgeşler Hakkında daha geniş bilgi için
bk.Kafesoğlu,İ.,Türk Millî Kültürü Ankara 1937.s.120-125.Tq-
gan,Z.V.,Türkistan ve Yakın Târihi, İstanbul 1947.I.S.53-54.Ö-
gel, B.,Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Ankara 1971^.65-67
.Sümer.F.,Oğuzlar,Ankara 1971,s.ll. -F ü ü .— vj^,,
30 Et-Taberî)Târîhu’l-UnıaınlTah.M.F.. İbrahim, Beyrut
1967, VI, s. 44. _
27. jijuJb»- denilen bir mevkide coşkun bir sevgi ve tczâhüratla kar
şılanmıştır (31/651)31. Fakat daha sonraları bu münâsebetler süratle
kötüye doğru gitmiş, o kadar ki Nizak Tarhan’la Yezdücerd arasın
da silâhlı bir arbede bile çıkmıştır.
b- N izakTarhan’ın İlk Mücâdeleleri ve M üslüm an Oluşu: Nizak
Tarhan’ın Müslüman Arap vâlileri ile ilk ciddî temasları elimizdeki
bilgilere göre Hicrî 51/671 yılında Horasana vali olarak gönderilen
Rabi’b. Ziyad clHarisi ile başlamıştır. Rabi’Horasan’a gelince Belh-
’i barış yolu ile ele geçirmiş, zorla Kuhistan’a girmiş ve o civarda
kendisine mukâvemet eden bütün Türkler’i de öldürmüştür. Bu
Türkler’den sâdece Nizak Tarhan’la baş edememişti32. Fakat Ona
en büyük darbe çok daha sonra, Haccac b. Yusuf tarafından H ora
san’a vâli olarak gönderilen Yezid b. El-Miihelleb (701-704) tarafın
dan vurulacaktır.
Yezid, Horasan’a vâli olarak geldikten sonra, diğer bir çok Arap
vâlilerinde görüldüğü gibi civârın mâmur ve zengin şehirlerine bas
kınlar düzenlemek ve dolayısıyla büyük ganimetler elde etmek hır
sında idi. O sıralarda Nizak Tarhan’m daha ziyâde bir üs olarak
kullandığı Bazğis, zenginliği ile ün salmıştır. Zirâ, Nizak Tarhan bü
tün servet vc zenginliğini bir kartal yuvasını andıran bu kalede sak
lıyordu33. M ühellep her ne kadar şecaati ile meşhur bir Arap vâlisi
idiyse de O, Nizak’la açık bir harbe tutuşmayı göze alamamıştır. An -
cak, onun peşine bir takım gözcüler koyarak Bazğis kalesinden ne
zaman ayrıldığını bildirmelerini istemiştir. Nizak’ın bir ara Bazğis’-
ten ayrıldığını haber alan Mühellep, oraya derhâl bir baskın düzen
lemiş, geçitleri tutarak şehri kuşatmış ve Nizak’ın yıllardır yığdığı
servet ve zenginliklerinin hepsini ele geçirmiştir. Türk hükümdârı
döndüğünde artık yapacağı pek fazla bir şey kalmamıştı. O kadar ki,
şehre yaklaşması bile mümkün değildi. M ühellep bununla da yetin
medi, çok gâfil avladığı bu Türgeş asıllı hükümdar ile ağır bir anlaş
ma yapmış, ancak elh ve iyâllni buradan alarak çekilip gitmesine
müsaade etmiştir. Kaab b. Maden ElAşkarî, bu hiyânetle ilgili olarak
bir şiirinde şöyle demektedir:
31 ibnü’i-E s irK l-K â m il Beyrut 1965,III,s,121:krş.Et-Ta-
berı,V,s.297.
32 Et-Tabcrî,V,s. 286.
33 et-Tabeıt,VI,s.386:İbnüM-Esîr,IV,s.496.
28. ^ 15”'yŞ
n^u^ı ju ii u î *J>*
“Nizak, Bazğis'ten sürülmüştür. Heyhat! O Nizak ki hükümdarların
efe geçirmeleri çok zor biryerde idi34.
Bu beklenmedik kötü olaylardan sonra Nizak Tarhan’ı Soğd Hü-
kümdârı T a r h u n ’ u n yanında görmekteyiz. Şöyle ki Tabcrî Hicrî
85/704 yılı olayları arasında âsî veTürk büyüklerine sığınmak için cm
rindeki bir kısım askerleri ile birlikte, bir şehirden diğer bir şehire
göç eden M usa b. Abdullah b. Ilazim ’in mâcerâlarından uzun uza
dıya bahsetmekledir. Musa b. Hazim, Soğd Hükümdârı Tarhun’a sı
ğınmış ve büyük ikramlar görmüştür. Fakat daha sonra araları bu
hükümdarlarla da bozulmuş ve onunla çetin mücâdeleleri olmuştur.
İşte Tarhun’a karşı kıyâm eden bu âsî Arap vâlisinin tedibinde Nizak
Tarhan da yer almış ve büyük yararlıkları dokunmuştur. 35.
Fakat sonraları Nizak Tarhan’ın değişen ve gelişen bir kısım olayj
ların yardımı ile eski karargâhı olan Bazğis’c tekrar döndüğü anla
şılmaktadır. Fakat bu sıralarda Nizak’ın dinî hayâtını ilgilendiren
beklenmedik gelişmeler olmuştur. O, Müslüman Arap vâlilcri ile o-
lan bu değişik ve sürekli temasları sonucu töreyi terk ederek İslâm
dinine girmiştir. Nizak Tarhan’ın İslâm dinine ne zaman ve kimlerin
delâleti ile girdiği hakkında henüz fazla bir bilgi yoktur. Ancak Ku-
ıcybe b. Müslim’in Horasan vâliliğinden çok daha önce Müslüman
olduğu birgcrçeklir. İbni A’sam El-Kûfî, hcnüzncşrcdilmcmişyazma
eserinde onun hakkında açıkça şu beyanda bulunmakladır:
Jj Jp ji- Şj jlfj iijJ*
ı'ijji 'j i j i illi eS"' 55') JP *.
“Nizak Et-Türgaşî, Türk asıllı idi. Üstelik bâzı Horasan valilerinin
telkini He Müslüman da olmuştu. Bununla beraber O (kimsenin baş e-
demeyeceği kadar da) beledi kendisinden çekinilen bir kimse idi3< ”.
Öyle tahmin ediyoruz ki; o belki de devrin gözü pek adamların
dan biri olması yanı sıra Türk büyükleri ile fevkalâde iyi münâse-
34 El-Tabcrî, VI, s. 387.
35 El-Tabcrî, VI, s. 398 vd.
36 İbni A'sam. II, 133b. J 1 ^
29. T ' ----- ------------
betleri, hattâ bir Türk hanımı ile evli bulunan Osman b. M esud Et-
T am întı. veyâ Yezid b. M ühelleb vâsıtasıyla Müslüman olmuştur.
Zirâ Yezid b. Mühelleb zamâmnda H.82/M.704 Müslüman olan A-
şağı Türkistan aristokratları ve prensleri arasında ilerideki sayfalar
da üzerinde daha geniş olarak durulacağı gibi Gazvan da vardır38..
Fakat onun Osman b. Mesud vâsıtasıyla Müslüman olduğu akla bi
raz daha uygun gelmektedir. Zirâ Tarhun’la çok iyi münâsebetleri o-
lan O sm an’ın onun maiyyetinde bir kom utan olarak bulunan
Nizak’la da çok iyi münâsebetler içinde olması gerekmektedir. Bun
dan başka Nizak’ın kardeşi, kendi oğluna Osman adını koymuştur.
Buşüphesiz,genişTarhunâilesininEt-Temîmî’yekarşı duydukları sa
mimiyetin bir ifâdesi olarak kabul edilmelidir(x).. Mâmâfih Nizak
Tarhan Müslüman olmuş ve kendisine mütevazi “A 11 a h ’ ı n k u l
u ” anlamına gelen Abdullah” adını almıştır39. Onun her ne kadar
İslâmî adı Abdullah ise de ömrünün sonuna kadar Nizak Tarhan o-
larak kalmış vc öylece vefât etmiştir. Kaynaklarda her nedense O-
nun İslâmî olan bu ikinci adından pek fazla bahscdilmemektedir.
Bu mealdeki rivâyetlerden, İslâm dininin bu geniş Türk hüküm
dar ailesi nezdinde takdir edilecek seviyede bir hüsnü kabûlc mazhar
olduğu anlaşılmaktadır. Nizak Tarhan’ın Müslüman olmasıyla bir
likte aristokrat tabakadan daha bir çok Türk’ de Müslüman olm uş
tur. Bunlar arasında, kaynaklardan tesbit edebildiğimiz kadarı ile
Nizak Tarhan’ın oğlu S a l i h , Nizak’ın önemli yardımcılarından bi
ri olan k a r d e ş i vc onun O s m a n veyâ Şakran, Sul gibi çlaha bir
nice kimseler vardır. Salih b. Nizak’a gelince, önümüzdeki sayfalar
da üzerinde biraz daha geniş bir şekilde durulacağı gibi Emevîlcr
devrinde yükselmiş, Araplar’ın hizmetine girmiş Türk asıllı devlet a-
damlarının öncüleri arasındadır.
Fakat bu arada bir gerçeği dile getirmemiz de yararlı olacaktır.
x- Osman b. Mesud, Arap komutanı. Taberî Hicrî 85/704yılı olay
larında onun Tirmiz kuşatmasından geniş bir şekilde bahsetmek
tedir (VI. s. 409 vd.). Daha sonra Kutcybe b. Müslim’in vâliliği
■sırasında Nizakla birlikte boynu vurdurulmuş vc kafası El-Haccac’a
gönderilmiştir
37 İbni A’sam, II,134a.
38 Et-Tabcrî,V I,s. 351.
39 İbniA’sam,II134a:EI-Yâkûbî,Târih Beyrut 1960 ,II,s.286.
30. Şöyle ki, Nizak Tarhan hiç bir zaman aktif ve heyecanlı bir M üslü
man olamamıştır. Bunun sebebi de baş döndürücü siyâsî olayların
devâm etmesi yanı sıra, başta Arap vâlileri, devlet adamlarının da bu
dînî heyecandan çok yoksun olmaları, hattâ Müslüman olanlara pek
fazla iltifat bile etmemeleri idi40, Araştırmamıza bu ve diğer konu
larda çok geniş bilgiler verilmiştir.. İşin daha acı ve fakat gerçek yönü,
Arap idârecileri, Nizak Tarhan’a Müslüman olmasına ve Abdullah
adını almasına rağmen yine eskisi gibi hâlâ “k â f i r” ve “mut n â f ı
k ” gözü ile bakmaya devâm etmetmeleri idi41.
c-Nizak Tarhan ve Kuteybe b. Müslim: Nizak’ın daha sonra Baz
ğis ve havâlisinde eski otorite ve hâkimiyetini tesis ettiğini söyle
miştik. Bu devirde onun Müslüman idârecilerle temaslarının iyi
çlduğunu iddia etmemize imkân yoktur. Müslüman olmasının hattâ
İslâm dininin bu âile arasında yayılması, Arap valilerle olan sosyal
münâsebetlerin gelişme ve değişmesinde pek fazla bir tesiri olm a
mıştır. Nizak Arap vâlilerine karşı icâbında bir pazarlık konusu
yapabilmek için olsa gerek, Müslüman A raplar’dan hiç de küçüm
senmeyecek kadar esirler almıştı. Çevresindeki küçükbeyliklcronun
nüfuz ve hükmü altında idi. Bunlar arasında Toharistan’ın Türk a-
sıllı biraz zayıf irâdeli hükümdârı Y a p a g u B c y d e vardı. Böylecc
onun otoritesinin sınırları içine Toharistan da dâhil olmuştu. İşle bu
sıralarda, daha önceleri Horasan’a vâli olarak gönderilen Arap ge
nerallerinin Türkler’e karşı pek fazla bir başarı elde edemediklerini
gören Ilaccac b. Yusuf, Kuteybe b. Müslim’i büyük yetkilerle bütün
Orta Asya’yı fethetmek üzere bu bölgeye vâli olarak göndermiştir
(86/705) .
Kuteybe, Horasan’a geldikten sonra, Nizak Tarhan’ın ne kadar
güçlü ve kuvvetli bir kimse olduğunu anlamakta fazla gecikmedi. N i
tekim bu hususlara temas eden İbni A’sam şöyle demektedir; “Ku
teybe bütün Horasan i istilâ etti. Herkes onun emirlerine uymak ve itaat
etmek üzere baş eğdi. Fakat Horasan ’da kendisinden çekinilen iki (bel-
âü) adamdan başka kimseyoktu. Bunlardan birisi N i z a k E l - T ü rg
aşî, diğeri ise O s m a nb. M e s u d E t - T e m i m i idi. Hele Kuteybe bu
iki kimseden çok korkmakta ve çekinmekte idi43.
40 Kitapcı.Z.,Orta Asya Arap Fetihlerinin Sosyalve Dinî K arakter
leri ,T ü/k Dünyası Araştırmaları no:33,Aralık 1984,İstan
bul,s.141-169
41 İbni A’sam,II.138b. >*> j- tı .< «jt
42 Et-Tabcrî,Vl,s.424.
43 İbni A’sam, II, 138b
31. Kuteybe, büyük Arap komutanı her şeyden evvel bu Nizak T ar
han meselesini halletmek isfedi. Bunun için de önce çok ağır tehdit
lerle dolu bir mektup yazdı. Sonra da*bu mektubu, tatlı dilli ve çok
riyâkâr bir adam olan Süleym En-Nasıh ile Nizak’a gönderdi. Kutey-
bebu mektubunda her ne pahasına olursa olsun,NizakTarhan’ıhuzû -
runa çağırıyordu: “Yoksa ya zafer, ya da ölünceye kadar nerede
olursa olsun onun peşini bırakmayacağına dâir Alluh’a yemin et
mişti44. Onun bu tehdidi boşa gitmedi ve Süleym, Nizak’ı o mâlûm
tatlı dili ile kandırarak Kuteybe’nin huzûruna getirmeye muvaffak o l-
du. Böylece onunla yeni bir anlaşma yapıldı. Buna göre Nizak elin
de tuttuğu bütün Müslüman Arapları serbest bırakacaktı. Buna
karşılık Kuteybe de Bazğis’i istilâ etmekten vaz geçecekti (87/705).
Kuteybe insan ve komutan olarak Müslüman Türk Hükümdârı
Nizak’ı yakından tanımış ve beğenmişti. Zeki diplomat bir adım da
ha ileri atarak Nizak’ı maiyyetine aldı. Kuteybe onu bir taraftan tec-
rid ve kontrol altına alırken, diğer taraftan da Aşağı Türkistan’ın
fethinde vc planladığı diğer harplerde Araplar’ın( w ) Ebe’l-
Heyyâc harb ve darb görmüş kişi lakabını taktıkları45, bu dirâyetli
Türk generalinin bilgi vc tecrübesinden geniş ölçüde yararlanacak
tı. Böylcce Nizak Tarhan, maiyyetinde bulunan Türk askerleri ile
birlikte Arap ordularında çarpışan ilk Türk generali oluyordu46.
Daha sonra gelişen olaylar, Kuteybe’nin böyle davranmakla ne
kadar isâbetli hareket ettiğini ortaya koymuştur. Bundan sonra cc-
reyân eden bütün harplerde artık Nizak Tarhan, Kuteybe’nin yanın
da bir nevî sağ kolu olmuş vc ona büyük yararlıkları dokunmuştur.
Meselâ Kuteybe Buhâra’nın fethini kolaylaştırmak için önceNimşe-
kes ve Ramısen’e hücum etti. Geri dönerken c>nun birlikleri yolda
( Kör Muğnan Et-Türkî ) ), Kara M uhana adında
ki bir Türk generalinin tuzağına düşmüşlerdir. Nizak bu olaylarda
çok yaman kahramanlıklar göstermiş âdetâ Müslüman Araplar’ın
Türkler tarafından imhâ edilmelerini önlemiştir (88/706)47. Nitekim
Nizak Tarhan, B a y k e n t v e B u h â r a ’ nın fethinde Kuteybe’nin
yanında yer almış ve ona bu müreffeh şehrin ele geçirilmesinde bü
yük yardımları dokunmuştur.
44 Et-Tabcrî,VI,s.429:İbnü'l-Esîr,IV,s.257”.
45 Et-Taberî,VI,s.429-457.
46 Daha geniş bilgi için bk. Kitapçı, z., “Arap Ordularında
Çarpışan ilk Türkler , Dıyânet Dergisi, xil, nr.3, M ayıs-
Ilazıran, Ankara 1973. Araştırma üç bölüm olmak üzere söz ko
nusu derginin m üteakib sayılarında da yayınlanmıştır.
47 Et-Taberî,VI.s.437.
32. karşı, gclccck ilk baharda harekete geçeceklerdi. Nizak bu arada
kendinden emin olmak için Toharisian Hükümdârı Yapagıı Bey’i,
bâzı kargaşalıklar çıkarmasından korktuğu için gözaltına almış ve el
lerine altın bir kelepçe vurdurmuştu . Bu arada Kuteybe’nin vâlisi-
ni de oradan koğup çıkarmayı ihmâl etmedi.
Kuteybe’ye gelince, O bunların derlenip toparlanmasına fırsat
vermeden üzerlerine yürüdü. Baş kaldıran hükümdarların kimisi
kaçtı, kalanların da Kuteybe boynunu vurdurdu. Nizak bu umûmî kı
yam hareketinde yine yalnız kalmıştı. Sıkı bir takibe uğrayan Nizak
dağlık bir yer olan K ü r z ’ e gelmiş ve bütün yolları da tutmuştu.
Aradan aylar geçtiği ve muhasara uzadığı halde Kuteybe, ona bir şey
yapamıyordu. Sonunda Kuteybeyine mâlûm taktiği (diplomasiyi) uy
guladı. Daha önce zikredilen Süleym En-Nasıh’ı yanına çağırarak
Nizak’t her ne pahasına olursa olsun kandırmasını ve yanına getir
mesini emretti. Süleym yukarıda işaret edildiği gibi, tatlı dilli ve sö
züne aslâ güvenilmeyen riyûkârın biri idi. Nizak’a yaklaşmaya ve onu
kandırmaya muvaffak olmuştur. Ona:
"Ya E be'!Heyyac (Ey umur görmüş kişi) dedi. Sana nasihat etmek
ten başka bir gayem yok. Artık çok çalıştınız veyoruldunuz. Kuteybe’ye
geri dönünüz. Öyleyaptığınız takdirde o sizden utanacak ve sizi a f ede
cektir. Size kesinlikle onun namına (eman) dokunulmazlık veriyo
rum50.
Haddi zâtında Nizak doğruyu gören ve düşünen, fakat çabuk ina
nan ve kanan bir insandı. Bu meselede de böyle oldu. Kuteybe ve O ’-
nun karakterini çok iyi bildiği halde yine yanılmış ve Kuteybe’nin
tuzağına düşmüştü. Zîra bu konuşmaların sonunda Süleym,başta Ni
zak olmak üzere ileri gelen Türk aristokratlarından Y a p a g u B e
y, onun vekili S u 1T a r h a n, emniyet görevlisi H ı n ı s T a r h a n ,
ve Nizak’ın kardeşinin oğlu O s m a n (Ş a k r a n) da dâhil olmak ü-
zere Türk aristokratlarından oluşan büyük bir kalabalığı Kuteybe’
nin huzuruna gclirmcyemuvaffakoldu.
d- Nizak Turhan’ın Öldürülmesi ve Yankıları: Kuteybe, Sülcym-
’in bu başarıs'ına çoksevinmişti. Nizak’ı derhâl huzuruna aldı. A rala
rında ileri geri konuşmalar oldu. Nizak e m a n (dokunulmazlığı)
hakkında Süleym’in kendisine verdiği kesin sözü hatırlattı. O zaman
Kuteybe İbni A’sam’ın kaydettiğine göre:
49 Et-Tabcrî.VI,s.445. «j* o' i»U , xi>«xl> a# «M i
50 El-Tabcrî. VI. s. 459-457 '
33. karşı, gclccck ilk baharda harekete geçeceklerdi. Nizak bu arada
kendinden emin olmak için Toharisian Hükümdârı Yapagıı Bey’i,
bâzı kargaşalıklarçıkarmasından korktuğu için gözaltına almış ve el
lerine altın bir kelepçe vurdurmuştu . Bu arada Kuteybe’nin vâlisi-
ni de oradan koğup çıkarmayı ihmâl etmedi.
Kuteybe’ye gelince, O bunların derlenip toparlanmasına fırsat
vermeden üzerlerine yürüdü. Baş kaldıran hükümdarların kimisi
kaçtı, kalanların da Kuteybe boynunu vurdurdu. Nizak bu umûmî kı
yam hareketinde yine yalnız kalmıştı. Sıkı bir tâkibe uğrayan Nizak
dağlık bir yer olan K ü r z ’ e gelmiş ve bütün yolları da tutmuştu.
Aradan aylar geçtiği ve muhasara uzadığı halde Kuteybe, ona bir şey
yapamıyordu. Sonunda Kuteybeyine mâlûm taktiği (diplomasiyi) uy
guladı. Daha önce zikredilen Süleym En-Nasıh’ı yanına çağırarak
Nizak’ı her ne pahasına olursa olsun kandırmasını ve yanına getir
mesini emretti. Süleym yukarıda işâret edildiği gibi, tatlı dilli ve sö
züne aslâ güvenilmeyen riyâkârın biri idi. Nizak’a yaklaşmaya ve onu
kandırmaya muvaffak olmuştur. Ona:
"Ya E be'/ Heyyac (Ey umur görmüş kişi) dedi. Sana nasihat etm ek
ten başka bir gayem yok. Artık çok çalıştınız veyoruldunuz. Kuteybe’ye
geri dönünüz. Oyleyaptığınız takdirde o sizden utanacak ve sizi a f ede
cektir. Size kesinlikle onun namına (eman) dokunulmazlık veriyo
rum50.
Haddi zâtında Nizak doğruyu gören ve düşünen, fakat çabuk ina
nan ve kanan bir insandı. Bu meselede de böyle oldu. Kuteybe ve O ’-
nun karakterini çok iyi bildiği halde yine yanılmış ve Kuteybe’nin
tuzağına düşmüştü. Zîra bu konuşmaların sonunda Süleym,başta Ni
zak olmak üzere ileri gelen Türk aristokratlarından Y a p a g u B e
y, onun vekili S u 1T a r h a n, emniyet görevlisi H ı n ı s T a r h a n ,
ve Nizak’ın kardeşinin oğlu O s m a n (Ş a k r a n) da dâhil olmak ü-
zere Türk aristokratlarından oluşan büyük bir kalabalığı Kuteybe’
nin huzuruna gclirmcyemuvaffakoldu.
d- Nizak Turhan’ın Öldürülmesi ve Yankıları: Kuteybe, Sülcym-
’in bu başarıs'ına çoksevinmişti. Nizak’ı derhâl huzuruna aldı. A rala
rında ileri geri konuşmalar oldu. Nizak e m a n (dokunulmazlığı)
hakkında Süleym’in kendisine verdiği kesin sözü hatırlattı. O zaman
Kuteybe İbni A’sam’ın kaydettiğine göre:
49 lit-Tabcrî.VI,s.445. .«j* j 1 i»U , xi>«xl> ıtp
50 El-Taberî. VI. s. 456-457'
34. “Ey A llah’ın düşmanı senin gibilere e m a n ne gerek... İslâm dinin
den defâlarca döndün, durdun’’demiştir . Sonra yanındakilere dö
nerek sordu. Zâten hepsi ona “kâfir”, “fâ sık”, “mürted” ve “hâin”
deyip duruyorlardı. Nizak on milyon dirhem gibi çok büyük bir kur
tuluş fidyesi teklifeui isedebukabûledilm edi52. Büyük İslâm târih-
çisiTaberî’nin bildirdiğine göre Kuteybe:
ı o ..c—IaJ öz ) ^ j <
“Allah ’a yemin ederim ki ölmeden önce üç kelimeden başka diyece
ğim bir şey kalmamış olsaydı (Nizak için), onu öldürünüz! onu öldürü
nüz! onu öldürünüz! derdim”diyerek, kirli oyununa bir yenisini daha
ilâve etm iş ve N izak T a rh a n ’ın ö ldürülm esini em retm iştir
(91/709) . Neticede bu Müslüman Türk hükümdarları, yakınları ve
kardeşinin iki oğlu da dâhil, bir kısmı Müslüman olmak üzere 700
Türk’ün Kuteybe tarafından boyunları vurdurulmuş ve Nizak’ın kel
lesi ise Haccac’a gönderilmiştir.
Nizak ve çevresindeki değerli bir çok Türkün Müslümanlığı hiç
bir mânâ ifâde etmemiştir. Siyâsî ihtiraslar yine dinî duygulara gâlip
gelmiş ve yeni yeni filizlenmeye başlayan Müslüman Türk varlığına
böylccc ilk darbe vurulmuştur. Kuteybe’nin Müslüman Türkaristok-
ratlarına yaptığı bu ihaneti hoş görmeyen Araplar da vardı. Bunlar
dan özellikle Türklcr’c karşı sevgi vc sempatisi ile dikkati çeken S a
b i t K u t n a bu konuda yazdığı uzun bir şiirinde Kuteybe’nin ih-
ânetini takbih ederek şöyle demiştir:
ncJjj f'aiŞ/ı aj cAş jJ/ü'
“Zannetme ki hiyânet sağlam bir adımdır; bir deffunsan, hiyânetle
yükselse bile çoğu zaman o insanı alçak ve zelil eder .
Ancak Toharistan hükümdârı Yapagu Han’a bir şey yapılmadı.
Kuteybe ona bilâkis iltifat ve ihsanlarda bulundu. Bu büyük zaferi
nin gösterişli bir ifâdesi olarak onu, Emevî halifelerinden Velîdb.Ab-
dülmelik’e takdim edilmek üzere Şama gönderdi.
Bu dokunulmayanlar arasında Nizak Tarhan’ın oğlu S a 1i h de
51 İbnîA'sam ,II,s.l38b.
52 İbnîA ’sanı, II,s. 138b.
53 El-Tabcrî, VI, s. 458.
54 Et-Taberî, VI, s. 459 ",
35. vardı. Salih’in başta Nizak Tarhan olmak üzere üst seviyedeki Türk
aristokratlarına karşı Kuteybe’nin giriştiği bu katliam hareketinde,
nisbeten küçük olduğu anlaşılmaktadır. Sonraları o, Araplar’dan A
m r. b. A s ’ ın kölesi olmuştur. Bu şekilde Arap toplumuna katılan
Salih daha sonraları üstün kâbiliyeti ile dikkati çekmiş ve devlet iş
lerinde önemli görevlere getirilmiştir. H attâ Emevîler’in son H ora
san Vâlisi N asr b. Seyyar zamânında, Nizak Tarhan’ın geride kalan,
belki de kaynaklara geçen tek oğlu S a 1i h b. N i z a k, Şaş bu gün
kü adıyla Taşkent’e vâli olarak tâyin edilmiştir . (121/738)
2-YAPAGU (YABGU) BEY; TOHARİSTAN HÜKÜMDARI
(? -? )
a- T o h a r is ta n ’ın C o ğ ra fi M evkii: E m cv îler devrinde
M üslümanolan mahallî Türk Hanları arasında Toharistan’ın Türk a-
sıllı Hüküm dârı Cabağu Yeh, Yapagu Bey’i (Yabgu) (x )de zikretme
miz gerekmektedir. Toharistan’dan, geniş mânâda ve İslâmî fetihler
sırasında Ceyhun nehrinin iki kıyısında ve iktisâden B e 1h ’ e bağlı,
çok geniş olan coğrafî bölgeler kastedilmekte ise de56, büyük İslâm
coğrafyacısı Yâkııtpnun Ceyhun nehrinin yukarı mecrâsınm, sağ ve
solunda bulunan dağlık ülkeleri de içine aldığını zikretmektedir57.
Çinliler bu bölgeye Tou-ho-lo adını vermişlerdir. Milâdî VII. asırda
bura ahâlisinin büyük bir kısmı E f t a 1i 1 1e r denVkkoyunlu Tür-
kler’den oluşuyordu. Hanları Che-IIou yâni Yapagu ünvânıyla yâde-
dilmekte ve Arap fetihleri sırasında Köktürk Hakanlığı’na bağlı
bulunmakta idi58
x- YAPAGU, Türk asâlet ünvânı. Eski Türkler’de devlet teşkilâ
tı B o y esâsına göre meydana gelirdi. Bu boylardan oluşan birliğin
başına tâyin edilen kimseye Y a b g u (baş vekil) denilirdi. Köktürk
devleti genişledikçe büyük şehirlerde, eyâletlerde yeni Yabguluklar
ihdas edilmişti. Bütün Yabgular soy itibârıyla Türk idiler (daha ge
niş bilgi için bk. Ögel, B. Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Anka
ra 1971, s. 66). Belki de Köktürk geleneğinin bir devâmı olarak
Toharistan Hükümdârı Yabgu ünvânı ile anılmakta idi. Fakat, onun
55 lb n ü ’l-Esîr,V ,s.237.
56 İA, XII/1, S. 399.
57 Barthold, W., Türkistan İstanbul 1981, s. 88, krs, Yâkût, M.,
El-Büldân, Beyrut 1955, ofset IV, s.23..
58 Günaltay,M .,Şemseddinr. Mufassal Türk Tarihi,İstanbul 1339,
V.s.256.
36. Türk hakanları ile olan ilişkileri tam olarak aydınlatılmış değildir.
İslâmî kaynakların son derece mahdut rivayetlerinden, onun şah
siyetini aydınlatmamız mümkün değildir. Bunun da çeşitli sebepleri
vardır. Bilindiği gibi, yapaguluk, kadim Türk asâlet Unvanlarından
biridir. Eski Türkler’de “t u d u n ” ların üstünde olan ve bütün ilin
üzerinde ferdî hâkimiyet icrâ eden siyâsî reise Y a p a g u denilir vebu
“z/ b ey i ” mânâsına gelirdi59. Bu takdirde böyle bir asâletünvânı a-
lan kimsenin özel bir adı olması gerekmektedir. Halbuki kaynakla
rımız sâdece yapagu dan bahsetmekte ve onıın gerçek ismini bir
türlü zikretmeınektedirler. Bu ise konuya yaklaşmamızı daha da
zorlaştırm aktadır. Zirâ saltanat ve hüküm darlık sâdece o ünvânı a-
lan kimse ile kâim değildir. Çoğu zaman şahıslar öldüğü halde hü
küm darlık devâm edebilmektedir. Bu Toharistan Yabgusu için de
böyledir. İslâmî kaynaklara göre: Toharistan Yabgusu’nun aktif du
rum u, ilk fetih yıllarından başlamak üzere Abbasîler’in II. yükseliş
devrine kadar, yâni yaklaşık olarak bir bııçıık asır devâm etmiştir.
Bir kişinin bu kadar ıızıın süre Yapagu olarak kalması mümkün de
ğildir.
b- Yapagu Bey’in İlk Yılları: Bu bakımlardan yukarıda da söyle
diğimiz gibi, İslâmî fetihler sırasında Toharistan’ın bu Türk asıllı hü
kümdarlarının aydınlatılması gereken bir çok yönleri vardır. Yapağu
Bey’in kimliği, asıl adı, ne zaman Toharistan yapagusu olduğu, hattâ
İslâmî devreye girdikten sonra, onun Şam’da mı, yoksa tekrar Toha-
ristan’a dönerek mi vcfâı ettiği hususları şimdilik târihin karanlıksa-
hifclcri arasındadır. Bildiğimiz, Y apagu’nun, Nizak T arhan’la
olmasa bile Batı Köklürkleri’nin dcvâmı olan Türgcşlcr’dcn büyük
Hakan S u 1u H a n ’ 1a çok iyi münâsebetler içinde olmasıdır. Ta -
berîonunK arluklar’diin olduğunu bildirmektedir60. Karluklular ise
büyük Türk boylarından biridir.
Yapagu’yu biz, daha ziyâde bedbaht Türk Hükümdârı Nizak Tar
hanan, Kuteybe ile olan münâsebetleri ve ondan sonraki gelişmeler
dolayısıyla tanımış olmaktayız. İslâmî kaynakların rivâyctlcrindcn ci
var emirler üzerinde, meselâ Nizak, Sabbal ve Şazz gibi büyük tesir
ve saygısı olduğu anlaşılmaktadır. Hattâ Şazz Kuteybe’nin de bulun
duğu bir mecliste Yapagu’nun huzurunda secdelere kapanmış ve cli-
59 Gökalb. Z.. Tiirk Medeniyeti Tarihi .Ankara 1976, S. 209.
60 lit-Tabcri. VII, s. 125. İbnüTIİsîr, V. s. 205. K arlukTürk boyu
hakkında daha geniş bilgi için bk. Kafcsoğlu, İ., a.g.c,, S. 12.6;
Türk Ansiklopedisi, XII, s. 348-349.
37. ni öptükten sonra Kuteybe’ye; “her ne kadar benim Yapagu ile a-
ram iyi değil ise de; o, benden çok yaşlıdır ve gerçek hüküm dar da
odur. Bense onun kölesiyim” diyerek onun büyüklüğünü göstermiş
tir61.
Nizak Tarhan’la kökü çok eskilere doğru giden bir ilişkisi vardır
Ancak, Nizak’ın Kuteybe’ye karşı planladığı genel kıyam hareketini
desteklememiştir. Bunun için Nizak tarafından gözaltına alınan Y a
pagu Bey, şuraya buraya sürüklenip durmuştur. Hattâ, Kuteybe’nin
Nizak’ı Kiirz’de kuşattığı sıralarda o, bir nevî deri iltihabına yakalan
mışsa da sonraları şifâ bulmuş ve sıhhati de düzelmiştir (91/709) .
c- M üslüm an Vâlilerle M ünâsebetleri: Yapagu’nun, ne zaman ve
kimin delâleti ile ihtidâ ettiği hakkında açık rivâyeller yoktur. Arap
toplum una katıldığı ve hattâ Kuteybe tarafından Şam’a gönderildi
ği nazarı itibara alınırsa onun çok daha önce Müslüman olduğu
anlaşılmaktadır. Yapagu’nun, İslâmîfetihler gelişip, Arapsiyâsîhâki-
miyeti bu bölgelerde kesin bir şekilde yerleştikten sonra, özellikle
Kuteybe tarafından ve onun telkini ile Müslüman olabileceği akla
daha uygun gelmektedir. Zirâ bu devirde, mahallî Türk hükümdarla
rı da dâhil, aristokrat tabakadan bir çok kimseler Kuteybe’nin telkin
ve temâyülü ile (meselâ Buhâra Hükümdârı Tuğ Şad gibi) Müslü
man olmuşlardır. Üzerinde durduğumuz Yapagu Bey de bu şekilde
Müslüman olanlardan biridir. Onun itidalli pek fazla aşırılığı olma
yan ve kendi hâlinde bir Müslüman olması gerekmektedir. Zirâ Ni
zak Tarhan ve yakın çevresi Müslüman olduktan sonra onun da
Müslüman olması pek tabiî idi.
Yapagu’nun Müslüman fâtihlerle olan münâsebetlerinin bozul-
mamasına büyük bir itinâ gösterdiği gözden kaçmamaktadır. N ite
kim Nizak Tarhan, Ceyhun nehrinin iki yakasında bulunan eyâletleri
Kuteybe’ye karşı kıyam için iknaya muvaffak olduğu halde, Toharis
tan hükümdârı Yapagu’dan aynı desteği görmemiştir. Nizak, bilâkis
Yapagu Bey’den çekindiği için, onu yâni daha önce maiyyetinde ye
tiştiği bu efendisini gözaltına almış ve ellerine de altından bir kelep
çe vurdurmuştur63.
Kuteybe deonun bu tutumunu bildiği için, Nizak Tarhan da dâhil-
, daha bir çok hükümdar ve Türk aristokratlarının boynunu vurdur
61 El-Tabcrî, V I,s.45‘Z^**j ^ & '}•»*>) 4® J'jitjt# 6' AsJt Jt#
a •&***} 4.U uij iUi'
62 Ibnü’lEsîr, IV, s. 552; 'Et-Tabcrî,VI. s. 455.
63 Et-Taberî, VI. s. 446.
38. duğu halde, onu korumuş ve dokunmamıştır. Müslüman idâreye bir
nevî bağlılığını andıran bu hareketi dolayısıyla ona bir kısım ihsan ve
iyiliklerde bulunmuştur. H attâ daha da ileri giderek bu Müslüman
Türk hükümdârını Halife Velîd b. Abdülmelik’e (705-713) takdim e-
dilmek üzere Ş a m ’ a göndermiştir (709)64. Kurnaz Kuteybe; böy-
lece Türkler ve Türk hükümdarlarına karşı sağladığı büyük başarı ve
zaferinin, yine bir Türk hükümdarının diliyle halifeye ulaşması ve ak
tarılmasını istiyordu. Yapagu ise bunun müşahhas bir örneği olacak
tı.
Yapagu’nun, Halife Velîd’invefâtma kadar Şam’da kaldığı bir ger
çektir (713). Ancak ondan sonraki durumu biraz kapalı görülm ek
tedir. Zirâ hilâfet merkezine gönderilen Türk hükümdarlarının ilk
öncülerinden olan Yapagu’nun65. Emevî saraylarında ne kadar kal
dığı pek de belli değildir. Fakat olayların gelişmesinden anlayabildi
ğimiz kadarı ile bu Karluk asıllı Türk Hanı Şam’da kendi çevresinin
dışında pek de o kadar rahat edememiş ve muhtemelen Velîd’in vefâ-
tından sonra Toharistan’a dönerek tekrar eski mevki ve itibârına
kavuşmuştur. Böylece Toharistan Yapaguluğu’nun Batı Köktürk
Hakanlığı’nın devâmı ve onlara bağlılığından muhtemel bir kopuk
luk da önlenmiştir.
ç- Toharistan Yapağıdan ve Türk Hakanlığı: Bu arada konunun
diğer ilgi çekici bir yönü üzerinde durmak istiyoruz. O da Toharis
tan Yapagularının İslâmî fetihler sırasında Türk hakanı ile olan
münâsebetleridir.
Kuteybe’den sonra Toharistan Yapaguluğu’nun ikinci devri yâni
Arap vâlilerine karşı dinamik ve atak olduğu devirler başlamıştır.
Bunda Türk hakanı ile olan samimî münâsebetlerinin rolü büyüktür.
Zirâ, Toharistan Yapağularınm, büyük Köktürk Kağanlığı’nın tem
silcileri ile olan geleneğe dayalı samimî münâsebetleri Emevî dev
letinin yıkılışına kadar devâm etmiştir. Diğer Türk hanları gibi,
Toharistan Yapagusu da, despotik Arap idâresine karşı direnmiş ve
Türk hakanının safına katılarak çok daha aktif roller oynamıştır.
İslâmî kaynakların münferit rivâyetleri birleştirildiğinde karşımıza
daha müessir bir manzara çıkmaktadır. Şöyle ki:
Emevîler’in başarısız vâlilerinden biri olan Eşres’ten sonra H ora
san’a C üneydb.A bdürrahm anEl-M ürrîgelmiştir (111/729) Cüneyd
Toharistan’a bir sefer tertip etmek üzere yola çıkmıştır. Fakat bu sı-
64 İbnü’l-Esîr, VI, s. 525: et-Taberî, VI, s. 459.
65 E t-T aberî,V II,s.ll.
39. rada Türk Hakanı S u 1u H a n, büyük bir ordu ile süratle Aşağı T ür
kistan’a girmiş ve Cüneyd’le yaptığı savaşlarda ona çok ağıt kayıplar
verdirmiştir. Taberî’nin, Hicrî 112/730 yılı olayları arasında çok daha
geniş olarak bahsettiği harplerde Toharistan Yapagusu; Sulu H an
’ın kurmaylarından,yâni büyük generallerinden biri olarak çarpışmış
ve ordusunun sağ kanadına kumanda ederek büyük kahramanlıklar
göstermiştir. Bu bakımdan Arap siyâsî hâkimiyeti Toharistan’a pek
o kadar sağlam yerleşememiştir.
Yine Emcvîler’in Horasan’da hizmeti geçen Esed b. Abdullah, To-
' haristan’a, Yapagu’nun ülkesine bir sfefer tertip etmiş ve pek çok ga
nimet elde etmişti (118/736) . Fakat olaylar bununla bitmemiştir.
Daha sonra hakan süratle hareket ederek Esed’in üzerine yürüm üş
tür. Esed, Belh’e kadar geri çekilmek durumunda kalmıştır. Bundan
sonraki olaylar ve harplerde, Toharistan artık Türk hakanı için bir
nevî üs olmuş; Türk hakanı burada kalmış ve gelişen olayları, Esed
’in hareketlerini buradan tâkipetm iştir. Nitekim Taberî,Hicrî 119yı-
lı olayları ve Türk hakanının Araplar’ı Aşağı Türkistan’dan sürüp
çıkarmak için giriştiği başarılı hareketlerden bahsederken şöyle de
mektedir:
‘*1 'jj*5 "U* Jl ol» ıf&Jt
j Ç-»* l«i» OL*j£.A*.i.a;
“Hakan Esed’i tâkip ederken Yukarı Toharistan ’a kadargeldi. Kar-
luk asıllı Yapagu’nun yanında bir müddet ikâmet etti. Bu sâdece ona
şerefvermek içindi Bu arada büyük köslerinyapılmasını da emretti Bu
kösler, kuruyup heybetli sesler çıkarır olduktan sonra tekrar memleke
tine döndü .
Mâmâfih, Taberî’nin bu kıymetli rivâyetleri Yapagu’nun, yukarı
da da işâret edildiği gibi, büyük Türk hakanı ve güçlü Köktürk ka-1
ğanlarının devâmı olan Sulu Han ile'olan ilişkileri, ona bağlılığı ve
samimiyet derecesi hakkında bize gerçekten de yeterli fikirler ver
mektedir.
d- Toharistan Yapagusu ve Abbasî Halifeleri: Toharistan’ın Türk
hükümdar âilesine mensup bu Yapagular tarafından idâre edilmesi
Abbasîler’in gelişme ve yükselme devrine kadar devâm etmiştir. F a
kat onun, uzun devrede Müslüman fâtihlerle olan sosyal ve siyâsî
66 Et-Taberî,V II, s. 111.
67 Et-Taberî, VII, s. 124-125
40. münâsebetleri, hiç bir zaman yeterli ve tatmin edibi şekilde olmamış
tır. Daha açık bir ifâde ile o, kayıtsız şartsız Müslüman idârecilerin
itaati altına girerek, bir kukla hâline gelmemiştir. Nitekim Abbasî-
ler’den El-Mehdî(774-785) hilâfete gelince diğer Türk hükümdarla
rı ile birlikte Karluk asıllı bu yapaguya da bir mektup göndererek
itaati altına girmesini istemiştir . Fakat Onun durumunda her han
gi bir değişiklik olmadığı anlaşılmaktadır. Yapagu’nun, Arap ricâli
hattâ halifelerine karşı bu müessir durumu, Abbasî Halifelerinden
El-Mennuxamânına kadar devâm etmiştir (813-833).
Bilindiği gibiEl-M emûn;anasıM e r a c i 1adında bir Türk câriyc-
si olan . bu Abbasî halifesi; valiahtlığı döneminde uzun süre H ora
san vâliliğinde bulunmuş ve bu arada başta Yapagu olmak üzere
Türk hakanı ve hanlarının güç ve kudretlerini çok yakından tanımak
imkânını bulmuştu.El-Memun kardeşinin kendisini hilâfet ve dola
yısıyla veliahtlıktan azlettiğini haber alınca şaşkına dönmüş ve ya
kınmaya başlamıştır.
“Bu kara haber bana H orasan’ın tam bir kargaşalık içinde bu
lunduğu, Y a p a g u ’ nun itaatten çıktığı, üstelik (büyük) T ü r k h
a k a n ı n ı n Tibet hüküm darı ile birleştiği bir zamanda geldi’Uc-
mişlir70. 0 daha da ileri giderek “... artık can güvenliğim için bana her
şeyden vaz geçip büyük Türk hakanı ve onun civarına kapılanmaktan
başka yapacak bir şey kalm adı11A iyerek Türk hakanına sığınmayı bi
le düşünmüştür.
Hilâfet merkezi, Emin ve Mcmun’un düştüğü bu sıkışık durum ve
siyâsîbuhranlarda bileYapagu Bey dostluğu ve itıifâkı, onun gerçek
ten aranan bir Türk hanı olmasına yol açar. Nitekim El-M emûn’un
baş danışmanı, sonra büyük vezirlerinden biri olan F a d 1b. S e h 1,
bu son derece vahim durumdan bir çıkış yolu, bulmak için El-Me-
mun’a şu önemli ve stratejik tavsiyelerde bulunmuştur:
68 El-Yâkııbî,II,s.398.
69 Kitapçı, Z., "Ümmahâtii’I-Hulefâ min Cevâri’l-Etrâk-
”, nr. 3, Tem muz 1972, Dımışk, s. 620-632. Arapça olan bu araş
tırmamızda Abbasî saraylarındaki Türk asıllı cârıyeler üzerinde
durulmuş ve anaları yönünden Türk olan Abbasî halifeleri, dola
yısıyla bu câriyclcr hakkında çok geniş bilgiler verilmişi ir. So
nunda dokuz Abbasî halifesinin anasının Türk olduğu ortaya ko
nulmuştur. Bu bize aynı zamanda Abbasî saraylarındaki Türk
nüfûztı hakkında da bir fikirvermektedir.
70 Et-Taberî, VIII.s. 403.
71 Et-Taberî, VIII. s.404".
41. “Ne duruyorsun! Yapııgu Bey ve Türk hakanına bir mektup yaz.
Onları tekrar yanma al ve kendi ülkelerinin başına getir (bir ittifak
yap). Diğer hükümdarlar çarpışırlarken, onlara her türlü yardımı ya
pacağına söz ver ki, onlar da sana yardım edeler. Bu şekilde çevreni
derleyip toparladıktan sonra, kardeşinle harbe tutuş. Eğer zaferi ka
zanırsan ne alâ, yoksa senin de istediğin gibi Türk hakanına sığın
mak için yol açıktır72.
El-Memûn, Fadl b. Sehl’in bu içten tavsiyelerine uyarak, Türk hü
kümdarlarına, şüphesiz bu arada Yapagu Bey’e de mektuplar yazmış
vc elçiler göndererek önce onların Müslüman olmalarını ve kendi i-
taati altına girmelerini istemiştir. Her ne kadar Tabcrî’de bu husus
ta açık bir rivâyet yoksa da; klasik tarihçilerimizden El - B e 1 â z u r
î, onun Türk hakanlarına yazdığı iltifat dolu mektuplardan bahset
mekle ve El-M emûn’un Türk hakanlarına karşı çok alicenap davran
dığını, hattâ kendisini ziyârete gelen Türk hükümdarlarına izzet ve
ikramda çok ileri gittiğinibildirmektcdir73.El-Memûnktidârageldik-
ten sonra, imparatorluk hudutları içinde özlenen istikrar vc huzûru
da temin etmiştir. Bu Türkler’in İslâmlığı için de hayırlı bir başlan
gıç olmuştur. Kardeşi El-M utasım devri ise (833-841), Türk hakan
ve hanlarının Bağdad’la olan münâsebetlerinin altın devrini oluştur
maktadır. Bu dönem, Orta Asya Türk hanları ve yiğitlerinin Bağdad’-
da boy gösterdikleri devirdir.
Buraya kadaryaptığım ıztahlilvc açıklamalardan da anlaşıldığı gi
bi Toharistan’ın Türk asıllı Yapagular tarafından idâre edilmesi ve
onların Arap devlet adamlarına karşı güçlü tutumları, daha sonraki
devirlere; belki de Müslüman Türk devletlerinin târih devresine gi-
mclerininc kadar devâm etmiştir.
3- TUĞ-ŞAD; BUHARA HÜKÜMDARI (89/707-122/739)
İlk devirlerde İslâm dinini kabûl eden mahallî hükümdârı T U G Ş
A D ’ dır74Onun çok renkli olan dinî bir hayâtı vardır. Buhâra Türk
hükümdar âilesinc mensup T u ğ Ş a d ’ın, hangi şartlar altında vc
nasıl Müslüman olduğu, İslâmî hayâtı ve Arap idârccilcri ile olan i
72 Et-Taberî, VIII, s. 4 04”.
73 El-Belâzûrt-üıOluı’l-BüldaıBCyrul 1958, S. 606.
74 TukŞiyâde veyâ Tuk Yivâde (E t-T aberî, VII, s. 178)Tuğşâıle
(N arşalıî,24,ş52vd.)ŞA D Türkler'de asâlet ünvîinı, bk.
Kafesoğtıı. İ.,s. 79,82.Köktiirkler'dc yabgıılnrı kontrol eden vâli-i
umûnıîlarâŞad” denilmikte idi. K rj.Gökalp,/.., Türk Medeniyeti
Tarihi .İstanbul 1976, s. 216.. d *6? i V d / . ijijı
.d'ijVi >ı}
42. lişkilerinin ayrıntılarına geçmeden önce, onun hâlâ târihin karanlık
sayfaları arasında kalan hayâtını ve kimliğini biraz ortaya çıkarma
mız her halde yararlı olacaktır.
a- Çocukluğu ve İlk Gençlik Yılları: Tuğ Şad’ın iniş ve çıkışlarla
dolu olan renkli hayâtı hakkında bize en çok bilgi veren N a r ş a h î ’
dir.N arşahî,Târîhu Buhâra adındaki kıymetli eserinde Buhâra’nın
İslâmî fetihlerden önce ve sonraki sosyal ve dinîdurumu hakkında
çok kıymetli bilgiler verdiği gibi; Tuğ Şad’ın hayâtı ve onun çök renk
li dinî kişiliği hakkında, İslâmî kaynakların hiç birinde bulmamıza
imkân olmayan ayrıntılı ve kıymetli bilgiler vermektedir. Bilindiği
gibi Aşağı Türkistan, İslâmî fetihlerin başladığı sıralarda, bir kısım <
müstakil hanlıklara ayrılmıştı. Genellikle Türk soyundan gelen hü
kümdarlar tarafından idâre edilen bu hanlıklardan birisi de, uzun sü -
redir yine bir Türk hükümdar âilesinin idâresinde bulunan müstakil
Buhâra Hanlığı idi. Buhâra Hanlığı’nın hükümdarlarına kaynaklar
da “B u h â r ı H u d a l ” («'o^ ji*> denildiği rivâyet edilmek
tedir
Arap İslâm fetihlerinin Ceyhun kapılarını zorladığı sıralarda,
Buhâra Hanlığı’nın başında B e y d û n ( üjAj .) adında
bir hükümdar bulunmakta idi76.Beydûn’un ne zaman Buhâra Hanlı-
ğı’nın başına geçtiği ve kaç sene Buhârı Hudat olarak ülkeyi idâre
ettiği kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Emevîlcr’in Horasan
v â lile rin d e n ,U b e y d u lla h b .Z iy a d ’ınansızın Buhâra’yahücûm
ettiği sıralarda (54/673) Beydûn çoktan ölmüş ve onun yerine niyâbe-
ten kaynaklarda genellikle H a t u n olarak zikredilen eşi melike geç
mişti.
Beydun vefât ettiği sıralarda, arkasında “veliahd”olarak daha me
meden bile kesilmemiş bir erkek çocuk bırakmıştı. Bu çocuğun adı
(x)- Muhammed b. Cafer En-Narşahî, öl. 347/959. Burada bizim
asıl üzerinde durmak istediğimiz, onun şehir kronolojileri içinde
kendine has bir yeri olan “TârihuBuhâra”sidir. Bir çok yabancı dil
lere çevrilen Orta Asya’nın özellikle B u h â r a ’ nın, Arap fetihle
rinden önceki durumu hakkında çok ilgi çekici bilgileri yanısıra Arap
istilâsı hakkında bâzan Taberî’de bile bulunmayan gerçekten de kıy
metli rivâyetler ihtivâ etmektedir.
75- El-Taberî, VI, s. 464; VII, s. 51; İbnü’I-Esîr, IV, s. 553, V. 236; Narşahî, s. 23,24,
76 Narşahî, s. 23,41.
43. yukarıda belirtildiği gibi T u ğ Ş a d idi. Tuğ Şad çok küçük olduğu
için, tabiatıyla mülk ve hükümet işleri, uzun süre aristokrat çevrele
rin H atun diye hürmet ettiği annesinin elinde kalmıştı. H er ne ka
dar Buhâra Türk melikesinin asıl adı hakkında kaynaklarda bir kısım
çelişkili rivâyetlcr varsa da .. onun târihte diğer bir çok misâlleri
ni gördüğümüz Türk anaları gibi vefâkar, dirâyetli, devlet umûruna
vâkıf, gerçekten idâreci bir kişiliğe sâhip olduğu anlaşılmaktadır.
Belki de onun bu etkili kişiliği sebebiyledir ki; Buhâra’yı, Narşahî’nin
doğru olması gereken rivâyetlerine göre tam on beş sene idâre et
miştir78.
Onun bu pek de kısa olmayan Buhâra melikeliği sırasında, H ora
san’a gelen Arap vâlileri ile, başta UbeyduIIah b. Ziyad olmak üzere
çok çetin mücâdeleleri olmuştur. Mâcerâlardan, diğer bir ifâde ile
yağmalardan ziyâdesiyle hoşlanan bu sözde Arap vâlileri ile olan
mücâdeleleri hâlâ çok ilgi çekici bir araştırma konusu niteliğinde-
dir79Onun, UbeyduIIah ve daha sonra gelen S a id b. O s m a n gibi
vâlilerle olan mücâdeleleri hakkında ayrıntılı bilgiler veren, temel
kaynaklar, Aşağı Türkistan’ın asıl fâtihi Kuteybe b. Müslim’le olan
mücâdeleleri hakkında her hangi bir açıklamada bulunmamaktadır
lar. Bu da bize gösteriyor ki, Kuteybe aradan geçen bunca yıldan son
ra Buhâra’yı fethetmek üzere şehrin önlerinde görüldüğü sıralarda
K a b a ç II a t u nçoktan ölmüş ve onun yerine sini bülûğa henüz u-
laşmış olan Tuğ Şad Buhâra hükümdârı olmuştu.
b- B uhâra’nın Düşmesi: Gerçekte, Aşağı Türkistan’ı mutlaka fet
hetmek ve Arap hâkimiyetini bu topraklarda nihâî bir şekilde yerleş
tirmek için Horasan’a vâli olarak gönderilen büyük Arap generali
77 H a t u n (Ez-Zehaîrvet-Tulıuf,Kuveyt 1959. s. 166) İbni
1-Iubeyb Esm âü’l-Muğtalîn ’de ise (1.166) K ı n ı k H a t u n
geçmektedir. H atun’un asıl adını K ı y ı k veyâ K ı y ı ğ olarak
kaydedenler de vardır. Böylece onun büyük Türk boylarından
biri olan “K a y ı” boyu ile ilgisi dolayısıyla kayı boyundan
olduğuna işeret edilmek istenilmiştir.(Encyclopedia of İslam,
I/!293)§eret edilmek istenilmiştir.(Encyclopedia of İslam,
I/1293)leceonun büyük T ürk boylarından biri olan “K a y ı"
boyu ile ilgisi dolayısıyla kayı boyundan olduğuna işeret edilmek
istenilmiştir.(Encyclopedia of İslam, 1/1293)
78 Narşalıî,s.41.
79 Kitapçı,Z., “A rap Şehirlerine Yerleytlrilen İlk Türkler” Türk
Kültürü (Aylık Dergi) no: 112, Yubat 1972, Ankara, s. 209-221.
44. Kuteybe b. Müslim; dağılmış ve laçkalaşmış olan arap ordusuna
yeniden çeki.düzen verdikten sonra, çoktandır ihmâl edilmiş bulu
nan Türk yurtlarını istilâ haraketlerine başlamıştır(87/705). Türk-
lcr’in büyük ölçüde direnmelerine rağmen ve ancak bir fâcia olarak
nitelendirebileceğimiz şekilde Baykent’i ele geçirdikten bir sene
sonra Buharâ’ya doğru hareket etmiştir. Burada kuteybe sâdece
Buhâra değil diğer şehirlerden de koşup gelen muharip Türk un
surunun büyük direnci ile karşılaşmıştır. Bu bakımdan Buhâra kısa
zamanda Arap idârecilcrle Türk idârecileri arasında dört defâ el de
ğiştirmek durumunda kalmıştı. Ancak Kuteybe’nin Buhâra’yı ele ge
çirmesi dördüncü defâ da 80büyük zorluklarla o da Müslüman Türk
generali N i z a k T a r h a n ’ ı nve emrinde olan Türk birliklerinin
üstün kahramanlıkları sâyesinde mümkün olabilmiştir (90/708).
Kuteybe’nin Baykent ve Buhâra’da karşılaştığı büyük direnme ve
mukâvemetler, ona yerli halk tarafından desteklenmeyen mücerred
bir siyâsî hâkimiyetin haklı olarak pek uzun ömürlü olmayacağı ka
naatini vermişti. Öyle ya; Baykcnt’de isyân eden Türkler bütün müs
lüman A raplar’ı kılıçtan geçirmişlerdi. Buhâra ise her ne kadar
zâhiren Arap hâkimiyetini kabul etmiş gibi görünüyor idiyse de; ger
çekte yerli halk, özellikle muharip Türk unsuru büyük bir direniş i-
çindc idi. Baykent’dcki kanlı olaylar Buhâra’da aynen, belki daha
şiddetli bir şekilde cereyân edebilirdi. Onun için Buhâra’da siyâsî A-
rap hâkimiyeti yanı sıra, dinî hâkimiyet de mutlaka tesis edilmeli idi.
■Bu bakımdan Kuteybe Buhâra’da bir çok gâyelere hizmet edece
ği gerekçesi ile çok yönlü bir İslâmlaştırma faaliyetine girişmiştir.
Kuicybc’nin ilk defâ Buhâra’da başlattığı ve büyük ölçüde muvaffak
olduğu İslâmlaştırma hareketinin kapsam ve şümulü ilk defâ tarafı
mızdan cic alınmış ve büyük bir inceleme olarak ilim âleminin münâ
kaşasına sunulmuştur' .
c- Tuğ Şad’m M üslüman Oluşu: Ancak Kuteybe’nin Buhâra’da
girişliği İslâmlaştırma hareketine bir prensip olarak piramidin tepe
sinden başladığı, yâni önce idârî mekanizmanın İslâmlaştırılmasını
sağladığı, sonra tabana doğru bu harekelini tedricî bir şekilde sirâyci
ettirdiği görülmektedir. Bilindiği gibi, İslâmî fetihler.sırasında Buhâ-
80 A rn o k l. T.W.,The I’reaclıing ol İslam,Lohorc 1965, P. 216;
Narşahî.s.SO..
81 Kil.ıpçı. "Itulıâra’ıla İslâmiyet'in Yayılışı". MillîKiilliir
(Aylık Dergi). I, nr. 2, Şulvıl 1977 Ankara, s. 51 -59.