Prof.Dr.Ömer ALPTEKİN İLE Jeofiziğin Dünü ve Yarını Söyleşisi
1. Prof.Dr.Ömer ALPTEKİN İLE Jeofiziğin
Dünü ve Yarını Söyleşisi
İstanbul Üniversitesi’nden 2006 yılında
emekli oldum. Türkiye de ki ilk
çalışmalarıma Trabzon’da başladım.
Geçirilen meşakkatli yıllardan sonra ,
eğitim ve öğretime de başlamıştık. Daha
sonra Kanuni değişiklikler sebebiyle 1987-
2006 yılları arasında İstanbul
Üniversitesine dönüp ,çalışma hayatıma
burada devam ettim.
1 yıl kadar Kandilli Rasathanesi’nde görev
yaptıktan sonra ,2006 yılında emekli
oldum.Halen gidip gelmekteyim (Kandilli
Rasathanesine).
Jeofiziğin tarihçesinden bahsedersek; iki önemli dönem olarak inceleyebiliriz.
1. Klasik ve Gözlemsel Dönem: Aletsel çalışmaların olmadığı ,insanların
meraklarıyla ve bilimsel gelişmeleri hızlandırmak amacıyla duydukları
ilgiyle oluşturdukları gelişmeler. Fakat bu çalışmaların tarihi çok eski
zamanlara gitmektedir. M.Ö. 240 ylında Eratosthenes Güneş ışınlarını
n geometrisinden faydalanarak ilk defa yerin çevresini ölçmüştür.
Tabiki bunların hepsi tarihsel bilgi(ansiklopedik doküman ) olarak aktarılmıştır.
Fakat detayları hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz.
Daha sonraları Aristotales’in Meteoroloji adlı çalışmasında depremler hakkı
nda bazı küçük bilgiler yer bulmuştur.
Yine bu dönemlerde Aristo ve Strabon ’un med-cezir ile ilgili gözlemsel çalış
maları mevcuttur. Bunlar M.Ö. ki çalışmalardır .M.Ö. 490-430 yılları arasında
daha çok Yunanlı düşünürler ;yer ,hava, ateş ve sıvı kavramlarını ele alarak
yer ile ilgili gözlemler yapmışlardır.
2. Yine bu dönemde, depremlerin oluşumunun da volkanik faaliyetlerle ilgili olduğ
unu düşünmüşler. Ama doğrudan bir ilişki bulamamışlardır.
Bu dönemde yine bilinen volkanlardan Stromboli ve Etna yanardağlarıyla ilgili
gözlemler yapılmıştır.
Bunlar ilk gözlemsem dönemde yapılan çalışmalardır.
Fakat jeofizik için önemli olan çalışmalar; 2. aletsel ve analitik dönemin çalış
malarıdır.
Bunlarla ilgili bilinen ilk modern bilimsel çalışma William Gilbert’in De
Magnete eseridir. 1600 y ıllarında yazılmış bu eser; jeofiziği doğrudan
ilgilendiren bir eserdir. Bu eseri mütakiben 1687 yılında Isaac Newton’un
Principia adlı çalışması (eseri) gelir. Isaac Newton bu eserinde klasik mekaniğ
in ve gravitasyonun çeşitli jeofizik olayların açıklanmasında kullanılabileceğini
aktarıyor ve bunlarla ilgili temel araştırmalar yapmıştır.
Bu tarihlerden sonra jeofizi ğ i ilgilendiren çe ş itli konularda deneysel ve
matematiksel çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.Mesela yerin şekli hakkında,
yoğunluğu hakkında ve gravite alanı hakkında çalışmalar yapılmıştır.
Örneğin; yerin şekli ve yoğunluğu ,gravite alanı Pierre Bouguer , Alexis Claude
Clairaut ve Henry Cavendish(yerin yoğunluğu ile ilgili çalışma yapan bilin insan
ı) tarafından incelenmiştir.
Yerin manyetik alanı ile ilgili çalışamalar Alexander von Humboldt , Edmond
Halley, Carl Friedrich Gauss gibi bilim adamları tarafından incelenmiştir.
Yerin iç yapısıyla ilgili ve ısı yayınımıyla ilgili olarak da Arthur Holmes, William
Thomson ve Baron Kelvin incelemeler yapmışlardır.
Yine bu dönemde Jeofizikte bizi ilgilendiren sismoloji konusunda;
John Milne, Robert Mallet önemli çalışmalar yapmışlardır.
Daha sonraları 18. Ve 19. Yüzyıllarda yerin su kütlesi ve bu kütlenin dinamiğ
iyle ilgili ,yerin de dinamiğiyle ilgili çalışmalar hızlanmış ve 1855’te ilk oş
inografi kitabı yayımlanmıştır.
3. Bu çalışmalardan sonra; jeofizik ile ilgili çalışmalar daha çok matematiksel
temellere yönelik çalışmalar olmuş ve bu çalışmalarda matematiğin bilimsel
temellerini ortaya koyan matematikçilerin katkıları mevcut olmuştur.
Jeofizikte en önemli gelişmeler;20. Yy da başlamıştır.20. yy jeofizik biliminde
bir dönüm noktası olmuştur.
Özellikle 1957-58 Uluslararası Jeofizik yılından sonra, Jeofizikte ki gelişmeler
son derece hızlanmıştır. Bunların en önemlileri; yerin tabii iç yapısına yönelik
ve sismolojiyle ilgili çalışmalardı.
Bu çalışmalarda katkısı olan araştırmacılar ;Wiechert,Gutenberg, Mohorovičić,
Harold Jeffreys , Inge Lehmann’dır.
Inge Lehman;süreksizlikleri tanımlayan Danimarkalı bir bayan jeofizikçidir.
Dönemin önemli araştırmacılarından; Edward Bullard var ve bizim sismoloji
konusunda en çok adını duyduğumuz ve bildiğimiz
Charles Francis Richter (Magnitüd skalası- kavramının babası olarak bilinen )
var.Yerin iç yapısıyla ilgili bilgilerin oluşmasında Albert Francis Birch katkı sağ
lamıştır.
Yine sismoloji konusunda ve yerin iç yapısıyla ilgili katkısı olan Frank Press
var.(MIT de görev yapmıştır.)
Frank Press ;Amerika’da jeofiziğin bilimsel yönden desteklenmesine büyük
katkısı olan bir insandır. Amerika başkanlarından birisinin de bilim danışmanlığ
ını yapmıştır.National Science Foundation’da da başkanlık yapmıştır.Halen
bazı Üniversite kuruluşlarında da danışmanlık yapmaktadır.
Son y ı llarda Suudi Arabistan’ ı n kurmu ş oldu ğ u ,her geçen gün geli şim
kaydeden bir Üniversite var. King Abdullah Üniversitesi isimli bu okul; ABD ‘de
bulunan çok seçkin olan Üniversiteler düzeyinde araştırma, lisans üstü doktora
çalışmalarına olanak sağlamak,eğitim vermek amaçlı kurulmuştur.
Kuruluş amaçlarına ulaşmış durumdalar, fakat elemanlarını ABD’den Texas
eyaleti’n den seçiyorlar ve bu iş için bir ekip kurmuşlar.
Çok seçici davranıyorlar,niyetleri çok kaliteli bir ekol oluşturmak.
4. Frank Press’in yanında Hiroo Kanamori var söz edebileceğimiz.
Hiroo Kanamori halen sağ ve kendisi Caltech Seismological Laboratory de
görev yapmaktadır.
Walter M. Elsasser yerin iç yapısıyla ilgili çalışmalar yapmıştır.
Ansiklopedik bilgilerde yer almayan ama unutulmaması gereken iki önemli isim
daha var; Keiiti Aki (sismolojiye büyük katkıları olan bilim insanı) ve Nafi
TOKSÖZ (MIT ‘ de tezler ve projeler üreten ve üzerlerinde çalışmalar yapan
bilim insanı).
Nafi hoca; Türkiye ’ye önemli katkıları olan bir hocamızdır.
20.yy da denizlerle ilgili çalışmalar da epeyce hızlandı ve güncellik kazandı.
Maurice Ewing ve Bruce Hayse (ABD LAMONT gözlem evi’n de çalışan bilim
insanları)denizlerle ilgili büyük çalışmalar yaptılar.
Fakat 20. Yüzyılın en önemli gelişmesi;20.yüzyılın 2. Yarısında gerçekleşti ve
ortaya bir teori atıldı.Bu teori; Levha Tektoniği diye bilinen teorinin ortaya atılışı
ydı.
Fakat Levha Tektoniğinin gelişimi kolay bir süreç geçirmedi. Daha önce de söz
ettiğimiz araştırıcıların denizlerde yaptıkları manyetik araştırmalar, kıtaların
kayması ile ilgili çalışmalar bunlar uzun süre devam etti.
Daha sonra yerimizin yaşayan bir gezegen olduğu anlaşıldı.
Yani Levha Tektoniği teorisi , fiilen savunulmaya başlanmış oldu.
Levha Tektoniği aslında;yerimizin üst kısmında olan kabuğun bir yerde
yeniden buluşması ve dünyanın bir başka tarafında da yerin içine doğru
dalarak zamanla yok edilmesidir.
Bu süreç; sürekli olarak milyonlarca sene işliyor.Okyanus sırtlarında açılmalar
sebebiyle genç litosfer (80-100 km kalınlığında rijit {kırılgan olabilen tabaka})
okyanus sırtlarında oluştuktan sonra ;
Yerin içerisindeki konveksiyon akımları vasıtasıyla yavaş yavaş okyanus sırtlar
ından iki tarafa doğru taşınıyor.
Kilometrelerce taşınarak kıta kenarlarına kadar getiriliyor.
5. Orada k ı talarla kar ş ı la ş t ı ğ ı zaman, k ı tay ı olu ş turan kayaçlar;okyanus
litosferinden daha hafif olduğu için okyanus litosferi (bu gelen litosfer),bu kı
tasal kabuğun altına dalıyor ve bu konveksiyon akımlarında ki itmeler ve yavaş
yavaş ağırlık vasıtasıyla da bazı yerlerde mesela Güney Amerika’da da700 km
kadar derinlere taşınıyor.
Ama bu taşınma sırasında bu litosfer deformasyonlara uğruyor,nerelerde
deformasyona uğruyor(?);bu levhaların sınırlarında.
6. Ve bu sınırlar da ; depremlerin oluştuğu, yer kürenin deprem kuşaklarını oluş
turuyor. Güney Amerika’da Japonya’ da yerin içine do ğru 600-700 metre
derinliklere dalıyor.
Fakat dalan litosferin bu kırılgan kısmı, oralarda da deformasyona devam ettiği
için ; derinlerde de depremler oluyor.
Derin depremler; 700-800 km’ nin üzerinde derinde, yerin içinde fakat ,yerin
içine giden kırılgan litosferin içinde olan bir olay.
7. Bu teori ortaya atılmadan önce ,bu olay jeofizikçileri çok düşündürmüştü. Hatta
ortaya kimi jeofizikçiler, yerin derinliklerinde patlamalar olduğuna dair görüşler
savunmu ş lar yahut radyoaktif faaliyetler olu ş tu ğ unu savunarak derin
depremlere bir mekanizma bulmaya çalışmışlar.
Ama sonunda Levha tektoniği teorisinin gelişimiyle , bunlar zamanla aydı
nlanmaya başlamıştır.
Ama bu deformasyonlar, bu kadar derin de nasıl oluyor ;o ise tamamen
kayaçların deformasyonu ile ilgili bir problemdir.
Halen üzerinde laboratuvar düzeyinde hem teorik düzeyde çalışılıyor.
Bu Levha Tektoniği teorisinin gelişmesine katkı sağlayan bilim adamlarının say
ısı çok fazla.
Fakat bunların arasında özellikle; Alfred Lothar Wegener(Kıtaların kayması
prensibini ilk defa ortaya atan insan)var. Maurice Ewing(okyanus sırtlarında
manyetik anomalileri ortaya koyan kişilerden biri) ve Tuzo Wilson ile birlikte
çalışmışlardır.
Yine bunlar arasında S. Diets var,Harry H.Hess var,Hugo Benioff(Sismolojiyle
ilgili önemli çalışmaları olan bilim insanı)var,
Walter Pitman(deniz jeofiziğiyle ilgili çalışmalar yapan bilim insanı),
Frederich Viwe(Manyetik anomaliler ile ilgili çal ı ş an bilim insan ı ),
Mathews,Runcorn(yerin iç yapısıyla ve konveksiyon akımlarıyla ilgili düşü
nceleri ortaya koyan bilim insanı) bulunmaktadır.
8. Levha tektoniğinin (bu gözlemlerin) en önemli özelliği; dinamik yerin jeolojik
olayları açıklamakta nasıl çalıştığını anlatabilmesidir.
Tabi bunların başında en önemli olay depremler ve dağ oluşumudur.
Bu konularda çeşitli araştırmacılar çalışmıştır fakat;
Brian Isacks sismolojik gözlemlerin levha tektoniği ile ilgili açıklanmasın
ı ,arkadaşı……..ile LAMONT gözlem evinde yazdı.
Edward Bullard; matematiksel yönüyle gelişim sağlamış olan bilim insanı.
Şimdi halen adını duyduğumuz Türkiye ile ilgili çalışmaları olan Xanien L.
Pichann var.
Dann Makenzie ; kendisinin görüşleri kıtaların çarpıştığı yerlerde de Levha
Tektoniği Teorisinin uygulanabileceğine dair ilk önemli verileri getiren kişidir.
Bu kişiden esinlenerek ben de çalışmalar da bulundum doktora çalışmalarım
esnasında.
Daha sonra, W. Jaysın Morgan bunlarda Jeolojik olayların daha çok levha
tektoniği ile gösterilebileceğini vurgulayan önemli bilimsel çalışmaları olan bir
bilim insanıdır.
Tuzo Wilson’un katkıları şu açıdan önemlidir;
-Dönüşüm faylarının isim babasıdır(Transform fay).
Dönüşüm fayları dediğimiz şey; bazı yerlerde litosferin dalıyor bazı yerlerde
ise litosfer dalmıyor iki yana doğru açılıyor.
Fakat bazı yerlerde de ( levhaların yan yana geldiği yerlerde) birbirine doğru
kaymalar gözleniyor. Litosferin kaydığı yerlerde ters faylar oluşabiliyor. Açıldığı
bazı yerlerde normal faylar oluşabiliyor. Normal fayların ötelenmesiyle de ,
yanal atılımlı transform faylar oluşabiliyor.
Fakat bazı yerlerde ,daha litosferin düşey hareketi bir şekilde yanal harekete
dönüşüyor. Ve burada da biz doğrultu atımlı faylar görüyoruz ve bunlara dönüş
üm(transform) fayları diyoruz.
Mesela iki dalan levhanın arasında (ki bunların hızları farklı ise) bir dönüşüm
fayı oluşabilir. Tuzo Wilson’un katkıları bu yönde olmuştur.
9. Jeofizik çalışmaların başlangıcı çok eski demiştik öncesinde de.
Fakat, jeofizik kelimesinin kullanımı çok geç başlamıştır.
İlk defa 1834’ler de Jeofizik kelimesi Julius Fröbel tarafından hocası Christian
Friedrich Schönbein ‘in yazdığı bir mektupta geçmektedir.
Fakat 1834-1880 yer yer çok sık olmasa bile ,jeofizik kelimesine basında karşı
laşılıyordu.
Fakat 1849’dan sonra daha çok sık Jeofizik terimi kullanılmaya başlanmıştır.
Türkiye ‘ de Jeofizik terimi ilk defa 1920’li yıllarda karşımıza çıkıyor.
Bu da o zaman, yeni dönemlerin de olan Arz-ı Fizik-i Kandilli Rasathanesi (ası
l adıdır)’nin çalışmalarında kullanılmaya başlanıyor(jeofizik kelimesi).
Türkiye’ de Jeofiziğe bakıcak olursak Avrupa’ da Jeofizik ile ilgili ilk aletsel çalı
şmaların 1600’ lere kadar gittiğini görürüz.
Fakat Osmanlı İmparatorluğu’ nda da bu tarihlerden önce Jeofizikle direk değ
il ama Jeofiziği ilgilendiren konularda bilgiler vardır.
Bunlardan bir tanesi; Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye isimli eseridir.
Bu eserde pusulanın kullanımı hakkında bilgiler mevcut.
Pusula; manyetizmanın temel aletidir.
Dolayısıyla; Osmanlılar da çok öncelerinden bu tür konularla ilgilenmişlerdir.
Bundan sonra 1731 yılında İbrahim Müteferrika’ nın Füyuzat-ı Mıknatısiye
diye bir eseri görülüyor.
Aynı zamanda Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname isimli eserinde; doğ
rudan olmamakla beraber dolaylı olarak Jeofizik ile ilgili bazı araştırma konular
ına temas edilmiştir.
Bunlara Katip Çelebi’ nin Cihannüma adlı eserinde değinilmektedir.
Fakat Türkiye’de yani Anadolu ve Osmanlı döneminde Jeofizik çalışmalar
1868’te başlamıştır diyebiliriz.
1868 Rasathane-i Amirane’ nin Padişah fermanıyla kuruluşudur.
10. Bugünkü Beyoğlu Pera da o zaman ki adıyla kurulmuş ve faaliyetlerine başlam
ıştır.
Bugünkü yerine 1911li yıllarda taşınmıştır.
Fatin Gökmen hoca yönetiminde faaliyetlerini Kandilli Rasathanesinin bugünkü
yerinde sürdürmüştür.
Fatin hoca aynı zamanda her yönüyle donanımlı bir insandır.
O zamanın matematikçileri, edebiyatçıları ve fikir adamlarıyla (M. Akif ERSOY
gibi) çok yakın dostlukları olan bir bilim insanı olarak bilinir.
Fatin hoca; bugünkü rasathanenin gelişmesinde ve geleceğe aktarılmasında
önemli bir insan .
Kandilli Rasathanesi 1980’ lerin başına kadar hatta 1982 yılına kadar Milli Eğ
itim Bakanlığına bağlı bir gözlem evi olarak hizmet verdi.
Fakat 1980’ den sonra burası Boğaziçi Üniversite’ ne bağlandı ve adı da Boğ
aziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü olarak
değiştirildi.
Bugün de bu isimle hizmetlerine devam etmektedir.
Dünyada Kandilli Rasathanesi düzeyinde LAMONT Gözlem Evi var ve bir de
Canada ‘ da bir Gözlem evi oluşumu mevcut.
Cumhuriyet dönemine bakarsak; 1926-27 yıllarında İstanbul Üniversitesi’nin –
o zamanlar Dar-ül Fünun-bugünkü halini almasından sonra, önce Dar-ül Fünul
içerisinde bir fen şubesi olarak Astronomi ve Jeofizik Enstitüsü açılıyor.
Fatin Hoca, bu oluşumun içinde Müdür olarak görevlendiriliyor.
Fakat Fatin hoca çok fazla görev yapmıyor.
Bu dönemde burada sadece Meteoroloji ve Jeofizik konulu bir ders okutuluyor.
Fakat İstanbul Üniversitesi adını aldıktan sonra , Jeofizik enstitüsü 1952 yılı
nda tekrar faaliyete geçiyor .
1952-53 yıllarında o zamanın tanınmış jeofizikçilerinden Prof .Dr. Fouche
direktörlüğünde –vekâleten-ve onun yönetiminde eğitim faaliyetlerine başlıyor
Jeofizik Enstitüsü.
11. Pr. Fouce 1953 yılında İstanbul Üniversitesi ‘n den ayrılıyor.
Ord. Prof .Ali Yar vekâleten Fouce’ nin (Fransız) yerine Enstitü direktörlüğüne
seçiliyor.
Daha sonra; 1954 Temmuz ayından itibaren o zamanın önemli hocalarından
olan Prof. Dr. Coulomb –ki kendisi aynı zamanda
Paris Üniversitesi Jeofizik Enstitüsü’nün Rektörüydü.-
18 ay gibi bir süre için İ stanbul’a Jeofizik Enstitüsüne davet ediliyor ve
Enstitüde direktörlük yapıyor .
Bundan sonra Jeofizik Enstitüsü direktörlüğüne, İstanbul Üniversitesi Fen
Fakültesinden çeşitli hocalar bakıyor.
Mesela ben İstanbul Üniversitesi ‘ ne 1958’ te girdim .
Fahir Yeniçay (Nükleer konularla u ğ ra ş an bir fizikçiydi)hoca Enstitüye
bakmaktaydı.
İhsan Özdoğan hoca da Jeofizik Enstitüsüne direktörlük yaptı ve 1955 yılında İ
stanbul Üniversitesi’nin bünyesinde tatbiki jeofizik olarak (Rasathaneyi bir
tarafa bırakırsak)anlaşılıyordu.
Üniversitelerde daha çok tatbiki Jeofiziğin öğretimine önem veriliyordu.
Fakat bu kürsü 1978 ‘te yer bilimleri Fakültesine dahil edildi ve jeofizik
mühendisliği bölümü haline dönüştü . Avrupa ‘da bulunan arkadaşlarımız
Jeofiziğin orada mühendislik olarak anılmadığını bilirler, orada Jeofizik ayrı bir
bilim dalı olarak bilinir.
Fakat Türkiye ‘de yasalarla mühendislerin hakları özel bir şekilde korunduğu
için Türkiye’ de jeofizikçiler , jeofiziğin mühendislik ekini almasında çok
mücadele vermi ş lerdir ve nitekim bu sebeple de Jeofizik Mühendisli ğ i
bölümleri oluştu.
Bunların başlangıcı 1978 yılına kadar geriye gidiyor.
1982’ de YÖK yasasıyla İstanbul Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği bölümü
Mühendislik Fakültesine bağlandı, şu anda da Mühendislik Fakültesine bağlıdı
r.
12. Tabi bu arada da diğer üniversitelerde de faaliyetler olmaya başladı. Bunlar
arasında en önemli olay İstanbul Teknik Üniversitesi’ n de ki çalışmalardı.
İ.T.Ü. de rahmetli Kazım Ergin Hocanın öncülüğünde 1952 yılında başladı bu
çalışmalar ve önce Rektörlüğe bağlı bir Sismoloji Enstitüsü kuruldu.
Türkiye’ de isim olarak Sismoloji aç ı s ı ndan yap ı lan ilk çal ı ş ma olarak
söyleyebiliriz.
Ama bu sismoloji Enstitüsü hem Mühendislik açısından hem de yer bilimleri aç
ısından olaya bakan bir Enstitü idi.
Daha sonra bu Enstitünün adı Arz-Fizik Enstitüsü haline dönüştürüldü ve
Maden Fakültesine bağlandı.
Daha sonraları bu Enstitü yaşadı ama Maden Fakültesine bağlı olarak da
Jeofizik Mühendisliği kuruldu.
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Jeofizik Anabilim dalı ilk defa 1985
‘ te kuruldu. Yalnızca Lisansüstü eğitim yapmakla sorumlu oldu. Bugün de bu
şekilde eğitim yapmaktadır.
Bu Enstitünün bünyesinde ki diğer bir önemli bilim dalı ise Deprem Mühendisli
ği Anabilim dalıdır.
Burası da Lisansüstü düzeyde eğitim yapmaktadır. Jeofizik eğitim ve öğ
retiminde önemli katkıları olan Üniversitelerin; bendenizin de gelişmesinde
katk ı lar ı yla Karadeniz Teknik Üniversitesi’ n de jeofizik Mühendisli ğ i
bölümünün kurulması Lisans ve Lisansüstü düzeyinde eğitimin başlatılmasıydı.
Bunlar 1981-82 y ı l ı nda Lisans düzeyinde ba ş lad ı , 1977-78 y ı l ı nda da
Lisansüstü ve Doktora düzeyinde çalışmalara başlanmıştı.1987 ‘ de buradaki
görevimden ayrıldım(K.T.Ü.)
1973’te K.T.Ü.’ ye vardığım zaman ; bölüm bir küçük odaya sığdırılmıştı.Bir
odada kütüphane vardı.
Periyodik yayın , bilgisayar yoktu.Fakat bina faaliyetleri yapılıyor ve hergün
takip ediyordum. O sıralarda Kazım hocamız da gelip gitmekteydi. Diğer bir
13. önemli olan ;Ege Üniversitesi 1974 ‘ te 10 öğrenciyle jeofizik eğitimine başladı
lar.
-Trabzon’da da 8 kişi ile eğitime başlamıştık .Bu 8 öğrenci daha sonraları
önemli görevler ifa ettiler, bölüm başkanlıkları yaptılar.-
Daha sonra 1978-79 da e ğ itime ara verdiler.1991 y ı l ı nda tekrar jeofizik
Mühendisliği kuruldu. Dokuz Eylül Üniversitesi’ne bağlı olarak. Burada Deniz
Bilimleri (ilgili olarak) kuruldu.
Daha sonra ,Ankara Üniversitesi 1983 ‘ te jeofizik Mühendisli ğ i bölümü
kuruldu.Önceleri jeoloji bölümüne bağlı olarak 1989’ dan sonra müstakil olarak
jeofizik mühendisliği adı altında faaliyet gösterdi.
Bunları izleyen dönemlerde de 1988-89 Süleyman Demirel Üniversitesi’n de
Jeofizik Mühendisli ğ i bölümü ,Kocaeli Üniversitesi,Cumhuriyet
Üniversitesi,Çanakkale Üniversitesi,Sakarya ve yak ı n zamanda Nev ş ehir
Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği bölümleri faaliyet göstermeye başladılar.
Gümü ş hane’de de Maden (Maden Fakültesi önceden olu ş turulmu ş idi)
aramalarına yönelik olarak jeofizik mühendisliği açılmış olabilir.
Nevşehir Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği bölüm başkanlığını K.T.Ü’ den
mezun ve Amerika ‘da yetişmiş bir bilim insanı yapmaktadır.
Büyük depremlerden sonra ,insanların uyanmasıyla ilgili bilim dallarında çalış
anlarca Jeofiziğin girdiği özel Üniversiteleri de ,tam manasıyla olmasa da son
günlerde görmekteyiz.
Kamu kurumlarında jeofizik ile ilgili en önemli çalışmaları yapan kurum Maden
Tetkik Arama Enstitüsü olmuştur.
Buradaki çalışmaların tarihi çok eski 1938’ lere kadar gitmektedir.
Burada rahmetli Kazım Ergin hocamız da görev yapmıştır. Sulhi Güngör isimli;
özdirenç yönteminin ilk vurgulayıcılarından olan abimizde hizmet yapmıştır.
Daha sonra burada ki görevinden ayrılarak , ABD ‘ye gitmiştir.
Diğer bir kurum Türkiye Petrolleri 1945’ te kurulmuştur.
14. O zamandan itibaren Jeofizik yöntemler , petrol ve doğalgaz aramalarında
kullanılmaktadır.
Ama Türkiye Petrollerinin çalışmaları sadece yerli araştırmacılarla yürümüyor
ve dışardan katılan araştırıcı kurum – şirketler Jeofiziği Türkiye Petrollerine ta
şımışlardır(Alman şirketlerinin kontrolünde az sayıda insan alımı olmuştur).
O zamanın koşullarında yeterli donanıma sahip insan olmadığından Türkiye
Petrolleri yurt dışından eleman alımı yapıyordu.
Üniversiteler de Jeofizik Mühendisliği eğitimi ileriye gittikçe,
Türkiye Petrollerine hizmet vermek için giren birçok Türk mühendisimiz oldu.
Yurt dışından gelip burada danışmanlık yapan ve aslı jeofizik olmayan bilim
insanlarımız(abilerimiz) vardı.
Bunlardan biri olan rahmetli Turhan Taner idi.
Kendisi Türkiye’ ye MTA ‘ya gidip gelen Turhan Taner hocamız Amerika’da
vefat etmiş, sonrada Zincirlikuyu Mezarlığına nakil edilmiştir.
Bunun dışında Devlet Su İşlerinde ki çalışmalar mevcuttur(su ile ilgili)
Burada çok jeofizikçi istihdam etmiştir.Afet İşleri Daire Başkanlığı da 1970 ‘ li
yıllarda doğal felaketler üzerine hizmet veren bir kurumdu.Geçtiğimiz yıllarda,
Başbakanlığa bağlı bir birim haline getirildi.İsmi AFAD olarak geçmektedir.
Bundan başka olarak Elektirik İşleri’ n de 1964 yılından beri jeofizik çalışmalar
yapılıyor.Elektrik Etüd İşleri den Nükleer Santrallerin inşaası konusu gibi ilginç
konular ile ilgilenmekte ve bu yüzden jeofizik orada ağırlıklı olarak yapı
lmaktadır.
İller Bankası’nın çeşitli faaliyetlerinde yol yapımı vb. 1977 yıllarından beri yer
alıyor.Sonra Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bünyesinde 1952’ den beri
gözlemler yapılıyor.Fakat bunlar jeofiziğin daha çok atmosferik olaylarla ilgili
olan yönünü içermiştir.
Katkısı olan kurumlardan biri de TÜBİTAK olmuştur.
TÜBİTAK’ın Marmara Bilimsel Araştırmalar Merkezi’nde de 1984’ ten beri
faaliyet gösteren bir yer bilimleri bölümü var.
15. Bu bölüm ilk kez, rahmetli Nezih hocanın yönetimiyle çalışmaya başlatıldı ve
bugün de devam ediyor. Çalışmaları tamamen araştırma ya yöneliktir.Yalnız
son yıllarda depremlerle ilgili etkin çalışmaları olan bir bölüm.
Bunların dışında Harita Genel Komutanlığının ve Seyir-Hidrografi dairesinin
Jeofizikle ilgili önemli çalışmaları var.
Özellikle Harita Genel Komutanlığının 1986 yılından beri bir gözlemleme
kurulu olarak Rasatları (Magnetik rasatlar yapmaktalar) var.Ayrıca ,Harita
Genel Komutanlığı 1948’ den beri Ulusal Jeodezi ve Jeofizik Birliği(Türkiye’ nin
temsilcisi olarak ) çalışmalarını yürütmektedir.
Harita Genel Komutanlığı ; Cps konusunda öncü çalışmaları Türkiye’de yapan
bir kurumdur. Ben o zaman Üniversite bünyesinde Harita Genel Komutanlığını
n temsilciğini yapıyordum. Dolayısıyla bu projelerin oluşması için katkımız oldu.
Nafi hoca bu çalışmaların hayata geçmesi için MIT’ İ devreye sokmuştur.
Orada çalışan 3-5 tane çok değerli arkadaşımızın MIT’ de yetişmesini sağlamı
ştır.
Özel sektörde jeofizik çalışmaları oldukça yavaş gitmiştir.Türkiye’de arama
faaliyetleri az iken , 1999 depreminden sonra çevre ve şehirleşme sorunları
gündeme gelince, özellikle planlanan ş ehirlerin olu ş mas ı nda , zemin
incelemelerinde iş sahaları oluşmuştur.
Belediyelerle ilgili çalışmalara değinirsek;1999 depremine kadar bir gelişme
görmüyoruz. Fakat İ stanbul Büyük ş ehir Belediyesi , deprem tehlikesi
konusunda kendi bünyesinde ki çalışmalara 1994 senesinde başlamıştır.
Bugünkü zemin ve deprem inceleme müdürü Mahmut bey bu birimin geliş
mesine yol açmıştır. Bunda sayın Başbakan’ımızın da çok önemli bir katkısı
vardır.
Meslek Örgütleri; TMMOB,TJFMO,,TJMO,MMB,Yerbilimleri Grubu,AGU,SSA
benzeri meslek örgütleridir.
16. Mikro bölgeleme konularında ki risk çalışmalarıyla İstanbul Belediyesi, diğer
Belediyelerde olduğu gibi Dünya’nın bazı şehirlerine de örnek çalışmalar
sergilediler ve devam etmekteler.
İleride uygulamalarını da göreceğiz.
Eğitim ve öğretim açısından öneriler de bulunursam;
-Üniversitelerimiz de uygulanmakta olan Jeofizik Mühendisliği programlarında
benim gördüğüm kadarıyla temel birimlere yeterince önem verilmiyor.Yani
matematik, fizik hatta jeolojiyi de dahil etmeliyiz.
-Yetiştirilen öğrencilerin kazanması gereken vasıfları söylersek; problem tanı
yabilen ve o problemin çözümüne nasıl yaklaşabileceğine karar verebilen bir
Jeofizikçi yetiştirmek amaç edinilmelidir.
-Veri toplama ve de ğ erlendirme tekniklerine hâkimiyeti sa ğ layacak ,
matematiksel fizik ve matematiksel istatistik derslerine ağırlık verilerek , öğ
rencilerin çözüm tanıması ve yeteneklerini geliştirecek temel jeoloji ve jeofizik
derslerine yönlendirilmelidirler.
-Ö ğ rencilerin rapor yazma ve dü ş ü nce üretme kabiliyetinin geli ş mesi
konusunda Türkçe,yabanc ı dil ve bilgisayar kullan ı m ı hakk ı nda dersler
üretilmesi düşünülebilir. Bunlara dayalı olarak öğrencinin derslere boğulmadan,
kişisel çalışmalarına ve gelişimine imkan veren programlar hazırlanmalıdır.
Lisansüstü programlarına değinirsek;kanaatimce bu eğitimler Tezli Yüksek
Lisans olmamalıdır.Fakat daha önce belirttiğim
özellikleri-nitelikleri kazanılabilecek Tezsiz Yüksek Lisans çalışmaları yapı
labilir.Bu şekilde ,bir araştırma programını yönetebilecek elemanlar yetiştirmiş
oluruz.
Ama doktora programına gelirsek; üst düzeyde araştırmanın yüksek olduğu
programlar olması gerekir ve bunların geliştirici , olabildiğince orijinal olması
gerekir.
Bunlara dikkat ederek doktora programlarını planlamalıyız.
17. Ama bu programların ; devam eden projelere , süregelen projelere dayalı geliş
tirilmesinde yarar var diye düşünüyorum.
Geleceğe yönelik çalışmalara bakacak olursak; bizim memleketimiz de jeofizik
ile ilgili çalışmalar önceleri tatbiki Jeofizik üzerine yoğunlaşmıştı. Kurumlarda
da bu şekildeydi; o zamanda manyetik , gravite ve sismik yöntemler revaştayd
ı.
Bundan sonra da elektrik yöntemler geldi , fakat son yıllarda gerek ülkemizde
gerekse dünyada karşılaşılan çevresel sorunlar ; depremler, diğer doğal
afetler , seller ,volkan patlamaları , çeşitli enerji, su sıkıntısını, iklim değiş
iklerini ve jeofiziğin bunda önemli bir araç olarak kullanılabileceğini, yani bu
problemlerin çözümünde önemli bir yol olduğunu anlamaya başladı.
Özellikle yakın geçmişte yaşanan büyük depremler ile yaşanan felaketlerin
sonucunda sismolojinin jeofizikte ki hatta tüm yer bilimlerinde ki yerinin çok
önemli olduğu anlaşıldı.Ama Sismolojiyle ilgili çalışmalar Türkiye ‘de epeyce
eskidir. Bunların ilki, Kazım Hocanın ve Nezih Hoca’nın katkılarıyla oluyor.
Dolayısıyla bu konuda da ve diğer saydığım konularda da yetişmiş insanlara
her zaman ihtiyaç duyulacaktır.
Yani jeofizikçilere her zaman ihtiyaç duyulacaktır.
(Bahsettiğimiz nitelikteki bireyler)
Özellikle artan nüfus ile , karşılaşılan şehir ve yerleşme sorunları sağlıklı geliş
me ve yönlendirici çalışmalar yapabilecek jeofizikçilere ihtiyacımızı her geçen
gün arttıracaktır.
Şunu da söylemek isterim ki ;insan yetiştirmek büyük bir planlama olduğundan
ihtiyaca yönelik insan sayısı iyice araştırılmalı ve programlara alınacak öğrenci
sayıları da buna göre belirlenerek
Jeofizik eğitimi sürdürülmelidir.
Prof.Dr.Ömer ALPTEKİN