1. BATTAL PEHLİVAN
ANADOLU’DA ALEVİLİK
ŞAH KULU SULTAN KÜIÜYESİ
Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Arattırma Eğitim ve Kültür Vakfı
Tel.: (0.216) 368 55 25 - 368 30 71 - 467 38 37
Fax: (0.2161 385 64 49
2. 1947 - 1994
BATTAL PEHLİVAN
1947yılında Ceyhan'ın Kızıldere Kö-
yü'nde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu
Ceyhan’da, liseyi Adana'da bitirdi. 1970
yılında AİTİA’ne bağlı Gazetecilik ve
Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’ndan mezun
oldu. Okulu bitirdiğinde bir yıllık gazete
ciydi. Ankara ve İstanbul’da değişik gaze
telerde çalıştı. Yazıları Memleket, Yenigün,
Demokrat, Akşam, Günaydın, Bugün,
Meydan, Sahalı, Gönüllerin Sesi gazetele
ri ile Düşün (Adana), Edebiyat 81, Somut,
Halkçı Oluşum, Söyleşi, Demokratik Bir
lik, Kervan, Cem dergilerinde çıktı. İlk
kitabı 1976 yılında (Kara Şavga-öyküler )
yayınlandı. 80’!i yılların başında halkbilime
yöneldi. Aşık Veysel, Dadaloğlu, Bahçe
Biziz Gül Bindedir (Türkülerimiz), Ruhi
Su... Ruhi Su..., Dom Dom Kurşunu (Aşık
Mahzuni) adındaki kitapları yayınlandı.
Elinizdeki kitap, Battal Pehlivan ın Alevi
lik konusundaki ikinci ürünüdür. Bundan
önce, 1991 yılı sonlarında Alevi-Bektaşi
Düşüncesine Göre ALLAH adlı kitabı
yayınlandı. Bu kitabın üçüncü basımı da
yapıldı “Anadolu'da Alevilik" Bugün
gazetesinde yayınlandığında büyük ilgi
gördü. ‘‘Alevi kültürünü yaymayı ve yaşat
mayı” amaçlayan Semah Kültür ve Yaşat
ma Vakfı’nm kurucu üyelerinden olan ve
Temmuz 1993’te, Sivas olaylarında yakılan
otelden eşiyle birlikte sağ kurtulan Pehli
van, evli ve dört çocuk babasıydı. 5 Mart
1994’te aramızda ayrıldı.
Yukarıdaki çizim, Sivas'ta yitirdiğimiz Asaf Koçak'in son çizimidir.
3. SUNU
Üzülerek ifade etmek gerekir ki, Alevîlik konusu, bilim
çevrelerinden (üniversiteler) gerekli ilgiyi görmemiş ve bu alan adeta
spekülatif, tarafgir araştırmacı lann, deyim yerindeyse cirit attığı bir alan
haline gelmiştir. Çoğu sosyal bilimler metodolojisinden habersiz olan bu
sözde araştırmacılar, ideolojik düşüncelerini, Alevîlik-Bektaşîlik kitapları
aracılığıyla kamuoyuna aktarmışlardır. Böyleoe çok hassas olan bu konuda
kamuoyu yanlış bilgilerle donatıldı. Ayrıca bu araştırmaların (!) çoğu
Alevî-Sünnî kesimlerin karşılıklı önyargılarını yok edeceği yerde, bu
önyargıların devamını sağlayıcı yönde rol oynamışlardır.
Kanımca bu zamana kadar süren bilgisizlik ve kimi çıkar gruplarının
kışkırtmalarından kaynaklanan ırk1 ve inanç taassubunu gidermenin
yegane yolu, Türkiye yurttaşlarını aydınlatabilecek, bilimsel yöntemleri
kılavuz edinmiş araştırma faaliyetlerine hem üniversiteler ve diğer devlet
kurumlan, hem de vakıflarımız-derneklerimiz tarafından vakit
kaybedilmeden
girişilmesidir.
Anadolu 'da Ale>îlik-Bektaşîlik konusu ancak, Türk kitlelerin
anayurtlarında. göç etmeleri sırasında ve son olarak geldikleri Küçük Asya
'da yani Anadolu 'da karşılaşmış bulundukları, dinsel ve kültürel akımlar
anlaşılmak suretiyle ele alınabilir. Demek ki Anadolu 'da Alevîlik-
Bektaşîlik 'in kökenini, Siinnî-Şîi bölünmesine kaynaklık eden olaylarda
aramak tarihsel ve sosyolojik olarak hiçbir geçerliliğe sahip
bulunmamaktadır. Konu üzeinde
yerli-yabanct bilimse! araştırmaların bugün ulaştığı sonuç budur. Bu
araştırmalardan, Fuad Köprülü, F. W. Hasluck, İrene Melikoff, Süreya
Faruki ve Ahmet Yaşar Ocak gibi araştırmacıların, araştırmalarını
kastediyoruz. Türk kitlelerin yüzyıllara yayılan zaman sürecinde ve farklı
coğrafyalarda, farklı inançlara ve kültürlere sahip halklarla ilişkide
bulunmaları sonucunda oluşan bu dinsel ve kültürel Senkretizm Alevîliğin
anlaşılabilmesinin
yegâne anahtarıdır. Senkretizm, bağdaştırmacılık anlamında
kullanılmaktadır. Bu, birçok dinsel ve kültürel unsurların, bağdaşmasını,
içinde bann- dırmasını ifade eder.
4. Kısaca tanımlamak gerekirse, Anadolu Alevîliği işte bu senkretizm
sonucunda oluşmuş bulunan heterodoks bir Islâm anlayışıdır. Ahmet Yaşar
Ocak’a dayanarak heterodoksi teriminin, sosyal siyasal ve dinsel üç ayrı
cephesinin olduğunu söyleyebiliriz, Heterodoksi, kabul edilmiş din
anlayışına yani ortodoksiye karşıt, ayrı bir din anlayışını ifade eder.
Heterodoksi siyasi iktidarın desteğinden yoksundur ve çevrenin din
anlayışını temsil eder. Bu heterodoks İslâm anlayışı* tarihsel ve sosyal
koşulların doğal bir sonucu olarak, kitabi olmaktan çok sözlü geleneğe
dayalı, eski inançların ve mitolojinin Islâmi şekiller altında yaşamağa
devam ettiği bir halk İslâm-
5. lığıdır, tkibinli yıllara girmek üzere olduğumuz şu yıllarda Alevîlik
konusunun gerektiği gibi ele alınmamasının tarihsel ve sosyolojik
kökenleri olduğu da bir gerçektir.
Esasında bugün yaşanan Alevî-Sünni meselesinin temelinde yatan
ana faktör bilgisizlik ve Selçuklu’dan bu yana bütün iktidarların halka
Sünnîliği empoze etmesidir. Yine bu iktidarlar olayın psikolojik yönünü de
ihmal etmemişler ve Alevîler’e insanlık dışı iftiralarda bulunulmuştur. Bu
iftiralar ve katliamların din adına yapılıyor olduğu noktasına da özellikle
önem verilmiştir. Oysa bu iktidarların doğrultusunda çalışan Şeyhülislam
ve kadıların düşündükleri dinden çok padişahlara temsil ettiği yönetimin
siyasal arzuları idi. Demek ki, Alevî-Sünnî meselesinin kökeninde dinsel
gerekçeler yatmamakta, esas gerekçe siyasal olmaktadır.
Bugün Alevî-Sünnî kardeşliğinin yegâne şartı, Sünnîler’in samimi
olup olmamaları ile ilgilidir. Çünkü tarihsel bir gerçektir ki, yüzyıllardır
iktidarlar, salt siyasal nedenlerle, Sünnî halka. Alevî aleyhtarlığı aşıladı.
Çeşitli yayın organları ile kitaplarla, cahil kadılar ve hocalarla, dinsel
gerekçelerin arkasına sığınarak, ancak esas neden siyasi idi, Sünnî halkın
bi- linçaltlanna “Alevîler’e karşı tahammülsüzlük” pompalandı. Bu durum,
sıkı disipline tabi, daha ziyade kırda yaşayan bu kitleleri adeta tecrit etmiş,
kapalı bir cemaat haline gelmelerine yol açmıştır. Özetlemeye çalıştığımız
bu dışsal nedenlerin de Alevîlik konusunun sağlıklı bir şekilde araştınla-
bilmesini engellediğini söyleyebiliriz.
Bu kitlelerin sosyal yaşamlarının doğal bir sonucu olarak, sahip
oldukları yazılı eserler de oldukça sınırlıdır. Alevî köylerinde yaptığımız
araştırmalarda, daha çok Dede evlerinde nefeslerin ve deyişlerin yer aldığı
kitaplar (Cönkler), Menakıb-ı İmam Cafer-i Sadık, Hutbe-i Düvaz deh
İmam/Menakıb-ı Seyyid Safi, "Küçük Buyruk" olarak da bilinen "Der- gah-
ı Ali'de Seyyid Abdülbaki Efendi'nin Erenlere Muhib olan Temiz İnançlı
Müminlere Gönderdiği Mektup " başlıklı bir kitapçık, Cabbar Kulu,
Makalat-ı Hacı Bektaş-ı Veli ve Vilayetname adlı el yazması (OsmanlIca)
eserlerin varolduğunu biliyoruz. Oysa Sünnî kesimler yüzyıllara yayılan
zaman sürecinde medreseler ve şeyh-mürid ilişkisi çerçevesinde birçok
eğitim kurumlanna sahip olmuş, bu şekilde yüzlerce eser kaleme alınmıştır.
Anadolu Aleviliği'nin sosyal ve dinsel yapılanmasında temel öneme
sahip kurumlardan en önemlisi "Dedelik Kurumu”dur. 19. Yüzyıl
sonlarında Anadolu’da yaşayan sosyo-ekonomik dönüşüm ve özellikle
6. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması sonrası giderek artan oranda yaşanan
kırdan kente göç olgusu nedeniyle, zayıflamış olan bu kurum, Anadolu’da
Aleviliğin günümüze ulaşmasında birinci derecede rol oynamıştır.
7. Sonuç olarak bu konu ihmal edilmiş ve bilimsel alanın dışında
bırakılmıştır. Üniversiteler ve devlet kuramlarınca “Alevilik” konusunu
görmezden gelinmiş, adeta bu insanların inançlarının, kültürlerinin varlığı
inkar edilmiştir. Bu durumun doğal bir sonucu olarak bu alan ne yazık ki
sözde araştırmacılarınf!) insafına terkedilmiştir. Onların derdi ise konuyu
bilimsel yöntemle değil, kendi ideolojik görüşleri doğrultusunda ele almak
olmuştur.
Ancak şunu mutlulukla söyleyebiliriz ki dünyanın değişik
üniversitelerinde “Alevilik" konusunda doktora ve master yapan
arkadaşlarımızın sayısında yaşanan artış, sözde araştırmacıların “Alevilik”
konusundaki saptırmalarını pek yakında daha geçersiz hale getirecektir.
Ayrıca çeşitli bilimsel .sempozyumların yapılmaya ve Araştırma
kuramlarının kurulmaya başlanması da oldukça olumlu ancak yetersiz
gelişmelerdir. Türkiye’deki dernek ve vakıflarımızın çoğu ise, bu konuda
duyarsız durumdadırlar. Her fırsatta eleştirdikleri Sünni Vakıflarca
“Alevilik” konusunda sempozyum düzenlenmesi bile onların bu
duyarsızlıklarını etkilememektedir. Bundan ders almaları gerekirken
“Geccler”Ie ve “Saz ve Semah” kursları ile durum idare etmektedirler.
Kuşkusuz Aleviliğin tarihi bütün yönleriyle hala ele alınmış değildir. Bir
gün bu tarih yazılırken "Aleviliğe Hizmet” iddiasında bulunan kuramların
neler yapıp neler yapmadıkları ayrıntılarıyla yazılacaktır. Hukuksal olarak
olmasa bile tarih önünde, Aleviliği kendi çıkarları doğrultusunda
kullananlar hesap vereceklerdir. Bugün Alevi dernek ve vakıflarının artık
durumu böyle idare etmeleri olanaklı değildir. Bunu kendileri de görmüş
olacaklar ki, yeni çalışmalar yönelmişlerdir. Bugünün gereksinimlerine
cevap verecek çalışmalara yönelmmesi kaçınılmazdır.
Biz Şahkulıı Dergahı Vakfı Araştırma Merkezi olarak yerli ve
yabancı tüm araştırmacılara yararlanılabilecek bir kitaplık oluşturmanın
yanısııa, toplumumuza yararlı çalışmaların yayınlanmasına da çalışıyoruz.
Bu amaçla bazı çeviriler ve tezlerin öncelikle yayınlanması sağlanacaktır.
Ayrıca daha önce Aleviliğe yararlı hizmetlerde bulunmuş ve vefat etmiş
araştırmacıların da kitapları yeniden yayınlanmak suretiyle toplumumuza
ulaştırılmaya çalışıyoruz. Gazeteci-Yazar Battal Pehlivan’m bu çalışması
8. da değerli bir çalışmadır. Kendisi toplumumuza yönelik özverili
çalışmalarda bulunmuş bir Gazeteci-Yazardır. Bu vesileyle kendisini bir
kez daha saygıyla anıyoruz.
Editörler
Ali Yaman - Ali Aktaş
9. İÇİNDEKİLER
Alevilik ve Laiklik (Lötfi Kaleli)........... i ..............
Önsöz...................................................
...7
. II
. 13
. 19
25
31
33
“Eline. Diline. Beline...” .......................
"Ölür İse Ten Ölür / Canlar Ölesi Def il
"Okunacak En Büyiik Kitap İnsandır'' .
"İnsanın Gönlü Tanrı nın Evidir".........
On İki İmam ın Aleviler'e Etkisi..........
Musnhiblik................................................'..........................................^
Cem Törenleri ve On İki Hizmet............1..........................................33
Alevi-Bektaşilik’te Suç ve Cezalar...........1..........................................37
Mumsöndü Olayı..............................................................................67
Her Alevi Kızılbaş Olmaktan Gıınır Duyar.........................................73
"Bir Kez Gönül Yıktın İse / Bu Kıldığın »ama/. Değil"....................79
Kamil İnsan Olmanın Koşulu........................................ 83
Her Alevi İbadetini Kendi Dili ile Yapar, i.......................................87
• Bütün Tavlalardan Kopanlar Bizim Tavlamızda Eg lensin”
95(Bektaşi Olmanın Koşulları).........................................
"Yere Göğe Sığmayan / Sığmış Bu Can iç ne"
(Yunus Emre Kimdir?)............................
Seyyid Nesimi...............................................
Abdal Musa'nın Aleviler Üstündeki Etkisi
40 Bin Alevi nin Katli ve Şah İsmail Olayı
....................................101
................................ 107
.................................119
...............................129
"Gelin Canlar Bir Olalım" (Pir Sultan Abdnl)................................139
Köylü Ayaklanmaları ve Alevilik..............I....................................145
Aleviler'de Atatürk Sevgisi.......................;....................................157
"Laik. Demokrat ve Çağdaş Bir Türkiye".
1
...................................165
Kaynakça .................................................................................... 171
I
10. BATTAL’IN ANISINA
Sevgili Battal Pehlivan’ı Semah Kültür Vakfı’nın kuruluş
aşamasında (1991) tanıdım. Coşkulu ve içten konuşmalarıyla
dikkatimi çekti. Birlikte çalıştığımız sürede yakınlığımız
giderek dostluğa dönüştü. Dürüstlüğü, mertliği hiç eksilmedi.
Örgüt disiplinine bağlılığı, gayretli çalışmaları her zaman
bize güç kattı...
Anlatımını yazıya döktüğünde şiirsel bir tat yaratan
Pehlivan’ın içinde yaşattığı öykücü kişiliğini süreç içerisin
de öğrendiğim zaman, O’nu daha çok sevdim. Gerek yurtiçi,
gerekse yurtdışı gezilerimizde birlikte olmanın ve edebiyat
tan söz etmenin keyfini yaşadım.
Son yıllarda Aleviliğe yoğunlaşması ve peşpeşe ürettiği
birbirinden güzel yapıtlarıyla bu topluma yararlı olacağı
düşünülürken, aniden aramızdan ayrılması büyük bir kayıp
oldu.
Henüz 47 yaşında (5 mart 1994) yitirdiğimiz bu değerli
canımız, dostumuz Battal Pehlivan’m manevi huzurunda
saygıyla eğilirken, nur içinde yatmasını aşkı-niyaz ediyorum.
20 Aralık 1994
Lütfı KALELİ
11. ALEVİLER VE LAİKLİK
Battal Pehlivan, günümüz insanının okumaya eğilim derecesini
iyi biliyor. Gazeteciliğinden gelen yazar deneyimiyle anlatmak
istediğini gereksiz ayrıntıya girmeden okurüna sunuyor.
Televizyon gibi görsel, yaygın ve etkin bir iletişim aracının
hergün insanımızı tutsak aldığı bir
ortamda neyi nasıl yazacağını ve nasıl okutacağını biliyor.
Bu biçem özelliği yanışını, içerikte de tutarlı davranıyor
Pehlivan. Birçok ayrıntı içinden doğrulan çekip alması ve kısa
cümlelerle özü vermesi, işlediği konuva hakim olduğunu7 » w
gösteriyor.
Sözlü kültürden yazılı kültüre geçilirken, Aleviliği işleyen
birçok yazar, bilerek ya da bilmeyerek birçok yanlışı da yazılı
kültüre katıyorlar. Bu arada akla, mantığa ve vicdana sığmayan
suçlayıcı karalamalar da yer alıyor. Elbette bu iftira ve
yanlışların düzeltilmesi, bilinçli ve gayretli bir
çalışmayı gerektirmektedir.
Aleviliği, kendi içinden yetişen yazarların ele alması bu
açıdan yerinde olmuştur. Bunlardan bir bölümü duygusal, şoven
ve sekter olsa da, büyük bölümünün akılcı, gerçekçi ve çağcıl
olacağına inanıyoruz. Ve şunu asla unutmuyoruz ki, doğrular
yazılı kültürde yer aldıkça, yanlışlar dışlanacaktır.
Alevi kültürünün tarihteki yerini. Battal Pehlivan ın
anlatımına bırakırken; ben, güncelliğini ve her dem önemini
koruması nedeniyle azıcık laiklik üzerinde durmak istiyorum;
13. ANADOLU'DA ALEVİLİK 9
Larausse’ta şöyle tanımını buluyor: “ Devlet ile din işlerinin
ayrılığı; devletin din ve vicdan hürriyetinin gerçekleşmesi
bakımından tarafsız olması....”
“ Bugün dünyada din ile devlet işleri bakımından çeşitli
sistemler uygulanır. Bu sistemler, çeşitli tipte anayasalarla
pozitif hukuku alanına girmiştir. Günümüzde teokratik veya yarı
teokratik anayasalar sayısı azdır. Yemen, Suudi Arabistan
anayasaları gibi.... Çoğunlukta olan (ve uygulanan) laik anayasa
tipidir. Devletlerin çoğunda, iktisadi ve sosyal rejimlerdeki
ayrılıklar ne olursa olsun laiklik ilkesine yer verilerek, din
kurallarının devlet yönetiminde bir rol oynayamaması esası
kabul edilmiştir...”
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na göre bizdeki laiklik, “
Hıristiyan alemindeki tarife ve uygulamaya” pek uymaz.
Laikliği kabul eden 1982 Anayasası’nın 136. maddesi şöyle
diyor: “ Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı,
laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin
dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç
edinerek, özel kanununda gösterilen
görevleri yerine getirir.”
Onuncu maddenin özü de şudur: “ Herkes dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiç bir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde
kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadır.”
Acaba, uygulamada böyle mi hareket edilmektedir?
Diyanet işleri Başkanlığı’nın hizmet alanı dinseldir. Ama
uygulamada görüldüğü gibi din işleri, devlet bünyesinden ayrı
14. değildir. Bütçc’den Diyanet’te trilyonların aktarılmasıyla;
okullara konulan zorunlu din derslerinde şeriat hükümlerine
göre eğitim-öğretim yapılmasıyla bu içiçelik yaşanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni değişik din ve inanç
15. 10_________________________ BATTAL PEHLİVAN
sahibi topluluklar oluşturmaktadır. Varlıklarını “azınlıklar
statüsü” ile resmen kabul ettiğimiz Hıristiyan ve Musevi dinine
mensup yurttaşlarımız, havralarda, sinegoglarda ve kiliselerde
ibadetlerini yerine getirirlerken, devletten tek kuruş yardım
almıyorlar. İbadethanelerinin bakımını ve personel giderlerini
kendi olanaklarıyla karşılıyorlar. Laiklik, bu yurttaşlarımız
tarafından “ihlâl” edilmiyor. Devlet de bu yurttaşlarımıza karşı “
laik!” tavrını koruyor.
Sayıları yirmi milyon dolayında olan Alevi yurttaşlarımız da
kendi inanç ve ibadetlerini kendi olanaklarıyla yerine
getiriyorlar. Bu kesimce de laiklik “ ihlâl” edilmiyor; devlet de
laikliğin gereğine harfiyen uyuyor.
Ama, nüfusun yansını oluşturan Sünni Hanefi mezhebinin din
hizmetleri için Devlet Bütçesinden iki trilyonu aşan bir para tek
kalemde harcanıyor.
İşte laik devlet ve laik toplum anlayışı da bu uygulama ile
bozuluyor. O nedenledir ki, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve
onun gibi düşünen gerçekçi aydınlar, bizdeki laikliği pek ciddiye
almıyorlar.
Çünkü bu uygulama ile devlet bizzat laikliğin canına okuyor.
Böylece devlet laik olamıyor, hem de anayasanın açık hükmü
olan "Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz
tanınamaz” maddesi havada kalıyor.
Anayasayı ihlâl eden bu uygulama, hem laiklik anlayışına
terstir, hem de toplumlar arası haksızlığa ve adeletsizliğe yol
açmaktadır.
Sözcük anlamıyla tanımını gördüğümüz laiklik, bu anlamıyla
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Anayasasında yer almasına
karşın, uygulamada ihlâl ediliyorsa, burada açıkça devlet suçu
işleniyor demektir.
16. Siyasal erki elinde bulunduranlar, bu konuda duyarlı
davranmak ve hiç zaman geçirmeden laikliğin gereğini yerine
getirmek zorundadırlar.
27 Ocak 1992
Lütfı KALELİ
17. ONSOZ
Alevilik, yüzyıllardır tartışılıyor. Ama sanıyoruz, en yoğun
şekilde, son üç-beş yılda konuşuldu. Son aylarda ise, tartışmaya
resmi ağızlar da katıldı. Başbakan Süleyman Demirel, 1980'den
önceki Başbakanlıkları döneminde
“ Alevi” sözcüğünü bir kez bile ağzına almazken; 1991 ’in
sonlarında kendisini ziyaret eden bir gurup Alevi’ye “ Artık
göğsünüzü gere gere Alevi olduğunuzu söyleyebilirsiniz” dedi.
Diyanet İşleri yetkilileri, “ Alevi” kökenli sözde Alevi birkaç
kişiyle toplantılar yapıyor. Star 1 TV'si bir Alevi Dedesi’ne
(Doç. Dr. İzzettin Doğan) bir saat süreyle ekranı açıyor. Resmi
senedine açıkça “ Amacımız, Alevi kültürünü araştırmak,
yaymak ve yaşatmaktır” diye yazan Semah Kültür Vakfı, tüzel
kişiliğine kavuşuyor...
Demek ki, ülkemizde birşeyler değişiyor. Yanlış olan şeyler;
doğrulara, zamana ve toplumsal gelişmeye yenik düşüyor.
Fakat ne var ki, Alevilik yeteri kadar bilinmiyor. Aleviliği
yalnız karşıt görüşlüler değil. Alevi ana-babadan doğanlar da
bilmiyor. Ne yazık ki, “ Aleviyim” diyenler içinde, çok az
sayıda da olsa “ Camiler bizimdir” diyenler de var. Oysa
Anadolu Aleviliği’nde cami yoktur, Cemevi vardır. Namaz
yoktur, niyaz vardır. Hac yoktur, gönül yapmak vardır. Öte
yandan “ Diyanet İşleri’nde bize de bir yer ayrılsın” diyenler
var. Oysa Aleviler laiktir ve sözkonusu kuruluşun devletle olan
19. 12 BATTAI. PHHLİVAN
sorunudur.... Her şeyden önce. Alevilik mezhepten öte. bir
yaştım biçimidir, bir kültür birikimdir, bir felsefedir, bir
dünya görüşüdür.
Geniş bir özetini, 22 Aralık 1^91-9 Ocak 1992 tarihleri
arasında BUGÜN Gazetesi'nde yayınladığımız bu kitapta,
işte bunları anlatmaya çalışacağız
Sevgi, saygı ve muhabbetlerim e...
Battal PEHLİVAN
13Ocak 1992, Ümraniye
20. “ELİNE, DİLİNE, BELİNE;
AŞINA, İŞİNE, EŞİNE
SAHİP OL!..”
► Alevilik, İslâmiyet’in, eski Türk gele
nek ve görenekleri ile Anadolu’da
yaşayan kültürlerin çağdaş bir sentezi
dir. Hacı Bektaş Veli ile olgunlaşmıştır.
Hacı Bektaş Veli, “Eline, diline, beline;
aşına, işine, eşine; özüne, gözüne,
sözüne sahip ol!..” diyerek, koca bir
felsefeyi, birkaç sözcüğe sığdırmıştır.
► Alevi-Bektaşiler, Hz. Muhammed’e,
Hz. Ali’ye ve onların soyuna sonsuz
saygı beslerler. Hz. Ali ile O’nun
oğullarına, torunlarına yapılan haksız
lık ve zulüm, Aleviler’i derinden
yaralamaktadır. En fazla etkilendikleri
olay ise, İslâm Tarihi’nin yüzkarası olan
ve doğru düşünen herkes tarafından
lânetlenen Kerbelâ katliamıdır.
21. 14 BATTAL PEHLİVAN
“ Alevi” , sözcük anlamıyla Ali yanlısı” , “ Ali evi” demektir.
Alevilik ise süreğin (yolun) adıdır. İslâm Peygamberi Hz.
Muhammed’in ölümünden sonra meydana gelen ayrılıkta, Hz.
Ali’den yana olanlara, O’nun Halife olmasını isteyenlere, Şia
(Alevi) denmiştir.
Aleviler, Hz. Ali ve O'nun soyuna, sonsuz saygı duyarlar.
Çünkü onlar, Muhammed Peygamber’in ev halkıdır, Hz.
Muhammed’in kızı Fatma ve amcasının oğlu/damadı Hz. Ali ile
onların çocukları bu ev halkını oluşturur ve “ Ehl-i Beyt”
olarak anılırlar.
Saygın Bir Kavga
Başta Hz. Ali olmak üzere, oğulları Hz. Hasan, Hz.
Hüseyin ve diğer yakınlarının katli, Alevileri derinden
etkilemektedir. Özellikle, milâdi 680 yılının Muharrem ayının
onuncu günü, Kerbelâ’da İmam Hüseyin’e yapılan zulmü, kendi
acıları olarak kabul ederler. Çünkü O’nun kavgasını ve
yiğitliğini, son derece saygın bulurlar.
Kerbelâ Olayı, bir anlamda, tüm mazlumlara önemli mesajlar
vermektedir: “ Başınız kesilse de, bütün ev efradınız sizinle
birlikte öldürülse de haksıza ve zalime boyun eğmeyin!” , Hz.
Hüseyin (626-680) Hakk’a yürümesinden kısa bir süre önce, “
Yezid’in başımı kopardığını duyarsanız, biliniz ki o baş
biatsızdır!” demiş ve gerçekten de biat etmemiş (boyun
eğmemiş, Yezid’in halifeliğini tanımamış), bu nedenle de başı
kesilerek öldürülmüştür.
Çünkü, haklıydı ve Yezid’e biat etmektense, ölüm yeğdi.
“Ali Benden, Ben Ali’denim”
Hz. Hüseyin’in ağabeyi, Hz. Hasan da (625-669) Şam Valisi
Muâviye (Yezid’in babası) tarafından, karısı Cu’de’ye
22. zehirletilerek öldürülmüştür. Tıpkı babası Hz. Ali’nin, Muaviye
ile kavgası sürerken, Mülcem Muradi oğlu Abdurrahman adlı bir
harici taraf ndan, sırtından hançerlenerek hayatına son verildiği
gibi...
Hz. Muhammed, kendisinden bir parça gibi gördüğü,
1
23. ANADOLU'DA ALEVİLİK 15
“ Kardeşlerimin hayırlısı Ali’dir” ,4"Ali, bedenimde bir baş
gibidir” / ‘Ben kimin efendisi isem, Ali de onun efendisidir” , “
Ali benden, ben Ali’denim” dediği amcasının oğlu ve damadını
kendisinden sonra, halifeliğe en uygun kişi olarak görmüştür.
Çünkü O, İslâmiyet’i ilk kabul eden iki kişiden birisidir. (Diğeri
de Hz. Muhammed'in ilk karısı Hatice’dir.) Ve yaşamı boyunca,
kendisine en fazla yardımcı olandır. İslamiyet’i yayarken,
karşılaştığı zorlukların tümünü Hz. Ali ile birlikte aşmıştır.
Kaldı ki, Ali dürüsttür ve birliği sağlayacak tek kişidir.
Hz. Muhammed’in Vasiyeti
Peygamber, ölümünden önce (Veda Hacc’ı sırasında)
yakınlarına ve o günün ileri gelenlerine, yaptığı konuşmasının
bir bölümünde, Ali’yi ayağa kaldırarak, “ Benden sonra imam
olarak halka doğru yolu göstermek üzere seni seçtim, senden
razı oldum. Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır.
Özünüz doğruı olarak, uyun ona” der ve kendisine dua eder.
Böylece Hz. Ali’yi, kendisine halife seçtiğini ilan eder. Ayrıca
bu durumun, duymayanlara
duyurulmasını da emreder.
Ölmeden önce de vasiyet eder, ancak vasiyetnamesi, “ Ağır
hasta, aklı başında değil, söyledikleri mantıklı olmaz”
gerekçesiyle yazılmaz. Çeşitli ayak oyunlarıyla, Hz. Ali’nin
yerine Ebubekir halife olur. Hz. Ali, Hz. Muhammed’in cenaze
işlemleriyle ilgilenirken kavga başlar ve Hz. Ali’nin başa
geçmesini istemeyenler, kendi aralarında anlaşarak, bir
oldu-bitti ile hilafeti ele geçirirler.
Ali’nin Mücadelesi
24. Bilindiği gibi, Ebubekir, Ömer ve Osman halifelik yaptıktan
sonra, nihayet sıra Hz. Ali’ye gelir. O da yoğun bir mücadelenin
sonucunda... İşte Aleviler bunu, Hz. Ali’ye, Ehl-i Beyt’e ve
dolayısıyla Hz. Muhammed’e yapılmış büyük bir haksızlık
olarak kabul ederler.
Hz. Ali halktan yanadır. Karşısındakiler ise hem
25. 16 BATTAL PEHLİVAN
varlıklıdır hem de varsıllardan yana olanlardır. Örneğin, baştan
beri, yoksullara harcanmak üzere, varsıllardan toplanan 40'ta bir
oranındaki zekâtın (bir tür vergi) miktarını az bulmaktadır.
Yüzyıllardır Dinmeyen Ağıt
O günden beri sürüp gelen günümüzde de yoğun biçimde
tartışılan, Alevi-Sünni olayının kökeninde hilafet sorunu vardır.
Fakat en önemlisi de, Irak’ın Kerbelâ çölünde Hz. Hüseyin’e ve
beraberindekilere yapılan katliamdır. Kendisine biat etmediği
için, ordusunu O’nun üzerine gönderen Muaviye’nin oğlu
Yezid, yüzyıllardır dinmeyen bir ağıt haline gelen, o hazin olayı
gerçekleştirdi. Hz. Hüseyin bütün aile bireyleri ve yakınları ile
birlikte kılıçtan geçirildi. Katliamdan kurtulan tek kişi, o sırada
hasta olduğu için, çadırda yatan ve bu nedenle savaşa katılmayan
Hz. Hüseyin'in oğlu Zeynel Abidin oldu. Hz. Muhammed ve Hz.
Ali’nin soyu O’nunla yürüdü.
Anadolu Aleviliği’ne Gelince
Anadolu Aleviliği, İslâm kökenli olmakla beraber, yukarıda
özetlemeye çalıştığımız kanlı olaylara bir tepki sonucu meydana
gelmiştir. Fakat asıl esin kaynağı, İslâmiyet’i çok iyi özümlemiş
olan Hünkâr Hacı Bektaş
Veli’dir. Horasan’dan kalkıp, Anadolu’ya gelen Hacı Bektaş
Veli, birkaç yere uğradıktan sonra, Sulucakaraköyük’e
(şimdiki adı Hacıbektaş- Nevşehir’e bağlı bir ilçedir) yerleşiyor.
Burasını kendisine yurt olarak seçen Hünkâr, İslamiyet’i
Anadolu insanının yaşam biçimi ile bütünleştirip, yep-yeni bir
yorumla, çevresine yayıyor.
Örneğin, Anadolu Aleviliği, kadını hapseden, kapatan; onu
eşya gibi gören görüşü tümüyle reddeder. Horasan’dan kopup,
Anadolu’ya geldiğinde, O’nu ilk tanıyan ve kendisine bağlanan
26. Kadıncık Ana olmuştur. Hacı Bektaş öğretisinin oluşmasına,
Kadıncık Ana’nın önemli ölçüde katkısı vardır.
27. ANADOLU’DA ALEVİLİK 17
Koca Bir Felsefe
İslâmiyet, genel olarak, başta resim olmak üzere, güzel
sanatları sakıncalı bulurken; Anadolu Aleviliği, bunu
özendirmiştir.
Anadolu Aleviliğimde temel ilke, “Kadınlarınızı okutu
nuz!” diyerek, günümüzde bile pek çok şeriat yanlısı
tarafından hazmedilemeyen, doğruları öneren Hacı Bektaş
Veli’nin “Eline, diline, beline; aşına, işine, eşine; özüne,
gözüne, sözüne sahip ol!” şeklindeki özdeyişidir. Hacı
Bektaş, hakkında ciltlerle kitap yazılacak koca bir felsefe
yi, bu birkaç sözcüğe sığdırarak, Hak nakışlı bu süreğin, ne
denli bilge bir önderi olduğunu kanıtlamıştır.
Ara Bul!
“Hararet nardadır sacda değildir / Keramet baştadır tacda
değildir / Her ne arar isen kendinde ara / Kudüs’te Mekke’de
Hac’ta değildir..."
“Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma / Gerçek erenlerin
sözünden çıkma / Eğer i/ısan isen ölmezsin korkma / Aşığı
kurt yemez ucda değildir...”
* * *
Yedi iklim dört köşeyi dolandım
Ben Ali’den gayrı bir er görmedim
Kısmet verip alemleri yaratan
Ben Ali’den gayrı bir er görmedim
Bir ismi Ali’dir bir ismi Allah
İnkârım yoktur hem vallah hem billah
Muhammed Ali yoluna Allah eyvallah
Ben Ali’den gayrı bir er görmedim
28. 18 BATTAL PEHLİVAN
Ol kudret bendini kırdım gark ettim
Sarı öküz tüyün saydım farkettim
Arş-ı muallayı gezdim seyr ettim
Ben Ali’den gayn bir er görmedim
Cennet bahçesinin nedendir taşı
İncidir toprağı hikmettir işi
Yüz yirmi bir peygamberler başı
Ben Ali’den gayn bir er görmedim
Kul Himmet’im eydür kırklara beli
Dilim medhin söyler aslımız deli
Evveli Muhammed âhiri Ali
Ben Ali’den gayrı bir er görmedim
29. “ÖLÜR İSE TEN ÖLÜR
CANLAR ÖLESİ DEĞİL”
►
-
Hacı Bektaş Veli, Horasan’dan Anado
lu’ya insanları eğitmek; hamı has, çiği
pişkin, eğriyi doğru, çirkini güzel
kılmak için gönderilmiştir. Hünkâr,
görevini fazlasıyla yerine getirmiş, ünü
ve öğretisi, kısa zamanda, Anadolu’dan
taşıp, Avrupa’nın içlerine kadar yayıl
mıştır.
“Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil”
diyen büyük ozan ve gönül adamı
Yunus Emre de, Hacı Bektaş öğretisi
nin pişirdiği canlardandır. “Bir kez
gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz
değil” şeklindeki sözleri. Yunus Em
re’nin dünya görüşünü açık bir şekilde
ortaya koymaktadır.
30. 20 BATTAL PEHLİVAN
Anadolu Aleviliği, zaman içinde, mezhep olmaktan çıkmış;
daha çok özgün felsefe, bir dünya görüşü, bir yaşam biçimi
haline gelmiştir. Yeryüzünde, bu denli hoşgörülü, bağnazlıktan
uzak, kişi hak ve özgürlüklerine saygılı (deyim yerindeyse) dini
bir müessese az bulunur. Alevi büyükleri, halka, “ kendilerine
kötülük yapanlara dahi, iyilikle karşılık vermesini’’
öğütlemişlerdir.
Hz. Ali’nin haklılığından tohumlanan: Hünkâr Hacı
Bektaş Veli’nin öğretisinden sulanıp yeşeren ve 700 yılda
kocaman bir ağaç haline gelen Anadolu Aleviliği; günümüzde
yaklaşık 25 milyon Alevi-Bektaşi inançlı kişiyi bünyesinde
barındırmaktadır. (20-22 milyon Alevi Türkiye'
de, geriye kalanlar da Batı Trakya, Bulgaristan. Yugoslavya, ve
Arnavutluk'la yaşamaktadır. Avrupa'da yaşayanlar, kendilerine
Alevi değil, Bektaşi demektedirler.) Hatta diğer din ve
mezheplerden olan pek çok kişi de, sözkonusu ağacın gölgesinde
serinlemektedir. Çünkü Alevi gibi yaşayan herkes, rahatlıkla “
Ben Aleviyim" diyebilmektedir. Bunu yasaklayan hiçbir kural
bulunmamaktadır. "Belimden gelen değil, yolumdan gelen
benimdir!...” özdeyişinden hareketle. Alevi ana-babadan
doğanlar da, onları bağırlarına basmaktadırlar.
Irk Ayrımı Yoktur
Alevi, ırk ayrımına karşıdır. Bektaşi kurallarına göre hiç
kimse dilinden, dininden, renginden dolayı ayıplanamaz.
Aleviler’in baş kitabı olan ve İmam Cafer Sadık tarafından
yazıldığı kabul edilen İmam Cafer Buyruğu, ırk ayrımı yapan bir
Alevi'yi “ Yol düşkünü" saymaktadır. Bu bir anlamda afarozdur.
Afaroz edilen kimseyi "düşkün" adı verilir. Düşkünlük cezası
almış kimsenin, sığır ve davarı, kövüni » ’ w # sürüsünün içine
alınmaz. Kimse onunla görüşmez. Kim onunla konuşup
31. görüşürse, o da düşkün sayılır. Ceza süresi bitene kadar bu
durum devam eder. Kimi zaman, bu ceza affa uğrar. Tabii, ceza
suçun durumuna göre değişir. Talip, ağır suç işlediğinde,
evinden ve köyünden çıkartıldığı da
32. ANADOLU'DA ALEVİLİK 21
olur. Dağda veya herhangi bir yerde, mecburi ikamete mahkum
edilir. Köyden ayrılırken, yanında ne götürebilirse, cezası bitene
kadar onunla idare etmeye çalışır. (Bkz.
Alevilik-Bektaşilikte Suç ve Cezalar bölümü, sayfa 57)
İşte bütün bunlar. Hacı Bektaş Veli ve O’nun halifeleri
tarafından Anadolu insanına aşılanmıştır.
Musa Kazım’m Torunu Mu?
Hacı Bektaş Veli, Oniki İmam’dan Musa Kazım’ın
soyundandır. Ya da çoğunlukla öyle olduğu kabul edilir. Pir
Sultan Abdal ise bir şiirinde O’nun İmam Rıza’nın torunu
olduğunu belirtmektedir “ Bahçemde gördüm gülünü / Erenler
sürsün demini / İmam Rıza’nın torunu / Hürkâr
Hacı Bektaş Veli”
Hacı Bektaş Veli, 1210 yılında doğup 1271 yılında Hakk’a
yürümüştür.
Amaç, İnsanları Eğitmek
Hacı Bektaş öğrenim gördüğü ocak tarafından, ululuğa kabul
edildikten sonra, Anadolu’ya gönderilir. Amaç, insanları
eğitmek; çiği pişkin, hamı has, eğriyi doğru,
çirkini güzel kılmaktır. Horasan velileri, Anadolu insanını
Ortaçağ karanlığından, aydınlığa çıkarmak için; onları Hacı
Bektaş Veli’nin marifetli, bilge dünyasına emanet etmişlerdir.
Doğrusu O da, görevini hakkıyla yapmış; Anadolu’yu,
Trakya’yı ve Balkanları -etkisi, dünya durdukça duracak şekilde
ve hergün biraz daha yayılarak- aydınlatmıştır.
Baba İshak’a Halife...
33. Hacı Bektaş, Anadolu’ya geldiğinde, önce Sivas’a sonra
Amasya’ya yerleşir. Burada Anadolu Selçuklularına karşı
ayaklanan ve 1240 yılında yakalanıp idam edilen Baba İshak’a
halifelik yapar. Selçuklu yöneticilerinin ve onların işbirlikçisi
olan beylerin, zulüm ve baskıları altında inim inim inleyen
halkın, bundan kurtulmasını sağlamak amacıyla ayaklanan Baba
İshak’ın yenilgisinden sonra Amasya’dan
34. 22 BATTAL PEHLİVAN
ayrılır. İlkin Kırşehir (O zamanki adı Gülşehir), sonra da
Kayseri’de kalır. Son olarak da Sulucakarahöyük’ü kendisine
yurt tutar. Ölünceye kadar da orada kalır.
“Bana Seni Gerek Seni”
Hacı Bektaş, Sulucakarahöyük’te kurduğu dergâhta, yurdun
her tarafına Şeyh yetiştirip gönderir. Ölümünden sonra da, Hacı
Bektaş Dergâhı, Şeyh yetiştirmeye devam eder. Örneğin
Osmanlı İmparatorluğumun kurucusu Osman Gazi’nin (ki
gerçek adı Otman’dır) kayınbabası Şeyh
Edebali, bir Hacı Bektaş Dergâhı yetiştirmesidir. “ Aşkın aldı
benden beni / Bana seni gerek seni / Ben yanarım dün ü günü /
Bana seni gerek seni...” diyerek, yerküreyi yüzyıllardır
aydınlatan ünlü ozan ve gönül adamı Yunus Emre de yine Hacı
Bektaş öğretisinin ürünüdür.
“ Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil /
Yetmiş iki millet dahi / Elin yüzün yumaz değil...”
Hacı Bektaş’m Soyağacı
Hacı Bektaş Veli’nin On iki İmam dan Musa Kazım ın
soyundan geldiğini söylemiştik. Bunu böyle kabul eden
araştırmact-yazar merhum Abdülbaki Gölpınarlı, günümüz
Türkçesine çevirdiği Vilâyet-nâme’de, Hünkârın soyağacını
Özetle şu şekilde belirtmektedir:
“ Hacı Bektaş Veli, Seyit İbrahim Sâni, Seyit Musa Sâni,
Seyit, İbrahim el-Mücab, İmam Musa Kâzım, Cafer Sadık,
Muhammed Bakır, Zeynel Abidin, İmam Hüseyin, İmam Ali ve
Fatıma ile Hz. Muhammed...”
Hacı Bektaş’ın soyağacını başka şekilde ifade edenler de var.
Ama genel kanı Gölpınarlt’nm belirttiği doğrultudadır. Bu
35. arada, soyağacmın kan bağı değil, ilim (bilgi) bağı olduğunu
ifade eden görüşler de var.
Alevi-Bektaşi düşüncesi, ırk ayrımına karşı olduğuna göre,
yetmiş iki millete aynı nazarla bakılması gerekir. Çünkü tümü
aynı yerden gelmiştir (Toprak, su, hava, ateş).
Böyle olunca, Hünkâr, ister Türk, isterse Arap olsun fark
36. ANADOLU’DA ALEVİLİK 2 3
etmez. Önemli olan, O’nun ilkeleridir, yaptıklarıdır. Hacı Bektaş
ne Arap olduğundan utanacak; ne de Türklüğünden övünç
duyacak bir kişiliğe sahip değildi. O’nun felsefesinde
bütün insanlar kardeştir.
Amaçları Siyasidir
Ayrıca, Hacı Bektaş'ı Sünni ve hatta daha da öte, şeriatçı
göstermek isteyen görüşler de var. Ama bu görüş kasıtlıdır ve
siyasi bir amaç gütmektedir. Tıpkı Yunus Emre’nin mistik
yanını sık sık ön plana çıkarıp, O’nu Sünni ve molla gösterme
çabalan gibi...
“ Çalap Tanrı’yı kendi özümüzde bildik; ve hem kendimizi
Çalap Tanrı’dan bildik. Sözümüzün şartı, delili budur. Hazreti
Resul buyurur: Her kim kendini bildi, Tann’yı bildi demek olur”
veya ‘‘Benim gönlüm marifet evidir. Pes, marifet dünyadan ve
ahiretten yeğdir. İmdi, marifetli can, erenler canıdır, marifetsiz
can ise hayvanlar
canıdır.” Veyahut da “Gönül kabeden bile üstündür. Çünkü,
gönül Tann’mn belirdiği yerdir” , “ Kadınlarınızı okutunuz” , “
Her nesne aslına döner, hiçbir şey yoktan var olmaz” , “ Dinine
dizlerinle değil, kalbinle bağlan” , “ Yiğit odur ki, kırılmaya
değer bir kimseyi bile kırmaz” , “ Kuran senin içindedir” , “
İnsan yerde ve gökte Tanrfnın vekilidir...”
diyen bir kişi şeriatçı olabilir mi?.. Hacı Bektaş, şeriat kapısını
çoktan geçmiş, tarikat ve marifet kapılarını da aşarak, hakikat
kapısına ulaşmıştır...
Aynı şekilde, “ Ölür ise ren'ölür, canlar ölesi değil” veya “
Sırat kıldan ince, kılıçtan keskince imiş / Varıp onun üstüne evler
yapasım gelir!” yahut da “ Ezelden benim fikrim, Enel Hak idi
zikrim!” diyen Yunus’a Sünni denilebilir mi?
37. Silahı Düşüncesidir
Hünkâr, ömrünü geçirmek için, kırsal alanı seçmekle, tam
Bir halk adamı olduğunu göstermiştir. O, yaşamı süresince,
cehalete ve zalime karşı çıkmış; ezilen, sömürülen, horlanan
Anadolu köylüsünün yanında olmuştur. Önemli halk
38. 24 BATTAL PEHLİVAN
hareketlerinden birisi olan Baba İshak olayındaki tavrı,
O’nun nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Ne var ki, Hacı Bektaş, insanlar arasındaki anlaşmazlıkların
savaş/kavga ile değil, barışçı yollardan çözülmesini öner
miştir. Hayatı boyunca eline kılıç almamıştır. O’nun silahı
aydınlık düşüncesidir. Babai Ayaklanması’ndaki rolü ise
fikri düzeydedir ve halk adına nefs-i müdâfadır.
39. “OKUNACAK EN BÜYÜK
KİTAP İNSANDIR!...”
► Hacı Bektaş Veli, bu sözüyle, insana ne
kadar değer verdiğini, insanın büyüklü
ğünü ve kutsallığını, çok çarpıcı bir
biçimde ifade etmiştir. Anadolu’da
yaşayıp da Hacı Bektaş Veli’yi Pir
(Önder) kabul eden Aleviler, güzellik
lerle dolu bu yolun samimi izleyicisi-
dirler.
► Aleviler; ırk, dil, din, mezhep, kadm-
erkek, küçük-büyük, zengin-fakir ayırı
mı yapmazlar. Yapanları ayıplarlar.
Çünkü, İmam Cafer Sadık’ın belirttiği
gibi, “İnsan, Tann’mn kudret eli ile
kaleme aldığı kitaptır!” İnsan, manevi
yönüyle Tanrı’nın bir parçasıdır.
40. 26 BATTAL PEHLİVAN
Anadolu Alevileri’nin Piri, Hacı Bektaş Veli “ Okunacak en
büyük kitap insandır” diyerek, insana ne kadar fazla değer
verdiğini ve “ İnsan” denen varlığın büyüklüğünü, çok etkileyici
bir tümce ile, bu şekilde ifade etmiştir. Çünkü Alevi-Bektaşi
düşüncesine göre, insanın gönlü Allah’ın evidir, Beytullah’tır.
Gerçi, yeryüzündeki canlı-cansız herşey Allah’ın hayali bir
yansımasıdır, ama insanda daha belirgin bir biçimde kendisini
gösterir. Bu nedenle insan kutsaldır. Canlıların en tekamül
etmişi (gelişmişi) olan insan, manevi yönüyle Allah’ın bir
parçasıdır. İnsan, insanın Kâbe’sidir. Gönül kırmak, Allah’ı
kırmak demektir.
“ Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil!” (Yunus
Emre); “ İnsan, Tann’ya ancak iyi şeylerle ulaşabilir!” (Hacı
Bektaş Veli)
Kadtn-Erkek İlişkisi
Alevi-Bektaşi düşüncesinde, kadın ile erkek, “ elmanın birer
yarısıdır.” Erkek, insan olarak, hangi haklara sahipse, kadın da
o haklara sahiptir. Kadın ile erkek, hem evde, hem de iş
hayatında, birbirinin yardımcısı durumundadır. Kader- de-
kıvançta, aynı duyguları paylaşmak, karı-kocaya yüklenmiş en
önemli ödevdir.
Nasıl ki, kadının çok erkekle evlenmesi uygun değilse;
erkeğin de, çok kadınla evlenmesi uygun düşmez. Kadını
boşamak, çok zor şanlara bağlanmıştır. Kadın da mirastan erkek
kadar hak alır. Eş seçiminde, erkek ne kadar özgürse;
kadın da koca seçiminde, o kadar özgürdür.
Gençlerin Önündeki Engel
Alevilik, Alevi’nin başka mezhepten olan birisiyle
evlenmesini yasaklamamıştır. Ancak kütürel farklılık; birisi
41. Sünni, diğeri Alevi olan iki gencin biraraya gelmesini ve gelseler
de mutlu olmalarını -ne yazık ki- engellemektedir. Eş
seçimindeki özgürlük, bu noktada tıkanmakta ve gençlerin
önünde, aşılması güç bir engel oluşturmaktadır.
Bilindiği gibi, Türkiye’de çekirdek evliliği değil, adeta
42. ANADOLU’DA ALEVİLİK 2 7
sülale evliliği yapılmaktadır. Dolayısıyla Alevi-Sünni iki gencin
evlenmesi demek, iki ailenin (amcalar, dayılar, teyzeler v.s.)
hısım-akraba olması, iç içe girmesi demektir. Bu durum ise, iki
farklı kültürün çarpışmasına neden oluyor. İşte bütün zorluklar
da, buradan kaynaklanıyor. Yaptığımız gözlemlere göre,
çoğunlukla Alevi eve gelin gitmiş Sünni kızı kabul görmekte,
baştacı edilmekte; fakat Alevi kızı Sünni eve gittiğinde, aşılması
güç sorunlarla karşılaşmaktadır. İki genç, çok iyi anlaşsa da,
çevrenin baskısı olumsuz manzaralar doğurmaktadır. Böyle
olunca da, iki gencin hayatı zehir olmaktadır. Ülkemiz insanı,
top-yekün Alevi- Sünni evliliğini hoş karşılayan kültür yapısına
sahip olduğu an, gençlerin özgürce eş seçmeleri kolaylaşacaktır.
(Bkz: syf; 168)
Maya Aynı, Tohum Aym...
Ayrıca, yeryüzündeki bütün insanlar, dil, din, renk ayırımı
yapılmaksızın eşittir. Çünkü kimse kimseden üstün değildir.
Tümü “Tann’nın kudret eli ile kaleme aldığı kitaptır.” Küçük-
büyük, zengin-fakir ayırımı yoktur. Düşküne yardım etmek,
onun insanca yaşamasını sağlayacak ortamı hazırlamak, “
Aleviyim” diyen herkesin (varlıklıysa) görevidir. Bu düşkünün
ırkı, rengi göz önünde bulundurulmaz. Hacı Bektaş öğretisinde,
dinli-dinsiz ayırımı da yoktur. Çünkü hepsi aynı vardan
varolmuştur. Maya aynı, tohum aynıdır. Hiç kimse
düşüncesinden dolayı horlanamaz, kınanamaz.
Konukseverdirler
Hacı Bektaş Veli, kapılarını ayırım gözetmeksizin, bütün
insanlara açmış, aym şeyi kendisine inananlara da öğütle- miştir.
43. Bu nedenle. Aleviler, fazlasıyla konukseverdirler. Yolu, erkanı
bilen hiçbir Alevi, döşeğine oturttuğu birisine
“ Dinin, mezhebin nedir?” diye sormaz. Bunu, dolaylı yollarla
öğrenmek için, özel bir çaba da sarfetmez. Elinde olmayarak
öğrenmişse bile, sadece bilir. Kesinlikle işine ve ilişkilerine
yansıtmaz. Gerçek bir Alevi, hiç kimseye karşı ön
44. 28 BATTAL PEHLİVAN
yargılı olmaz. Kin, kibir Alevilerin itibar etmeyeceği davranış
biçimleridir.
Kâmil İnsan, Gerçek İnsandır
Karşılıklı sevgi ve saygı, Aleviler’in vazgeçmemesi gereken
temel ilkelerdendir. Erkek, biri hariç her kadına “ Bacı" der.
"Bacı'’ demediğine ise gönül koyar. Onunla evlenir ve büyük bir
aşkla sever. Aynı şey kadın için de geçeri id ir.
Bütün bu kuralları, eksiksiz yerine getiren insan; kâmil
insandır, güzel insandır, gerçek insandır. Hünkâr’ın dediği gibi,
“ Marifetli can, erenler canıdır; marifetsiz can ise hayvanlar
canıdır.”
“Kaldır Aramızdan Benlik Çalısın”
Alevi-Bektaşi düşüncesinde, “ Benlik” yapan insan ayıplanır.
Muhabbet sırasında, canlardan birisi "Beri" diye söze başlar da,
bunun farkına vanrsa, darhal konuşmasını böler ve “ Benliğe
lanet” diyerek, çevresindekilerden af
diler. Anadolu Aleviliğimde “ Ben” yoktur, “ Biz” vardır.
Herşey toplum içindir. Örneğin, Alevi-Bektaşi Halk Ozanı
Mahzuni Şerif, bir türküsünde “ Kaldır aramızdan benlik çalısın"
diyerek, hedef aldığı kişi ya da kuruluşu, doğruluğa davet
etmektedir. Türap olmak, alçak gönüllü olmak. Tanrı'ya
varmanın bir başka yoludur.
İşkence Suçtur
İnsana işkence etmek, onu öldürmek suçtur/günahtır!... Suçlu
insanları cezalandırmak, belli kurallara bağlanmıştır. Bir insana
ceza vermek, tek tek bireylerin görevi değildir. Bu sorun Cem
âyinlerinde çözülür. Cem âyini sırasında, herkes Dede den
45. destur (izin) aldıktan sonra, söz söyleme, düşüncesini açıklama
hakkına sahiptir. Tâlip burada yargılanır, suçlu görülürse, ona
uygun bir ceza verilir. Amaç toplumsal düzeni/disiplini
sağlamaktır.
46. ANADOLU'DA ALEVİLİK 29
Kendini Bilmeyen, Allah’ı Da Bilmez
Alevi-Bektaşi felsefesinde, insanın kutsal niteliği; Tanır -
ya ulaşabilmek ve gerçek insan olabilmek için bireyin
tanınmasını ön plana çıkarmıştır. İnsanın Tanrı ile buluşması
için, öncelikle kendisini ve dolayısıyla çevresini tanıması
gerekir. Kendisini bilmeyen Allah’ı da bilemez...
■"Hatayi” tapşırması ile şiirler yazan, büyük ozan ve
devlet adamı Şah İsmail ne güzel söylemiş;
’’Hakk ın kapusundan girdim / Kendi vücudumu gör
düm...” ya da “Muhabbet haslar hasıymış / Etmeyen
Hakk’ın nesiymiş / Sevgi Hak sevgisi imiş / Erenler ne der
buraya...”
Görüldüğü gibi, Alevi inanç tarzı; insanı, varlıkların en
üstünü sayar. Çünkü “İnsan okunacak en büyük kitaptır!...”
“Madem Ki Ben Bir İnsanım”
18Nisan 1983’de yitirdiğimiz Aşık Daimi ise insanın
önemini ve insan olmanın koşullarım “Madem Ki Ben Bir
İnsanım” adlı şiirinde söyle ifade ediyor:
Kainatın aynasıyım
Madem ki ben bir insanım
Hakk’ın varlık deryasıyım
Madem ki ben bir insanım
İnsan Hak’ta Hak insanda
Arıyorsan bak insanda
Çok marifet var insanda
Madem ki ben bir insanım
Tevrat'ı yazabilirim
İncil’i dizebilirim
Kuran ı sezebilirim
Madem ki ben bir insanım
47. 30 BATTAL PEHLİVAN
Bunca temenni dilekler
Vız gelir çark-ı felekler
Bana eğilsin melekler
Madem ki ben bir insanım
Daimi’yim harap benim
Ayaklarda türap benim
Aşk ehline şarap benim
Madem ki ben bir insanım
48. “İNSANIN GÖNLÜ TANRI’NIN
EVİDİR, BEYTULLAH’TIR!”
► Buna inanan Hallac-ı Mansur, gericili
ğin oldukça yoğun olduğu bir dönemde,
“Enel Hak” (Ben Allah’ım veya Allah
insandadır) demiş ve softalar tarafından
kamçılanarak, vücudu parçalanarak,
asılarak, kafası kesilerek ve yakılarak
hayatına son verilmiştir.
► Anadolu’daki Aleviler’in Piri olan Hacı
Bektaş Veli, Hallac-ı Mansur’dan
önemli ölçüde etkilenmiştir. Öğretisini
geliştirirken, ana tema olarak ‘‘Enel
Hak” felsefesini ele almıştır. Hünkâr-
’ın “Allah’ı özümüzde, özümüzü Al
lah’ta biliriz” sözü aynı anlama gelir.
49. 3 2 BATTAL PEHLİVAN
"Kalbimin gözünde Allah’ı gördiiın.
Sen kimsin? M dedim. ‘Sen’ diye yanıtladı"
Hallac-ı Mansur
Öyle anlaşılıyor ki, İslâm Tarihi'nde Hacı Bektaş Veli'yi
etkileyen ve Anadolu Aleviliğimin inşaasında. harç olarak
kullanılan önemli olaylardan birisi de, Hallac-ı Mansur'un
öğretisidir. 896 yılında ölen Tustari adlı bir bilginin öğrencisi
olan Hallac-ı Mansur, gericiliğin bütün kuramlarıyla, var olduğu
bir zamanda ortaya çıkmış ve "Enel Hak” (Ben Allah'ım)
diyerek, zihinleri allak- bullak etmiş, dolayısıyla önemli bir
tabunun yerle bir olmasına neden olmuştur.... Fakat ne yazık ki,
doğruluğu ve yürekliliği hayatına malolmuştur.
Bir İnsanlık Ayıbı
‘‘İslamın en buyuk mistiklerinden olan Hallac-ı Mansur,
İran'ın Beyza kasabasında 857’de doğmuş ve 922'de yedi ay
süren sorgulamadan sonra Bağdat'ta kamçılanmak, vücudu
parçalanmak, darağacına asılmak, kafası kesilmek ve yakılmak
yoluyla öldürülmüştür. Zamanın birçok İslâm âlimi, onun
öldürülmesine karşı çıkmıştır.
Hallac-ı Mansur, tüm İslâm ülkelerini dolaşmış ve Çin'e
giderek oradaki Ttirkler arasında İslâmiyetin yayılmasına
hizmet etmiştir.
“Varlığın Birliği”
Mansur, varlığın birliği (vahdet-i vücut) felsefesini
benimsemişti. Bu felsefe herkes tarafından kolay
anlaşılmıyordu. Mansur'un mistik açıklamaları şu üç konu
çevresinde toplanırdı:
1- İlahi varlığın beşeri varlığa girmesi,
50. 2- Hakikat-i Muhammediye ve Nur-u Muhammed'in ezeli
olduğu ve âlemin yaradılışına araç olduğu.
3- Dinlerin birliği ve hepsinin bir tek İlâhi kaynaktan
gelmiş olduğu...
Mansur, felsefesini "Enel Hak” (Ben Hakk'ım) sözüyle
51. ANADOLU'DA ALEVİLİK 3 3
özetlerdi. Mistisizm dilinde, Hak yaratan, halk da yaratılandır.
Hak, kendi aksi olarak yaratmıştır. Halk da İlâhi aşk sayesinde
Hak olur. Mansur bir kıtasında, bu fikrini şu sözlerle anlatmıştır
“ Ben sevdiğimin ta kendisiyim, sevdiğim de bendir. Biz
ikimiz bir bedene hulul etmiş iki rtıhuz. Sen beni görürsen,
onu görmüş olursun; onu görürsen ikimizi gönmüş olursun!” (R.
Yürükoğlu, Okunacak En Büyük Kitap İnsandır)
Mansur’un Etkisi
Hallac-ı Mansur’un başına gelenlerden, kuşkusuz her akl-ı
selim gibi Hacı Bektaş Veli de etkilenmiştir. Fakat Mansur’un,
Hacı Bektaş Veli’yi etkilediği en önemli yan ise O’nun derin
felsefesidir... Hacı Bektaş Veli’nin “ Allah’ı özümüzde,
özümüzü Allah’ta biliriz.” , “ İnsan yerde ve gökte Tanrfnın
vekilidir” şeklindeki sözleri ve daha pek çok paha biçilmez
özdeyişi "Enel Hak“ felsefesinin tohumladığı ağacın meyveleri
değil mi?
insanın Farkı
Alevi-Bektaşiler’in benimsedikleri, tasavvuf düşüncesine
göre; yeryüzündeki canlı-cansız herşey; insanlar, bitkiler,
toprak, su... tümü Allah’ın bir yansımasıdır.
Hiçbir şey yoktan var olmadığı gibi, yine hiçbir şey vardan
yok olmaz. Olsa olsa biçim değiştirir. Varlıklar
aşamalı görüntülerdir. Canlılar, topraktan var olur, sonra yine
toprak olurlar. İnsan, canlıların en gelişmişi olduğuna göre,
diğer canlılara oranla. Tanrı’ya biraz daha yakındır. Böyle
olunca, insan Tanrı’nın bir görüntüsü olarak kutsaldır. Çünkü
hayali de olsa, o Tanrı’dır...
52. “Yeryüzünün Tanrı’sı”
Demek ki, yeryüzünün Tann’sı insandır. Tanrı, kâmil insanda
kendini daha açık bir biçimde gösterir. Hz. Ali, tartışmasız kâmil
insan olduğuna göre, O Allah’ın bir parçasıdır. İslâm
Peygamberi Hz. Muhammed, “ Allah,
53. 3 4 BATTAL PEHLİVAN
Adem'i kendi suretinde yarattı. Allah’ın ilk yarattığı benim ve
Ali’nin nurudur. Biz aynı nurdanız” diyor. O halde Ali’nin
insanlık âlemi içinde özel bir yeri vardır. Aleviler de O’na
bağlanmakla çok haklıdırlar.
“Ali, Konuşan Kuran’dır”
Kâmil insan, konuşan Kuran’dır. Hz. Ali de bir kâmil insan
olduğuna göre, O da konuşan Kuran’dır. Ali, iyinin ve kötünün
çok üstündedir. İnanışa göre, Ali, 72 millete aynı nazarla bakar
ve onların konuştukları dili yazılı ve sözlü olarak bilendir...
Anadolu’da, Hz. Ali'nin birçok şekillerde, günümüzde bile
yeryüzünde bulunduğu söylenir. Bu aslında hiçbir şeyin yoktan
varolmayacağını ve vardan da yok olmayacağını gösteren
önemli bir ipucudur. Ali ölmemiştir. biçim değiştirip aramızda
dolaşmaktadır. Çünkü "Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil!”
Tüm Kâmil İnsanlar Kutsaldır
Tabii, yalnız Hz. Ali değil, yeryüzündeki gelmiş geçmiş,
bütün evliyalar, peygamberler, veliler de kâmil insandır: Hz.
Muhammed, Hz. Musa, Hz. Davut, Hz. Nuh, Hacı Bektaş
Veli, Hallac-ı Mansur, Seyyid Nesimi, Yunus Emre,
Kadıncık Ana, Balım Sultan, Abdal Musa, Şahkulu Sultan,
Karaca Ahmet Sultan, Pir Sultan Abdal, Mustafa Kemal Atatürk
ve daha niceleri... Yani kim yeryüzünü aydınlatmışsa, insanlığa
hizmet etmişse (maddi-manevi) iyi insandır. Bu anlamda
örneğin, ampülün mucidi Edison, keza dünyanın yuvarlak
olduğunu kanıtlayan Galile, ilk matbaayı yapan Gutemberg
(v.b.) de kâmil insandır. Tümü de kutsaldır.
54. 36 BATTAL PEHLİVAN
"Erenler. Veliler. Kırklar. Yediler
On İki İmamlar kurbanıyız biz
Okundu tekbiri, durduk Kıble’ye
On İki İmamlar kurbanıyız biz"
Derviş Ali
İmamlık: Din ve devlet başkanlığı (halifelik) yapanlara
verilen addır. Kerbelâ Olayımdan sonra, Alevi-Bektaşi
ozanlarını en fazla etkileyen bir başka konu da. On İki İmam dır.
Ozanların nefeslerinde bunlar, “ Düvaz İmam" olarak anılır.
Hemen hemen her halk ozanının bir veya daha fazla ‘‘Düvaz
İmam'ı vardır. Bunlar Alevi-Bektaşi edebiyatının en güzel
örneklerini oluştururlar.
Kutsal Bir Çalgı
Düvaz İmamlar, kendilerine has makamlarıyla, bağlama
eşliğinde okundukları zaman. On İki İmam olayının ayrıntısını
bilen herkes, bütün içtenliğiyle dinler ve etkilenir. Bağlama
kutsal bir sazdır. ‘‘Telli Kur’an"dır... Çalınmadan Önce öpülür
ve alna konur. Bağlama, Şaman geleneğinden, Alevi-Bektaşi
geleneğine miras kalmıştır. Çalmasını bilsin veya bilmesin,
pekçok Alevinin evinde bulunur. Hz. Ali, Hacı Bektaş Veli’nin
temsili resimleri ve bağlama Alevi evlerinin
vazgeçemeyecekleri aksesuarlardır. Düvaz İmamlar, daha çok
Cem törenlerinde çalınıp söylenirler.
İmam Ali?den başlayarak, İmam Mehdi ( Sahip Zaman)’a
kadar gelen On İki İmam dönemi; acı, ıstırap ve fakat bir o kadar
da onur doludur. Bu dönemde, pek çok olay olmuş, insanlar
birbirini kırmıştır. Mezhepler de işte bu dönem içinde
doğmuştur. Aleviler'i çatısı altında toplayan Caferilik
55. de. Altıncı İmam Cafer Sâdık öğretisinden etkilenerek,
ölümünden hemen sonra taraftarlarının önde gelenleri tarafından
kurulmuştur.
İran Şiiliği İle Farkı
İran Şiileri ile Anadolu Alevileri’nin tek ortak yanları Ehl-
56. ANADOLU'DA ALEVİLİK 3 7
i Beyt’e ve On İki İmam’a olan bağlılıklarıdır. Her iki kesim de
Caferi olmalarına karşın, inançları ve yakarış biçimleri farklıdır.
Muharrem ayında bütün Caferi’ler matem tutar, ancak Şiiler
kendilerine zincir ve hançerlerle eziyet ederek, Hz. Hüseyin’e
ve beraberindekilerin Kerbelâ'da çektikleri acıyı paylaştıklarına
inanırlar. Sözkonusu farklılık, insanların günlük yaşamlarına
bile yansır. Şiiler"üe kadın çarşaftadır, ülkemizdeki Aleviler’de
ise böyle bir durum yoktur. Şiiler’de. Sünniler gibi cami vardır,
Anadolu Alevileri’nde ise cami yok cemevi vardır. Şiiler'de
Hacc’a gitmek vardır, fakat Anadolu Alevisi’nde gönül yapmak
vardır:
‘‘Her ne arar isen kendinde ara / Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da
değildir....” çünkü!
Şekilcilikleri yönünden, İran Şiileri, Sünniler’e daha çok
benzerler. Şeriatın katı kuralları İran’da da vardır, Suudi
Arabistan’da da...
İmam Ali
Alevi-Bektaşiler’in büyük ve kutsal saydıkları On İki
İmam’ın başı ve birincisidir. Ebu Talib’in oğludur. 599 yılında
doğmuş, 63 yıl yaşamıştır. Sekiz yaşında Müslüman olup, hiç
puta tapmadığı için, öteki sahabeden ayrılır. Bunun için
kendisine ‘‘Keremullah Veche” denilmiştir. Ayrıca "Şah-ı
Merdan” , ‘'Şahların Şah’ı” , "Haydar-ı Kerrar” , “ Murtaza” gibi
başka ad ve lâkapları da vardır.
İmam Hasan
İkinci İmam’dır. Hz. Ali’nin büyük oğludur. 625 yılında
doğdu. Adını, dedesi Hz. Muhammed koydu. Künyesi "Ebu
Muhammed” ; lâkapları ise "Tâki” , “ Zeki” ve "Sıbt” tır. ”
57. Hasan’ül-Müctebâ”da denir, Hz. Ali’nin ölümünden sonra
imam olmuş, halk da kendisine biat etmişti. O sırada, Şam
Valisi’yken imamlığı türlü oyunlarla elde etmiş olan
Muaviye’ye mektuplar yazarak, yola getirmeye çalışmışsa da
başaramadı. Çevresindekilerin ihaneti yüzünden, Halifeliği ona
bırakmak zorunda kaldı. Medine’de sade bir hayat
58. 3 8 BATTAL PEHLİVAN
sürerken, karısı Cu’de’ye zehirletilerek öldürüldü (669).
İmam Hüseyin
Hz. Ali’nin küçük oğludur. 626 yılında doğdu. Künyesi “ Ebu
Abdullah” ; lâkaptan ise “ el-Şehit” , el-Sıbt” , “ Zeki” ve “
Mübarek” tir. “ Hüseyin” adını Hz. Muhammed koymuştur. Hz.
Muhammed'in torunları İmam Hasan ve İmam Hüseyin için pek
çok kutsi hadisi vardır. Örneğin
“ Hasan ile Hüseyin’i seven tahkik beni de sever!” diyerek
onlara ne kadar değer verdiğini ifade etmiştir. İmam Hüseyin
680 yılında Kerbelâ’da şehit edildi. Türbesi oradadır.
İmam Zeynel Abidin
Hz. Hüseyin’in oğludur. Genel kanı, O'nun Kerbelâ Olayı
sırasında, bir bebek olarak beşikte yattığı için ve düşman
askerlerince görülmediğinden öldürülmediği şeklindedir.
Fakat merhum Cahit Öztelli, İmam Zeynel Abidin'in 659 yılında
duğduğunu, yani o sıralar 21 yaşında olduğunu, çadırda hasta
yattığı için babası savaşa katılmasına izin vermediğinden şehit
edilemediğini vermektedir. Abdülbaki Gölpınarlı ise
doğumunun, hicri 36 (yani miladi 657) şeklinde belirtmektedir.
Demek ki, Zeynel Abidin Kerbelâ Olayı sırasında bebek yaşta
değildi.
Zeynel Abidin’in künyeleri “ebu-Muhammed” , “ Ebiil
Hasan” , ünlü lâkabı ise Zeynel Abidin’dir.
Zeynel Abidin, Kerbelâ Savaşı ndan sonra Kufe'ye, oradan
da Şam’a götürüldü. Zincire vurulmuş olarak Yezid’in önüne
çıkarıldı. Daha sonra serbest bırakıldı.
Medine’ye döndü. Ölünceye kadar orada kaldı. Hz.
59. Muhammed’in ve Hz. Ali’nin soyu İmam Zeynel Abidin’le
yürüdü. Öztelli’ye göre 719, Gölpınarlfya göre isa 716 yılında
öldü. Emevi hükümdarı Abdülmelik tarafından zehirletilerek
öldürüldüğü belirtiliyor. "Sahifet-ül Kâmile” ve “Risalet-ül
Hukuk “ adında eserleri vardır.
60. ANADOLU'DA ALEVİLİK 39
İmam Bakır
Zeynel Abidin’in oğludur. 677 yılında Medine'de doğdu.
Künyesi "ebu Cafer"; en yaygın lâkabı ise "Bakır" dır. O da
babası gibi devrin Emevi hükümdarı tarafından zehirletilerek
öldürüldü (733). Büyük bir bilgin ve çok cömert bir insandı. Pek
çok bilgin yetiştirmiştir.
İmam Cafer Sâdık
İmam Bakır ın oğludur. 699 yılında doğdu. Künyesi "ebu
Abdullah"; en yaygın lakabı “ Sâdık'’tır. Çok bilgili olduğu ve
yaşamı süresinde pek çok bilgin yetiştirdiği biliniyor. Hanefi
mezhebinin kurucusu İmam Azam da, İmam Cafer’in
öğrencisiydi. Hatta kimi kaynaklar İmam Azam’ın mezhep
kurmadığını, İmâm Cafer’e tabii olduğunu yazar. O nun
zamanında Emevi devleti yıkıldı, yerine Bağdat'ta Abbaso-
ğulları devleti kuruldu. Pek çok eseri vardın "Risâletü Abdullah
b. Necâşi” "Risalei Diniye” , "Tevhid'ül Mufad- dal” ,
"Ashabına yazdıkları Risale” (küleyni, ‘Ravzat’ül- Kâfi”nin
başlarında, İsmail bin Câbir vasiyetiyle İmam dan rivayet
edilmektedir.), "Reiy ve Kıyâs erbabına Risaleleri” ,
"Ganimetlere dair Risaleleri” , “ Abdullah bin Cendüb’e
vasiyyetleri” . "Ebu-Cafer Nu’man’il-Ahvel’e vasiyyetleri” ,
"Nesr’üd-Dürer Risaleleri", "Ehl-i Beyt e muhabbed; Tevhid,
İman, İslam, küfr ve fısk'a ait sözleri", "Geçim ve kazanca dair
soru ve cevapları", "Rızık elde etmek için çalışmaya dair ve
Sufiyye’yi ilzam eden Risaleleri” , "İnsanın yaratılışına dair
Risaleler” , "Kısa sözleri” , "Cebir bin Hayyan-ı Küfi’den
rivayet edilen Risale” ... (Abdülbaki Gölpınarlı, On İki İmam,
Der Yayınları). Ayrıca, Alevi-Bektaşiler’in tarikat kurallarını
öğreten "Buyruk" adlı kitap da İmâm Cafer Sâdık’a mal edilir.
61. Büyük bir olasılıkla, bu eser, bütün risaleler taranarak
oluşturulmuştur. Taraftarları, O’nun görüşlerine dayanarak,
ölümünden sonra “ Caferilik’’ mezhebim kurdular Maliki
mezhebinin kurucusu sayılan Malik bin Enes’in şu sözleri kayda
değer:
"Üstünlük, bilgi, ibâdet, ve takva bakımından Cafer bin
62. 4 0 BATTAL PEHLİVAN
MuhammecTten ileri birisini ne bir göz görmüştür, ne bir kulak
duymuştur; ne de öylesi bir kişi, birinin gönlüne, aklına
gelebilir.”
İmam Cafer Sâdık, Abbasi Hükümdarı Mansur tarafından,
zehir içirtilerek öldürüldü. Ölüm tarihi 765’tir.
İmam Musa Kazım
İmam Cafer Sâdık’ın oğludur. 745 yılında doğdu.
Lâkapları, ‘'Alim” , ‘ El Abdiis- Salih”, "Zeyn-ül Müte-
heceidin” , “ Babül Havaic” , künyeleri ise ” Ebul Hasan" ve
“ Ebu İbrahiırf'dİr. Abbasi Hükümdarı Mehdi, O'nu Medine’den
Bağdat’a getirterek zindana attırdı. Sonra yine Medine’ye
gönderdi. Hârıın hükümdar olunca, kendisini tekrar Bağdat’a
getirterek, zehir içirtilip, şehit edildi. Ölüm tarihi 799’dur.
İmam Rıza
Musa Kazım’ın oğludur. 770 yılında Medine’de doğdu.
Künyesi ‘‘Ebul Hasan-ı Sani"; lâkapları ise "Rıza” ,
"Sâbir", "Radıyy” , "Zekiyy", "Veliyy”dir. Abbasoğulla- rından
Memun tarafından zehirlendiği söylenir. İlk kez mezarı, Arap
topraklarının dışına çıkan İmam'dır. Horasan’ın Tus kentinin
Senâbâd köyünde yatmaktadır. Bu nedenle. Hacı Bektaş Veli nin
İmam Rıza'nın torunu olduğu, neredeyse kesinlik
kazanmaktadır. Çünkü bilindiği gibi Hacı Bektaş Horasanlı dır
ve oradan Anadolu’ya gelmiştir. İmam Rıza'nın pek çok eseri
vardır. Bunlardan bazıları şöyle sıralanabilir; "Şer’i hükümlere
ait Risale” , ‘‘Şer’i Hikmetlere ait Risale” , “ Hükümdar
Memun'a yazdığı din hakkındaki Risale” , ve yine ona yazdığı
"Şer’i hükümlere ait Risale” , "sağlık hakkındaki Risale” . "Fıkhı
ur-Rıza, Sahiffet’ür Rıza” ... (Ölümü: 819)
63. İmam Muhammed Tâki
İmam Rıza nın oğludur. 811 yılında Medine’de doğdu.
Künyesi “ Ebu Cafer üs Sani” ; lâkapları isa “Cevad” ,
64. ANADOLU’DA ALEVİLİK 41
“ Kaanı” , “ Necib” , “ Muntecep” , “ Takıyy” dır. Abbasi
Hükümdarı Mutasım tarafından, zehirletilerek. 835 yılında şehit
edildi. Mezarı Bağdat’ta, dedesi İmam Kazım’ınkinin
yanındadır.
İmam Naki
829 yılında Medine'de doğdu. İmam Tâki’nin oğludur.
Künyesi “ Ebul Hasan-ı Salis” ; lâkapları ise “ Hâdi” , “ Nâsih”
, “ Fattâh” , ‘‘Kayyib” , "‘Murtaza” , “ Aliym” , “ Fakıyh” , “
Emin” , “ Mu’temen” , “ Necib” , “ Mütevek
kil” , “ Askeri” dir. 868’de Bağdat’ta öldü. Abbasogulların- dan
Mutemed tarafından asıldığı söylenir. Eserleri: “ Cebr ve Tavfiz
ehline Risale” , “ Kadı Yahya’nın sorularına cevaplar” , “ Dini
hükümlere dair sözler.”
İmam Haşan El-Askeri
On birinci İmam dır. İmam Naki’nin oğludur. 846 yılında
Bağdat’ta doğdu. Künyesi “ Ebu Muhammed” ; lâkapları ise “
Askeri” , “ Nadi” , “ Refik” , “Zeki” , "Tâki”, "Hâlis”
dir. O da ecdadı gibi 27 yaşındayken zehirletilerek öldürüldü.
Babasının yanına gömüldü. Eserleri: “Tefsir” , “ İsmail
Nişaburi’ye Mektuplar” , “ Helâl ve Haram’a dair Risale” , “
Kısa sözleri ve mektupları” ...
İmam Mehdi
On İkinci ve son İmam’dır. İmam Askeri’nin oğludur.
Künyesi “ Ebul Hasan” ; lâkapları “ Sahip zaman”, “ Sahibü
dar", “ Kaaim”, “ Muntazar” , “ İmam-ül Hüccef’tir. 869 yılında
doğdu. Babasının ölümünden sonra halktan gizlenmişti. Bu
65. gizlenişe “ Gaybet Suğra” (Küçük gizleniş) denir. Bu gizleniş
sırasında ümmetine elçilik yapan Ebu Hasan Ali ölünce, Gaybet-
i Kübra (Büyük gizleniş) başlamıştır. Mehdi’nin ne olduğu, bu
gizlenişten sonra anlaşılamadı.
Aleviler. O’nu o gün, bu gündür, hep “ Kurtarıcı” olarak
beklemektedirler.
66. 42 BATTAL PEHLİVAN
“Mehdi Dede'm gelse gerek / Ali divan kursa gerek /
Haksızları kırsa gerek / İntikamın ala bir gün... (Pir Sultan
Abdal)
“Yer yüzünü kızıl taçlar bürüye / Münafık olanın bağn
eriye / Sahib-i Zaman’ın emri yürüye / Mehdi kim olduğu
bilinmelidir. (Pir Sultan Abdal)
Örneğin. Selçuklu’ya karşı ayaklanan Baba İshak;
OsmanlI’ya karşı ayaklanan Şahkulu Sultan, Kalender
Çelebi, Gazi Mustafa Kemal ve daha pek çok halk önderi,
Anadolu Aleviler’i nezdinde birer Mehdi’dir.
"Pir Sultan in işi ahtır / İntizarım güzel Şah’tır / Mülk
iyesi padişahtır / Mülke sahip ola bir gün!”
* * *
18. yüzyılda yaşayan halk ozanı Mahremoğlu, İmamlar’a
olan aşkını bakın ne güzel şiirleştirmiş:
Ey benim sevdiğim, hem iki gözüm
Salın bizi İmamlara gidelim
Cümlenizden budur naz-u niyazım
Salın bizi İmamlara gidelim
Üstad eşiğinde rıza alalım
Gönülden ayırman, yola gidelim
O dergâha varıp yüzler sürelim
Salın bizi İmamlara gidelim
Olan muradım Muhammed Ali’ye
Erenler ulusu gerçek Veli’ye
Otman Baha'dan da Kızıl Deli’ye
Salın bizi İmamlara gidelim
67. ANADOLU’DA ALEVİLİK 43
Kızıl Deli İmamların yoludur
Oradan geçilen Gelibolu'dur
Pirim Hünkâr Hacı Bektaş Veli’dir
Salın bizi İmamlara gidelim
Destur aldım ben Mustafa Baba dan
Emir geldi bana sırr-ı Hûda’dan
Aşk göründü Mahremoğlu gedadan
Salın bizi İmamlara gidelim
16. yüzyılın ikinci yarısı ile 17. yüzyılın ilk yıllarında
yaşayan Kul Hüseyin’in bir Düvaz İmamı da şöyledir:
Muhammed’in bahçesinde
Serv-ü çınarım Ali’dir
Ta ezelden vücudumda
Canda damarım Ali’dir
İndim de şimal ilinden
İmam Hasan’ın dilinden
Şah Hüseyin’in yolundan
Belde kemerim Ali’dir
Zeynel’i zindana tıkan
Şah Bâkır’a kiriş takan
Gül olup da irfan kokan
İmam Cafer’im Ali’dir
Taki’dir gözümüz açan
Naki’dir müşküller seçen
Askeri'dir meyin içen
Saki pınarım Ali’dir
68. 44 BATTAL PEHLİVAN
Bu işler böyle olacak
Alem nur ile dolacak
Mehdi Dedem var, gelecek
Kân-u Mekânım Ali’dir
Kul Hüseyn’im Hakk’a yalvar
Sevdiceğim Ali server
Nur olmuş âlemde parlar
Şems-ti kamerim Ali’dir
69. MUSAHİBLİK, TANRI’YA
VARMANIN EN KESTİRME
YOLLARINDAN BİRİSİDİR
► Alevi-Bektaşilerce “Kutsal” kabul edi
len bu kurumun, -üzülerek belirtelim ki-
günümüzde tam olarak işlediği söyle
nemez. Fakat işleyebilse, insanlar ara
sında kesinlikle kötülük diye bir şey
kalmaz.
70. 4 6 BATTAL PEHLİVAN
Alevi-Bektaşilik'te bir musahiblik (yol kardeşliği) düzeni
vardır ki, müessese bütün yönleriyle işlese, yeryüzünde
kötülükten eser kalmaz. Alevi-Bektaşiler, Hz. Muhammed ile
Hz. Ali'nin musahip olduğuna inanırlar. Çünkü Kuran’da
musahiplikle ilgili pek çok hüküm bulunmaktadır! İşte bir
örnek:
“ Müminler (dinde) kardeştirler, onun için (araları bozulduğu
zaman) iki kardeşin aralarını düzeltin ve (Allah'ın emrine karşı
gelmekten) sakının ki (Allah tarafından) merhamet olunasınız.”
(Hucuret Suresi, lO.Ayet)
Samimi Bir Dayanışma
Alevi-Bektaşi yolunda, her yetişkin insan (Evli olması şarttır)
huyu-suyu kendisininkine benzeyen, bir başka insanla musahip
olur. Musahip olmanın kuralları, hemen hemen her Alevi’nin
evinde bulunan “ İmam Cafer Buyruğu" adlı kitapta
belirtilmektedir.
Musahip olanlar, birbiriyle samimi bir dayanışma içine
girerler. Eşlerinden başka herşeyleri ortaktır. Taraflardan birinin
kardeşi, ötekinin de kardeşidir. Ana-baba ve diğer tüm hısım ve
akrabalar, iki taraf için de aynı derecede yakındır. Tanrı’ya
yaklaşmanın, O’nunla bir olmanın en kestirme yolu da, biriyle
yol kardeşi olmaktır.
“Yol Düşkünü!...”
Bu kurum yukarıda da belirttiğimiz gibi, tam olarak işlese,
Aleviler arasında, ve giderek insanlar arasında varsıl-yoksul
ayırımı kalmaz. Çünkü, birlikte üretip, birlikte tüketmek
emrolunmaktadır. “ Buyruk”a göre, birisi musahib kardeşine,
71. hoşgörü 1 mey ece k bir yanlışlık yaptığı zaman, “ Yol düşkünü”
sayılır. Halk arasında saygınlığı kalmaz.
Musahiplikte, dayanışma çemberi alabildiğine geniştir. Fakat
ne yazık ki, günümüzün sosyo-ekonomik koşullan; iç göç ve
benzeri etkenler, bu kutsal kurumun amacına ulaşmasına engel
olmaktadır.
72. ANADOLU’DA ALEVİLİK 4 7
“Kirvelik”
Bunun yanında, bir de “ Kirvelik” müessesesi vardır.
Gerçi Anadolu’nun pek çok yerinde, bu kutsal müesseseye kimi
Sünniler de samimi olarak sahip çıkmakta ve gereklerini
hakkıyla yerine getirmektedirler. Ama, Aleviler arasında daha
yaygın olduğu bir gerçektir. Yer yer Aleviler’le Sünniler'in kirve
olduklarına da rastlanmaktadır.
Erkek çocukları, sünnet oldukları zaman, kim bunları
kucağına almışsa (eteğine koymuşsa) o, onun kirvesidir. Artık o
iki can biribirisi için kutsaldır. Musahiplik gibi olmasa da,
kirveliğin de katı kuralları vardır. Tarafların birbirine saygılı
olmaları, birbirini sevmeleri, birbirinin
yardımına koşmaları vazgeçilemeyecek koşullardır.
Kız Alıp Verme...
Örneğin, İslâmiyet’e, dolayısıyla Alevilik’e göre, kardeş
kızının, kardeş oğluna varması yasaklanmamıştır ama,
musahiplikte ve kirvelikte kız alıp vermek yasaklanmıştır.
Musahibin kızı musahibin oğluna düşmeyeceği gibi, kirvenin
oğlu da kirvenin kızına düşmez. Ancak, Hz. Muhammed ile Hz.
Ali’nin kız alıp vermeleri, süreğin başı olması bakımından, bu
kuralın dışında tutulmuştur. Çünkü, Kuran’a
göre, Muhammed ile Ali’nin musahipliği bir rastlantı değil,
Tanrı buyruğudur!..
Dört Vücut Aynı Gömlekte
Aleviler’de kurallar konurken, kadın ile erkek aynı düzeyde
tutulmuştur. İki genç, evlenmeden musahip olamamaktadır. İkisi
de dünya evine girecek ve iki çift birlikte, hiçbir baskı altında
73. kalmadan karar verip, Dede’nin huzurunda dârâ duracaklardır.
Her konuda olduğu gibi; bu konuda da, kadınla erkek aynı
derecede söz hakkına sahiptir. Kadın, kocasının emriyle, böyle
bir şeye “ Evet” diyemez.
Dört baş, aynı gömleğin yakasından çıkacaktır. Dört vüçut
bütün olumsuzluklardan arınmış olarak, tek beden haline
gelecektir. Bu yola girenlerin dönmeye hakları yoktur.
74. 48 BATTAL PEHLİVAN
“ Gelenin malı, dönenin canı...” Dede, musahiplik
gerçekleşmeden, onlara şu şekilde seslenir:
Dönmek Yoktur
“ Baka canlar, bir gün darda kalanda, ikrarınızdan dönmeyi
muratlarsanız, şunu bilesiniz ki, ölüm yeğdir. Bizde dönmek
yazılı değildir. Neden derseniz, biz Hak erenlerdeniz, Hak
uğruna can verenlerdeniz. Ölüm hak, eza oyuncak gelir bize. Siz
siz olasınız, ikrarınızdan dönmeyesiniz. Siz, size sahip olun,
yanlış iş tutup, kötü yol izlemeyin. Gözünüzle görmediğinizi,
gördüm demeyin; kulağınızla duymadığınızı, duyduk demeyin.
Komşu hakkını Tanrı hakkı bilin. Kaçanı kovalamayın, aman
diyeRİn üzerine gitmeyin. Kendinize reva görmediğinizi,
başkasına reva görmeyin.”
Bölüşmek Şarttır
“ Siz artık yol kardeşisiniz. Birbirinizin kadrini bilmelisiniz.
İmam Cafer Sadık efendimiz buyuruyor ki, (Musahip,
musahibin evine teklifsizdir. Musahibin malı, ötekinindir de...
Senin bir külek bulgurun varsa, olmayanın senin bulgurunun
yarısını alma hakkı vardır. Bu hakkını kullanan bilerek, fazlasını
alırsa, yol düşkünü olur.. Sen de vermezsen aynı şekilde, yol
düşkünü olursun) Musahipler kaderde, kıvançta birlikte
olmalıdırlar.”
Haydar Kaya, “ Musahiblik” adlı kitabında, konunun
önemini daha iyi vurgulamak bakımında şu ilginç öyküyü
anlatmaktadır.
Pir Sultan ve Ali Baba
Uğradığı baskıları ve haksızlıkları yeren Pir Sultan
75. Abdal’ın etkisinden korkan Sivas Valisi, zaptiye göndererek
Pir Sultan’ı vilayete getirtir. Pir Sultan Abdal elleri bağlı olarak
getirtilirken, onu bir an bile yalnız bırakmayan musahibi Ali
Baba da onunla birlikte Sivas’a gelir.
Sivas’ta Osmanlı adaletince Şer-i Hukuk yani şeriat
76. ANADOLU'DA ALEVİLİK 49
kurallarına göre yargılanan Pir Sultan Abdal idama mahkum
edilir. Suçu, Hz. Ali'yi sevmek ve Hz. Ali’nin uyguladığı adalet
sistemini istemekti... Eh, bu kadar suç da Osmanlı’ya göre, en
büyük suçtu. Pir Sultan Abdal da, bu suçtan ötürü mutlaka
cezalandırılmalıydı. Ozanların Piri ve ezilen halkının cesur
lideri bu sonucu bilmektedir. Tutuklandıktan sonra idam
edileceği siyaset gününü beklemeye koyulur.
Gün geldi!.. Büyük insanı darağacına doğru sürüklemeye
başlarlar. Usulen, son bir diyeceği olup olmadığını sorarlar.
Hazreti Pirde; "Musahibim Ali Baba’ya diyeceğim vardır"
diyerek, isteğini bildirir. Musahibi Ali Baba koşarak yanına
gelir. Pir Sultan Abdal musahibine:
-Musahip! Başımıza gelen bu olaydan ötürü fazla üzülme.
Bizim soyumuz şehitlikle şeref bulmuştur. Soyumuz haktan ve
adaletten ayrılmadığı için daima ezilmiştir. Bizim mükâfatımız
Allah yanındadır. Köye varır isen önce sizin eve git. bunları
anlat. Sonra da bizim eve git dediklerimi anlat. Hepsine
başsağlığı dile, cesur olsunlar, bana layık olduklarını
göstersinler. Haklarını helâl etsinler. Benimki sizlere helâl
olsun, diyerek sözlerini bitirir.
Pir Sultan'ın idamından sonra; Ali Baba köye gider.
Başsağlığı dilemek için önce kendi evine gider. Ali Baba’yı
yalnız gören hanımı:
-Efendi musahibinle niçin gelmedin? diye sorar. Ali Baba:
-Musahibimi şehit ettiler. Başın sağ olsun, diye karşılık verir.
Hanımı ağlayarak sorar:
-Nasıl oldu? Anlat, der.
Ali Baba, olayı baştan sona kadar anlatır. Musahibin
söylediği son sözü hanımına söyler. Bunun üzerine hanımı
oturduğu yerden fırlayarak;
77. -A efendi, başsağlığı dilemek için sen yanlış gelmişsin. Senin
evin burası değildir. Burası Hazreti Pir’in evidir. Senin evin
musahibinin evidir. Hemen kalk kendi evine git! Bacı Sultan’a
ve oğulluklarına başsağlığı dile. Ondan sonra buraya gel!
diyerek Ali Baba’yı uyarır.
Bu öykü, bize musahipliğin ne derece önemli olduğunu ve
78. ANADOLU'DA ALEVİLİK 51
Musahibi olanın özü yuyulur
Hak ceme elsiz ayaksız varulur
Kahrı özrü lütfile iman olunur
Aşinasız işleri varsa da olmaz
Aşine gerek imiş yola gitmeğe
Cehd edüp dost gediğin aşmağa
Dön kapu içinde bir ev yapmağa
Mürşidsiz el dön kapıdan girilmez
Mürşid olup dört kapıdan girilir
Özün teslim edip rıza sürülür
Mü’min ise nurdan kefen sarılır
Yargılanmadan cennete girilmez
Hatayi'yim türaba indirdi teni
Alemi nur ile doldurdu seni
Pirin meydanında kurtarsın seni
Anlar cehennemin od'una yanmaz
»**
Eğer farz içinde farzı sorarsan
Yine farz içinde farzdır musahib
Dört kapıdan kırk makamdan ararsan
Yine farz içinde farzdır musahib
Musahibsiz kişi cenve gelir mi?
Ettiği niyazlar kabul olur mu?
Muhammed Ali’den derman bulur mu?
Yine farz içinde farzdır musahib
79. CEM TÖRENLERİ VE
ON İKİ HİZMET
► Cem töreninin düzenli, mutluluk verici
bir tarzda başlayıp, sona ermesini “On
İki Hizmet” görevlileri sağlar. Hizmet
ler bir emir-komuta zinciri içinde başlar
ve sonuçlanır. Cem’de disiplin esastır.
80. ANADOLU'DA ALEVİLİK 55
ibadetlerinde destek olur. Yaramaz hali görülenleri derece
sine göre uyarır veya Rehberi durumdan haberdar eder. Ayin
Cem süresince, hazırda bulunan canlan izler. En ufak bir
davranışı dahi gözden kaçırmaz. Hatalı davrananlan kuralına
göre, kimse görmeden ve duymadan uyarır.
Düşkünlerin, suçluların Cem'e girmesini engeller. Dışardan
Ayin Cem'e karşı yapılacak engelleme hareketlerini durdurur
veya Rehber e, Mürşid e haber verir. Cem'in huzur içinde,
duygusallık içinde devam edip bitmesini sağlar.
4- ÇERAĞCI: Cem evinde bulunan ışıklarla meşgul olur.
Ayin Cem yapılacağı zaman, tüm şamdanlan. mumluktan siler,
temizler, gazını doldurur, mumlarını takar, yanmaya hazır hale
getirir. Ayin Cem süresince gazı biten şamdanlann gazını
yeniler. Bitmek üzere olan mumların yerine yenilerini takar.
Böylece Cem evinin ışıksız kalmamasını sağlar...
Buhardanlıkları siler, temizler. İçlerine gülsuyu ve diğer güzel
kokulardan doldurur. Ayin Cem süresince, Cem evinin güzel
kokular içinde kalmasını, böylece ter ve benzeri nahoş kokuların
etkisini ortadan kaldırmaya çalışır. Boş zamanı kalırsa
meydancıya yardım eder.
5- ZAKIR: (Genelde sesi güzel olanlardan seçilir).
Mürşid’in emri ile Ayin Cem süresince zikri yönetir. Kuran
okur, ilahi okur. Deyiş, nefes ve Duvaz İmamları söyler. Bunları
saz eşliğinde okur. Mersiye, Nevruziye okur. Mürşid’e yakın
mesafede oturur.
6- SÜPÜRGECİ (Farraş): Cem evinin sürekli temiz
tutulmasından sorumludur. Ayin Cem yapılacağı zaman Cem
evini silip, süpürür ve temizler. Ayin Cem’in yapıl imasına hazır
hale getirir.
81. 7- MEYDANCI (Iznikçi): Ayin Cem evinde bulunan On
İki postu temiz tutar ve Cem yapılacağı zaman yerlerine, kurala
uygun olarak yerleştirir. Cem evine gelen muhip canlara
oturmak için yer gösterir. Oturma, tarikata giriş, musahib oluş
sırasına göre yapılır. Maddi rütbeler ve yaş
faktörü sözkonusu olmaz. Gerektiğinde yaşı ve rütbesi en büyük
olan, tarikattaki yaşı küçükse (yeni girmiş ise) en
82. ALEVI-BEKT AŞILIK’TE
SUÇ VE CEZALAR...
Osmanlı İmparatorluğu döneminde.
Aleviler kendi içinde disiplini sağla
mak bakımından, yönetiminkinden ayn
bir suç ve ceza sistemi uyguluyorlardı.
Suçlular buna göre cezalandırılıyordu.
Suç ve cezalar 12 madde halinde
belirlenmişti. Buna 12 burç da denili
yordu. Burçlardaki hükümler Buyruk-
’un hükümler idi ve bütün mürşidler,
pirler, rehber er, talipler buna uymak
zorundaydı.
83. ANADOLU'DA ALEVİLİK 59
Pirin öncülüğünde toplanan cemaatin huzurunda 15 dakika
ayakta bekletilir. Hafif ısıtılmış demirle dili dağlanır. Bir daha
böylesi suçu işlememek için pir ve cemaatin huzurunda tövbe ve
yemin ettirilir. Beş sopa vurulur.
2. BURÇ : Kendisine ait olmayan tarlaların sınırını bozan,
ağaç ve meyveli ağaçları kesenler, sebze ve bostanları söken ve
bozanlar, çocuklarının eğitimini yaptırmayan ve okutma- yanlar,
sağlam olduğu halde çalışmayanlar, komşularının hayvanlarını
bilerek öldürenler, sahibinin rızası alınmadan ve haberi olmadan
bağına, bahçesine girenler veya eşyasını alanlar suçludur. Bu
gibilere şu cezalar verilir:
İki yıl görgülere alınmazlar. Bu süre içinde yakınları dahil
hiçbir komşu kendisiyle ilişki kuramaz. Bu iki yıl bittikten sonra
ve üçüncü yıl rehberin öncülüğünde pirin ve cemaatin huzuruna
getirilir. (...) Sonra cemaatin huzurunda 4 okka (5132 gram)
ağırlığında bir ağırlık boynuna asılarak 20 dakika beklenir. 17
sopa vurulur. Kızgın demirle el ve ayakları dağlanır. 13 -akça
halife, 20 akça pir hakkı olmak üzere toplam 33 akça para cezası
alınır. Bir kurbanla cemaata ve görgüye alınır.
3. BURÇ : Komşularının ve başkalarının canlı ve cansız
malını çalanlar, suçsuz yere akrabalarına ve komşularına hakaret
edenler, suçludurlar. Hırsızlıktan çaldığı mallar tanıkların
isbatıyla çaldığı paralar, eşyalar ve mallar olduğu gibi yeniden
sahiplerine verilir. Yok edilmişseler bedeli ödenir. Her kimseye
nasıl davranmış ve neyle dövmüş ise o kişi ve kişiler de aynı
şekilde ve aynı cisimle kendisini dövecektir. Bu tip suç
işleyenler 3 yıl suçlu olarak pir ve cemaat huzuruna gelemezler.
Hiç kimse kendisiyle ilişki kuramaz ve yardım etmez, 3 vyıl
sonra rehberin yanma götürülür. Rehber (...) cemaatın huzuruna
84. götürür. (...) Pir ve cemaatın huzurunda kovulacak, ikinci defa
aynı şekilde getirilecektir. Bu sefer cemaatın huzurunda 3 okka
(3849
85. ANADOLU'DA ALEVİLİK 61
cezası alınır. Tövbe ve yemin ettirilir. Bir kurbanla cemaate ve
görgüye alınır.
6. BURÇ : Faize para verenler, alanlar ve aracılık edenler,
faiz yoluyla başkalarını borçlandırarak evini, tarlasını, bağ ve
bahçesini alanlar: hile yoluyla başkasının mallarını elinden
alanlar, kumar oynayan, oynatanlar ve kumar yoluyla
başkalarının mallarını elinden alanlar ' Günâhı kebir (Büyük
günâh) işlemiş olurlar. Bu gibi suçlular 6 yıl pir ve cemaat yüzü
göremeyecek. Her türlü akrabalık ve komşuluk ilişkileri
kesilecek. Ekmeği yenilmeyecek... 6 yıl sonra rehberin yanına
getirilir. Rehber, (...) pir ve cemaatın huzuruna getirir. (...) Pir ve
cemaatın huzurunda bir batman ağırlığındaki bir cisim boynuna
asılarak 45 dakika ayakta bekletilecek. 45 sopa vurulacak.
Kızgın demirle el ve ayakları dağlanacak. Tövbe ve yemin
ettirilecek. 60 akça halife, 70 akça pir, 125 akça para rehber
hakkı para cezası alınacak. Bir kurbanla cemaate ve görgüye
alınacak.
7. BURÇ : Karısını boşamış olanlar veya başkasının
nikâhlı karısını alanlar, nikâhını bozmuş olanlar, bunlara yardım
edenler suçludur... Bu suçu işleyenler, 7 yıl pir ve cemaat
huzuruna alınamazlar. Sığırını, davarını köyün sığır ve davarına
kalamazlar. Komşuluk edilmez, selam verilip- alınmaz. Evine
gidilmez ve ekmeği yenilmez. 7 yıl sonra rehbere götürülür.
Düşkün (...) üç defa huzurdan kovulacak. Her gelişinde aynı
şekilde davranılacak. Dördüncüsünde huzura alınacak. (...) Pir
ve cemaat huzurunda boynuna ağır bir cisim asılarak bir saat
ayakta bekletilecek, 80 sopa vurulacak. Taşlı ve dikenli bir yolda
yalınayak olarak bir saat yürüyecek. Sonra pir ve cemaatın
huzuruna yeniden getirilecek. O yıl kurbanı ayn kesilecek ve
86. diğer sofilerin kurbanlarına karıştırılmayacak, ayrı kazanda
pişirilip dağıtılacak. Dili ve ayakları kızgın demirle dağlanacak.
90 akça halife, 100 akça pir, 150 akça rehber haki olmak üzere
para cezası alınacak. Boşadığı karısına her yıl nafaka ödeyecek.
87. ANADOLU'DA ALEVİLİK 6 3
kaynattlacağı bacanın içine seni baş aşağı olmak üzere asacağım.
Kurban pişinceye kadar böyle kalacaksın. Eğer ölürsen şehitsin,
kurtulursan sofisin. Kabul ediyor musun, etmiyor musun?”
Suçlu kabul ederse, bu işlem yapılacak. Kabul etmiyorsa
ölünceye kadar her türlü akrabalık ve komşuluk ilişkisi kesilecek
ve köyden kovulacak. Öldürülen adam zina suçu ile aynı evin
içinde öldürülmüşse ve tanıklar varsa bu suç sayılmayacak.
10. BURÇ : Bakire bir kızı zorla veya kandırarak iğfal etmiş,
neticede evlenmemiş ve kızın geleceğini karartmış olanlar
gaddardır, kâfirdir, münafıktır. Böylelerinin derdine derman
bulunmaz. Laneti şeytandırlar. Kazandıkları haramdır. Komşuluk
haramdır. Ölünceye kadar suçludurlar. Hiçbir pir. mürşid, sofi,
komşu ve akrabasını görmeyecektir. Herhangi bir pir veya mürşid,
onu ceme alırsa, o pir ve mürşid de sonsuza kadar suçlu olur.
Yıkadığı temiz olamaz. Hiç bir mevkiye oturamaz, karar veremez.
Her kim ki suçluyla ilişki kurarsa, yardım ederse o kimseler de
suçludurlar. Zorla iğfjıl edilen kızı, her kim kendisine eş kabul
ederse alan kişinin sevabı yer ile gök arasını dolduracak kadar
büyüktür. Bu evliliğe bütün melekler imrenirler, sevinirler vie tanık
olurlar.
11. BURÇ : Musahibinin, pirin, mürşidin, rehberin, kirvenin
karısıyla zina edenler; kirvenin kızını almış olanlar; evli, nikâhfi ve
sözlü olan kadınlara tecavüz edenler, ırz düşmanları olarak
suçludurlar. Böylesi suçluların derdine derman olunmaz. Böyleleri
kâfirdir, gaddardır, münafıktır, şeytan-ı lftindir...| Yezid
lanetullahdırlar. Nem- rud'un ve Firavun un Sıfatından olup hiç bir
suretle Ehlibeyt ve ehlimüsliim tarikatına alınamazlar. Böyleleriyle
her türlü ilişki sürdürenler de suçludurlar. Bunların affı mümkün
değildir.
88. 12. BURÇ : Mürşidini, pirini, rehberini, musahibini ve
89. ANADOLU'DA ALEVİLİK 65
11. Düşkünü, düşkünşüğü bitmeden ceme alan dedeye
düşkünün cezası veriliri
12. Bir sorun, cemde dede önünde çözüldükten sonra
mahkemeye başvurmak suçtur. Dedenin kararına uymayan kişi
bir yıl ceme alınmaz.
13. Zorunlu olmamasına karşın, çıkarı için kızını yabancıya
veren beş yıl düşkün olur. Kızı alan kişi Bektaşi ise ceza
kaldırılır.
14. Karısı zina yapan kişi, beş yıl düşkün olur. Karısını
boşarsa düşkünlük kalkar.
15. Rehberin oğluna jtalip kız veremez. Rehber kızını talip
oğluna verebilir.
16. Bir rehber kendi bğlunu ve torununu talipliğe alamaz.
Damadını alabilir.
17. Suçsuz yere kaniim boşayanlar, beş yıl düşkün olur.
18. Bir rehber düşkün olursa, bu süre içinde talipler başka
bir rehber yönetiminde inanç ve törenlerini sürdürürler.
19. Kocası öldükten jsonra. Alevi ve Bektaşi olmayan bir
kadın, dinsel törene alılmaz.
20. Cezalardan alıntın paralar üçe bölünür. Üçte biri
Seyyit Battal Gazi dergahına, üçte biri Veli Baba dergahına
(Afyon yakınlarındadır)], yoksullara verilmek üzere rehbere
teslim edilir.
21. Düşkünlerin adları tüm rehberlere duyrulur. Cemlere
alınmamaları için uyarılır.
22. Rehber kumar oynar ya da sarhoşluk yaparsa düşkün
olur. Cezasını mürşid ayarlar.
23. Talip kumar oynarsa, bir yıl düşkün olur.
24. Rehberler bu kurallar ile ilgili konuları tartışmak üzere
ayda bir toplanmayı kabul ederler. “ Bu ahitnameyi, erenler
90. yolunun selameti bakımından olduğu gibi uygulamayı kabul
ediyoruz. Mürşidimiz katında kabul ettik uyguladık” derler.
(Bektaşi ve Alevilerde Hukuk Düzeni (Düşkünlük)” , 1.
Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri. Cilt 4, Ankara
1976, s. 203-250, Ahitname)
91. •MUMSONDU” OLAYI
► Sünni mezhep ve tarikatların hiç birinde
kadın ve erkek birlikte ibadet etmez.
Yalnız dini törenlerde değil, dindışı
toplantılarda bile haremlik-selamlık
diye iki bölüm vardır. Kadın haremlik
te, erkek ise selamlıkta oturur.
► Alevilerde ise kadın, erkek beraber
otururlar. Çünkü kadın-erkek ayırımı
yoktur. Olayın aslını bilmeyen kimi
gericiler ise, “Aleviler mumsöndü
yapıyorlar” diyerek, namus ehli bu
insanlara iftira etmektedirler...
92. 68 BATTAL PEHLİVAN
Alevi töresinde, ibadet toplumsaldır. Ayin Cem (Ayn-i
Cem), insanların, kadın-erkek ayırımı yapmaksızın, gönül birliği
ile biraraya toplanıp yakarmasına denir. Cemler, kurallara bağlı
dinsel törenler olduğu için, bunlara yabancı kimse alınmaz.
Böyle olunca da gerici kesimler, Aleviler için “ Mumsöndü”
yapıyorlar gibi yalan ve yanlış iftiralarda bulunmaktadırlar.
Yıllardır bu konuda, yazı yazan kalem erleri, ‘ Bu iftiradır,
yalandır” demişlerse de, söylenti bir türlü sona ermedi. Oysa
mumsöndü olayı kendisine saygısı olan bir kimsenin asla kabul
etmeyeceği, ağır bir iftiradır. Çağımızda, bu denli çirkin bir
söylentiyle insanları aşağılamak, çirkinliklerin en büyüğüdür.
Peygamber’e Kadar Uzanır
Lütfi Kaleli, “ Kimliğini Haykıran Alevilik” adlı kitabında, “
Olayın aslının Peygambere kadar uzandığım” belirtmekte ve
şöyle demektedir:
“ Bu olayın aslı taa Hz. Muhammed’e ve O’na inananların
birlikte yaptıkları gizli toplantılara dayanın İslamiyet’in ilk
yıllarında taraf bulmak ve çoğalmak pek kolay bir iş değildi.
Kent yaşamında egemen olan Ebu Cehil, Ebu Leheb, Ebu
Süfyan’lar Hz. Muhammed’in baş düşmanıydılar. Bunlardan
Ebu Leheb için Tanrımın bedduası bile vardır. (.....)
Muhammed’i Yok Etmek İçin
Hz. Muhammed’e tahammül edemeyenler ve İslamiyet’i
kabullenmeyen bu putperestler, inananlara yaşama hakkı
tanımıyorlardı. Astıkları astık, kestikleri kestikti. Hz.
Muhammed’i ortadan kaldırmak için ellerinden geleni
yapıyorlardı. İşte bu baskıcı ortamda kent içinde ve kent dışında,
özellikle Hıra Dağı’nda yapılan ve aralarında Hatice ile Fatima
gibi kutlu kadınların da bulunduğu gizli
93. toplantılar, inanmayanların iftiralarıyla çökertilmek isteniyordu.
Yani, Hz. Muhammed ve O’na inananlar, inanmayanların
gazabından kurtulmak için gizli yaptıkları bu ibadet,
94. ANADOLU'DA ALEVİLİK 69
“ Meşveret” (söyleşi-dayamşma) toplantılarından dolayı “ ana-
bacı tanımıyorlar” gibisine akıl almaz biçimde suçlanıyorlardı.
“Kâfirlerin Muradı”
Böylece halkı Muhammed’den soğutmak, İslâmi dinden
caydırmak istiyorlardı. O kadar ki, türlü işkenceler yanında cana
bile kıyıyorlardı. Lütfullah Ahmed'in yazdığı “ Ahir Zaman
Peygamberi” adlı yapıtta denildiği gibi “ Kâfirler, Hz.
Muhammed’e eziyet yapmak içm elbirliği etmişlerdi. Hele
Kureyş’in reisleri hiçbir fırsatı kaçırmıyorlardı. Kendisine ağır
hakaretlerde bulunuyor ve işkenceler yapıyorlardı.”
Sunni Yazarların Görüşü
Cemal Şener de “ Alevi Törenleri” adlı çalışmasında özellikle
Sünni din adamlarının ve yazarların görüşlerinden alıntılar
yaparak, mumsöndü konusunda, şunları söylemektedir
“ Mum söndü iftirası konusunda ilk alıntıyı, 1924 yılında
kitabını Osmanlıca yazan Sünni kökenli eğitimci ve l. TBMM
Aksaray Milletvekili Besim Atalay’dan alıyorum. Atalay “
Bektaşilik” kitabında; “ Sünniler’in zannettikleri gibi mum
söndürme olayı yoktur. Bu çirkin bir iftiradır.” diyor.
Şimdi de, halen Diyanet İşleri Başkanlığında başmüfettiş
olarak görevli bir ilahiyatçı yazarın bu konuda yazdıklarına
bakalım.
Abdülkadir Sezgin şöyle yazıyor:
1- Eline sahip olmak : El ile kimseye kötülük etmemek,
kimsenin malını çalmamak, kimseye haksızlık etmemek,
kimsenin canını yakmamak, kimseyi dövmemek, kısacası;
95. insanın eli ile yapacağı bütün işlerde ölçülü olması ve elini
kontrol etmesi demektir.
2- Diline sahip olmak : Dedi-kodu yapmamak, fitne ve
96. 7 0 BATTAL PEHLİVAN
fesata katılmamak, yalan söylememek ve kısaca; insanın
diline sahip olması demektir. ı
3-Beline sahip olmak : İnsanın nefsine tabi olması harama “
uçkur” çözmemesi, zina yapmaması ve bu yolda kendisini
kontrol etmesi demektir.” (Alevilik Üstüne Ne Dediler)
İlahiyatçılar Yazıyor
Cemal Şener. “ Evet. Bunları ben değil bir ilahiyatçı yetkili
yazıyor .” diyor ve şöyle devam ediyor “ Gene Sünni
kaynakların olaya bakışında bir kaç yazarın daha düşüncesini
öğrenelim.
Alevilik konusunda alan çalışması ile bilinen muhafazakar
öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Eröz ise, yaptığı saha
araştırmalarına dayanarak kitabında Tahtacı Aleviler’e ilişkin
şöyle yazıyor,
“ Tahtacılar, zina edeni yakmak suretiyle cezalandırırlardı.
Zina yapmak, esrarı kaş etmek, babaların hakkını vermemek,
köyde ve obada geçimsizlik etmek.... Bu yolsuzlukların bazıları
da ölümle cezalandırılırdı.” (Türkiye’de Alevilik, Bektaşilik)
M. Eröz, devamla “ Alevi olan yörükler de zina edeni çam
ağacına bağlayarak yakarlardı. Bunu ihtiyar yörüklerden
dinlemiştik” diyor.
Zina Düşkünlüktür
Bu denli katı namus anlayışına sahip toplum ana-baba
tanımadan nasıl mumsöndü yapabilir anlamıyorum?! Alevi-
lerde zina olayı “düşkünlük” sayılır. Yani yoldan atılmaktır.
Yoldan afarozdur. Bu ise en ağır suçlar arasındadır.
Durum böyle iken, her kadın erkek birlikteliği mum
söndürmek değildir. Zina dağildir. Kadın da erkek de insandır.
Konuşmak, sohbet etmek, arkadaş olmak, dost
97. olmak insanlara mahsustur. Kadını insan yerine koymayanların
Alevi Cem ayinlerinde kadınh-erkekli canların vecd halinde,
kendinden geçercesine, trans halinde semah
98. ANADOLU'DA ALEVİLİK 71
dönmelerini (tevhid) elbet doğru algılayamazlar. O olağa
nüstü insansal olaya leke sürmeye çalışırlar.
Bakınız bu olayı gene ilahiyatçı olan başka bir öğretim
üyesi Doç. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Alevi Cem ayinlerinde
semah dönmeyi şöyle anlatıyor:
Çirkin Bir Suçlama
“Sema yani zikir, kadın ve erkeklerin birbirlerinin ellerini
tutarak dönmeleriyle olur. Karşı cinsler birbirlerini kucakla
mazlar, sarılmazlar. Vecd ve İstiğrak içinde bir süre sema
edip dönen dervişler yine mürşidin işareti ile bir son dua
yaparak dağılırlar. İşin esası budur. Bunun aksine, (ayinde
kadm-erkek sarmaş dolaş olmakta, ışıklar söndürerek adi
münasebetlere girmekte v.s. şeklinde iddialar, Bektaşilerin
lanetle andıkları ve bizim de hiçbir zaman müşahade
etmediğimiz şeylerdir." (Tarih Boyunca Bektaşilik)
Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, mumsöndü olayı
yalandır ve çirkin bir suçlamadır.
* * *
Bugün erenlere kurban
Serim meydanda meydanda
Bütün ikrar canım feda1
Canım meydanda meydanda
Kellemi koltuğuma aldım
Kan ettim kapına geldim
Ettiğime pişman oldum
Tenim meydanda meydanda
(Y)oktur çınarım timarım
Yoktur kalbimde «ümanım
Al malım yarlığa' canım
Dilim meydanda meydanda
99. 72 BATTAL PEHLİVAN
Mümine hülleler biçin
O kelp rakiplerden kaçın
Ben bülbülüm bir gül için
Zarım meydanda meydanda
Mümin olan olur veli
Beli olan olur gani
Nesimi'yem üzün3 beni
Derim meydanda meydanda 12
(1) İkrarımla canım feda
(2) yarlığa: bağışla
100. HER ALEVİ, KIZILBAŞ
OLMAKTAN GURUR DUYAR
Nasıl ki çeşitli iftiralar atarak Aleviler’i
ahlâksız, kir
lerse; “Kızılbaş” diyerek, sözde onlara
hakaret edip,
gütmüşlerdir.
i gibi göstermek istemiş-
küçük göstermek amacı da
► Oysa, her Alevi, Kızılbaş olmaktan
gurur duyar. Kızılbaşlığın iyi bir şey
olduğunu bilir, fakat karşıt görüşlüler
bu sözü, hakaret amacıyla kullandıkları
zaman, tepki gösterir.
101. 7 4 BATTAL PEHLİVAN
“ Mumsöndü yapıyorlar, ana-bacı tanımıyorlar,
yıkanmıyorlar...” şeklindeki suçlamaların dışında, Aleviler’e bir
de
“ Kızılbaş” diyerek, onları sözde aşağılıyorlar. Amaçları,
Aleviler’i horlamaktır, küçük göstermektir... Oysa, Kızılbaşlık
öyle sanıldığı gibi, kötü bir anlam taşımaz. Her Alevi, Kızılbaş
olmaktan gurur duyar. Bazılarının dediği gibi
Kızılbaşlık, Alevilik’ten ayrı bir şey değildir. Her Alevi
Kızılbaştır da...
“Kızılbaşlık Gibi Ünvanımız Var”
Araştırmalarına güvendiğimiz yazar Rıza Zeylut, “ Öz
Kaynaklarına Göre Alevilik” adlı kitabında, “ Aleviler, Kızılbaş
olmaktan utanç veya küçüklük duymazlar. Onlar, karşıt
insanların bu sözü hakaret anlamında kullanmalarına kızarlar.
Hatta “ Kızılbaşlık gibi Unvanımız var” diyerek Kızılbaşlığıyla
övünürler.” demekte ve konu ile ilgili görüşlerini şu şekilde
açıklamaktadır:
Kızılbaşlık Hz. Ali’ye Kadar Uzanır
Kızılbaşlık deyiminin geçmişi ile ilgili olarak değişik olaylar
gösterilse de, Aleviler, Kızılbaşlık olayını Hz. Ali’ye bağlarlar.
Onlara göre, Uhut'ta Hz. Muhammed'in yaralarından akan kanı
Ali, başına sürerek yere damlamasını önlemiştir. Ali, Uhut’ta
kendisini Peygamber’e siper etmiş, herkes kaçarken.
Peygamber’i korumuştu. Bu çarpışmada tam 16 yerinden
yaralanmış, eli, yüzü kan içinde kalmıştı. Başlığı da kandan
kıpkızıl olduğu için Ali’ye “ Kızılbaş” denilmiştir.
Yine; Hayber’in kuşatılmasında Hz. Ali, başına kırmızı bir
başlık sarmış, savaşa öyle gitmiş ve kazanmıştır.
102. Hz. Ali Kırmızı İmame Sardı
Peygamber ölünce, Hz. Ali ve akrabalarından bir kaç kişi
naaşı yıkamış ve gömmüşlerdir.
Peygamberin naaşım ortada bırakan Ebubekir ve Ömer,
halife seçimi için sert mücadeleler yapıp bazı insanların
103. ANADOLU'DA ALEVİLİK 7 5
onayını Ebubekir için almışlardı. Daha sonra Peygamber
akıllarına gelmiş, gidip mezardan çıkarmaya kalkışmışlardı.
Bunu duyan Hz. Ali, başına kırmızı imamesini sarıp mezarın
başında onları karşılamış ve "Eğer Peygamber’i mezarından
çıkarmaya kalkarsanız, hepinizi kırarım” demiş; Ebubekir’le
Ömer’i ve yandaşlarını püskürtmüştü.
Sıffin Savaşı’nda, Hz. Ali'nin askerleri, başlarına kırmızı
serpuş giymişlerdi.
Bundan sonra. Aleviler için kırmızı başlık ayırıcı bir işaret
olmuş, Hz. Ali’ye bağlılığın; O’nun yolunda olmanın sembolü
sayılmıştır.
Anadolu’daki Alevi Türkmenleri de savaşta kırmızı külah
giymişlerdir.
Gazi Ruhlu İnsanlar
Selçuklular döneminde 1277 yılında ayaklanıp Konya’ya
giren Karamamoğlulları kuvvetlerinin de başlarında kırmızı
börk vardır. Selçuklular çağında Anadolu’daki savaşçı
Tüıkmenler, kırmızı başlık giyiyorlardı. Gazi ruhlu bu insanlar
Alevi idiler. Osmaniı Beyliği kurulunca, diğer beylik
askerlerinden kendilerininkini ayırmak için kırmızı börkü ak
börke çevirdiler. Askerler, o zamana kadar On iki İmam’a
bağlılığın ifadesi olarak 12 dilimli külah giyiyorlardı.
Osmanlılar, ayaklan yere basınca bunu da 6 dilime çevirdiler.
Böylece Anadolu’daki Alevi çoğunluk baskı altına alınmaya,
eritilmeye başlanıyordu.
Özellikle 16. Yüzyıl’da