4. TÜRK BOYLARI ARASINDA
İSLÂM HİDÂYET FIRTINASI
Sâmânîler, Karahanlılar,
Selçuklular
Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI
Ph. D. Karaçi Ün. Pakistan
Assot. Prof. Jos. Ün. Nijerya
5. Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI, İsparta'nın Yalvaç kazasında doğdu.
(1937) Orta ve Yüksek tahsilini Türkiye'de tamamladı. Bu arada K araçi
Üniversitesinden temin ettiği bir bursla Pakistan'a gitti ve Edebiyat
Fakültesinde "Doktora" çalışmalarına başladı. Çeşitli yönleri ile “el-
Câhız’m EserleriAbbasiler Devrinde Türkler" konusundaki tez çalışmaları
ile "Doktora Ph. D." payesini kazandı. (1968). Prof. Kitapçı, Pakistan'da
bulunduğu yıllarda "Pakistan Radyosu Türkçe Program Servisi -
Karaçi''de uzman olarak çalıştı.
Türkiye'ye döndükten sonra Devlet Planlama Teşkilatına girdi (1971).
Sosyal Planlama Dairesi; Uluslar Arası Çok Yönlü Teknik İşbirliği
şubesinde (RCD. CENTO) "Uzman” olarak çalıştı. Türkiye İran ve Pakistan
arasında kurulan Kalkınma için Bölgesel İşbirliği (RCD) çerçevesinde bir
çok önemli kültürel program toplantılanna katıldı. Daha sonra Atatürk
Üniversitesinde (Erzurum) açılan ve şimdiki adıyla "İlahiyat Fakiiltesi"nde
görev aldı. Prof. Kitapçı, burada “Emevüer Devrinde Maveraü’n-Nehr’de
İslâmiyet” konusundaki ilmi tez çahşmalan ile "İslâm Tarihi Doçenti" oldu.
(Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, 1976).
Prof. Kitapçı, 1978 yılında Jos Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin
teklifini kabul ederek Nijerya'ya gitti. Orada beş sene kaldı. Fakültenin Dini
Eğitimler Bölümünde; İngilizce olarak Osmanlı Tarihi, İslâm Tarihi ve
Medeniyeti derslerini okuttu. Aynca Dini Eğitimler Bölümü Başkanlığı
ve Dekan Vekilliği gibi İdarî görevlerde bulundu.
Ekim 1982'de Türkiye'ye dönen Prof. Kitapçı: Fırat Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi (Elazığ)'da görev aldı. Burada Tarih Bölümü
Başkanlığı yanı sıra, birçok akademik, sosyal ve kültürel faaliyetlerde
bulundu. Prof. Kitapçı, 1987 yılında “Tarih Profesörü” olarak Selçuk
Üniversitesi Eğitim Fakültesi (Konya)’ya tayin oldu. Prof. Kitapçı
burada da Dekan Yardım cılığı Bölümü Başkanlığını yapmış, aynca
ilmi araştırma ve yayınlan yanı sıra kültürel faaliyetlerine de devam etmiştir.
Prof. Kitapçı, Millî ve Milletlerarası birçok kongrelere katılmış, İlmî
tebliğler sunmuştur. İngilizce ve Arapçayı çok iyi bilen Prof. Kitapçı'nın bu
dillerde yayınlanmış kitap ve araştırmalan vardır. Aynca. Farsça ve
Urduca'yı da bilmektedir. Prof. Kitapçı 2004 yılında emekli olmuştur. İlmi
araştırma ve çabşmalanna bütün gücüyle devam etmektedir. Kitapçının
şimdiye kadar yazmış olduğu bütün kitaplar “YEDİ KUBBE
YAYINLARI” vasıtasıyla basılmış ve Türk okuyucusuna sunulmuştur, Bu
eserler kendi kültür tarihimizin yapı taşlannı oluşturmaktadır:
YEDİ KUBBE YAYINLARI
6. ÖNSÖZ
Gerçekte Hz. Peygamberin vefatından sonra, Doğu
Turan Yurduna doğru ilahi bir yolculuğa çıkan İslâm dini,
bu ilk hamlede Ceyhun kıyılarına ulaşmış ve Emeviler dev
rinde Aşağı Türkistan dediğimiz geniş Türk coğrafyası, bu
arada Baykent, Buhara ve Semerkant gibi Türk şehirleri par
lak bir İslâm merkezi olmuştur. Abbasilerin kanlı bir ihtilal
ve büyük ölçüde Türklerin yardımı ile iktidara gelmeleri
hem Orta Asya Türklüğü ve hem de Orta Asya Müslüman
lığının hayrına olmuş ve İslâm dini için Turan Yurdunda i-
kinci ve çok daha parlak yeni bir dönem başlamıştır.
Zira Abbasi Halifeleri; ihtilâlin başarıya ulaşmasında
çok şerefli hizmetleri dokunan bu yağız çehreli yiğit Türkleri
hiçbir zaman unutmamışlardır. Onlar bir taraftan devlet ida
resinde en büyük ve en önemli makamlara "Buyurt" edilir
ken diğer taraftan Hilâfet ordusunun asıl dayanağı ve temel
erkanı olmuşlardır.
Fakat bu hayırlı gelişmelerin bizim için bundan çok
daha önemli bir yönü daha vardır. O da, Abbasiler devrinde
İslâm dini'nin, İç-Asya Türklüğü ve asıl Turan Yurduna gi
den yolunun açılması, Çin Şeddine kadar yayılan bu geniş
bölgeler ve Türk boyları arasında yayılması ve bir hidayet
fırtınası haline gelmesi idi. Başta Ebû Cafer el-Mansur ol
mak üzere el-Mutasım Billah'a kadar olan ilk devir Abbasi
halifelerinin bunda çok büyük hizmetleri olmuştur. Özellikle
el-Memun ve el-Mutasım gibi ana yönünden güçlü bir Türk
olan ve damarlarında Türk kanı dolaşan Abbasi halifeleri,
"Dayı zadeleri" olan Türk büyükleri, Türk Beyleri ve Türk
Hakanlarının Müslüman olmalarını, hayatlarının en kutsi
7. bir gayesi olarak görmüşler ve bunun için her türlü takdirin
üstünde çok büyük bir gayret sarfetmişlerdir.
Artık el-Memun ve el-Mutasım'm Meru'deki muhte
şem kaynakları, İç-Asya'dan koşup gelen bu Müslüman
Türkler ve Türk Hakanları ile dolup taşmaya başlamıştı.
Bu yeni Müslüman Türkler ve Türk Hakanlarının el-
Memım ve el-Mutasım'm siyasi hayatında da çok ayrı bir
yeri vardır. Zira el-Memun üvey kardeşi el-Emin'le olan
taht mücadelesinde "Hayır!" bir kan ve ateş deryasından ge
çerek Bağdad'a doğru çıktığı taht ve baht yolculuğunda,
çevresinde yalnız bu yeni Müslüman yağız çehreli yiğit
Türkler toplanmışlar ve ona "İslâm Halifeliği"ne giden yo
lun önünü açacaklardı. Böylece Bağdad halkı, ilk defa “Do
ğu"dan bir fırtına gibi kopup gelen ve bir deli rüzgar gibi
uçan atlarla Bağdad'a ulaşan “Türk akıncıları" ve Turan
yurdu kahramanları ile tanışmışlardır.
Bağdad sokaklarında şimdi, yarı gönülsüz ve
kılmçlaımı çoktan kınına sokmuş Müslüman Arap askerleri
nin karşısında, Orta Asya Müslümanlığı ve Turan yurdu
kahramanlığının yeni temsilcileri Türkler vardı. Bu sokak
larda “şakırdayan kılıçlar" sanki destani Turan kahraman
larının torunlarının kılıçları, “kişneyen atlar" ise, onların
bindikleri cennet atlarının kişnemeleri idi. Bağdad sokakla
rında şimdi, şaha kalkarak ve nallarından şimşekler çakan
bu Türk atları ve onların sırtındaki Türk akıncıları koşuştu
ruyorlardı.
Fakat bu devirlerde Turan yurdundaki asıl gelişmeler
dini ve İslâmi olmuştur. Zira Emeviler devrinde ve çok zor
şartlar altında temelleri atılan İslâm binası ve bu bereketli
topraklara serpiştirilmiş olan İslâm "hidâyet çekirdekleri"
8. çatlamış ve yeni bir "hidayet ağact" koca bir çınar olmuştur.
Bu kendine has özellikleri olan Turan yurdu İslâmiyeti ve
Türk Müslümanlığı idi. Bu Müslümanlık her ne kadar İslâm
ve imani prensipler bakımından aynı, dini manada "Sünni"
ise de işin özü, ruhu ve taşıdığı yüce gaye ve hedefler bakı
mından Müslüman Araplann İslâm anlayışı ve ona hizmet
açısından çok farklı idi.
Zira bu yeni dönemde Emevi devlet adamları ve zor
balarının Orta-Asya Müslümanlığının elini kolunu bağlayan
vergi zinciri kırıldığı gibi vergi zulmü de yok olmuş ve Orta-
Asya Müslümanlığı kendi tarihi gelişme ve tekamülüne uy
gun yeni bir şahsiyetle ayağa kalkmış ve Müslüman Türkün
şahsında yeni bir temsil gücü kazanmıştı. Türklerin Müslü
manlığında yeni bir ruh, bir iman tazeliği ve yüceliği vardı.
Onun özünü İslâm tasavvufu ve Türk'ün akıncı ruhu oluştu
ruyordu. Bunlar Hz. Peygamber'in "Sahabe" dediği altın ne
sil ve yeni "iman erleri" idi. Artık Türkistan'ın iç kısımları
Turan Yurdu ve Çin Şeddine kadar yayılan geniş Türklük
dünyası ve bu geniş coğrafyada yaşayan Türk boylarına İs
lâm hidayetini, bir ilahi müjde olarak bu Türkler götürecekti.
İşte asıl bundan sonradır ki Yeni Din, Orta-Asya ve
Türkler arasında bir heyecan kasırgası, bir iman seli ve bir
hidayet fırtması haline gelmiştir. İslâm dini Türk milleti ta
rafından çok ciddi ve samimi bir alaka ile karşılanmış ve
dünyada hiçbir millete nasip olmayacak derecede bir hüsnü
kabule mahzar olmuştur. Artık Türkler, bir çağlayan halinde
İslâm hidayetine koşmuşlar ve çoğu zaman milyonları aşan
büyük kitleler halinde Müslüman olmuşlardır.
Fakat burada unutulmaması gereken çok önemli bir
husus daha vardır. O da, İslâm dini’nin bu topraklarda ya
9. yılması ve Turan yurdunun tam ve kâmil manada bir İslâm
ülkesi haline gelmesi, İran ve diğer Arap unsurların asimile
edilerek Türkleştirilmesi, ancak ve ancak İslâm hidâyet san
cağının Turan yurdunda göndere çekilmesi, Asyanın hür
iman ufuklarında dalgalanması ve bunun bir "İslâm hidayet
fırtınası" haline gelmesi ile mümkün olmuştur. Asıl bundan
sonradır ki, bu hidâyet sancağını Turan yurdunda dalgalan
dırmak, Türkleri İslâm hidayetine kavuşturmak ve onlara
ebedi kurtuluşa giden yolda "iman şerbetini" yeni bir "âb-ı
hayat" olmak üzere sunmak için yeni yeni Türk boylan or
taya çıkmışlardır.
Bundan maksadımız Karahanlılar, Selçuklular, Oğuz
lar, Uygarlar ve hatta Gazne Türk Sultanlığıdır.Yine şanlı
atalarımız Osmanlılar ve onların mensup oldukları Oğuz
Kayı boylan da, öyle tahmin ediyoruz ki İslâm hidâyet fırtı
nasının Orta-Asya bozkırlarında bütün şiddetiyle estiği bu
asırlarda, diğer Türk boyları gibi Müslüman olmuşlardır.
Hele hele Osmanlılar bu topraklardan göç ederek daha son
raları Anadolu yaylalarına gelmişlerdir. Onlar Anadolu'yu
mekân tutmak ve Hıristiyan toprakları "Dünya Türklü-
ğü"ıün ebedi bir vatanı haline getirmekle de kalmamışlar
dır.
Zira yeni bir cihad aşkı ve yeni bir "Livâ-i Şerifle" or
taya çıkan Osmanlı gâzileri; Ağrı dağından, Viyana önleri,
Don Volga boylarından güney Yemen ve Habeşistan'a, Basra
körfezinden Nil nehri, "Hayır!" Atlas Okyanusu sahillerine
kadar yayılan çok geniş coğrafyada bir büyük İslâm impara
torluğu kurmuşlar ve Müslüman Türkü üç kıtada yetmiş iki
milletin efendisi yapmışlardır.
10. Buraya kadar yapmış olduğumuz bu kısa izahlar bir
manada Türklerin Müslümanlığı ile ilgili ve kader kaleminin
belki "Kâlû Belâ" meclisinden önce yazdığı o "İlâhî Senar
yo" ve bunda rol alan destanı kahramanların asıl faaliyet ve
kudsi hizmetlerinin yeni bir dini coşku ve bir iman tazeliği
halinde ortaya konulması idi.
Neylersiniz ki bu yüce ve "İlâhi Senaryo" veya daha
özel bir ifade ile zulmetten nura olan "Yeni Ergenekon Des
tan ının asıl kahramanları başta Türkün, Allah'ın hidayeti
ne giden yolda ulu atası olan Abdü'l-Kerim Satuk Buğra
Han ve onun soyundan gelen gâzi Karahanlt Hükümdarları
idi. Onların kâfir Türkler'e karşı giriştikleri bu İslâmlaştırma
faaliyetleri ve ardı arkası kesilmeyen gaza ve cihadları, yeni
bir şuur berraklığına ulaşmış ve bundan böyle Türk ismi sa
dece "Müslüman Türkler" için kullanılır olmuştur.
Ancak şunu da itiraf edelim ki; Doğuda, Türk Boylan
arasında İslâm hidâyet fırtınasını estirenler sadece bu müba
rek Karahanlt Hanları ve onların asker kılığındaki mücahid
gazileri de değildi. Bu cihad erlerine; erenler, evliyalar hula-
saTanrının ermiş kullarından oluşan bir mübarekler ordusu
da eşlik ediyor ve onların peşinden geliyordu. Bu erenler
ordusunun bellerinde kılıç, ellerinde ok, mızrak yoktu. On
ların kılıç yerine; gönülleri kalbura çeviren bakışları vardı.
Onların kor gibi yanan nefesleri ve ok gibi delip geçen göz
nurları ve bu hidâyet ışıklarının karşısında kimsenin diren
mesi mümkün değildi.
Evet bu ulu kişilerb ir başka âlemden ve yalnız Türk
boylannın Müslüman olm alan için gönderilmiş bir kısım
gök ehli idiler. Bir İlâhi görev icabı yere inmişler ve Türk
boylan arasında görülmüşlerdi. Bu İlâhi vazifelerini ta-
11. marnladıktan sonra tekrar kendi dünyalarına çekilip gide
ceklerdi. Çünkü yedi kat gökleri yaratan o İlâhi irâde, ezel
âleminde Türk milletinin Müslüman olmasını istemiş ve o-
nun alın yazısını koca harflerle Cenab-ı Kibriya böyle yaz
mıştı. Artık Türk boylan bir ulu çağlayan gibi, küfür ve da
lâletin her türlü engellerini aşarak Allah'ın hidâyetine, zul
metten nura, yokluktan varlığa, geçmişten geleceğe koşuyor
lardı. Böylece Cenab-ı Hakkın Türklere olan "va'di sübhanisi
ve ol Rasûl-ü Zişanın, "İltifat-ı Peygamberiyesi"tamamlanmış
olacaktı.
Öyle ya İslâm dini bir kısım acı ve çetin mücadeleler
den sonra bir ululuk devresine ulaşmış ve bu "Rasüller mü
câdelesinde" yer alan kişilerin alınlarma nurdan harflerle
"Sahabe" yazılmıştı. Allah'ın dinin, kıyamete kadar yaşat
maya söz veren o nur yüzlü insanlar ve yine nurdan bir
Peygamber'in etrafında Arafat tepesinde toplandıkları za
man, ezel aleminden gelen ve ufukları dolduran ilâhı bir ses
onlara şöyle hitap etmişti:
"İşte bugün sizlere dininizi bütünledim üzerinize olan
nimetimi tamamladım ve din olarak sizler için İslâm'ı be
ğendim (ve ondan hoşnud oldum)''.
Evet aradan asırlar geçtikten sonra bu yüce Kuran â-
yetleri sanki, Arabistan çöllerine değil, bu defa Asya bozkır
larında yaşayan Türk Boyları için, sanki bir İlâhi rahmet ola
rak yeniden nazil oluyordu. Zira Allah (c.c.) İslâm dini'nin
Türk boyları arasında yayılması için onlara bir ilahi lutuf o-
larak yeni yeni fırsatlar vermiş, sebepleri ona göre hazırla
mış, onların yüzde yüzlere varan bir çoğunlukla Müslüman
olmalarını dilemiş, dinini bütünlemiş, onlara olan yüce ni
metini tamamlamış ve kokuşmuş Asya dinleri karşısında,
12. Türkler için kendi dinini, yani İslâm dini’ni seçmiş ve ondan
hoşnut olmuştur.
Çünkü Türkler daha Müslüman olmadan asırlarca ön
ce bir "Va'd-i Subhâni" olarak Müslümanlara müjdelemiş
"İlâhî Vah'ye mahzar" ulu bir kavim idi. Kuran-ı Kerim
bunu böyle bildirdiği gibi Hz. Peygamber de Türklerin bu a-
lın yazılarını en erken devirlerde, onlar Müslüman olmadan
asırlarca önce okumuş ve "Muhammed Ümmetine" böylece
haber vermişti. Çünkü onlar: Hz. Peygamber'in İlâhî nübüv
vet ve risâletinin "vârisi" olarak gelecekler ve parlak kılıç
larını, bir sahabe nesli gibi, Allah'ın dininin aziz olması yo
lunda kullanacaklardı. Mülk ve H ilâfet onların eline geçe
cekti.
Evet bu büyük çalışmamızda Türk boylarının Müslü
manlığı; "Hayır!" bu "İlâhî destan" üzerinde durulmuş ve
Türk tarihinin şimdiye kadar ilgilenmediği, bundan öte çar
pıtmaya çalıştıkları bir temel taşı ilk defa yerli yerine otur
tulmak istenilmiştir.
Bundan sonra asıl mesele, bu kitabı daha iyi ve daha
mükemmele doğru giden yolda, hem de en iyi bir şekilde
tamamlamak ve Türk milletinin irfan zenginliğine sunmak,
böylece yarınki nesilleri bir yüce gaye etrafında toplamak ve
ecdadın üç kıtada ve hem de asırlarca dalgalandırdığı İslâm
hizmet sancağını yeniden yüceltmek ve Müslüman Anadolu
insanım bütünüyle bu yüce misyona sahip çıkmaya çağır
maktır. Ayrıca Türklerin Müslüman olmaları ortaya konul
madan onların "İlâhi Orta Doğu misyomT'nun anlaşılması
ve aydınlatılması da mümkün değildir.
İşte Türkler'in Müslüman olmalarını bir KÜLLİYAT
haline getirmek için yaptığımız bu yeni çalışmamızda ilk de
13. fa İslâm dini ve onun İç-Asya ve Türk Boylan arasında ya
yılması ve bu hidâyet fırtınası üzerinde durulmuş ve bu baş
döndürücü gelişmeler kendi iman üslubumuzla Türk oku
yucusunun irfan ve kültür zenginliğine sunulmuştur.
Her türlü haşan ve takdir Allah'tandır.
Mart 2005
KONYA
Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI
www.zekerivakitapci.com
14. İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ BÖLÜM
ABBASİLER'İN GELİŞME ve
YÜKSELME DEVRİNDE TÜRK
YURTLARINDA İSLÂMİYET
I. İSLÂMÎ GAZA VE CİHAD RUHUNUN MÜSLÜMAN
TÜRKLERDE YENİDEN TEŞEKKÜL ETMESİ....................19
Sınır Boylarında Boy Gösteren İlk Gaza ve Cihad Erleri 19
İslâm; Müslüman Türk'ün Yeni Kimliği..................................... 19
Yeni İman Erleri Tarih Sahnesinde...............................................23
İslâm'ın Yeni Dinamizmi Ribatlar................................................27
İslâm Coğrafyacıları Ne Diyor?....................................................28
Ribat Ehli; İslâm'ın Yeni Cihad Erleri..........................................30
Abbasi Halifelerinin Türklere Tutkunluğu.................................33
Turan Yurdu ve İç-Asya'da Türk Mürşitleri...............................35
Abdullah b. Mübarek Cihâd Meydanlarında..............................36
II. ABBASİLER'İN İLK DEVİRLERİNDE TÜRK
YURTLARINDA İSLÂMİYET................................................39
Abbasi Halifelerinin Yeni Dini Politikaları..................................39
el-Mukanna Müslüman Türkler Arasında..................................43
Bir Gönül Eri Şakîk-i Belhi Türk Yurtlarında..............................45
Tasavvufun Türk Yurtlarına Sıçraması........................................48
el-Memûn ve Türkistanda İslâmiyet............................................51
Uşrusana Hükümdarı Kavus’un Müslüman Olması.................53
el-Memûn ve Orta Asya Türklüğü...............................................56
el-Mutasım Devri ve Türk Yurtlarında İslâmiyet.......................58
Sınır Boylarına İslâmî Gaza ve Cihad’ın Başlaması....................62
15. İKİNCİ BÖLÜM
SÂMÂNİ'LER DEVRİ İSLÂM'IN
TURAN YURDUNA GİDEN
YOLUNUNAÇILMASI
I. SÂMÂNİLER DEVRİNDE İÇ-İSYA'DA İSLÂMİYET 71
Müslüman Gaziler Sınır Boylarında Kâfir Türkler
Karşısında Yeni Cihad Erleri.........................................................71
SâmâniTer'in Kökü Nereye Dayanıyor........................................71
Sâmâni Devletinin Kuruluşu ve Müslüman Türkler.................73
Türk Mutarip Erkanı Sâmâni'lerin Hizmetinde.........................75
Sâmâni'ler Devrinde Türk Ordusunun Yapısı............................78
Yeni Dâru'l-İslâm ve Dâru’l-Harp Kavramı................................81
Sınır Boylarına Yapılan İslâmî Gazalar.................................... 83
Talas’ın Müslümanlar İçin Önemi................................................86
İsmail b. Ahmed'i Sarsan Büyük Tabiat Olayı............................88
Nasır b. Ahmed İslâm'a Hizmet Yolunda ..................................91
Uygur Hanı Sâmâni Emirleri Karşısında.....................................93
Sâmâni Emirinin Uygur Hanı İle Akrabalık Bağları..................95
Sâmâni'ler Devrinde Türskistan'm İslâmi Havası......................99
Sâmâni'ler’in Yıkılışı ve Yeni Gelişmeler...................................104
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İSLÂM HİDÂYET FIRTINASI
KARAHANLI TÜRK BOYLARI ARASINDA
I. KARAHANLI TÜRK BOYLARININ MÜSLÜMAN
OLMASI.....................................................................................109
Orta Asya Bozkırlarında Esen Yeni Hidâyet Fırtınası............. 109
Karahanlıların Yeni Misyonu ve Tarihi Geçmişi......................109
16. Karahanlı'ların Tarihi Geçmişi.................................................... 110
Oğulcuk Kadir Han ve Artuçta Yapılan ilk Cami....................113
Satuk Buğra Han'ın Bir İlâhî Hitaba Mahzar Olması.............. 116
Satuk Buğra Han ve Yeni İman Mücadelesi..............................120
Kaşgar Burcuna Dikilen İlk Tevhid Sancağı.............................. 123
Orta Asya Bozkırlarına Doğan Yeni Hidayet Güneşi..............124
Buğra Han Uygurlar Karşısında................................................. 130
Mücahidlerin Basmil Seferi.......................................................... 131
Türk Milleti İlâhi Risâlete Vâris Oluyor..................................... 133
Baytaş Han: İslâm Dini Asya Bozkırlarında..............................137
el-Kelimâtinin Diktiği Hidâyet Sancağı..................................... 138
İslâm ve Türk Tarihçileri Ne Diyor?...........................................141
İslâm'ın Bu Yeni Zaferi'nin Yankıları.........................................142
Kaşgarî Yeni Zaferi Nasıl Karşılıyor?.........................................143
Türk Dünyası İslâm Hidayet Bayramı......................................146
II. İSLÂM HİDÂYET SANCAĞI GÂZİ KARAHANLI
HAKANLARI ELİNDE..........................................................149
Yeni Gazi Hükümdarlar Nesli....................................................149
Gâzi'ler Neslinin İlk Öncüleri.....................................................149
Kılıç Buğra Harun Han ve İç-Asya'da İslâmiyet.......................151
Nasr b. Ali ve Yeni Gazi Hükümdarlar.....................................154
Sen Hindistan'a Gazaya Çık! Ben de Türkistan'a.....................155
Togan Han; Hasta Yatağından Cihad Meydanına...................158
İbrahim Tamgaç Han; Yeni Gâzi Hükümdar............................161
Kadir Yusuf Han ve İç Asya'ya Yeni Gaza Seferi.....................163
Bekeç Arslan Tekin Gaza Meydanlarında.................................166
Yusuf Has Hâcip Karahanlı Gazilerine Sesleniyor...................167
Kurban Bayramı İle Gelen Allah'ın Hidâyeti............................172
Tibet'ten Gelen Türklerin Müslüman Olmaları........................175
Buğra Han: Yıkıcı İsmâiliye Mezhebi Karşısında.....................176
Allah (c.c.) Türk Milleti İçin İslâm Dinini Seçmiştir.................178
17. Karahanlılar ve Türkistan'ın Bir İlim Ülkesi Olması................ 182
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
SELÇUKLU TÜRK OĞUZ BOYLARI
ARASINDA İSLÂMİYET
I. İSLÂM HİDÂYET GÜNEŞİNİN KINIK BOYLARI
ÜZERİNDE DOLAŞMASI.....................................................189
Selçukluların Şerefli Geçmişine Kısa Bir Bakış......................... 189
Selçuklu Oğuzlarının İslam Dini İle Tanışmaları.....................191
Kınık Boyu ve Dukak'ın Müslüman Olması.............................193
Dukak Büyük Oğuz Yabgusu Karşısında.................................. 196
Bir İlâhî Yürüyüşün İlk Durağı Cend Şehri...............................201
Cend Şehrine Dikilen Selçuklu İslâm Bayrağı..........................204
Selçuklu Aşireti İslâm Sancağı Altında.......................... 206
SelçukluTarın Yeni Alın Yazısı ve Osmanlılar..........................209
Yeni Dikilen İslâm Ağacının Dal Budak Salması......................212
İlâhi Yürüyüşün İkinci Durağı Nur Kasabası...........................215
Kınık Boyu Oğuzlarının Toptan Müslüman Olmaları.............218
II. SELÇUKLUTARIN TARİHİ ORTA DOĞU MİSYONU 221
Müslüman SelçukluTar Hilâfet Ülkelerinde.............................221
Bir İlâhi Yürüyüşün Yeni Öncüleri.............................................221
Yeni Cihad Ordusunun İlk Öncüleri Horasan'da....................225
Gazneliler'e Sıyrılan Parlak İslâm Kılıcı.....................................228
İran Yaylalarında Kurulan Yeni Muhammedi Devlet.............231
SelçukTuları Emanete Aday Yapan Büyük Zafer.....................23Z
İlâhi Yolculuğun Son Durağı Bağdad........................................233
Emanetin Bekçileri İslâm Halifesi Huzurunda.........................236
BİBLİYOGRAFYA............................................................................
19. “Daha sonra buralara (Türk Yurtlan) İ s - .
lâm hidâyeti geldi ve onlar (Türkler) L.ûm 'a
gönül veren ve ona süratle koşan en güzel bir
millet oldular. Bu onlara Allah'ın bir lutfu idi.
Onlar kendi istekleri ile Müslüman oldular ve
bölük, bölük İslâm dini'ne girdiler ve ülkelerin
de tam bir barış içinde yaşadılar. Böylece onla
rın vergileri hafiflemiş ve yükleri azalmış oldu.
Bu böyle bütün Emevîler devri boyunca, taki
Emevîlerin huylan kötüleşinceye ve kendilerini
dünyevi zevklere kaptınp dini vecibelerden yüz
çevirmelerine kadar devam etti".
el-Makdîsî
20. İSLÂMÎ GAZA VE CİHAD RUHUNUN MÜSLÜMAN
TÜRKLERDE YENİDEN TEŞEKKÜL ETMESİ
Sıntr Boylarında Boy Gösteren
İlk Gaza ve Cihad Erleri
İslâm; Müslüman Türk'ün Yeni Kimliği:
İslâm dininin hidâyet ışıkları bir İlâhi kaynaktan ko
pup gelen çağlayanlar gibi, Doğu Turan Yurdu ve Aşağı Tür
kistan'a ulaştıktan sonra, onun iman hakikatleri karanlık
gönülleri aydınlatmış ve herkesin doyasıya içtiği bir "iman
şerbeti" olmuştur. Asıl bundan sonradır ki buralarda yeni bir
hidâyet fırtınası esmiş ve bu fırtına buralarda, yaşayan ve
çoğunluğunu Türkler'in oluşturduğu bu insanların ferdi ve
sosyal yaşayışları, onların örf, âdet ve ananeleri üzerinde çok
köklü tesirler bırakmış ve İslâm dini onlar için bir yaşayış
tarzı olmuş ve bir etnik kimlik oluşturmuştur.
Böylece, bu bereketli topraklarda, Müslüman Arap ve
İranlılardan tamamen farklı ve kendine has üstün milli ve di
ni meziyetleri olan yeni bir "Müslüman tipi" ve "millet" or
taya çıkmıştır. Bunlar yarınlara giden yolda İslâm'ın asırlar
ca bayraktarlığını yapacak ve onu kıtalar arası bir din" ve bir
kültür ve medeniyet haline getirecek olan Müslüman TÜRK
LER'di.
Zira Türkler; İslâm dinine girmeden önce de Asya
bozkırlarında asırlarca at koşturmuş, ok atmış ve kılınç
kullanmış yiğit kimselerdi. İslâm dini ise; atı, çok mübarek bir
hayvan olarak görmüş, harbin esasının ok atm ak ve küffara karşı
kılınç çekmek olduğunu vurgulamış ve cennetin kılınçlarm gölge
si. altında olduğunu söylemişti.
21. Aynca Türkler; vatanına çok bağlı, yurdunu yuvasını
çok seviyorlardı. Hatta göç ettikleri yabancı yerleri bile kısa
zamanda bir "Vatan coğrafyası" haline getiriyorlardı. İslâm
dini; "Vatan sevgisi imandandır" demiş ve. Müslüman'ın ayak
bastığı toprakları aynı zamanda İslâm'ın yurdu olduğunu söylemiş
ve onun dışında kalan yerleri etnik ayırım yapmaksızın "Dâru’l-
Küfr küfür yurdu" olduğunu bildirmiş ve Müslüman Türk'ün
vatan sevgisine yeni yeni boyutlar kazandırmıştır.
Türkler, yüce bir gaye uğruna luırbetmeye ve harp
meydanlarında kahramanlık göstermeye düşkün kimselerdi.
İslâm onlara; gaza ve cihad meydanlarını göstermiş ve bu mey
danların kükreyen arslanlan olmalarını istemiş ve Türkiirt akıncı
ruhuna yeni bir dinamizm ve muhteva kazandııımştır.
Türkler, milli ve dini ülküler yolunda bir vatan uğru
na ölmeyi ç0p yüce bir şeref biliyor ve ölümü hor hakir gö
rüyorlardı. İslâm dini; onları, "şehid" veya ve "gazi" olmaya
çağırmış ve bu mertebelerin bir kişinin Allah katında ulaşabileceği
en yüce manevi makamlar olduğunu vurgulamış ve Müslüman
Türk'ün bu duygularını imrenilecek bir karakter haline getirmiş
tir.
Türkler, İslâmiyetten önce; nizam-ı aleme giden yolda
kendilerini tanrının askerleri olarak görüyor ve Türk H aka
nının "senidin" olduğu ve onun güç ve kuvvetinin bir ilahi
menşeden kaynaklandığına, ayrıca bütün göklerin hakimi
nin "Tek Tanrı" veya "Gök-Tanrı" olduğu gibi, bütün yer
yüzünün hakiminin ise onun temsil etmek üzere; "Tek Ha
kan" olduğuna inanıyor ve İlâhi iradenin yer yüzündeki ha
kimiyetinin gerçekleşmesinde onun İlâhi kudsi bir vazife
(bir misyon) ile görevlendirildiğine inanıyorlardı.
22. İslâm dini onlara; Gök Tanrı yerine Allah (c.e.) 'a imanı
göstermiş, bu cihad erlerini Allah'ın askerleri ve "İslâm'ın
yiizakt" kılmıştır. Bu geleneğe göre Türk Hakanı "Yer yüzünde
Allah'ın gölgesi" ve onun ilâlıi iradesinin temsilcisi olnıuş ve in
sanlar arasında "hak" ve "adalet"in temininde "Allah'ın âdil
kılıncı" olarak kabul edilmiştir.
Yine Türkler arasında; kendisini toplumun hayrına,
iyiliği ve yararına adamış kahraman, cesur, yiğit kimseler
vardı. Unlara "Alp" denilirdi ve bunlar topluma her hâl-ü
karda hizmet etmeyi kendileri için yüce, kudsî bir gâye hali
ne getirmişlerdi. İslâm da onlara; "İnsan-ı kâmil”gözü ile bakı
lıyordu. Yeni toplumda onlar "Alp Gâzi", "Alp Erenler" veya
"Derviş Gaziler" olmuşlardı. Şimdi İç-Asya'da sınır boylarında
"Kafir Türklere" Icarşı İslâmın özünü onlar temsil edecek ve "Kâ
fir Türkler" le bu yeni cihad erleri çarpışacaklardı. Tiirkler ara
sında iman hâkimiyetine gideri yolıı onlar açacaklardı.
Bütün bıı İslâm î değerler daha bu ilk devirlerden itiba
ren Türklerin dini inançları, sosyal yaşayışları, onların örf,
âdet ve ananeleri üzerinde öylesine külli tesirler ve öylesine
baş döndürücü değişiklikler yapmıştır ki, bunun örneğini İs
lâm ve insanlık tarihinde Türkler'in dışında başka bir millet
ve Turan yurdunun dışında bir başka ülkede görmemiz
mümkün değildir. Bu ise; Turan yurdu ve Türkistan'da yeni
yeni teşekkül etmeye başlayan ve Müslüman Türk'ün şah
sında kemâl bulan, onun zatında temsil edilen yeni heybetli
"İslâmî Şahsiyeti" idi. İşte, Müslüman Türk, bu yeni İslâmi
şahsiyeti ile Ceyhun nehrinin gerisinde, Türkistan'da "Ha
yır!" Turan Yurdunda ayağa kalkıyordu. Çünkü İbnü'I-
Verdî'den öğrendiğimize göre;
J p jî ^ j ü'jjJs J tijj Lj"
23. "Ceyhun nehrinin gerisinde kalan yerlere "Turan Yur
du" deniliyordu. Buralar "Türk Ülkesi" idi"İV>.
Bu şahsiyetin ana unsuru ve özünde Türk'ün "kam”,
İslâm'ın "imam" ve hedefinde ise yeryüzünde "imân haki
miyetinin kurulması", bir diğer ifâde ile "llây-ı
kelimetullah-Allah'ın dininin yüce olması” vardı.
İşte bu devirlerde yeni yeni teşekkül etmeye başlayan
Türk'ün bu yeni "İslâmî şahsiyeti", Kara Hanlılarla kendini
ortaya koyacak, Selçuklularla ayağa kalkacak ve OsmanlI
larla zirvelere ulaşacak ve koca bir cihana hem de asırlarca
meydan okuyacaktı. Nitekim Osman Gâzi; ahiret yolculu
ğuna çıkmadan önce oğullarına yaptığı vasiyetinde bu yük
sek ideali dile getirmiş ve şöyle demiştir; "Gaza ve cihad iş
lerine devam edin, İslâm'ın kuvvet bulmasına çalışın, Livâ-i
şerifi yüksek tutunuz, daima İslâm'a hizmetten geri kalm a
yınız" demiştir*2-1.
Artık İslâm dinini, bundan böyle İç-Asya, büyük Tu
ran Yurdu ve buralarda mekan tutmuş Türk boylarına kendi
lerini, Allah'ın dininin yüceliğine adamış bu yeni iman erleri
götürecek, sınır boylarında henüz Müslüman olmamış "Ka
fir Türklerle" bu yeni iman erleri çarpışacak, Tûran Yurdu ve
Çin Şeddi'ne kadar iman hakimiyetine giden yolu bunlar a-
çacakjardı. Görüldüğü gibi, Türkler de İslâmî gaza ve cihâd ru
hu, daha onların Allahın hidâyetine ermelerinden hemen sonra bu
en erken devirlerde teşekkül etmiş ve bu böyle asırlarca devam ede
rek zamanımıza kadar gelmiştir.
1 İbnü’l-Verdî, Tetimme el-Muhtasar fi Ahbar el-Beşer, Beyrut, 1970, I, s.
116, Orta Çağ Temel İslâmi Kaynaklarda Zikredilen Turan kelimesi ve
bunun ifade ettiği mana araştırılması gereken bir konudur Z.K.
2Gökbilgin, M.T. Osman I, İA, IX, s. 442.
24. Yeni İman Erleri Tarih Sahnesinde:
Doğu Turan Yurdu ve Aşağı Türkistan Türklüğü'nün
İslâm hidâyeti ile buluşmaları, onların sosyal ve dini hayat
larındaki bu baş döndürücü değişiklikler ve hele hele onla
rın bu yeni İslâm î şahsiyetlerinin nasıl oluştuğunu gören
veya bunu bilfiil müşahede eden İslâm Tarih ve Coğrafyacı
larının, bu yeni gaza ve cihad erlerinin İslâm î şahsiyetlerini
izah etmede birbirleri ile âdeta yarış ettikleri görülmektedir.
Nitekim el-Makdisi, İslâm'ın İlâhi cezbesine kendini kaptı
ran iman erlerini yüksek şahsiyetlerini şöyle açıklamıştır:
<ül jtJUJüîj L t j *9* 'jüS' Al b-î li"
Urljâî O jk j-S j £ j k 'jaJLiİ hg.İP A l çjA ll«
(ij ilîj jt- iy-U>j
J JlsâJl U-î ^j
".AJüdl
"Daha sonra buralara (Türk yurtları) İslâm hidâyeti
geldi ve onlar, İslam a gönül veren ve ona süratle koşan en
güzel bir millet oldular. Bu onlara Allah'ın bir lutfu idi. On
lar kendi istekleri ile Müslüman oldular ve bölük bölük İs
lâm dinine girdiler ve ülkelerinde tam bir banş içinde yaşa
dılar. Böylece onların vergileri hafiflemiş ve yiikleride a-
zalmış oldu. Bu böyle bütün Emevîler devri boyunca taki,
Emeviler'in huylan kötüleşinceye ve kendilerini dünyevi
zevklere kaptınp, dini vecibelerden yüz çevirmelerine kadar
devam etti.
Cenab-ı Hak ne zamanki, EmevilSrin kötü yola sap
tıkları ve Peygamber soyundan gelenlere zulmettiklerini
gördü, bu defa onlardan, Emeviler üzerine bir ordu gönderdi.
25. Onları (Türk) yurtlarından topladı ve o bölgelerden bir ara
ya getirdi ve daha sonra yürüyen dağlar halinde Emevilerin
üstüne şevketti. Onlar, zimmet ehli ve zafer sahipleridir ve
nerede olursa olsun hakkın, doğrunun yardımcılarıdır"^.
Emevilerin yerleri ve gökleri dolduran zulümlerine
son vermek ve iktidarı onların elinden almak için kurulan
yer altı teşkilatı; "düat" dediğimiz “propagandacılarım" Bas
ra, Küfe, Medine gibi Araplığın merkezi olan şehirlere gön
dereceği yerde, Doğu Turan Yurdu (Horasan) ve Aşağı Tür
kistan'a göndermiş ve buralarda Müslüman Türk'ün şah
sında temsil edilen bu yeni dinamizme güvenmiş ve ondan
yardım istemiştir. Abbasilerin ihtilal çekirdekleri, bu münbit
Türk bölgelerinde yeşerdiği gibi, ihtilalin asıl vurucu gücü
de bu yeni, yiğit çehreli yağız Türkler, kendilerini İslâm'ın
hayrına adayan iman erleri teşkil etmiştir. Nitekim bu yer al
tı teşkilatının lideri Muhammed b. Ali b. Abdullah
propagancılarım doğrudan doğruya Türk yurtlarına gön
dermiş ve onlara şöyle demiştir:
"Küfe ve Küfe ili; Ali ile, Ali evlâdının şiasıdırlar. Basra
ve Basra ili; Osmanın şiasıdırlar ve bi taraflığa kaildirler. Bunlar
"Tanrının öldürülen kulu ol, öldüren kulu olma!" derler. Cezire
ülkesi ise aşırıya giden Harûriye taraftandırlar. Bunlar şiş
man Kumlar gibi olan bedeviler ve Hıristiyanların huylarını taşı
yan Müslüman!ardır. Şam ahalisi ise yalnız Ebu Süfyan so
yunu tanır, Mervan Oğullarına itaat eder. Köklü bir düş
manlık ve koyu bir cehalet içindedirler. Mekke ile Medineye
gelince; bunların üzerinde Ebû Bekir ile Ömer'in nüfuzu
vardır. Şu halde; *
3 el-Makdisi, Ahsenü’t-Tekâsim, Beyrut, 1987, s. 234, el-Hamevi,
Mu’cumü’l-Büldûn, Beyrut, 1975, II, s. 351.
26. jAliaSl JÜJrlj iJüül İİU* ülî 0L«>j£ .
j zj ç.I ' S ^ - d"*' / 4Pjl3 £ *& j
k_«5”bj»j OlAjl j*ji »U^-j tiL«J Ig-î ^ 4 Îj |İj
ıâ O U Jj âJLîlA uJ j 'j -İj O U U j
«JJxa ü j tJj-LLl (Jl Js-LİJÎ 5
".jjü-l ^L./îıaj LijJl j~*
"-Size gerek olan Horasan ahalisine yapışmaktır. Zira
kalabalık nüfus, göz alıcı kahramanlık oradadır. Saf kalp
ler, taraftarlık girmemiş gönüller oradadır. O gönülleri heva
ve heves parçalamamış, kin ve karıştırıcılık dağılmamıştır.
Onlar vücutlu, cüsseli, omuzlu, enseli, kafalı, sakallı, bıyık
lı, korkunç sesli ve tok sözlü erkek kişilerdir. Şimdi ben do
ğuya, halk kandilinin ve dünyâ meşalesinin doğduğu yere ve
insanlığın kendisine doğru yürümekteydim"*4).
Hemen şunu itiraf edelim ki; daha sonraları cereyan
eden olaylar, Muhammed b. Ali b. Abdullahı; Doğu Turan
Yurdu Türklüğü ve onların Müslümanlığı hakkında yukarda
metin ve çevirisini verdiğimiz bu tesbitlerinde hiçte yanıl
madığını ortaya koymuştur. Bilindiği gibi, Emeviler Devleti,
çoğunluğunu, Doğu Turan Yurdu (Horasan) ve Aşağı Tür
kistan, Türklerinin oluşturduğu bir büyük ordu, "Hayır!"
"Halk İhtilâli" ile yıkılıp gitmiştir. Böyle bir ihtilalin hele
hele, o devirlerde ne İslâm ve ne de dünya tarihinde bir eşi
ve benzeri de yoktur.
4 el-Makdîsî, Ahsenü’t-Tekâsî; Beyrut, 1987, s. 234, İbnü’l-Fakih, K. el-
Billdan, İslâm Coğrafyacılarının Gözüyle Orta Çağda Türkler, İstanbul,
2004, Yürükan, Y. Z., a.g.e., s. 265.
27. Zira ihtilalin asıl propagandacıları "Hayır!" lâf ebeli
ğini yapan Abbasi düatlan olmasına rağmen, onu büyük bir
kararlılıkla ve her tehlikeyi göze alarak uygulamaya koyan
Araplar değil, Doğu Turan Yurdu halkı olmuştur. İhtilalin
asıl lideri Ebû Müslim el-Horasânî bile, gayr-i Arap belki de
eski Turan kahramanlarım andıran bir Türktü. İhtilal ordu
sunun ana unsurunu daha önceleri, Arap ordularında bir
takviye gücü olarak görev yapan ve Araplar'm "M evâli"
dedikleri, profesyonel "Türk askerleri" oluşturduğu gibi, ay
rıca Emeviler'in "Evlad-ı Rasûle" gösterdikleri saygısızlık
tan rahat olan daha bir nice aristokrat Türk aileleri bu "Doğu
ihtilâli" nin asıl dinamizmini oluşturuyorlardı. Bu bakımdan
buna; bir manada "Türk ihtilâli" dememiz her halde daha
uygun olacaktır.
Evet; Temelleri koyu bir Arap milliyetçiliğine daya
nan, kendilerini herkesten üstün gören, gayri Arap Müslü-
manlara nerede ise bir köle gözüyle bakan, onlan her zaman
hor ve hakir gören, Hz. Peygamberin soyundan gelenlere dil
uzatan, onlara hakaret etmeyi bir devlet politikası haline
getiren, minber ve mescidlerde Peygamberin ehli ve evlâd-ı
Rasûle saygısız davranan ve bu cebbar tutumları dolaysıyla
Müslüman Türkler tarafından hiçbir zaman sevilmeyen bu
zorba, kokuşmuş Emevîler Devleti; eski Turan kahramanla
rını andıran Ebû Müslim el-Horasâni'nin önderliğinde ve ço
ğunluğunu doğu halkı, Müslüman Türk unsuru, Türk asker
ve komutanlarının oluşturduğu bir halk ihtilali ile yıkılıp
gitmiştir (750)(5).
5Abbasilerin “Doğu İhtilalV'nde Türklerin rolü hakkında geniş bilgi için bkz.
Kitapçı, Z., Saadet Asrında Türkler, Konya, 1995, s. 194-200.
28. İslâm'ın Yeni Dinamizmi Ribatlar:
Mâmâfih, Abbasîler; Ebû Müslim el-Horasani’nin ön
derliğinde ve bir halk ihtilâli ile iktidara geldikten sonra, İç-
Asya ve Türkler arasında İslâmiyetin yayılması için yeni bir
devir başlamıştır. Zira Abbasîler; kendilerine, iktidara giden
yolu açan Doğu Turan Yurdu Halkına (Horasan) ve bu arada
Orta Asya Türklüğüne çok daha sıcak ve yakm davranmış
lar, yeni devletin kurulma ve şekillenmesinde Türkleri, ken
dileri için çok yakın bir destek olarak görmüşlerdir. Bu ise
bir manada, İç-Asya ve Türkler arasında İslâm hidâyetine
giden yolun tamamıyla açılması ve Türkler arasında İslâm
dininin yayılması için yeni bir devrin başlaması idi.
Hakikat-ı halde, Ebû Müslim'in ilk ihtilâl yıllarından
itibaren Türkistan'ın iç kısımlarında ve Türkler arasında
İslâmiyetin yayılması için ferdi mânada misyonerlik ve teb
şir faaliyetleri çoktan başlamış bulunuyodu. Buna sebebte,
daha önceleri ve Emevîler devrinde başlatılan İslâmlaştırma
kampanyaları sonunda Baykent, Buhara ve Semerkant gibi
müreffeh Türk şehir ve kasabalarında İslamiyeti yayılması
ve köklü bir din hâline gelmesi ve buralarda yaşayan insan
ların, bir çoğunun yeni bir iman neşesi ve hidâyet coşkusu
ile İç Asyada yaşayan Türkler arasında İslâmiyetin yayılması
için çok yoğun olarak tebşir faaliyetlerine girişmeleri idi.
Bunların özünde ise, Türk yurtlarında İslâm'a hizmet için
yapılmış "Ribatlar: yani, Kutsal İslâm ocakları vardı.
Şu bir gerçektir ki; Türkler arasındaki bu tebliğ ve
irşad faaliyetlerinin başarıya ulaşmasında "Ribatlar'Tn çok
ayrı ve önemli bir yeri vardır. Zira Abbâsîleri iktidara bu
yeni zinde güçler getirdiği gibi, İslâm dininin, Çin
Şeddin'den, Harzem ovalarına kadar yayılan geniş sahalar
29. ve buralarda yaşayan Türk boyları arasında, yayılmasını
sağlayacak alt yapı ve soysal kurumlarıda yine bu İslâm
namına şahlanan yeni ruh ve bunun sosal hayata yansıyan
dinamizmi hazırlamıştır.
Bundan maksadımız ilk defa büyük ve zengin bir Türk
şehri Baykent'te kurulan ve daha sonraları Harzem de Dahil,
bütün Orta-Asya Türk İslâm dünyasına yayılan Ribatlar"
yani kutsal "İslâm ocakları" dır. Asıl bundan sonradırki bu
kutsal ocaklarda yanan ateş, yine bu topraklarda İslâm'ın
gaza ve cihad ruhunu alevlendirmiş ve bundan daha da ö-
nemlisi, İslâm'ı yayma ve imân hakimiyetini kurma idealini,
Müslüman Türkler tarafndan "kâfir Türkler"e karşı bir "Kı
zıl Elma Ülküsü" ve bir "iman ideali" haline gelmiş ve bu
böyle asırlarca devam etmiştir. Ayrıca Ribatlar'm kurulma
sıyla, İslâmî tebliğ ve irşad faaliyetleri daha küllî bir mahiyet
kazandığı gibi, bundan da öte onun Türkistanda yerleşmesi,
yayılması ve bir kültür ve bir medeniyet haline gelmesinde
altın bir çağ olmuştur.
Her ne kadar "Ribatlar" Emevi'lerin Orta Asya dö
neminde ilk defa büyük bir Türk şehri, ticaret, sanayi ve kül
tür merkezi, daha sonra İslâm dini'nin Türkistanda ilk mü
barek yurdu olan Baykent’te kurulmuşsa da, daha sonraki
yıllarda bu, dalga dalga bütün Turan Yurdu ve Türkistan şe
hirlerine yayılmış, Harzem'de dahil, bu geniş Türklük coğ
rafyasının her bir şehir ve kasabalarında yüzlerce, binlerce
ribat yapılmışür.
İslâm Coğrafyacıları Ne Diyor?
Gerçekte Ribatlar; İslama hizmet etmek isteyen kim
selerin yaşama ve barınmalarını sağlamak "için özel surette
30. yapılmış, yan askeri ve fa k a t dini hayır müesseseleri idi"*6).
Buralarda değil gaziler, hatta onların hayvanlarının bakım
ve tedavileri için dahi gerekli kolaylıklar sağlanırdı. Kendi
imkanları ile ribatlar yapmak veya yapılmış olan bu
rîbatlarm, kuruluş gayesine uygun olarak fonksiyonlarım
devam ettirmek, bölge Müslümanları arasında bir âdet ve bir
gelenek hâline gelmişti*7*. Büyük İslâm coğrafyacısı el-
Istahrî; Türk yurtlarında gördüğümüz bu ribatlarm bölge
halkının sosyal ve dini hayatındaki önemini vurgulama hu
susunda şöyle demektedir;
• it S j j i h J a î o i o J ü i jjJ- * i d n ü d J i £ • /
*İ U j J g flif J ]
<jj^p Jl J ' J - ® ' ıjy j .. .Al 5-Us>jj
",il$i-l Öj UPj JsbjJl ,Jl
"İslâm ülkelerindeki servet ve mal sahiplerinin çoğu
paralannı sefahate eğlenceye içki vs. gibi Allahın razı ol
mayacağı daha bir çok kötü şeyler için sarfetmede âdeta bir
birleri ile yarış etmektedirler. Ancak bu zenginlerin pek azı
bunun aksini yaparlar, yani paralannı hayır ve hasenata
sarfederler. Halbuki Aşağı Türkistan'da durum böyle değil
dir. Buralardaki zenginlerin büyük bir kısmı onlann tam
aksine, mallarını Allah yolunda harcarlar, ribatiar, yollar
ve köprüler yaparlar, din uğruna cihadı teşvik ederler. An
cak onlardan çok az bir kimse servetlerini eğlence ve sefâlete
harcamaktadırlar.
6 el-Hamevi, I, s. 533, Krş. en-Narşahi, Tarih-u Buhara, Dâru’ l-Meârif, M ı
sır, s. 34, Marçaiş, g., Ribat, İA, IX, s. 737.
7Bu konularında genel bir değerlendirmesi için bkz. Kitapçı, Z., Türkler Na
sıl Mülümatı Oldu?, Konya, 2004, s. 99.
31. Buralarda hiç bir şehir, kasaba ve köy yokturki, orada
yolcu ve misafirlerin istirahatlarını temin etmek için mut
laka bir ribât vardır. Bilindiği gibi Aşağı Türkistanda bu şe
kilde hizmet gören ribatlann sayısı 10.000 kadardır, ihtiyaç
sahiplen bu ribâtlarda dilediği kadar kalırlar, onların bura
da yeme ve yatma ihtiyaçlan giderildiği gibi hayvanlarının
bakım lan da yapılmaktadır"(8).
Fakat bu ribatlar ilk defa Baykent'te kurulduğu için
orada çok aşırı bir şekilde gelişmiş ve Baykent, âdeta koca
bir "Ribatlar Şehri" olmuştur. Nitekim değerli tarihçileri
mizden biri olan en-Narşahî bu konularda yaptığı geniş a-
çıklamalarmda Baykent'te 854'lü yıllarda (Abbâsîlerin geliş
me devri) binden fazla, yani Buharanın köyleri sayısınca
ribât bulunduğunu kaydetmektedir. Ona göre;
"Baykent dini bütün ulu bir şehir idi. Orada değil ko
ca şehir, her bir köyde ayrı bir “ribat" bulunur ve buralarda
yaşayanların ihtiyaçlan o köylüler tarafından karşılanırdı.
Onlar kış aylannda kâfirlere cihad etmek ve onlan bozguna
uğratmak için orada toplanırlardı. Daha sonra (bahar ve
yaz aylannda) bu ribatlarda yaşayan insanlar gaza ve cihad
yapmak için bir araya gelirler ve çok büyük bir toplum oluş
tururlar ve bir cihad erleri olarak (İç-Asyaya) sefere çıkar
lardı"^.
Ribat Ehli; İslâm'ın Yeni Cihad Erleri:
Bunlar altı süvariler, bir manada Orta-Asya'nın boz
yeleli cennet atları üstünde, ufuklara koşan akıncı Türklerin
yeni torunları idi. Ne var ki Narşahî'nin dışında İslâm Coğ-
8el-Istahari, el-Mesâlik ve’l-Memâlik, Kahire, i 961, s. 161.
9en-Narşahi, s. 35.
32. rafyacılan, bu ribatlardan sık sık bahsetmiş olmalarına rağ
men onların hiç biri, bu ribatlarm kapısını bir defa olsun
çalmamışlardır. Bu bakımdan ribatlar ve buralardaki sosyal
ve dini hayat, kış aylarını buralarda geçiren mücahid gazile
rin durumu, onların günlük hayatı ve dini terbiyeleri hak
kında bizlere, fazla bir bilgi bırakmamışlardır.
Onlar askeri manada bir komutana bağlı değillerdi.
Organize bir teşkilatları yoktu. Onlar bir İlâhi kudret elinin
idare ve tasarrufu altında hareket ediyorlardı. Kendi başla
rına, küçük müfrezeler halinde, kâfir Türklere karşı gaza ve
cihada çıkarlardı. Bunlar Bedrin arslanları idiler. Bundan
daha da önemlisi, bu cihad erleri; "Kafir Türkler"in İç-Asya
da ve sınır boylarında Müslümanlara karşı ani ve beklenme
dik zamanlarda yaptıkları baskın ve yağma hareketlerini ön
lemeye çalışırlar ve çoğu halde onları geri püskürtürlerdi.
Zira sınırların beri tarafında yaşayan Müslüman Türkler ve
diğer unsurlar, onlar sayesinde kâfir Türklerden emin olduk
ları gibi, ilkbahar ve yaz aylarında ise onları sabırsızlıkla
beklerlerdi.
Mâmâfih temel İslâmi kaynaklar ve İslâm coğrafyacı
larının eserlerinde, Doğu Turan Yurdu ve Türkistan'da olu
şan bu yeni cihad ruhu ve bunu temsil eden Müslüman
Türkler ve bu yeni iman erleri, onların İslâmi şahsiyeti, ce
saret, kahramanlıkları ve Iç-Asya sınır boylarındaki yeni
İman cepheleri hakkında çok yeterli bilgiler bulunmaktadır.
Bu yeni oluşum ve küfür cepheleri hakkında en güzel bilgile
ri veren İbn Havkal bize şöyle demektedir:
33. J Üi?- j£ l^j J üîâ"
t-»y-l j j i Jl fr'jj U ç-ş2: D) dilij ilgi-'
"Aşağı Türkistan halkının kuvvet ve kahramanlıkla
rına gelince; İslâm dünyasında, gaza ve cihad etmekten, on
lardan daha fazla nasibi olan bir bölge halkı yoktur.
Şöyleki; bütün Aşağı Türkistan sınırları "Dâru'l-Harbe” ya
kındır. Harzemden İspicab'a kadar olan yerler Oğuz Türkle
rinin cephesidir. İspicabtan yukarı Ferganeye kadar Karluk
Türklerinin cephesidir. Miislümanlar (ribat ehli) Aşağı Tür
kistan'a komşu olan bütün bu (Türk) kavimlerine cihat eder
ler ve onlara galip gelirler.
Meşhurdur ki İslâm dünyasında Türklerden daha şid
detli bir “Daru'l-Harb" yoktur. Aşağı Türkistan halkı, bütün
Müslümanlar için "Kafir Türklerin" karşısında bir cephe ve
çok güçlü bir setdir. Onların, İslâm dünyasına girmeleri ve
onun bağrına tecavüz etmelerine engel olurlar. Aşağı Türkis
tan'ın her tarafı düşman cephesidir. Bunlar üzerine "Kafir
Türkler" sefer yaparlar ve buralarda yaşayan yerli halka,
sabah akşam bu sefer ve tehlike haberleri gelmektedir.
Şaş ve Ferganede zamanımızda hiçbir cephede olm a
yan askeri hazırlıklar vardır. Hatta bu (Müslüman) Türkler
den bir kişi bey ve emir olmadığı halde 100 ile 50 arasında
nefer ve 20 kadar at besler. Bununla beraber Türkler büyük
lerine ve birbirlerine en çok itaat ve hürmet eden kişiler
dir"(10). Ayrıca; "Türkler diğer halklardan kuvvet, cüret, ce
10İbn Havkal, s. 467, Krş. el-Istahri, s. 286.
34. saret ve atılganlıkta üstün olduklarından Aşağı Türkistan
halkının askerleri {yani ribat ehli) Türklerden olurdu"(n
Abbasi Halifelerinin Türklere Tutkunluğu:
Mâmâfih Abbasi Halifeleri, Doğu Turan Türklüğünü
yakından tanıma fırsatı bulduklarında; olarm, mükemmel
askerler, cesur, kahraman yiğit kimseler ve tam bir iman er
leri olduklarını keşfetmede gecikmemişlerdir. Bu şerefli in
sanları, büyük kafileler halinde İslâmm taht ve baht şehri
Bağdad'a getirmişlerdir. Hilâfet ordusu çoğunlukla bu yağız
çehreli, yiğit Türklerden oluştuğu gibi, Anadolu da “ovasım"
denilen Bizans sınır boyları ve İslâm karakollarının emniyeti
de yine bu yağız çehreli kahraman Türklere havale edilmişti.
İslâm coğrafyacıları bu konularda da kalemlerini çok cö
mertçe kullanmışlar ve bu Türklerden gıpta ile söz etmişler
dir. Nitekim onların Türkler hakkındaki bu ortak görüşlerini
açıklayan el-Hamevi, milli gururumuzu okşayan şu açıkla
malarda bulunmaktadır;
Spik dJJi pAj"
j a IyPJi«ol ü î (Jl frbiU-t tLÜi ^ jP J j j * - U-â
JİIyS' CJlTj jf J ' s-'j j U J a'
yL«ı
"Bununla beraber Türkler; büyüklerine ve birbirlerine
çok itaat ve hürmet ederler. Onların bu özellikleri, Abbasi
halifelerini Aşağı Türkistan halkından yanlarına adamlar
almayı teşvik etmiştir. Zira Türkler; şiddet ve cesaret, kah
ramanlık, harplerde öne atılm ak ve güzel itaat etme bakım
larından diğer insanlara üstün oldukları için onlar halifele
11el-Istahri, s. 286, krş. el-Hamevi, V, s. 47.
35. rin askerleri, Türklerin beyleri de halifelerin kumandanları
olmuşlardır.
Türkler cesaret, cüret, atılganlık ve halifelere itaat
etmede çok üstün oldukları için asker olarak diğer ırklara
daima tercih edilmişler ve Bağdad'a getirilmişlerdir. Daha
sonraları onlardan büyük komutanlar çıktığı gibi, Halifenin
çok yakınları ve en güvendiği kimseler olmuşlardır. Tıpkı
Fergane Türkleri gibi, Hilâfet sarayımda bu Ferganeli Türk
ler koruyarlardı"(nk
Buraya kadar yaptığımız bütün bu açıklamalar Müs
lüman Türk'ün bu erken devirlerde teşekkül eden muhte
şem yeni "İslâmi şahsiyetinin" Türk İslâm tarihindeki yan
sımalarıdır. Bununla beraber Turan Yurdu Türklüğü arasında
şekillenen bu yeni "gaza ve cihad ruhu" ve bu "iman erleri
nin" sınır boylarında "Kafir Türklere" karşı kim olursa olsun
cihad etmek, "Hayır!" “iman hakimiyetini" kurmak İlâhi bir
gaye haline gelmiştir.
Bu büyük olgu; Müslüman Kara Hanlı Hakanları, ö-
zellikle Türk'ün Allahın hidâyetine giden yolda ulu atası
olan Abdu'l-Kerim Satuk Buğra Han devrinde bütün dina
mizmi ile kendini ortaya koymuş, ünü cihanı dolduran Sel
çuklu Sultanları, Melikşah ile bir "Kızıl Elma Ülküsü" hali
ne gelmiş, Osmanlı Sultanlarında Fatih Sultan Mehmed
Han'la bu "Kızıl Elma Ülküsü" onların gönlünü yakan, kal
bini tutuşturan bir kor, bir ateş parçası olmuş ve Osmanlıyı
üç kıtada yetmiş iki milletin efendisi ve koca bir cihan impa
ratorluğunun kurucusu yapmıştır.
12el-Hamevi, V, s. 47, İbn Havkal, s. 467, el-Istahri, s. 291.
36. Turan Yurdu ve Îç-Asya'da Türk Mürşitleri:
Bu arada hemen şunu itiraf edelim ki; bu boz yeleli cen
net atları üzerinde, sınır boylarında, "Kafir Türkler"e karşı gaza
ve cihad edenler, böylece yüzlerce binlerce Türk'ün Müslüman
olmalarına zemin hazırlayanlar, parlak kılınçlarmın kan dam
layan uçları ile yeni İslâm destanlarının altın sayfalarını yazan
lar, işte bu atlı iman erlerinin, kahramanlıkları, "Kafir Türkler"e
karşı çetin mücadele, kudsi tebliğ ve irşad faaliyetleri hakkında
İslâm tarih ve coğrafya literatürüne pek fazla bir şey intikal et
memiştir. İslâm ve Türklük adına böylesine yüce, böylesine kül
li bir misyonu ifa eden bu yeni iman erleri, kimseden bir şey
beklememişlerdir. Onlar sadece O, Zât-t Akdes’in rızasını ara
mışlar, Ona yönelmişler ve zaten bir İlâhi alemden geldikleri
gibi, bu kudsi hizmet aşkı ile bir uhravî aleme göçüp gitmişler
dir.
Mâmâfih ribatlarında yetişen ve koyu bir İslâm sevdalısı
haline gelen bu insanların guruplar halinde sınır boylarında
"Kafir Tiirkler"e karşı giriştikleri gaza ve cihad hareketleri ve
bu işin sevabına inanan bir çok Müslümanları teşvik etmiş ve
onlarda Türkler arasında yoğun bir İslâmî tebliğ ve irşad faali
yet başlatmışlardır. Hatta bunların bir çoğuda özbe öz Türk
miirşidleri idi.
Bunlardan bizim burada ismini zikretmek istediğimiz.
İshak Baba adında bir Türk mürşididir. Bu zatın Türk yurtla
rında İslâm dininin yayılması için tebşir faaliyetlerinde bulun
mak üzere bizzat Ebû Müslim tarafından görevlendirildiği an-
laşılmaktadıh13). Bunun için kendisine "TÜRK" lakabı verilmiş
ti^).
13Lewis, B., The Arabs in History, p. 102, “..he had been sent to preach the
faith among the Central Asian Turks. "
14 Barthold,W., Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Ankara, 1975, s.
255.
37. Türk yurtlarında bu şeklide tebliğ faaliyetlerine başla
yan İshak Baba, bir çok Türk'ün ihtidasına vesile olmuş ve
çevresinde yeni dinin heyecanını duyan bir çok kimse top
lanmıştır. Onun, Ebû Müslim'e karşı ayrı bir saygı ve bağlı
lığı vardı. Ne var ki Abbasi halifesi el-Mansur, yeni bir desi
se ile Ebu Müslim’in başını vurdurdukan sonra çok geçme
den bu büyük Türk mürşidinin de boynunu yordurmuş ve
cemaatım da dağıtmıştır. Zira Ebû Müslim'in öldürülme
sinden sonra onun "imametine" inananlar İshak Baba'nm
etrafında toplanmışlar ve onlara yeni iltihak eden müridleri
ile birlikte çok kalabalık ve tehlikeli bir görünüm
arzetmişlerdi*15*.
Abdullah b. Mübarek Cihâd Meydanlarında:
Fakat bizim Türkistanda İslâmiyet'in yayılması için
ferdi misyonerlik ve tebşir faaliyetleri arasında belki de is
mini en önce zikretmemiz gereken bir ulu Türk daha vardır.
O da; büyük İslâm âlimi, büyük mücâhid, büyük muhaddis,
büyük mutasavvuf, aynı zamanda kalp ve gönül adamı, her
türlü iyilik, güzellik ve kemâlatı kendi nefsinde toplamış,
kâmil ve örnek bir Müslüman olan Abdullah b. Mübarek et-
Türkîdir06*.
Abdullah; asıl adından da anlaşıldığı gibi, ilk devir
lerde yetişmiş ve İç-Asya Türklüğüne İslâmiyeti yeni bir i-
man ve hidâyet coşkusu ile ulaştırmış, bu arada bir çok
Türk'ün Müslüman olması ve Allanın hidâyetine ulaşması
na vesile olmuş çok şerefli bir Türktür. Babası ahlâk ve fazi
15İbn Nedim, el-Fihrist; Beyrut, 1978, s. 484.
16 Abdullah b. Mübarek hakkında geniş bilgi için bkz. el-Hatib el-Bağdadi,
Tarih-u Bağdad, X, s. 159, el-Hanbeli, Şezerat, I, s. 206, Şavki dayf, Ta-
rih-u Edeb el-Arabi, Mısır, 1972, s. 402, 406.
38. let sahibi, gerçekten de Mübârek adında bir Türk, anası ise
Harzemli asil bir Türk Hatun'u olan Abdullah; Doğu ihtilâ
linin asıl merkez Merv'de dünyaya gelmiştir (718)(17).
İhtilâlin ayak sesleri duyulmaya başladığında ve he
nüz 22 yaşında olan bu Türk delikanlısı, ihtilâlin siyah san
cağı altında ve en ön saflarda toplanan bir çok yağız çehreli,
yiğit yapılı Türklerden birisi idi. Fakat onun ihtilâle katılma
sının asıl sebebi, bu devirlerde örneğini sık sık gördüğümüz
diğer bir çok Türklerde olduğu gibi "Hz. Peygamber" ve
"Evlâd-t Rasûle" yani Onun "Ehl-i Beytine” düşkünlüğü,
onlara olan sonsuz muhabbet ve sevgisinden ileri geliyordu.
İhtilâl başarıya ulaştıktan sonra Abdullah, asıl faali
yetlerini İç-Asya ve Türkler arasında İslâmiyetin yayılması
na ayırmıştır. O, sadece bir çoklarının yaptığı gibi nefisle
olan cihad: yani, zorun kolayı ile iktifa etmiyordu. Senelerdir,
hem de amansız bir şekilde sürdürdüğü ba nefsî cihâdın
yanısıra, din düşmanlarına karşı ata binmeyi, kılmç kullan
mayı, hulâsa hayatı, mal-i mülkü ile fiili cihâd etmeyi kutsal
bir ülkü, hayatının yüce bir gayesi olarak kabul ediyordu.
Abdullah b. Mübarek, Orta Asya bozkırlarında at
koşturan asıl dedeleri gibi, iyi ata binerdi. Güzel kılınç kul
lanırdı. Bir yıldırım savletiyle düşmanların üzerine çullanır,
kılınanı sıyırdığı zaman bir kaç düşmanın kellesini birden
uçururdu. O; sadece kendi nefsinin yüceliği için çalışan, bü
yük düşmanla cihad etmekten kaçınan, kendisi için ibâdet
17 Cemal M. Osman, Abdullah b. el-Mübarek, Dımışk, 1990, s. 6, İbn Saad,
Tabakat, VII, s. 372, Cami-u Keramatii’l-Evliya, II, s. 104, Hılyetü’l-
Evliya, II, s. 104.
39. eden, câmi ve mescit köşelerinde ağlayıp sızlayan pasif pısı
rık Müslümanlara cihat meydanlarından şöyle sesleniyordu:
ÖiLujU jJLi! Oj-fljî j) Jj L—P b"
'V_. U U Jj Ujj?u3 At•jj>J.ı 4-ls" t... ■/?'<; dlS” ^__«
"Sen Ey Mekke ve Medine'de kendini ibadete kaptıran
kişi! Bizi bir görsen yaptığın ibâdetler hiç kalır.
Kiminin Allah'a yakarmadan yanakları ıslanır. Bizim
ise, cihat yolunda akıttığımız kanda yüzümüz boyanır"{K).
O her sene o yörelerde âdet olduğu üzere ilk bahar ay
larında Türk yurtlarına gider, Türkler arasında ferdi tebşir
hareketlerinde bulunurdu. Onu, bu hummalı gayret ve teb
şir faaliyetleri sonucu şüphesiz bir çok Türk Müslüman ol
muştur. Türkler, Müslüman olma bir yana, tasavvufun ilk
manevi zevkini, Abdullah b. Mübarek gibi bir gönül ve kalb
adamı ve bu sahabe devri Müslümanının gönüller dolu iman
âb-ı hayatından almış oluyorlardı(19).
18Behçet, M. M Divanü’l-İmam Abdullah b. el-Miibârek, Bağdad, 1989, s.
22, Z., Türklerin Arap Dili ve Edebiyatına Hizmetleri, Konya, 2004, s. 74
vd.
19 Daha geniş bilgi için bkz. Kitapçı, Z., Saâdet Asrında Türkler, Konya,
1995, s. 129 vd.
40. ABBASİLER'İN İLK DEVİRLERİNDE
TÜRK YURTLARINDA İSLÂMİYET
Abbasi Halifelerinin Yeni Dini Politikaları:
Türkler arasındaki bu ferdî tebliğ ve irşad faaliyetleri
bir yana İç-Asya Türklüğünün Müslüman olması yolunda
İslâmi tebliğ ve irşad faaliyetleri, Abbasi Halifeleri tarafın
dan yeni bir ivme kazandırılmış ve belirli derecede bir dev
let politikası haline gelmiştir. Bu cümleden olmak üzere;
Ebû Ca'fer el-Mansur, Türk yurtlarında İslâmi hareketin
kapısını açmış, oğlu el-Mehdî buna yönelmiş zaten ana yö
nünden Türk olan el-Memûn ve el-Mu'tasım gibi, çok
değerliiki Abbasi Halifeleri bizzat bu hareketin fiili olarak i-
çinde olmuş ve böylece Çin Şeddine kadar yayılan ve İç-
Asyaya giden İslâm hidâyet yolu da açılmıştır.
İlk Abbasî halifesi Ebü'l-Abbas es-Seffâh; adından da
anlaşılacağı gibi, bir kan ve ateş denizinden geçerek halife
olmuştur 750~754)(2Ü). Zaten onun dört seneyi, geçmeyen bu
kısa hilâfet döneminde iç isyan ve kargaşalıklar bir yana, İç
Asya'da önemli bir tebliğ ve irşad faaliyetinden söz etmemiz
mümkün değildir. Ne var ki o, halifeliğinin ilk yıllarında
başta Mıstr ve Horasan, yani Doğu Tiirk yurtlarına bir e-
mirname göndermiş ve İslâm dinini kabul ve Allah'a yöne
lip ibadet eden kim olursa olsun, zengin fakir, durumuna
bakılmaksızın "cizyeden m uaf' tutulmasını emretmiştir121
20es-Suyutî, Tarihu’l-Hulefa, Mısır, 1952, s. 256, el-Hudarî, Tarihu’l-Ümem
el-îslâmiyye, Mısır, 1934, s. 46.
21 Arnold, T.W., The Preaching o f İslam, Lahore, 1968, p. 105.
41. Cizyenin Emevîler devrinde dahi İslâm dinine koşmak
isteyen İç-Asya Türkleri'nin karşısına her zaman aşılması
zor bir engel olarak çıktığı, bir çok Türk'ün İslâm dinine
girmesi bu cizye yüzünden engellendiği, hatta Müslüman
olan Türklerden, hâlâ gayr-i müslimler gibi cizye alındığı
göz önüne getirilirse; bu emirnamenin Türkler arasında bü
yük bir ferahlanmaya sebep olduğu, vergiden muaf tutulan,
yüzlerce ve binlerce Türkün Müslüman olduğunda kimsenin
şüphesi olmamalıdır.
es-Sıffâh'tan sonra kardeşi Ebû Ca'fer el-Mansur hali
fe olmuştur (754-775)(22). el-Mansur halife olduktan sonra
Doğu Halkı, özellikle Türklere devlet işlerinde çok ayrı bir
önem vermiş ve Türkler'in büyük ölçüde askeri ve İdarî ma
kamlarda görevlendirilmelerine müsâde etmişi(23). Onun,
Türklere karşı gösterdiği bu iyi niyet sebebiyle İslâmiyet İç-
Asyada yeniden filizlenmeye başlamış ve bir çok kimse
Müslüman olmuştur. Fakat bizim burada asıl üzerinde dur
mak istediğiniz Fergâne hükümdarı ve onun yakınlarından
Bey-Çur’un İslâma davet edilmesidir.
el-Mansur'un hilâfet yıllarında; bu Fergâne hükümda
rı; Kaşgara çekilmiş bulunuyordu. Kaynaklarda bu Fergâne
hükümdarının adının Arslan Tarhatı olduğu zikredilmekte
dir (736)(24). Bu sıralarda Abbasî idârecileri tarafından ona bir
elçi gönderilmiş ve yüklü bir vergi ödemeye mecbur edil
miştir.
Daha sonra Arslan Tarhan, Fergâne'nin bu Türk asıllı
hükümdarı, yakınlarından Bey-Çur'u, bu ağır vergi mesele
22es-Suyutî, s. 259, el-Hudarî, s. 53.
23es-Seâlibi, Letifü’l-Maarif, Mısır, 1960, s. 20.
24Esin, E., İslâmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi ve İslâma Giriş, s. 232.
42. sini bir kere daha müzakere etmek üzere yetkililer nezdine
yani Bağdat a elçi olarak göndermiştir. el-Yakûbi'den öğ
rendiğimize göre bu yetkililer önce Bey Çur’un İslâm dinine
girmesini istemişler ve o, bu daveti kabul etmeyincede onu
hapsetmişlerdir. Bey-Çur, el-Mehdi’nin halife olmasına ka
dar Bağdat'ta hapiste kalmıştır. Araplar onu her ne zaman
İslâm dinini kabul etmeye çağırmışlarsa da o şu cevabı ver
miştir;
"-Elçisi olduğum hükümdara ihanet etmem (ve dinimi
asla değiştirmem)"(25). Ancak bu kimse, el-Mehdî devrinde
serbest bırakılmış ve kendi ülkesine gitmesine müsaade e-
dilmiştir(26). Ne var ki Bey-Çur'un torunları daha sonraki
devirlerde İslâm dinini kabul edecek ve hem Vahs ve hem
de Huttal'a hükümdar olacaklardır^7).
Ebû Ca’fer el-Mansurdan sonra, onun yerine oğlu el-
Mehdi halife olmuştur (775-785)(28) el-Mehdi halife olduktan
sonra o da babasının yolunda yürümüş ve "Doğu H alkı”na,
Türklere büyük ilgi göstermiştir. Bu cümleden olmak üzere;
O, Emevî halifelerinden Ömer b. Abdû’l-Aziz gibi, çoğun
luğunu, Türklerin oluşturduğu "Doğu" hükümdarlarına yö
nelmiş ve onlara elçiler göndererek Müslüman olmalarını ve
kendisine itaat etmelerini istemiştir, el-Mehdi; onlara, bu el
çiler vasıtasıyla gönderdiği davet mektubunda aynen şöyle
diyordu;
25el-Yakubi, Tarih,Beyrut, 1960, II, s. 465. vd.
26Barthold, W., Fergana, İA, IV, s. 560.
27 Esin, E., a.g.e., s. 239.
28es-Suyutî, s. 259, el-Hudarî, s. 94.
43. "Eğer sizler, Allah'ın birliği ve Onun Rasûlünü kabul
ederseniz büyük faydalar elde edeceğiniz gibi, benden de
yardım görürsünüz”^9'1.
Mâmâfih devrin çağdaş tarihçilerinden İbn Vâzıh el-
Yakûbi'nin bu husustaki kıymetli rivayetlerinden öğrendi
ğimize göre; el-Mehdinin İslâm'a çağrı elçisi gönderdiği
Türk hükümdarları arasında Kabul meliki, Kabül Şah, Soğd
(Semerkant) meliki; İhşîd, Toharistan hükümdarı, Şervîn Bam
yan meliki, Şîîr ayrıca Fergâne hükümdarı, Ferzan, Uşrusana
hükümdarı: Afşin, Karluk hükümdarı; Yabgu Bey, Sicistan me
liki; Rutbil, (Taşkent) Türk hükümdarı; Tarhan, Tokuzoğıtz hü
kümdarı; HAKAN da bulunuyordu"(30). Bunların hepsi el-
Mehdi'nin itaati altına girmişler, diğer bir ifâde ile Müslü
man olmuşlardır. Bu Müslüman olan Türk hükümdarlarının
bir çoğu İslâm halifesine kıymetli hediyeler göndermeyi de
ihmâl etmemişlerdir.
Fakat bizim bu mahalli Türk hükümdarları arasında,
asıl üzerinde durmak istediğimiz Karluklardan, Türk asıllı
büyük Toharistan hükümdarı Yabgu Bey'dir. el-Mehdî, diğer
mahalli Türk hanları ve çevre hükümdarları üzerinde çok
büyük bir etki ve nüfuz sahibi olan bu büyük Karluk Yabgu-
su ile özel ilişkiler kurma yoluna gitmiş, ona özel elçiler
göndermiş ve onun her hâl-ü kârda Müslüman olmasını is
temiş ve oda gerçek manada Müslüman olmuştur. Zira çağ
daş tarihçilerimizden el-Ya'kûbi bu hususta aynen şöyle
demektedir;
29 el-Yakubi, II, s. 397, 398, Krş. Panipati, İ. Şeyh Muhammed, İslâm Yayılış
Tarihi, Çev. A. Genceli, İstanbul, 1971, II, s. 902.
30el-Yakubi, II, s. 436.
44. Jj («-LAJİ hyc^r LiiS”j"
İşte bu Yabgu Bey (Korluklardan ve Toharistan bu Türk
asıllı hükümdarı) o varya, halife el-Mehdinin açık telkini ve
bizzat onun eli ile Müslüman olmuş idi(31).
Yine bu el-Mehdî'nin halifeliği zamanında bir kısım
Oğuzlar ve Kartuklar uzak Türk diyarı, (İç-Asya)dan göç
ederek Toharistan’a kadar gelmişler ve buralara yerleşmiş
lerdir. Bunların büyük bir kısmı sonradan Müslüman olmuş
lardır. Daha sonra Kartuklar, bu Oğuz Türklerini sıkıştırın
ca, bu defa onlar Belh ve Herat taraflarına göç etmek duru
munda kalm ışlardır^32). Böylece buraların Türklük dokusu
bu yeni göçlerle bir kere daha güçlenmiş oluyordu.
el-Mııkanna Müslüman Türkler Arasında:
el-Mehdî devrinin konumuz açısından en büyük olay
larından birisi de şüphesiz, el-Mukanna ve onun önderli
ğinde Türk yurtlarında başlayan yarı dini terör hareketidir.
Aşağı Türkistanda İslâmiyet güçlü bir varlık hâline geldik
ten sonra bir çok fanatik Araplar, kendi sapık duygu ve dü
şünceleri uğruna bu yeni Müslüman olmuş Orta Asya Türk
lüğünü âlet etmek istemişlerdir. İşte bu sapıklardan biri olan
Hâşim b. Hakîm adında bir fanatik: "ülûhiyet"n önce Hz.
Adem, sonra bütün peygamberlere ondan sonra Hz.
Muhammede, sonra Ebû Müslime ve şimdide kendisine hu
lul ettiğine iddia etmiş ve herkesi kendisinin ilâh olduğuna
31 el-Ya’kubi, II, s. 436, Yabgu Bey ve Çevresi hakkında geniş bilgi için bkz.
Kitapçı, Z., İlk Müslüman Türk Hükümdarları ve Hakanları, Konya,
2004, s. 82.
32 Turan, O., Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi, İstanbul, a.g.e., I, s.
163.
45. inanmaya çağırmıştır (775)(33). Şaşı gözlü, inadına çirkin yü
zü ve dazlak kafalı olan bu kimse, yüzüne alün bir maske
geçirdiği için "m askeli insan" anlamına "el-Mukanna" de
nilmiştir.
el-Mukanna bu ülûhiyet iddiasına Aşağı Türkistan'da
başlamış ve Semerkant daki bir çok kimse bu sapığın peşine
takılmış ve onun ülûhîyetine inanır olmuşlardır. Çoğunlu
ğunu Türklerin oluşturduğu bu gözü dönmüş kimseler, yıl
larca Müslümanların canına, malına ve kanma kasdetmişler
ve onların ellerinde avuçlarında ne varsa almışlardır, en-
Narşahi, onun komutanlarından birinin adından da anlaşıl
dığı gibi Güler Tekin adında bir Türk olduğunu ve çoğunlu
ğu kâfir Türklerden oluşan bir ordusu ve bunun zaman, za
man sayısının 50.000 kişiye ulaştığını kaydetmektedir(34).
Kendisi Kiş yakınlarında bir dağda ve bir kartal yuvasını
andıran "Bisnam Kalesine" sığınmıştı(35).
el-Mukanna üzerine gönderilen Arap komutanlardan
hiç biri başarılı olamamış ve bu harpler senelerce böyle de
vam etmiş, onbinlerce insanda ölmüştür. el-Mehdi, uzun
zamandır devletin başına bela olan bu sapık adamın üzerine
en sonunda Said el-Haraşî’yi göndermiştir. Said, büyük bir
kararlılıkla Besnâm!a gelmiş ve el-Mukanna'm âdeta bir kar
tal yuvasını andıran kalesini çok sıkı bir şekilde kuşatmış ve
bu kuşatma kış mevsimi de dâhil aylarca sürmüştür. Bu du
rumda el-Mukanna Türk yurtlarını yıllarca kasıp kavuran
bu sapık lider bütün ümidini kaybetmiş ve en sonunda ha
33 et-Taberi, VIII, Tarihu’l-Ümem ve Miilûk, tah. M. E. İbrahim, Beyrut,
1967, s. 135, İbnü’l-Esir, el-Kâmilfit-Tarih, Beyrut, 1965, VI, s. 38, 39.
34en-Narşahi, s. 101.
35İbnü’l-Esir, VI, s. 39.
46. nımları, yakınları da dâhil hepsi kendilerini yakarak canları
na kıymışlardır (777)(36).
Harûn er-Reşîd devrinde iç-Asyada, İslâmiyetin yayı
lışı ile ilgili ifadeler ve Harun er-Reşîd'in bunlara ne derece
etkili olduğu hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. Ne var ki;
Onun devrinde Horasan’a vali olarak gönderilen Fazl b.
Yahyanın (794), halkı idare etme ve Türklerle hoş geçinmede
çok başarılı olduğu, Türkistan'a seferler düzenlediği ve bu
ralarda bir çok cami, mescid ve ribatlar yaptırmış olduğu ri
vayet edilmektedir<37).
Bir Gönül Eri Şakîk-i Belhi Türk Yurtlarında:
Mâmâfih et-Taberî’nin bu rivâyetleri, artık bu devir
lerde İslâmiyetin İç-Asya'da yeni bir hızla yayıldığını gös
termektedir. Fakat bu devirlerde İç-Asya'da İslâm dininin
yayılmasında yeni yeni gelişmeler olmuştur. O da daha son
raları Asya bozkırlarında İslâm hidâyet meşalesini tutuştu
racak olan İslam tasavvuf ve mistisizminin, İç-Asya kapıla
rını çalmaya, şöhreti dünyayı dolduran büyük veli ve
mürşidlerin Türkistan'ın iç kısımlarında ferdî tebşir hareke
tine başlamış olmalarıdır. Orta Asya Türklüğünün dini ve
milli hayatında daha sonraları çok önemli bir yeri olan ve bu
yolla Müslüman olan Türkler arasında yeni bir imân neşesi
ve coşkusu yaratan bu tasavvufî tebşir hareketleri hakkında
W. Barthold şöyle demektedir;
"İslâm dünyasının ister içinde, ister dışında ferdî İs
lâm misyonerliğinin ortaya çıkışı, İslâm tasavvufunun or
taya çıkışı ile yakından ilgilidir. Sûfiler, İslâm iyeti yaymak
36İbnüT-Esir, IV, s. 51, 52, en-Narşahî, s. 103.
37et-Taberi, VIII, s. 257.
47. amacı ile bozkırlardaki Türklere gidiyorlardı. Hatta son de
virlere kadar, her vakit bunların propagandası, medreselerde
İslâm ilimlerini öğreten fakihlere nisbetle daha başarılı olu
yordu^. Zira bu: "Şeyhler ile İslâm tasavvufunun diğer
temsilcileri göçebeler arasında çok büyük bir tesir meydana
getirmişlerdi. Üstelik bugün bile bozkırlarda hâlâ en çok on
ların taraftarları vardu*39
Evet, ilk devirlerde, Türkistan'ın iç kısımlarında, bu
şekilde ferdi tebşir faaliyetlerinde bulunan büyük zâhid ve
mutasavvuflardan birisi şüphesi Şakik-i Belhidir (7347-809).
Ünü civarı dolduran çok büyük bir "Şeyh" ve bir "mürşid"
olmadan önce, çok iyi, gayret-i diniye sahibi bir Müslüman,
aynı zamanda çok dürüst bir tüccar olan Şakîk; Türkistan'ın
iç kısımlarına yaptığı bu ticari seferlerinde, Türk beldelerine
giderek puthanelere girmiş, onları batıl inançlardan kurtar
maya çalışmış ve Müslüman olmaları için çok yoğun fa
aliyetlerde bulunmuştur. Hatta O; bu seferlerinin birinde
karşılaştığı sakalsız bir putperestle, aralarında geçen bir ko
nuşma sonucu "tasavvufa" meyletmiş ve devrin meşhur so
filerinden İbrahim Edhem'e gelmiş, ona intîsâb etmiş ve da
ha sonra şöhreti dünyayı dolduran koca bir veli olmuştur*40).
İbrahim Edhem'den aldığı manevî ve ruhi derslerle
tam bir gönül ve kalb adamı olan Şakîk'in bundan sonra asıl
38Barthold, W., Orta Asya Türk Tarihi, s. 94.
39 Barthold, W., Türkistan, s. 323, Buna benzer görüşler için bkz. Shaw,
Stanford J., History o f the Ottoman Empire and Modem Turkey,
Cambridge, 1976, 1, p. 153, "Sufism whic had converted most o f the
Turkish ııomads to İslam in Central Asiâ.
40 Feridü'd-Din Attar. Tezkiretü'l-Evliya, Tah. M. İstilâmı, Tahran. 1346, s.
232-233. Turan, O., a.g.e., I, s. 56, İz. Mahir, Tasavvuf, İstanbul, 1969. s.
17, İslâm Alimleri Ansiklopedisi, İstanbul, III, s. 7-10, Tabakat es-Sülemi,
s. 63 .
48. himmeti İç-Asya Türklüğü olmuştur. O, kendisini steplerde
yaşayan Türklere adamış, buralarda yaşayan Türkler arasın
da gezmiş dolaşmış, tasavvufun verdiği yeni bir imân neşesi
ve zevki ile bu yarı göçebe Türkleri, İslam'a çağırmış ve on
lardan pek çoğu Müslüman olmuştur*41).
Şakîk; gönlü hidâyet ateşiyle dopdolu olan bu büyük
Tanrı Kulu bunlarla da yetinmemiştir. O; Abbasiler devrinde
Türkistan'ın iç kısımlarına sefer eden İslâm ordularına ka
tılmış ve onların yanında tam bir cihâd aşkı ile "Kâfir Türk-
ler”e karşı çarpışarak o bölgelerde İslâm dininin galip gel
mesi ve kâfir Türklerin Müslüman olmasını istemiştir. Nite
kim onunla bu harblerin birinde aynı kaderi paylaşan dostu
büyük gönül adamı Hatim b. el-Esam şöyle bir anekdot nak
letmektedir;
"Şakîk ile birlikte bir harbte Türklerle çarpışıyorduk. Ogün
kesilen başlardan, kırılan mızraklar ve kesen kılınçlardan başka hiç
bir şey görünmüyordu. Şakîk bana;
"Ey Hatim! Nefsini nasıl buluyorsun. Sen onu zifaf ge
cesinde karınla bulunduğun gibi, şehid olmaya hazır
buluyormusun" dedi. Bende;
"Tanrıya yemin ederimki öyle değil" dedim. Bunun
üzerine O:
"Tanrıya yemin ediyorumki bugün ben nefsimi zifaf
gecesi gibi şihid olmaya hazır görüyorum?" dedi(42).
Ne ilginçtir ki bu büyük gönül ve kalb adamı, büyük
zâhid ve mücahid gâzi, yine böyle Türkistan'ın iç kısımları
na yapılan bir sefer sarasında. Kulanda (bugünkü Evliya
41 Ferdü'd-Din Attar, a.g.e., s. 234.
42 el-Kuşeyri, Risale, Çev. T. Yazıcı, Ankara. 1972, s. 48, Krş. el-Bâr, M. Ali.
Afganistan, minel-Feth el-İslâmî İlel-Gâzv er-Rûsi, Cidde. 1985. s. 424.
49. Ata yakınında bir yer) Türklere karşı bir gaza esnasında öl
dürülmüş ve zifaf gecesinde karısına kavuşurcasma, Allah
yolunda "şehidlik mertebesi"ne kavuşmuştur (194/809)(43).
Tasavvufun Türk Yurtlarına Sıçraması:
Evet; yukarda da ifâde edildiği gibi, bu erken devir
lerde kayda değer gelişmelerden bir diğeri de Tasavvufun
Türk yurtlarına sıçraması derviş gazi ve şeyhlerin bozkırlar
da yaşayan Türkler arasında İslâmiyetin yayılması için yeni
bir hidâyet fırtınasını estirmeye başlamalarıdır. Bilindiği gibi
Merv ve Belh şehirleri, hatta geniş anlamı ile Horasan Doğu
Turan Yurdu daha ilk asırlarda İslâm Tasavvufunun önemli
merkezlerinden biri olmuş ve buralarda bir çok büyük
mürşidler yetişmiştir*44).
Bu bakımdan Aşağı Türkistan'da İslâmi faaliyetler ge
liştikten soıra İslâmi tasavvuf hareketinin Türk yurtlarına
sıçraması gayet tabii idi. Zira çeşitli vesilelerle Horasan'a gi
dip gelen bu Türkler, oralarda yeni yeni, tarikatlara intisâb
ediyorlardı. Böylece tarikatların verdiği manevi zevki Türk
ler de tatmış ve ruh yüceliğine Türkler de ulaşmış oluyorlar
dı. Nitekim; Attar'ın, Tezkeretü'TEvliyasında Ahî İbrahim
adında (III/9. asır) bir Türk sûfisinden bahsedilmektedir*45*.
Bu yeni tasavvuf ceryanlarının gelişmesi ve şüphesiz
daha mükemmel bir kurum hâline gelmesinde Baykent, Bu
hara ve Semerkant gibi Aşağı Türkistan'ın mamur ve müref
43 İbnü'l-Esir, VI, s. 238, İbnüT-Verdi, I. Tettmme s. 315, Geniş bilgi için bkz.
Tabakat es-Süfiyye, s. 61-66, Hilyetü’l-Evliyâ, VIII, s. 58, Tezkiretü'l-
Evliyâ, s. 125, Tabakâtü'l-Kübrâ, I, s. 65.
44 Debbağoğlu, A., Tasavvufun İçtiami İktisadî ve Siyâsî Yönleri; II. Hareket
(Aylık Dergi) Temmuz, 1973, sy. 9, s. 12.
45 Debbağoğlu, A., a.g.mk., s. 13.
50. feh şehirlerinde çok daha önceleri kurulmuş olan
"Ribatlar"m, yukarda da ifade edildiği gibi, çok önemli yar
dımları olmuştur. Ribatlar; Türk yurtlarında daha sonraları
ortaya çıkacak olan tekke ve zaviyelerin bir nevi çekirdeği ve
mukaddes ocağını oluşturmuşlardır. Evet, Horasan yoluyla
Türk yurtlarına giren tasavvuf cereyanları, gittikçe kuv
vetlenmiş. Buhara ve Semerkant gibi büyük ilim irfan mer
kezleri başta olmak üzere, Türkistan'ın İç kısımlarına doğru
süratle yayılmaya başlamıştır.
Böylece "Allah sevgisi" ve "Peygamber aşkt" ile yanıp
tutuşan bir çok sofiler, dervişler mücâhid gaziler, erenler ve
evliyalar, hulasa Allahın bu ermiş kulları, şehirler, köyler,
kasabalar, hatta steplerde yarı göçebe olarak yaşayan Türk
ler arasına karışarak, onların İslâm dinine girmeleri için son
suz bir azim ve iman coşkusu içinde çalışıyorlardı.
Bizim bu mânâda burada adını zikretmek istediğimiz
bir ulu cihâd eri daha vardır. O da; Hâllâc-ı Mansur adıyla
bilinen meşhur İslâm sofisidir. Bu büyük Tanrı Kulu, kendi
ni önce Tarikatın cezbesine kapürmış ve daha sonra üzerine
bir askerî kıyafet giyerek, sanki şehid olmak isteyen bir
mücâhid gazi gibi Orta-Asya sınır boylarındaki şehirlere
gitmiş Hoten ve Tufan'a uğramış ve bu geniş coğrafi bölge
lerde yaşayan Türk boyları arasında Islâm dininin yayılması
için canla başla çalışmış ve onbinlerce Türk'ün hidâyetine
vesile olmuştur(46). Evet; Hallaç Y.N. Öztürk'iin de ifâde et
tiği gibi;
"Özellikle (887-890) yıllan arasında dolaştığı Türk il
lerinde, İslâmın girmesini hazırlayan bir numaralı misyon
sahibi olmanın yanında bir ırkın; Müslümanlığı tasavvuf
46 Massignon, L., Hallaç, İA. V/I, s. 168.
51. penceresinden seyretmesinde tartışmaz liderdir. O patika
yollan yıllarca adımlayarak, ribât ribât dolaşmış ve bu ır
kın Kuran dinine kazandınlm ası için âdeta kozm ik bir hiz
met vermiştir"(47).
Bu Tasavvuf ehli kimseler Türkleri, İslâm dinine ka
zandırmada klasik medrese âlimlerinden Hadis, Tefsir, Fıkıh
gibi, çok daha başarılı oluyorlardı. Mâmâfih büyük Türk â-
limi F. Köprülü, bir eserinde konumuzla ilgili gelişmeler
hakkında şu beyanlarda bulunmaktadır; "Artık h.TV (m.X.)
asırda Buhara ve Fergânede Şeyhlere tesadüf edilmeye baş
ladı. Hatta Fergânede Türkler kendi şeyhlerine BAB yani
BABA adını veriyorlardı. Meşhur Sofi Ebû Said Ebû'l-
Hayr'ın pek ziyâde hürmet ettiği Muhammed Ma'şukî ile
Emir Alî hâlis bir Türk idiler"(48).
Iç-Asya ve sınır boylarında Müslüman Sûfîler ve gö
nül erleri tarafından yarı medeni ve göçebe Türkler arasında
başlatılan İslâmi tebliğ ve İrşad faaliyetleri sonucu Türk
Boyları arasında daha sonraları bir hidâyet fırtınası esmiş ve
bir büyük İslâm inkılabı olmuştur. İslâm dininin Türkler a-
rasında kazandığı bu baş döndürücü gelişmelere işaret eden
B. Lewis söyle demektedir;
"Müslüman Araplar hiç bir zaman Orta-Asya Türklü
ğüne baş eğdirememiş ama, İslâm onlara baş eğdirmiştir. Zi
ra Tasavvuf erenleri ve buna gönül venniş daha bir çok kim
seler Seyhun nehrinin gerisinde, üstelik hiç bir zaman esir
olmamış Türk boylan arasında baş döndürücü bir şekilde
bir İslâm î tebliğ faaliyetine girişmişler, böylece sınır boyla-
47Öztürk. Y.N., Hallâc-ı Mansur ve Eseri, İstanbul, 1996, s. 72-75.
48Köprülü, F., Türk Edebiyatında İlk Mutasavvuflar, Ankara, 1981. s. 15.
52. nnda son derece sâde ve fa k a t askerî yönü ağır basan bir İs
lâmiyet ortaya çıkmıştır"(49).
el-Memûn ve Türkistanda İslâmiyet:
Abbasi halifelerinin en büyüklerinden biri olan el-
Memûn devri (813-833), İslâm dininin İç-Asya ve Türkler
arasında yayılması için çok önemli kilometre taşlarından biri
ve bir altın devir olmuştur. Zâten ana tarafından Merâcil a-
dında bir Türk cariyesinden dünyaya gelen el-Memûn(50)
dayızadeleri olan Türklere ve Orta Asya Türklüğüne her
zaman büyük bir sevgi ve ilgi göstermiş ve onların büyük
ölçüde Müslüman olmalarını sağlamışür. Nitekim A. Cevdet
Paşa, onun Türklere karşı gösterdiği bu güzel duygularım şu
şekilde dile getirmektedir;
"Memûn'un anası bir Türk cariyesi olduğundan, Türk
lere daha çok itibar edip, onlarda onu, kız kardeş çocuğu bi
lerek uğrunda canlarımı başlarını feda ederlerdi "(51).
Bilindiği gibi el-Memûn, daha ilk gençlik yıllarında
babası Harun en-Reşid tarafından Horasan'a vali olarak
gönderilmişti (h.192/807). Onun Türk ve Türk Hükümdar ve
Hakanları ile ilk ciddi ve sıcak ilişkileri işte Horasan'a vali
olduğu bu yıllarda başlamış ve ölünceye kadar da devam
etmiştir. Mâmâfih ilk devir, klasik İslâm tarihi yazarlarından
el-Belâzuri, el-Memûnün Horasan'daki bu ilk valilik yılla
rında Türklerle olan bu sıcak ilişkileri ve onları İslâm dinine
49 Lewis, B., Politics and War Studies in Classical and Ottoman İslam,
London, 1971, p. 193.
50 Kitapçı, Z., Mukaddes Çevreler ve Eski Hilâfet Ülkelerinde Türk Hatun
ları, Konya, 1995, s. 61.
51 Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, IV, s. 198.
53. kazandırmak için gösterdiği ciddi gayret ve teşebbüsleri
hakkında şu ilginç açıklamalarda bulunmaktadır;
"O, Horasanda bulunduğu sırada Soğd, Uşrusana ve
Fergâne hükümdarlarına akınlar düzenledi. Onların üzerine
süvariler gönderilmesini emretti. Aynca bu Türk hükümdar
larına, bir taraftan onların İslâm dinine ilgisini çekmek, di
ğer taraftanda onların Müslüman olmalarını sağlamak için
mektuplar yazmayı da ihmâl etmedi"^Z).
Gerçekte el-Memûn'un gerek mahalli Türk hüküm
darlarının müsküman olmaları için yaptığı fiili teşebbüsler,
gerekse Türkistan'ın iç kısımlarına düzenlediği dini gazalar,
netice itibarı ile boşa gitmemiş ve bazı Türk hükümdar ve
Türk aristokratları da dahil bir çok Türk Müslüman olmuş
tur. Fakat onun Horasan da bulunduğu ve Türklerin Müs
lümanlığı ile ilgili verimli valilik yılları pek fazla sürmemiş
tir. Zira onun övey kardeşi el-Emin'in babası Hârun er-
Reşîd tarafından "H alife" ilân edilmesi ve daha sonra bilfiil
halife olması, el-Memûn'u koyu bir çaresizlik içinde hem de
çok şiddetli bir taht mücâdelesine sürüklemiştir.
O, bu cümleden olmak üzere Türk hanları ve aristok
rat ailelerine bir çok elçiler göndermiş, onlarla sosyal münâ
sebetlerini geliştirmiş, bölge halkı ve hükümdar ailelerinin
çocuklarının isteyenleri divan defterine kaydedilmeleri ve
onlara maaş bağlamalarını istemiştir. Bunlar önce Müslüman
oluyor sonra da iyi bir terbiye dini eğitim ve askeri disiplin
den sonra el-Memûn'un ihtilâl ordusunun esasını oluştur
mak üzere hazırlanıyorlardı*53*. Öyle ya, Tâhir b. el-Hüsey'in
32 el-Belâzuıî, Fütuhu’l-Bii'ldan, tah. A. E., et-Tabbah, Ö. E., et-Tabbah,
Beyrut, 1958, s. 605.
53el-Belâzuri, s. 605, 606, et-Taberi, VIII, s. 403, 404.
54. komutasında Bağdat'a sevkedilen ordunun çoğunluğu he
nüz yeni Müslüman olan bu Türklerden oluşmakta idi.
el-Metnûn, üvey kardeşi el-Emin ile olan çetin mücâ
deleyi kazanmış ve bir kan ve ateş denizinden geçerek Bağ
dat'a gelmiş ve hilâfet koltuğuna oturmuştur. Fakat o, halife
olduktan sonra da Doğu halkt, özellikle kendisine taht ve
baht şehrine giden yolu açan Orta Asya Türklüğü, Türk hü
kümdar ve Hakanları ile ilgisini hiçbir zaman kesmemiş ve
onların her hâl-ü kârda Müslüman olmalarını istemiştir.
Türk aristokratlarının Müslüman olmaları yolunda onun el
de ettiği en büyük başarılardan birisi, şüphesiz
Uşrusatıa 'nın Gök-Türklefden beri devam ede gelen büyük
Hükümdarı, Kara Buğra Han'ın oğlu Kâvus ve onun büyük
oğlu Haydar'm Müslüman olmalarıdır.
Uşrusana Hükümdarı Kavus’un Müslüman Olması:
Bilindiği gibi Kâvus'un bu sıralarda üç oğlu bulunu
yordu. Bunlardan en büyüğünün adı Haydar idi. Haydar;
bir kısım ailevi sebepler nedeniyle Bağdat’a gelmiş ve baba
sına rağmen el-Memûn'un huzurunda Müslüman olmuş-
tur(54). Çünkü o sıralarda el-Memûn kadar, bir Türk'ün Müs
lüman olmasına sevinen bir başka kimse yoktu. O Haydar
ki, daha sonraları "el-Afşin" lakabıyla İslâm tarihine geçmiş
ve gösterdiği büyük deha, askerî kabiliyet ve ye-tenek ve he
le hele harp meydanlarında gösterdiği kahramanlıkları ile
"Hilâfet Ordulan"nm "baş komutanı" yani "Emîru’l-
Ümera-Orgeneral" olmuştur.
Tarihin şu garip cilvesine bakınız ki, Haydar'm kendi
ne has bazı sebeplerle babasının çevresinden uzaklaşması ve
54el-Belâzuri, s. 605.
55. hele hele Bağdat'a kadar gelerek Müslüman olması ve baba
sının karşısına geçmesi, Uşrusana hükümdarı olan Kavuş i-
çin hiçte iyi olmamıştır. Bu durum, onun Abbasi Halifesi el-
Memûn'a karşı sürdürdüğü mukavemetini kırmış ve onu is
ter istemez "Müslüman olmaya" zorlamıştır. Şöyle ki;
Vergi vermemek ve Abbasi Hilâfetinin egemen
lik ve hâkimiyetini bir türlü kabul etmemekte direnen bu
Türk hükümdarı Kâvus'un üzerine el-Memûn, bu defa,
Ahmed b. el-Ahvel'i göndermiştir. Daha hiç bir harb hazır
lığı yapmadan el-Ahvel ve onun ordusunu karşısında bulan
Kavuş, neye uğradığına şaşırıp kalmıştır. Müslüman general
fazla vakit kaybetmemiş, senelerdir direnen Kavuş ve oğlu
Fazlı esir almış ve daha sonra ikisini birlikte halife el-
Memûn’a takdim etmek üzere Bağdat'a göndermiştir
(207/822)(55).
Böylece Bağdat'a gelen Kâvus, Abbasi Halifesi el-
Memûn'un karşısına çıkmış, halife ve yalan çevresinin telki
ni ile Müslüman olmuştur(56). el-Memûn bu soylu, Müslü
man Türk hükümdarının yüksek şahsiyetinden fevkalade,
etkilenmiş., ona her türlü izzet ve ikramda bulunmuş, onu
Uşrusana'ya ve kendi nâmına tekrar hükümdar tayin etmiş
tir. Hatta el-Memûn bu Türk Hanının gönlünü almak için
daha da ileri gitmiş ve ondan sonra da oğlu, Haydar'm
Uşrusana'ya "Afşin” yani "Han" olacağını söylemiş ve böyle
ce kendisine ne kadar önem verdiğini vurgulamıştır. el-
Memûn bunlarla da yetinmemiştir. Kâvus'un iki oğlunu ya-
55et-Taberî, VIII, s. 559.
56el-Belâzuri, s. 605.
56. m Afşîn ve el-Fazlı sarayına almış ve bir daha onları
Uşrusana'ya dahi göndermemiştir*57*.
Mâmâfih, el-Memûn'un Türk yurtlan ve buralarda
yaşayan Türkler ve Türk hükümdarları ile sıcak ilişkileri her
zaman en canlı bir şekilde devam etmiş ve bu değerli İslâm
Halifesi, hayatı boyunca Orta-Asya Türklüğünün Müslü
manlığı için ayrı bir önem vermiş ve bunun için elinden ge
len her şeyi yapmıştır. Nitekim el-Belâzuri el-Memûn'un,
Türkler, Türk hükümdar ve hakanlarını, İslâm dinine ka
zandırmak için gösterdiği ciddi gayret ve teşebbüsleri hak
kında ilginç açıklamalarda bulunmakta ve şöyle demektedir;
fi ıj* jjp j ^p aJUp
<Ü-*ıj j ç i I d j j U J j& l j a ÂPÜali ^ £■ j S o
d JA î J a Î İ ^ oj_j Aİ s . b î j d M jjjJ l ı j ,y> d j k ş
tfj> thj'j ^ 'jd '
"el-Memûn, daha halife olmadan önce henüz Müslü
manlığı kabul etmemiş olan Türklere karşı gazalar yapıl
masını ve onların Müslüman olması için çaba sarf edilmesi
ni emrederdi. Onlardan Müslümanlığı kabul edenlere çok
daha yumuşak davranır izzet ve ikramlarda bulunurdu. Hele
hele Türk Hakan ve beylerinden biri Müslüman olupta ken
disini ziyarete gelmiş ise, el-Memûn ona izzet ve ikrâm için
ne yapacağını şaşırır kalırdı. Onları âdeta lütuf ve ih
sanlara boğardı"^.
57 Geniş Bilgi için bkz. Kitapçı, Z., İlk Müslüman Türk Hükümdar ve Ha
kanları, Konya, 2004, s. 280, s. 201.
58el-Belâzuri, s. 606.
57. el-Memûn ve Orta Asya Türklüğü:
el-Memûn'un Orta Asya Türklüğünü; İslâm dinine
kazandırmak için sarfettiği bu ciddi gayretler, T.W.
Amold'unda dikkatini çekmiş ve bu gelişmelerden sitayişle
bahsetmiştir*59). O, bu yönü ile bir dereceye kadar bizlere,
Emevî halifelerinden Ömer b. Abdü'l-Aziz'i hatırlatmakta
dır. el-Memûn da, bir taraftan Türkistan'ın iç kısımlarına
gaza ve cihadlar yaparak yerli halkı, İslâm dinine çağırdığı
gibi, diğer taraftan Türk Hükümdar ve hakanlarını İslâm di
nine davet etmiş ve onlardan bir çoğu da Müslüman olmuş
tur*60). Yine bu cümleden olmak üzere; meselâ Kâbil'in gayr-i
müslim hükümdarı, el-Memûn’un telkini ile İslâmiyeti ka
bul etmiş, hattâ kendi muhteşem taç ve kılmanı da bir bağlı
lık işareti olmak üzere el-Memûn'a sunmuştur*61).
Kaynaklarda buna benzer ve fakat bundan çok daha
ilginç bir Türk hükümdarının ihtida olayından daha bahse
dilmektedir, Mevlâna Şiblî'inin "el-Memûn" hakkında yaz
dığı müstakil bir eserinden öğrendiğimize göre;
el-Memûn'un Orta Asya mahalli Türk hükümdarları
arasında, İslâm dininin yayılması için giriştiği tebliğ faaliyet
leri sonucu bir çok Türk hükümdarı Müslüman olmuştu.
Fakat bunlardan öyle bir kimse vardı ki; bu Hak Dine gir
mekle yetinmemiş, üstelik daha önce ilâh olarak taptığı pu
tunu (muhtemelen Buda heykeli olmalıdır), bir nedamet ese
ri olmak üzere el-Memûn'a göndermiş ve bunun halka teş
hir edilmesini istemiştir.
59Arnold, T.W.. İbid, p. 85.
60Şah Muînûddin, Tarih-i İslâm, Haydarabad, III, s. 164-167.
61 Panipati, Ş.M.İ., a.g.e., II, s. 905, Krş. Yusuf, S.M., Studies in Islamic
History, Lahore, 1970, p. 65.
58. Mitekim bu maksad için Bağdat'a getirilen ve Halife
el-Memûn'a takdim edilen bu ilâh, daha sonra; bir hac-
mevsiminde Mekke'ye gönderilmiş ve Mina'da bütün hacıla
ra teşhir edilmişti. Bu putun başına da bir adam konulmuş
tu. O adam bu muazzam putun önünden geçenlere şu şekil
de sesleniyordu;
"-Ey Hacılar! Bileninizki bu put falanca Türk Beyinin
putu idi. Şimdi o Müslüman olmuş ve bu putu da sizlere bir
ibret olm ak üzere teşhir için göndermiştir"<62).
Fakat bizim burada asıl üzerinde durmak istediğimiz,
onun büyük Manihaist rahiplerinden Yezdanbaht'm Müs
lüman olması için gösterdiği samimi ilgi ve köklü arzusu
dur. Yezdanbaht, İran'dan geliyordu ve koyu bir Manihaist
idi. Bilgili, görgülü, ağırbaşlı, zâhid bir kimse idi. Bu zât,
Bağdat'ta el-Memûnun huzurunda ve diğer bir çok kimsele
rin de bulunduğu bir mecliste yapılan yüsek ilahiyat tartış
malarında, İslâm âlimlerinin hakikatli beyanları karşısında
şaşırıp kalmış ve şöyle demiştir;
"Benden "Hak" ve "Hakikati" söylemem istenirse
diyeceğimki; hiç bir zaman İslâm kılınç gücü; bir kısım zor
lama ve baskılarla yayılmamıştır."
Halife el-Memûn, Yezdanbaht'm bu beyanlarından
heyecanlanmış, bundan da öte büyük bir ümide kapılmış ve
onun mutlaka Müslüman olması için ikna edilmesini istemiş
hatta bu teklifi ona bizat kendisi yapmıştı. Yezdanbaht, İs
lâm Halifesine hiçte beklemediği bir cevap vermiş ve şöyle
demiştir;
62 Nu'mâni, M. Şibli, el-Memûn, Haydarabad, 189, s. 67, Krş. Panipati, Şeyh
M.I., a.g.e:, II, s. 908.
59. "Ey Müminlerin Emiri! Sizin bana yaptığınız nasihat-
lannızı dinledim ve ne demek istediğinizi de anladım. Fakat
siz; huzurunuzda bulunan bir kimseyi zorla eski dinini bıra
kıp ve sizin dininize girmesini isteyen zorba bir adam ola
mazsınız."
Ne ilginçtir ki; bu büyük Abbasi Halifesi, Yezdan-
baht'a kızmak şöyle dursun, ona ve fikirlerine saygı göster
miş, o kadarki bu M anihaist rahibinin memleketine dönü
şünde, bazı aşırı kimselerin her hangi bir zarar vermemeleri
için yanma özel koruyucular bile vermiştir*63). Bu davranış,
İslâm Halifesinin diğer dinler, hatta ehli kita olmayanlara
bile gösterdiği saygı, hoşgörü ve toleransın tarih sayfalarına
geçmiş en güzel örneklerden birisidir. Bu bakımda HA.R.
Gibb; onun bu yüksek karakterini takdir etmiş ve şöyle de
miştir:
"Her akılâne bir muhakeme sayesinde, ister iyi bir te
sadüf eseri olsun parlak Müslüman medeniyetinin (Aşağı
Türkistanda) temelini kurmak şerefi el-Memûn'a aittir"{b4).
el-Mutasım Devri ve Türk Yurtlarında İslâmiyet:
el-Memûn'un Anadoluya, Bizans'a karşı çıktığı bir se
fer sırasında vefat etmesinden sonra, onun yerine üvey kar
deşi el-Mutasım halife olmuştur (833-844)*65). el-Mu'tasım
da ana yönünden Türk olan ilk Abbasî halifelerinden biridir.
Anası ise, Mâride Hatundur. Mâride; kendi devrinde ve hi
lâfet çevrelerinde Türk olmanın gururunu bir milli şuur ül
küsü içinde yaşamış en ulu Türk analarından biri idi. Onun
63İbn Nedim, el-Fihrist, Krş. Arnold, T.W. Ibid, p. 86.
64Gibb, H.A.R., a.g.e., s. 82.
65 es-Suyûti, Tarihu’l-Hulefa, s. 306, ed-Diyarbekiri, Tarihu’l-Hamîs, II, s.
334.
60. yüksek gayretleri ve oğlu el-Mu'tasım'a aşıladığı yüksek i-
dealler; her hal-ü kârda "Türk olma", "Türk kalma" ve
"Türk gibi yaşama" şuuru sayesinde; Bağdat ve hilâfet ül-
keferinde yeni bir "Türkler Devri" başlamıştır ki bu bir ma
nada Arap İslâm tarihinin akışını dahi değiştirmiştir*66).
el-Mu'tasım devri; İslâm dininin gerek İç-Asya ve
Türkler arasında yayılması ve gerekse, henüz Müslüman o-
lan bu Türk aileleri ve onların çocuklarımn Bağdat'a yeni bir
görev için davet edilmeleri, Orta Asya'nın İslâmlaştırılma-
smda çok önemli kilometre taşlarından biri olmuştur. Nite
kim çağdaş tarihçilerimizden el-Belâzuri; el-Mu’tasım dev
rindeki bu hayırlı gelişmeler hakkında bizlere çok özlü bir
şekilde şu bilgileri vermektedir;
 i j t i t f J j ? - d i l i J d » ı l ) l £ î <Ü!b c j S İ A s - o l jf"
Ij Aâ-dl ^y» «.Ijj U Jcsr ja e i j ç i i
” . 6 ü a j * J *
"Daha sonra el-Mu’tasım Billah halife oldu. O da ay
nı şekilde davrandı, O kadarki sonunda onun askerlerinin
büyük çoğunluğu; Aşağı Türkistan, Soğd, Fergâne, Uşrusana,
Şaş ve başka başka yerlerin halkından oluştu. Bunların hü
kümdar (ve Hakanları) onun karşısına geldiler Müslüman
oldular ve İslâm dini buralarda yaşayan insanlar arasında
hâkim bir din oldu"{67).
66 Bu konularda geniş bilgi için bkz. Kitapçı, Z., Mukaddes Çevreler ve Eski
Hilâfet Ülkelerinde Türk Hatunları, Konya, s. 67.
67el-Belâzurî, s. 606.
61. Gerçekte Kuteybe b. Müslimden sonra ve Abbasîler
devrinde İç-Asya Türklüğüne karşı, Allah'ın hidâyetine gi
den bu aydınlık yolu açan, yine ana yönünden Türk olan ve
Türklere, "dayı zadeleri"ne ayrı bir yakınlık gösteren bu iki
sevimli, büyük Abbasî halifesi olmuştur. Bunlardan birincisi
olan el-Memûn, daha Horasan'daki Doğu Turan Yurdu, ilk
şehzadelik yıllarından itibaren İslâm dininin karşısına diki
len bütün engelleri bir bir ortadan kaldırmış ve Türklere i-
man hakimiyetine giden yolun önünü açmıştır. el-Mu’tasım
ise o, kardeşinin açtığı bu nurlu hidâyet yolundan yürüyerek
İç-Asya Türklüğüne ulaşmış ve onun giriştiği bu hayırlı faa
liyetler sonucu başta Türk hükümdar ve Hakanları olmak
üzere yüzlerce binlerce Türk, Müslüman olmuşlardır. Hattâ
bu Hakanlardan bazıları Müslüman olmakla kalmamış el-
Mutasımın özel davetine uyarak Bağdat'a gelmiş ve onun
yüksek himaye ve hizmetine girmiştir.
Bu şekilde onun hizmetine giren Türk Hakanlarından
birisi de Hakan Gartuç (Artuk) idi. Türk Hakanı Gartuç onu
telkini ile Müslüman olmuş ve Ahmed adını almıştı. Gartuç,
el-Mu'tasımm ardı arkası kesilmeyen davetleri üzerine en
sonunda Bağdat'a gelmiş ve İslâm Halifesinin çok büyük bir
iltifatına mazhar olmuş ve bundan da öte, Halife bütün mef
ruşatıyla birlikte on koca bir saray hediye etmiştir. Hakan
Gartüç'un, devleti idare etme, ve Bağdat'a getirilen Türk
gençlerini askeri bir disiplin içinde yetiştirme ve bu Türkle
re, Türk ailelerine, halifenin saygınlığını kazandırmada çok
büyük hizmetleri olmuştur. el-Mutasım, onun sarayını ken
di evi gibi bir uğrak yeri haline getirmiş ve günlerinin bir
çoğunu bu Türk Hakanının sarayında geçirir olmuştu(68).
68 Geniş bilgi için bkz. Kitapçı, Z., et-Tiirk fi Müellefât el-Câhız, Beyrut,
1972, s. 288.