2. EL-EMİN
ERDEMLER
EĞİTİMİ LİSE|
1
EL-EMİN
Allâh Teâlâ, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i
peygamberlikle şereflendireceği için, onu câhiliye devrinin bütün
kötülüklerinden muhâfaza etmiştir. O’nun yetim ve öksüz
çocukluğu ile gençliği, en parlak bir istikbâle liyâkat ifâde eden
bir nezâhet ve ulviyyet içinde geçmiştir. O’nun her zaman için
fârik vasfı, “el-Emîn” ve “es-Sâdık” olmuştur.
*****
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- nübüvvetten önce de
mürüvvet itibârıyla kavminin en üstünü, soy itibârıyla en şereflisi,
ahlâk bakımından en güzeli idi. Komşuluk hakkına en ziyâde
riâyet eden, hilim ve sadâkatte en üstün olan, emniyet ve
güvenilirlikte en önde gelen, insanlara kötülük ve eziyet
etmekten en uzak duran, O idi.
3. EL-EMİN
ERDEMLER
EĞİTİMİ LİSE|
1
Hiç kimseyi kınayıp ayıpladığı, hiç kimseyle münâkaşa
ettiği görülmemişti. Öyle ki Cenâb-ı Hak bütün iyi haslet ve
meziyetleri O’nda topladığı için kavmi kendisine «el-Emîn»vasfını
vermişti.
*****
İnsanda nefsânî arzularının en canlı olduğu dönem, şüphesiz ki
gençlik dönemidir. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-
Efendimiz’in gençlik devresi gözden geçirildiğinde, O’nun hakkında
söylenebilecek yegâne söz; O’nun büyük bir hayâ, iffet ve nâmus
timsâli olduğudur. Bu, Mekkelilerin O’na vermiş olduğu “el-
Emîn” isminden de kolayca anlaşılabilir. Yine müşrikler, Peygamber
olduğunu îlân ettiği andan vefâtına kadar, hiçbir zaman Allâh
Rasûlü hakkında bu yönde çirkin bir iftirâda bulunmamışlardır.
El-Emîn: Korkusuz kimse; inanan, güvenen; inanılan, güvenilir
demektir. Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve Cebrâil -
aleyhisselam- için kullanılan sıfat demektir.
Küçük yaşlardan itibaren amcasının bütçesine katkıda bulunmak
üzere önce çobanlık sonra ticaret yapan Resul-i Ekrem -
aleyhissalatü vesselam-, 12 yaşında ilk ticarî seyâhatini amcasıyla,
Suriye yönüne gerçekleştirdi.
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, gençlik yıllarında
Arap yarımadasının dört bir yanına; Yemen’e, Doğu Arabistan’a
ticaret amacıyla seyâhatler yaptı. Böylece genç yaşta hem ailesinin
geçim sorumluluğunu üstlenmiş oldu hem de tecrübe kazandı.
Ticarî seyâhatleri sayesinde, Arap yarımadasının genel yapısını,
dillerini, lehçelerini, farklı gelenek ve görenekleri öğrenme
imkânına kavuştu. “El-Emîn” sıfatını da özellikle ticarî faaliyetleri
sırasındaki ilkeli, adaletli, sabırlı, almaya değil vermeye odaklı
erdemli yapısı ile elde etmiştir.
4. EL-EMİN
ERDEMLER
EĞİTİMİ LİSE|
1
Doğumu, çocukluğu ve gençliği son peygamber olma payesine
erişeceğinin alametleri ile dolu olan Hz. Muhammed Mustafâ -
sallâllâhu aleyhi ve sellem- vahye kadar geçen kırk yıllık süre
boyunca müstesna bir hayat yaşamıştır. Gençlik döneminde,
Câhiliyye dönemine has kötülüklerden uzak kalmayı başaran Resul-
i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- böylece Mekke toplumunda
güven temeline dayalı çok belirgin bir algı oluşturmuştur. Esasen
çoğu anne-baba, evladına isim koyarken anlamına dikkat eder
ve “ismiyle yaşasın!” temennisinde bulunur. Resul-i Ekrem’in adı
da aynı sâikten ötürü “Muhammed” konulmuştur. Âmine’nin
dünyaya getirdiği güzeller güzeli o minik bebeğin
büyüyünce “yerde ve gökte herkes tarafından hayırla yâd
edilmesi” arzu edilmiştir.
Hz. Peygamber -aleyhissalatü vesselam- çocukluğu ve gençliğindeki
yaşantısıyla bu beklentiyi fazlasıyla karşılamış, daha da öteye
taşıyarak “el-emîn” sıfatını haketmiştir. İsimler, ailelerin tercihidir;
ama unvanlar, lakaplar, çoğu zaman kişinin öne çıkan hasletlerine
ve alın teriyle hak ettiği başarılara dayanır. İşte Resul-i Ekrem -
sallâllâhu aleyhi ve sellem- ailesinin ona verdiği bu kutlu ismi,
sonuna eklenebilecek en güzel sıfatla taçlandırmış, gençlik
yıllarından itibaren toplumda artık “Muhammedü’l-emîn” olarak
anılmaya başlanmıştır.
Hz. Peygamber -aleyhissalatü vesselam- doğduğu günden itibaren
40 yıl boyunca, farkında olmaksızın Allah tarafından Cebrail’le
karşılaşacağı, “Oku!” emriyle ilk vahyi alacağı güne hazırlanmış
olan müstesna bir insandır. Nitekim Mekke günlerindeki tebliğ
faaliyetlerinde Hz. Peygamber -aleyhissalatü vesselam- hep
tertemiz mazisine atıfta bulunmuş; gençliğinden, 40 yıllık
geçmişindeki tertemiz, şaibesiz, lekesiz yıllarından güç almıştır.
5. EL-EMİN
ERDEMLER
EĞİTİMİ LİSE|
1
Safa tepesi üzerinde, Mekke halkına hitaben yaptığı ilk açık
davette “Şu dağın arkasında bir ordu var desem inanır
mısınız?”diyerek güvenilirliğine vurgu yapması, bu anlamda önem
taşımaktadır. Tebliğ faaliyetleri sırasında, sık sık toplum nezdindeki
itibarına atıfta bulunmuş, insanlardan geçmişte olduğu gibi yine
kendisine inanmalarını, güvenmelerini istemiş ve tertemiz
mazisinden güç alarak, bundan sonra da kimseyi hayal kırıklığına
uğratmayacağının teminatını vermiştir.
İLGİLİ KISSA
Mekke’de bir sel baskını olmuş, Kâbe hayli zarar görmüştü. Bunun
üzerine kabîleler onu tâmir için elele verdiler. Kâbe’yi temellerine
kadar yıkıp yeniden inşâ etmeyi kararlaştırdılar.
Bu esnâda, bir geminin şiddetli rüzgârla Mekke yakınlarındaki
Şuaybe iskelesine doğru sürüklendiğini ve orada karaya çarparak
parçalandığını haber aldılar. Gemi, yumuşak düz taş, kereste ve
demir gibi inşaat malzemeleri taşıyordu. Gidip gemideki tahtaları
satın aldılar. Kâbe’nin yıkım ve yapım işlerini kur’a ile paylaştılar.
Kureyşliler Kâbe’nin kendilerine düşen taraflarını yıkıp yeniden
yapmaya başlayacakları sırada, Ebû Vehb bin Amr ayağa kalktı ve:
“−Ey Kureyş cemaati! Kâbe’nin inşâsına, kazancınızın temiz ve
helâl olmayanını karıştırmayın! Ona gayr-i meşrû yoldan kazanılan
mal, fâiz parası veya herhangi bir kimseden haksız olarak alınmış
para katılmasın!” dedi. (İbn-i Hişâm, II, 210; İbn-i Kesîr, el-
Bidâye, II, 305)
Kureyşliler, Kâbe’yi yıktıkları takdirde azâba uğrayacaklarından
korktukları için kararsız bir hâldeydiler. Araplar arasında mevcut
olan Kâbe’ye karşı tâzim ve hürmet, İbrâhîm’in (a.s.) şeriatinden
beri muhâfaza edilegelen kudsî bir vazîfe idi. Kureyş cemaatinin
önde gelenlerinden Velîd bin Muğîre:
“−Sizin Kâbe’yi yıkmaktaki gâyeniz nedir? İyilik mi yoksa kötülük
mü?” diye sordu.
6. EL-EMİN
ERDEMLER
EĞİTİMİ LİSE|
1
“−Elbette iyiliktir!” dediler. Velîd:
“−Ey kavmim! Siz Kâbe’yi yıkmakla onu ıslâh etmek istemiyor
musunuz? Allâh Teâlâ ıslâh edicileri helâk etmez!” dedi ve Kâbe’yi
yıkmaya ilk önce o başladı. Diğerleri de onu tâkib ettiler.
(Abdürrezzâk, V, 319)
Kâbe’nin duvarlarını bir sıra taş, bir sıra da ahşap bağlama
kirişleriyle örerek yükselttiler. Varlık Nûru da Kâbe’nin tâmirine
amcası Abbâs ile berâber iştirâk etti. Sıra Hacer-i Esved’i yerine
koymaya gelince, her kabîle bu şerefli vazîfeyi kendisi yapmak
istediği için büyük bir kargaşa çıktı. Aralarında sert tartışma ve
çekişmeler başladı. Mesele haset ve ihtirâsa dönüştü. Neredeyse
kan dökülecekti. Abduddâroğulları, içi kanla dolu bir çanak
getirdiler, ölünceye kadar çarpışmak üzere Adiy bin Kâ’b
Oğulları’yla antlaşma yaptılar ve savaşmaya hazırlandılar.
Yeminlerini sağlamlaştırmak için de ellerini kanla dolu çanağa
batırdılar. Kureyşliler, bu hâl üzere dört veya beş gece kaldılar.
Nihâyet Kureyş’in en yaşlısı olan Ebû Ümeyye yüksek sesle:
“−Ey kavmim! Biz ancak hayır istiyoruz, kötülük istemiyoruz. Siz bu
hususta kıskançlık yarışına girmeyin. Bırakın mücâdeleyi! Mâdem
şu meseleyi aramızda hâlledemedik, Harem kapısından ilk gelecek
zâtı aramızda hakem tâyin edelim. Hükmüne de râzı olalım!”
diyerek eliyle Mescid-i Harâm’ın Benî Şeybe kapısını gösterdi.
Tam o esnâda Hz. Peygamber, Harem kapısında göründü. Herkesin
yüzünü tatlı bir tebessüm kapladı. Zîrâ gelen Muhammedü’l-
Emîn idi. Kureyş’in, Peygamber Efendimiz’e karşı sevgi, hürmet ve
îtimâdı her geçen gün daha da ziyâdeleşmişti. Hattâ bir deve
kesecek olsalar, Server-i Âlem Efendimiz’i ararlar, O da gelir
işlerinin bereketi için onlara duâ ederdi.( Abdürrezzâk, V, 319; İbn-i
Kesîr, el-Bidâye, II, 304.)
7. EL-EMİN
ERDEMLER
EĞİTİMİ LİSE|
1
Bu sebeple Kureyşliler O’nu görür görmez:
“−İşte el-Emîn! Aramızda O’nun hakem olmasına hepimiz râzıyız!”
dediler.
Meseleyi kendisine anlattılar. O da, her kabîleden bir kişi seçti ve
ridâsını çıkarıp yere serdi. Sonra Hacer-i Esved’i ridâsının üzerine
koydurup seçtiği kişilerin her birine bir ucundan tutturdu. Mübârek
taşı birlikte taşıdılar. Hz. Peygamber de onu kendi elleriyle yerine
yerleştirdi. Böylece kabîleler arası çıkabîlecek muhtemel bir savaşa
mânî oldu.(İbn-i Hişâm, I, 209-214; Abdürrezzâk, V, 319.)
O’nun bu şekilde firâsetli davranışı, erişilmez mükemmellikte bir
ahlâk sergilemesi ve benzeri ulvî husûsiyetleri, kendisini “Sultânü’l-
Enbiyâ” makâmına yükseltecek bir nübüvvetin, o an için bilinmeyen
nişâneleri idi. Belki Mekke’de doğup büyüyen Muhammed
Mustafâ’nın (s.a.v.) nebî olacağı henüz bilinmiyordu ama, tevhîdden
ayrılmamış olan bâzı has kullar tarafından Âhir Zaman Nebîsi’nin
geleceği bilinmekte ve vaktinin yaklaştığı da hissedilmekteydi.
Nitekim Kuss bin Sâide bunlardan biri idi.