Gençler Entelektüel Obeziteyle Malül! - Ebubekir Sifil [WhitePaper]Ebubekir Sifil
Bismillah.
Kıymetli Kardeşlerimiz,
Ebubekir Sifil hocanın Genç Dergi Temmuz 2010 için verdiği Mülâkatını sizler için WhitePaper'a dönüştürerek, istifadenize sunuyoruz.
İlginiz için teşekkür ederiz.
Saygılarımızla.
إنّ مفهومَي "الشيعة" و"أهل البيت" كادا يصبحان مترادفين؛ نتيجة الدعاية الفعّالة للشيعة الإمامية على وجه الخصوص. بينما يقَدّم
تبني الإيديولوجية الرافضية كالطريق الوحيد الذي لا بد منه لمحبة "أهل البيت" والاقتداء بهم، والحفاظ على حقوقهم؛ يشاع من جانب
آخر أن "السُّنِّيَّةَ" هي عنوان العداوة ضد أهل البيت، وأن اتخاذ أهل السنة أعداءً، وإضمارَ الضغينة عليهم نتيجةٌ طبيعيةٌ وضروريةٌ لمحبة
أهل البيت... إن أكبر خيانة في حق أهل البيت هي جعلهم ذريعة لتشريع الإديولوجية الرافضية بأن يُقلب التاريخ والحقائق رأساً على
عقب؛ وذلك هو الذي يفعله الروافض بالتحديد!
Ebubekir Sifil hocanın İlim ve İrfan dergisi Aralık sayısında kaleme aldığı “Müslümanlığımızın Sünnet-i Seniyye ile İlişkisi” konu başlıklı makalesidir.
Merhum Zahid’ül Kevserî Hocaefendi, İttihat Terakki’nin ve onun uzantısı Türkiye Cumhuriyeti’nin Müslüman Anadolu topraklarını İslâmsızlaştırma çabalarına karşı dimdik ayakta duran sayılı âlimlerden biridir. Rejimin suikast girişimleri ve baskıları neticesi Mısır’a hicret eden Zahid’ül Kevserî Hocaefendi, burada da Efgani ve Abduh’un sapkın görüşleriyle mücadele etmiş, Ehl-i Sünnet’in sapmaz çizgilerini hocalara ve halka anlatmıştır. Hocaefendi 54 eser kaleme almış ama maalesef bu eserlerden çoğu ‘kayıp’ durumdadır. Rıhle Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Ebubekir Sifil Hoca, Zahid’ül Kevserî Hocaefendi’nin külliyatını bizlere ulaştırma gayretiyle uzun süredir çalışmalarını sürdürüyor. Bu çalışmalarının ilk neticesini geçtiğimiz günlerde verdi ve Sifil Hoca Makâlâtu’l Kevserî yayınladı. Ebubekir Sifil’le hem Zahid’ül Kevserî Hocaefendi’yi hem de hâlimizi konuştuk.
Ebubekir Sifil hocanın Hüküm Dergisi Kasım 2014 sayısına yazmış olduğu İmam Ahmed, Zalim Sultan Hadisleri ve İslamoğlu'nun Son Numarası başlık makalesidir.
Gençler Entelektüel Obeziteyle Malül! - Ebubekir Sifil [WhitePaper]Ebubekir Sifil
Bismillah.
Kıymetli Kardeşlerimiz,
Ebubekir Sifil hocanın Genç Dergi Temmuz 2010 için verdiği Mülâkatını sizler için WhitePaper'a dönüştürerek, istifadenize sunuyoruz.
İlginiz için teşekkür ederiz.
Saygılarımızla.
إنّ مفهومَي "الشيعة" و"أهل البيت" كادا يصبحان مترادفين؛ نتيجة الدعاية الفعّالة للشيعة الإمامية على وجه الخصوص. بينما يقَدّم
تبني الإيديولوجية الرافضية كالطريق الوحيد الذي لا بد منه لمحبة "أهل البيت" والاقتداء بهم، والحفاظ على حقوقهم؛ يشاع من جانب
آخر أن "السُّنِّيَّةَ" هي عنوان العداوة ضد أهل البيت، وأن اتخاذ أهل السنة أعداءً، وإضمارَ الضغينة عليهم نتيجةٌ طبيعيةٌ وضروريةٌ لمحبة
أهل البيت... إن أكبر خيانة في حق أهل البيت هي جعلهم ذريعة لتشريع الإديولوجية الرافضية بأن يُقلب التاريخ والحقائق رأساً على
عقب؛ وذلك هو الذي يفعله الروافض بالتحديد!
Ebubekir Sifil hocanın İlim ve İrfan dergisi Aralık sayısında kaleme aldığı “Müslümanlığımızın Sünnet-i Seniyye ile İlişkisi” konu başlıklı makalesidir.
Merhum Zahid’ül Kevserî Hocaefendi, İttihat Terakki’nin ve onun uzantısı Türkiye Cumhuriyeti’nin Müslüman Anadolu topraklarını İslâmsızlaştırma çabalarına karşı dimdik ayakta duran sayılı âlimlerden biridir. Rejimin suikast girişimleri ve baskıları neticesi Mısır’a hicret eden Zahid’ül Kevserî Hocaefendi, burada da Efgani ve Abduh’un sapkın görüşleriyle mücadele etmiş, Ehl-i Sünnet’in sapmaz çizgilerini hocalara ve halka anlatmıştır. Hocaefendi 54 eser kaleme almış ama maalesef bu eserlerden çoğu ‘kayıp’ durumdadır. Rıhle Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Ebubekir Sifil Hoca, Zahid’ül Kevserî Hocaefendi’nin külliyatını bizlere ulaştırma gayretiyle uzun süredir çalışmalarını sürdürüyor. Bu çalışmalarının ilk neticesini geçtiğimiz günlerde verdi ve Sifil Hoca Makâlâtu’l Kevserî yayınladı. Ebubekir Sifil’le hem Zahid’ül Kevserî Hocaefendi’yi hem de hâlimizi konuştuk.
Ebubekir Sifil hocanın Hüküm Dergisi Kasım 2014 sayısına yazmış olduğu İmam Ahmed, Zalim Sultan Hadisleri ve İslamoğlu'nun Son Numarası başlık makalesidir.
Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tâhlil] dosyasında yayınlıyoruz. [Tâhlil] üçüncü sayısında; Şarkiyatçı olarak da bilinen Oryantalistlerin Hadisler üzerindeki operasyonlarını, Cibril Hadisi olarak bilinen rivâyet bağlamında, nasıl icra edildiğine değiniliyor.
azar: İmam Muhammed Zahid Kevserî (ra)
20. Asrın Mısır’ı, Modernizm illetinin doğduğu ve olumsuz an-lamda etkili olduğu coğrafyaların başında gelir. İtikadi ve ameli noktalarda sapmaların doruk noktasına ulaştığı bu coğrafyada “yeni” diye adlandırılan bu fikirler, gazete ve dergilerde neşredilen makaleler ile çeşitli matbaalarda tab edilen risale ve eserler vasıtasıyla kamuoyuna yayılmıştır.
Diğer taraftan Ehli sünnet alimleri de aynı şekilde, çeşitli dergi ve gazetede neşredilen makaleleri ve kaleme aldıkları risale ve kitaplarıyla bu akıma karşı durmuşlar ve her daim İslam adına onlarla mücadeleyi sürdürmüşlerdir.
Muhammed Zahid el-Kevserî’nin Nazra Âbira isimli bu eseri, Şeltut’un mevzubahis fetvası ile beş makalesine reddiyedir. Kevserî, reddiyesinin planını mezkur makalelere göre kurmuştur. Nazra Âbira beş ana başlıktan oluşmakta ve her başlıkta sırasıyla Şeltut’un makaleleri iredelenmektedir. Ancak zaman zaman Şeltut’un ilgili fetvası da mevzubahis edilmiştir. Bu yüzden Nazra Âbira’nın hem mezkur fetvaya hem de beş makaleye reddiye olduğunu söyleyebiliriz.
Satın alma için: www.rihlekitap.com'u ziyaret edebilirsiniz.
İslam’ın bize yüklediği “başkasına benzememe” mükellefiyetinin temelinde bizim fıtrî değerlere bağlılıktan gelen üstünlüğümüzün bulunduğu en temel bir hakikattir. Hakkı bâtıla bulamak neyse, hak ehlinin kendisini bâtıl ehline benzetmek suretiyle onlara bulanması da odur! Kişi, sadece gayrimüslimlere mahsus kıyafetleri giydiği için kâfir olmaz, ama itikadını bozmadan da gayrimüslimlere mahsus kıyafetleri giymez. Bid’at ehline benzememe konusunda karşılaştığımız bu büyük hassasiyet bizi, küfür ehline benzememe noktasında ne kadar büyük bir sorumluluğun beklediği konusunda derinden sarsmalıdır. Allame el-Münâvî meselenin hassas noktasına dokunuyor ve şunları söylüyor: “Bir kısım âlimler şöyle demiştir: Başkalarına benzeme durumu bazen itikat ve irade/kasıt gibi kalbî/soyut konularda, bazen de söz ve fiil gibi haricî/somut alanlarda vuku bulur. Aynı şekilde ibadet ve –yemek, elbise, evlenme, toplanma-ayrılma, yolculuk, ikamet, binek… gibi– âdet ve uygulamalarda da benzeme söz konusu olur. Zahirle batın, içle dış arasında irtibat ve münasebet vardır.
İnsanımız şunu anlamalı: Meal okuyarak din öğrenilmez. Öyle olsaydı, meal olgusunun ortaya çıkıp yaygınlaştığı modern zamanlara gelinceye kadar bu ümmetin dininden-imanından habersiz yaşadığını söylememiz gerekecekti! Kur'an ve Sünnet'in bizden ne istediğini tam anlamıyla kavrayabilmek için, öncelikle belli bir Usul'e ihtiyaç vardır. İşte mezhep bize bu Usul'ü ve bu Usul doğrultusunda ortaya konulmuş füruu/pratiği veren biricik sistemdir. Bu noktada yaşanan bir kafa karışıklığına parmak basmanın sırasıdır: "Kur'an ve Sünnet elimizde olduğu halde mezhep imamlarının ve ulemasının görüşlerine niçin ihtiyacımız olsun?" derler.
İmam Gazali Hazretleri’ni tek bir vasfa indirgeyerek anlatmaya çalışmak doğru olmaz. Onu İmam-ı Gazali yapan, onu büyük yapan birden vasfa aynı anda sahip olması, birden fazla misyonu yerine getirmiş olması dolayısıyla hepsini aynı anda bahis konusu etmemiz lazım. İmam Gazali’nin sahip olduğu arka planı, alt yapıya sahip olamadan bu vadiye girdiğinizde Allah korusun hata yapmanız kaçınılmaz oluyor. Üç mesele söylüyor Tehafütü’l-Felasife’nin girişinde. Bunlar, âlemin kıdemi meselesi, haşr-ı cismani meselesi bir de Allahu Tealâ’nın cüz’iyyatı bilemeyeceği meselesi. . İmam Gazali gibi yıldız isimlere günümüzde çok ihtiyaç var. Ümmetin çok ihtiyacı var. Allah bizi onların rehberliğinden mahrum etmesin.
Güz 2015 döneminde Dinler Tarihi dersi ile pilot uygulama olarak verilecek olan Mişkâtü'l Mesâbîh dersi açık ders olarak ücretsiz sunulacaktır. Kayıt için: www.ruzem.org 'u ziyaret ediniz.
Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tâhlil] dosyasında yayınlıyoruz. [Tâhlil] ikinci sayısında; İmamiye Şiası tarafından çokca istismar edilen Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e bakışını Ebubekir Sifil hocanın, RIHLE Dergisi 17. sayısında, kaleme aldığı yazıyı paylaşıyoruz.
İslamî İlimleri Ebubekir Sifil hoca yönetiminde mütehassıs hocalardan, usulüne uygun biçimde öğrenmek isteyenler için yepyeni bir imkân!
Lise mezunu olup, bir yandan İslamî ilimleri medrese sistemiyle tahsil ederken diğer yandan Lisans (Açıköğretim), Yüksek Lisans ve Doktora eğitimine kadar uzanan süreçte üniversite eğitimini de tamamlamak isteyen genç ilim yolcuları arzu ettikleri imkâna kavuşuyor!
Başvuru ve detaylı bilgi için: http://shnsmn.co/iiep2017
Fıkh’ı, “müslümanların önünü açmakla görevli bir mekanizma” olarak görme eğiliminin giderek ısrara dönüşmekte olduğu bir ortamda, “ahiretimiz için neyin zararlı olduğu” değil, “dünyamız için neyin faydalı olduğu” sorusu ve endişesi ön plandadır. Seküler dünyanın talepleri, dayatmaları, kuşatmaları karşısında –”direnmek” şöyle dursun–, “uyum sağlama”yı hayat ilkesi edinmiş müslümanların, Fıkh’a “durumu meşrulaştırıcı” bir misyon yüklemesi kaçınılmaz olmaktadır.
Fıkıh’la ilişkimizdeki tayin edici faktör, dünya merkezli/seküler tercihlerimiz olunca Fıkıh da dünyayı ahirete yönelik olarak tanzim etmenin vahiy merkezli zemini olmaktan çıkıp, dünyayı dünya için tanzim eden “hukuk”a dönüşmektedir. Üstelik de pek çok boyutu tırpanlanmış olarak…
Elinizdeki kitap, esas itibariyle bu kırılmanın İslamî ilimlerin hemen tamamına taalluk eden tezahürlerini mercek altına almaktadır. Sorulan sorular, hükmü merak edilen fer’î-fıkhî meselelerle sınırlı olmayıp, bütünüyle Din telakkimizi ilgilendiren alanları ihata etmektedir. Akaid/Kelam başta olmak üzere bütün İslamî ilimlerle ve Kur’an-Sünnet başta olmak üzere edille-i şer’iyyenin hemen tamamıyla ilgili soru ve cevapları ihtiva eden bir kitabın özet/muhtasar olması mümkün değildi. Bu sebeple sorulara “el-Cevap: Caizdir/değildir” demekle yetinilmemiş, kimi zaman soruların arka planına da inilerek detaylı cevaplar verilmeye çalışılmıştır.
Ebubekir Sifil hocanın kitabı Hikemiyât Çıktı!
Ayrıntılı bilgi için: http://bit.ly/KalbiSelim
Önsöz'den
İslam Dünyası ve Türkiye olarak Din'in anlaşılması noktasında son iki asırdır hep bir arayışın, tereddüdün, şüphenin ve tartışmanın içinde bulunuyoruz. Sürekli tartışıyor, bölünü-yor, azalıyoruz.
Doğru nerede, kim haklı, ne yapmalıyım?... Bunun adı "kriz"dir ve biz, bizi bu krizin içine kimlerin ittiğini dahi düşünmeden tabir yerindeyse başımızı bir o yana bir bu yana vurup duruyoruz.
Bu hay-huy içinde bizi yakîne, itmi'nana ve felaha götürecek olanın "kalb-i selîm" olduğunu akılda tutacak mecalden yoksunluğa da mahkûm ediyoruz kendimizi. Bu sebeple öğrendiğimiz hiçbir yeni bilgi, yaşadığımız hiçbir yeni durum bize sekinet getirmiyor.
Yaşadığımız aldatıcı huzur durumları olmuyor değil; ama dürüstlük gibi bir derdi olanlar, hissettiğimizin, bir "kopuş"un, bir "savruluş"un aldatıcı hazzı olduğunu itirafta tereddüt göstermeyecektir.
Bizi dışa dönük yaşamaya; ötekini, dış dünyayı, "ümmeti" kurtarmaya, Din'i "yeniden keşfetmeye" kilitleyen bu tehlikeli gidişat, yaklaşan felaketimizin işareti aslında.
Kalbimizi bu şekilde ihmale devam ettikçe, genişleyen malumat dağarcığımızla birlikte hızla eriyen takva hassasiyetimiz, bilgimiz art-tıkça artan cesaretimizle beraber gittikçe yüzümüzü ahiret istikametinden çevirecek ve bir "oyun ve eğlenceden ibaret" "dünya hayat"a râm eden bu "çürüme" süreci devam edecek.
Malumat dağarcığımız genişledikçe cesaretimiz artıyor; takvamız ve ahiret endişemiz azalıyor. Oysa elde ettiğimiz "ilim" olsaydı, bizi daha temkinli/ihtiyatlı cümleler kurmaya zorlayacaktı; dünyadan uzaklaştırıp ahirete yaklaştıracaktı. Özellikle genç nesil…
En iyi durumda olanlar "bu dini daha iyi nasıl yaşarım; ne yaparsam kâmil bir imana ve takvaya ulaşır ve kurtulurum"dan ziyade, "ne yaparsam daha çok şey bilen ve başkalarını kurtaran insan durumuna gelirim" diye bir arayışın içinde.
"Önceleri kişinin ilmi, dünyaya buğzunu ve onu terkini artırırdı. Bugünse kişinin ilmi, dünya sevgisini ve arzusunu artırıyor. Önceleri kişi, ilmi doğrultusunda malını infak ederdi. Şimdi ise ilmiyle para kazanıyor.
Önceleri alim kişi, zahiren ve batınen kendisini geliştirirdi, bugünse pek çok ilim ehlinin, zahiren ve batınen fesada uğradığı görülüyor."
Zünnûn el-Mısrî (rh.a) kendi dönemi için bu tesbiti yaparken bugünü de görmüş müdür bilemeyiz, ama bir şeyi çok iyi biliyoruz: Bu tesbit o günden ziyade bugünü anlatıyor.
Bizi içten içe çürüten bu gidişi durdurmak ve dengeyi ya-kalamak zorundayız. Modern hayat bizi vakum gibi içine çekerken ömür sermayesi her geçen gün biraz daha eriyor. Yol zorlu, yük ağır ve süre kısıtlı.
Kendimiz için en hayırlı olanı yapmaya muvaffak ol
Yazar: Salim Öğüt
Günümüzde gelinen son noktadan bakıldığında görülen manzara şudur: Bazı ilahiyatçılar dini, bir din âlimi sıfatıyla değil, din bilimci sıfatıyla incelemektedirler. Bunun ne anlama geldiğini görmek için din âlimi ile din bilimci arasındaki farkın bilinmesi gerekir.
“Bir teolog (:din âlimi) ile din bilimci arasındaki fark, birinin dini vahiy eksenli anlamaya diğerinin ise bilim perspektifi içinden bir dini veya tüm dinleri anlama ve açıklamaya çalışmasıdır. Hristiyanlık’ta üniversitelerin teoloji bölümlerindeki Kutsal Kitap çalışmaları, misyonoloji (misyon bilimi) İslamiyet’te ilahiyat fakültelerindeki fıkıh, hadis, tefsir, kelam gibi alanlarla, dinleri sosyoloji, psikoloji, antropoloji, tarih gibi sosyal ve beşerî bilimler perspektifinden ele alan Din Sosyolojisi, Din Psikolojisi, Din Antropolojisi Din Fenomenolojisi gibi çeşitli alanlar birbirlerinden önemli ölçüde ayrılmaktadır. Teolojide Allah, peygamber ve kutsal kitap apriori olarak bir mutlak gerçek kabul edilip dinin insandan ve toplumdan ne istediği öğrenilmeye çalışılır. Oysa din bilimlerinde dinin bireyde, toplum ve kültürdeki yeri dinin metafizik veya dogmatik yönü metafizik kökeni üzerinde durulmaksızın araştırılıp açıklanmaya çalışılır.”
Satın alma için: www.rihlekitap.com'u ziyaret edebilirsiniz.
İlk yazımdan itibaren tarih sırasına göre sıralanmış olup her 50 yazı ayrı bir ciltte değerlendirilecektir. Böylece geri dönüp bakmak ta kolay olacaktır. Şimdi elinizdeki bu kitap 3. Cilt olarak hazırlanmıştır.
Dünya genelinde sanal sınırların kalkması ve iletişimin sınırlarının savrulduğu diğer manada globalleşen dünyada evlatlarımıza yaşam kodlarını, iman ve ahlak, algı ve yapılarımızı nasıl aktarıp, geleceğe geçmişi ile bağları sağlam, ama geleceğe de yön verebilecek gençler ya da nesiller yetiştirebilecek miyiz? Yoksa sadece izleyip kendi haline mi bırakacağız?
Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tâhlil] dosyasında yayınlıyoruz. [Tâhlil] üçüncü sayısında; Şarkiyatçı olarak da bilinen Oryantalistlerin Hadisler üzerindeki operasyonlarını, Cibril Hadisi olarak bilinen rivâyet bağlamında, nasıl icra edildiğine değiniliyor.
azar: İmam Muhammed Zahid Kevserî (ra)
20. Asrın Mısır’ı, Modernizm illetinin doğduğu ve olumsuz an-lamda etkili olduğu coğrafyaların başında gelir. İtikadi ve ameli noktalarda sapmaların doruk noktasına ulaştığı bu coğrafyada “yeni” diye adlandırılan bu fikirler, gazete ve dergilerde neşredilen makaleler ile çeşitli matbaalarda tab edilen risale ve eserler vasıtasıyla kamuoyuna yayılmıştır.
Diğer taraftan Ehli sünnet alimleri de aynı şekilde, çeşitli dergi ve gazetede neşredilen makaleleri ve kaleme aldıkları risale ve kitaplarıyla bu akıma karşı durmuşlar ve her daim İslam adına onlarla mücadeleyi sürdürmüşlerdir.
Muhammed Zahid el-Kevserî’nin Nazra Âbira isimli bu eseri, Şeltut’un mevzubahis fetvası ile beş makalesine reddiyedir. Kevserî, reddiyesinin planını mezkur makalelere göre kurmuştur. Nazra Âbira beş ana başlıktan oluşmakta ve her başlıkta sırasıyla Şeltut’un makaleleri iredelenmektedir. Ancak zaman zaman Şeltut’un ilgili fetvası da mevzubahis edilmiştir. Bu yüzden Nazra Âbira’nın hem mezkur fetvaya hem de beş makaleye reddiye olduğunu söyleyebiliriz.
Satın alma için: www.rihlekitap.com'u ziyaret edebilirsiniz.
İslam’ın bize yüklediği “başkasına benzememe” mükellefiyetinin temelinde bizim fıtrî değerlere bağlılıktan gelen üstünlüğümüzün bulunduğu en temel bir hakikattir. Hakkı bâtıla bulamak neyse, hak ehlinin kendisini bâtıl ehline benzetmek suretiyle onlara bulanması da odur! Kişi, sadece gayrimüslimlere mahsus kıyafetleri giydiği için kâfir olmaz, ama itikadını bozmadan da gayrimüslimlere mahsus kıyafetleri giymez. Bid’at ehline benzememe konusunda karşılaştığımız bu büyük hassasiyet bizi, küfür ehline benzememe noktasında ne kadar büyük bir sorumluluğun beklediği konusunda derinden sarsmalıdır. Allame el-Münâvî meselenin hassas noktasına dokunuyor ve şunları söylüyor: “Bir kısım âlimler şöyle demiştir: Başkalarına benzeme durumu bazen itikat ve irade/kasıt gibi kalbî/soyut konularda, bazen de söz ve fiil gibi haricî/somut alanlarda vuku bulur. Aynı şekilde ibadet ve –yemek, elbise, evlenme, toplanma-ayrılma, yolculuk, ikamet, binek… gibi– âdet ve uygulamalarda da benzeme söz konusu olur. Zahirle batın, içle dış arasında irtibat ve münasebet vardır.
İnsanımız şunu anlamalı: Meal okuyarak din öğrenilmez. Öyle olsaydı, meal olgusunun ortaya çıkıp yaygınlaştığı modern zamanlara gelinceye kadar bu ümmetin dininden-imanından habersiz yaşadığını söylememiz gerekecekti! Kur'an ve Sünnet'in bizden ne istediğini tam anlamıyla kavrayabilmek için, öncelikle belli bir Usul'e ihtiyaç vardır. İşte mezhep bize bu Usul'ü ve bu Usul doğrultusunda ortaya konulmuş füruu/pratiği veren biricik sistemdir. Bu noktada yaşanan bir kafa karışıklığına parmak basmanın sırasıdır: "Kur'an ve Sünnet elimizde olduğu halde mezhep imamlarının ve ulemasının görüşlerine niçin ihtiyacımız olsun?" derler.
İmam Gazali Hazretleri’ni tek bir vasfa indirgeyerek anlatmaya çalışmak doğru olmaz. Onu İmam-ı Gazali yapan, onu büyük yapan birden vasfa aynı anda sahip olması, birden fazla misyonu yerine getirmiş olması dolayısıyla hepsini aynı anda bahis konusu etmemiz lazım. İmam Gazali’nin sahip olduğu arka planı, alt yapıya sahip olamadan bu vadiye girdiğinizde Allah korusun hata yapmanız kaçınılmaz oluyor. Üç mesele söylüyor Tehafütü’l-Felasife’nin girişinde. Bunlar, âlemin kıdemi meselesi, haşr-ı cismani meselesi bir de Allahu Tealâ’nın cüz’iyyatı bilemeyeceği meselesi. . İmam Gazali gibi yıldız isimlere günümüzde çok ihtiyaç var. Ümmetin çok ihtiyacı var. Allah bizi onların rehberliğinden mahrum etmesin.
Güz 2015 döneminde Dinler Tarihi dersi ile pilot uygulama olarak verilecek olan Mişkâtü'l Mesâbîh dersi açık ders olarak ücretsiz sunulacaktır. Kayıt için: www.ruzem.org 'u ziyaret ediniz.
Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tâhlil] dosyasında yayınlıyoruz. [Tâhlil] ikinci sayısında; İmamiye Şiası tarafından çokca istismar edilen Ehl-i Sünnet'in Ehl-i Beyt'e bakışını Ebubekir Sifil hocanın, RIHLE Dergisi 17. sayısında, kaleme aldığı yazıyı paylaşıyoruz.
İslamî İlimleri Ebubekir Sifil hoca yönetiminde mütehassıs hocalardan, usulüne uygun biçimde öğrenmek isteyenler için yepyeni bir imkân!
Lise mezunu olup, bir yandan İslamî ilimleri medrese sistemiyle tahsil ederken diğer yandan Lisans (Açıköğretim), Yüksek Lisans ve Doktora eğitimine kadar uzanan süreçte üniversite eğitimini de tamamlamak isteyen genç ilim yolcuları arzu ettikleri imkâna kavuşuyor!
Başvuru ve detaylı bilgi için: http://shnsmn.co/iiep2017
Fıkh’ı, “müslümanların önünü açmakla görevli bir mekanizma” olarak görme eğiliminin giderek ısrara dönüşmekte olduğu bir ortamda, “ahiretimiz için neyin zararlı olduğu” değil, “dünyamız için neyin faydalı olduğu” sorusu ve endişesi ön plandadır. Seküler dünyanın talepleri, dayatmaları, kuşatmaları karşısında –”direnmek” şöyle dursun–, “uyum sağlama”yı hayat ilkesi edinmiş müslümanların, Fıkh’a “durumu meşrulaştırıcı” bir misyon yüklemesi kaçınılmaz olmaktadır.
Fıkıh’la ilişkimizdeki tayin edici faktör, dünya merkezli/seküler tercihlerimiz olunca Fıkıh da dünyayı ahirete yönelik olarak tanzim etmenin vahiy merkezli zemini olmaktan çıkıp, dünyayı dünya için tanzim eden “hukuk”a dönüşmektedir. Üstelik de pek çok boyutu tırpanlanmış olarak…
Elinizdeki kitap, esas itibariyle bu kırılmanın İslamî ilimlerin hemen tamamına taalluk eden tezahürlerini mercek altına almaktadır. Sorulan sorular, hükmü merak edilen fer’î-fıkhî meselelerle sınırlı olmayıp, bütünüyle Din telakkimizi ilgilendiren alanları ihata etmektedir. Akaid/Kelam başta olmak üzere bütün İslamî ilimlerle ve Kur’an-Sünnet başta olmak üzere edille-i şer’iyyenin hemen tamamıyla ilgili soru ve cevapları ihtiva eden bir kitabın özet/muhtasar olması mümkün değildi. Bu sebeple sorulara “el-Cevap: Caizdir/değildir” demekle yetinilmemiş, kimi zaman soruların arka planına da inilerek detaylı cevaplar verilmeye çalışılmıştır.
Ebubekir Sifil hocanın kitabı Hikemiyât Çıktı!
Ayrıntılı bilgi için: http://bit.ly/KalbiSelim
Önsöz'den
İslam Dünyası ve Türkiye olarak Din'in anlaşılması noktasında son iki asırdır hep bir arayışın, tereddüdün, şüphenin ve tartışmanın içinde bulunuyoruz. Sürekli tartışıyor, bölünü-yor, azalıyoruz.
Doğru nerede, kim haklı, ne yapmalıyım?... Bunun adı "kriz"dir ve biz, bizi bu krizin içine kimlerin ittiğini dahi düşünmeden tabir yerindeyse başımızı bir o yana bir bu yana vurup duruyoruz.
Bu hay-huy içinde bizi yakîne, itmi'nana ve felaha götürecek olanın "kalb-i selîm" olduğunu akılda tutacak mecalden yoksunluğa da mahkûm ediyoruz kendimizi. Bu sebeple öğrendiğimiz hiçbir yeni bilgi, yaşadığımız hiçbir yeni durum bize sekinet getirmiyor.
Yaşadığımız aldatıcı huzur durumları olmuyor değil; ama dürüstlük gibi bir derdi olanlar, hissettiğimizin, bir "kopuş"un, bir "savruluş"un aldatıcı hazzı olduğunu itirafta tereddüt göstermeyecektir.
Bizi dışa dönük yaşamaya; ötekini, dış dünyayı, "ümmeti" kurtarmaya, Din'i "yeniden keşfetmeye" kilitleyen bu tehlikeli gidişat, yaklaşan felaketimizin işareti aslında.
Kalbimizi bu şekilde ihmale devam ettikçe, genişleyen malumat dağarcığımızla birlikte hızla eriyen takva hassasiyetimiz, bilgimiz art-tıkça artan cesaretimizle beraber gittikçe yüzümüzü ahiret istikametinden çevirecek ve bir "oyun ve eğlenceden ibaret" "dünya hayat"a râm eden bu "çürüme" süreci devam edecek.
Malumat dağarcığımız genişledikçe cesaretimiz artıyor; takvamız ve ahiret endişemiz azalıyor. Oysa elde ettiğimiz "ilim" olsaydı, bizi daha temkinli/ihtiyatlı cümleler kurmaya zorlayacaktı; dünyadan uzaklaştırıp ahirete yaklaştıracaktı. Özellikle genç nesil…
En iyi durumda olanlar "bu dini daha iyi nasıl yaşarım; ne yaparsam kâmil bir imana ve takvaya ulaşır ve kurtulurum"dan ziyade, "ne yaparsam daha çok şey bilen ve başkalarını kurtaran insan durumuna gelirim" diye bir arayışın içinde.
"Önceleri kişinin ilmi, dünyaya buğzunu ve onu terkini artırırdı. Bugünse kişinin ilmi, dünya sevgisini ve arzusunu artırıyor. Önceleri kişi, ilmi doğrultusunda malını infak ederdi. Şimdi ise ilmiyle para kazanıyor.
Önceleri alim kişi, zahiren ve batınen kendisini geliştirirdi, bugünse pek çok ilim ehlinin, zahiren ve batınen fesada uğradığı görülüyor."
Zünnûn el-Mısrî (rh.a) kendi dönemi için bu tesbiti yaparken bugünü de görmüş müdür bilemeyiz, ama bir şeyi çok iyi biliyoruz: Bu tesbit o günden ziyade bugünü anlatıyor.
Bizi içten içe çürüten bu gidişi durdurmak ve dengeyi ya-kalamak zorundayız. Modern hayat bizi vakum gibi içine çekerken ömür sermayesi her geçen gün biraz daha eriyor. Yol zorlu, yük ağır ve süre kısıtlı.
Kendimiz için en hayırlı olanı yapmaya muvaffak ol
Yazar: Salim Öğüt
Günümüzde gelinen son noktadan bakıldığında görülen manzara şudur: Bazı ilahiyatçılar dini, bir din âlimi sıfatıyla değil, din bilimci sıfatıyla incelemektedirler. Bunun ne anlama geldiğini görmek için din âlimi ile din bilimci arasındaki farkın bilinmesi gerekir.
“Bir teolog (:din âlimi) ile din bilimci arasındaki fark, birinin dini vahiy eksenli anlamaya diğerinin ise bilim perspektifi içinden bir dini veya tüm dinleri anlama ve açıklamaya çalışmasıdır. Hristiyanlık’ta üniversitelerin teoloji bölümlerindeki Kutsal Kitap çalışmaları, misyonoloji (misyon bilimi) İslamiyet’te ilahiyat fakültelerindeki fıkıh, hadis, tefsir, kelam gibi alanlarla, dinleri sosyoloji, psikoloji, antropoloji, tarih gibi sosyal ve beşerî bilimler perspektifinden ele alan Din Sosyolojisi, Din Psikolojisi, Din Antropolojisi Din Fenomenolojisi gibi çeşitli alanlar birbirlerinden önemli ölçüde ayrılmaktadır. Teolojide Allah, peygamber ve kutsal kitap apriori olarak bir mutlak gerçek kabul edilip dinin insandan ve toplumdan ne istediği öğrenilmeye çalışılır. Oysa din bilimlerinde dinin bireyde, toplum ve kültürdeki yeri dinin metafizik veya dogmatik yönü metafizik kökeni üzerinde durulmaksızın araştırılıp açıklanmaya çalışılır.”
Satın alma için: www.rihlekitap.com'u ziyaret edebilirsiniz.
İlk yazımdan itibaren tarih sırasına göre sıralanmış olup her 50 yazı ayrı bir ciltte değerlendirilecektir. Böylece geri dönüp bakmak ta kolay olacaktır. Şimdi elinizdeki bu kitap 3. Cilt olarak hazırlanmıştır.
Dünya genelinde sanal sınırların kalkması ve iletişimin sınırlarının savrulduğu diğer manada globalleşen dünyada evlatlarımıza yaşam kodlarını, iman ve ahlak, algı ve yapılarımızı nasıl aktarıp, geleceğe geçmişi ile bağları sağlam, ama geleceğe de yön verebilecek gençler ya da nesiller yetiştirebilecek miyiz? Yoksa sadece izleyip kendi haline mi bırakacağız?
Bismillah.
Kıymetli Kardeşlerimiz,
Bu yıl Bismillah dediğimiz Kevseriyye Medresesi eğitimlerine devam ediyor. Hanım kardeşlerimizin eğitim aldığı Kevseriyye Medresesi Hanımlar bölümümüz, Zahid Kevserî anma etkinliği düzenledi. Etkinlikte hanım talebelerimiz, sadece hanım katılımcılara sunum yaptıktan sonra konuşmacı hocalarımızdan İlim ve Zahid Kevseri'nin hayatı hakkında seminerleri dinlediler.
Bu sunum Kevseriyye Medresesi talebimiz tarafından hazırlanmıştır.
Ebubekir Sifil hocanın semineri tam şurada;
Muhammed Zâhid Kevserî'yi anma programı hakkında detaylı bilgi şurada;
Tarih ve yer: 9 Aralık 2016 Cuma 14:00 - @ Fatih/İstanbul.
İlginiz için teşekkür ederiz.
Saygılarımızla,
Sahn-ı Semân.
Sizi bu dönemin son seminerine bekliyoruz. Sizin için bir yılımızı özetleyen kısa bir sunum hazırladık. Sunumda seminerimiz hakkında detaylı bilgi mevcuttur.
Bu dönemin son semineri inşallah 28 Mayıs Cumartesi günü 15:00'da başlayacaktır. e-Postalarımıza ve bize göstermiş olduğunuz ilgi için teşekkür eder, saygılarımızı sunarız.
'Ben bir mezhebe mensup olmadan sadece müslüman olmak istiyorum' diyen kişi sadece İslâm'ın 15 asırlık tarihini gözardı etmemekte, âdeta dinin kaynağı ile arasında hiçbir mesafe olmadığını tevehhüm etmektedir.
Rıhle Uzaktan Eğitim Merkezinde verilen Açık Ders: Mişkâtü'l Mesâbîh dersinde bahsi geçen Hadis kitabı türleri sunumudur. Bu sunum RUZEM Eğitim İçerikleri tarafından hazırlanmıştır. Bu sunumda sadece "Tartışma,reddiye kitapları, muvatta, sünenler, Musannefler, Câmi’ler"
konusuna değinmiştir. Sorun halinde egitimicerikleri@ruzem.org 'a e-postanızı iletebilirsiniz.
Elinizde tuttuğunuz eser, İslamî İlimlerin her dalında otoritesi –dostu-düşmanı– herkes tarafından teslim edilmiş bir imamın kaleminden çıkmış ilmî makalelerden oluşuyor. İtikadî, fıkhî hadîsî, tefsîrî, tarihî, siyasî… meseleler hakkında kaleme alınmış olan bu makaleler, kaleme alındıkları tarihten itibaren güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş, aksine, giderek artan bir ilginin odağı olmuştur Bu toprakların yetiştirdiği İmam Muhammed Zâhid el-Kevserî gibi bir kutup yıldızının eserlerini bu toprakların insanının istifadesine sunmak bizler için hem bir görev, hem de bir mutluluktur.Makâlâtu l-Kevserî
Yazar: Ebubekir Sifil
Sevad-ı Azam’la olan irtibatımız aynı zamanda İslam’a olan sahih teslimiyetimizin ilanıdır. Bu ilan Asr-ı Saadet’ten beri hep böyle olageldi. Ancak bir kısım nev-zuhûr ilahiyatçı zevat bu ilişkiyi ve bu ilişkinin inşa ettiği ilmî usulü hurafe kaynağı olarak tesmiye ettikten sonra, nefsî mülahazalarını din diye ileri sürmeye başladı. Kendisiyle varlığı anlamlandırdığımız, bizi biz yapan Usulümüzü terk ettikten sonra çaresiz maruz kaldığımız modern duruma tam da burada el atıyor mezkûr zevat. Böylece modern durumda Modern Fetvalar serdediliyor yani Çağdaş Hurafeler. Bu kitap, çağdaş hurafelerin kadim ilmî usulümüz karşısındaki aciz durumunu ve bid’at halini ifşa ediyor.
Daha ayrıntılı bilgi için: www.rihlekitap.com 'u ziyaret edebilirsiniz...
Azınlık Fıkhı, Mevcut Duruma Meşruiyet Kılıfı Giydirme Çabasıdır - Ebubekir Sifil
1. E-Röportajlar Serisi - 3
Azınlık Fıkhı, Mevcut Duruma Meşruiyet Kılıfı Giydirme Çabasıdır
Ebubekir Sifil
Mülâkat: Perspektif Kasım Sayısı
01.10.2014
2. Azınlık Fıkhı, Mevcut Duruma Meşruiyet Kılıfı Giydirme Çabasıdır
1
Azınlık Fıkhı, mevcut metodolojinin gayri-müslim ülkelerde yaşayan Müslüman azınlıkların sorularını cevaplamaya imkân tanımadığı kabulünden hareketle oluşturulan özel bir fıkıh türü. Sizce hâkim içtihatlar, Müslüman azınlıkların sorularını cevaplamakta yetersiz mi kalıyor?
Bismillâhirrahmânirrahîm. Fıkıh, hayatı murad-ı ilahî doğrultusunda yaşamanın imkân ve şartlarını sunan sistemin adıdır. Temel parametreleri Kur’an ve sünnet tarafından belirlenmiştir. Bunun anlamı şudur: Müslüman, hayatı “olgudan nassa doğru” değil, “nasstan olguya doğru” yaşar. Yani olguyu esas alıp nassı ona göre yorumlamaz; nassı esas alıp olguyu ona göre şekillendirmeye çalışır. Azınlık Fıkhı meselesine bu çerçeveden baktığımızda gördüğümüz şudur: Geldiğimiz noktada, geçici bir süreliğine gayrimüslim ülkelerde çalışıp, ekonomik olarak belli bir noktaya geldikten sonra ülkelerine dönmek niyetinde olan ilk nesillerin aksine, sonraki nesiller gayrimüslim ülkeleri “vatan” edindiler; bunu yaparken de Kur’an ve sünnete sormadılar.
Hayatı Kur’an ve sünnet çerçevesinde tanzim etme anlayışı üzerine kurulu bulunan fıkıh bu kararı onaylamayınca, mezkur kararın sahipleri nezdinde kaçınılmaz olarak bir “paradigma değişikliği” ihtiyacı ortaya çıktı. Aslına bakılırsa Azınlık Fıkhı tabiri, “Sosyalist İslam”, “Seküler İslam”, “Kültürel İslam”, “Halk İslam’ı” gibi tabirlerden daha farklı bir meşruiyet alanına sahip değildir.
Farklı bir paradigmayla kurgulanmış bir hayatı İslam’a onaylatma girişimi olması noktasında bu tabirler ne kadar masumsa, Azınlık Fıkhı tabiri de ancak o kadar masumdur! Soruya gelince, mesele içtihat meselesi değil. “Farklı durumlara farklı fıkıhlar” şeklinde özetleyebileceğimiz anlayış, en başta Kur’an ve sünnetle ilişkimizin doğru bir zeminde kurulmadığını ifade eder. Zira biraz önce söylediğim gibi fıkıh, Kur’an ve sünnetin bizden ne istediğini anlamanın adıdır. Aslolan Kur’an ve sünnetin öngördüğü hayat tarzıdır. Müslümanlar
3. Azınlık Fıkhı, Mevcut Duruma Meşruiyet Kılıfı Giydirme Çabasıdır
2
güçleri yettiğince hayatlarını buna göre düzenlerler. Güçlerinin yetmediği hususlarda ise mazurdurlar.
Gayrimüslim ülkelerde azınlık durumunda bulunan Müslümanlar, mevcut fıkhi hükümlerin onaylamadığı durumlarla karşı karşıya geldiklerinde önce o durumun meşruiyetini sorgulamalıdır. Meşru ise mesele yoktur. Değilse onu meşru kabul edecek farklı bakış açıları arayışına girmek yerine o gayrimeşruluğu ortadan kaldırmanın yollarını aramak gerekir. Bu da olmazsa o durum “özür/mazeret” hükümleri çerçevesinde değerlendirilir. Ama unutmamalıdır ki özür/mazeret durumu genelleştirilemez ve asıl/normal hükümlerin yerine ikame edilemez.
Bugün farklı ülkelerde azınlık olarak yaşayan Müslümanların, içinde bulundukları toplumun temel kabulleriyle dinî kimliklerinin çakıştığı noktalara dair sorunları, ancak yeni bir içtihat geliştirilerek mi çözülebilir? Siz, örneğin helal kesim ya da banka işlemleri gibi konularda ulusal ve ulus ötesi düzenlemelerle dinî referanslar arasında kalan Müslümanlar için ne tarz çözüm yolları öneriyorsunuz?
Burada da tafsilata gitmek gerektiğini düşünüyorum. Kimi durumlar mevcut içtihatlarla çözüme kavuşturulabilir. Kimi durumlar içinse yeni içtihatlar geliştirilebilir. Prensip olarak bunda bir yanlışlık yoktur. Fakat şunu önemle hatırlatmak isterim: Müslümanlar azınlık durumunda yaşadıkları yerlerde karşılaştıkları gayri İslami uygulamaların düzeltilmesi noktasında sonuç getirici kamuoyu oluşturma ve lobi çalışmaları yapmadılar. En azından günümüze kadar bu durum böyle olageldi. Burada mevcut olumsuzluğu mümkün olabildiğince düzeltmek için mücadele etmek yerine, hemen fıkhı mevcut duruma uyarlama ve yeni içtihat arayışlarına girmek doğru değildir. Azınlık statüsünde yaşayan müslümanların helal kesim konusunu “problem” olmaktan çıkarabilecek potansiyele sahip olduğunu düşünüyorum. Kamuoyu oluşturma çalışmalarına yeterli ağırlık verilir ve gerekli altyapı ve donanıma sahip olunursa bu konu kolaylıkla çözülür.
4. Azınlık Fıkhı, Mevcut Duruma Meşruiyet Kılıfı Giydirme Çabasıdır
3
Bu alanda Yahudilerin çalışmaları bizler için ufuk açıcıdır. Banka meselesi ise sadece azınlık durumundakilerin değil, bütün Müslümanların ortak problemlerinden biri olarak varlığını maalesef sürdürüyor. Bunun için yeni fıkıh/içtihat arayışlarına girmenin mevcut duruma meşruiyet elbisesi giydirmekten bir farkı yoktur. Birçok bileşeni bulunan bu mesele hakkında ümmetin ortak iradesi olmadan nihai çözüme ulaşmak mümkün görünmemektedir.
Azınlık Fıkhı kapsamında al-Alvani’nin dile getirdikleri başta olmak üzere verilen hangi fetvaları, hangi açılardan sorunlu görüyorsunuz?
Burada tekil konulara dair fetvalardan önce, meseleyi okuma biçimi tartışılmalıdır. Evet, Müslümanlar tarihlerinde ilk kez büyük kitleler hâlinde gayrimüslim ülkelerde azınlık statüsünde yaşamaya başladılar. Öncelikle bu durumun sorgulanması gerekir: Gayrimüslim bir ülkeyi vatan edinerek orada azınlık statüsünde yaşamak Kur’an ve sünnete göre mümkün müdür?
Bu soru cesaret ve dürüstlükle cevaplandırılmadan diğer meselelere geçmek doğru değil. Al-Alvani ve diğerleri bu soruya cevap vermek yerine, “Müslümanların diğerlerine adaletli/iyi davranması” konusunda ruhsat getiren nassları (Mâide, 5: 8-9; Hadîd, 57: 25; Mümtehine 60: 8- 9) meselenin temeline yerleştiriyor. Oysa bu mahiyetteki nasslar Müslümanların –bağlam ve vurgularından da rahatlıkla anlaşılabileceği gibi– hâkim unsur olduğu bir fotoğrafın içinde anlamlıdır. Bu nassların, konumu gereği gayri-müslimlerden adalet ve iyilik beklentisi içinde bulunan Müslümanları anlattığını söyleyebilmek için sadece mevcut anlama usulünü değil, olguyu da hayli zorlamak gerekir!
Azınlık Fıkhı söylemi, Müslümanları gayri-müslim ülkelerde “hak talep eden” konumuna ikna etmek dışında uzun vadede belki daha başka cüzi kazanımlar elde etmelerine yardımcı olabilir; ama bunun, Müslümanların öncelikle kendi ülkelerindeki olumsuz şartlarla mücadele azmini
5. Azınlık Fıkhı, Mevcut Duruma Meşruiyet Kılıfı Giydirme Çabasıdır
4
kırıcı, giderek Müslümanların medeniyet kurucu iradesini dumura uğratıcı bir fonksiyon icra ettiğine dikkat edilmelidir. Müslümanlar evrensel misyonlarını azınlık statüsüne ve psikolojisine rıza göstererek nasıl ifa edecekler?
Esasen dünya tarihi boyunca hangi “azınlık”, medeniyet kurma iradesini gösterebilmiş ve bunu başarmıştır? Dolayısıyla ya Müslümanların böyle bir misyonunun/sorumluluğunun bulunmadığını söyleyecek, ya da Bakara’nın 214. ayetini bugün inmiş bir ayet gibi okumayı deneyeceğiz.
Bir noktayı açık yüreklilikle tespit edelim: Bugün gayrimüslim ülkelerde azınlık statüsünde yaşayan Müslümanlar, yaşadıkları ülkenin sosyal, ekonomik ve siyasi hayatına katılmaya ve belli ölçüde karar mekanizmalarında yer alır duruma gelmeye başlamıştır; bu noktalarda giderek artan bir oran ve etkinlikten söz etmek de mümkün olabilir. Ancak o Müslümanlar için hâlâ birinci derecede önemli soru(n) şudur: Gelecek nesilleri, çocuklarımızı, torunlarımızı kurtarabilecek miyiz?
Helal kesim, faizli muamele, çorap üzerine mesh, kadın-erkek karışık eğitim gibi cüzi meselelerden önce bu külli sorunun cevabı üzerinde açık yüreklilikle durmak durumundayız. Yakıcı soru şudur: Müslümanları bu ülkelerde tutan nedir? Hangi İslami kaygı ya da zaruret buralarda azınlık statüsünde yaşamaya bizi mecbur etmektedir?
Farklı ülkelerde birbirinden farklı sosyal gerçekliklere sahip olan Müslümanlara, aynı meseleye dair farklı dinî cevazların verilmesi ne tür tehlikeleri beraberinde getirir? Bu tarz özel hükümler, dünya Müslümanlarını “ümmet” kavramından uzaklaştırır mı?
Ümmet kavramı temelde “ortak evrensel değerler” sistemi üzerine oturur. Bu kavramı soyut ideolojik zeminden somut gerçekliğe dönüştürense kültür ve medeniyettir. Azınlık Fıkhı
6. Azınlık Fıkhı, Mevcut Duruma Meşruiyet Kılıfı Giydirme Çabasıdır
5
söyleminin, Müslümanları zihnî ve tecrübî aidiyetlerinden/birikimlerinden radikal biçimde koparıp “kurucu irade ”den soyutlayarak “ikinci sınıf insan” psikolojisine/statüsüne savurduğu inkâr edilemez bir hakikattir! Nerede hayata özne olarak katılan ve bütün insanlığa dönük “emr- i ma’ruf nehy-i münker” yapma vasfına sahip, en hayırlı/üstün mevkiiyi ihraz etmiş olan ümmet; nerede gayrimüslim bir dünyada neredeyse bütün hayatını dışlanmamak, horlanmamak, mahrum bırakılmamak adına varıyla yoğuyla mücadele etmeye adamış azınlık?!
Dolayısıyla üzerinde konuştuğumuz mesele, şu veya bu ülkenin yerel/örfî özellikleri dikkate alınarak vaz edilmiş olan değişken fıkhi hükümler değil. Yahudilerin ve Hristiyanların yaşadığı tecrübeyi çok iyi tahlil etmek durumundayız. Onlar vahyin çizdiği sınırları “zaman/mekân/durum farklılığı” gerekçesiyle değiştirme cürmünü nasıl bir zihnî kırılma yaşayarak irtikâp etmişlerdi?
“Reform, yenilenme, modernite, muasırlık”; bunlar Azınlık Fıkhı kapsamında sıkça kullanılan kavramlar. Azınlık Fıkhı örneğinde biz Müslümanlar, aslında fıkhın içinde bulunduğu çağa uygun hükümler ihtiva ederek “yenilenmesi” ve sosyoloji, iktisat, siyasi bilimler dahil olmak üzere disiplinler arası bir bakışın fıkıh geleneğindeki yeri ya da “geleneksel fıkhın aşılması” gibi konularda daha farklı ve genel sorularla mı karşı karşıyayız?
Fıkhın öncelikli sorumluluğu Müslümanların içinde bulunduğu problemlere çözüm bulmak değildir. Fıkhın öncelikli sorumluluğu Müslümanlara murad-ı ilahî doğrultusunda bir dünya kurmaktır. Yani Müslümanlar fıkıh melekesini öncelikle Yüce Allah’ın bizden ne istediği sorusuna cevap bulmak üzere işletmişlerdir, işletmelidirler.
Hayat bu temelde kurulduktan ve İslami bir toplum inşa edildikten sonra günlük hayatta karşılaşılan meselelere çözüm getirmek elbette fıkhın görev sahası içindedir. Bunun için hangi
7. Azınlık Fıkhı, Mevcut Duruma Meşruiyet Kılıfı Giydirme Çabasıdır
6
disiplinlerden yardım almak gerekirse bu yapılır ve esasen bu noktanın Azınlık Fıkhı meselesiyle doğrudan bir bağlantısı yoktur.
Kaynakça
Sifil, E. (2014, Kasım 01). Azınlık Fıkhı, Mevcut Duruma Meşruiyet Kılıfı Giydirme Çabasıdır! (P. Dergisi, Röportaj Yapan) PERSPEKTİF Dergisi. Kerpen. Kasım 31, 2014 tarihinde http://www.igmg.org/fileadmin/magazine/perspektif/2014/2014-11/files/perspektif- 235.web.pdf adresinden alındı