'Ben bir mezhebe mensup olmadan sadece müslüman olmak istiyorum' diyen kişi sadece İslâm'ın 15 asırlık tarihini gözardı etmemekte, âdeta dinin kaynağı ile arasında hiçbir mesafe olmadığını tevehhüm etmektedir.
İnsanımız şunu anlamalı: Meal okuyarak din öğrenilmez. Öyle olsaydı, meal olgusunun ortaya çıkıp yaygınlaştığı modern zamanlara gelinceye kadar bu ümmetin dininden-imanından habersiz yaşadığını söylememiz gerekecekti! Kur'an ve Sünnet'in bizden ne istediğini tam anlamıyla kavrayabilmek için, öncelikle belli bir Usul'e ihtiyaç vardır. İşte mezhep bize bu Usul'ü ve bu Usul doğrultusunda ortaya konulmuş füruu/pratiği veren biricik sistemdir. Bu noktada yaşanan bir kafa karışıklığına parmak basmanın sırasıdır: "Kur'an ve Sünnet elimizde olduğu halde mezhep imamlarının ve ulemasının görüşlerine niçin ihtiyacımız olsun?" derler.
Ebubekir Sifil hocanın Hüküm Dergisi Kasım 2014 sayısına yazmış olduğu İmam Ahmed, Zalim Sultan Hadisleri ve İslamoğlu'nun Son Numarası başlık makalesidir.
Güz 2015 döneminde Dinler Tarihi dersi ile pilot uygulama olarak verilecek olan Mişkâtü'l Mesâbîh dersi açık ders olarak ücretsiz sunulacaktır. Kayıt için: www.ruzem.org 'u ziyaret ediniz.
'Ben bir mezhebe mensup olmadan sadece müslüman olmak istiyorum' diyen kişi sadece İslâm'ın 15 asırlık tarihini gözardı etmemekte, âdeta dinin kaynağı ile arasında hiçbir mesafe olmadığını tevehhüm etmektedir.
İnsanımız şunu anlamalı: Meal okuyarak din öğrenilmez. Öyle olsaydı, meal olgusunun ortaya çıkıp yaygınlaştığı modern zamanlara gelinceye kadar bu ümmetin dininden-imanından habersiz yaşadığını söylememiz gerekecekti! Kur'an ve Sünnet'in bizden ne istediğini tam anlamıyla kavrayabilmek için, öncelikle belli bir Usul'e ihtiyaç vardır. İşte mezhep bize bu Usul'ü ve bu Usul doğrultusunda ortaya konulmuş füruu/pratiği veren biricik sistemdir. Bu noktada yaşanan bir kafa karışıklığına parmak basmanın sırasıdır: "Kur'an ve Sünnet elimizde olduğu halde mezhep imamlarının ve ulemasının görüşlerine niçin ihtiyacımız olsun?" derler.
Ebubekir Sifil hocanın Hüküm Dergisi Kasım 2014 sayısına yazmış olduğu İmam Ahmed, Zalim Sultan Hadisleri ve İslamoğlu'nun Son Numarası başlık makalesidir.
Güz 2015 döneminde Dinler Tarihi dersi ile pilot uygulama olarak verilecek olan Mişkâtü'l Mesâbîh dersi açık ders olarak ücretsiz sunulacaktır. Kayıt için: www.ruzem.org 'u ziyaret ediniz.
Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tâhlil] dosyasında yayınlıyoruz. [Tâhlil] üçüncü sayısında; Şarkiyatçı olarak da bilinen Oryantalistlerin Hadisler üzerindeki operasyonlarını, Cibril Hadisi olarak bilinen rivâyet bağlamında, nasıl icra edildiğine değiniliyor.
İmam Gazali Hazretleri’ni tek bir vasfa indirgeyerek anlatmaya çalışmak doğru olmaz. Onu İmam-ı Gazali yapan, onu büyük yapan birden vasfa aynı anda sahip olması, birden fazla misyonu yerine getirmiş olması dolayısıyla hepsini aynı anda bahis konusu etmemiz lazım. İmam Gazali’nin sahip olduğu arka planı, alt yapıya sahip olamadan bu vadiye girdiğinizde Allah korusun hata yapmanız kaçınılmaz oluyor. Üç mesele söylüyor Tehafütü’l-Felasife’nin girişinde. Bunlar, âlemin kıdemi meselesi, haşr-ı cismani meselesi bir de Allahu Tealâ’nın cüz’iyyatı bilemeyeceği meselesi. . İmam Gazali gibi yıldız isimlere günümüzde çok ihtiyaç var. Ümmetin çok ihtiyacı var. Allah bizi onların rehberliğinden mahrum etmesin.
إنّ مفهومَي "الشيعة" و"أهل البيت" كادا يصبحان مترادفين؛ نتيجة الدعاية الفعّالة للشيعة الإمامية على وجه الخصوص. بينما يقَدّم
تبني الإيديولوجية الرافضية كالطريق الوحيد الذي لا بد منه لمحبة "أهل البيت" والاقتداء بهم، والحفاظ على حقوقهم؛ يشاع من جانب
آخر أن "السُّنِّيَّةَ" هي عنوان العداوة ضد أهل البيت، وأن اتخاذ أهل السنة أعداءً، وإضمارَ الضغينة عليهم نتيجةٌ طبيعيةٌ وضروريةٌ لمحبة
أهل البيت... إن أكبر خيانة في حق أهل البيت هي جعلهم ذريعة لتشريع الإديولوجية الرافضية بأن يُقلب التاريخ والحقائق رأساً على
عقب؛ وذلك هو الذي يفعله الروافض بالتحديد!
İslam’ın bize yüklediği “başkasına benzememe” mükellefiyetinin temelinde bizim fıtrî değerlere bağlılıktan gelen üstünlüğümüzün bulunduğu en temel bir hakikattir. Hakkı bâtıla bulamak neyse, hak ehlinin kendisini bâtıl ehline benzetmek suretiyle onlara bulanması da odur! Kişi, sadece gayrimüslimlere mahsus kıyafetleri giydiği için kâfir olmaz, ama itikadını bozmadan da gayrimüslimlere mahsus kıyafetleri giymez. Bid’at ehline benzememe konusunda karşılaştığımız bu büyük hassasiyet bizi, küfür ehline benzememe noktasında ne kadar büyük bir sorumluluğun beklediği konusunda derinden sarsmalıdır. Allame el-Münâvî meselenin hassas noktasına dokunuyor ve şunları söylüyor: “Bir kısım âlimler şöyle demiştir: Başkalarına benzeme durumu bazen itikat ve irade/kasıt gibi kalbî/soyut konularda, bazen de söz ve fiil gibi haricî/somut alanlarda vuku bulur. Aynı şekilde ibadet ve –yemek, elbise, evlenme, toplanma-ayrılma, yolculuk, ikamet, binek… gibi– âdet ve uygulamalarda da benzeme söz konusu olur. Zahirle batın, içle dış arasında irtibat ve münasebet vardır.
Ebubekir Sifil hocanın İlim ve İrfan dergisi Aralık sayısında kaleme aldığı “Müslümanlığımızın Sünnet-i Seniyye ile İlişkisi” konu başlıklı makalesidir.
azar: İmam Muhammed Zahid Kevserî (ra)
20. Asrın Mısır’ı, Modernizm illetinin doğduğu ve olumsuz an-lamda etkili olduğu coğrafyaların başında gelir. İtikadi ve ameli noktalarda sapmaların doruk noktasına ulaştığı bu coğrafyada “yeni” diye adlandırılan bu fikirler, gazete ve dergilerde neşredilen makaleler ile çeşitli matbaalarda tab edilen risale ve eserler vasıtasıyla kamuoyuna yayılmıştır.
Diğer taraftan Ehli sünnet alimleri de aynı şekilde, çeşitli dergi ve gazetede neşredilen makaleleri ve kaleme aldıkları risale ve kitaplarıyla bu akıma karşı durmuşlar ve her daim İslam adına onlarla mücadeleyi sürdürmüşlerdir.
Muhammed Zahid el-Kevserî’nin Nazra Âbira isimli bu eseri, Şeltut’un mevzubahis fetvası ile beş makalesine reddiyedir. Kevserî, reddiyesinin planını mezkur makalelere göre kurmuştur. Nazra Âbira beş ana başlıktan oluşmakta ve her başlıkta sırasıyla Şeltut’un makaleleri iredelenmektedir. Ancak zaman zaman Şeltut’un ilgili fetvası da mevzubahis edilmiştir. Bu yüzden Nazra Âbira’nın hem mezkur fetvaya hem de beş makaleye reddiye olduğunu söyleyebiliriz.
Satın alma için: www.rihlekitap.com'u ziyaret edebilirsiniz.
Merhum Zahid’ül Kevserî Hocaefendi, İttihat Terakki’nin ve onun uzantısı Türkiye Cumhuriyeti’nin Müslüman Anadolu topraklarını İslâmsızlaştırma çabalarına karşı dimdik ayakta duran sayılı âlimlerden biridir. Rejimin suikast girişimleri ve baskıları neticesi Mısır’a hicret eden Zahid’ül Kevserî Hocaefendi, burada da Efgani ve Abduh’un sapkın görüşleriyle mücadele etmiş, Ehl-i Sünnet’in sapmaz çizgilerini hocalara ve halka anlatmıştır. Hocaefendi 54 eser kaleme almış ama maalesef bu eserlerden çoğu ‘kayıp’ durumdadır. Rıhle Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Ebubekir Sifil Hoca, Zahid’ül Kevserî Hocaefendi’nin külliyatını bizlere ulaştırma gayretiyle uzun süredir çalışmalarını sürdürüyor. Bu çalışmalarının ilk neticesini geçtiğimiz günlerde verdi ve Sifil Hoca Makâlâtu’l Kevserî yayınladı. Ebubekir Sifil’le hem Zahid’ül Kevserî Hocaefendi’yi hem de hâlimizi konuştuk.
Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tâhlil] dosyasında yayınlıyoruz. [Tâhlil] ikinci sayısında; İmamiye Şiası tarafından çokca istismar edilen Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e bakışını Ebubekir Sifil hocanın, RIHLE Dergisi 17. sayısında, kaleme aldığı yazıyı paylaşıyoruz.
İslamî İlimleri Ebubekir Sifil hoca yönetiminde mütehassıs hocalardan, usulüne uygun biçimde öğrenmek isteyenler için yepyeni bir imkân!
Lise mezunu olup, bir yandan İslamî ilimleri medrese sistemiyle tahsil ederken diğer yandan Lisans (Açıköğretim), Yüksek Lisans ve Doktora eğitimine kadar uzanan süreçte üniversite eğitimini de tamamlamak isteyen genç ilim yolcuları arzu ettikleri imkâna kavuşuyor!
Başvuru ve detaylı bilgi için: http://shnsmn.co/iiep2017
Fıkh’ı, “müslümanların önünü açmakla görevli bir mekanizma” olarak görme eğiliminin giderek ısrara dönüşmekte olduğu bir ortamda, “ahiretimiz için neyin zararlı olduğu” değil, “dünyamız için neyin faydalı olduğu” sorusu ve endişesi ön plandadır. Seküler dünyanın talepleri, dayatmaları, kuşatmaları karşısında –”direnmek” şöyle dursun–, “uyum sağlama”yı hayat ilkesi edinmiş müslümanların, Fıkh’a “durumu meşrulaştırıcı” bir misyon yüklemesi kaçınılmaz olmaktadır.
Fıkıh’la ilişkimizdeki tayin edici faktör, dünya merkezli/seküler tercihlerimiz olunca Fıkıh da dünyayı ahirete yönelik olarak tanzim etmenin vahiy merkezli zemini olmaktan çıkıp, dünyayı dünya için tanzim eden “hukuk”a dönüşmektedir. Üstelik de pek çok boyutu tırpanlanmış olarak…
Elinizdeki kitap, esas itibariyle bu kırılmanın İslamî ilimlerin hemen tamamına taalluk eden tezahürlerini mercek altına almaktadır. Sorulan sorular, hükmü merak edilen fer’î-fıkhî meselelerle sınırlı olmayıp, bütünüyle Din telakkimizi ilgilendiren alanları ihata etmektedir. Akaid/Kelam başta olmak üzere bütün İslamî ilimlerle ve Kur’an-Sünnet başta olmak üzere edille-i şer’iyyenin hemen tamamıyla ilgili soru ve cevapları ihtiva eden bir kitabın özet/muhtasar olması mümkün değildi. Bu sebeple sorulara “el-Cevap: Caizdir/değildir” demekle yetinilmemiş, kimi zaman soruların arka planına da inilerek detaylı cevaplar verilmeye çalışılmıştır.
Ebubekir Sifil hocanın kitabı Hikemiyât Çıktı!
Ayrıntılı bilgi için: http://bit.ly/KalbiSelim
Önsöz'den
İslam Dünyası ve Türkiye olarak Din'in anlaşılması noktasında son iki asırdır hep bir arayışın, tereddüdün, şüphenin ve tartışmanın içinde bulunuyoruz. Sürekli tartışıyor, bölünü-yor, azalıyoruz.
Doğru nerede, kim haklı, ne yapmalıyım?... Bunun adı "kriz"dir ve biz, bizi bu krizin içine kimlerin ittiğini dahi düşünmeden tabir yerindeyse başımızı bir o yana bir bu yana vurup duruyoruz.
Bu hay-huy içinde bizi yakîne, itmi'nana ve felaha götürecek olanın "kalb-i selîm" olduğunu akılda tutacak mecalden yoksunluğa da mahkûm ediyoruz kendimizi. Bu sebeple öğrendiğimiz hiçbir yeni bilgi, yaşadığımız hiçbir yeni durum bize sekinet getirmiyor.
Yaşadığımız aldatıcı huzur durumları olmuyor değil; ama dürüstlük gibi bir derdi olanlar, hissettiğimizin, bir "kopuş"un, bir "savruluş"un aldatıcı hazzı olduğunu itirafta tereddüt göstermeyecektir.
Bizi dışa dönük yaşamaya; ötekini, dış dünyayı, "ümmeti" kurtarmaya, Din'i "yeniden keşfetmeye" kilitleyen bu tehlikeli gidişat, yaklaşan felaketimizin işareti aslında.
Kalbimizi bu şekilde ihmale devam ettikçe, genişleyen malumat dağarcığımızla birlikte hızla eriyen takva hassasiyetimiz, bilgimiz art-tıkça artan cesaretimizle beraber gittikçe yüzümüzü ahiret istikametinden çevirecek ve bir "oyun ve eğlenceden ibaret" "dünya hayat"a râm eden bu "çürüme" süreci devam edecek.
Malumat dağarcığımız genişledikçe cesaretimiz artıyor; takvamız ve ahiret endişemiz azalıyor. Oysa elde ettiğimiz "ilim" olsaydı, bizi daha temkinli/ihtiyatlı cümleler kurmaya zorlayacaktı; dünyadan uzaklaştırıp ahirete yaklaştıracaktı. Özellikle genç nesil…
En iyi durumda olanlar "bu dini daha iyi nasıl yaşarım; ne yaparsam kâmil bir imana ve takvaya ulaşır ve kurtulurum"dan ziyade, "ne yaparsam daha çok şey bilen ve başkalarını kurtaran insan durumuna gelirim" diye bir arayışın içinde.
"Önceleri kişinin ilmi, dünyaya buğzunu ve onu terkini artırırdı. Bugünse kişinin ilmi, dünya sevgisini ve arzusunu artırıyor. Önceleri kişi, ilmi doğrultusunda malını infak ederdi. Şimdi ise ilmiyle para kazanıyor.
Önceleri alim kişi, zahiren ve batınen kendisini geliştirirdi, bugünse pek çok ilim ehlinin, zahiren ve batınen fesada uğradığı görülüyor."
Zünnûn el-Mısrî (rh.a) kendi dönemi için bu tesbiti yaparken bugünü de görmüş müdür bilemeyiz, ama bir şeyi çok iyi biliyoruz: Bu tesbit o günden ziyade bugünü anlatıyor.
Bizi içten içe çürüten bu gidişi durdurmak ve dengeyi ya-kalamak zorundayız. Modern hayat bizi vakum gibi içine çekerken ömür sermayesi her geçen gün biraz daha eriyor. Yol zorlu, yük ağır ve süre kısıtlı.
Kendimiz için en hayırlı olanı yapmaya muvaffak ol
Yazar: Salim Öğüt
Günümüzde gelinen son noktadan bakıldığında görülen manzara şudur: Bazı ilahiyatçılar dini, bir din âlimi sıfatıyla değil, din bilimci sıfatıyla incelemektedirler. Bunun ne anlama geldiğini görmek için din âlimi ile din bilimci arasındaki farkın bilinmesi gerekir.
“Bir teolog (:din âlimi) ile din bilimci arasındaki fark, birinin dini vahiy eksenli anlamaya diğerinin ise bilim perspektifi içinden bir dini veya tüm dinleri anlama ve açıklamaya çalışmasıdır. Hristiyanlık’ta üniversitelerin teoloji bölümlerindeki Kutsal Kitap çalışmaları, misyonoloji (misyon bilimi) İslamiyet’te ilahiyat fakültelerindeki fıkıh, hadis, tefsir, kelam gibi alanlarla, dinleri sosyoloji, psikoloji, antropoloji, tarih gibi sosyal ve beşerî bilimler perspektifinden ele alan Din Sosyolojisi, Din Psikolojisi, Din Antropolojisi Din Fenomenolojisi gibi çeşitli alanlar birbirlerinden önemli ölçüde ayrılmaktadır. Teolojide Allah, peygamber ve kutsal kitap apriori olarak bir mutlak gerçek kabul edilip dinin insandan ve toplumdan ne istediği öğrenilmeye çalışılır. Oysa din bilimlerinde dinin bireyde, toplum ve kültürdeki yeri dinin metafizik veya dogmatik yönü metafizik kökeni üzerinde durulmaksızın araştırılıp açıklanmaya çalışılır.”
Satın alma için: www.rihlekitap.com'u ziyaret edebilirsiniz.
Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tâhlil] dosyasında yayınlıyoruz. [Tâhlil] üçüncü sayısında; Şarkiyatçı olarak da bilinen Oryantalistlerin Hadisler üzerindeki operasyonlarını, Cibril Hadisi olarak bilinen rivâyet bağlamında, nasıl icra edildiğine değiniliyor.
İmam Gazali Hazretleri’ni tek bir vasfa indirgeyerek anlatmaya çalışmak doğru olmaz. Onu İmam-ı Gazali yapan, onu büyük yapan birden vasfa aynı anda sahip olması, birden fazla misyonu yerine getirmiş olması dolayısıyla hepsini aynı anda bahis konusu etmemiz lazım. İmam Gazali’nin sahip olduğu arka planı, alt yapıya sahip olamadan bu vadiye girdiğinizde Allah korusun hata yapmanız kaçınılmaz oluyor. Üç mesele söylüyor Tehafütü’l-Felasife’nin girişinde. Bunlar, âlemin kıdemi meselesi, haşr-ı cismani meselesi bir de Allahu Tealâ’nın cüz’iyyatı bilemeyeceği meselesi. . İmam Gazali gibi yıldız isimlere günümüzde çok ihtiyaç var. Ümmetin çok ihtiyacı var. Allah bizi onların rehberliğinden mahrum etmesin.
إنّ مفهومَي "الشيعة" و"أهل البيت" كادا يصبحان مترادفين؛ نتيجة الدعاية الفعّالة للشيعة الإمامية على وجه الخصوص. بينما يقَدّم
تبني الإيديولوجية الرافضية كالطريق الوحيد الذي لا بد منه لمحبة "أهل البيت" والاقتداء بهم، والحفاظ على حقوقهم؛ يشاع من جانب
آخر أن "السُّنِّيَّةَ" هي عنوان العداوة ضد أهل البيت، وأن اتخاذ أهل السنة أعداءً، وإضمارَ الضغينة عليهم نتيجةٌ طبيعيةٌ وضروريةٌ لمحبة
أهل البيت... إن أكبر خيانة في حق أهل البيت هي جعلهم ذريعة لتشريع الإديولوجية الرافضية بأن يُقلب التاريخ والحقائق رأساً على
عقب؛ وذلك هو الذي يفعله الروافض بالتحديد!
İslam’ın bize yüklediği “başkasına benzememe” mükellefiyetinin temelinde bizim fıtrî değerlere bağlılıktan gelen üstünlüğümüzün bulunduğu en temel bir hakikattir. Hakkı bâtıla bulamak neyse, hak ehlinin kendisini bâtıl ehline benzetmek suretiyle onlara bulanması da odur! Kişi, sadece gayrimüslimlere mahsus kıyafetleri giydiği için kâfir olmaz, ama itikadını bozmadan da gayrimüslimlere mahsus kıyafetleri giymez. Bid’at ehline benzememe konusunda karşılaştığımız bu büyük hassasiyet bizi, küfür ehline benzememe noktasında ne kadar büyük bir sorumluluğun beklediği konusunda derinden sarsmalıdır. Allame el-Münâvî meselenin hassas noktasına dokunuyor ve şunları söylüyor: “Bir kısım âlimler şöyle demiştir: Başkalarına benzeme durumu bazen itikat ve irade/kasıt gibi kalbî/soyut konularda, bazen de söz ve fiil gibi haricî/somut alanlarda vuku bulur. Aynı şekilde ibadet ve –yemek, elbise, evlenme, toplanma-ayrılma, yolculuk, ikamet, binek… gibi– âdet ve uygulamalarda da benzeme söz konusu olur. Zahirle batın, içle dış arasında irtibat ve münasebet vardır.
Ebubekir Sifil hocanın İlim ve İrfan dergisi Aralık sayısında kaleme aldığı “Müslümanlığımızın Sünnet-i Seniyye ile İlişkisi” konu başlıklı makalesidir.
azar: İmam Muhammed Zahid Kevserî (ra)
20. Asrın Mısır’ı, Modernizm illetinin doğduğu ve olumsuz an-lamda etkili olduğu coğrafyaların başında gelir. İtikadi ve ameli noktalarda sapmaların doruk noktasına ulaştığı bu coğrafyada “yeni” diye adlandırılan bu fikirler, gazete ve dergilerde neşredilen makaleler ile çeşitli matbaalarda tab edilen risale ve eserler vasıtasıyla kamuoyuna yayılmıştır.
Diğer taraftan Ehli sünnet alimleri de aynı şekilde, çeşitli dergi ve gazetede neşredilen makaleleri ve kaleme aldıkları risale ve kitaplarıyla bu akıma karşı durmuşlar ve her daim İslam adına onlarla mücadeleyi sürdürmüşlerdir.
Muhammed Zahid el-Kevserî’nin Nazra Âbira isimli bu eseri, Şeltut’un mevzubahis fetvası ile beş makalesine reddiyedir. Kevserî, reddiyesinin planını mezkur makalelere göre kurmuştur. Nazra Âbira beş ana başlıktan oluşmakta ve her başlıkta sırasıyla Şeltut’un makaleleri iredelenmektedir. Ancak zaman zaman Şeltut’un ilgili fetvası da mevzubahis edilmiştir. Bu yüzden Nazra Âbira’nın hem mezkur fetvaya hem de beş makaleye reddiye olduğunu söyleyebiliriz.
Satın alma için: www.rihlekitap.com'u ziyaret edebilirsiniz.
Merhum Zahid’ül Kevserî Hocaefendi, İttihat Terakki’nin ve onun uzantısı Türkiye Cumhuriyeti’nin Müslüman Anadolu topraklarını İslâmsızlaştırma çabalarına karşı dimdik ayakta duran sayılı âlimlerden biridir. Rejimin suikast girişimleri ve baskıları neticesi Mısır’a hicret eden Zahid’ül Kevserî Hocaefendi, burada da Efgani ve Abduh’un sapkın görüşleriyle mücadele etmiş, Ehl-i Sünnet’in sapmaz çizgilerini hocalara ve halka anlatmıştır. Hocaefendi 54 eser kaleme almış ama maalesef bu eserlerden çoğu ‘kayıp’ durumdadır. Rıhle Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Ebubekir Sifil Hoca, Zahid’ül Kevserî Hocaefendi’nin külliyatını bizlere ulaştırma gayretiyle uzun süredir çalışmalarını sürdürüyor. Bu çalışmalarının ilk neticesini geçtiğimiz günlerde verdi ve Sifil Hoca Makâlâtu’l Kevserî yayınladı. Ebubekir Sifil’le hem Zahid’ül Kevserî Hocaefendi’yi hem de hâlimizi konuştuk.
Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tâhlil] dosyasında yayınlıyoruz. [Tâhlil] ikinci sayısında; İmamiye Şiası tarafından çokca istismar edilen Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e bakışını Ebubekir Sifil hocanın, RIHLE Dergisi 17. sayısında, kaleme aldığı yazıyı paylaşıyoruz.
İslamî İlimleri Ebubekir Sifil hoca yönetiminde mütehassıs hocalardan, usulüne uygun biçimde öğrenmek isteyenler için yepyeni bir imkân!
Lise mezunu olup, bir yandan İslamî ilimleri medrese sistemiyle tahsil ederken diğer yandan Lisans (Açıköğretim), Yüksek Lisans ve Doktora eğitimine kadar uzanan süreçte üniversite eğitimini de tamamlamak isteyen genç ilim yolcuları arzu ettikleri imkâna kavuşuyor!
Başvuru ve detaylı bilgi için: http://shnsmn.co/iiep2017
Fıkh’ı, “müslümanların önünü açmakla görevli bir mekanizma” olarak görme eğiliminin giderek ısrara dönüşmekte olduğu bir ortamda, “ahiretimiz için neyin zararlı olduğu” değil, “dünyamız için neyin faydalı olduğu” sorusu ve endişesi ön plandadır. Seküler dünyanın talepleri, dayatmaları, kuşatmaları karşısında –”direnmek” şöyle dursun–, “uyum sağlama”yı hayat ilkesi edinmiş müslümanların, Fıkh’a “durumu meşrulaştırıcı” bir misyon yüklemesi kaçınılmaz olmaktadır.
Fıkıh’la ilişkimizdeki tayin edici faktör, dünya merkezli/seküler tercihlerimiz olunca Fıkıh da dünyayı ahirete yönelik olarak tanzim etmenin vahiy merkezli zemini olmaktan çıkıp, dünyayı dünya için tanzim eden “hukuk”a dönüşmektedir. Üstelik de pek çok boyutu tırpanlanmış olarak…
Elinizdeki kitap, esas itibariyle bu kırılmanın İslamî ilimlerin hemen tamamına taalluk eden tezahürlerini mercek altına almaktadır. Sorulan sorular, hükmü merak edilen fer’î-fıkhî meselelerle sınırlı olmayıp, bütünüyle Din telakkimizi ilgilendiren alanları ihata etmektedir. Akaid/Kelam başta olmak üzere bütün İslamî ilimlerle ve Kur’an-Sünnet başta olmak üzere edille-i şer’iyyenin hemen tamamıyla ilgili soru ve cevapları ihtiva eden bir kitabın özet/muhtasar olması mümkün değildi. Bu sebeple sorulara “el-Cevap: Caizdir/değildir” demekle yetinilmemiş, kimi zaman soruların arka planına da inilerek detaylı cevaplar verilmeye çalışılmıştır.
Ebubekir Sifil hocanın kitabı Hikemiyât Çıktı!
Ayrıntılı bilgi için: http://bit.ly/KalbiSelim
Önsöz'den
İslam Dünyası ve Türkiye olarak Din'in anlaşılması noktasında son iki asırdır hep bir arayışın, tereddüdün, şüphenin ve tartışmanın içinde bulunuyoruz. Sürekli tartışıyor, bölünü-yor, azalıyoruz.
Doğru nerede, kim haklı, ne yapmalıyım?... Bunun adı "kriz"dir ve biz, bizi bu krizin içine kimlerin ittiğini dahi düşünmeden tabir yerindeyse başımızı bir o yana bir bu yana vurup duruyoruz.
Bu hay-huy içinde bizi yakîne, itmi'nana ve felaha götürecek olanın "kalb-i selîm" olduğunu akılda tutacak mecalden yoksunluğa da mahkûm ediyoruz kendimizi. Bu sebeple öğrendiğimiz hiçbir yeni bilgi, yaşadığımız hiçbir yeni durum bize sekinet getirmiyor.
Yaşadığımız aldatıcı huzur durumları olmuyor değil; ama dürüstlük gibi bir derdi olanlar, hissettiğimizin, bir "kopuş"un, bir "savruluş"un aldatıcı hazzı olduğunu itirafta tereddüt göstermeyecektir.
Bizi dışa dönük yaşamaya; ötekini, dış dünyayı, "ümmeti" kurtarmaya, Din'i "yeniden keşfetmeye" kilitleyen bu tehlikeli gidişat, yaklaşan felaketimizin işareti aslında.
Kalbimizi bu şekilde ihmale devam ettikçe, genişleyen malumat dağarcığımızla birlikte hızla eriyen takva hassasiyetimiz, bilgimiz art-tıkça artan cesaretimizle beraber gittikçe yüzümüzü ahiret istikametinden çevirecek ve bir "oyun ve eğlenceden ibaret" "dünya hayat"a râm eden bu "çürüme" süreci devam edecek.
Malumat dağarcığımız genişledikçe cesaretimiz artıyor; takvamız ve ahiret endişemiz azalıyor. Oysa elde ettiğimiz "ilim" olsaydı, bizi daha temkinli/ihtiyatlı cümleler kurmaya zorlayacaktı; dünyadan uzaklaştırıp ahirete yaklaştıracaktı. Özellikle genç nesil…
En iyi durumda olanlar "bu dini daha iyi nasıl yaşarım; ne yaparsam kâmil bir imana ve takvaya ulaşır ve kurtulurum"dan ziyade, "ne yaparsam daha çok şey bilen ve başkalarını kurtaran insan durumuna gelirim" diye bir arayışın içinde.
"Önceleri kişinin ilmi, dünyaya buğzunu ve onu terkini artırırdı. Bugünse kişinin ilmi, dünya sevgisini ve arzusunu artırıyor. Önceleri kişi, ilmi doğrultusunda malını infak ederdi. Şimdi ise ilmiyle para kazanıyor.
Önceleri alim kişi, zahiren ve batınen kendisini geliştirirdi, bugünse pek çok ilim ehlinin, zahiren ve batınen fesada uğradığı görülüyor."
Zünnûn el-Mısrî (rh.a) kendi dönemi için bu tesbiti yaparken bugünü de görmüş müdür bilemeyiz, ama bir şeyi çok iyi biliyoruz: Bu tesbit o günden ziyade bugünü anlatıyor.
Bizi içten içe çürüten bu gidişi durdurmak ve dengeyi ya-kalamak zorundayız. Modern hayat bizi vakum gibi içine çekerken ömür sermayesi her geçen gün biraz daha eriyor. Yol zorlu, yük ağır ve süre kısıtlı.
Kendimiz için en hayırlı olanı yapmaya muvaffak ol
Yazar: Salim Öğüt
Günümüzde gelinen son noktadan bakıldığında görülen manzara şudur: Bazı ilahiyatçılar dini, bir din âlimi sıfatıyla değil, din bilimci sıfatıyla incelemektedirler. Bunun ne anlama geldiğini görmek için din âlimi ile din bilimci arasındaki farkın bilinmesi gerekir.
“Bir teolog (:din âlimi) ile din bilimci arasındaki fark, birinin dini vahiy eksenli anlamaya diğerinin ise bilim perspektifi içinden bir dini veya tüm dinleri anlama ve açıklamaya çalışmasıdır. Hristiyanlık’ta üniversitelerin teoloji bölümlerindeki Kutsal Kitap çalışmaları, misyonoloji (misyon bilimi) İslamiyet’te ilahiyat fakültelerindeki fıkıh, hadis, tefsir, kelam gibi alanlarla, dinleri sosyoloji, psikoloji, antropoloji, tarih gibi sosyal ve beşerî bilimler perspektifinden ele alan Din Sosyolojisi, Din Psikolojisi, Din Antropolojisi Din Fenomenolojisi gibi çeşitli alanlar birbirlerinden önemli ölçüde ayrılmaktadır. Teolojide Allah, peygamber ve kutsal kitap apriori olarak bir mutlak gerçek kabul edilip dinin insandan ve toplumdan ne istediği öğrenilmeye çalışılır. Oysa din bilimlerinde dinin bireyde, toplum ve kültürdeki yeri dinin metafizik veya dogmatik yönü metafizik kökeni üzerinde durulmaksızın araştırılıp açıklanmaya çalışılır.”
Satın alma için: www.rihlekitap.com'u ziyaret edebilirsiniz.
POSTMODERN ÖRGÜT KURAMI
Modernlik, Modernleşme ve Modernizm kavramlarını tanımlayınız.
Yapısalcılık, Postyapısalcılık, Yapıbozum ve Postmodernizmi tanımlayınız.
Postmodernizm kavramı ne zaman ve nasıl ortaya çıkmış ve örgüt düşüncesi üzerinde ne zaman etkili olmaya başlamıştır?
Modernizm ile postmodernizm arasındaki farklılıklar hangi noktalarda toplanmaktadır
Modernizmde yeri olan “olgusalcılık” neden postmodernistler tarafından reddedilmektedir?
Fordist Modernlik karşısında Esnek Postmodernlik ile ne anlaşılmaktadır?
Post-Yapısalcılık ve Post-Modern Örgüt Kuramındaki Yansımaları
Foucault ve Örgüt Kuramı [Soykütüksel Analiz; Gözetim [Gözetleme Kulesi Kavramı); Disipline Edici Güç, Direnç ve Gözetim]
Derrida ve Örgüt Kuramı [Varlık Metafiziğine Karşı Olmak; Derrida’nın Etki Alanı; Yapısökümcülük]
Feminist Örgüt Kuramları
Yönetim Karşıtlığı Kuramı
Postmodernist örgüt kuramına yönelik eleştiriler nelerdir? Katılıyor musunuz?
Bismillah.
Kıymetli Kardeşlerimiz,
Bu yıl Bismillah dediğimiz Kevseriyye Medresesi eğitimlerine devam ediyor. Hanım kardeşlerimizin eğitim aldığı Kevseriyye Medresesi Hanımlar bölümümüz, Zahid Kevserî anma etkinliği düzenledi. Etkinlikte hanım talebelerimiz, sadece hanım katılımcılara sunum yaptıktan sonra konuşmacı hocalarımızdan İlim ve Zahid Kevseri'nin hayatı hakkında seminerleri dinlediler.
Bu sunum Kevseriyye Medresesi talebimiz tarafından hazırlanmıştır.
Ebubekir Sifil hocanın semineri tam şurada;
Muhammed Zâhid Kevserî'yi anma programı hakkında detaylı bilgi şurada;
Tarih ve yer: 9 Aralık 2016 Cuma 14:00 - @ Fatih/İstanbul.
İlginiz için teşekkür ederiz.
Saygılarımızla,
Sahn-ı Semân.
Sizi bu dönemin son seminerine bekliyoruz. Sizin için bir yılımızı özetleyen kısa bir sunum hazırladık. Sunumda seminerimiz hakkında detaylı bilgi mevcuttur.
Bu dönemin son semineri inşallah 28 Mayıs Cumartesi günü 15:00'da başlayacaktır. e-Postalarımıza ve bize göstermiş olduğunuz ilgi için teşekkür eder, saygılarımızı sunarız.
Rıhle Uzaktan Eğitim Merkezinde verilen Açık Ders: Mişkâtü'l Mesâbîh dersinde bahsi geçen Hadis kitabı türleri sunumudur. Bu sunum RUZEM Eğitim İçerikleri tarafından hazırlanmıştır. Bu sunumda sadece "Tartışma,reddiye kitapları, muvatta, sünenler, Musannefler, Câmi’ler"
konusuna değinmiştir. Sorun halinde egitimicerikleri@ruzem.org 'a e-postanızı iletebilirsiniz.
Elinizde tuttuğunuz eser, İslamî İlimlerin her dalında otoritesi –dostu-düşmanı– herkes tarafından teslim edilmiş bir imamın kaleminden çıkmış ilmî makalelerden oluşuyor. İtikadî, fıkhî hadîsî, tefsîrî, tarihî, siyasî… meseleler hakkında kaleme alınmış olan bu makaleler, kaleme alındıkları tarihten itibaren güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş, aksine, giderek artan bir ilginin odağı olmuştur Bu toprakların yetiştirdiği İmam Muhammed Zâhid el-Kevserî gibi bir kutup yıldızının eserlerini bu toprakların insanının istifadesine sunmak bizler için hem bir görev, hem de bir mutluluktur.Makâlâtu l-Kevserî
Yazar: Ebubekir Sifil
Sevad-ı Azam’la olan irtibatımız aynı zamanda İslam’a olan sahih teslimiyetimizin ilanıdır. Bu ilan Asr-ı Saadet’ten beri hep böyle olageldi. Ancak bir kısım nev-zuhûr ilahiyatçı zevat bu ilişkiyi ve bu ilişkinin inşa ettiği ilmî usulü hurafe kaynağı olarak tesmiye ettikten sonra, nefsî mülahazalarını din diye ileri sürmeye başladı. Kendisiyle varlığı anlamlandırdığımız, bizi biz yapan Usulümüzü terk ettikten sonra çaresiz maruz kaldığımız modern duruma tam da burada el atıyor mezkûr zevat. Böylece modern durumda Modern Fetvalar serdediliyor yani Çağdaş Hurafeler. Bu kitap, çağdaş hurafelerin kadim ilmî usulümüz karşısındaki aciz durumunu ve bid’at halini ifşa ediyor.
Daha ayrıntılı bilgi için: www.rihlekitap.com 'u ziyaret edebilirsiniz...
e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât - Ömer Faruk Tokat
1. TAHA
ABDURRAHMAN
İLE MÜLÂKÂT
ÖZET
Ömer Faruk Tokat hocanın Taha Abdurrahman
ile gerçekleştirdiği “Taha Abdurrahman ile
Mülâkât” başlıklı mülâkâttır.
Sahn-ı Semân Medya;Ömer Faruk Tokat
Aralık - 2014
2. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
1
Şerî hüküm, insan aklı, kemâl noktasına ulaştığında ancak kavrayabileceği bir
hükümdür. Beşerî hüküm ise gelişimin tamamlamamış insan aklıyla ulaşılan eksik bir
hükümdür. Akıl gelişimini tamamlamadığı için beşerî hükümler şerî hükümlere
mutâbık değildir. Dışardan gelen kavram bizden ayrı bir dünyada üretilmiş olup bize ithal
edilmiştir. Diğer taraftan kendi medeniyetimizin bir kavramı bizim kendi şartlarımızda,
vakıamıza uygun olarak ortaya çıkmış ve şekillenmiş olduğu için onu canlandırırız. Dolayısıyla
bize ait bir kavramın bu güne elverişli olmadığı tespit edilmedikçe biz onu kullanırız.
Elverişliliği sabit olmazsa onu bırakır yerine yeni bir kavram inşa ederiz. Dışardan ithal edilen
kavramları ise her zaman bir kritiğe ve tahlile tabi tutmalıyız.
Anahtar Kelimeler: Rûhu´l-Hadâse, Modernitenin Ruhu, Modernist, Modernizm, el-
erhane, el-aklâne, el-ensene, İslâmi İlimler, Fazlurrahman, Hasan Hanefî, Muhammed
Arkoun, Muhammed Âbid el-Câbirî, Hasan Şâfiî, Câbirî, Tâhâ Abdurrahmân, Kur'an
Nassı, Nass, Hristiyanların, Laikler, Oryantalist, Tevrat, İncil, Kur'an, Sünnet, Ta´lil,
Lafzî mebhaslere, Ulûmü´l-Hadîs, usulüyle-füruuyla, Fıkhü´l-Felsefe, Tarihsel,
Sorbonne, el-Cedîde, Hermenotik, Semantik, Mantık, Cehd, Cihad, İntifâ, Seküler,
Münteda´l-Hikmeti li´l-Mufekkirîn ve´l-Bâhisîn, Seyyid Muhammed Nakîb el-Attâs,
Ömer Faruk Tokat
3. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
2
Taha Abdurrahman, Arapların “Fakîhü´l-Felsefe (Felsefe Fakihi)”, “Mağrib Filozofu”,
“Faslı Düşünür” gibi vasıflarla andığı bir ilim ve düşünce adamı.Fikhü´l-Felsefe,
Tecdîdü´l-Menheci fî Takvîmi´t-Türâs, Fî Usûli´l-Hivâr ve Tecdîdü İlmî´l-Kelâm, el-
Amelü´d-Dînî ve Tecdîdü´l-Akl, el-Lisân ve´l-Mîzân, Sü᾿âlü´l-Ahlâk Taha
Abdurrahman´ın kitaplarından bazıları. Sorbonne Üniversitesinde Dil felsefesi ve
Mantık Felsefesi üzerine iki ayrı doktora çalışması yaptı. Şimdi Fas´ta Üniversite
hocalığı yapmakta.
4. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
3
Şekil 1-Modernistlerin İzlediği Üç Yöntem. [Editör]
Ömer Faruk Tokat: Türkiye´deki İslâmi ilimler araştırmalarının
akademik tarafı üzerinde modernist yöntemin daha etkin olduğundan
söz etmek mümkün. Bu ise bir anlamda bir tür teksesliliğe sebep
olmakta. Adeta Fazlurrahman, Hasan Hanefî, Muhammed Arkoun,
Muhammed Âbid el-Câbirî ve aynı tandanstaki diğer isimlerin dışında
üretken kimseler yokmuş gibi bir hava oluşturulmaktadır. Sözgelimi
Hasan Hanefî âdeta yüceltilirken Hasan Şâfiî´yi kimse tanımamakta,
Câbirî gibi isimlerin kitaplarında Modernistlerin izlediği üç yöntem
vardır: el-erhane, yani nassı tarihî bağlamı içine hapsetmek. el-aklâne:
aklın sınırlarını aşan her şeyin yok sayılması. el-ensene: ilâhî olan her
şeyi beşerî, aklî ve tarihî düzleme indirgemek. Tercüme edilirken Tâhâ
Abdurrahmân gibi isimlerin çalışmalarından kimse sözetmemektedir.
el-Erhane
• Nassı tarihî bağlamı içine hapsetmek
el-Aklâne
• Aklın sınırlarını aşan her şeyin yok sayılması
el-Ensene
• İlâhî olan her şeyi beşerî, aklî ve tarihî
düzleme indirgemek
5. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
4
Soru şu: Öncelikle, siz modernist İslâm okumalarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Taha Abdurrahmân: Doğrusu bazı araştırmacıların yapmış olduğu Kurân
okumaları/yaklaşımları var. Bunların değerini bütünüyle inkar etmiyoruz. Ben bu
okuma biçimlerini “Kurân´ın modernist okuma biçimleri” olarak adlandırılan akıma
katıyorum. “Rûhu´l-Hadâse (Modernitenin Ruhu)” adlı kitabımda bu yaklaşımların
değerlendirme ve eleştirisini yaptım.
Ömer Faruk Tokat: Nassların tarihselliği vb. meselelere de
değindiniz mi?
Taha Abdurrahmân: O kitapta bu insanların sığındığı ve başvurduğu üç
stratejiden/yöntemden sözediyorum ve açıklıyorum. Birinci yöntemi “el-ensene
(beşerileştirme)” diye adlandırmamız mümkün. Yani bu, ilâhî nassı beşerî nassa
indirgeme çabasıdır. Bunu yaparken, ilâhî nassın kutsallık boyutunu yok etmekle
sonuçlanan belirli bir planı uyguluyorlar. Bir de diğerleri var (burada hocanın sözü
kesiliyor)
Ömer Faruk Tokat: Yani bir anlamda nassları dekonsakre etmek
mi?
Taha Abdurrahmân: Evet tam böyle bir şey. Nassı, ilâhî şartlarından kopararak beşerî
bir düzleme indirgemeye çalışıyorlar. Ben bu düzlemin şartlarıyla ilgili analizler ve
tahliller yaptım. Nasslar üzerindeki bu indirgemeci yaklaşımı tahlil ettim.
6. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
5
Bu araştırmacıların takip ettiği ve başvurduğu bir diğer yöntem, “el-erhane
(tarihselleştirme)” yöntemidir. Bunlar Kurân nassının hükmî değerini yok etmeye
çalışıyorlar. Yani hükümlerin uygulamaya dönük tarafını ve teşrîî değerini yok sayan
bir yöntemdir bu. Bizim “el-erhane” diye isimlendirdiğimiz tarihselleştirme yolunu
tutuyorlar. Bu, bütün hükümleri teşrîî düzlemden bu teşrîyi ihlal eden bir düzleme
indirgeme çabasıdır.
Başvurulan bir diğer yöntem ise, “el-aklâne (aklîleştirme)” yöntemidir. Yani Kurân
nassının, kendi tanımladıkları modern akla uymayan ve hissedilmeyen taraflarını
yadsıma meselesi. Gaybiyyâtı Modernister, modern bir okumadan sözederken
gerçekte taklitçi bir okuma biçimini benimsiyorlar. Bu okuma biçiminde modernlik
falan da yok.
“Görmek ve onu hissetmek mümkün değildir” gibi bir gerekçeyle nassın içerdiği gaybî
muhtevayı bütünüyle yok sayma çabası. Böyle yapanların yanlışı, görülmeyen ve
dokunulmayan her şeyi hatta gelecek zamanda bile görülmesi ve dokunulması
imkânsız olarak görmeleridir.
Özetlemek gerekirse bunların izlediği üç yöntem vardır: el-erhane, yani nassı tarihî
bağlamı içine hapsetmek. el-aklâne: aklın sınırlarını aşan her şeyin yok sayılması. el-
ensene: ilâhî olan her şeyi beşerî, aklî ve tarihî düzleme indirgemek.
Ancak bunu keşke kendi keşfettikleri/ürettikleri ve buldukları araçlarla ve
yöntemlerle yapsalar!!! Aksine bunu başkalarından naklettikleri araç ve yöntemlerle
yapıyorlar. Bu araçları Batıdan alarak, üstelik mutlak bir taklit ile alarak Kur´ân
nassına uyguluyorlar Mutlak bir taklit ile Hristiyanların, laiklerin ve oryantalistlerin
Tevrat ve İncil gibi kutsal metinleri inceleme yöntemlerini alıp hristiyânî şekliyle
7. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
6
Kurân´a uyguluyorlar. Üstelik bunu, bu yöntemleri keşfedenlerin belirlediği
bağlamda yapıyorlar.
Ömer Faruk Tokat: Peki modernistlerin bu yöntemleri gerçekten
kavradıklarını söylemek mümkün mü?
Taha Abdurrahmân: Bu da başka bir sorun. Onlar bu taklitlerinde, batının ortaya
koyduğu ilmî yöntemleri ve icrâî araçları özümseyecek kapasitede de değiller. Yani
orijinal yöntemler ortaya koyamadılar. Aksine batılıların yöntemlerini alıp olduğu gibi
İslâm ilim ve kültür mirasına uyguladılar.
Ömer Faruk Tokat: Müslümanlar´ın modernleşmesi gerektiğini
savunanlar, sıklıkla Kur´an ve Sünnet´ten de argümanlar devşirerek
“yeni bir İslam modeli” üretmeyi amaçlıyor. Pakistan´da, Mısır´da,
Türkiye´de ve daha pek çok yerde “modern İslam” adına yapılmış ve
yapılmakta olan çalışmalar var. Bunlar hakkında bir genel
değerlendirme yapar mısınız Burada bir “zaaf” olduğu kesin.
Modernistler bu zaafı “geleneği kutsallaştırmak” ya da “geleneğin
tutsağı olmak” şeklinde ifade ederken, ihtilafın diğer tarafı bunu “Batı
karşısında komplekse düşmek” ya da “Batı´nın değerlerini
kutsallaştırmak” olarak yaftalıyor. Neler söylemek istersiniz?
Taha Abdurrahmân: Kurân´ın yeniden ve modern bir şekilde okunmasını istiyorlar.
Onlarla bir yere kadar aynı kanaatte olabiliriz. İslâmî bir gelişme için Kurân
okumalarında bir yeniliğe ihtiyacımız olduğu hususunda onlara katılabiliriz
8. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
7
ancak yeni bir okuma yapılacaksa bunun orijini bize ait olmalı. Yani kendi
târihimizin tayin ettiği, kendi ilmî ve kültürel mirasımızın yönünü belirlediği
araçlar bulmamız gerekiyor. Ve yeni bir okumayı ancak böyle bir zemin üzerinde
yapabiliriz. Yoksa batılı araçları kopyalayıp Kurân nassı üzerine boca etmekle bu iş
olmaz. Diğer taraftan onlar modern bir okumadan söz ederken gerçekte taklitçi bir
okuma biçimini benimsiyorlar. Bu okuma biçiminde modernlik falan da yok.
Ömer Faruk Tokat: Modernizmin iddia ve söylemlerini
benimsemeyenler 2 grubu oluşturuyor :
1. Geçmişin aynen tekrarlanmasının biricik çözüm olduğunu
söyleyenler.
2. Geçmişten devraldığımız miras içinde hâlâ “işe yarar” unsurlar
bulunduğunu, bunlardan istifade etmek gerektiğini, ancak
geçmişin “olduğu gibi” tekrar edilemeyeceğini söyleyenler.
Sizin bu denklemdeki yeriniz ve görüşünüz nedir?
Taha Abdurrahmân: Geçmiş dönemin şartlarının gerektirdiği şekilde bir mazi
tekerrüründen sözetmek tabii ki aklen ve tarihî olarak mümkün değildir. Bununla
birlikte geçmişten vazgeçmek, onu bütünüyle bir tarafa bırakmak da mümkün
değildir. Zira geçmiş, zaman ve mekânda sürekliliği olan değerleri içermektedir. Söz
gelimi İslam ilim ve kültür mirasındaki değerler böyledir. Orada öyle insanî değerler
vardır ki zamanın geçmesiyle aşılması kesinlikle mümkün değildir. Bununla birlikte bir
takım şerî hükümler vardır ki insanlığa beşer aklının üretmiş olduğu vadî (pozitif)
9. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
8
hükümlerden daha çok hizmet etmiştir. Bu şerî hükümler neden pozitif hükümlerin
üstündedir Zirâ şerî ahkâm, insan aklının en son gelişim noktasında ulaşabileceği bir
zirve noktasında durmaktadır.
Şerî hüküm, insan aklı, kemâl noktasına ulaştığında ancak kavrayabileceği bir
hükümdür. Beşerî hüküm ise gelişimin tamamlamamış insan aklıyla ulaşılan eksik bir
hükümdür. Akıl gelişimini tamamlamadığı için beşerî hükümler şerî hükümlere
mutâbık değildir.
Ömer Faruk Tokat: Günümüzde Usul-i Fıkıh ilmi, kıyas maksatlı
“ta´lil”e ve “lafzî mebhaslere” fazlaca yer verdiği, Usul-i Hadis ilmi ise
hem tek bir mezhebin (Şafiî mezhebi) görüşleri doğrultusunda takarrur
ettiği, hem de rivayetlerin sıhhat değerlendirmesinde ağırlıklı olarak
senedi ön plana aldığı gerekçesiyle eleştiriliyor. Usul-i Fıkh´ın
tümevarımcı bakış açısını temsil eden “makasıd” merkezli bir yapıya,
Usul-i Hadis´in de sıhhat kriterlerini Kur´an´ı merkeze alan bir yaklaşım
üzerine bina edilmesi gerektiği söyleniyor. Hatta bütün ilimlerin
usulüyle-füruuyla, rivayetiyle-dirayetiyle Arap aklının (ya da daha
genel olarak “Ortadoğu aklı”nın) tarihin belli bir dönemindeki
işleyiş biçimiyle teşekkül ettiği söyleniyor. Bu konuda neler
söylersiniz?
Taha Abdurrahmân:“Bize dışardan taşınmış her kavrama doğruluğu sâbit oluncaya
kadar karşı çıkarız. Yani onu eleştirir ve tahlil ederiz. Kendi medeniyetimizin
kavramlarını ise yanlışlığına dair bir delil bulunmadıkça kabul ederiz.”
10. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
9
Usûl ilmiyle ilgili ileri sürülenlerden başlayacak olursak, her ilmin zamanla
geliştirilmeye muhtaç olduğu açıktır. Fakat “usûl ilmi ancak lafzî mebhaslardır,
dolayısıyla bu zaman için elverişli değildir” iddiasını dillendirenlere ben meydan
okuyorum. Kadîm usûlî asrın istidlâlî gücünde, o çapta bir söylem üretebiliyorlar
mı? Kadîm usûlcülerin aklî, istidlâlî ve istişkâlî olarak meseleleri ele aldığı çapta
ve derinlikte bir usûl yazma gücü bunlarda yok. Yani kadim usûlcülerin usûlî
meseleleri çözme ve onlar üzerine deliller serdetme konusundaki yeterlilik bu
gün çağdaş yöntemler geliştirmekten söz eden modernistlerde
bulunmamaktadır. Ayrıca Usûl-i fıkıh lafzî mebhaslardan ibaret olmayıp muhtelif ve
mütaddid şerî kaynaklardır. Şerî hükümleri bu kaynaklarla irtibatlandırmak için bütün
mümkün yöntemleri kullanarak ictihad yapabilirsiniz. Orada istihsan vardır, istishab
vardır, örf, ahlak ve makâsıd vardır. Lafzî mebhas ise nassın mazmûnunu anlamak ve
mevcut istidlâl yöntemlerini bilmek için usûlün başlangıcında bulunan lugavî bir
giriştir. Dili ve lafızları bilmeden hiçbir şey mümkün olmaz.
Lafızları tanıyarak bir ilme giriş yapmak ise bütün ilimler için sözkonusu olan meşru
ve normal bir şeydir. Sözgelimi fizik kavramlarını bilmeden fiziği öğrenmek mümkün
değildir.
Ulûmü´l-Hadîs meselesine gelirsek, hadisi yerenlere şunu demek lazım: nassların
tarihsel kritiği diye adlandırdığınız şeyi batılılar daha hiç bilmiyorken muhaddisler
onu hadis nasslarına tatbik etmişlerdir. Muhaddisler nassın ve rivâyetin tarihi
üzerinde durur ve rivâyeti zabtederlerdi. Rivâyetlerin kendi içinde karşılaştırmasını
yapmışlardır. Bu bir târihsel kritiktir. Onlar bu târihsel kritiği uygulamışlardır. Bu
yüzden ben mustalahu ilmi´l-hadîs´in modern târihsel kritik denen şeyi asırlar
öncesinden aştığını düşünüyorum.
11. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
10
Ömer Faruk Tokat: Bir de, modern kavramları rastgele kullanma
sorunu var.
Taha Abdurrahmân: “Fıkhü´l-Felsefe” adında bir kitap yazdım. Bu kitabın birinci
bölümünde felsefî kavram konusu ele alınmaktadır. Yani kavramlar bilgiye götüren
girizgahlardır ve insanın marifî gidişatını zaptetmeye götüren bir giriş
mesabesindedir. Dolayısıyla bu gün kullandığımız bu kavramları yeniden gözden
geçirmemiz gerekir. Senin de işaret ettiğin üzere biz kavramları aslî şekliyle
kullanıyoruz ama diğer taraftan bunun kendi gerçekliğimizle irtibatları olmayabiliyor.
Yani bizim gerçekliğimiz bu kavramlara mutabık değil. Bu yüzden kavramları yeniden
gözden geçirmek gerekir. Fas´ta çok bilinen bir sözümü sizinle de paylaşayım: “Bize
dışardan taşınmış her kavrama doğruluğu sâbit oluncaya kadar karşı çıkarız. Yani onu
eleştirir ve tahlil ederiz. Kendi medeniyetimizin kavramlarını ise yanlışlığına dair bir
delil bulunmadıkça kabul ederiz.” Çünkü dışardan gelen kavram bizden ayrı bir
dünyada üretilmiş olup bize ithal edilmiştir. Diğer taraftan kendi medeniyetimizin bir
kavramı bizim kendi şartlarımızda, vakıamıza uygun olarak ortaya çıkmış ve
şekillenmiş olduğu için onu canlandırırız. Dolayısıyla bize ait bir kavramın bu güne
elverişli olmadığı tesbit edilmedikçe biz onu kullanırız. Elverişliliği sabit olmazsa onu
bırakır yerine yeni bir kavram inşa ederiz. Dışardan ithal edilen kavramları ise her
zaman bir kritiğe ve tahlile tabi tutmalıyız. Bunu da onu reddetmeye koşullanmış
olarak değil; kendi gerçekliğimize ne kadar uygun olduğunu tespit etmek amacıyla
yapmalıyız. Yoksa burada kritik ve eleştiri derken reddetmeyi ve yadsımayı
kastetmiyoruz. Maksat bize dışardan gelen bir şeyin mahiyetini tespit etmek ve
başkalarından aldıklarımızın aracılığıyla, kavramları tespit etme melekesi
kazanmaktır.
12. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
11
Ömer Faruk Tokat: Bizde akademik ortamlarda sadece bir akımın sesi
çıkıyor ve aynı akımın mensupları meşhur ediliyor. Türkiye ilim
çevrelerinin sizi daha yakından tanıması için biraz kendinizden
bahseder misiniz Taha Abdurrahmân kimdir?
Taha Abdurrahmân: Fas´ta Rabat´ın 200 km. kuzeyinde el-Cedîde şehrinde doğdum.
İlk ve orta eğitimimi Fas´ta, yüksek öğrenimi ise Fransa´da tamamladım. Sorbonne
Üniversitesinde iki doktora çalışması yaptım. Felsefe eğitimini Fransızca aldım. İlk
doktoram dil felsefesi, ikincisi ise mantık felsefesi üzerineydi. Aynı zamanda
mantıkçıyım ve modern mantıkla ilgili çalışmalarım var.
Ömer Faruk Tokat: Öyleyse bazıları tarafından âdeta kutsanan
hermenotik, semantik vb. kavramları çok iyi biliyorsunuz
(gülüşmeler) Modernistler orijinal bir şey ortaya koymadılar
yalnızca batılı bilgi araçlarının nakilcileri oldular.
Taha Abdurrahmân: Bu kavramlara tutunanlar gerçekte bu kavramları abartıyorlar
ve karıştırıyorlar.
Ömer Faruk Tokat: Evet hocam kendinizden bahsediyordunuz.
Taha Abdurrahmân: Mantık eğitimimi tamamladıktan sonra Fas´a geldim ve
üniversitede hocalık yapmaya başladım. Birçok kitabım var. Şimdilerde İslâm ilim ve
kültür mirasını bilmeyenlerin yaydığı genel kabulleri sorgulayan ve bu kabulleri iptal
13. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
12
eden bir çalışmayla meşgulüm. Bunun da ötesinde asıl gayem İslâmî usûl üzerine
kurulu yeni bir felsefe inşa etmek. Kavramları bütünüyle İslâm ilim ve kültür
mirasından ve islâmın asıl kaynakları olan Kurân ve sünnetten alınmış bir felsefe. Bu
felsefenin tabii ki aklî yönü de olacak. İthal Batı felsefelerinin akılcılığından farklı
olmayan bir aklî boyutu olacak. Aynı zamanda dînî asıllara dayalı bir felsefe. Ancak bu
gün felsefe ile meşgul olanlar ya bu asılları gizliyorlar ya da sekülerleştiriyorlar. Yani
dinî bağlamından kopararak muhtelif düzlemlere taşıyorlar. Doğrusu biz kaynağı
kendimiz, tarihimiz ve kendi gerçekliğimiz olan kendi felsefemizi inşa etmek
durumundayız.
Bu bağlamda bazı çalışmalar da yaptım. Mesela intifâda kavramının, Filistin
intifâdasının felsefesini yapmaya çalıştım. Yani onu siyasî bir kavram olmaktan öte
felsefî bir kavram olarak ele aldım. Daha sonra batının bu gün yaşadığı ama felsefesini
yapmadığı kavramları tahlil ettim. Bu gün dünyada tanık olduğumuz vekâha
kavramını inceledim ve bunun felsefesini yaptım. Cehd ve cihad gibi bir takım
kavramların felsefesini yaptım.
Felsefe, batı dünyasındaki felsefelerin üzerine kurulduğu metodik ve aklî zemin
üzerine kuruludur. Allah´a hamdolsun ben bu hususta, başkasının yapmadığı yeni
şeyler yaptım. Batı kültür ve felsefe geleneğini çok iyi biliyorum ama hiçbir zaman
başka yerlerden nakilcilik yapmıyorum. Birkaç dil biliyorum. Batının ürettiklerine
muttali olmak için eski kadîm diller biliyorum. Ancak batılıları taklit ve onların
değerlerini aktarmak vb. yollara tevessül edip de kendimi egemen değerlere
kesinlikle teslim etmeyeceğim. Fakat onlardan yararlanırım, irtibatımı sürdürürüm ve
onları eleştiririm. Doğru olanı ve batı ırkçılığının cüziyyatıyla ilişkisi olmayıp icrâî
14. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
13
boyutu olanları Müslümanlara ve Müslüman olmayanlara fayda veren bir insanlık
mirası olarak alıp kullanırım.
Ömer Faruk Tokat: Biz kitaplarınızı inşallah Lübnan´daki el-
Merkezü´s-Sakâfî el-Arabî´den temin edeceğiz ama siz
kitaplarınızdan biraz bahsedebilir misiniz ?
Taha Abdurrahmân: Farklı kitaplarım var. Ancak şu an burada konuştuklarımızı ele
alan ve bu konuda size faydalı olabilecek olanı “Rûhü´l-Hadâse”dir. Bu kitapta şunu
söylüyorum: Modernite bir takım ilkeler üzerine kuruludur. Ancak bu ruhun
uygulamasında, moderniteden olmayan fakat bu adamların moderniteye nisbet
ettiği kabuller eşlik etmiştir. Dolayısıyla modernitenin ruhunun tatbikinden türeyen
bu kabulleri çıkarmamız gerekiyor. Modernitenin ruhunu üç ilkeyle sınırlandırdım. er-
rüşd diye adlandırdığım ilke, nakd ilkesi ve kapsamlılık ilkesi. Bunun dışında kalan her
şey rasyonalizme ve modernizme nisbet edilen kabullerdir. Hâlbuki bunlar gerçekte
batı toplumuyla ilgili kabuller olup bunların yerine kendi kabullerimizi koymamız
mümkündür. Rüşd, nakd ve kapsamlılık ilkelerini ise kullanırız. Faaliyetlere gelirsek
“Münteda´l-Hikmeti li´l-Mufekkirîn ve´l-Bâhisîn (Düşünür ve Araştırmacalar İçin
Hikmet Kulübü)”nün başkanıyım.
Ömer Faruk Tokat: Hocam Hasan Hanefî´yi nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Taha Abdurrahmân: Hasan Hanefî beni kişisel olarak da tanır. O bilgisi çok ama kafası
karışık bir adamdır.
15. e-Mülâkât IV – Taha Abdurrahman ile Mülâkât
14
Ahmed Dimyâtî (Endonezyalı): Hocam bizde, Endonezya´da da Seyyid Muhammed
Nakîb el-Attâs´ın genç kuşak üzerinde bir etkisi var. Bazı gençler kendisinden dersler
alıyorlar.
Taha Abdurrahmân: Attâs, Müslüman bir filozoftur.
14 kitap yazdım. Hepsi teknik ve zor kitaplar. Kolay olduğunu söyleyemeyeceğim ama
Müslümanların bu gün karşı karşıya kaldığı sorunları çözen kitaplar bunlar. Batılı bilgi
araçlarını çok iyi bilen Müslümanlara ihtiyacımız var. Bu araçları çok iyi bilmeliler ki,
İslam ilim ve kültür mirasına boca edilen bu taklitçi uygulamaları kritik edebilsinler.
Eğer insan batılı bilginin araçlarını iyi bilmezse bunu yapamaz. Böyle olunca da
modernistler seküler çalışmalarıyla kalplere nüfuz edebilirler. Onlar nakilci bir yenilik
getiriyorlar. Orijinal bir yenilik değil; nakilci bir yenilik getiriyorlar. Modernistler
orijinal bir şey ortaya koymadılar yalnızca batılı bilgi araçlarının nakilcileri oldular.
Bunların getirdiği bu yenilik Yeni olan her zaman dikkat çeker. Bu yüzden İslam
kültürünü çok iyi bilen ama aynı zamanda modern kültürü de iyi bilen insanlara ihtiyaç
var.
Abdurrahman, T. (2014, Aralık 16). Taha Abdurrahman ile Mülâkât. (Ö. F. Tokat, Röportaj Yapan)
Aralık 19, 2014 tarihinde http://sahniseman.org/taha-abdurrahman-ile-mulakat/ adresinden
alındı