SlideShare a Scribd company logo
1 of 37
Download to read offline
EDİTÖR
2 / DÜNDEN E-DERGİ
EDİTÖR
DÜNDEN E-DERGİ / 3
Sosyal bilimler, konusu insan olan, toplumların yaşadıkları,
yaşantısını ve yaşantılarının yansıdığı sanatı araştıran bir alandır.
Bizler bu alanda araştırmalar ve eserler ortaya koyarak, topluma
hitap etmek ve ebedi liderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün
göstermiş olduğu muasır medeniyetler seviyesine ulaşmayı hedef
edinerek topluma bu hedef yolunda hitap etmeyi amaçlayan Türk
gençleriyiz. Amacı yalnızca sosyal bilimler olan bizler dil, din,
ırk ayrımı yapmaksızın tarafsız bir şekilde kaynaklar ışığında
çalışmalar ortaya koymaktayız. Bu amaçla Türkiye’nin birçok
şehri ve üniversitesinden bir araya gelen gençler “Dünden Dergi”
ve “dunden.org” da çalışmalar ve edebi eserler ortaya koyarak
topluma hitap etmekteyiz.
Onur AKKOÇ
Dünden E-Dergi Editörü
BİZ
KİMİZ?
EDİTÖR KADROSU
Yapım Editörü Onur AKKOÇ
Makale Editörü Onur AKKOÇ
YÖNETİM KADROSU
Yönetici Onur AKKOÇ
Yönetici Sena KILIÇKAYA
YAZAR KADROSU
Yazar Onur AKKOÇ
Yazar Sena KILIÇKAYA
Yazar Mustafa ÇELİK
Yazar Berfin EKMEZ
Yazar Mehmet Eren GÜR
Yazar Asil CEYLAN
Yazar Ayşe KILIÇKAYA
Yazar Mehmet Enes YILDIZ
Yazar Feyza AKINCI
Yazar Sefa Barış
GÖLCÜ
Yazar
Yazar
Merve
GENÇARSLAN
Elif İrem
GÖYNÜKLÜ
BASKI VE CİLT
Sayı 1, Cilt 1 , Mayıs 2020
WEB SİTE
www.dunden.org
İÇİNDEKİLER
4 / DÜNDEN DERGİ
TA R İ H
8 / Osmanlı’da Karantina
İsyanları/Merve GENÇARSLAN
10 / İslamiyet Öncesi Tüklerde
Kadının siyasi hayattaki yeri/Feyza
AKINCI
12 / Altın Orda’nın Üç Altın Hanı;
Batu, Berke, Özbek Han / Onur
AKKOÇ
14 / Uluğ Keykubad Dönemi/Asil
CEYLAN
16 / Selçukluluar’da Terken Hatun
ve İktidar Mücadelesi / Mustafa
ÇELİK
21 / Şeyh Bedrettn İsyanı / M.E-
nes YILDIZ
23 / Tasavvuf ve Tarikat Üzerine /
M. Eren GÜR
E D E B İ YAT
26 / Seni Beklemek / Rabia Hatun
KIRTAY
27 / Sayende / Ayşe KILIÇKAYA
F E L S E F E
28 / ÇAĞIMIZIN YENİ ZAMAN
PARADOKSU:PRESENTİSM
Mİ ETERNALİZM Mİ? / Berfin
EKMEZ
3
BİZ
KİMİZ?
4
KAPAK
KONUSU
İÇİNDEKİLER
DÜNDEN DERGİ / 5
M İ T O L O J İ
29 / ................................../Çağrı
BOZKURT
R Ö P O R TA J
30 / ................................../Sefa
Barış GÖLCÜ
KAPAK KONUSU
6 / DÜNDEN DERGİ
TIMUR’UN ŞAHSIYETI
Sena KILIÇKAYA (Akdeniz Üniversitesi)
Timur’un hayatının ilk
yıllarına ait fazla bir bilgi
yoktur. Timur, 25 Şaban 736
(9 Nisan 1336) Salı günü
Oniki Hayvanlı Türk Takvi-
mine göre Sıçan yılında Keş
(Şehr-i Sebz) yakınlarındaki
Hoca Ilgar köyünde doğmuş
olup, babasının adı Turagay,
annesinin adı Tekina Hatun
idi. Timur, Türkçe’de ‘Demir’
anlamına gelmektedir. Timur
dışında ‘Temür’ ve ‘Temir’
şeklinde de kullanılmaktadır.
Timur devrinin tarihçileri onu
Cengiz Han’ın bir silah ar-
kadaşının sülalesinden, hatta
doğrudan Cengiz soyundan
gelmiş gibi göstermişlerdir.
Aslında kendisinin Moğollar-
la hiçbir alakası yoktu, çünkü
Türk’tü. Maveraünnehir’de
Keş civarına hakim olan
Barlas aşiretine mensubtu.
Barthold, Timur’un hayatı
ve faaliyetlerini anlatan Za-
fernamelerde, Timur’un ilk
faaliyetlerinden söz edilme-
mesini şüphe ile karşılayarak,
Arap tarihçisi İbn Arabşah’ın
tesiri ile ‘Timur’un da tıpkı
Cengiz Han gibi, Kazagan’ın
ölümünden sonra baş göste-
ren karışıklık yıllarında bir
eşkıya çetesi reisi sıfatı ile
faaliyet meydanına atıldığını,
babası Turagay’ın Mavera-
ünnehr ve Moğolistan’daki
bir çok nüfuzlu beğler ile
münasebeti olmasına rağ-
men Kazagan devri olayları
arasında ne Timur’un baba-
sı, ne de Timur’un adlarının
anılmadığını’ ifade ediyor.
Timur’un soyuna dair Bart-
hold’un ağır ithamları ile baş-
layan görüşler A.Zeki Velidi
Togan’ın makalesiyle değiş-
tirilmiş ve kabul edilmiştir.
Timur’un soyu ile ilgili tar-
tışmalarda önemli olan hane-
danının Barlas kabilesinden
olduğu ve bu kabileninde Ça-
ğatay Han’a Cengiz Han ta-
rafından verildiği hususudur.
Böylece Timur’un hanedanı,
kendini politik gelenek ola-
rak o dönemde Orta Asya’da
geçerli hakimiyet anlayışına
göre bir kaynağa bağlamıştır.
Timurlular devleti zaman
kültürel, coğrafi ve diğer un-
surlar olarak farklı kaynak-
lardan beslenmiştir. Birincisi
şüphesiz ki Cengizî gelenek-
tir, ikincisi kurulduğu coğ-
rafyada harmanlanan kültür,
üçüncüsü ise islam dinidir.
Emir Timur büyük bir hane-
dan sülalesinden gelmemek-
te idi. Ailesinden kendisine
miras olarak kalan hiçbirşey
yoktu. Kurduğu devleti ken-
di ileri görüşlülüğü, askerî ve
idarî teşkilatlanma başarısı ile
sağlam temeller üzerinde ge-
nişletmiştir. Timur çevresinde
olan gelişmeleri dikkatlice ta-
kip etmiş, bu doğrultuda akıl-
lıca hamleler yapmıştır.Timur
hiçbir zaman ‘han, sultan, pa-
dişah’ gibi yücelik gösteren
unvanlar kullanmamıştır. O
‘Türklerin beği, Müslüman-
ların emiri, Moğollarında
Emir Temür Küregeni’ idi.
Dönemin kaynaklarında ‘sa-
hip-kıran’ olarak yazılır. O
böylece tebasının hepsini
kucaklamış oluyor ve her
kesim kendinden bir özelliği
idarecide görebiliyordu. Emir
Timur, İslam dininin esasla-
rını o kadar iyi kavramıştı ki
âlimlerin tartışmalarına bile
katılabiliyordu. Timur her-
şeyden önce bir savaşçı ol-
makla birlikte, kültürle ilgili
konularla yakından ilgiliydi
, Türkçe’den başka âlimler-
le sohbet edebilecek kadar
Farsçaya da hakim idi. Bu
özellikleriyle ünlü İbn Hal-
dun’u bile hayretler içinde
bırakıyordu. Timur, kurul-
duğu coğrafya ve kültürden
dolayı İran kültürünün ve mi-
marisinin tesirinde kalmıştır.
Semerkand, Keş gibi şehir-
lerde ki muazzam binalarda
zaptettiği ülkelerin âlim ve
sanatkârlarından yararlandı.
Timur, ülkeyi bayındırlık bir
hale getirmek için ilk olarak,
şehir planlamasından baş-
ladı. Şehire güçlü surlarlar
yaptırarak kanallar, su şebe-
kesi yol yapımını hızlandırdı.
Şehr-i Sebz’e giden Clavijo
şu yorumda bulunmuştur
‘Her şey öyle hayreti mu-
cib bir şekilde tasarlanmış
ki, kabiliyetleri ile meşhur
olan Paris’in zanaatkârları
dahi burada meydana getiri-
len eserlerin fevkalade sanat
eserleri olduğu gerçeğini tes-
lim ederlerdi’. Bu yapıların
İran geleneklerine bağlı ka-
larak inşa edilmiştir. Çünkü
sanatkârlar özellikle İran
bölgesinden getirilmişlerdir.
İnşaat hususunda Timur ken-
disi de yol gösteriyor ve hat-
ta bazen sanata dair, tekniği
aciz bırakacak yeni fikirleri
ile mimarları hayrete düşürü-
yordu. Semerkand’da bütün
yapıların en muhteşemi ve
en güzeli Bibi Hanım Mes-
cidi adı verilen Semerkand
camiidir. Avrupa’da ‘Timurlu
Rönesansı’ tabirinin çıkması
da İslam sanatının bu devir-
de büyük bir gelişme göster-
diğine şahitlik etmektedir.
İbn Arabşah’a göre o yasayı şe-
riata tercih ediyordu. Bundan
dolayı bazı ilim sahipleri tara-
fından kâfirlikle suçlanmıştır.
KAPAK KONUSU
DÜNDEN DERGİ / 7
Babasından miras kalan ‘Emir
Külal’ örneği manevi kişilik-
lere olan bağlılığı, iç gaileleri,
özellikle Emir Hüseyin mese-
lesini hallettikten sonra, dev-
letini imparatorluk merdiven-
lerine taşırken de görüyoruz.
Timur, İslamiyet’i anladığı
kadar Türklüğünü de anla-
mıştır. Bu durumu Timur’un
‘ Biz ki Türk oğlu Türküz. Biz
ki Melik-i Turan, Emir-i ulu-
su Türk’ün başbuğuyuz.’ sözü
ile anlayabiliriz. Vatanını bir
devlet olarak düzenlemek
ve dünyayı fethederek onun
pervanesi yapmak Timur’un
‘savaş’ oyunlarının yegâne
mevzusu idi. Timur, kendi
düşünceleri ile hareket eder
kurultaylara önem vermezdi.
Bir işi yapmak isterse, kendi
çıkarları doğrultusunda her-
şeyi öne sürebilirdi. Cengiz
Hanileakrabalığaönemveren
Timur, Kazan Han’ının kızı
Saray Mülk (Melik) hatun ile
nikahlanarak ‘Küregen’ yani
damat ünvanını elde etmiştir.
KAYNAKÇA
AKA, İsmail, Makaleler 1,
Berikan Yayınevi, İstanbul
2005.
AKA, İsmail, Timur ve Dev-
leti, TTK, Ankara 2017.
ALAN, Hayrunnisa, Ti-
murlular Bozkırdan Cennet
Bahçesine 1360-1502, Ötü-
ken Neşriyat, İstanbul 2007.
BADEMCİ, ALİ, Cengiz ve
Yasası Timur ve Tüzükatı ,
Ötüken Neşriyat, İstanbul
2016.
GROUSSET, Rene, Bozkır
İmparatorluğu, çev. M.Reşat
Uzmen, Ötüken Neşriyat, İs-
tanbul 2017.
TARİH
8 / DÜNDEN DERGİ
OSMANLI’DA KARANTİNA İSYANLARI
Merve GENÇARLAN (Akdeniz Üniveritesi)
Karantina, bulaşıcı has-
talıklardan korunmak için
insan veya hayvanların bel-
li bir yerde gözetim altında
tutulmasına denir. Osmanlı
Devleti karantina yeri olarak
‘tahaffuzhane’ tabirini kullan-
mıştır. Osmanlının 1831’de
kolerayla tanışması, karantina
teşkilatının kurulmasını gün-
deme getirmişti. Daha sonra-
ki yıllarda ortaya çıkan diğer
salgın hastalıklar ile karantina
teşkilatının kurulması gerekli
hale gelmişti.Bunun üzerine
II.Mahmut 1838 yılında ka-
rantina meclisinin kuruldu-
ğunu duyurdu. Aynı zaman-
da karantina uygulamasının
şeriata aykırı olmadığı kabul
edildi. Osmanlı İmparatorlu-
ğunda karantina uygulaması-
nı bilen hekim olmadığı için
Viyana’dan 3 kişi getirildi. 22
Temmuz 1838 de karantina
baş direktörü olarak Avus-
turyalı Dr.Minas ardından ise
Fransız Dr.Robert atanmıştır.
Ülkenin her yerinde karantina
istasyonları kurulmuş ve Sıh-
hiye Meclisinden çıkan karar-
lar buralarda uygulanmıştır.
Bu yıllarda Osmanlıda ecza-
cılık,hekimlik,cerrahlık gibi
meslekler genellikle yabancı-
ların elindeydi. Taşradaki ka-
rantina hanelere ise gayrımüs-
lim hekimler atanmıştı. Halk
gayrımüslim hekimlerin kul-
landığı karantina yöntemleri-
ne güven duymuyor, verilen
ilaçlara kuşku ile bakıyordu.
Halkın karantina uygulama-
larını benimsemesi kolay ol-
mamıştı.Çünkü halk arasında
karantina şeriata aykırıdır’
diye söylemler dolaşırken
aynı zamanda gayrımüslim
karantina doktorlarının hal-
kın değerlerini önemsemeyen
davranışları da etkiliydi. 29
Mayıs 1838 de Kuşadasında
birkaç esnaf karantina görev-
lilerine saldırmış,karantina
istasyonlarını yıkmışlardı.
Bu kararlara uymayan Dr.Pal-
di ise halkın nefretini kazan-
mıştı.4 Ağustos 1840 günü
bir grup cemaat şeriatta yeri
olmayan karantinanın ve
karantina hekimlerinin def
edilmesi için toplanmıştı halk
önce karantina haneye sal-
dırmış ardından kaçıp Rum
kilisesine saklanan Dr. Pal-
vi’yi orada yakalayıp öldür-
müşlerdi.Bunun üzerine halkı
tahrik eden camide görevli
hocalar sürgün edilmişlerdi.
1845 yılında Hicazdan dö-
nen hacıların Adana dışında
karantinaya alınmaları için
çadırlar kurulmuştu. Karan-
tina uygulamasını istemeyen
hacılar Adana’ya giderek ka-
rantina haneyi yağmalamış-
lardı.Bunun üzerine bu olay-
da ihmali olanlar görevden
alınmış ve Adana dan temiz
belgesi olmadan kaçan hacı-
ların yakalanarak on beş gün
karantinaya alınmaları ve
hapsedilmeleri emredilmiştir.
Karantina teşkilatını kurul-
duğu sırada Amasya’da veba
salgınları sırasında erkek ve
özellikle kadın ölülerin mah-
rem yerlerine bakılması,ve-
badan ölenlerin kireçlenerek
gömülmesi şeriata aykırı gö-
rülmüştü. 1840’larda Amas-
ya’da görevlendirilen Dr.Pal-
di ‘nin ölülerin ve hastaların
mahrem yerlerine bakmak
istemesi halkı rencide etmişti.
Halk ise bunun haram olduğu
görüşünde idi. Dr. Paldi’nin
olumsuz davranışları ve katı
tutumu sebebiyle halk ve
karantina hekimi arasında
gerginliği artırmıştı bir süre
sonra Dr.Paldi’nin doğum ya-
parken ölmüş müslüman bir
kadının cesedine bakmakta
ısrar etmesi daha sonrada bir
kadının cesedini görmek iste-
mesi olayların patlak verme-
sine sebep oldu. Oysa sıhhiye
meclisinden çıkan kararla
ölü kadınlara ancak başka
bir kadın muayene edebilirdi.
TARİH
DÜNDEN DERGİ / 9
1848 yılında Halep’te kole-
ra salgını varken karantina
müdürü buradan gelenleri
karantina beklemeden şehre
almıyordu. Ancak kaymakam
ve bazı görevlilerin teşviki ile
gelen kervan eşya ve yolcu-
lar karantinaya alınmıyordu
karantina müdürü bu duruma
karşı çıkınca şehirde huzur-
suzluk başlamıştı karantina
müdürünün, koleradan ölen
bir adamın eşini karantinaya
almak istemesi huzursuzluğu
tırmandırmıştı.Kaymakam
ve karantina gardiyanları
halkı karantinaya karşı tah-
rik etmişlerdi.Bunun üzerine
halk karantina istasyonuna
saldırmış kapıları camları
kırmış, karantina müdürü ise
kaçarak hayatını kurtarmıştı.
1870’lerin başında meydana
çıkan kolera salgınında İstan-
bul’da dört bin kayıp veril-
miştir. Bu dönemde George
Washburn o sıralarda yeni
duyulan mikrop sözcüğünün
halk arasında endişe yarattığı-
na ve Türk doktorların mikro-
bun başkalarına bulaşmaması
için hastaların burun,kulak
ve ağızlarından içeri kireç
klorit tıkıştırdıklarını söyler.
Geniş Osmanlı coğrafyasın-
da birbirinden uzak bölge-
lerdeki insanların karantina
gibi yöntemlere benzer tep-
kiler vermesi, bu tepkilerin
dini ve kültürel değerlere
bağlı olmadığını gösteriyor.
KAYNAKÇA
https://islamansiklopedisi.
org.tr/karantina
Nuran Yıldırım, “Osmanlı
Coğrafyasında Karantina
Uygulamalarına İsyanlar:
Karantina İstemezük”,
Toplumsal Tarih, sayı. 150
(Haziran 2006), s. 18-27.
19.yy’da izole bir mekan
olması dolayısıyla Kızku-
lesi de karantina uygula-
maları için kullanılmıştı.
Karantina istasyonlarına
ve hekimlerine yapılan sal-
dırıların, gelir kaybına uğ-
rayan esnaf veya bazı din
adamlarının organize ettiği
görülmektedir. Olayların
gelişmesiyle gayrimüslim
doktorların halkın manevi de-
ğerleriniumursamayandavranış-
ları da önemli rol oynuyordu.
Ancak Osmanlı’da görü-
len bu tepkiler İngiltere ve
Fransa’da da yaşanmıştı.
KAPAK KONUSU
10 / DÜNDEN DERGİ
İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRKLERDE
KADININ SİYASİ HAYATTAKİ YERİ
Feyza AKINCI (Akdeniz Üniveritesi)
İslamiyet öncesi Türk-
lerde kadın dediğimizde
Tomris hatundan bahset-
meden başlamak isteme-
dim. Bilindiği üzere Tom-
ris hatun tarihin yazdığı
ilk hükümdar kadındır.
İskitlerin hükümdarıdır.
Başlamadan önce şuna
değinmek isterim ki o da
İskitlerin menşe meselesi-
dir. Bu konu da üç görüş
hâkimdir İranî, Slav ve
Ural-Altay görüşleri mev-
cuttur. Bunun sebebi ise
Tuna’dan Mançurya’ya
kadar uzanan ve 1000 yıl
gibi uzun bir süre varlığı-
nı sürdürmüş olmasıdır.
Lakin arkeolojik bulgu-
larla desteklenmekle be-
raber İskitlerin Türk ol-
duğu yönündeki görüşler
ağır basmaktadır. Bunu
birçok yerli ve yabancı
tarihçide kabul etmiştir.
Tomris hatun pek çok es-
kiçağ eserinde adı geç-
mektedir. Ben burada
tarihin babası olarak bi-
linen Heredotos’un tarih
adlı eserinde geçtiği şek-
liyle sizlere aktaracağım.
Herodotos’ta İskitler,
Masseget olarak geç-
mektedir. Eşi öldükten
sonra Massegetlerin ba-
şına Tomris hatun geçer.
O zamanın en güçlü hüküm-
darı olan Pers imparatoru
Kyros, Masseget topraklarına
göz diker ve öncelikle Tomris
hatuna evlilik teklifi ile gider.
Bunun ne anlama geldiğini
bilen Tomris hatun bu teklifi
reddeder bunun üzerine Ky-
ros, Aras ırmağına ordusunu
sürerek açıktan açığa savaş
hazırlığına başlae. Tomris
Kyros’a elçi göndererek bun-
dan vazgeçmesini ister ama
kendisini dinlemeyeceğini
de bildiğini söyleyerek Aras
nehrini sen mi geçersin yoksa
ben mi geçeyim diyor. Kyros
nehri geçmeye karar verir
ve burada bir tuzak kurar ve
Tomris’in oğlunun komuta
ettiği bir İskit birliğini tuza-
ğa düşürüyor. Bunun üzerine
Tomris bir elçi göndererek
savaştan vazgeçmesini bu
başarı ile yetinip oğlunu ken-
disine vermesini ister. Yoksa
‘’kan dökmeye doymayan
adam, seni kana doyuraca-
ğım’’ der. Kyros elçinin bu
sözlerine kulak asmaz ve
bunun üzerine Tomris tüm
kuvvetlerini toplayarak Ky-
ros’un üstüne yürür. Tomris
hatun bu savaşta galip çıkar
ve ardından Ölüler arasında,
Kyros’u arayıp bulur. Onu
bulduktan sonra yanında taşı-
dığı kan dolu tuluma ölünün
kafasını daldırıp ölünün her
yerini kana bularken ‘’canım
sağ ve savaştan zaferle çık-
tım, ama sen beni öldürdün,
hileyle oğlumu yakaladın;
ama işte sende sana önceden
söylediğim gibi, benim elimle
kana doyuyorsun!’’demiştir.
Evet, Herodotos Tomris ha-
tunu böyle anlatmaktadır.
Bir ayrıntı var ki oldukça
önemli. Tomris hatunun ku-
mandanlık yapabilecek ka-
dar büyük bir oğlu olmasına
rağmen hükümdar kendisi-
dir. Yani bu idareten yürüt-
tüğü bir durum değil. İskit-
lerin gerçek hükümdarıdır.
Kadın tarih boyun-
ca hep simgeselleşti-
rilmiş. Kimi milletlere
bakıyoruz bereketin simgesi
kimisine bakıyoruz fuhuşun
ve ahlaksızlığın simgesi ol-
muş. Kadının yaratılıştan
gelen erkeğe göre daha naif
olması dolayısıyla toplumlar
içinde kadın hep hor görül-
müş ve maalesef bir eşyadan
öte geçemediği dönemler ol-
muştur. Böylesine aşağılan-
dığı eski toplumlarda Türkler
için kadın neydi diye bir soru
soracak olursak cevap ol-
dukça tatmin edici olacaktır.
KAPAK KONUSU
DÜNDEN DERGİ / 11
İslamiyet Öncesi
Türklerde
Kadının Siyasal
Alanda Rolü:
Diyince aklımıza ilk olarak
‘’hatun ‘’yani’’ katun’’ unva-
nı gelmektedir. Katun unvanı
hükümdarın eşine verilmek-
tedir ve aynı zamanda da bir
rütbedir. Hatun ya da katun
‘un siyasi bir yönü de vardır.
Devlet içinde söz sahibidir.
İleride başa geçecek hakanın
annesi olması sebebiylede
oldukça önem arz etmektedir.
Katunların genellikle kendi-
lerine ait birlikleri ve hazine-
leri bulunmaktadır. Bunları
siyasi yönde kullanmaktadır-
lar. Elçi kabul gibi törenlerde
hakanın sol tarafında yerini
almaktadır. Bilindiği üzere
sol Türkler için kutsal sa-
yılmaktadır. Ayrıca katun-
lar elçileri bizzat kendileri
ağırladığı da olmuştur misal
Atilla’nın hatunu Arıkan
hatun gelen doğu roma elçi-
lerini ağırlayıp onlar adına
ziyafetler verdiği bilinmek-
tedir. Ünlü Grek tarihçisi
Priskos’da bizzat Arıkan
hatunun çadırında ağırla-
nanlar arasındadır ve eserin-
de bundan bahsetmektedir.
Hatunlar devlet içi siyasette
önemli rol oynamaktadır-
lar ve yer yer harp mec-
lislerinede katılmışlardır.
Hakanlar sık sık hatunlarına
danışarak karar vermişler-
dir buna örnek olarak Mo-
To’nun Çin’e sürekli saldırı-
lar düzenleyip yıldırdığı ve
kuşatma altına aldığı sırada
eşinin ‘’Çin büyük ülke fet-
hedilse bile kontrol altında
tutulamaz’’telkinlerinden
sonra Mete kuşatmayı kal-
dırmıştır. Hatunlar oldukça
söz sahibi ve sözüne iti-
mat edildiğini görüyoruz.
XII. Asırda Uygurlar henüz
kurulmamışken ülkenin ha-
kanı savaşlarla meşgulken
anası Uluğ hatun devlet
içi meselelerle ilgilene-
rek nizamın sağlamıştır.
Bir başka Türk hatunu ise
Buhara’da oğlu Tuğşad kü-
çük olduğu için 15 yıl ülke-
sini Arap istilalarına karşı
koruyan hatundur. Çine elçi-
ler yollayarak Araplara karşı
ittifak olmayı teklif etmiştir.
Hatun veya katun ne zaman
ki hakanla evlendi kut ona
da nail olur. Yani hatuna da
kut indiğine inanılır öyle ki
hakan öldüğünde oğullarının
eğitimi ve ülke hatunun ira-
desine bırakılmaktadır. Bunu
Orhun abidelerinde geçen
şu sözdende anlamaktayız
‘’Tanrı Türk milleti yok ol-
masın diye babam İl-teriş Ka-
ğan ile anam İl-bilge Hatun’u
yükseltti’’ aynı zamanda
aynı kitabede annesi İlbilge
hatunu Tanrıça Umay anaya
benzeterek de yüceltmiştir.
Ek bir bilgi olarak Çin’den
uygurlara elçi olarak gönde-
rilen Wang-yen-te’nin Uygur
seyahatnamesinde kendisi
için verilen elçi kabul töre-
ninde hakanın oğlunun ya-
nında kızının da törene ka-
tıldığını yazmıştır. Herhangi
bir ayrım söz konusu değildir.
Sonuç olarak siyasal
alanda Türk kadını İsla-
miyet öncesinde olduk-
ça etkili ve söz sahibidir.
KAYNAKÇA
W. EBERHARD – ÇIN’IN
ŞIMAL KOMŞULARI
Necdet Sevinç – Eski
Türklerde Kadın ve Aile
İlhami Durmuş – İskitle-
rin Menşei Üzerine(TDV
İslam Ansiklopedisi)
Heredotos - Herdotos
Tarihi
TARİH
12 / DÜNDEN DERGİ
Altın Orda’nın Üç Altın Hanı; Batu,
Berke, Özbek Han
Onur AKKOÇ (Akdeniz Üniversitesi)
Cengiz Han daha henüz ha-
yatta iken Türk-Moğol gele-
neğine göre topraklarını oğul-
ları arasında bölüştürmüştü.
Bu bölüştürmede en büyük
oğlu Cuci Han’a Altay dağ-
larından itibaren İdil-Ural
bölgesi ve ötesi verildi. Buna
ek olarak Cuci Han’a Moğol
atlılarının ayak basabilece-
ği her yeri fethetme hakkını
da layık gördü. Cengiz Han
sağlında iken 1227 yılında
Cuci Han vefat etmiştir. Bu-
nun üzerine Cengiz Han onun
ölümü üzerine Cuci’nin oğul-
larından ortancası olan Batu
Han’ı Han tayin etti ve onun
topraklarına “Atsın gürün”
demişti. Bu Altın Orda’nın
İdil-Ural lehçesinde söyleni-
şidir. Batu Han Cuci ulusunun
başına geçmesinin ardından
yine 1227 yılında dedesi Cen-
giz Han vefat etmiş, yapılan
kurultay sonucunda amcası
Ögeday Büyük Han olmuştur.
Ögeday Büyük Han olma-
sının ardından Batu Han’ı
ikinci Kıpçak seferi ve Doğu
Avrupa’nın fethi için görev-
lendirmişti. O çıktı batı se-
ferinde ilk etapta İdil Bulgar
devletini İkinci etapta Ku-
manları Üçüncü etapta Rus
Knezliklerini, dördüncü ve
son etapta Macar Krallığıve
ona destek veren Lehistan
gibi Avrupalı güçleri berta-
raf ederek Dalmaçya kıyı-
larına kadarolan kısmı fetih
etmeye muvaffak olmuştur.
Dalmaçya kıyılarına geldi-
ğinde 1241 yılında Büyük-
Han Ögeday’ın ölüm haberi
üzerine kurultaya katılmak
üzere seferini bitirerek Kara-
kurum’ageridönmüştür.Batu-
han seferini tamamlamasının
ardından Devleti’nin sınırla-
rı Volga havzasıPolonya’ya
kadar Karadeniz’in kuzeyi,
Batı Sibirya, Doğu Macaris-
tan ve Batı Türkistan’ı içi-
nealan bir sahaya ulaşmıştır.
O sefer esnasında iken yanın-
da bulunan Ögeday’ın oğlu
Güyük ile arası bozulmuş-
tu, Batu,Güyük’ü Ögeday’a
şikâyet ettiği vakit Ögeday
ikisini de azarlamıştı. Batu
kurultayda Güyük’ün se-
çilmesini istememekteydi.
Nitekim yapılan kurultay so-
nucunda Ögeday’ın evdeşi
Turakine Hatun Büyük Han
seçilmiş olmuştur. Onun hü-
kümdarlığı yedi yıl sürmüş-
tür. 1246’da yapılan Kurul-
tayda ise Güyük Büyük Han
seçilmiştir. Nitekim oda iki
yıl sonra 1248 yılında vefat
etmiştir. Yeni Han’ı seçmek
üzere kurultay toplanmış bu
kurultayı ise Batu’nun des-
teklediği prenslerden Men-
gü Büyük Han oldu. Mengü
Han, Batu ile çok iyi ilişkiler
kurmuş aldığı pek çok ka-
rarda Batu etkili olmuştur.
1251 yılında Moğol diyarını
dolaşan Rubruquies Mengü
ile görüştüğünde şu sözleri
“Güneş ışıkları nasıl dağıtı-
yorsa; Batu ile benim bizim
hâkimiyetimizde bütün ülke-
ler üzerinde öyledir.” dediğini
söyler.Bu sözlerden anlaşıldı-
ğı üzere Batu’nun İmparator-
luk içerisinde önemli bir yere
sahip olduğu apaçık ortadır.
Berke ve
Özbek’in
Altın Çağı
Batu Han’ın vefatında son-
ra yerine küçük yaştaki oğlu
Sartak(1256-1257) Han tayin
olmuşnaipliğine amcası Ber-
ke tayin edilmiştir. Berke Sar-
tak’a bir yıl naiplik yaptıktan
sonra onu bertaraf ederek
kendisini Han ilan etmiştir.
O döneminde isyan etmiş
olan Rus Knezlikleri üzeri-
ne sefer düzenleyerek tekrar
egemenliği altına almıştır.
Berke Han’ın Hanlığı döne-
minde Büyük Han Mengü
Han vefat etmiş ve Karaku-
rum’da kurultay toplanmıştır.
TARİH
DÜNDEN DERGİ / 13
Yapılan kurultayda iki isim
öne çıkmıştır. Bunlar Arık-
buka ve Kubilay idi, Berke
Han bu ayrımda Arıkbu-
ka’nın tarafını tutmuştu.
Nitekim kurultayı Kubilay
kazandı ve Büyük Han oldu.
Bunun üzer ine Berke Han,
Batu Han zamanında Büyük
Kağanlığa bağlı olan Altın
Orda’nın İlhanlı ve Çağatay
Hanlıklarının da bağımsız-
lığını ilan ettiğini görmek-
teyiz. Berke Han İslam di-
ninden etkilenmiş ve İslam’ı
benimsemişti. 1258 yılında
Hülagü’nün yapmış olduğu
Bağdat seferine tepkili idi.
Bundan mütevellit İlhanlı-
ların en büyük rakibi olan
Memlük devleti ile iyi iliş-
kiler kurmağa başlamıştı.
Berke ayrıca Batu Han’ın
kurmuş olduğu Saray şehri
yerine yeni bir başkent ola-
rak Astarhan şehrinin 120
km kuzeyinde Aktübe’nin
Volga’dan ayrıldığı yerde
bugünkü Tsarev’de önemli
ticaret yollarının bulunduğu
güzergâhta kurmuştur. Onun
kurmuş olduğu Saray şehri-
döneminin kültür, sanat ve
ticaret açısından en önem-
li şehirlerinden olmuştur.
Berke sonrası Batu Han’ın
oğlu Temür Han(1267-1280)
tahta geçmiş ve o’da Mem-
lükler ile iyi ilişkileri koru-
maya önem verdi. O kendi-
sini Büyük Kağanlıktan ayrı
tutarak Cengizli yörüngesin-
de yeni bir yer tutmaya ça-
lıştı. Ondan sonra gelen iyi
birer Müslüman olan Töde
Möngke(1280-1287) ve Töle
Buğa(1287-1290) idaresin-
de Cengiz soyundan büyük
bir emir olan Nogay, Altın
Orda tahtının ardındaki güç
oldu ve Hanlığın yönetimini
bir nevi ele geçirmiş bulun-
maktaydı. Tokta Han(1291-
1312) yaşamı bir Rus erinin
elinde son bulmuş olan No-
gay’ı(1299) yenmeyi başardı.
Fakat Altın Orda içerisinde
vuku bulan iç çatışma sona
ermemişti.Tokta Han’dan
sonra ise Altın Orda tahtına
yeğeni Özbek Han(1312-
1342) geçmiştir. O tahta
geçtikten sonra İslamiyet’i
resmi devlet dini saydırmış
idi.Onun dönemi Altın Orda
için “Altın dönem” sayıl-
makta idi. Özbek Han, Tokta
Han’a göre daha saldırgan bir
politika izlemişti. O Bizans,
Kafkaslar ve İlhanlılar üze-
rine seferler düzenlemiş idi.
Özbek Han Rus Knezliklerine
karşı Tokta Han’ın gütmüş ol-
duğu siyasette fazla bir deği-
şiklik göstermemiştir. Özbek
Han Rus Knezliklerinin tek
bir çatı altında birleşmelerini
önleme veMoskova ile Tver
Knezlikleri arasında denge
politikasını devam ettirme
çabasında idi. O izlediği bu
siyaset ile Moskova’nın
güçlenmesinin ve diğer Rus
knezliklerinin Moskova li-
derliğin-de toplamasının
önünü kesmeyi amaçlamış
idi. Özbek Han zamanı için
Altın Orda’nın en iyi dönemi
demek hiçte abartı sayılmaz.
Fakat ÖzbekHan’ın gütmüş
olduğu Moskova ve Tver
Knezlikleri arasındaki denge
siyaseti Moskova’nın güçlen-
mesinin ve diğer Knezliklere
liderlik rolü üstlenmesinin
önünü kesememiştir. Bunun
yanında Özbek Han’ın siyase-
ti sonucunda Moskova Knez-
liği gücünün ve yapabilecek-
lerinin farkına varmış idi.
KAYNAKÇA
İlyas KEMALOĞLU,Al-
tın Orda ve Rusya, İstanbul,
2014
Cemal ANADOL,Tarihe
Hükmeden Millet Türkler, İs-
tanbul, 2013
Peter Golden,Türk Halkları
Tarihine Giriş, çev. Osman
KARATAY Ankara,2012
Laszlo Rasonyi,Tarihte Türk-
lük, Ankara, 1988
TARİH
14 / DÜNDEN DERGİ
U L U Ğ K E Y K U B A D
D E V R İ
Asil CEYLAN (Akdeniz Üniversitesi)
Genel Bilgi
I. Alaaddin Keykubad Tür-
kiye Selçuklu hükümdarların-
dan Gıyaseddin Keyhüsrev’in
oğlu, İzzettin Keykavus’un
abisidir. Türkiye Selçukları-
nın tahtta geçen hükümdar-
lar arasından 10.hükümdarı-
dır. Keykubad, tahtta Tokat
ilinden pişerek yürümüştür.
Onun dönemi Türkiye Sel-
çuklularının en doruk nok-
tası olmak üzere zirve dö-
nemi hükümdarlarındandır.
Yine Türkiye Selçuklula-
rı’nın siyasi, askeri ve idari
yönleri hesaba katıldığında
en parlak dönemidir. Yılmaz
Öztuna onun hâkimiyeti altın-
daki Anadolu’yu bir sonraki
bu hıza erişebilmesini başka
bir Türk devleti olarak dünya-
ya gelecek Osmanlı Devleti
hükümdarlarından Kanuni
Sultan Süleyman döneminde
görebildiğimizi yazmaktadır.
28 yaşında tahtta geçmiştir.
17 yıllık saltanat süresi sonu-
cu 45 yaşında vefat etmiştir.
Akıllı, savaşmayı seven,
kabiliyetli, tedbirli bir sul-
tandır. Babası Gıyaseddin
Keyhüsrev ölünce devlet
erkânının desteği ile karde-
şi İzzettin Keykavus tahtta
geçince ona en büyük mu-
halefet eden kişi olmuştur.
Saltanat Mücadelesi
Öncelikle saltanat eda-
sı ile kardeşi ile Kayseri’de
karşı karşıya gelse de kaza-
namamıştır, Ankara kalesine
sığınmıştır. Tahtta geçince-
ye kadar Melik unvanlıdır.
Keykavus ölünce yerine
oğlu olmadığı için o dönem-
de hapiste yer alan kardeşi
olarak Alaaddin Keykubad
geçmiş ve netice de 17 yıllık
saltanat süreci başlamıştır.
Alaaddin Keykubad
Devri Başlıyor
Sivas üzerinden o dönemki
başkent olan Konya’ya gel-
di. İktidara geldiği Abbasi
halifesi Nasır-al din Allah’ın
onaylaması ile hükümdarlı-
ğı tescillendi. Zira Anadolu
Selçukluları bağlı oldukları
din hasebiyle Abbasi hali-
feleri ile onaylanıyordu. Bu
bir kutsaliyet durumudur.
Moğol İstilalarına Ön-
lemEyyubilerileİttifak
Alaaddin Keykubad döne-
minde devletin doğu hudu-
dunda hissedilmeye baş-
layan Moğol istilaları için
bu istilaların devletinde
etkileneceğini düşünerek-
ten önlem almayı düşündü.
Bu yolda faaliyetlere giriş-
miştir. 1227 yılında Eyyu-
bilerle evlilik yolu ile ittifak
yaptı. Melik Adil’in kızı Ga-
ziye Hatun ile evlendi. Aynı
yıl Adıyaman, Kâhta, Çe-
mişkezek kalelerini fethetti.
Akdeniz’e Uzanan Fe-
tih; Alanya Selçuklu-
lar’da
Moğol tehlikesini Eyyubi-Ar-
tuklu devletleri ile iyi ilişkiler
kurarak bir süre rafa kaldıran
Keykubad, Akdeniz’e çıkış
kapısı olarak o dönemde Kyr
Vart’ın hükmü altında olan
Kalonoros olarak bilinen
(Alanya’yı) kuşattı. Karadan
ve denizden kuşatma altına
alınan bu şehir, Kyr Vart’ın
pes etmesi ile anlaşılarak-
tan 1223 yılında fethedildi.
Şehir ve kaleyi yeniden inşa
sürecine veren A.Keyku-
bad; 1236 yılında ismi kendi
adına hatır sayacak yeni is-
miyle Alaiye Selçukluların
kışlık merkezi oldu. Ortaçağ
kaynaklarında ithalat ve ih-
racatın sık yapıldığı önemli
bir ticaret limanıdır ve Sel-
çukluların Akdeniz’e çıkış
kapılarındandır. Alara kale-
sinin fethini de unutmamak
lazımdır, zira bu yerde An-
talya ile Alanya arasında bir
kaledir. Alaiye’yi yönetimine
eskiden Antakya valisi Mü-
barizeddin Ertokuş’u atadı.
Keykubad; Anadolu-Suriye
yolunu kontrol altında tut-
mak özellikle de kervanlar-
dan tüccar birinin malının
yağma edilmesi ve sultana
şikâyeti üzerine Ermeni kra-
lı Leon’un üzerine Çukuro-
va’ya sefer düzenlemiştir.
TARİH
DÜNDEN DERGİ / 15
Tabii Leon ölünce Hetum
hükmüne giren Ermeniler
üzerine yapılan sefer sıra-
sında Anamur, Manavgat ve
Silifke’de fethedildi. Çok
fazla kuşatmaya dayamayan
Ermeniler, vassallık duru-
munu kabul ederek 1225
yılında Çukurova bölge-
sini Selçuklular’a bıraktı.
Mengücekliler’de Taht
Kavgası ve Alaaddin
Keykubad’ın Müda-
halesi
Doğu Anadolu bölgesinde
özellikle Mengücek toprak-
larında taht kavgaları başla-
mıştı. Erzincan Mengücekli
hükümdarı Behramşah ölün-
ce yerine oğlu Davutşah ge-
çerken, diğer tarafta Erzurum
Mengüceklilerde de Mugised-
din Tuğrulşah’ın ölümü üze-
rine oğlu Cihanşah geçmişti.
Davutşah tahta geçtikten
sonra Selçuklu himayesinden
çıkmaya yönelik faaliyetle-
ri yüzünden ikili Kayseri’de
karşılaştı. Onu yenerek yeni
dirlik toprağı olarak Ilgın’a
atadı. Buradaki amaç onu
himayesine tamamen almak
ama nüfuzunu keserekten.
Diğer yandan Şebinkarahisar
koluna Muzaffiruddin sahip
çıkmaktaydı. Onu Ertokuş’u
yollayarak yendi ve geriye
sadece Divriği Mengücekli-
leri yani Cihanşah kalmıştı.
Deniz Aşırı Seferi
Suğdak Selçukllar’da
Moğollar’ın Karadeniz’i aşa-
rak Kıpçak illerine kadar yü-
rümesi ve özellikle büyük ve
önem arz eden Suğdak lima-
nını harap etmesiyle, buradan
kaçan zengin tüccarlarında o
dönemde yer edinen Trabzon
Rum İmparatorluğuna sığın-
ması üzerine 1227 yılında
denizi aşan sefer olarak Suğ-
dak’ı (Karadeniz’de Selçuk-
lu incisi ve limanı) fethetti.
Bu seferden sonra Sinop ve
Samsun limanlarına saldıran
Rumların üzerine yürüme-
ye karar verse de denizden
ve karadan kuşatsa da kış
şartlarından kuşatmasını
kaldırmak zorunda kaldı.
Türkiye Selçukluları ile
Harzemşahlar
Yassıçimen’de Karşı
Karşıya
Türkiye Selçuklularının
özellikle de Alaaddin Key-
kubad’ın en zor sınavı Har-
zemşahlar Devleti olmuştur.
Aslında bu devletin ortadan
kalkması ile İran ve Türkistan
coğrafyasından gelen Mo-
ğollar’ın istilası devlet için
endişe vermiştir. Celaleddin
Harzemşah’ın 1229 yılında
Selçuklular’ın önemli askeri
karargahı olan Ahlat’ı ku-
şatması suyu ısındırmıştır.
Ayrıca Mengücek hükümdarı
Cihanşah, Eyyubi hükümad-
rı melik Eşref’i kışkırtma-
sı iki devlet arası ilişkileri
bozmuştur. Bir tarafta ittifak
yapan Eyyubi-Selçuklu ordu-
su diğer yanda Cihanşah ile
C.Harzemşah Moğol tehlike-
sine karşı ittifak yapması ge-
reken Selçuklular ile Harzem-
şahlar tarihe 1230 Yassıçimen
Savaşına tutuştu, Savaşı baş-
ta kaybetmeye doğru giden
Selçuklu ordusu Cihanşah
ve Celaleddin Harzemşah’ı
yenmiştir. A.Keykubad savaş
sonrası M.Eşref’e Ahlat’ı
vermiş, 1231 yılı itibari ile
Anadolu özellikle de doğu-
sunda Artuk ve Eyyubi şe-
hirleri için Moğol tehlikesi
baş göstermeye başlamıştır.
Diğer Olaylar
Sultan Alaaddin Keyku-
bad’ın kesin vaziyette 1231
yılında Ahlat’ı fethetmiştir.
Keykubad Moğol tehlikesi-
nin büyümesi üzerine Büyük
Moğol Hanı Öğeday’a mek-
tup göndererek anlaşmak
istese de Moğol hanı Keyku-
bad’a vassalı olması, vergi
vermesini istedi. Keykubad
vassallığı kabul ederek, Mo-
ğol hanına hediyeler lütfet-
miş ve ittifak kurulmuştu.
1234 yılında Doğu’da Ar-
tukluların Harput koluna
son verildi. 1235 yılın-
da yine Doğu Anadolu’da
birlik sağlama mahiyetin-
de Urfa, Siverek, Harran
ve Rakka’yı ele geçirdi.
Alaaddin Keykbad’ın
Son Demleri ve Devle-
te Dokunuşları
Alaaddin Keykubad; kendi-
sinden sonra küçük oğlu olan
Eyyubi prensesi olan Gaziye
Hatun’un oğlu İzzettin Kılı-
çarslan’ı veliahd ilan etmiş-
tir. Netice itibari ile henüz
genç yaştayken 1237 yılında
yediği kuş etinden zehirlene-
rek 45 yaşında vefat etmiştir.
Kaynaklar ölümünde oğulla-
rından II.Gıyaseddin Keyhüs-
rev’in parmağı olduğunu yaz-
maktadır. Zaten tahtta sonra
o geçmiştir. Türkiye Selçuk-
lularının 17 yılına imza atan
Alaaddin Keykubad eko-
nomik, idari, sosyal alanda
zirveye ulaştırmış ve bunu
sınırlarında Moğolları his-
setmesine rağmen yapmıştır.
Aynı zamanda o Moğollar ile
ittifak yapmış, Moğollar ona
saygı ve hürmette bulunmuş,
onun ölümünden sonra Ana-
dolu’ya hiç şüphesiz ki girip
baştan sona yakmışlardır.
TARİH
16 / DÜNDEN DERGİ
Onun döneminde Mevlana
Celaleddin Rumi ve ailesi
Konya’ya getirilip, yerleştiril-
miştir. Keykubad Türkçe dı-
şında, Arapça, Farsça, Rumca
bilmekte ve konuşmaktadır.
Celaleddin Karatay’ın sul-
tan hakkında devlet hizmet
ederken 18 sene sultanın hiz-
metinde yer aldım, hep dev-
let işleriyle meşgul, uykuyu
sevmeyen ve uykuya ayıra-
cağı vakti Kuran okuyarak,
namaz kılarak ve dua ederek
devlet işleri ile meşgul bir
sultan olarak bildirir. Mızrak,
ok, top ve satranç oyunlarını
seven bir sultandır. Onun dö-
neminde ordu 100 bin dolay-
larında kayıtlara geçmektedir.
İbni Bibi’den kayda geçen bir
alıntı; “Ey Şahinşah-ı azam,
Uluğ Keykubad! Dil senin va-
sıflarını anlatmaya kadir de-
ğildir, Herkesin ümid ve kor-
kusunu sana bağlıdır, sana her
an binlerce şükranlar olsun ve
dünya senin adaletinle ile dol-
sun! Zira sen, cihanın seçkini,
Selçukluların iftiharı ve Tan-
rının arslan bir padişahısın!”
Farklı bir alıntı da devrin
Selçuklu tarihçisi Nüzheta-
bad “Saadet divanı ve huzur
sarayı olan Anadolu dünyada
zayıf ve gariplerin sığınağı
hüner sahiplerinin melcei
iken onun ölümünden bu-
güne kadar bu memlekette
kimsenin boğazından tatlı
şerbet geçmedi ve bu ülke
daimi bir inhitat içinde kaldı.”
Kadı Ahmet Niğidi(Niğ-
deli Kadı Ahmet); “Bir
asır sonra Sultanın ölümü
ve ayrılışı ile artık Ana-
dolu’da nizam ve asayi-
şin bozulduğunu bildirir.”
Sonuç itibari ile Alaaddin
Keykubad sonrası Selçuklu-
lar onun ölümü sonrası yeri-
ne geçen oğlu II. Gıyaseddin
Keyhüsrev döneminde karı-
şıklıklara girmiş, Saadettin
Köpek’in iktidara göz dik-
mesi, 1239-1240 Baba İshak
veya Babailer İsyanı, 1243
Kösedağ Savaşı gibi yara-
larla yıkılış sürecine girdi-
ğini açıkça ifade edebiliriz.
Kaynakça
İbni Bibi, El Evamirü’l
Alaiye Fil Umuru’l Alaiye
(Selçukname), Haz. Mürsel
Öztürk, T.C Kültür Bakanlı-
ğı, Ankara 1996.
Kafesoğlu, İbrahim, Selçuk-
lular ve Selçuklu Tarihi Araş-
tırmaları, Ötüken Neşriyat,
İstanbul 2019.
Kafesoğlu, İbrahim, Sel-
çuklu Tarihi, Milli Eğitim
Basımevi, İstanbul 1972.
Öztuna, T. Yılmaz, Türkiye
Tarihi, 2.Cilt, Hayat Kitapla-
rı, 1964.
Sevim, Ali, Anadolu’nun
Fethi Selçuklular Dönemi,
TTK, Ankara 2014.
Turan, Osman, Selçuklular
Zamanında Türkiye, Ötüken
Neşriyat, İstanbul 2018.
TARİH
DÜNDEN DERGİ / 17
BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ’NDE
TERKEN HATUN VE İKTİDAR MÜCADELESİ
Mustafa ÇELİK (Akdeniz Üniversitesi)
Giriş
Kâşgarlı Mahmud “terken”
unvanı hakkında bir vilaye-
te melik olan için Hakaniye
Türklerinin kullandıkları bir
hitaptır; hakanlık makamında
bulunmayanlara bu sözle hi-
tap edilemez, anlamı da “ita-
at edilen demektir” şeklinde
açıklamada bulunmuş olması
ve bir şiirde geçen Terken
kelimesini doğrudan doğruya
“hakan” sözü ile karşılaması,
bu unvanın hangi anlamda
kullanıldığını göstermekte-
dir. İbn Mühennâ kelimeyi
“hükümdarın karısı” mânası
yanında hükümdarın unvanı
şeklinde de zikreder. Uygur-
lar’ da “terken konçuy”un
yanı sıra “silig terken” şeklin-
de de geçen bu unvan “zarif,
yakışıklı, tatlı dilli hükümdar”
anlamına gelmektedir. Yû-
suf Has Hâcib de terkeni bir
hükümdarlık unvanı şeklinde
yazmıştır. Unvan ilk önce Uy-
gurlar tarafından kullanılmış
daha sonra Karahanlılar, Sel-
çuklular, Harezmşahlar, Sal-
gurlular, Kirman Karahıtay-
ları ve Timurlular tarafından
kullanılmıştır. Terkenin, Sel-
çuklu sultanlarının bu unvanı
taşıyan Karahanlı prenses-
lerle yaptıkları evliliklerden
sonra “terken hatun” şeklinde
yaygınlaştığı anlaşılmaktadır.
1. Terken Hatun’ un
Devlet Siyasetinde ki
Rolü
Türk tarihinde terken unvanı-
na sahip birçok hatun bulun-
maktadır. Bu terkenlerden en
fazla öne çıkanı Sultan Melik-
şah’ ın eşi Terken Hatun’ dur.
Gerçek adı bilinmemektedir;
Terken unvanıdır. Muhteme-
len Melikşah’ın “Celâlüddev-
le ve’d-din” lakabına nispetle
Celâliye Hatun diye de anılır.
Kendisi, Batı Karahanlılar’ ın
kurucusu ve ilk hükümdarı
İbrâhim Tamgaç Han’ın kızı-
dır. Asil bir soya mensup olan
Terken Hatun, Firdevsi’ nin
Şehnamesi’ nde de yer alan
Turan Hükümdarı Efrâsiyâb’
ın neslinden gelmektedir.
(Abul Farac) Karahanlılar ile
Selçuklular arasında yapılan
siyasi evlilik gereği Melikşah
ile evlendirilmiştir. Evlilik
tarihi ile ilgili farklı bilgiler
yer almaktadır. İbnü’l-Esir
1064 yılını verirken, Sıbt İb-
nü’l-Cevzi 1068 yılını ver-
mektedir. Bu tarihlerde yaş-
ları çok küçük oldukları için
bunun bir evlilik değil nikah
akdi olduğu anlaşılmaktadır.
Terken Hatun’un Melikşah’
tan Dâvud, Ahmed, Mâh-Me-
lek ve Mahmud adlı dört ço-
cuğu olmuştur. Evliliklerin-
den ilk olarak dünyaya gelen
Davud genç yaşında 1082’
de öldü. Bu zamansız ölüme
çok üzülen Sultan Melikşah’
ın birkaç defa intihara kalkış-
mıştır. Bu girişimler yanında-
kiler tarafından engellenmiş-
tir. Melikşah, Terken Hatun’
dan olan diğer oğlu Ahmed’ i
1087 yılında veliaht ilan etti.
Ahmed, veliaht ilan edildik-
ten bir yıl sonra öldü. Sultan
Melikşah ve Terken Hatun
ikinci kez evlat acısı yaşamış
oldular.
Terken Hatun hakkında
kaynaklarda ilk ayrıntılı bil-
giler kızı Mah-Melek Hatun’
un Abbasi Halifesi Muk-
tedi-Biemrillah tarafından
istenmesi sürecinde veril-
mektedir.
Muktedî, 1081 yılında veziri
Fahrüddevle İbn Cehîr’i İsfa-
han’a yollayarak Melikşah’ ın
kızı Mâh-Melek’e talip oldu.
Halifenin veziri Fahrüddevle,
halifenin evlenme talebini Ni-
zamülmülk’ e iletti. Selçuklu
vezirinin tavsiyesi üzerine
Melikşah’ a değil Terken Ha-
tun’ a gitmek gerekiyordu.
TARİH
18 / DÜNDEN DERGİ
iyi bilen ve layık olan adam-
larımızdan birisini gönderi-
rim” dedi. Böylece Terken
Hatun, Halife Muktedi’ ye
Türk usullerini kabul ettiri-
yordu. Terken Hatun yapıl-
ması gereken şu iki şartı ileri
sürdü: 1.Hilafet Sarayında
hiçbir cariye bulunmayacak
2.Halife daima Mahmelek
Hatun’ un yanında buluna-
cak. Sultan Melikşah da bu
evliliğin son derece önemli
olduğunu düşündüğü için
hiçbir zorluk çıkarmamıştır.
Devrin iki önemli veziri
Terken Hatun’un karşısına
çıkarak onun rızasını alma-
ya çalışmışlardır. Terken
Hatun “Gazne Sultanı ile
Maveraünnehir de ki Kara-
hanlı Hükümdarları kızıma
talip oldular, onu evlatları-
na istediler ve bunun için
400 bin dinar verdiler, eğer
halife bu meblağı gönderir-
se o onlardan daha layıktır”
dedi. Önceki halife el-Ka-
im’ in eşi olan Melikşah’ ın
1081 yılında yapılan bu an-
laşma neticesinde altı yıl son-
ra düğün gerçekleşti. Düğün
480 (1087) yılında yapıldı.
Bağdat’ ta büyük bir düğün
gerçekleştirildi. Bu evliliğin
gerçekleşmesinde en büyük
pay Terken Hatun’ a aitti. O,
devletin çıkarları doğrultu-
sunda hareket ederek kızı-
nı halife ile evlendirmişti.
Terken Hatun’ un etkili ol-
duğu diğer bir olay ise Ka-
rahanlı hükümdarı olan ye-
ğeni Ahmed Han’ ın tahtının
geri verilmesidir. Karahanlı
tahtına geçen Ahmed Han
genç ve tecrübesiz idi. Hal-
kına kötü davranmaktaydı.
Ayrıca ulema ile de arasın-
da gerginlik oluştu. Bunun
üzerine bazı alimler Sul-
tan Melikşah’ a başvurdu.
Sultan 1088-1089′ un ilk
aylarında Maveraünnehir’
e hareket etti. Buhara ve
Semerkant’ ı ele geçiren
Sultan, Terken Hatun’ un
yeğeni Ahmed Han’ a iyi
davranarak onu Isfahan’ a
gönderdi. Sultan, Terken Ha-
tun’ un ricaları üzerine Ah-
med Han’ a tahtını geri verdi.
Terken Hatun’ un Sul-
tan üzerinden etkisi oldukça
fazlaydı. Reşidüddin’ nin
tanımlaması ile o çok güzel,
hoş ve şirin bir kadın olup
yüksek bir bağlılığa, kendine
miras bırakılmış bir haşmete
ve ölçülmeyecek bir nüfuza
sahipti. Onun, Fars civarın-
dan Tacü’l-mülk Ebu’l-Ga-
naim adında bir veziri vardı.
Terken, onu Nizamülmülk’
ün üstüne çıkarmak, onun
yerine geçirmek istiyor ve
vezirliği ona versin diye
Sultan’ a telkin ve teşvikte
bulunuyordu. Yalnız kaldık-
larında daima Nizamülmülk’
ün suretini kötülüyor, hata-
larını sayıyordu. Sultanın
kulağını Nizamülmülk’ ün
hataları ile dolduruyordu.
Sonunda Sultanın, vezirine
karşı tutum ve düşüncelerini
değiştirdi. Bu düşmanlığın
sebebi ise Nizamülmülk’ ün
veliahtlık konusunda Zübey-
de Hatun’ un oğlu Berkyaruk’
u desteklemesi idi. Sultan
Melikşah ile Nizamülmülk’
ün arası açıldı. Er-Râvendî,
Terken Hatun’un isteğiyle
Nizâmülmülk’ ün azledildi-
ğini ve yerine Tâcülmülk’ ün
getirildiğini söylerse de (Ra-
vendi- Râhatü’s-sudûr, I, 135)
bu doğru değildir. Bu olayın
ardından Sultan Melikşah,
Nizâmülmülk, Terken Hatun,
Tâcülmülk ve diğer devlet
adamlarıyla birlikte İsfa-
han’dan Bağdat’a hareket etti.
Fakat yolda arzuhal vermek
bahanesiyle huzuruna gelen
bir Batınî fedaisi tarafından
öldürüldü. Katili bu cinayete
azmettirenler arasında Melik-
şah’ ın, Terken Hatun’un ve
Hasan Sabbâh’ ın bulunduğu
rivayet edilir. Boşalan vezir-
lik makamına Terken Hatun’
un adamlarından Tacülmülk
tayin edildi. Eski vezirin pek
çok adamı kısa sürede tasfiye
edildi. Tacülmülk’ ün etkisiy-
le on dört yaşındaki Berkya-
ruk veliahtlıktan azledilerek
yerine Terken Hatun’ un beş
yaşındaki oğlu Mahmud veli-
aht tayin edildi. Böylece Ter-
ken Hatun’ un önündeki en
büyük engel kalkmış ve oğlu
Mahmud veliaht olmuştu.
Mahmelek, el-Muktedi ile
geçinememişti. Mah-melek
Hatun’ un şikayetleri üzeri-
ne Sultan Melikşah Bağdat’
a vardı. Melikşah, torunu
Cafer’ i veliaht tayin ederek
halife yapmak amacını taşı-
yordu. Hatta iki yaşında ço-
cuğu “ emirül-müminin” diye
lakaplandırmış, isim, künye
ve lakabının Bağdat’ da hut-
bede zikredilmesini halifeden
istemişti. Halife, sultanın bu
arzusuna karşı direniyordu.
Bağdat’ a gelen sultan, Da-
rül-hilafeye haber gidererek
halife el-Muktedi’ nin Bağ-
dat’ ı terk etmesini bildirdi.
Bunun üzerine el-Muktedi,
sultandan on gün izin istedi.
Melikşah avlanmaya çık-
mıştı ve avda hasta düştü.
Halifeye vermiş olduğu on
günlük müddetin bitmesine
bir gün kala vefat etti. Ni-
zamülmülk’ ün ölümünden
yaklaşık 35 gün sonra Sultan
Melikşah yediği av eti yü-
zünden zehirlendi ve öldü.
halası Arslan Hatun’ un Ha-
life ile böyle bir pazarlığın
doğru olmayacağını tavsiyesi
üzerine “Türklerin evlenmek-
te adeti olduğu üzere 50 bin
dinar süt hakkı ve 100 bin di-
nar verilmek şartıyla” karara
varıldı. Ayrıca Terken Hatun
evlilik için bazı şartlar da ek-
lemiştir. Terken Hatun “Eğer
halife benim kızıma evlen-
mek suretiyle sahip olmak
istiyorsa bana, halası, annesi
büyük annesi ve öteki yakın-
larıyla halifelik ileri gelenle-
rini göndermesini istiyorum.
Ben de Gazne, Semerkant,
Horasan Hatunları ile Sel-
çuklu devleti ileri gelenlerini
toplayıp evlenme işinin on-
ların huzurunda yapılmasını
ve gelinle birlikte halife-
nin ve bizim durumlarımızı
TARİH
DÜNDEN DERGİ / 19
İslam kaynaklarından bir
kısmı ile Ermeni ve Süryani
tarihleri Melikşah’ ın zehir
verilmek suretiyle öldürüldü-
ğünü yazmaktadır. Ibnü’l Esir
ve Urfalı Mateos Melikşah’
ın karısı Terken Hatun tara-
fından, Abul Farac ise sulta-
nın kölesi Hurdik tarafından
zehirlenerek öldürüldüğünü
yazmaktadır. İbrahim Kafe-
soğlu ise Melikşah’ ın Terken
Hatun ve Halife el-Muktedi’
nin iş birliği sonucu öldürül-
mesinin mümkün olabileceği-
ni yazmaktadır. Terken Hatun
kendi siyasetini çevirebil-
mek için Sultanın ölümünü
gizledi. Cenazesini sakladı.
Bu yüzden yas tutulmadı.
2.Melişah’ ın Ölü-
münden Sonra Terken
Hatun’ un İktidarı Ele
Geçirme Çabaları
2.1 Mahmud’ un Sul-
tan İlan Edilmesi
Sultan Melikşah’ ın ölümün-
den sonra Terken Hatun ida-
reyi kendi eline aldı. Devletin
hazinesi ve serveti kendisinde
bulunuyordu. Destek bulabil-
mek için bu hazineden büyük
miktarda parayı emirlere ve
devlet adamlarına dağıttı. Da-
ğıtılan paranın miktarı mil-
yonlarla ifade edilmektedir.
Taht mücadeleleri sırasında
ise 20 milyon altın dinarı
dağıtarak destek toplamış-
tır. Emirlere haber gönderip
oğlunu destekleyeceklerine
dair yemin aldı. Kaynaklarda
devlet adamlarının Melikşah’
ın diğer oğullarını değil de
Mahmud’ u desteklemesinin
sebebi olarak, Terken Hatun’
un Melikşah’ ın iktidarında
devlet yönetiminde söz sa-
hibi olması, devlet adamla-
rına ihsanlarda bulunması,
hükümdar soyundan gelmesi,
devlet hazinesinin hatunun
yanında bulunması ve parala-
rın devlet adamları ve asker-
lere dağıtılması gösterilmiştir.
Kendine bağladığı emirler ile
12 bin kişilik bir ordu kur-
mayı başarmıştır. Oğlunun
sultanlığını meşrulaştırmak
için Halife Muktedî’ den
oğlu Mahmud adına hutbe
okutmasını istedi. Halife ilk
başta bunu kabul etmedi.
Vergi toplanması ve amille-
rin tayini de Tacülmülk’ ün
yetkisinde olacaktı. Böyle-
ce Mahmud 22 Şevval 485
(22 Kasım 1092) tarihinde
“Nasırü’d-dünya ve’d-din”
lakabıyla Bağdat’ ta sultan
ilan edildi. Böylece Terken
Hatun isteğine kavuşmuş
ve oğlu Mahmud’ u sultan
ilan etmişti. Kendisine rakip
olarak gördüğü Melikşah’
ın Zübeyde Hatun’ dan do-
ğan oğlu Berkyaruk’ u ber-
taraf etmesi gerekiyordu.
Bunun üzerine Terken Hâtun,
oğlu adına hutbe okutabil-
mek için Halife’yi kendisi-
ni hilafet tahtından indirip
yerine torunu Cafer’i halife
yapmakla tehdit etti. Devrin
en önemli alimlerinden biri
olan Gazzâlî’ ye başvuruldu.
Gazzali’nin, henüz beş yaşın-
da olan Mahmud’ un yaşının
küçüklüğünden dolayı sultan
olamayacağına dair fetvasına
ve halifenin itirazına rağmen
bazı şartlarla Mahmud adına
hutbe okutmayı başardı. Buna
göre ordu kumandanlığı Emir
Üner’ e verilecek ve o da
bu konuda vezir Tacülmülk
ile birlikte hareket edecekti.
Bunun için Musul Valisi Kı-
vamüddevle Kürboğa’ yı Me-
likşah’ ın mührü ile birlikte
Isfahan’ a gönderdi. Kürboğa,
sultanın emrettiğini söyle-
yerek kaleyi, muhafızından
teslim aldı. Berkyaruk’ u ya-
kalattı ve hapsettirdi. Fakat
Sultan Melikşah’ ın ölüm ha-
beri duyulunca Nizamülmülk’
ün adamları Isfahan’ da Niza-
mülmülk’ e ait silah deposu-
nu yağmaladılar ve şehirde
isyan çıkarttılar. Berkyaruk’
u da hapisten çıkartarak Isfa-
han’ da adına hutbe okutarak
sultan ilan ettiler. Nizamül-
mülk’ ün adamları, Berkya-
ruk’ u şehirden çıkartıp Sâve
ve Âve yönüne götürdüler.
Daha sonra Rey taraflarına
geldiler. Burada kendileri-
ni Berkyaruk’ un daha önce
atabegliğini yapmış olan Gü-
müştekin Candar karşıladı.
Gümüştekin Candar, Berk-
yaruk’ u Rey şehrine götürüp
tahta oturttu. Rey şehrinin
reisi ve Nizamülmülk’ ün
damadı olan Ebu Müslim,
kıymetli taşlar ve altınla iş-
lenmiş bir tacı Berkyaruk’ un
başına koydu ve onu sultan
ilan ettiler. Berkyaruk 20 bin
kişilik bir ordu topladı. Niza-
mülmülk’ ün nüfuzlu adam-
larından Emir Erkuş da as-
kerleriyle birlikte Berkyaruk’
a katıldı. Nizamülmülk’ ün
adamları Taberek kalesini ku-
şattılar ve kılıç zoruyla ele ge-
çirdiler. Berkyaruk’ un daha
fazla güçlenmesini engelle-
mek isteyen Terken Hâtun,
Emir Kürboğa, Emir Üner ve
Emir Kumac ile birlikte Bağ-
dat’tan İsfahan’a geldi. Artık
iki taraf arasında savaş kaçı-
nılmazdı. İki ordu Burûcird
şehri yakınlarında karşılaştı.
Terken Hatun’ un ordusunda-
ki emirlerden bir kısmı Berk-
yaruk tarafına geçti. Böylece
daha da güçlenen Berkyaruk,
10 Zilhicce 486/11 Ocak
1093 tarihinde yapılan sava-
şı kazandı. Terken Hatun’ un
veziri Tacülmülk Berkyaruk’
a esir düştü. Kendisi adına
devletin idaresini elinde bu-
lunduran veziri Tacülmülk’
ün esir düşmesiyle Terken
Hatun en önemli destekçisini
kaybetmiş oldu. Berkyaruk,
Tacülmülk’ ün yetenekli bir
insan olduğunu bildiğinden
onu kendine vezir yapmak
istedi. Fakat bu durum Ni-
zamülmülk’ ün adamları ta-
rafından hoş karşılanmadı.
Çünkü Nizamülmülk’ ün ölü-
münde Tacülmülk’ ün parma-
ğının olduğuna inanıyorlardı.
TARİH
20 / DÜNDEN DERGİ
Neticede Tacülmülk, Niza-
mülmülk’ ün adamları tara-
fından öldürüldü ve cesedini
parça parça edildi. Berkyaruk
da kendisine vezir olarak Ni-
zamülmülk’ ün oğlu İzzül-
mülk’ ü atadı. Burûcird sa-
vaşında mağlup olan Terken
Hâtun ise İsfahan’a çekilmek
zorunda kaldı. Berkyaruk da
onların ardından gelerek 16
Zilhicce 486/17 Ocak 1093 ta-
rihinde İsfahan’ı kuşattı. Ter-
ken Hatun, Berkyaruk’ u geri
püskürtmek için hazineden
cömertçe para dağıtıyor lakin
başarılı olamıyordu. Terken
Hatun adamlarının tavsiye-
sine uyarak Berkyaruk’ a ba-
basının mirasından 500 bin
altın vererek kuşatmayı kal-
dırmasını teklif etti. Mali sı-
kıntılarda olan Berkyaruk bu
teklifi kabul etti ve aralarında
bir anlaşma yapıldı. Yapılan
anlaşmaya göre Terken Hatun
ile Mahmud İsfahan ve Fars’a
hâkim olacak, diğer şehirler
Berkyaruk’ a bırakılacaktı.
2.2 Terken Hatun ile
İsmail b. Yakut İttifakı
Terken Hâtun, Berkyaruk
ile giriştiği savaşta mağlup
olmasına rağmen hiçbir şe-
kilde oğlu Mahmud’ u tahta
çıkarma arzusundan vazgeç-
miyor ve iş birliği yapabile-
ceği birilerini arıyordu. Bu
amaçla Berkyaruk’ un dayısı
Azerbaycan Meliki İsmâil b.
Yâkūtî’ ye haber gönderdi.
Onu, yeğeni Berkyaruk’a kar-
şı kışkırttı. Kendisiyle evlen-
mesi ve saltanata ortak olması
teklifiyle Isfahan’a davet etti.
Bu, İsmail b. Yakuti için son
derece cazip bir teklifti. İs-
mâil bu teklifi kabul ederek,
Azerbaycan Türkmenlerin-
den kurduğu ordusu ile Berk-
yaruk’ un üzerine yürüdü.
Fakat Hemedan-İsfahan ara-
sındaki Kerec’ de meyda-
na gelen savaşta kendisinin
Terken Hatun ile evlenme-
sini hoş karşılamayan bazı
emirlerin Berkyaruk tarafı-
na geçmesiyle mağlûp oldu
(486/1093). Yenilginin ar-
dından Isfahana giden İsma-
il, Terken Hatun tarafından
karşılandı. Terken Hatun ona
ikramda bulundu, oğlundan
sonra onun adına hutbe okut-
tu ve oğlu ile beraber sikkeye
adını bastırdı. Aralarındaki
evlenme işi neredeyse ta-
mamlanmak üzereydi. Ancak
emirler bundan çekindiler.
Özellikle işleri yürüten ve or-
dunun kumandanı olan Emir
Üner bu işe yanaşmadı. Emir-
ler, İsmail’ in aralarından
çıkmalarını istediler. Bunun
üzerine İsmail, Isfahanı terk
ederek yeğeni Berkyaruk’ un
ordusuna katıldı. Ancak Emir
Gümüştekin Candar, Aksun-
gur ve Bozan ile yaptığı bir
toplantıdan sonra bu emirler
tarafından öldürüldü. Kerec’
de kazandığı zaferden sonra
Bağdat’a giden Berkyaruk
Halife Muktedî-Biemrillâh
tarafından “Rükneddin” laka-
bıyla sultan ilân edildi ve 14
Muharrem 487’de (3 Şubat
1094) adına hutbe okundu.
2.3 Terken Hatun’ un
Son Çabası, Tutuş ile
İttifakı
Oğlu Mahmud’ u tahta çıkar-
mak için giriştiği mücadelede
Berkyaruk’ a yenilen, İsmail
b. Yakutî ile yaptığı birleş-
meden de sonuç alamayan
Terken Hâtun, Melikşah’
ın ölümü üzerine, gözünü
Büyük Selçuklu tahtına göz
diken Melikşah’ ın kardeşi
Suriye meliki Tâcüddevle
Tutuş’ a gönderdiği mektupta
kendisine evlenme teklif etti
ve ülkeyi birlikte idare etme-
yi önerdi. Bunun için ken-
disini Isfahan’ a davet etti.
Melikşah’ ın ünlü eşi Terken
Hatunla evlenmek, dolayı-
sıyla nüfuz ve saltanatını çok
daha geniş bölgelere yaymak
hülyasına kapılan Tutuş, iyi
bir hazırlık yaptıktan sonra
Azerbaycan’a girmiş ve bura-
ları kendi hükümranlığı altına
almaya başlamıştır. Ancak,
Terken Hatun’ un bu ittifak
teşebbüsünün sonucunu gör-
meye ömrü yetmedi. Tutuş’
un Berkyaruk’ a karşı hareke-
te geçtiği sırada Tâcüddevle
Tutuş ile gücünü birleştirmek
üzere İsfahan’dan hareket
etti; fakat yolda hastalanarak
geri döndü. Bir süre sonra
İsfahan’da öldü (Ramazan
487/Eylül-Ekim 1094). Ter-
ken Hatun, Emir Üner ve Is-
fahan şahnesi Emir Semez’
e ülkeyi oğlu için muhafaza
etmelerini vasiyet etti. Terken
Hatunun ölümünden kısa bir
süre sonra oğlu Mahmud da
yakalandığı çiçek hastalığı
sorasında 487 de (1094) öldü.
Sonuç
Terken Hatun, Türk Tarihin-
deki en önemli kadın figürle-
rinden biri olmuş, devrin iki
büyük şahsiyetinin ölümünde
parmağı olduğu düşünülmüş-
tür. O, devlet siyasetinde ak-
tif rol oynamış ve Melikşah
üzerinde oldukça etkili ol-
muştur. Kendisinin hükümdar
soyundan gelmesi, Mahme-
lek’ i Halife el-Muktedi ile
evlendirmesi, yeğeni Ahmed
Han’ın tekrar Karahanlı tah-
tına getirilmesi, Melikşah ile
Nizamülmük’ ün aralarının
açılmasındaki etkisi, önem-
li bir nüfuza sahip olması,
kendisine bağlı 12 bin kişilik
askerinin olması, devlet ha-
zinesinin kendisinde olması,
onu devlet yönetiminde etkin
bir hale getirmiştir. Fakat Me-
likşah’ ın ölümünden sonra
giriştiği iktidar mücadelesi
sebebiyle devletin zayıflama-
sına yol açtığı için tarihçiler
tarafından eleştirilmiştir. Sı-
rasıyla veliaht olan oğulları-
nın (Davud ve Ahmed) genç
yaşta ölmesiyle kahrolan Ter-
ken Hatun’ un, en küçük oğlu
Mahmud’ u sultan yapma ça-
bası onun en doğal hakkı ola-
rak görülmelidir. Bu hususta
kendisinin bir hükümdar kızı
olması ve siyasi evlilik gere-
ği iktidar mücadelesi vermesi
gayet olağandır. Üstelik hane-
dan üyeleri arasında yaşanan
taht mücadeleleri veraset sis-
teminin getirdiği bir sonuçtur.
KAYNAKÇA
Abu’l-Farac Tarihi C.1
Genç, Reşat, Karahanlı Devlet
Teşkilatı
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh
Kaçın, Bülent, Selçuklu Hatunları
Kafesoğlu, İbrahim, Sultan Me-
likşah
Köymen, Mehmet Altay, Selçuklu
Devri Türk Tarihi
Müneccimbaşı Ahmed b. Lütful-
lah, Câmiu’d-Düvel Selçuklular
Tarihi I Horasan-Irak, Kirman ve
Suriye Selçukluları
Reşîdüddin Fazlullah, Ca-
miü’t-Tevarih Selçuklu Devleti
Sertkaya, Pınar, Türk Tarihinde
Terkenler
Turan, Osman, Selçuklular Tarihi
ve Türk-İslam Medeniyeti
Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Ve-
kayinamesi (952-1136) ve Papaz
Grigor’ un Zeyli (1136-1162)
Öğün Bezer, Gülay, “Terken”, İA,
TARİH
DÜNDEN DERGİ / 21
Ş E Y H B E D R E T T İ N
İ S YA N I
M. Enes YILDIZ (MSGÜ)
Şeyh Bedrettin isyanı kimi-
lerine göre Osmanlı tarihinde
Anadolu’da çıkarılan ilk Şii/
Batıni isyandır. Bu konuda
bir çok farklı görüş bildiril-
miş, kimisi Şeyh Bedreddin
isyanını bir sosyalist hareket,
kimisi tamamen kendi ihti-
rasları sonucu otorite kurmak
isteyen siyasi bir kişilik, ki-
misi tamamen dini sebeplerle
ortaya çıkan bir tarikat şeyhi
olarak değerlendirmiştir. Bu
yazıdaki amacımız ise sözü
edilen tartışmalara girilme-
yerek, meydana gelmiş olan
olay hakkında genel bir ta-
rih bilgisine sahip olmaktır.
Tarihe “Şeyh Bedrettin İsya-
nı”, “Simavna Kadısı Şeyh
Bedrettin Vakası” gibi isim-
lerle geçmiş olan olay 15.
yüzyılda vuku bulmuştur.
Timur ve Bayezid’in 1402 yı-
lında Ankara’da gerçekleştir-
dikleri savaş neticesinde Os-
manlı ağır bir darbe almış ve
“Fetret Devri” denen 12 yıllık
iç savaş dönemi başlamıştır.
Timur, Ankara Savaşı’ndan
sonra Yıldırım Bayezid’in
ortadan kaldırdığı Anadolu
beyliklerini tekrar ihya etmiş
ve hâkimiyeti altına almıştır.
Bunun yanında Bayezid’in,
Süleyman Çelebi, Musa Çe-
lebi, İsa Çelebi ve Mehmed
Çelebi gibi çocukları arasın-
da ülkenin çeşitli yerlerinde
hâkimiyet tesis etmelerine
Timur tarafından müsaade
edilmiştir. Hiç şüphesiz Ti-
mur’un bu politikası Os-
manlı’nın toparlanmasını
geciktirmiş ve Şeyh Bedrettin
İsyanı’nadazeminhazırlamıştır.
Şeyh Bedrettin
Kimdir ?
Osmanlı’nın Balkanlara nü-
fuzu sırasında onlarla birlik-
te bulunan Abdülaziz, Şeyh
Bedrettin’in ataları arasın-
dadır. Dimetoka Savaşı sıra-
sında şehit düşmüştür. Onun
oğlu İsrail ile Dimetoka Ka-
lesi Rum beyinin kızı evlen-
miş ve bu birliktelikten Şeyh
Bedrettin dünyaya gelmiştir.
[2] Soy ağacını Selçuklu
hanedanına bağlayanlarda
olmuştur. Bu onun hüküm-
darlık tesis etme amacına
bir delil olarak gösterilebilir.
İyi bir eğitim tahsil etmiş
olan Şeyh Bedrettin, dö-
nemin büyük alimlerinden
bizzat ders almış; tasavvuf,
kelam, sarf-nahiv gibi bir-
çok farklı alanda bilgi sahi-
bi olmuştur. Bursa, Konya,
Kahire, Suriye, Tebriz gibi
farklı yerlerde bulunmuştur.
Hüseyin Ahlati’den tasav-
vuf eğitimi almıştır. Memlük
Sultanı Berkuk’un oğlu Fe-
rec’in hocalığını yapmıştır.
Bâtıni akidesinin tesirinde
kalan Şeyh Bedrettin Anado-
lu topraklarına geldiğinde bu
fikirlerini yayma amacı güt-
müştür. Bilhassa Anadolu’da
yaşayan ve bu akıma yakın
bulunan Alevi Türkmenle-
rini çevresinde toplamıştır.
Faaliyet gösterdiği yerlerin
başında Edirne gelmektedir.
Burada hükümdarlığını ilan
etmiş bulunan Musa Çelebi
tarafından destek görmüş ve
kazaskerliğe tayin edilmiştir.
Bu onun şöhretini artır-
mış, fikirlerini yaymasını
ve kendisine mürit topla-
masını kolaylaştırmıştır.
Osmanlı’nın içinde bulun-
duğu karışıklık esnasında
Mehmet Çelebi rakipleri
arasından sıyrılmaktaydı.
Musa Çelebi kardeşi Meh-
met Çelebi’ye karşı olan taht
mücadelesini kaybedince hi-
mayesi altında bulunan Şeyh
Bedrettin de nüfuz kaybı-
na uğramıştır. Kendisine
ilmi kişiliği sebebiyle saygı
duyulmuş ve kazaskerlik
görevine son verilmesine
rağmen ailesiyle birlikte İz-
nik’te yaşamasına izin veril-
miştir.
Şeyh Bedrettin’in emrinde
bulunan birçok müridi ülke-
nin muhtelif yerlerinde hâki-
miyetlerini genişletmekteydi.
Bunlardan Börklüce Mustafa,
Karaburun taraflarında bu-
lunmakta ve önemli bir güç
haline gelmekteydi. Bu fır-
satı değerlendirmek isteyen
Şeyh Bedrettin bulunduğu
yerden kaçarak Rumeli’ye
gitmiş ve taraftarlarının sayı-
sını her geçen gün artırmıştır
TARİH
22 / DÜNDEN DERGİ
Silistre, Dobruca, Deliorman
onun propaganda yaptığı ve
etkin olduğu yerlerdendir.
Müritlerinden Börklüce
Mustafa İzmir taraflarında
Karaburun’da, Torlak Ke-
mal Manisa’da Alevilerle
meskûn yerlerde, Şeyh Bed-
rettin ise Rumeli’de isyan
hazırlıklarında bulunmuştur.
Bedrettin bu şekilde iç karışık-
lıklarla uğraşmakta bulunan
Osmanlı’yı hem Rumeli hem
de Anadolu’dan vurarak hâki-
miyetini tesis etmek istemiştir.
Börklüce Mustafa yanına top-
ladığı müritlerinin sayısının
fazlalığı sebebiyle önemli bir
güç oluşturmaktaydı. İşler
bu surette tehlikeli boyutlara
varınca Mehmet Çelebi hare-
kete geçmiş ve kuvvetlerini
Börklüce Mustafa üzerine
göndermiştir. İzmir Sancak
Beyi Aleksandır, Saruhan
Sancak Beyi Timurtaşzade
Ali Bey; sırasıyla Börklüce
Mustafa’ya mağlup olmuştur.
Bu süreçte ortaya çıkan
Düzmece Mustafa Vakası
tahta karşı yeni bir ayaklan-
ma olup Şeyh Bedrettin ve
müritlerinin işine gelmiştir.
Padişah, bu durum karşısın-
da henüz 12 yaşındaki oğlu
Murad ve Vezir-i Azam Ba-
yezid Paşa’yı, Börklüce’nin
üzerine göndermiş, nihayet
Karaburun eteğinde Börklü-
ce’nin kuvvetlerini yenilgiye
uğratmıştır. Bunun ardından
Torlak Kemal üzerine ilerle-
yen mezkûr kuvvetler burada
da başarı elde ederek Anado-
lu’da gerçekleşen ilk Şii-ba-
tıni isyanını bastırmışlardır.
Rumeli’de faaliyet gösteren
Şeyh Bedrettin ise zuhur eden
bu olaylardan son derece kötü
etkilenmiş ve çevresindeki
müritlerinin çoğunu kaybet-
miştir. Padişah, Selanik ve
Teselya civarında isyan hare-
keti başlatan kardeşi Musta-
fa (Düzmece) üzerine sefere
çıkarken, Bayezid Paşa’yı da
Şeyh Bedrettin üzerine gön-
dermiş ve kısa bir çarpışma-
nın ardından, zaten alınan ye-
nilgilerle gücünü kaybetmiş
olan Şeyh Bedrettin yenilgiye
uğratılmış, esir edilmiştir.
Çelebi Mehmet Han, Şeyh
Bedrettin’i dönemin fakihle-
rine havale etmiştir. Yapılan
tahkikat sonucunda isyana
girişmek, bozgunculuk çı-
kartmak suçlarından idama
mahkûm edilmiştir (1420).
Bir rivayete göre ise bizzat
kendisi de bu suçun idamı
gerektirdiğini ifade etmiştir.
KAYNAKÇA
Halil İnalcık, Devleti Aliyye,
I, İstanbul 2018
[2] İsmail Hakkı Uzunçarşılı,
Osmanlı Tarihi, I, Ankara
2019
[3] Ahmet Şimşirgil, Kayı, I,
İstanbul 2010
TARİH
DÜNDEN DERGİ / 23
Tasavvuf, kimisine göre
“hürriyetin” elinden alın-
ması kimine göre hürriyete
kavuşma çok sübjektif bir
tanımı vardır. Burada tar-
tışılacak şey kesinlikle bu
değildir. Sadece bir gerçe-
ğin üstünden gidilip, giriş
niteliğinde bir yazı olacaktır.
İşte bu gerçek
de: Tasavvufun ve tarikat-
ların tarih boyunca birileri-
ni etkilediği ve, tek sebep
bu olmasa da, İslam’ın çok
uzak coğrafyalara yayılması-
dır. Tasavvuf ve tarikat nasıl
bir cezbedir ki insanlar onun
uğrunda bu kadar uzak coğ-
rafyalara kadar gelmişlerdir,
kendi dinlerini bırakmışlar-
dır işte bu kafa yapısını an-
lamak için böyle bir yazıya
gereksinim duydum, bir ehl-i
tarik nasıl bir halat-ı ruhiyye
içindedir? Ona göre tasavvuf
nedir? Tarikatlara bakış na-
sıldır? Şimdi bunları görelim.
Tasavvuf; şeriattan hakika-
te ve onun da ötesine giden
yolculukta ikinci adımdır:
Şeriat, tarikat, hakikat. Şeriat,
Allah’ın kanunlarından yani
Kuran’dan, hadisten başka bir
şey değildir. Her ehl-i şeriat,
derviş veya sofi veya mürit de-
ğildir, olamaz. Ne fark vardır:
İrade! Tasavvuf ehlinin irade-
si biat ettiği kişinin elindedir.
Teşbihte hata olmaz tasav-
vuf ehli gassalin elindeki
ölü gibidir. Burada gas-
sal, şeyh; ölü de mürittir.
Şeyh (postnışin) ne derse
mürit yapmak zorundadır.
ve en sonunda ramazaniyye
dalından cerrahiyye 18.yüz-
yılda ortaya çıkıyor. Halve-
tiyye’nin çıkış noktası Orta
Doğu iken Cerrahiyye şubesi
İstanbul’da ortaya çıkıyor. Bu
yayılmayı sağlayan tarikat-
ların halifeleridir. Bir şeyhin
bir veya birkaç tane halifesi
olur ve bunlar dört bir yana
dağılarak irşad vazifesini
alır. Tarikatlarına mürit top-
larlar. Bazısı da toplayamaz
ve o tarikatın nüfusu belki
de biter. Ama bu tarikatın
sonlandığını göstermez; eğer
bir cemaat olsaydı cemaatte
insan kalmazsa dağılmış olur
ama tarikatta insan kalma-
sa bu tarikata zeval vermez.
Gerçek derviş, kalbi Allah’tan
başka bir şey görmeyen şehit-
lik mertebesi için can atandır.
Derviş şeyhinin sözünden hiç
çıkmayan, şeyhi ne derse onu
aynı şekilde yapandır. Bu is-
tisnasız böyledir. Bunu dervi-
şin, şeyhinin karşısında duru-
şundan bile anlarsınız, çünkü
duruşta ayaklar mühürlü, kol-
lar koltuk altının altında ve
baş eğik durur daima. Bunun
anlamı: Başım eğik, kollarım
ve ayaklarım mühürlü, ne
isterseniz yapmaya hazırım
demektir. Şeyh uygun görürse
halifesini seçer ve onu irşad
ile görevlendirip uzak coğraf-
yalara yollar. Osmanlı’da bu
halifeler böyle bir başına da
bırakılmazdı. Zaman içinde
saray ile muhabbete de bağlı
olarak ona tekkeler yapar, tek-
kelerinin bakımını sağlardı.
Tarikatların vuku bulma-
sı 12.yüzyılda Abdülkadir
Geylani ile beraber olmuştur.
Günümüzde belki yıldızların
sayısı kadar belki de nefes
alan insan sayısı kadar tarikat
bulunmaktadır. Zaten ehl-i
tarikler de böyle savunur ve
bunun insanları bölme ola-
rak değil aksine birleştirici
bir etken olduğunu söylerler.
Şimdi biraz bu yayılmanın
nasıl olduğundan bahsede-
yim. Ana tarikatlar ve yıllar
içerisinde onların dalları ve
o dalların şubeleri ortaya
çıkıyor. Mesela, Ömer Hal-
vetî halvetiyye tarikatını 14.
Yüzyılda kuruyor onun kolu
olan ahmediyye 16. Yüzyıl-
da ortaya çıkıyor bir başka
şube olan ramazaniyye de
17.yüzyılda ortaya çıkmış
Kişiden kişiye değişmek
üzere yıllar harcanarak bu
tasavvuf ehillerinin çok na-
dirleri hakikate erer. Ve
daha da nadiri hakikati de
aşar, mesela Yunus Emre.
Tarikat ise tasavvufta
Hakk’a ulaşmak için be-
nimsenen usul, tutulan
yoldur en kısa tanımıyla
Günümüzde her ne kadar ta-
rikat ehilleri(!) birbirine red-
diyeler yazsa yayınlasa da
bu geçmişte böyle olmamak-
taydı. Tarikatlar bulundukları
devlete yardımcı olur sosyal
hayatı düzenleyen bir meka-
nizmagörevigütmekteydi.Bir
insanın yolda yürürken hangi
tarikattan olduğunu anlayabi-
leceğiniz takkeler takarlardı.
TARIKAT VE TASAVVUF ÜZERINE
M. Eren GÜR(Ankara Üniversitesi DTCF)
TARİH
24 / DÜNDEN DERGİ
Buna karşılık da çoğunlukla
şeyhlerin müritlerini savaşa
gönderdiği olurdu. Bu kuru-
luş zamanında zaten böyley-
di. Ama vakit ilerleyince de
tarikatların müritleri Osman-
lı’nın Klasik Çağında çoğu
zaman Osmanlı’nın yanın-
da savaşlara katılmışlardır.
Tarikatın da kendi
içinde mertebeler vardır. Me-
sela bir insan tarikata intisap
etmemiş ama tabiri caizse
tarikat sempatizanı ise bu
literatüre muhib olarak geçi-
yor. Muhib olan eğer uygun
bir rüya görürse mürit ola-
biliyor. Mürit olunca seyr-i
süluk dediğimiz süreç başlı-
yor. Bir müridi şeyhliğe gö-
türen yol olarak görebiliriz,
ama her mürit şeyh olacak
diye bir şey yok, her mü-
rit halife de olamaz insan
belki 80 yaşına gelir mürit
olarak kalır ama başka biri
18 yaşında halife olabilir
insana göre değişir bunlar.
Şeriat, tarikat
ve hakikat basamaklarına
tırmanmak da fevkalade zor
bir iştir. Malumunuz Yunus
Emre, kaç yıl tekkesine odun
taşıdı? Ve Yunus Emre oldu.
Ehl-i tariklerin kafa ya-
pısını, düşüncelerini size bir
nebze de olsa anlatmaya ça-
lıştım. Eğer bir nebze bir şey
katabildiysem ne mutlu bana
TARİH
DÜNDEN DERGİ / 25
Dr. Öğretim Üyesi Mehmet SAĞ
EDEBİYAT
26 / DÜNDEN DERGİ
S E N İ
B E K L E M E K
“Her şey ben yaşarken oldu.” demişti şair
Hayır, her şey seni beklerken oldu
Seni beklerken çıktı savaşlar
Ve seni beklerken sağlandı barışlar
Seni beklerken “vurdu bir Çin genci hepimizi”
Ve seni beklerken anlam buldu
Şairin “eve dön” mısrası
Seni beklerken sığındım Allah’a
Ve seni beklerken bir kaç damla gözyaşı düşürdüm bu satıra
Seni beklerken düşündüm yarını
Ve yaşamaya çok geç kalmakla suçladım kendimi
Sahi ben yaşarken mi oldu bütün bunlar
Yoksa seni beklerken mi unuttum yaşamayı
Rabia Hatun KIRTAY
EDEBİYAT
DÜNDEN DERGİ / 27
SAYENDE
Kaç fıs sayamıyordum, kolanya şişelerinden,
Gün içinde üzerime başıma düşen .
Gül dökülen dudaklarımdan akar olmuştu, diken.
Acep eden bulur muydu eden…?
Dünya ile insanlığın; sen-ben kavgası
Açıldı,geç de olsa mizan sofrası.
Çevrilirken yapılanların bir bir sayfası
Görülecekti elbet kim haksız kim haklı.
Nasıl bir savaştı, bu topsuz tüfeksiz.?
Ne yürekli tanıyor ne de yüreksiz.
Diyordu mala, mülke ve yaşa
Bakmadan gelir , alıp giderim habersiz
Tat vermiyor ne içtiğim su nede fırından aldığım sıcak taze
ekmek.
Kayıp gidecek mi hayallerim, onca verdiğim emek.
Ben çaresiz …
İçime özlem, belirsizlik işlenirken ilmek ilmek…
Boşver yarın yaparım dediğin yalanlarım..
Kuş misali çırpınıyor avuçlarımda
Dünden bugüne kalanlarım…
Ayşe KILIÇKAYA
FELSEFE
28 / DÜNDEN DERGİ
Ç AĞIMIZIN YENİ ZAMAN PARADOKSU:
PRESENTİSM Mİ ETERNALİZM Mİ?
İnsanlık tarihinin başlan-
gıcından bugüne kadar Antik
Yunan,Sümer, Çin ve Mısır
gibi onlarca medeniyetin ça-
lışmalar yaptığı; Aristoteles,
Heidegger, Bergson, Hus-
serl, Ricoeur ve McTaggart
gibi nice filozofun üzerine
kafa yorduğu ve çözümle-
meye çalıştığı,her ne kadar
bugün somut olarak görebil-
sek de soyut yönleriyle hala
içinde kafa karışıklığı barın-
dıran çağımızın en kritik ve
en önemli kavramlarından
biri: Zaman “Zaman sessiz
bir testeredir.” der Immanuel
Kant. Her insanın hayatın-
da, binlerce olayın, savaşın
gidişatında ve sonucunda ya
derin izler ya da ufak çizik-
ler bırakan bu sessiz teste-
re, her ne kadar çağımızda,
21.yüzyıl becerilerinde ve
akademide verimli kullan-
ma denilince akla gelen ilk
kavram olsa da çağımız-
da yeni bir ikilem yarattı:
Presentism mi Eternalizm
mi? Daha çok son yıllarda
duyduğumuz bu iki kavramı
açıklamak gerekirse; Presen-
tism, sadece “şimdiki zama-
na” odaklanmadır. Geçmiş
ve gelecek “hayali ve uydu-
rulmuş konseptler ve kav-
ramlardır. ”Örnek vermek
gerekirse şu an okuduğunuz
cümleler şu an vardır, 5 sani-
ye önce okuduğunuz kelime
de ve bu cümleler bittikten
sonra okuduğunuz kelime-
ler de siz bir daha okuyun-
caya dek olmayacaklardır.
Presentismin tam zıttı olan
Eternalizm ise geçmiş,
Berfin EKMEZ (Koç Üniversitesi)
şimdi ve gelecek kavramları-
nın aynı anda meydana geldi-
ğini ve var olduğunu, birbir-
lerinden bir farkı olmadığını
ve aralarında sürekli bir et-
kileşim olduğunu öne sürer.
fakat her şeyin etkileşim
halinde olduğunu söyleyen
Eternalist filozoflara karşın
ünlü Budist rahip Fyodor
Shcherbatskoy presentismi
şu sözleriyle açıklar: ”Geç-
mişte yaşanan her şey gerçek
dışı, gelecekte yaşanacak her
şey gerçek dışı, hayal edilen
her şey de gerçek dışı. Fi-
ziksel olarak tek gerçeklik
şimdi. ”Kimine göre presen-
tism; geçmişi ve geleceği
takmayan ve kendine odak
noktası haline getirmeyen
spontane insanların hayat
felsefesi, kimine göre ise
geçmişi ve geleceği bugünün
koşullarıyla değerlendirmeye
de yok geçmiş de.”Soyut
olan zamanın geçmiş kıs-
mını geri getiremeyecek
ve değiştiremeyecek ayrıca
1 saniye sonraki geleceği
göremeyecek olma ihti-
malinden dolayı şimdinin
önemini ve anı yaşamanın
değerini gözler önüne serer.
Fakat günümüz şartlarında
Eternalizm daha baskın bir
düşünce sistemidir. Eter-
nalistlere göre hangi za-
man diliminde olursak ola-
lım her zaman dilimindeki
durumların ve olayların ge-
çerli olduğunu ifade eder.
Tüm zamanlar eş zamanlı
ve aynı şekilde varlar ancak
ölçüm biz gözlemciler tara-
fından ayarlanabilir. Saatini
doğru zamana da ayarlayabi-
lirsin, 1 saat geriye alıp geç-
mişte olduğunu ya da 1 saat
ileri alıp gelecekte de oldu-
ğunu iddia edebilirsin ve öyle
hissedebilirsin. Ayrıca farklı
bir örnek vermek gerekirse I.
Dünya Savaşı, şu an okudu-
ğun cümle ve uçan arabalar
aynı anda varlar ama bizler
durduğumuz ve baktığımız
yere göre onları aynı anda
göremiyoruz. Eternalizm çok
yönlü ve fantastik bir bakış
açısı gerektirse de yaşadığı-
mız çağda yaptığımız her işin
ya da eylemin geçmiş ve ge-
lecek boyutunu da göz önüne
alıp değerlendirmemiz ve za-
manın verimli kullanımı ana
amaç olduğundan Eternalizm
daha iyi bir seçenek gibi du-
ruyor.Fakat üstüne ne kadar
düşünülse de her iki görüşün
kendi kapsamında haklı ge-
rekçeleri olmasından dolayı
bu zaman ikilemi ve para-
doksu uzun yıllar tartışılacak
ve üzerine kafa yorulacak bir
konu olmaya devam edecek.
dayanan yanlış bir tarih-
sel analiz olarak görülse de
haklı yanları olan bir fel-
sefi yaklaşımdır. Bu yak-
laşımın doğruluğunu ünlü
piskopos St.Augistine şu
sözleri ile dile getirir: “Za-
man hem geride hem ileri-
de olamayacağı için gelecek
FELSEFE
DÜNDEN DERGİ / 29
Dr. Öğretim Üyesi Mehmet SAĞ
MİTOLOJİ
30 / DÜNDEN DERGİ
GÜNÜMÜZDE TÜRK MITOLOJISI NEDEN DÜNYA
M I T O L O J I L E R I K A D A R P O P Ü L E R O L M A D I ?
Çağrı BOZKURT (Nevşehir Hacı Bektaşi Veli Üniversitesi)
Her şey ilk sözle başlamış-
tı. İnsanlar doğayı anlamlan-
dırma ve anlamaya çalışmış-
lardı. Bu yüzden somut olan
nesneleri beyinlerinde soyut
düşünerek onlara isim verdi-
ler. Böylelikle renkler ortaya
çıktı. Mitolojide renkler çok
önemlidir. İnsanlar görmüş
oldukları renkleri soyut be-
yinlerinde düşünerek onlara
isim verdiler. Bu durum top-
lumların yaşayış biçimlerine
göre değişiklik göstermekte-
dir. Türk Mitolojisinde renk-
ler vazgeçilmez bir parçadır.
Bu nedenle renkler yön veren
toplumlar günümüze kadar
varlıklarını sürdürmüşlerdir.
olabilir. Buna rağmen mu-
azzam malzeme var. Hep-
si işlenmeyi bekliyor.
Günümüzde neden Türk
mitolojisi geri planda ko-
nusuna gelirsek öncelikle
mitoloji üzerine çalışma-
lar Osmanlı zamanında ele
alınmayan bir konuydu. Bu
nedenle biz yüzyıllarca geri
başladık. Alper Çağlar bel-
ki de Türk mitolojisine yön
verecek, yapacağı, filmlerle
dünyaya açılacak ve global
bir etki kazanacağız. Umu-
yorum ki Arap zihniyetinden
ve dinin etkisinden kurtulup
Öncelikle az önce dediğim
“renklere yön veren toplum-
lar günümüze kadar varlık-
larını sürdürmüştür.” sözüy-
le, Türk mitolojisi varlığını
sürdürmemiş midir? Hayır,
aksine Türk mitolojisi en
eski ve en hacimli bir mit-
tir. Neden günümüzde Thor,
Odin, Loki, Zeus, Athena gibi
motolojik karakterler dünya-
da fırtınalar estirirken bizim
mitolojimiz sessiz kaldı?.
Yarı göçebe bir toplum oan
Türkler kayıt yapamadık-
ları gibi yerleşik hayata da
çok sonraları geçmişlerdir.
Bu en büyük eksikliğimiz
Dr. Öğretim Üyesi Mehmet SAĞ
MİTOLOJİ
DÜNDEN DERGİ / 31
ŞAMANISTIK İNANÇ VE PRATIKLERIN
SIMGESELLIĞI
Elif İrem GÖYNÜKLÜ ( Ankara Üniversitesi DTCF)
takım eşyalar takar. Bunların
arasında kollara, sırta takı-
lan küçük zil ve çıngıraklar
bulunur. Çeşitli sesler çıka-
rarak ruhları ürküten madeni
eşya, şamanın zırhı sayılır.
Çıngırakların üst kısmında
küçük yaylar bulunur. Bun-
lar da yine zırhın bir parçası
olarak kötü ruhlara karşı si-
lah vazifesi görür. Şamanın
giydiği elbise, kötü ruhlara
karşı onu bir maske gibi mu-
hafaza etmektedir. Şamanla-
rın ayin yaparken giydikleri
kıyafetlerine cübbe denir. Şa-
manlığa hazırlanan genç, eği-
tim gördüğü müddet içinde,
cübbe giymez, ayinleri adi
elbisesiyle yapar. Gelene-
ğe uygun bir cübbe hazır-
lamak pahalıya mal olduğu
için bazı Kamlar, ruhlarının
özel müsaadeleriyle, birkaç
yıl cübbesiz ayin yaparlar.
Fakat cübbesiz Kamlar kötü
ruhlara karşı fazla cesaret
gösteremezler. Bunun için
her kam ne yapıp edip şaman
kıyafeti elde etmeğe çalışır.
Şaman olacak kişinin cüb-
beyi temin etme şekli biraz
farklıdır. Şaman adayı akraba
ve dostlarından yardım ister.
Onlar da Şaman adayına cüb-
be ve davul için gerekli olan
malzemeyi armağan ederler.
Malzeme hazır olduktan son-
ra kadınlar toplanıp cübbeyi
dikerler. Cübbenin hazırlan-
masının ardından Şaman bir
ayin yaparak cübbeyi ruhların
beğenisine sunar. Koruyu-
cu ruhlar cübbeyi inceler-
ler, beğenirlerse cübbe ayin
yapmaya yarar; beğenmez-
lerse eksikleri tamamlanır.
Şaman giysileri kutsaldır bu
yüzden herkesin görebilece-
ği yerlere konmaz. Şaman
giysilerinin bir hayvanı sem-
bolize ettiği anlaşılmaktadır.
Bu hayvan gerçek de ola-
bilir mitolojik bir hayvan
da olabilir ve şamanlar be-
lirli aralıklarla ormanda bu
Şamanizm, doğal ve do-
ğaüstü âlemler arasında bir
köprü inançtır. Şaman adayı-
nın, şaman oluşu bir törenle
kutlanır ve bu törende ona en
önemli iki aracı “şaman davu-
lu” ve “şaman giysisi” verilir.
Şaman giysilerinin üzerinde
bulunur. Çeşitli sesler çıka-
rarak ruhları ürküten madeni
eşya, şamanın zırhı sayılırçe-
şitli şekiller ve resimler vardır.
Örneğin bir şaman giysisinin
üzerinde kuş resmi bulunma-
sı, şamanın bu kuş resminin
yardımıyla öte dünyaya uça-
bileceği şeklinde yorumlan-
maktadır. Şa manlar ruhları
kovmak için, elbiselerine bir
Dr. Öğretim Üyesi Mehmet SAĞ
MİTOLOJİ
32 / DÜNDEN DERGİ
hayvanın kılığında ayin ya-
par. Şaman davulu ise şaman
giysisinden çok daha eskidir.
Şaman giysisinin artık kulla-
nılmadığı yerlerde bile şaman
davulu halen kullanılmakta-
dır. Şaman davulunda gök-
yüzü, orta dünya ve yer altı
simgelenmiştir. Bunların tam
ortasından geçen insan simge-
si ise şamandır. Bu şamanla-
rın âlemler arasında bir köprü
olduğunu da simgelemekte-
dir. Başka bir yorum ise, da-
vul bir mikrokozmostur. Da-
vulun ortasında göğün direği
bulunur. Bu desen evren ağa-
cı, yaşam ağacı, kozmik ağaç
olarak da adlandırılır. Bu de-
sen aynı zamanda dünyanın
eksenini temsil eder. Göğün
direği 3 evren bölgesini birbi-
rine bağlar: Gökyüzü, yeryü-
zü, yer altı. Şamanın insan ve
evren arasındaki doğaüstü bir
arabulucu olduğu, davul üze-
rindeki sembollerle ifade edi-
lir. Davulun üzerindeki oklu
insanlar, kuşlar, atlar erliğin
ve ülgenin oğul ve kızlarının
resimleridir. Bazı bölgelerde
şamanlar davullarını bir binek
hayvan olarak kullanmakta;
yeraltına ya da gökyüzüne
yaptıkları yolculukları davul-
larının üstüne binerek yap-
maktadırlar. Davulların üze-
rindeki ağaç motifleri “dünya
ağacı (hayat ağacı)”nı sembo-
lize eder.. Kutsal olan ağaçlar
vardır ve ağaçlara çaput bağ-
lama ritüeli de şamanizmden
gelmektedir. Bu aynı zaman-
da doğaya bağlılığı da temsil
eder. Yapılan eylem ağaca
umutları bağlamak ve medet
ummaktır. Ağacın kökleri
geçmişi, ataları temsil eder.
Gövdesi bizi, şimdiki zama-
nı temsil eder. Budakları,
yaprakları ve dalları gelece-
ği, çocukları ve yarını tem-
sil eder.. Ayrıca ağaç ayinler
sırasında başka âlemlere
ulaşabilmek için kullanılır.
Ağaç aynı zamanda yaratılış-
ta da önemli bir yere sahip-
tir. (Oğuz Kağan Destanında
bir kız ağaç gövdesinden
doğuyor.(Uygur varyantı.)
Şamanizm’de ağaç aynı za-
manda ölümden sonra ve
doğumdan sonra bizi karşı-
layandır. Şamanizm’de ateş
ise yine ağaç gibi kutsaldır.
Canlı bir varlık olarak düşü-
nülür ve çokça saygı duyulur.
Arındırıcı bir güce sahip oldu-
ğuna inanılır. Kamların hasta-
ları ateşin üzerinden geçir-
mesi ateşin arındırıcı gücüne
inançla ilgilidir. Şaman Baş-
lığı ise giysisinin en önemli
parçalarındandır. Güçlerinin
büyük bir kısmının bu baş-
lıklarda saklı olduğu söylenir.
Şaman başlıkları çoğunlukla
boynuzludur. Boynuzlar Şa-
manın kılığına girdiği hay-
vandır. Boğa Boynuzla-
rı arkaik çağlardan bu yana
Hilal’in alegorisi sayılmıştır.
Bu nedenle bu boynuzlar ye-
niden doğuş ile ilişkilendiri-
lir. Kartal Şamanın Anası’dır.
Şamanlar Kartal Ana’dan
türediklerini düşünürler. Din
tarihçisi olan Mircea Elia-
de’nin bahsettiği bir Buryat
efsanesine göre tanrılar, in-
sanı yarattıktan sonra, kötü
ruhlar hastalık ve ölüm yay-
maya başlar. Bunun üzerine
ilahlar, bu kötü ruhlarla mü-
cadele etmesi ve insanlara
yardım etmesi için bir şaman
göndermeye karar verir. An-
cak şaman olarak gönderilen
kartalın dilinden anlamayan
insanlar ona güvenmez. Bu-
nun üzerine kartal ilahlara
döner ve kendisine insanlarla
konuşma yeteneği verilme-
sini ya da onlara kendi cins-
lerinden bir şaman gönde-
rilmesini diler. İkinci dileği
kabul olan kartal insan kılı-
ğında tekrar dünyaya gönde-
rilir. Geri dönen kartal ağacın
altında uyuya kalmış bir
kadın görür ve bu kadınla
birlikte olur. Bu birlikteli-
ğin sonucunda ise ilk şaman
olarak nitelenen çocuk dün-
yaya gelir. Şamanların Atası
ise Ay’dır. Eskiden Şamanist
Türkler, ayın koruyucu ru-
huna, Ay Ata ya da Ay Dede
derlerdi. Biz de hâlâ çocuk-
larımıza ayı gösterip “Ay
Dede” diyoruz. Şamanların
yüzlerindeki maskeler yer al-
tındaki kötücül varlıklardan
ve ruhlardan korunmak için-
dir çünkü şamanlar yeraltına,
ruhlar âlemine ve en önemlisi
yer altı Tanrısı Erliğin sara-
yına da inmek zorundadırlar.
Yeraltına inerken tanınma-
mak için maskelerini takar-
lar. Ayrıca “Ay Kararması/
Ay Çekilmesi/ Ayın Görün-
mez Olması” değil de “Ay
Tutulması” denmesi önemli
bir ayrıntıdır. Şamanizm’de
ayın ya da güneşin de bir
ruhu vardır ve ay karardı-
ğında, bu ruhun, kötü ruhlar
Dr. Öğretim Üyesi Mehmet SAĞ
MİTOLOJİ
DÜNDEN DERGİ / 33
boyunca edinilen bilgilerin
ve anıların saça yapıştığı
yani saçın bir nevi hafıza
olduğuna inananlar vardır
bu yüzden saçları uzundur.
Bazen ise geçmişin yükün-
den kurtulmak için uzun saç
kesilir. Günümüzde depres-
yona giren kadınların saçını
kestirmesi kalıbı buna örnek
verilebilir. Aynı zamanda bazı
erkek şamanlar kadın kıya-
fetleri giyip saçlarını uzata-
rak ayin yaparlar. Şamanlara
göre yolda bir kuş tüyüne
rastlarsak bu cennetten bize
gelmiş güçlü bir tılsımdır ve
ruhlar tarafından verilmiş bir
işarettir. Bu tüyü eve götürüp
saklamalıyız. Yazının başında
da bahsettiğimiz gibi şamanın
kuş resminin yardımıyla öte
tarafından tutsak edildiğine
inanılır. Tutsak sözcüğü-
nün kökü olan “tut-” fiili,
bu yüzden ayın kararması
anlamında kullanılmıştır.
Şamanizm’de, ezoteride de
olduğu gibi yaşam dünyaya
uçabileceği inancı bize kuşun
veyahut kuş tüyünün ruhlar
âlemiyle olan ilgisini açıkça
göstermektedir. Ayrıca bunun
tılsım olarak görülmesinden
şans getireceği, olumlu etki
yaratacak bir unsur oldu-
ğu ve bu yüzden saklandığı
yorumunu da çıkarabiliriz.
KAYNAKÇA
Abdülkadir İNAN - TARIH-
TE VE BUGÜN ŞAMA-
NİZM
Sedat VEYIS - 100 SORU-
DA ILKELLERDE DIN
BÜYÜ SANAT EFSANE
ÖRNEK
Fuzuli BAYAT - ANA
HATLARIYLA TÜRK
ŞAMANLIĞI
Timur DAVLETOV - ŞA-
MANİZM
Mircea ELIADE - ŞAMA-
NIZM
Dr. Öğretim Üyesi Mehmet SAĞ
RÖPARTAJ
34 / DÜNDEN DERGİ
ASYA’DAN ANADOLU’YA EĞİTİM YOLCULUĞU
Her gün bir kişinin mayın
nedeniyle yaralandığı ya da
öldüğü bir ülke olan Afganis-
tan’ın Cüzcan ilinde dünya-
ya gözlerini açan Hayatullah
Makhdomzada, Taliban sal-
dırılarıyla çocukluk yıllarında
tanışıyor. Çocuk yaşlarında
yaşadığı ilçeye Taliban saldı-
rı düzenleyince ailesi başka
ilçeye göç etmek zorunda
kalıyor, sonraki yıllarda eski
yerleşim yerlerine tekrar geri
gelebiliyorlar. Yapılan çalış-
malara göre, savaş bölgele-
rinde yaşamakta olan her üç
çocuktan biri, yaşam süresi
boyunca, TSSB (Travma Son-
rası Stres Bozukluğu) belirti-
lerinin rastlandığı görülüyor.
Bunlar arasında; huysuzluk,
çabuk öfkelenme, saldırgan
davranışlar, içe kapanma, ge-
celeri kâbuslar yaşama, du-
yarsızlaşma gibi durumlar
gözlemlenenler arasında yer
alıyor. On dokuz yaşında iyi
bir eğitim almak için ülkesin-
den ayrılan Hayatullah, şuan
21 yaşında Akdeniz Üniversi-
tesi Ziraat Fakültesi Tarla Bit-
kileri 2. Sınıf öğrencisi olarak
eğitim hayatına devam ediyor.
“TÜRKİYE BİZE
KÜLTÜREL
OLARAK DAHA
YAKIN”
Hayatullah’ın Türkiye’de
eğitim alma isteğinin arka-
sında ki tercih sebebini ve
sonuçların olumlu çıkmasını
anlatırken, ilgisi ve sevincin-
den ötürü göz bebekleri bü-
yüyor, içerisi adeta dolunay
gibi parlıyordu. Gülüşünde
yüz kaslarının aktif çalışması
eğitim aşkında ki isteğini, göz
kenarlarında beliren çizgiler
ise doğallığının dışavuru-
muydu… Hikâyesini anlat-
tıkça beden dilinde oluşan
hâl, kendisini ortaya koyuyor.
“Afganistan’dan buraya
gelmemde en büyük ne-
denlerinden biri benim ai-
lemin zaten Türk kökenli
Karar aşamasında aklımda
Hindistan’da vardı, düşündük
taşındık Hindistan bize göre
değil, Türkiye bize kültürel
olarak daha yakın geliyor
dedik, o yüzden burayı seç-
tim. Buraya gelirken en bü-
yük desteği ağabeyim verdi,
her zaman yanımda durdu.
Sınava girdim binlerce kişi
arasından kazandım. Yurt-
dışı Türkler ve Akraba Top-
luluklar Başkanlığı (YTB)
tarafından burs alan bir öğ-
renciyim. Bize sürekli mail-
lerinizi kontrol edin oradan
öğreneceksiniz dediler, ailece
yemek yediğimiz bir gün de
mailime bakıyordum. Bursu
kazandığıma dair mail geldi,
Sefa Barış GÖLCÜ (Akdeniz Üniversitesi)
RÖPORTAJ
DÜNDEN DERGİ / 35
Adaptasyon sürecinin dilden
sonra diğer bir ayağında ye-
mek sorunu geliyor. Enerji
ve hareket kabiliyetimizin
sağlanması, zihni çalıştırması
için bir öğrenci adına yemek
yeme meselesi son derece
önem arz ediyor. Öğrencile-
rin yemek yapması ülkemizde
mizah konusu olmuştur. Buna
kettle ile makarna pişirmek,
biten tüpe mum yapıştırıp
çay suyunun kaynamasını
beklemek, ütü makinesinde
tost yapmak, ısısıyla tavuğu
pişirmek gibi olaylar örnek
teşkil ediyor. Hayatullah bu
meseleyi şöyle anlatıyor “Bi-
zim yemeklerimiz daha farklı
olur biraz tuzlu ve yağlıdır.
Bizde pilav soğan, domates
hepsi karışık yapılır ilk geldi-
ğim haftalarda zorlanmıştım
ama zaman geçtikçe alıştım
yemeklere. Siz dünya çapın-
da sebze tüketimi bakımından
ilk sıralarda yer alıyorsunuz.
Örneğin sabah kahvaltısında
sizde olduğu gibi bizde sebze
tüketimi yoktur. Kahvaltıda
daha çok hayvansal ürünler
tercih ediyoruz. Sizin hay-
ran olduğum bir yemeğiniz
var adana kebabı, damak tadı
olarak tarif edemeyeceğim bir
lezzete sahip. Tatlılardan ise
baklavayı çok seviyorum.”
“MESLEĞİMİZLE
ALAKALI
GEZİLERE VE
SEMPOZYUMLARA
GETİRİYORLAR”
Afganistan’dan saatler-
ce süren yolculuktan sonra
Türkiye’ye gelme sebebi
eğitim olan Hayatullah, bu-
rada almış olduğu eğitimi
kendi ülkesi ile kıyasla-
madan kendini alamıyor.
Bunu gerçekleştirirken de
sesinin tonuna sirayet eden
güven kokusu da kendi-
ni ne kadar gurur verici
bir başarı ve tercih yap-
tığını görmemi sağlıyor.
“Türkiye ile Afganistan’ın
eğitim kalitesini karşılaştır-
dığımda burası çok daha iyi.
Ben ziraat mühendisliğinde
okuduğum için üniversite
arazisi içerisinde bulunan
topraklarda bizi arazi çalış-
malarına getiriyorlar, sınıfça
kendi seramızı plastik naylon
örtülü olarak kurduk, marul,
salatalık, domates gibi fidan
ekimi uygulaması yaptırıyor-
lar. Daha sonra gittiğimizde
sulamasını, gübrelemesini ve
ilaçlamasını öğrenciler ola-
rak kendimiz yaptık. Mes-
leğimizle alakalı gezilere ve
sempozyumlara getiriyorlar.
Burada ki hocalarımızın çoğu
alanında çalışma ve üretim
yapmış profesörlerden oluşu-
yor. Kaynak olarak kütüpha-
nesi bir hayli zengin, istedi-
ğimiz kitaba ulaşabiliyoruz.”
o an iştahım kaçtı çok gü-
zel tarif edilemez bir duygu
idi. Çığlıklar attım, ailece
mutlu olduk, anneme ve
abime sarıldım. Sevinçten
sabaha kadar uyuyamadım.
“HAYRAN OLDU-
ĞUM BİR YEME-
ĞİNİZ VAR ADANA
KEBABI”
Şüphesiz insanın günlük
yaşayışında, varlığının his-
sedilmesinde, benliğini ger-
çekleştirmesinde en büyük
araç dildir. İnsanoğlu ancak
dil yoluyla düşünebilir. Bu
sebepledir ki insanların bi-
lişleri dilin yapısı tarafından
çerçevelenir. Dile olan hâki-
miyet zekâyı şekillendiriyor
ve hayatımızı kolaylaştırıyor.
Dil bilgisi aynı zamanda in-
sana aidiyet hissi katıyor.
Hayatullah’ın ise dil ile ilgili
alışma sürecinde yaşadıkları
dikkat çekici cinsten. “Ya-
şadığım en büyük sorun dil
sorunu oldu. Özbekçe de bi-
liyorum, iki dil arasında ortak
kelimeler olmasına rağmen
zorluk yaşadım. Alışverişe
gidemiyordum tek başıma,
girdiğim dükkânlarda bu ne
kadar, kaç para gibi sorular
dahi soramazdım. Birinci sı-
nıfta konuşma dili ve kitap
yazısı arasında büyük bir fark
olduğunu keşfettim. Kitap
okurken 3 ya da 4 satırda bir
interneti açmak zorunda ka-
lıp, bazı terimlerin anlamını
öğrenme ihtiyacı hissediyor-
dum. Bir metni defalarca kez
okuyarak anlamaya çalışıyor-
dum. Türk arkadaşlarımızla
sohbet ederken atasözleri,
deyimler ve yöresel kalıp-
lardan ötürü bazen anlaşma-
mızda sıkıntı çıkabiliyordu.”
“HOCAM ÖTEBİ-
LİR MİYİM?”
Hayatullah, hayat yolculu-
ğunun Türkiye durağında
birbirinden ilginç tatlı anı-
lar biriktirmiş. Şair Baki
yüzyıllar öncesinden güzel
hatıralar bırakmanın önemi-
ne ‘Baki kalan bu kubbede,
hoş bir sada imiş’ veciz sö-
züyle dikkat çekiyor. Ha-
yatullah’ın derste yaşamış
olduğu bu anı ile ömre bedel
hatıralar arasında yerini ala-
rak,şairehakkınıteslimediyor.
“Bir sene Türkçe ve Yaban-
cı Dil Araştırma ve Uygum.
lama Merkezi TÖMER’de
Türkçe eğitimi aldım. Buna
rağmen bizde ki anlamları
farklı olan bazı kelimeleri
kullanmaya devam ediyor-
dum. Bir gün derse geç kal-
dım sınıfa girdiğimde ‘Ho-
cam ötebilir miyim?’ dedim.
Bizde ötmek geçmek anlamı-
na geliyor, hocamız önce şok
oldu ne ötecek acaba diye,
RÖPARTAJ
36 / DÜNDEN DERGİ
sonra ‘Tabi çocuğum’ dedi.
Bende geçtim sınıfa oturdum,
sınıfta ki 30 kişi ve hocam
bana şaşkın şaşkın bakıyor.
Hocamız seslenerek ‘Çocuk
ötmedin sen’ dedi ben ise
‘Öttüm ya’ diye cevaplarken
hocamın “O zaman çok sessiz
ötmüşsün” dediği anda bütün
sınıfta kahkaha tufanı esti. Sı-
nıftan çıktıktan sonra ötmenin
ve geçmenin farkını öğren-
miş oldum. Benim için çok
ilginç ve güzel bir anı oldu.”
YENİ
MEZUNLARA
İSTİHDAM
SAĞLAMAK
İSTİYORUM
Her insanın zihin ve gönül
dünyasında bir yaşama gayesi
bulunuyor. Bu bazen bir olaya
bazen bir kişiye göre filizle-
niyor. Kimimiz daha kendi-
mize endeksli, bir kısmımız
da toplum odaklı belirliyoruz.
Tarih ise gerçekleştirebilen-
ler ve gerçekleştiremeyen-
lere asırlardır şahitlik edi-
yor. Toplumsal hafızamızda
gerçekleştirenler Alparslan,
Fatih Sultan Mehmet, Ata-
türk, Albert Einstein, Tho-
mas Edison, Aziz Sancar gibi
isimler olarak yer ediniyor.
“Ben ziraat mühendisiyim,
Afganistan’da ziraat lise-
si okudum burada lisansımı
tamamlıyorum ve dokto-
ra yapmayı düşünüyorum.
Kendi işimi, firmamı kur-
mak istiyorum. Gelecekte iyi
bir ziraat mühendisi olmayı
düşünüyorum. Vatanıma,
milletime hayırlı bir mü-
hendis olmak istiyorum.
Kendi firmamı kurup işsizlik
oranını düşürmek amacıyla
kendi meslektaşlarıma, yeni
mezunlara istihdam sağla-
mak istiyorum. Ülkemde ki
savaş er ya da geç bitecek,
bu savaştan artık usandık.
Biz gençler olarak bu sava-
şın bitmesine eğitim ile çok
büyük katkıda bulunacağız.”
Binlerce kilometre öteden
böylesine ulvi bir gaye ta-
şıyarak gelen Hayatullah,
ülkesinde yaşadığı, karşı-
laştığı durumlardan dersler
çıkararak olgunlaşmış bir
genç. Yaşamın ciddiyetinin
farkında olduğu gibi bir o
kadar da neşe dolu. Kimseye
karşı kin, nefret ve önyar-
gı ile bakmıyor. Yüzünden
gülücük eksik olmuyor, ha-
yata ve insanlara pozitif bir
pencereden bakıyor. Tarihe
yaşama gayesini gerçekleşti-
rebilenler olma yolunda eği-
tim hayatına devam ediyor.
TARİH
DÜNDEN DERGİ / 37

More Related Content

What's hot

Ilkçağ uygarlıkları
Ilkçağ uygarlıklarıIlkçağ uygarlıkları
Ilkçağ uygarlıklarıEmre Aksoy
 
Ilk çAğDa Anadolu
Ilk çAğDa  AnadoluIlk çAğDa  Anadolu
Ilk çAğDa Anadoluderslopedi
 
Anadolu sikkelerinde mitoloji 1
Anadolu sikkelerinde mitoloji  1 Anadolu sikkelerinde mitoloji  1
Anadolu sikkelerinde mitoloji 1 Vural Yigit
 
Doğu Türkistan
Doğu TürkistanDoğu Türkistan
Doğu Türkistanasajs12
 
Büyük iskender Anadoluda
Büyük iskender AnadoludaBüyük iskender Anadoluda
Büyük iskender AnadoludaVural Yigit
 
NOTİON ANTİK KENTİ
NOTİON ANTİK KENTİNOTİON ANTİK KENTİ
NOTİON ANTİK KENTİVural Yigit
 
Tarih Bilimine Giriş
Tarih Bilimine GirişTarih Bilimine Giriş
Tarih Bilimine Girişali arzawa
 
Urartu Maden Sanatı Bitirme Tezi
Urartu Maden Sanatı Bitirme TeziUrartu Maden Sanatı Bitirme Tezi
Urartu Maden Sanatı Bitirme TeziEcem Çevik
 
Osmanli devletinin yükselme devri (1453 1579) (2)
Osmanli devletinin yükselme devri (1453 1579) (2)Osmanli devletinin yükselme devri (1453 1579) (2)
Osmanli devletinin yükselme devri (1453 1579) (2)semagur
 
Anadolu Sikkelerinde Mitoloji 2
Anadolu Sikkelerinde Mitoloji 2Anadolu Sikkelerinde Mitoloji 2
Anadolu Sikkelerinde Mitoloji 2Vural Yigit
 
Eski çAğ Anadolu UygarlıKları
Eski çAğ Anadolu UygarlıKlarıEski çAğ Anadolu UygarlıKları
Eski çAğ Anadolu UygarlıKlarıderslopedi
 
Osm.Dev.Kur DöN.Slayt
Osm.Dev.Kur DöN.SlaytOsm.Dev.Kur DöN.Slayt
Osm.Dev.Kur DöN.Slaytderslopedi
 
Anadolu Medeniyetleri 6.SıNıF
Anadolu Medeniyetleri 6.SıNıFAnadolu Medeniyetleri 6.SıNıF
Anadolu Medeniyetleri 6.SıNıFderslopedi
 
Istanbul
IstanbulIstanbul
Istanbulcihan
 
Antik Anadoluda 12 İyon Kenti
Antik  Anadoluda 12 İyon KentiAntik  Anadoluda 12 İyon Kenti
Antik Anadoluda 12 İyon KentiVural Yigit
 
Antik Anadolu Mitolojisi
Antik Anadolu MitolojisiAntik Anadolu Mitolojisi
Antik Anadolu MitolojisiVural Yigit
 
12 İyon kenti, 12 Düşünür
12 İyon kenti, 12 Düşünür12 İyon kenti, 12 Düşünür
12 İyon kenti, 12 DüşünürVural Yigit
 

What's hot (20)

Ilkçağ uygarlıkları
Ilkçağ uygarlıklarıIlkçağ uygarlıkları
Ilkçağ uygarlıkları
 
Sümerler
SümerlerSümerler
Sümerler
 
Ilk çAğDa Anadolu
Ilk çAğDa  AnadoluIlk çAğDa  Anadolu
Ilk çAğDa Anadolu
 
Anadolu sikkelerinde mitoloji 1
Anadolu sikkelerinde mitoloji  1 Anadolu sikkelerinde mitoloji  1
Anadolu sikkelerinde mitoloji 1
 
Doğu Türkistan
Doğu TürkistanDoğu Türkistan
Doğu Türkistan
 
Büyük iskender Anadoluda
Büyük iskender AnadoludaBüyük iskender Anadoluda
Büyük iskender Anadoluda
 
NOTİON ANTİK KENTİ
NOTİON ANTİK KENTİNOTİON ANTİK KENTİ
NOTİON ANTİK KENTİ
 
Tarih Bilimine Giriş
Tarih Bilimine GirişTarih Bilimine Giriş
Tarih Bilimine Giriş
 
Urartu Maden Sanatı Bitirme Tezi
Urartu Maden Sanatı Bitirme TeziUrartu Maden Sanatı Bitirme Tezi
Urartu Maden Sanatı Bitirme Tezi
 
Osmanli devletinin yükselme devri (1453 1579) (2)
Osmanli devletinin yükselme devri (1453 1579) (2)Osmanli devletinin yükselme devri (1453 1579) (2)
Osmanli devletinin yükselme devri (1453 1579) (2)
 
Arkeo mitoloji
Arkeo mitolojiArkeo mitoloji
Arkeo mitoloji
 
Anadolu Sikkelerinde Mitoloji 2
Anadolu Sikkelerinde Mitoloji 2Anadolu Sikkelerinde Mitoloji 2
Anadolu Sikkelerinde Mitoloji 2
 
Tarih Caglar
Tarih CaglarTarih Caglar
Tarih Caglar
 
Eski çAğ Anadolu UygarlıKları
Eski çAğ Anadolu UygarlıKlarıEski çAğ Anadolu UygarlıKları
Eski çAğ Anadolu UygarlıKları
 
Osm.Dev.Kur DöN.Slayt
Osm.Dev.Kur DöN.SlaytOsm.Dev.Kur DöN.Slayt
Osm.Dev.Kur DöN.Slayt
 
Anadolu Medeniyetleri 6.SıNıF
Anadolu Medeniyetleri 6.SıNıFAnadolu Medeniyetleri 6.SıNıF
Anadolu Medeniyetleri 6.SıNıF
 
Istanbul
IstanbulIstanbul
Istanbul
 
Antik Anadoluda 12 İyon Kenti
Antik  Anadoluda 12 İyon KentiAntik  Anadoluda 12 İyon Kenti
Antik Anadoluda 12 İyon Kenti
 
Antik Anadolu Mitolojisi
Antik Anadolu MitolojisiAntik Anadolu Mitolojisi
Antik Anadolu Mitolojisi
 
12 İyon kenti, 12 Düşünür
12 İyon kenti, 12 Düşünür12 İyon kenti, 12 Düşünür
12 İyon kenti, 12 Düşünür
 

Similar to Dunden e dergi (1)

109 yücel hacaloğlu doğumunun 100. yılında h. nihâl atsız
109 yücel hacaloğlu   doğumunun 100. yılında h. nihâl atsız109 yücel hacaloğlu   doğumunun 100. yılında h. nihâl atsız
109 yücel hacaloğlu doğumunun 100. yılında h. nihâl atsızFdgalgjadg Fhaldfad
 
Yaşadığım Gibi
Yaşadığım GibiYaşadığım Gibi
Yaşadığım Gibikaosakatki
 
A special album of davetname
A special album of davetnameA special album of davetname
A special album of davetnamebeyazarifakbas
 
Türklüğün tarihteki derinliği üzerine
Türklüğün tarihteki derinliği üzerineTürklüğün tarihteki derinliği üzerine
Türklüğün tarihteki derinliği üzerineibrahimokur
 
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdfDİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdfAhmet Türkan
 
Doğu batı 52. sayı osmanlılar 2. kısım
Doğu batı 52. sayı   osmanlılar 2. kısımDoğu batı 52. sayı   osmanlılar 2. kısım
Doğu batı 52. sayı osmanlılar 2. kısımSelçuk Sarıcı
 
Osmanlı tarihi bir türk tarihi değildir
Osmanlı tarihi bir türk tarihi değildirOsmanlı tarihi bir türk tarihi değildir
Osmanlı tarihi bir türk tarihi değildirPGDM
 
ÖNCEL AKADEMİ: ŞEHİR VE KÜLTÜR
ÖNCEL AKADEMİ: ŞEHİR VE KÜLTÜRÖNCEL AKADEMİ: ŞEHİR VE KÜLTÜR
ÖNCEL AKADEMİ: ŞEHİR VE KÜLTÜRAli Osman Öncel
 
Ilk TüRk Devletlerinde KüLtüR Ve Medeniyet (Yeni)
Ilk TüRk Devletlerinde KüLtüR Ve Medeniyet (Yeni)Ilk TüRk Devletlerinde KüLtüR Ve Medeniyet (Yeni)
Ilk TüRk Devletlerinde KüLtüR Ve Medeniyet (Yeni)esmus2
 
AtaturkSELANIK
AtaturkSELANIKAtaturkSELANIK
AtaturkSELANIKulgen_2007
 
Osmanlı Hanedanı
Osmanlı HanedanıOsmanlı Hanedanı
Osmanlı HanedanıÇisel Onat
 

Similar to Dunden e dergi (1) (20)

109 yücel hacaloğlu doğumunun 100. yılında h. nihâl atsız
109 yücel hacaloğlu   doğumunun 100. yılında h. nihâl atsız109 yücel hacaloğlu   doğumunun 100. yılında h. nihâl atsız
109 yücel hacaloğlu doğumunun 100. yılında h. nihâl atsız
 
Yaşadığım Gibi
Yaşadığım GibiYaşadığım Gibi
Yaşadığım Gibi
 
A special album of davetname
A special album of davetnameA special album of davetname
A special album of davetname
 
Türklüğün tarihteki derinliği üzerine
Türklüğün tarihteki derinliği üzerineTürklüğün tarihteki derinliği üzerine
Türklüğün tarihteki derinliği üzerine
 
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdfDİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
DİNİ HİKAYELER VE KISSALAR.pdf
 
Sunu1
Sunu1Sunu1
Sunu1
 
Sunu1
Sunu1Sunu1
Sunu1
 
Sunu1
Sunu1Sunu1
Sunu1
 
Sunu1
Sunu1Sunu1
Sunu1
 
Doğu batı 52. sayı osmanlılar 2. kısım
Doğu batı 52. sayı   osmanlılar 2. kısımDoğu batı 52. sayı   osmanlılar 2. kısım
Doğu batı 52. sayı osmanlılar 2. kısım
 
Ataturkten_veci̇z_sozler
Ataturkten_veci̇z_sozlerAtaturkten_veci̇z_sozler
Ataturkten_veci̇z_sozler
 
Osmanli tarihi
Osmanli tarihiOsmanli tarihi
Osmanli tarihi
 
Osmanlı tarihi bir türk tarihi değildir
Osmanlı tarihi bir türk tarihi değildirOsmanlı tarihi bir türk tarihi değildir
Osmanlı tarihi bir türk tarihi değildir
 
ÖNCEL AKADEMİ: ŞEHİR VE KÜLTÜR
ÖNCEL AKADEMİ: ŞEHİR VE KÜLTÜRÖNCEL AKADEMİ: ŞEHİR VE KÜLTÜR
ÖNCEL AKADEMİ: ŞEHİR VE KÜLTÜR
 
Yunus Emre
Yunus EmreYunus Emre
Yunus Emre
 
Ilk TüRk Devletlerinde KüLtüR Ve Medeniyet (Yeni)
Ilk TüRk Devletlerinde KüLtüR Ve Medeniyet (Yeni)Ilk TüRk Devletlerinde KüLtüR Ve Medeniyet (Yeni)
Ilk TüRk Devletlerinde KüLtüR Ve Medeniyet (Yeni)
 
AtaturkSELANIK
AtaturkSELANIKAtaturkSELANIK
AtaturkSELANIK
 
Selanik
SelanikSelanik
Selanik
 
Anadolu Kadını
Anadolu KadınıAnadolu Kadını
Anadolu Kadını
 
Osmanlı Hanedanı
Osmanlı HanedanıOsmanlı Hanedanı
Osmanlı Hanedanı
 

Dunden e dergi (1)

  • 1.
  • 3. EDİTÖR DÜNDEN E-DERGİ / 3 Sosyal bilimler, konusu insan olan, toplumların yaşadıkları, yaşantısını ve yaşantılarının yansıdığı sanatı araştıran bir alandır. Bizler bu alanda araştırmalar ve eserler ortaya koyarak, topluma hitap etmek ve ebedi liderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün göstermiş olduğu muasır medeniyetler seviyesine ulaşmayı hedef edinerek topluma bu hedef yolunda hitap etmeyi amaçlayan Türk gençleriyiz. Amacı yalnızca sosyal bilimler olan bizler dil, din, ırk ayrımı yapmaksızın tarafsız bir şekilde kaynaklar ışığında çalışmalar ortaya koymaktayız. Bu amaçla Türkiye’nin birçok şehri ve üniversitesinden bir araya gelen gençler “Dünden Dergi” ve “dunden.org” da çalışmalar ve edebi eserler ortaya koyarak topluma hitap etmekteyiz. Onur AKKOÇ Dünden E-Dergi Editörü BİZ KİMİZ? EDİTÖR KADROSU Yapım Editörü Onur AKKOÇ Makale Editörü Onur AKKOÇ YÖNETİM KADROSU Yönetici Onur AKKOÇ Yönetici Sena KILIÇKAYA YAZAR KADROSU Yazar Onur AKKOÇ Yazar Sena KILIÇKAYA Yazar Mustafa ÇELİK Yazar Berfin EKMEZ Yazar Mehmet Eren GÜR Yazar Asil CEYLAN Yazar Ayşe KILIÇKAYA Yazar Mehmet Enes YILDIZ Yazar Feyza AKINCI Yazar Sefa Barış GÖLCÜ Yazar Yazar Merve GENÇARSLAN Elif İrem GÖYNÜKLÜ BASKI VE CİLT Sayı 1, Cilt 1 , Mayıs 2020 WEB SİTE www.dunden.org
  • 4. İÇİNDEKİLER 4 / DÜNDEN DERGİ TA R İ H 8 / Osmanlı’da Karantina İsyanları/Merve GENÇARSLAN 10 / İslamiyet Öncesi Tüklerde Kadının siyasi hayattaki yeri/Feyza AKINCI 12 / Altın Orda’nın Üç Altın Hanı; Batu, Berke, Özbek Han / Onur AKKOÇ 14 / Uluğ Keykubad Dönemi/Asil CEYLAN 16 / Selçukluluar’da Terken Hatun ve İktidar Mücadelesi / Mustafa ÇELİK 21 / Şeyh Bedrettn İsyanı / M.E- nes YILDIZ 23 / Tasavvuf ve Tarikat Üzerine / M. Eren GÜR E D E B İ YAT 26 / Seni Beklemek / Rabia Hatun KIRTAY 27 / Sayende / Ayşe KILIÇKAYA F E L S E F E 28 / ÇAĞIMIZIN YENİ ZAMAN PARADOKSU:PRESENTİSM Mİ ETERNALİZM Mİ? / Berfin EKMEZ 3 BİZ KİMİZ? 4 KAPAK KONUSU
  • 5. İÇİNDEKİLER DÜNDEN DERGİ / 5 M İ T O L O J İ 29 / ................................../Çağrı BOZKURT R Ö P O R TA J 30 / ................................../Sefa Barış GÖLCÜ
  • 6. KAPAK KONUSU 6 / DÜNDEN DERGİ TIMUR’UN ŞAHSIYETI Sena KILIÇKAYA (Akdeniz Üniversitesi) Timur’un hayatının ilk yıllarına ait fazla bir bilgi yoktur. Timur, 25 Şaban 736 (9 Nisan 1336) Salı günü Oniki Hayvanlı Türk Takvi- mine göre Sıçan yılında Keş (Şehr-i Sebz) yakınlarındaki Hoca Ilgar köyünde doğmuş olup, babasının adı Turagay, annesinin adı Tekina Hatun idi. Timur, Türkçe’de ‘Demir’ anlamına gelmektedir. Timur dışında ‘Temür’ ve ‘Temir’ şeklinde de kullanılmaktadır. Timur devrinin tarihçileri onu Cengiz Han’ın bir silah ar- kadaşının sülalesinden, hatta doğrudan Cengiz soyundan gelmiş gibi göstermişlerdir. Aslında kendisinin Moğollar- la hiçbir alakası yoktu, çünkü Türk’tü. Maveraünnehir’de Keş civarına hakim olan Barlas aşiretine mensubtu. Barthold, Timur’un hayatı ve faaliyetlerini anlatan Za- fernamelerde, Timur’un ilk faaliyetlerinden söz edilme- mesini şüphe ile karşılayarak, Arap tarihçisi İbn Arabşah’ın tesiri ile ‘Timur’un da tıpkı Cengiz Han gibi, Kazagan’ın ölümünden sonra baş göste- ren karışıklık yıllarında bir eşkıya çetesi reisi sıfatı ile faaliyet meydanına atıldığını, babası Turagay’ın Mavera- ünnehr ve Moğolistan’daki bir çok nüfuzlu beğler ile münasebeti olmasına rağ- men Kazagan devri olayları arasında ne Timur’un baba- sı, ne de Timur’un adlarının anılmadığını’ ifade ediyor. Timur’un soyuna dair Bart- hold’un ağır ithamları ile baş- layan görüşler A.Zeki Velidi Togan’ın makalesiyle değiş- tirilmiş ve kabul edilmiştir. Timur’un soyu ile ilgili tar- tışmalarda önemli olan hane- danının Barlas kabilesinden olduğu ve bu kabileninde Ça- ğatay Han’a Cengiz Han ta- rafından verildiği hususudur. Böylece Timur’un hanedanı, kendini politik gelenek ola- rak o dönemde Orta Asya’da geçerli hakimiyet anlayışına göre bir kaynağa bağlamıştır. Timurlular devleti zaman kültürel, coğrafi ve diğer un- surlar olarak farklı kaynak- lardan beslenmiştir. Birincisi şüphesiz ki Cengizî gelenek- tir, ikincisi kurulduğu coğ- rafyada harmanlanan kültür, üçüncüsü ise islam dinidir. Emir Timur büyük bir hane- dan sülalesinden gelmemek- te idi. Ailesinden kendisine miras olarak kalan hiçbirşey yoktu. Kurduğu devleti ken- di ileri görüşlülüğü, askerî ve idarî teşkilatlanma başarısı ile sağlam temeller üzerinde ge- nişletmiştir. Timur çevresinde olan gelişmeleri dikkatlice ta- kip etmiş, bu doğrultuda akıl- lıca hamleler yapmıştır.Timur hiçbir zaman ‘han, sultan, pa- dişah’ gibi yücelik gösteren unvanlar kullanmamıştır. O ‘Türklerin beği, Müslüman- ların emiri, Moğollarında Emir Temür Küregeni’ idi. Dönemin kaynaklarında ‘sa- hip-kıran’ olarak yazılır. O böylece tebasının hepsini kucaklamış oluyor ve her kesim kendinden bir özelliği idarecide görebiliyordu. Emir Timur, İslam dininin esasla- rını o kadar iyi kavramıştı ki âlimlerin tartışmalarına bile katılabiliyordu. Timur her- şeyden önce bir savaşçı ol- makla birlikte, kültürle ilgili konularla yakından ilgiliydi , Türkçe’den başka âlimler- le sohbet edebilecek kadar Farsçaya da hakim idi. Bu özellikleriyle ünlü İbn Hal- dun’u bile hayretler içinde bırakıyordu. Timur, kurul- duğu coğrafya ve kültürden dolayı İran kültürünün ve mi- marisinin tesirinde kalmıştır. Semerkand, Keş gibi şehir- lerde ki muazzam binalarda zaptettiği ülkelerin âlim ve sanatkârlarından yararlandı. Timur, ülkeyi bayındırlık bir hale getirmek için ilk olarak, şehir planlamasından baş- ladı. Şehire güçlü surlarlar yaptırarak kanallar, su şebe- kesi yol yapımını hızlandırdı. Şehr-i Sebz’e giden Clavijo şu yorumda bulunmuştur ‘Her şey öyle hayreti mu- cib bir şekilde tasarlanmış ki, kabiliyetleri ile meşhur olan Paris’in zanaatkârları dahi burada meydana getiri- len eserlerin fevkalade sanat eserleri olduğu gerçeğini tes- lim ederlerdi’. Bu yapıların İran geleneklerine bağlı ka- larak inşa edilmiştir. Çünkü sanatkârlar özellikle İran bölgesinden getirilmişlerdir. İnşaat hususunda Timur ken- disi de yol gösteriyor ve hat- ta bazen sanata dair, tekniği aciz bırakacak yeni fikirleri ile mimarları hayrete düşürü- yordu. Semerkand’da bütün yapıların en muhteşemi ve en güzeli Bibi Hanım Mes- cidi adı verilen Semerkand camiidir. Avrupa’da ‘Timurlu Rönesansı’ tabirinin çıkması da İslam sanatının bu devir- de büyük bir gelişme göster- diğine şahitlik etmektedir. İbn Arabşah’a göre o yasayı şe- riata tercih ediyordu. Bundan dolayı bazı ilim sahipleri tara- fından kâfirlikle suçlanmıştır.
  • 7. KAPAK KONUSU DÜNDEN DERGİ / 7 Babasından miras kalan ‘Emir Külal’ örneği manevi kişilik- lere olan bağlılığı, iç gaileleri, özellikle Emir Hüseyin mese- lesini hallettikten sonra, dev- letini imparatorluk merdiven- lerine taşırken de görüyoruz. Timur, İslamiyet’i anladığı kadar Türklüğünü de anla- mıştır. Bu durumu Timur’un ‘ Biz ki Türk oğlu Türküz. Biz ki Melik-i Turan, Emir-i ulu- su Türk’ün başbuğuyuz.’ sözü ile anlayabiliriz. Vatanını bir devlet olarak düzenlemek ve dünyayı fethederek onun pervanesi yapmak Timur’un ‘savaş’ oyunlarının yegâne mevzusu idi. Timur, kendi düşünceleri ile hareket eder kurultaylara önem vermezdi. Bir işi yapmak isterse, kendi çıkarları doğrultusunda her- şeyi öne sürebilirdi. Cengiz Hanileakrabalığaönemveren Timur, Kazan Han’ının kızı Saray Mülk (Melik) hatun ile nikahlanarak ‘Küregen’ yani damat ünvanını elde etmiştir. KAYNAKÇA AKA, İsmail, Makaleler 1, Berikan Yayınevi, İstanbul 2005. AKA, İsmail, Timur ve Dev- leti, TTK, Ankara 2017. ALAN, Hayrunnisa, Ti- murlular Bozkırdan Cennet Bahçesine 1360-1502, Ötü- ken Neşriyat, İstanbul 2007. BADEMCİ, ALİ, Cengiz ve Yasası Timur ve Tüzükatı , Ötüken Neşriyat, İstanbul 2016. GROUSSET, Rene, Bozkır İmparatorluğu, çev. M.Reşat Uzmen, Ötüken Neşriyat, İs- tanbul 2017.
  • 8. TARİH 8 / DÜNDEN DERGİ OSMANLI’DA KARANTİNA İSYANLARI Merve GENÇARLAN (Akdeniz Üniveritesi) Karantina, bulaşıcı has- talıklardan korunmak için insan veya hayvanların bel- li bir yerde gözetim altında tutulmasına denir. Osmanlı Devleti karantina yeri olarak ‘tahaffuzhane’ tabirini kullan- mıştır. Osmanlının 1831’de kolerayla tanışması, karantina teşkilatının kurulmasını gün- deme getirmişti. Daha sonra- ki yıllarda ortaya çıkan diğer salgın hastalıklar ile karantina teşkilatının kurulması gerekli hale gelmişti.Bunun üzerine II.Mahmut 1838 yılında ka- rantina meclisinin kuruldu- ğunu duyurdu. Aynı zaman- da karantina uygulamasının şeriata aykırı olmadığı kabul edildi. Osmanlı İmparatorlu- ğunda karantina uygulaması- nı bilen hekim olmadığı için Viyana’dan 3 kişi getirildi. 22 Temmuz 1838 de karantina baş direktörü olarak Avus- turyalı Dr.Minas ardından ise Fransız Dr.Robert atanmıştır. Ülkenin her yerinde karantina istasyonları kurulmuş ve Sıh- hiye Meclisinden çıkan karar- lar buralarda uygulanmıştır. Bu yıllarda Osmanlıda ecza- cılık,hekimlik,cerrahlık gibi meslekler genellikle yabancı- ların elindeydi. Taşradaki ka- rantina hanelere ise gayrımüs- lim hekimler atanmıştı. Halk gayrımüslim hekimlerin kul- landığı karantina yöntemleri- ne güven duymuyor, verilen ilaçlara kuşku ile bakıyordu. Halkın karantina uygulama- larını benimsemesi kolay ol- mamıştı.Çünkü halk arasında karantina şeriata aykırıdır’ diye söylemler dolaşırken aynı zamanda gayrımüslim karantina doktorlarının hal- kın değerlerini önemsemeyen davranışları da etkiliydi. 29 Mayıs 1838 de Kuşadasında birkaç esnaf karantina görev- lilerine saldırmış,karantina istasyonlarını yıkmışlardı. Bu kararlara uymayan Dr.Pal- di ise halkın nefretini kazan- mıştı.4 Ağustos 1840 günü bir grup cemaat şeriatta yeri olmayan karantinanın ve karantina hekimlerinin def edilmesi için toplanmıştı halk önce karantina haneye sal- dırmış ardından kaçıp Rum kilisesine saklanan Dr. Pal- vi’yi orada yakalayıp öldür- müşlerdi.Bunun üzerine halkı tahrik eden camide görevli hocalar sürgün edilmişlerdi. 1845 yılında Hicazdan dö- nen hacıların Adana dışında karantinaya alınmaları için çadırlar kurulmuştu. Karan- tina uygulamasını istemeyen hacılar Adana’ya giderek ka- rantina haneyi yağmalamış- lardı.Bunun üzerine bu olay- da ihmali olanlar görevden alınmış ve Adana dan temiz belgesi olmadan kaçan hacı- ların yakalanarak on beş gün karantinaya alınmaları ve hapsedilmeleri emredilmiştir. Karantina teşkilatını kurul- duğu sırada Amasya’da veba salgınları sırasında erkek ve özellikle kadın ölülerin mah- rem yerlerine bakılması,ve- badan ölenlerin kireçlenerek gömülmesi şeriata aykırı gö- rülmüştü. 1840’larda Amas- ya’da görevlendirilen Dr.Pal- di ‘nin ölülerin ve hastaların mahrem yerlerine bakmak istemesi halkı rencide etmişti. Halk ise bunun haram olduğu görüşünde idi. Dr. Paldi’nin olumsuz davranışları ve katı tutumu sebebiyle halk ve karantina hekimi arasında gerginliği artırmıştı bir süre sonra Dr.Paldi’nin doğum ya- parken ölmüş müslüman bir kadının cesedine bakmakta ısrar etmesi daha sonrada bir kadının cesedini görmek iste- mesi olayların patlak verme- sine sebep oldu. Oysa sıhhiye meclisinden çıkan kararla ölü kadınlara ancak başka bir kadın muayene edebilirdi.
  • 9. TARİH DÜNDEN DERGİ / 9 1848 yılında Halep’te kole- ra salgını varken karantina müdürü buradan gelenleri karantina beklemeden şehre almıyordu. Ancak kaymakam ve bazı görevlilerin teşviki ile gelen kervan eşya ve yolcu- lar karantinaya alınmıyordu karantina müdürü bu duruma karşı çıkınca şehirde huzur- suzluk başlamıştı karantina müdürünün, koleradan ölen bir adamın eşini karantinaya almak istemesi huzursuzluğu tırmandırmıştı.Kaymakam ve karantina gardiyanları halkı karantinaya karşı tah- rik etmişlerdi.Bunun üzerine halk karantina istasyonuna saldırmış kapıları camları kırmış, karantina müdürü ise kaçarak hayatını kurtarmıştı. 1870’lerin başında meydana çıkan kolera salgınında İstan- bul’da dört bin kayıp veril- miştir. Bu dönemde George Washburn o sıralarda yeni duyulan mikrop sözcüğünün halk arasında endişe yarattığı- na ve Türk doktorların mikro- bun başkalarına bulaşmaması için hastaların burun,kulak ve ağızlarından içeri kireç klorit tıkıştırdıklarını söyler. Geniş Osmanlı coğrafyasın- da birbirinden uzak bölge- lerdeki insanların karantina gibi yöntemlere benzer tep- kiler vermesi, bu tepkilerin dini ve kültürel değerlere bağlı olmadığını gösteriyor. KAYNAKÇA https://islamansiklopedisi. org.tr/karantina Nuran Yıldırım, “Osmanlı Coğrafyasında Karantina Uygulamalarına İsyanlar: Karantina İstemezük”, Toplumsal Tarih, sayı. 150 (Haziran 2006), s. 18-27. 19.yy’da izole bir mekan olması dolayısıyla Kızku- lesi de karantina uygula- maları için kullanılmıştı. Karantina istasyonlarına ve hekimlerine yapılan sal- dırıların, gelir kaybına uğ- rayan esnaf veya bazı din adamlarının organize ettiği görülmektedir. Olayların gelişmesiyle gayrimüslim doktorların halkın manevi de- ğerleriniumursamayandavranış- ları da önemli rol oynuyordu. Ancak Osmanlı’da görü- len bu tepkiler İngiltere ve Fransa’da da yaşanmıştı.
  • 10. KAPAK KONUSU 10 / DÜNDEN DERGİ İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRKLERDE KADININ SİYASİ HAYATTAKİ YERİ Feyza AKINCI (Akdeniz Üniveritesi) İslamiyet öncesi Türk- lerde kadın dediğimizde Tomris hatundan bahset- meden başlamak isteme- dim. Bilindiği üzere Tom- ris hatun tarihin yazdığı ilk hükümdar kadındır. İskitlerin hükümdarıdır. Başlamadan önce şuna değinmek isterim ki o da İskitlerin menşe meselesi- dir. Bu konu da üç görüş hâkimdir İranî, Slav ve Ural-Altay görüşleri mev- cuttur. Bunun sebebi ise Tuna’dan Mançurya’ya kadar uzanan ve 1000 yıl gibi uzun bir süre varlığı- nı sürdürmüş olmasıdır. Lakin arkeolojik bulgu- larla desteklenmekle be- raber İskitlerin Türk ol- duğu yönündeki görüşler ağır basmaktadır. Bunu birçok yerli ve yabancı tarihçide kabul etmiştir. Tomris hatun pek çok es- kiçağ eserinde adı geç- mektedir. Ben burada tarihin babası olarak bi- linen Heredotos’un tarih adlı eserinde geçtiği şek- liyle sizlere aktaracağım. Herodotos’ta İskitler, Masseget olarak geç- mektedir. Eşi öldükten sonra Massegetlerin ba- şına Tomris hatun geçer. O zamanın en güçlü hüküm- darı olan Pers imparatoru Kyros, Masseget topraklarına göz diker ve öncelikle Tomris hatuna evlilik teklifi ile gider. Bunun ne anlama geldiğini bilen Tomris hatun bu teklifi reddeder bunun üzerine Ky- ros, Aras ırmağına ordusunu sürerek açıktan açığa savaş hazırlığına başlae. Tomris Kyros’a elçi göndererek bun- dan vazgeçmesini ister ama kendisini dinlemeyeceğini de bildiğini söyleyerek Aras nehrini sen mi geçersin yoksa ben mi geçeyim diyor. Kyros nehri geçmeye karar verir ve burada bir tuzak kurar ve Tomris’in oğlunun komuta ettiği bir İskit birliğini tuza- ğa düşürüyor. Bunun üzerine Tomris bir elçi göndererek savaştan vazgeçmesini bu başarı ile yetinip oğlunu ken- disine vermesini ister. Yoksa ‘’kan dökmeye doymayan adam, seni kana doyuraca- ğım’’ der. Kyros elçinin bu sözlerine kulak asmaz ve bunun üzerine Tomris tüm kuvvetlerini toplayarak Ky- ros’un üstüne yürür. Tomris hatun bu savaşta galip çıkar ve ardından Ölüler arasında, Kyros’u arayıp bulur. Onu bulduktan sonra yanında taşı- dığı kan dolu tuluma ölünün kafasını daldırıp ölünün her yerini kana bularken ‘’canım sağ ve savaştan zaferle çık- tım, ama sen beni öldürdün, hileyle oğlumu yakaladın; ama işte sende sana önceden söylediğim gibi, benim elimle kana doyuyorsun!’’demiştir. Evet, Herodotos Tomris ha- tunu böyle anlatmaktadır. Bir ayrıntı var ki oldukça önemli. Tomris hatunun ku- mandanlık yapabilecek ka- dar büyük bir oğlu olmasına rağmen hükümdar kendisi- dir. Yani bu idareten yürüt- tüğü bir durum değil. İskit- lerin gerçek hükümdarıdır. Kadın tarih boyun- ca hep simgeselleşti- rilmiş. Kimi milletlere bakıyoruz bereketin simgesi kimisine bakıyoruz fuhuşun ve ahlaksızlığın simgesi ol- muş. Kadının yaratılıştan gelen erkeğe göre daha naif olması dolayısıyla toplumlar içinde kadın hep hor görül- müş ve maalesef bir eşyadan öte geçemediği dönemler ol- muştur. Böylesine aşağılan- dığı eski toplumlarda Türkler için kadın neydi diye bir soru soracak olursak cevap ol- dukça tatmin edici olacaktır.
  • 11. KAPAK KONUSU DÜNDEN DERGİ / 11 İslamiyet Öncesi Türklerde Kadının Siyasal Alanda Rolü: Diyince aklımıza ilk olarak ‘’hatun ‘’yani’’ katun’’ unva- nı gelmektedir. Katun unvanı hükümdarın eşine verilmek- tedir ve aynı zamanda da bir rütbedir. Hatun ya da katun ‘un siyasi bir yönü de vardır. Devlet içinde söz sahibidir. İleride başa geçecek hakanın annesi olması sebebiylede oldukça önem arz etmektedir. Katunların genellikle kendi- lerine ait birlikleri ve hazine- leri bulunmaktadır. Bunları siyasi yönde kullanmaktadır- lar. Elçi kabul gibi törenlerde hakanın sol tarafında yerini almaktadır. Bilindiği üzere sol Türkler için kutsal sa- yılmaktadır. Ayrıca katun- lar elçileri bizzat kendileri ağırladığı da olmuştur misal Atilla’nın hatunu Arıkan hatun gelen doğu roma elçi- lerini ağırlayıp onlar adına ziyafetler verdiği bilinmek- tedir. Ünlü Grek tarihçisi Priskos’da bizzat Arıkan hatunun çadırında ağırla- nanlar arasındadır ve eserin- de bundan bahsetmektedir. Hatunlar devlet içi siyasette önemli rol oynamaktadır- lar ve yer yer harp mec- lislerinede katılmışlardır. Hakanlar sık sık hatunlarına danışarak karar vermişler- dir buna örnek olarak Mo- To’nun Çin’e sürekli saldırı- lar düzenleyip yıldırdığı ve kuşatma altına aldığı sırada eşinin ‘’Çin büyük ülke fet- hedilse bile kontrol altında tutulamaz’’telkinlerinden sonra Mete kuşatmayı kal- dırmıştır. Hatunlar oldukça söz sahibi ve sözüne iti- mat edildiğini görüyoruz. XII. Asırda Uygurlar henüz kurulmamışken ülkenin ha- kanı savaşlarla meşgulken anası Uluğ hatun devlet içi meselelerle ilgilene- rek nizamın sağlamıştır. Bir başka Türk hatunu ise Buhara’da oğlu Tuğşad kü- çük olduğu için 15 yıl ülke- sini Arap istilalarına karşı koruyan hatundur. Çine elçi- ler yollayarak Araplara karşı ittifak olmayı teklif etmiştir. Hatun veya katun ne zaman ki hakanla evlendi kut ona da nail olur. Yani hatuna da kut indiğine inanılır öyle ki hakan öldüğünde oğullarının eğitimi ve ülke hatunun ira- desine bırakılmaktadır. Bunu Orhun abidelerinde geçen şu sözdende anlamaktayız ‘’Tanrı Türk milleti yok ol- masın diye babam İl-teriş Ka- ğan ile anam İl-bilge Hatun’u yükseltti’’ aynı zamanda aynı kitabede annesi İlbilge hatunu Tanrıça Umay anaya benzeterek de yüceltmiştir. Ek bir bilgi olarak Çin’den uygurlara elçi olarak gönde- rilen Wang-yen-te’nin Uygur seyahatnamesinde kendisi için verilen elçi kabul töre- ninde hakanın oğlunun ya- nında kızının da törene ka- tıldığını yazmıştır. Herhangi bir ayrım söz konusu değildir. Sonuç olarak siyasal alanda Türk kadını İsla- miyet öncesinde olduk- ça etkili ve söz sahibidir. KAYNAKÇA W. EBERHARD – ÇIN’IN ŞIMAL KOMŞULARI Necdet Sevinç – Eski Türklerde Kadın ve Aile İlhami Durmuş – İskitle- rin Menşei Üzerine(TDV İslam Ansiklopedisi) Heredotos - Herdotos Tarihi
  • 12. TARİH 12 / DÜNDEN DERGİ Altın Orda’nın Üç Altın Hanı; Batu, Berke, Özbek Han Onur AKKOÇ (Akdeniz Üniversitesi) Cengiz Han daha henüz ha- yatta iken Türk-Moğol gele- neğine göre topraklarını oğul- ları arasında bölüştürmüştü. Bu bölüştürmede en büyük oğlu Cuci Han’a Altay dağ- larından itibaren İdil-Ural bölgesi ve ötesi verildi. Buna ek olarak Cuci Han’a Moğol atlılarının ayak basabilece- ği her yeri fethetme hakkını da layık gördü. Cengiz Han sağlında iken 1227 yılında Cuci Han vefat etmiştir. Bu- nun üzerine Cengiz Han onun ölümü üzerine Cuci’nin oğul- larından ortancası olan Batu Han’ı Han tayin etti ve onun topraklarına “Atsın gürün” demişti. Bu Altın Orda’nın İdil-Ural lehçesinde söyleni- şidir. Batu Han Cuci ulusunun başına geçmesinin ardından yine 1227 yılında dedesi Cen- giz Han vefat etmiş, yapılan kurultay sonucunda amcası Ögeday Büyük Han olmuştur. Ögeday Büyük Han olma- sının ardından Batu Han’ı ikinci Kıpçak seferi ve Doğu Avrupa’nın fethi için görev- lendirmişti. O çıktı batı se- ferinde ilk etapta İdil Bulgar devletini İkinci etapta Ku- manları Üçüncü etapta Rus Knezliklerini, dördüncü ve son etapta Macar Krallığıve ona destek veren Lehistan gibi Avrupalı güçleri berta- raf ederek Dalmaçya kıyı- larına kadarolan kısmı fetih etmeye muvaffak olmuştur. Dalmaçya kıyılarına geldi- ğinde 1241 yılında Büyük- Han Ögeday’ın ölüm haberi üzerine kurultaya katılmak üzere seferini bitirerek Kara- kurum’ageridönmüştür.Batu- han seferini tamamlamasının ardından Devleti’nin sınırla- rı Volga havzasıPolonya’ya kadar Karadeniz’in kuzeyi, Batı Sibirya, Doğu Macaris- tan ve Batı Türkistan’ı içi- nealan bir sahaya ulaşmıştır. O sefer esnasında iken yanın- da bulunan Ögeday’ın oğlu Güyük ile arası bozulmuş- tu, Batu,Güyük’ü Ögeday’a şikâyet ettiği vakit Ögeday ikisini de azarlamıştı. Batu kurultayda Güyük’ün se- çilmesini istememekteydi. Nitekim yapılan kurultay so- nucunda Ögeday’ın evdeşi Turakine Hatun Büyük Han seçilmiş olmuştur. Onun hü- kümdarlığı yedi yıl sürmüş- tür. 1246’da yapılan Kurul- tayda ise Güyük Büyük Han seçilmiştir. Nitekim oda iki yıl sonra 1248 yılında vefat etmiştir. Yeni Han’ı seçmek üzere kurultay toplanmış bu kurultayı ise Batu’nun des- teklediği prenslerden Men- gü Büyük Han oldu. Mengü Han, Batu ile çok iyi ilişkiler kurmuş aldığı pek çok ka- rarda Batu etkili olmuştur. 1251 yılında Moğol diyarını dolaşan Rubruquies Mengü ile görüştüğünde şu sözleri “Güneş ışıkları nasıl dağıtı- yorsa; Batu ile benim bizim hâkimiyetimizde bütün ülke- ler üzerinde öyledir.” dediğini söyler.Bu sözlerden anlaşıldı- ğı üzere Batu’nun İmparator- luk içerisinde önemli bir yere sahip olduğu apaçık ortadır. Berke ve Özbek’in Altın Çağı Batu Han’ın vefatında son- ra yerine küçük yaştaki oğlu Sartak(1256-1257) Han tayin olmuşnaipliğine amcası Ber- ke tayin edilmiştir. Berke Sar- tak’a bir yıl naiplik yaptıktan sonra onu bertaraf ederek kendisini Han ilan etmiştir. O döneminde isyan etmiş olan Rus Knezlikleri üzeri- ne sefer düzenleyerek tekrar egemenliği altına almıştır. Berke Han’ın Hanlığı döne- minde Büyük Han Mengü Han vefat etmiş ve Karaku- rum’da kurultay toplanmıştır.
  • 13. TARİH DÜNDEN DERGİ / 13 Yapılan kurultayda iki isim öne çıkmıştır. Bunlar Arık- buka ve Kubilay idi, Berke Han bu ayrımda Arıkbu- ka’nın tarafını tutmuştu. Nitekim kurultayı Kubilay kazandı ve Büyük Han oldu. Bunun üzer ine Berke Han, Batu Han zamanında Büyük Kağanlığa bağlı olan Altın Orda’nın İlhanlı ve Çağatay Hanlıklarının da bağımsız- lığını ilan ettiğini görmek- teyiz. Berke Han İslam di- ninden etkilenmiş ve İslam’ı benimsemişti. 1258 yılında Hülagü’nün yapmış olduğu Bağdat seferine tepkili idi. Bundan mütevellit İlhanlı- ların en büyük rakibi olan Memlük devleti ile iyi iliş- kiler kurmağa başlamıştı. Berke ayrıca Batu Han’ın kurmuş olduğu Saray şehri yerine yeni bir başkent ola- rak Astarhan şehrinin 120 km kuzeyinde Aktübe’nin Volga’dan ayrıldığı yerde bugünkü Tsarev’de önemli ticaret yollarının bulunduğu güzergâhta kurmuştur. Onun kurmuş olduğu Saray şehri- döneminin kültür, sanat ve ticaret açısından en önem- li şehirlerinden olmuştur. Berke sonrası Batu Han’ın oğlu Temür Han(1267-1280) tahta geçmiş ve o’da Mem- lükler ile iyi ilişkileri koru- maya önem verdi. O kendi- sini Büyük Kağanlıktan ayrı tutarak Cengizli yörüngesin- de yeni bir yer tutmaya ça- lıştı. Ondan sonra gelen iyi birer Müslüman olan Töde Möngke(1280-1287) ve Töle Buğa(1287-1290) idaresin- de Cengiz soyundan büyük bir emir olan Nogay, Altın Orda tahtının ardındaki güç oldu ve Hanlığın yönetimini bir nevi ele geçirmiş bulun- maktaydı. Tokta Han(1291- 1312) yaşamı bir Rus erinin elinde son bulmuş olan No- gay’ı(1299) yenmeyi başardı. Fakat Altın Orda içerisinde vuku bulan iç çatışma sona ermemişti.Tokta Han’dan sonra ise Altın Orda tahtına yeğeni Özbek Han(1312- 1342) geçmiştir. O tahta geçtikten sonra İslamiyet’i resmi devlet dini saydırmış idi.Onun dönemi Altın Orda için “Altın dönem” sayıl- makta idi. Özbek Han, Tokta Han’a göre daha saldırgan bir politika izlemişti. O Bizans, Kafkaslar ve İlhanlılar üze- rine seferler düzenlemiş idi. Özbek Han Rus Knezliklerine karşı Tokta Han’ın gütmüş ol- duğu siyasette fazla bir deği- şiklik göstermemiştir. Özbek Han Rus Knezliklerinin tek bir çatı altında birleşmelerini önleme veMoskova ile Tver Knezlikleri arasında denge politikasını devam ettirme çabasında idi. O izlediği bu siyaset ile Moskova’nın güçlenmesinin ve diğer Rus knezliklerinin Moskova li- derliğin-de toplamasının önünü kesmeyi amaçlamış idi. Özbek Han zamanı için Altın Orda’nın en iyi dönemi demek hiçte abartı sayılmaz. Fakat ÖzbekHan’ın gütmüş olduğu Moskova ve Tver Knezlikleri arasındaki denge siyaseti Moskova’nın güçlen- mesinin ve diğer Knezliklere liderlik rolü üstlenmesinin önünü kesememiştir. Bunun yanında Özbek Han’ın siyase- ti sonucunda Moskova Knez- liği gücünün ve yapabilecek- lerinin farkına varmış idi. KAYNAKÇA İlyas KEMALOĞLU,Al- tın Orda ve Rusya, İstanbul, 2014 Cemal ANADOL,Tarihe Hükmeden Millet Türkler, İs- tanbul, 2013 Peter Golden,Türk Halkları Tarihine Giriş, çev. Osman KARATAY Ankara,2012 Laszlo Rasonyi,Tarihte Türk- lük, Ankara, 1988
  • 14. TARİH 14 / DÜNDEN DERGİ U L U Ğ K E Y K U B A D D E V R İ Asil CEYLAN (Akdeniz Üniversitesi) Genel Bilgi I. Alaaddin Keykubad Tür- kiye Selçuklu hükümdarların- dan Gıyaseddin Keyhüsrev’in oğlu, İzzettin Keykavus’un abisidir. Türkiye Selçukları- nın tahtta geçen hükümdar- lar arasından 10.hükümdarı- dır. Keykubad, tahtta Tokat ilinden pişerek yürümüştür. Onun dönemi Türkiye Sel- çuklularının en doruk nok- tası olmak üzere zirve dö- nemi hükümdarlarındandır. Yine Türkiye Selçuklula- rı’nın siyasi, askeri ve idari yönleri hesaba katıldığında en parlak dönemidir. Yılmaz Öztuna onun hâkimiyeti altın- daki Anadolu’yu bir sonraki bu hıza erişebilmesini başka bir Türk devleti olarak dünya- ya gelecek Osmanlı Devleti hükümdarlarından Kanuni Sultan Süleyman döneminde görebildiğimizi yazmaktadır. 28 yaşında tahtta geçmiştir. 17 yıllık saltanat süresi sonu- cu 45 yaşında vefat etmiştir. Akıllı, savaşmayı seven, kabiliyetli, tedbirli bir sul- tandır. Babası Gıyaseddin Keyhüsrev ölünce devlet erkânının desteği ile karde- şi İzzettin Keykavus tahtta geçince ona en büyük mu- halefet eden kişi olmuştur. Saltanat Mücadelesi Öncelikle saltanat eda- sı ile kardeşi ile Kayseri’de karşı karşıya gelse de kaza- namamıştır, Ankara kalesine sığınmıştır. Tahtta geçince- ye kadar Melik unvanlıdır. Keykavus ölünce yerine oğlu olmadığı için o dönem- de hapiste yer alan kardeşi olarak Alaaddin Keykubad geçmiş ve netice de 17 yıllık saltanat süreci başlamıştır. Alaaddin Keykubad Devri Başlıyor Sivas üzerinden o dönemki başkent olan Konya’ya gel- di. İktidara geldiği Abbasi halifesi Nasır-al din Allah’ın onaylaması ile hükümdarlı- ğı tescillendi. Zira Anadolu Selçukluları bağlı oldukları din hasebiyle Abbasi hali- feleri ile onaylanıyordu. Bu bir kutsaliyet durumudur. Moğol İstilalarına Ön- lemEyyubilerileİttifak Alaaddin Keykubad döne- minde devletin doğu hudu- dunda hissedilmeye baş- layan Moğol istilaları için bu istilaların devletinde etkileneceğini düşünerek- ten önlem almayı düşündü. Bu yolda faaliyetlere giriş- miştir. 1227 yılında Eyyu- bilerle evlilik yolu ile ittifak yaptı. Melik Adil’in kızı Ga- ziye Hatun ile evlendi. Aynı yıl Adıyaman, Kâhta, Çe- mişkezek kalelerini fethetti. Akdeniz’e Uzanan Fe- tih; Alanya Selçuklu- lar’da Moğol tehlikesini Eyyubi-Ar- tuklu devletleri ile iyi ilişkiler kurarak bir süre rafa kaldıran Keykubad, Akdeniz’e çıkış kapısı olarak o dönemde Kyr Vart’ın hükmü altında olan Kalonoros olarak bilinen (Alanya’yı) kuşattı. Karadan ve denizden kuşatma altına alınan bu şehir, Kyr Vart’ın pes etmesi ile anlaşılarak- tan 1223 yılında fethedildi. Şehir ve kaleyi yeniden inşa sürecine veren A.Keyku- bad; 1236 yılında ismi kendi adına hatır sayacak yeni is- miyle Alaiye Selçukluların kışlık merkezi oldu. Ortaçağ kaynaklarında ithalat ve ih- racatın sık yapıldığı önemli bir ticaret limanıdır ve Sel- çukluların Akdeniz’e çıkış kapılarındandır. Alara kale- sinin fethini de unutmamak lazımdır, zira bu yerde An- talya ile Alanya arasında bir kaledir. Alaiye’yi yönetimine eskiden Antakya valisi Mü- barizeddin Ertokuş’u atadı. Keykubad; Anadolu-Suriye yolunu kontrol altında tut- mak özellikle de kervanlar- dan tüccar birinin malının yağma edilmesi ve sultana şikâyeti üzerine Ermeni kra- lı Leon’un üzerine Çukuro- va’ya sefer düzenlemiştir.
  • 15. TARİH DÜNDEN DERGİ / 15 Tabii Leon ölünce Hetum hükmüne giren Ermeniler üzerine yapılan sefer sıra- sında Anamur, Manavgat ve Silifke’de fethedildi. Çok fazla kuşatmaya dayamayan Ermeniler, vassallık duru- munu kabul ederek 1225 yılında Çukurova bölge- sini Selçuklular’a bıraktı. Mengücekliler’de Taht Kavgası ve Alaaddin Keykubad’ın Müda- halesi Doğu Anadolu bölgesinde özellikle Mengücek toprak- larında taht kavgaları başla- mıştı. Erzincan Mengücekli hükümdarı Behramşah ölün- ce yerine oğlu Davutşah ge- çerken, diğer tarafta Erzurum Mengüceklilerde de Mugised- din Tuğrulşah’ın ölümü üze- rine oğlu Cihanşah geçmişti. Davutşah tahta geçtikten sonra Selçuklu himayesinden çıkmaya yönelik faaliyetle- ri yüzünden ikili Kayseri’de karşılaştı. Onu yenerek yeni dirlik toprağı olarak Ilgın’a atadı. Buradaki amaç onu himayesine tamamen almak ama nüfuzunu keserekten. Diğer yandan Şebinkarahisar koluna Muzaffiruddin sahip çıkmaktaydı. Onu Ertokuş’u yollayarak yendi ve geriye sadece Divriği Mengücekli- leri yani Cihanşah kalmıştı. Deniz Aşırı Seferi Suğdak Selçukllar’da Moğollar’ın Karadeniz’i aşa- rak Kıpçak illerine kadar yü- rümesi ve özellikle büyük ve önem arz eden Suğdak lima- nını harap etmesiyle, buradan kaçan zengin tüccarlarında o dönemde yer edinen Trabzon Rum İmparatorluğuna sığın- ması üzerine 1227 yılında denizi aşan sefer olarak Suğ- dak’ı (Karadeniz’de Selçuk- lu incisi ve limanı) fethetti. Bu seferden sonra Sinop ve Samsun limanlarına saldıran Rumların üzerine yürüme- ye karar verse de denizden ve karadan kuşatsa da kış şartlarından kuşatmasını kaldırmak zorunda kaldı. Türkiye Selçukluları ile Harzemşahlar Yassıçimen’de Karşı Karşıya Türkiye Selçuklularının özellikle de Alaaddin Key- kubad’ın en zor sınavı Har- zemşahlar Devleti olmuştur. Aslında bu devletin ortadan kalkması ile İran ve Türkistan coğrafyasından gelen Mo- ğollar’ın istilası devlet için endişe vermiştir. Celaleddin Harzemşah’ın 1229 yılında Selçuklular’ın önemli askeri karargahı olan Ahlat’ı ku- şatması suyu ısındırmıştır. Ayrıca Mengücek hükümdarı Cihanşah, Eyyubi hükümad- rı melik Eşref’i kışkırtma- sı iki devlet arası ilişkileri bozmuştur. Bir tarafta ittifak yapan Eyyubi-Selçuklu ordu- su diğer yanda Cihanşah ile C.Harzemşah Moğol tehlike- sine karşı ittifak yapması ge- reken Selçuklular ile Harzem- şahlar tarihe 1230 Yassıçimen Savaşına tutuştu, Savaşı baş- ta kaybetmeye doğru giden Selçuklu ordusu Cihanşah ve Celaleddin Harzemşah’ı yenmiştir. A.Keykubad savaş sonrası M.Eşref’e Ahlat’ı vermiş, 1231 yılı itibari ile Anadolu özellikle de doğu- sunda Artuk ve Eyyubi şe- hirleri için Moğol tehlikesi baş göstermeye başlamıştır. Diğer Olaylar Sultan Alaaddin Keyku- bad’ın kesin vaziyette 1231 yılında Ahlat’ı fethetmiştir. Keykubad Moğol tehlikesi- nin büyümesi üzerine Büyük Moğol Hanı Öğeday’a mek- tup göndererek anlaşmak istese de Moğol hanı Keyku- bad’a vassalı olması, vergi vermesini istedi. Keykubad vassallığı kabul ederek, Mo- ğol hanına hediyeler lütfet- miş ve ittifak kurulmuştu. 1234 yılında Doğu’da Ar- tukluların Harput koluna son verildi. 1235 yılın- da yine Doğu Anadolu’da birlik sağlama mahiyetin- de Urfa, Siverek, Harran ve Rakka’yı ele geçirdi. Alaaddin Keykbad’ın Son Demleri ve Devle- te Dokunuşları Alaaddin Keykubad; kendi- sinden sonra küçük oğlu olan Eyyubi prensesi olan Gaziye Hatun’un oğlu İzzettin Kılı- çarslan’ı veliahd ilan etmiş- tir. Netice itibari ile henüz genç yaştayken 1237 yılında yediği kuş etinden zehirlene- rek 45 yaşında vefat etmiştir. Kaynaklar ölümünde oğulla- rından II.Gıyaseddin Keyhüs- rev’in parmağı olduğunu yaz- maktadır. Zaten tahtta sonra o geçmiştir. Türkiye Selçuk- lularının 17 yılına imza atan Alaaddin Keykubad eko- nomik, idari, sosyal alanda zirveye ulaştırmış ve bunu sınırlarında Moğolları his- setmesine rağmen yapmıştır. Aynı zamanda o Moğollar ile ittifak yapmış, Moğollar ona saygı ve hürmette bulunmuş, onun ölümünden sonra Ana- dolu’ya hiç şüphesiz ki girip baştan sona yakmışlardır.
  • 16. TARİH 16 / DÜNDEN DERGİ Onun döneminde Mevlana Celaleddin Rumi ve ailesi Konya’ya getirilip, yerleştiril- miştir. Keykubad Türkçe dı- şında, Arapça, Farsça, Rumca bilmekte ve konuşmaktadır. Celaleddin Karatay’ın sul- tan hakkında devlet hizmet ederken 18 sene sultanın hiz- metinde yer aldım, hep dev- let işleriyle meşgul, uykuyu sevmeyen ve uykuya ayıra- cağı vakti Kuran okuyarak, namaz kılarak ve dua ederek devlet işleri ile meşgul bir sultan olarak bildirir. Mızrak, ok, top ve satranç oyunlarını seven bir sultandır. Onun dö- neminde ordu 100 bin dolay- larında kayıtlara geçmektedir. İbni Bibi’den kayda geçen bir alıntı; “Ey Şahinşah-ı azam, Uluğ Keykubad! Dil senin va- sıflarını anlatmaya kadir de- ğildir, Herkesin ümid ve kor- kusunu sana bağlıdır, sana her an binlerce şükranlar olsun ve dünya senin adaletinle ile dol- sun! Zira sen, cihanın seçkini, Selçukluların iftiharı ve Tan- rının arslan bir padişahısın!” Farklı bir alıntı da devrin Selçuklu tarihçisi Nüzheta- bad “Saadet divanı ve huzur sarayı olan Anadolu dünyada zayıf ve gariplerin sığınağı hüner sahiplerinin melcei iken onun ölümünden bu- güne kadar bu memlekette kimsenin boğazından tatlı şerbet geçmedi ve bu ülke daimi bir inhitat içinde kaldı.” Kadı Ahmet Niğidi(Niğ- deli Kadı Ahmet); “Bir asır sonra Sultanın ölümü ve ayrılışı ile artık Ana- dolu’da nizam ve asayi- şin bozulduğunu bildirir.” Sonuç itibari ile Alaaddin Keykubad sonrası Selçuklu- lar onun ölümü sonrası yeri- ne geçen oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde karı- şıklıklara girmiş, Saadettin Köpek’in iktidara göz dik- mesi, 1239-1240 Baba İshak veya Babailer İsyanı, 1243 Kösedağ Savaşı gibi yara- larla yıkılış sürecine girdi- ğini açıkça ifade edebiliriz. Kaynakça İbni Bibi, El Evamirü’l Alaiye Fil Umuru’l Alaiye (Selçukname), Haz. Mürsel Öztürk, T.C Kültür Bakanlı- ğı, Ankara 1996. Kafesoğlu, İbrahim, Selçuk- lular ve Selçuklu Tarihi Araş- tırmaları, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2019. Kafesoğlu, İbrahim, Sel- çuklu Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1972. Öztuna, T. Yılmaz, Türkiye Tarihi, 2.Cilt, Hayat Kitapla- rı, 1964. Sevim, Ali, Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi, TTK, Ankara 2014. Turan, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2018.
  • 17. TARİH DÜNDEN DERGİ / 17 BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ’NDE TERKEN HATUN VE İKTİDAR MÜCADELESİ Mustafa ÇELİK (Akdeniz Üniversitesi) Giriş Kâşgarlı Mahmud “terken” unvanı hakkında bir vilaye- te melik olan için Hakaniye Türklerinin kullandıkları bir hitaptır; hakanlık makamında bulunmayanlara bu sözle hi- tap edilemez, anlamı da “ita- at edilen demektir” şeklinde açıklamada bulunmuş olması ve bir şiirde geçen Terken kelimesini doğrudan doğruya “hakan” sözü ile karşılaması, bu unvanın hangi anlamda kullanıldığını göstermekte- dir. İbn Mühennâ kelimeyi “hükümdarın karısı” mânası yanında hükümdarın unvanı şeklinde de zikreder. Uygur- lar’ da “terken konçuy”un yanı sıra “silig terken” şeklin- de de geçen bu unvan “zarif, yakışıklı, tatlı dilli hükümdar” anlamına gelmektedir. Yû- suf Has Hâcib de terkeni bir hükümdarlık unvanı şeklinde yazmıştır. Unvan ilk önce Uy- gurlar tarafından kullanılmış daha sonra Karahanlılar, Sel- çuklular, Harezmşahlar, Sal- gurlular, Kirman Karahıtay- ları ve Timurlular tarafından kullanılmıştır. Terkenin, Sel- çuklu sultanlarının bu unvanı taşıyan Karahanlı prenses- lerle yaptıkları evliliklerden sonra “terken hatun” şeklinde yaygınlaştığı anlaşılmaktadır. 1. Terken Hatun’ un Devlet Siyasetinde ki Rolü Türk tarihinde terken unvanı- na sahip birçok hatun bulun- maktadır. Bu terkenlerden en fazla öne çıkanı Sultan Melik- şah’ ın eşi Terken Hatun’ dur. Gerçek adı bilinmemektedir; Terken unvanıdır. Muhteme- len Melikşah’ın “Celâlüddev- le ve’d-din” lakabına nispetle Celâliye Hatun diye de anılır. Kendisi, Batı Karahanlılar’ ın kurucusu ve ilk hükümdarı İbrâhim Tamgaç Han’ın kızı- dır. Asil bir soya mensup olan Terken Hatun, Firdevsi’ nin Şehnamesi’ nde de yer alan Turan Hükümdarı Efrâsiyâb’ ın neslinden gelmektedir. (Abul Farac) Karahanlılar ile Selçuklular arasında yapılan siyasi evlilik gereği Melikşah ile evlendirilmiştir. Evlilik tarihi ile ilgili farklı bilgiler yer almaktadır. İbnü’l-Esir 1064 yılını verirken, Sıbt İb- nü’l-Cevzi 1068 yılını ver- mektedir. Bu tarihlerde yaş- ları çok küçük oldukları için bunun bir evlilik değil nikah akdi olduğu anlaşılmaktadır. Terken Hatun’un Melikşah’ tan Dâvud, Ahmed, Mâh-Me- lek ve Mahmud adlı dört ço- cuğu olmuştur. Evliliklerin- den ilk olarak dünyaya gelen Davud genç yaşında 1082’ de öldü. Bu zamansız ölüme çok üzülen Sultan Melikşah’ ın birkaç defa intihara kalkış- mıştır. Bu girişimler yanında- kiler tarafından engellenmiş- tir. Melikşah, Terken Hatun’ dan olan diğer oğlu Ahmed’ i 1087 yılında veliaht ilan etti. Ahmed, veliaht ilan edildik- ten bir yıl sonra öldü. Sultan Melikşah ve Terken Hatun ikinci kez evlat acısı yaşamış oldular. Terken Hatun hakkında kaynaklarda ilk ayrıntılı bil- giler kızı Mah-Melek Hatun’ un Abbasi Halifesi Muk- tedi-Biemrillah tarafından istenmesi sürecinde veril- mektedir. Muktedî, 1081 yılında veziri Fahrüddevle İbn Cehîr’i İsfa- han’a yollayarak Melikşah’ ın kızı Mâh-Melek’e talip oldu. Halifenin veziri Fahrüddevle, halifenin evlenme talebini Ni- zamülmülk’ e iletti. Selçuklu vezirinin tavsiyesi üzerine Melikşah’ a değil Terken Ha- tun’ a gitmek gerekiyordu.
  • 18. TARİH 18 / DÜNDEN DERGİ iyi bilen ve layık olan adam- larımızdan birisini gönderi- rim” dedi. Böylece Terken Hatun, Halife Muktedi’ ye Türk usullerini kabul ettiri- yordu. Terken Hatun yapıl- ması gereken şu iki şartı ileri sürdü: 1.Hilafet Sarayında hiçbir cariye bulunmayacak 2.Halife daima Mahmelek Hatun’ un yanında buluna- cak. Sultan Melikşah da bu evliliğin son derece önemli olduğunu düşündüğü için hiçbir zorluk çıkarmamıştır. Devrin iki önemli veziri Terken Hatun’un karşısına çıkarak onun rızasını alma- ya çalışmışlardır. Terken Hatun “Gazne Sultanı ile Maveraünnehir de ki Kara- hanlı Hükümdarları kızıma talip oldular, onu evlatları- na istediler ve bunun için 400 bin dinar verdiler, eğer halife bu meblağı gönderir- se o onlardan daha layıktır” dedi. Önceki halife el-Ka- im’ in eşi olan Melikşah’ ın 1081 yılında yapılan bu an- laşma neticesinde altı yıl son- ra düğün gerçekleşti. Düğün 480 (1087) yılında yapıldı. Bağdat’ ta büyük bir düğün gerçekleştirildi. Bu evliliğin gerçekleşmesinde en büyük pay Terken Hatun’ a aitti. O, devletin çıkarları doğrultu- sunda hareket ederek kızı- nı halife ile evlendirmişti. Terken Hatun’ un etkili ol- duğu diğer bir olay ise Ka- rahanlı hükümdarı olan ye- ğeni Ahmed Han’ ın tahtının geri verilmesidir. Karahanlı tahtına geçen Ahmed Han genç ve tecrübesiz idi. Hal- kına kötü davranmaktaydı. Ayrıca ulema ile de arasın- da gerginlik oluştu. Bunun üzerine bazı alimler Sul- tan Melikşah’ a başvurdu. Sultan 1088-1089′ un ilk aylarında Maveraünnehir’ e hareket etti. Buhara ve Semerkant’ ı ele geçiren Sultan, Terken Hatun’ un yeğeni Ahmed Han’ a iyi davranarak onu Isfahan’ a gönderdi. Sultan, Terken Ha- tun’ un ricaları üzerine Ah- med Han’ a tahtını geri verdi. Terken Hatun’ un Sul- tan üzerinden etkisi oldukça fazlaydı. Reşidüddin’ nin tanımlaması ile o çok güzel, hoş ve şirin bir kadın olup yüksek bir bağlılığa, kendine miras bırakılmış bir haşmete ve ölçülmeyecek bir nüfuza sahipti. Onun, Fars civarın- dan Tacü’l-mülk Ebu’l-Ga- naim adında bir veziri vardı. Terken, onu Nizamülmülk’ ün üstüne çıkarmak, onun yerine geçirmek istiyor ve vezirliği ona versin diye Sultan’ a telkin ve teşvikte bulunuyordu. Yalnız kaldık- larında daima Nizamülmülk’ ün suretini kötülüyor, hata- larını sayıyordu. Sultanın kulağını Nizamülmülk’ ün hataları ile dolduruyordu. Sonunda Sultanın, vezirine karşı tutum ve düşüncelerini değiştirdi. Bu düşmanlığın sebebi ise Nizamülmülk’ ün veliahtlık konusunda Zübey- de Hatun’ un oğlu Berkyaruk’ u desteklemesi idi. Sultan Melikşah ile Nizamülmülk’ ün arası açıldı. Er-Râvendî, Terken Hatun’un isteğiyle Nizâmülmülk’ ün azledildi- ğini ve yerine Tâcülmülk’ ün getirildiğini söylerse de (Ra- vendi- Râhatü’s-sudûr, I, 135) bu doğru değildir. Bu olayın ardından Sultan Melikşah, Nizâmülmülk, Terken Hatun, Tâcülmülk ve diğer devlet adamlarıyla birlikte İsfa- han’dan Bağdat’a hareket etti. Fakat yolda arzuhal vermek bahanesiyle huzuruna gelen bir Batınî fedaisi tarafından öldürüldü. Katili bu cinayete azmettirenler arasında Melik- şah’ ın, Terken Hatun’un ve Hasan Sabbâh’ ın bulunduğu rivayet edilir. Boşalan vezir- lik makamına Terken Hatun’ un adamlarından Tacülmülk tayin edildi. Eski vezirin pek çok adamı kısa sürede tasfiye edildi. Tacülmülk’ ün etkisiy- le on dört yaşındaki Berkya- ruk veliahtlıktan azledilerek yerine Terken Hatun’ un beş yaşındaki oğlu Mahmud veli- aht tayin edildi. Böylece Ter- ken Hatun’ un önündeki en büyük engel kalkmış ve oğlu Mahmud veliaht olmuştu. Mahmelek, el-Muktedi ile geçinememişti. Mah-melek Hatun’ un şikayetleri üzeri- ne Sultan Melikşah Bağdat’ a vardı. Melikşah, torunu Cafer’ i veliaht tayin ederek halife yapmak amacını taşı- yordu. Hatta iki yaşında ço- cuğu “ emirül-müminin” diye lakaplandırmış, isim, künye ve lakabının Bağdat’ da hut- bede zikredilmesini halifeden istemişti. Halife, sultanın bu arzusuna karşı direniyordu. Bağdat’ a gelen sultan, Da- rül-hilafeye haber gidererek halife el-Muktedi’ nin Bağ- dat’ ı terk etmesini bildirdi. Bunun üzerine el-Muktedi, sultandan on gün izin istedi. Melikşah avlanmaya çık- mıştı ve avda hasta düştü. Halifeye vermiş olduğu on günlük müddetin bitmesine bir gün kala vefat etti. Ni- zamülmülk’ ün ölümünden yaklaşık 35 gün sonra Sultan Melikşah yediği av eti yü- zünden zehirlendi ve öldü. halası Arslan Hatun’ un Ha- life ile böyle bir pazarlığın doğru olmayacağını tavsiyesi üzerine “Türklerin evlenmek- te adeti olduğu üzere 50 bin dinar süt hakkı ve 100 bin di- nar verilmek şartıyla” karara varıldı. Ayrıca Terken Hatun evlilik için bazı şartlar da ek- lemiştir. Terken Hatun “Eğer halife benim kızıma evlen- mek suretiyle sahip olmak istiyorsa bana, halası, annesi büyük annesi ve öteki yakın- larıyla halifelik ileri gelenle- rini göndermesini istiyorum. Ben de Gazne, Semerkant, Horasan Hatunları ile Sel- çuklu devleti ileri gelenlerini toplayıp evlenme işinin on- ların huzurunda yapılmasını ve gelinle birlikte halife- nin ve bizim durumlarımızı
  • 19. TARİH DÜNDEN DERGİ / 19 İslam kaynaklarından bir kısmı ile Ermeni ve Süryani tarihleri Melikşah’ ın zehir verilmek suretiyle öldürüldü- ğünü yazmaktadır. Ibnü’l Esir ve Urfalı Mateos Melikşah’ ın karısı Terken Hatun tara- fından, Abul Farac ise sulta- nın kölesi Hurdik tarafından zehirlenerek öldürüldüğünü yazmaktadır. İbrahim Kafe- soğlu ise Melikşah’ ın Terken Hatun ve Halife el-Muktedi’ nin iş birliği sonucu öldürül- mesinin mümkün olabileceği- ni yazmaktadır. Terken Hatun kendi siyasetini çevirebil- mek için Sultanın ölümünü gizledi. Cenazesini sakladı. Bu yüzden yas tutulmadı. 2.Melişah’ ın Ölü- münden Sonra Terken Hatun’ un İktidarı Ele Geçirme Çabaları 2.1 Mahmud’ un Sul- tan İlan Edilmesi Sultan Melikşah’ ın ölümün- den sonra Terken Hatun ida- reyi kendi eline aldı. Devletin hazinesi ve serveti kendisinde bulunuyordu. Destek bulabil- mek için bu hazineden büyük miktarda parayı emirlere ve devlet adamlarına dağıttı. Da- ğıtılan paranın miktarı mil- yonlarla ifade edilmektedir. Taht mücadeleleri sırasında ise 20 milyon altın dinarı dağıtarak destek toplamış- tır. Emirlere haber gönderip oğlunu destekleyeceklerine dair yemin aldı. Kaynaklarda devlet adamlarının Melikşah’ ın diğer oğullarını değil de Mahmud’ u desteklemesinin sebebi olarak, Terken Hatun’ un Melikşah’ ın iktidarında devlet yönetiminde söz sa- hibi olması, devlet adamla- rına ihsanlarda bulunması, hükümdar soyundan gelmesi, devlet hazinesinin hatunun yanında bulunması ve parala- rın devlet adamları ve asker- lere dağıtılması gösterilmiştir. Kendine bağladığı emirler ile 12 bin kişilik bir ordu kur- mayı başarmıştır. Oğlunun sultanlığını meşrulaştırmak için Halife Muktedî’ den oğlu Mahmud adına hutbe okutmasını istedi. Halife ilk başta bunu kabul etmedi. Vergi toplanması ve amille- rin tayini de Tacülmülk’ ün yetkisinde olacaktı. Böyle- ce Mahmud 22 Şevval 485 (22 Kasım 1092) tarihinde “Nasırü’d-dünya ve’d-din” lakabıyla Bağdat’ ta sultan ilan edildi. Böylece Terken Hatun isteğine kavuşmuş ve oğlu Mahmud’ u sultan ilan etmişti. Kendisine rakip olarak gördüğü Melikşah’ ın Zübeyde Hatun’ dan do- ğan oğlu Berkyaruk’ u ber- taraf etmesi gerekiyordu. Bunun üzerine Terken Hâtun, oğlu adına hutbe okutabil- mek için Halife’yi kendisi- ni hilafet tahtından indirip yerine torunu Cafer’i halife yapmakla tehdit etti. Devrin en önemli alimlerinden biri olan Gazzâlî’ ye başvuruldu. Gazzali’nin, henüz beş yaşın- da olan Mahmud’ un yaşının küçüklüğünden dolayı sultan olamayacağına dair fetvasına ve halifenin itirazına rağmen bazı şartlarla Mahmud adına hutbe okutmayı başardı. Buna göre ordu kumandanlığı Emir Üner’ e verilecek ve o da bu konuda vezir Tacülmülk ile birlikte hareket edecekti. Bunun için Musul Valisi Kı- vamüddevle Kürboğa’ yı Me- likşah’ ın mührü ile birlikte Isfahan’ a gönderdi. Kürboğa, sultanın emrettiğini söyle- yerek kaleyi, muhafızından teslim aldı. Berkyaruk’ u ya- kalattı ve hapsettirdi. Fakat Sultan Melikşah’ ın ölüm ha- beri duyulunca Nizamülmülk’ ün adamları Isfahan’ da Niza- mülmülk’ e ait silah deposu- nu yağmaladılar ve şehirde isyan çıkarttılar. Berkyaruk’ u da hapisten çıkartarak Isfa- han’ da adına hutbe okutarak sultan ilan ettiler. Nizamül- mülk’ ün adamları, Berkya- ruk’ u şehirden çıkartıp Sâve ve Âve yönüne götürdüler. Daha sonra Rey taraflarına geldiler. Burada kendileri- ni Berkyaruk’ un daha önce atabegliğini yapmış olan Gü- müştekin Candar karşıladı. Gümüştekin Candar, Berk- yaruk’ u Rey şehrine götürüp tahta oturttu. Rey şehrinin reisi ve Nizamülmülk’ ün damadı olan Ebu Müslim, kıymetli taşlar ve altınla iş- lenmiş bir tacı Berkyaruk’ un başına koydu ve onu sultan ilan ettiler. Berkyaruk 20 bin kişilik bir ordu topladı. Niza- mülmülk’ ün nüfuzlu adam- larından Emir Erkuş da as- kerleriyle birlikte Berkyaruk’ a katıldı. Nizamülmülk’ ün adamları Taberek kalesini ku- şattılar ve kılıç zoruyla ele ge- çirdiler. Berkyaruk’ un daha fazla güçlenmesini engelle- mek isteyen Terken Hâtun, Emir Kürboğa, Emir Üner ve Emir Kumac ile birlikte Bağ- dat’tan İsfahan’a geldi. Artık iki taraf arasında savaş kaçı- nılmazdı. İki ordu Burûcird şehri yakınlarında karşılaştı. Terken Hatun’ un ordusunda- ki emirlerden bir kısmı Berk- yaruk tarafına geçti. Böylece daha da güçlenen Berkyaruk, 10 Zilhicce 486/11 Ocak 1093 tarihinde yapılan sava- şı kazandı. Terken Hatun’ un veziri Tacülmülk Berkyaruk’ a esir düştü. Kendisi adına devletin idaresini elinde bu- lunduran veziri Tacülmülk’ ün esir düşmesiyle Terken Hatun en önemli destekçisini kaybetmiş oldu. Berkyaruk, Tacülmülk’ ün yetenekli bir insan olduğunu bildiğinden onu kendine vezir yapmak istedi. Fakat bu durum Ni- zamülmülk’ ün adamları ta- rafından hoş karşılanmadı. Çünkü Nizamülmülk’ ün ölü- münde Tacülmülk’ ün parma- ğının olduğuna inanıyorlardı.
  • 20. TARİH 20 / DÜNDEN DERGİ Neticede Tacülmülk, Niza- mülmülk’ ün adamları tara- fından öldürüldü ve cesedini parça parça edildi. Berkyaruk da kendisine vezir olarak Ni- zamülmülk’ ün oğlu İzzül- mülk’ ü atadı. Burûcird sa- vaşında mağlup olan Terken Hâtun ise İsfahan’a çekilmek zorunda kaldı. Berkyaruk da onların ardından gelerek 16 Zilhicce 486/17 Ocak 1093 ta- rihinde İsfahan’ı kuşattı. Ter- ken Hatun, Berkyaruk’ u geri püskürtmek için hazineden cömertçe para dağıtıyor lakin başarılı olamıyordu. Terken Hatun adamlarının tavsiye- sine uyarak Berkyaruk’ a ba- basının mirasından 500 bin altın vererek kuşatmayı kal- dırmasını teklif etti. Mali sı- kıntılarda olan Berkyaruk bu teklifi kabul etti ve aralarında bir anlaşma yapıldı. Yapılan anlaşmaya göre Terken Hatun ile Mahmud İsfahan ve Fars’a hâkim olacak, diğer şehirler Berkyaruk’ a bırakılacaktı. 2.2 Terken Hatun ile İsmail b. Yakut İttifakı Terken Hâtun, Berkyaruk ile giriştiği savaşta mağlup olmasına rağmen hiçbir şe- kilde oğlu Mahmud’ u tahta çıkarma arzusundan vazgeç- miyor ve iş birliği yapabile- ceği birilerini arıyordu. Bu amaçla Berkyaruk’ un dayısı Azerbaycan Meliki İsmâil b. Yâkūtî’ ye haber gönderdi. Onu, yeğeni Berkyaruk’a kar- şı kışkırttı. Kendisiyle evlen- mesi ve saltanata ortak olması teklifiyle Isfahan’a davet etti. Bu, İsmail b. Yakuti için son derece cazip bir teklifti. İs- mâil bu teklifi kabul ederek, Azerbaycan Türkmenlerin- den kurduğu ordusu ile Berk- yaruk’ un üzerine yürüdü. Fakat Hemedan-İsfahan ara- sındaki Kerec’ de meyda- na gelen savaşta kendisinin Terken Hatun ile evlenme- sini hoş karşılamayan bazı emirlerin Berkyaruk tarafı- na geçmesiyle mağlûp oldu (486/1093). Yenilginin ar- dından Isfahana giden İsma- il, Terken Hatun tarafından karşılandı. Terken Hatun ona ikramda bulundu, oğlundan sonra onun adına hutbe okut- tu ve oğlu ile beraber sikkeye adını bastırdı. Aralarındaki evlenme işi neredeyse ta- mamlanmak üzereydi. Ancak emirler bundan çekindiler. Özellikle işleri yürüten ve or- dunun kumandanı olan Emir Üner bu işe yanaşmadı. Emir- ler, İsmail’ in aralarından çıkmalarını istediler. Bunun üzerine İsmail, Isfahanı terk ederek yeğeni Berkyaruk’ un ordusuna katıldı. Ancak Emir Gümüştekin Candar, Aksun- gur ve Bozan ile yaptığı bir toplantıdan sonra bu emirler tarafından öldürüldü. Kerec’ de kazandığı zaferden sonra Bağdat’a giden Berkyaruk Halife Muktedî-Biemrillâh tarafından “Rükneddin” laka- bıyla sultan ilân edildi ve 14 Muharrem 487’de (3 Şubat 1094) adına hutbe okundu. 2.3 Terken Hatun’ un Son Çabası, Tutuş ile İttifakı Oğlu Mahmud’ u tahta çıkar- mak için giriştiği mücadelede Berkyaruk’ a yenilen, İsmail b. Yakutî ile yaptığı birleş- meden de sonuç alamayan Terken Hâtun, Melikşah’ ın ölümü üzerine, gözünü Büyük Selçuklu tahtına göz diken Melikşah’ ın kardeşi Suriye meliki Tâcüddevle Tutuş’ a gönderdiği mektupta kendisine evlenme teklif etti ve ülkeyi birlikte idare etme- yi önerdi. Bunun için ken- disini Isfahan’ a davet etti. Melikşah’ ın ünlü eşi Terken Hatunla evlenmek, dolayı- sıyla nüfuz ve saltanatını çok daha geniş bölgelere yaymak hülyasına kapılan Tutuş, iyi bir hazırlık yaptıktan sonra Azerbaycan’a girmiş ve bura- ları kendi hükümranlığı altına almaya başlamıştır. Ancak, Terken Hatun’ un bu ittifak teşebbüsünün sonucunu gör- meye ömrü yetmedi. Tutuş’ un Berkyaruk’ a karşı hareke- te geçtiği sırada Tâcüddevle Tutuş ile gücünü birleştirmek üzere İsfahan’dan hareket etti; fakat yolda hastalanarak geri döndü. Bir süre sonra İsfahan’da öldü (Ramazan 487/Eylül-Ekim 1094). Ter- ken Hatun, Emir Üner ve Is- fahan şahnesi Emir Semez’ e ülkeyi oğlu için muhafaza etmelerini vasiyet etti. Terken Hatunun ölümünden kısa bir süre sonra oğlu Mahmud da yakalandığı çiçek hastalığı sorasında 487 de (1094) öldü. Sonuç Terken Hatun, Türk Tarihin- deki en önemli kadın figürle- rinden biri olmuş, devrin iki büyük şahsiyetinin ölümünde parmağı olduğu düşünülmüş- tür. O, devlet siyasetinde ak- tif rol oynamış ve Melikşah üzerinde oldukça etkili ol- muştur. Kendisinin hükümdar soyundan gelmesi, Mahme- lek’ i Halife el-Muktedi ile evlendirmesi, yeğeni Ahmed Han’ın tekrar Karahanlı tah- tına getirilmesi, Melikşah ile Nizamülmük’ ün aralarının açılmasındaki etkisi, önem- li bir nüfuza sahip olması, kendisine bağlı 12 bin kişilik askerinin olması, devlet ha- zinesinin kendisinde olması, onu devlet yönetiminde etkin bir hale getirmiştir. Fakat Me- likşah’ ın ölümünden sonra giriştiği iktidar mücadelesi sebebiyle devletin zayıflama- sına yol açtığı için tarihçiler tarafından eleştirilmiştir. Sı- rasıyla veliaht olan oğulları- nın (Davud ve Ahmed) genç yaşta ölmesiyle kahrolan Ter- ken Hatun’ un, en küçük oğlu Mahmud’ u sultan yapma ça- bası onun en doğal hakkı ola- rak görülmelidir. Bu hususta kendisinin bir hükümdar kızı olması ve siyasi evlilik gere- ği iktidar mücadelesi vermesi gayet olağandır. Üstelik hane- dan üyeleri arasında yaşanan taht mücadeleleri veraset sis- teminin getirdiği bir sonuçtur. KAYNAKÇA Abu’l-Farac Tarihi C.1 Genç, Reşat, Karahanlı Devlet Teşkilatı İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh Kaçın, Bülent, Selçuklu Hatunları Kafesoğlu, İbrahim, Sultan Me- likşah Köymen, Mehmet Altay, Selçuklu Devri Türk Tarihi Müneccimbaşı Ahmed b. Lütful- lah, Câmiu’d-Düvel Selçuklular Tarihi I Horasan-Irak, Kirman ve Suriye Selçukluları Reşîdüddin Fazlullah, Ca- miü’t-Tevarih Selçuklu Devleti Sertkaya, Pınar, Türk Tarihinde Terkenler Turan, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Ve- kayinamesi (952-1136) ve Papaz Grigor’ un Zeyli (1136-1162) Öğün Bezer, Gülay, “Terken”, İA,
  • 21. TARİH DÜNDEN DERGİ / 21 Ş E Y H B E D R E T T İ N İ S YA N I M. Enes YILDIZ (MSGÜ) Şeyh Bedrettin isyanı kimi- lerine göre Osmanlı tarihinde Anadolu’da çıkarılan ilk Şii/ Batıni isyandır. Bu konuda bir çok farklı görüş bildiril- miş, kimisi Şeyh Bedreddin isyanını bir sosyalist hareket, kimisi tamamen kendi ihti- rasları sonucu otorite kurmak isteyen siyasi bir kişilik, ki- misi tamamen dini sebeplerle ortaya çıkan bir tarikat şeyhi olarak değerlendirmiştir. Bu yazıdaki amacımız ise sözü edilen tartışmalara girilme- yerek, meydana gelmiş olan olay hakkında genel bir ta- rih bilgisine sahip olmaktır. Tarihe “Şeyh Bedrettin İsya- nı”, “Simavna Kadısı Şeyh Bedrettin Vakası” gibi isim- lerle geçmiş olan olay 15. yüzyılda vuku bulmuştur. Timur ve Bayezid’in 1402 yı- lında Ankara’da gerçekleştir- dikleri savaş neticesinde Os- manlı ağır bir darbe almış ve “Fetret Devri” denen 12 yıllık iç savaş dönemi başlamıştır. Timur, Ankara Savaşı’ndan sonra Yıldırım Bayezid’in ortadan kaldırdığı Anadolu beyliklerini tekrar ihya etmiş ve hâkimiyeti altına almıştır. Bunun yanında Bayezid’in, Süleyman Çelebi, Musa Çe- lebi, İsa Çelebi ve Mehmed Çelebi gibi çocukları arasın- da ülkenin çeşitli yerlerinde hâkimiyet tesis etmelerine Timur tarafından müsaade edilmiştir. Hiç şüphesiz Ti- mur’un bu politikası Os- manlı’nın toparlanmasını geciktirmiş ve Şeyh Bedrettin İsyanı’nadazeminhazırlamıştır. Şeyh Bedrettin Kimdir ? Osmanlı’nın Balkanlara nü- fuzu sırasında onlarla birlik- te bulunan Abdülaziz, Şeyh Bedrettin’in ataları arasın- dadır. Dimetoka Savaşı sıra- sında şehit düşmüştür. Onun oğlu İsrail ile Dimetoka Ka- lesi Rum beyinin kızı evlen- miş ve bu birliktelikten Şeyh Bedrettin dünyaya gelmiştir. [2] Soy ağacını Selçuklu hanedanına bağlayanlarda olmuştur. Bu onun hüküm- darlık tesis etme amacına bir delil olarak gösterilebilir. İyi bir eğitim tahsil etmiş olan Şeyh Bedrettin, dö- nemin büyük alimlerinden bizzat ders almış; tasavvuf, kelam, sarf-nahiv gibi bir- çok farklı alanda bilgi sahi- bi olmuştur. Bursa, Konya, Kahire, Suriye, Tebriz gibi farklı yerlerde bulunmuştur. Hüseyin Ahlati’den tasav- vuf eğitimi almıştır. Memlük Sultanı Berkuk’un oğlu Fe- rec’in hocalığını yapmıştır. Bâtıni akidesinin tesirinde kalan Şeyh Bedrettin Anado- lu topraklarına geldiğinde bu fikirlerini yayma amacı güt- müştür. Bilhassa Anadolu’da yaşayan ve bu akıma yakın bulunan Alevi Türkmenle- rini çevresinde toplamıştır. Faaliyet gösterdiği yerlerin başında Edirne gelmektedir. Burada hükümdarlığını ilan etmiş bulunan Musa Çelebi tarafından destek görmüş ve kazaskerliğe tayin edilmiştir. Bu onun şöhretini artır- mış, fikirlerini yaymasını ve kendisine mürit topla- masını kolaylaştırmıştır. Osmanlı’nın içinde bulun- duğu karışıklık esnasında Mehmet Çelebi rakipleri arasından sıyrılmaktaydı. Musa Çelebi kardeşi Meh- met Çelebi’ye karşı olan taht mücadelesini kaybedince hi- mayesi altında bulunan Şeyh Bedrettin de nüfuz kaybı- na uğramıştır. Kendisine ilmi kişiliği sebebiyle saygı duyulmuş ve kazaskerlik görevine son verilmesine rağmen ailesiyle birlikte İz- nik’te yaşamasına izin veril- miştir. Şeyh Bedrettin’in emrinde bulunan birçok müridi ülke- nin muhtelif yerlerinde hâki- miyetlerini genişletmekteydi. Bunlardan Börklüce Mustafa, Karaburun taraflarında bu- lunmakta ve önemli bir güç haline gelmekteydi. Bu fır- satı değerlendirmek isteyen Şeyh Bedrettin bulunduğu yerden kaçarak Rumeli’ye gitmiş ve taraftarlarının sayı- sını her geçen gün artırmıştır
  • 22. TARİH 22 / DÜNDEN DERGİ Silistre, Dobruca, Deliorman onun propaganda yaptığı ve etkin olduğu yerlerdendir. Müritlerinden Börklüce Mustafa İzmir taraflarında Karaburun’da, Torlak Ke- mal Manisa’da Alevilerle meskûn yerlerde, Şeyh Bed- rettin ise Rumeli’de isyan hazırlıklarında bulunmuştur. Bedrettin bu şekilde iç karışık- lıklarla uğraşmakta bulunan Osmanlı’yı hem Rumeli hem de Anadolu’dan vurarak hâki- miyetini tesis etmek istemiştir. Börklüce Mustafa yanına top- ladığı müritlerinin sayısının fazlalığı sebebiyle önemli bir güç oluşturmaktaydı. İşler bu surette tehlikeli boyutlara varınca Mehmet Çelebi hare- kete geçmiş ve kuvvetlerini Börklüce Mustafa üzerine göndermiştir. İzmir Sancak Beyi Aleksandır, Saruhan Sancak Beyi Timurtaşzade Ali Bey; sırasıyla Börklüce Mustafa’ya mağlup olmuştur. Bu süreçte ortaya çıkan Düzmece Mustafa Vakası tahta karşı yeni bir ayaklan- ma olup Şeyh Bedrettin ve müritlerinin işine gelmiştir. Padişah, bu durum karşısın- da henüz 12 yaşındaki oğlu Murad ve Vezir-i Azam Ba- yezid Paşa’yı, Börklüce’nin üzerine göndermiş, nihayet Karaburun eteğinde Börklü- ce’nin kuvvetlerini yenilgiye uğratmıştır. Bunun ardından Torlak Kemal üzerine ilerle- yen mezkûr kuvvetler burada da başarı elde ederek Anado- lu’da gerçekleşen ilk Şii-ba- tıni isyanını bastırmışlardır. Rumeli’de faaliyet gösteren Şeyh Bedrettin ise zuhur eden bu olaylardan son derece kötü etkilenmiş ve çevresindeki müritlerinin çoğunu kaybet- miştir. Padişah, Selanik ve Teselya civarında isyan hare- keti başlatan kardeşi Musta- fa (Düzmece) üzerine sefere çıkarken, Bayezid Paşa’yı da Şeyh Bedrettin üzerine gön- dermiş ve kısa bir çarpışma- nın ardından, zaten alınan ye- nilgilerle gücünü kaybetmiş olan Şeyh Bedrettin yenilgiye uğratılmış, esir edilmiştir. Çelebi Mehmet Han, Şeyh Bedrettin’i dönemin fakihle- rine havale etmiştir. Yapılan tahkikat sonucunda isyana girişmek, bozgunculuk çı- kartmak suçlarından idama mahkûm edilmiştir (1420). Bir rivayete göre ise bizzat kendisi de bu suçun idamı gerektirdiğini ifade etmiştir. KAYNAKÇA Halil İnalcık, Devleti Aliyye, I, İstanbul 2018 [2] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, Ankara 2019 [3] Ahmet Şimşirgil, Kayı, I, İstanbul 2010
  • 23. TARİH DÜNDEN DERGİ / 23 Tasavvuf, kimisine göre “hürriyetin” elinden alın- ması kimine göre hürriyete kavuşma çok sübjektif bir tanımı vardır. Burada tar- tışılacak şey kesinlikle bu değildir. Sadece bir gerçe- ğin üstünden gidilip, giriş niteliğinde bir yazı olacaktır. İşte bu gerçek de: Tasavvufun ve tarikat- ların tarih boyunca birileri- ni etkilediği ve, tek sebep bu olmasa da, İslam’ın çok uzak coğrafyalara yayılması- dır. Tasavvuf ve tarikat nasıl bir cezbedir ki insanlar onun uğrunda bu kadar uzak coğ- rafyalara kadar gelmişlerdir, kendi dinlerini bırakmışlar- dır işte bu kafa yapısını an- lamak için böyle bir yazıya gereksinim duydum, bir ehl-i tarik nasıl bir halat-ı ruhiyye içindedir? Ona göre tasavvuf nedir? Tarikatlara bakış na- sıldır? Şimdi bunları görelim. Tasavvuf; şeriattan hakika- te ve onun da ötesine giden yolculukta ikinci adımdır: Şeriat, tarikat, hakikat. Şeriat, Allah’ın kanunlarından yani Kuran’dan, hadisten başka bir şey değildir. Her ehl-i şeriat, derviş veya sofi veya mürit de- ğildir, olamaz. Ne fark vardır: İrade! Tasavvuf ehlinin irade- si biat ettiği kişinin elindedir. Teşbihte hata olmaz tasav- vuf ehli gassalin elindeki ölü gibidir. Burada gas- sal, şeyh; ölü de mürittir. Şeyh (postnışin) ne derse mürit yapmak zorundadır. ve en sonunda ramazaniyye dalından cerrahiyye 18.yüz- yılda ortaya çıkıyor. Halve- tiyye’nin çıkış noktası Orta Doğu iken Cerrahiyye şubesi İstanbul’da ortaya çıkıyor. Bu yayılmayı sağlayan tarikat- ların halifeleridir. Bir şeyhin bir veya birkaç tane halifesi olur ve bunlar dört bir yana dağılarak irşad vazifesini alır. Tarikatlarına mürit top- larlar. Bazısı da toplayamaz ve o tarikatın nüfusu belki de biter. Ama bu tarikatın sonlandığını göstermez; eğer bir cemaat olsaydı cemaatte insan kalmazsa dağılmış olur ama tarikatta insan kalma- sa bu tarikata zeval vermez. Gerçek derviş, kalbi Allah’tan başka bir şey görmeyen şehit- lik mertebesi için can atandır. Derviş şeyhinin sözünden hiç çıkmayan, şeyhi ne derse onu aynı şekilde yapandır. Bu is- tisnasız böyledir. Bunu dervi- şin, şeyhinin karşısında duru- şundan bile anlarsınız, çünkü duruşta ayaklar mühürlü, kol- lar koltuk altının altında ve baş eğik durur daima. Bunun anlamı: Başım eğik, kollarım ve ayaklarım mühürlü, ne isterseniz yapmaya hazırım demektir. Şeyh uygun görürse halifesini seçer ve onu irşad ile görevlendirip uzak coğraf- yalara yollar. Osmanlı’da bu halifeler böyle bir başına da bırakılmazdı. Zaman içinde saray ile muhabbete de bağlı olarak ona tekkeler yapar, tek- kelerinin bakımını sağlardı. Tarikatların vuku bulma- sı 12.yüzyılda Abdülkadir Geylani ile beraber olmuştur. Günümüzde belki yıldızların sayısı kadar belki de nefes alan insan sayısı kadar tarikat bulunmaktadır. Zaten ehl-i tarikler de böyle savunur ve bunun insanları bölme ola- rak değil aksine birleştirici bir etken olduğunu söylerler. Şimdi biraz bu yayılmanın nasıl olduğundan bahsede- yim. Ana tarikatlar ve yıllar içerisinde onların dalları ve o dalların şubeleri ortaya çıkıyor. Mesela, Ömer Hal- vetî halvetiyye tarikatını 14. Yüzyılda kuruyor onun kolu olan ahmediyye 16. Yüzyıl- da ortaya çıkıyor bir başka şube olan ramazaniyye de 17.yüzyılda ortaya çıkmış Kişiden kişiye değişmek üzere yıllar harcanarak bu tasavvuf ehillerinin çok na- dirleri hakikate erer. Ve daha da nadiri hakikati de aşar, mesela Yunus Emre. Tarikat ise tasavvufta Hakk’a ulaşmak için be- nimsenen usul, tutulan yoldur en kısa tanımıyla Günümüzde her ne kadar ta- rikat ehilleri(!) birbirine red- diyeler yazsa yayınlasa da bu geçmişte böyle olmamak- taydı. Tarikatlar bulundukları devlete yardımcı olur sosyal hayatı düzenleyen bir meka- nizmagörevigütmekteydi.Bir insanın yolda yürürken hangi tarikattan olduğunu anlayabi- leceğiniz takkeler takarlardı. TARIKAT VE TASAVVUF ÜZERINE M. Eren GÜR(Ankara Üniversitesi DTCF)
  • 24. TARİH 24 / DÜNDEN DERGİ Buna karşılık da çoğunlukla şeyhlerin müritlerini savaşa gönderdiği olurdu. Bu kuru- luş zamanında zaten böyley- di. Ama vakit ilerleyince de tarikatların müritleri Osman- lı’nın Klasik Çağında çoğu zaman Osmanlı’nın yanın- da savaşlara katılmışlardır. Tarikatın da kendi içinde mertebeler vardır. Me- sela bir insan tarikata intisap etmemiş ama tabiri caizse tarikat sempatizanı ise bu literatüre muhib olarak geçi- yor. Muhib olan eğer uygun bir rüya görürse mürit ola- biliyor. Mürit olunca seyr-i süluk dediğimiz süreç başlı- yor. Bir müridi şeyhliğe gö- türen yol olarak görebiliriz, ama her mürit şeyh olacak diye bir şey yok, her mü- rit halife de olamaz insan belki 80 yaşına gelir mürit olarak kalır ama başka biri 18 yaşında halife olabilir insana göre değişir bunlar. Şeriat, tarikat ve hakikat basamaklarına tırmanmak da fevkalade zor bir iştir. Malumunuz Yunus Emre, kaç yıl tekkesine odun taşıdı? Ve Yunus Emre oldu. Ehl-i tariklerin kafa ya- pısını, düşüncelerini size bir nebze de olsa anlatmaya ça- lıştım. Eğer bir nebze bir şey katabildiysem ne mutlu bana
  • 25. TARİH DÜNDEN DERGİ / 25 Dr. Öğretim Üyesi Mehmet SAĞ
  • 26. EDEBİYAT 26 / DÜNDEN DERGİ S E N İ B E K L E M E K “Her şey ben yaşarken oldu.” demişti şair Hayır, her şey seni beklerken oldu Seni beklerken çıktı savaşlar Ve seni beklerken sağlandı barışlar Seni beklerken “vurdu bir Çin genci hepimizi” Ve seni beklerken anlam buldu Şairin “eve dön” mısrası Seni beklerken sığındım Allah’a Ve seni beklerken bir kaç damla gözyaşı düşürdüm bu satıra Seni beklerken düşündüm yarını Ve yaşamaya çok geç kalmakla suçladım kendimi Sahi ben yaşarken mi oldu bütün bunlar Yoksa seni beklerken mi unuttum yaşamayı Rabia Hatun KIRTAY
  • 27. EDEBİYAT DÜNDEN DERGİ / 27 SAYENDE Kaç fıs sayamıyordum, kolanya şişelerinden, Gün içinde üzerime başıma düşen . Gül dökülen dudaklarımdan akar olmuştu, diken. Acep eden bulur muydu eden…? Dünya ile insanlığın; sen-ben kavgası Açıldı,geç de olsa mizan sofrası. Çevrilirken yapılanların bir bir sayfası Görülecekti elbet kim haksız kim haklı. Nasıl bir savaştı, bu topsuz tüfeksiz.? Ne yürekli tanıyor ne de yüreksiz. Diyordu mala, mülke ve yaşa Bakmadan gelir , alıp giderim habersiz Tat vermiyor ne içtiğim su nede fırından aldığım sıcak taze ekmek. Kayıp gidecek mi hayallerim, onca verdiğim emek. Ben çaresiz … İçime özlem, belirsizlik işlenirken ilmek ilmek… Boşver yarın yaparım dediğin yalanlarım.. Kuş misali çırpınıyor avuçlarımda Dünden bugüne kalanlarım… Ayşe KILIÇKAYA
  • 28. FELSEFE 28 / DÜNDEN DERGİ Ç AĞIMIZIN YENİ ZAMAN PARADOKSU: PRESENTİSM Mİ ETERNALİZM Mİ? İnsanlık tarihinin başlan- gıcından bugüne kadar Antik Yunan,Sümer, Çin ve Mısır gibi onlarca medeniyetin ça- lışmalar yaptığı; Aristoteles, Heidegger, Bergson, Hus- serl, Ricoeur ve McTaggart gibi nice filozofun üzerine kafa yorduğu ve çözümle- meye çalıştığı,her ne kadar bugün somut olarak görebil- sek de soyut yönleriyle hala içinde kafa karışıklığı barın- dıran çağımızın en kritik ve en önemli kavramlarından biri: Zaman “Zaman sessiz bir testeredir.” der Immanuel Kant. Her insanın hayatın- da, binlerce olayın, savaşın gidişatında ve sonucunda ya derin izler ya da ufak çizik- ler bırakan bu sessiz teste- re, her ne kadar çağımızda, 21.yüzyıl becerilerinde ve akademide verimli kullan- ma denilince akla gelen ilk kavram olsa da çağımız- da yeni bir ikilem yarattı: Presentism mi Eternalizm mi? Daha çok son yıllarda duyduğumuz bu iki kavramı açıklamak gerekirse; Presen- tism, sadece “şimdiki zama- na” odaklanmadır. Geçmiş ve gelecek “hayali ve uydu- rulmuş konseptler ve kav- ramlardır. ”Örnek vermek gerekirse şu an okuduğunuz cümleler şu an vardır, 5 sani- ye önce okuduğunuz kelime de ve bu cümleler bittikten sonra okuduğunuz kelime- ler de siz bir daha okuyun- caya dek olmayacaklardır. Presentismin tam zıttı olan Eternalizm ise geçmiş, Berfin EKMEZ (Koç Üniversitesi) şimdi ve gelecek kavramları- nın aynı anda meydana geldi- ğini ve var olduğunu, birbir- lerinden bir farkı olmadığını ve aralarında sürekli bir et- kileşim olduğunu öne sürer. fakat her şeyin etkileşim halinde olduğunu söyleyen Eternalist filozoflara karşın ünlü Budist rahip Fyodor Shcherbatskoy presentismi şu sözleriyle açıklar: ”Geç- mişte yaşanan her şey gerçek dışı, gelecekte yaşanacak her şey gerçek dışı, hayal edilen her şey de gerçek dışı. Fi- ziksel olarak tek gerçeklik şimdi. ”Kimine göre presen- tism; geçmişi ve geleceği takmayan ve kendine odak noktası haline getirmeyen spontane insanların hayat felsefesi, kimine göre ise geçmişi ve geleceği bugünün koşullarıyla değerlendirmeye de yok geçmiş de.”Soyut olan zamanın geçmiş kıs- mını geri getiremeyecek ve değiştiremeyecek ayrıca 1 saniye sonraki geleceği göremeyecek olma ihti- malinden dolayı şimdinin önemini ve anı yaşamanın değerini gözler önüne serer. Fakat günümüz şartlarında Eternalizm daha baskın bir düşünce sistemidir. Eter- nalistlere göre hangi za- man diliminde olursak ola- lım her zaman dilimindeki durumların ve olayların ge- çerli olduğunu ifade eder. Tüm zamanlar eş zamanlı ve aynı şekilde varlar ancak ölçüm biz gözlemciler tara- fından ayarlanabilir. Saatini doğru zamana da ayarlayabi- lirsin, 1 saat geriye alıp geç- mişte olduğunu ya da 1 saat ileri alıp gelecekte de oldu- ğunu iddia edebilirsin ve öyle hissedebilirsin. Ayrıca farklı bir örnek vermek gerekirse I. Dünya Savaşı, şu an okudu- ğun cümle ve uçan arabalar aynı anda varlar ama bizler durduğumuz ve baktığımız yere göre onları aynı anda göremiyoruz. Eternalizm çok yönlü ve fantastik bir bakış açısı gerektirse de yaşadığı- mız çağda yaptığımız her işin ya da eylemin geçmiş ve ge- lecek boyutunu da göz önüne alıp değerlendirmemiz ve za- manın verimli kullanımı ana amaç olduğundan Eternalizm daha iyi bir seçenek gibi du- ruyor.Fakat üstüne ne kadar düşünülse de her iki görüşün kendi kapsamında haklı ge- rekçeleri olmasından dolayı bu zaman ikilemi ve para- doksu uzun yıllar tartışılacak ve üzerine kafa yorulacak bir konu olmaya devam edecek. dayanan yanlış bir tarih- sel analiz olarak görülse de haklı yanları olan bir fel- sefi yaklaşımdır. Bu yak- laşımın doğruluğunu ünlü piskopos St.Augistine şu sözleri ile dile getirir: “Za- man hem geride hem ileri- de olamayacağı için gelecek
  • 29. FELSEFE DÜNDEN DERGİ / 29 Dr. Öğretim Üyesi Mehmet SAĞ
  • 30. MİTOLOJİ 30 / DÜNDEN DERGİ GÜNÜMÜZDE TÜRK MITOLOJISI NEDEN DÜNYA M I T O L O J I L E R I K A D A R P O P Ü L E R O L M A D I ? Çağrı BOZKURT (Nevşehir Hacı Bektaşi Veli Üniversitesi) Her şey ilk sözle başlamış- tı. İnsanlar doğayı anlamlan- dırma ve anlamaya çalışmış- lardı. Bu yüzden somut olan nesneleri beyinlerinde soyut düşünerek onlara isim verdi- ler. Böylelikle renkler ortaya çıktı. Mitolojide renkler çok önemlidir. İnsanlar görmüş oldukları renkleri soyut be- yinlerinde düşünerek onlara isim verdiler. Bu durum top- lumların yaşayış biçimlerine göre değişiklik göstermekte- dir. Türk Mitolojisinde renk- ler vazgeçilmez bir parçadır. Bu nedenle renkler yön veren toplumlar günümüze kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. olabilir. Buna rağmen mu- azzam malzeme var. Hep- si işlenmeyi bekliyor. Günümüzde neden Türk mitolojisi geri planda ko- nusuna gelirsek öncelikle mitoloji üzerine çalışma- lar Osmanlı zamanında ele alınmayan bir konuydu. Bu nedenle biz yüzyıllarca geri başladık. Alper Çağlar bel- ki de Türk mitolojisine yön verecek, yapacağı, filmlerle dünyaya açılacak ve global bir etki kazanacağız. Umu- yorum ki Arap zihniyetinden ve dinin etkisinden kurtulup Öncelikle az önce dediğim “renklere yön veren toplum- lar günümüze kadar varlık- larını sürdürmüştür.” sözüy- le, Türk mitolojisi varlığını sürdürmemiş midir? Hayır, aksine Türk mitolojisi en eski ve en hacimli bir mit- tir. Neden günümüzde Thor, Odin, Loki, Zeus, Athena gibi motolojik karakterler dünya- da fırtınalar estirirken bizim mitolojimiz sessiz kaldı?. Yarı göçebe bir toplum oan Türkler kayıt yapamadık- ları gibi yerleşik hayata da çok sonraları geçmişlerdir. Bu en büyük eksikliğimiz Dr. Öğretim Üyesi Mehmet SAĞ
  • 31. MİTOLOJİ DÜNDEN DERGİ / 31 ŞAMANISTIK İNANÇ VE PRATIKLERIN SIMGESELLIĞI Elif İrem GÖYNÜKLÜ ( Ankara Üniversitesi DTCF) takım eşyalar takar. Bunların arasında kollara, sırta takı- lan küçük zil ve çıngıraklar bulunur. Çeşitli sesler çıka- rarak ruhları ürküten madeni eşya, şamanın zırhı sayılır. Çıngırakların üst kısmında küçük yaylar bulunur. Bun- lar da yine zırhın bir parçası olarak kötü ruhlara karşı si- lah vazifesi görür. Şamanın giydiği elbise, kötü ruhlara karşı onu bir maske gibi mu- hafaza etmektedir. Şamanla- rın ayin yaparken giydikleri kıyafetlerine cübbe denir. Şa- manlığa hazırlanan genç, eği- tim gördüğü müddet içinde, cübbe giymez, ayinleri adi elbisesiyle yapar. Gelene- ğe uygun bir cübbe hazır- lamak pahalıya mal olduğu için bazı Kamlar, ruhlarının özel müsaadeleriyle, birkaç yıl cübbesiz ayin yaparlar. Fakat cübbesiz Kamlar kötü ruhlara karşı fazla cesaret gösteremezler. Bunun için her kam ne yapıp edip şaman kıyafeti elde etmeğe çalışır. Şaman olacak kişinin cüb- beyi temin etme şekli biraz farklıdır. Şaman adayı akraba ve dostlarından yardım ister. Onlar da Şaman adayına cüb- be ve davul için gerekli olan malzemeyi armağan ederler. Malzeme hazır olduktan son- ra kadınlar toplanıp cübbeyi dikerler. Cübbenin hazırlan- masının ardından Şaman bir ayin yaparak cübbeyi ruhların beğenisine sunar. Koruyu- cu ruhlar cübbeyi inceler- ler, beğenirlerse cübbe ayin yapmaya yarar; beğenmez- lerse eksikleri tamamlanır. Şaman giysileri kutsaldır bu yüzden herkesin görebilece- ği yerlere konmaz. Şaman giysilerinin bir hayvanı sem- bolize ettiği anlaşılmaktadır. Bu hayvan gerçek de ola- bilir mitolojik bir hayvan da olabilir ve şamanlar be- lirli aralıklarla ormanda bu Şamanizm, doğal ve do- ğaüstü âlemler arasında bir köprü inançtır. Şaman adayı- nın, şaman oluşu bir törenle kutlanır ve bu törende ona en önemli iki aracı “şaman davu- lu” ve “şaman giysisi” verilir. Şaman giysilerinin üzerinde bulunur. Çeşitli sesler çıka- rarak ruhları ürküten madeni eşya, şamanın zırhı sayılırçe- şitli şekiller ve resimler vardır. Örneğin bir şaman giysisinin üzerinde kuş resmi bulunma- sı, şamanın bu kuş resminin yardımıyla öte dünyaya uça- bileceği şeklinde yorumlan- maktadır. Şa manlar ruhları kovmak için, elbiselerine bir Dr. Öğretim Üyesi Mehmet SAĞ
  • 32. MİTOLOJİ 32 / DÜNDEN DERGİ hayvanın kılığında ayin ya- par. Şaman davulu ise şaman giysisinden çok daha eskidir. Şaman giysisinin artık kulla- nılmadığı yerlerde bile şaman davulu halen kullanılmakta- dır. Şaman davulunda gök- yüzü, orta dünya ve yer altı simgelenmiştir. Bunların tam ortasından geçen insan simge- si ise şamandır. Bu şamanla- rın âlemler arasında bir köprü olduğunu da simgelemekte- dir. Başka bir yorum ise, da- vul bir mikrokozmostur. Da- vulun ortasında göğün direği bulunur. Bu desen evren ağa- cı, yaşam ağacı, kozmik ağaç olarak da adlandırılır. Bu de- sen aynı zamanda dünyanın eksenini temsil eder. Göğün direği 3 evren bölgesini birbi- rine bağlar: Gökyüzü, yeryü- zü, yer altı. Şamanın insan ve evren arasındaki doğaüstü bir arabulucu olduğu, davul üze- rindeki sembollerle ifade edi- lir. Davulun üzerindeki oklu insanlar, kuşlar, atlar erliğin ve ülgenin oğul ve kızlarının resimleridir. Bazı bölgelerde şamanlar davullarını bir binek hayvan olarak kullanmakta; yeraltına ya da gökyüzüne yaptıkları yolculukları davul- larının üstüne binerek yap- maktadırlar. Davulların üze- rindeki ağaç motifleri “dünya ağacı (hayat ağacı)”nı sembo- lize eder.. Kutsal olan ağaçlar vardır ve ağaçlara çaput bağ- lama ritüeli de şamanizmden gelmektedir. Bu aynı zaman- da doğaya bağlılığı da temsil eder. Yapılan eylem ağaca umutları bağlamak ve medet ummaktır. Ağacın kökleri geçmişi, ataları temsil eder. Gövdesi bizi, şimdiki zama- nı temsil eder. Budakları, yaprakları ve dalları gelece- ği, çocukları ve yarını tem- sil eder.. Ayrıca ağaç ayinler sırasında başka âlemlere ulaşabilmek için kullanılır. Ağaç aynı zamanda yaratılış- ta da önemli bir yere sahip- tir. (Oğuz Kağan Destanında bir kız ağaç gövdesinden doğuyor.(Uygur varyantı.) Şamanizm’de ağaç aynı za- manda ölümden sonra ve doğumdan sonra bizi karşı- layandır. Şamanizm’de ateş ise yine ağaç gibi kutsaldır. Canlı bir varlık olarak düşü- nülür ve çokça saygı duyulur. Arındırıcı bir güce sahip oldu- ğuna inanılır. Kamların hasta- ları ateşin üzerinden geçir- mesi ateşin arındırıcı gücüne inançla ilgilidir. Şaman Baş- lığı ise giysisinin en önemli parçalarındandır. Güçlerinin büyük bir kısmının bu baş- lıklarda saklı olduğu söylenir. Şaman başlıkları çoğunlukla boynuzludur. Boynuzlar Şa- manın kılığına girdiği hay- vandır. Boğa Boynuzla- rı arkaik çağlardan bu yana Hilal’in alegorisi sayılmıştır. Bu nedenle bu boynuzlar ye- niden doğuş ile ilişkilendiri- lir. Kartal Şamanın Anası’dır. Şamanlar Kartal Ana’dan türediklerini düşünürler. Din tarihçisi olan Mircea Elia- de’nin bahsettiği bir Buryat efsanesine göre tanrılar, in- sanı yarattıktan sonra, kötü ruhlar hastalık ve ölüm yay- maya başlar. Bunun üzerine ilahlar, bu kötü ruhlarla mü- cadele etmesi ve insanlara yardım etmesi için bir şaman göndermeye karar verir. An- cak şaman olarak gönderilen kartalın dilinden anlamayan insanlar ona güvenmez. Bu- nun üzerine kartal ilahlara döner ve kendisine insanlarla konuşma yeteneği verilme- sini ya da onlara kendi cins- lerinden bir şaman gönde- rilmesini diler. İkinci dileği kabul olan kartal insan kılı- ğında tekrar dünyaya gönde- rilir. Geri dönen kartal ağacın altında uyuya kalmış bir kadın görür ve bu kadınla birlikte olur. Bu birlikteli- ğin sonucunda ise ilk şaman olarak nitelenen çocuk dün- yaya gelir. Şamanların Atası ise Ay’dır. Eskiden Şamanist Türkler, ayın koruyucu ru- huna, Ay Ata ya da Ay Dede derlerdi. Biz de hâlâ çocuk- larımıza ayı gösterip “Ay Dede” diyoruz. Şamanların yüzlerindeki maskeler yer al- tındaki kötücül varlıklardan ve ruhlardan korunmak için- dir çünkü şamanlar yeraltına, ruhlar âlemine ve en önemlisi yer altı Tanrısı Erliğin sara- yına da inmek zorundadırlar. Yeraltına inerken tanınma- mak için maskelerini takar- lar. Ayrıca “Ay Kararması/ Ay Çekilmesi/ Ayın Görün- mez Olması” değil de “Ay Tutulması” denmesi önemli bir ayrıntıdır. Şamanizm’de ayın ya da güneşin de bir ruhu vardır ve ay karardı- ğında, bu ruhun, kötü ruhlar Dr. Öğretim Üyesi Mehmet SAĞ
  • 33. MİTOLOJİ DÜNDEN DERGİ / 33 boyunca edinilen bilgilerin ve anıların saça yapıştığı yani saçın bir nevi hafıza olduğuna inananlar vardır bu yüzden saçları uzundur. Bazen ise geçmişin yükün- den kurtulmak için uzun saç kesilir. Günümüzde depres- yona giren kadınların saçını kestirmesi kalıbı buna örnek verilebilir. Aynı zamanda bazı erkek şamanlar kadın kıya- fetleri giyip saçlarını uzata- rak ayin yaparlar. Şamanlara göre yolda bir kuş tüyüne rastlarsak bu cennetten bize gelmiş güçlü bir tılsımdır ve ruhlar tarafından verilmiş bir işarettir. Bu tüyü eve götürüp saklamalıyız. Yazının başında da bahsettiğimiz gibi şamanın kuş resminin yardımıyla öte tarafından tutsak edildiğine inanılır. Tutsak sözcüğü- nün kökü olan “tut-” fiili, bu yüzden ayın kararması anlamında kullanılmıştır. Şamanizm’de, ezoteride de olduğu gibi yaşam dünyaya uçabileceği inancı bize kuşun veyahut kuş tüyünün ruhlar âlemiyle olan ilgisini açıkça göstermektedir. Ayrıca bunun tılsım olarak görülmesinden şans getireceği, olumlu etki yaratacak bir unsur oldu- ğu ve bu yüzden saklandığı yorumunu da çıkarabiliriz. KAYNAKÇA Abdülkadir İNAN - TARIH- TE VE BUGÜN ŞAMA- NİZM Sedat VEYIS - 100 SORU- DA ILKELLERDE DIN BÜYÜ SANAT EFSANE ÖRNEK Fuzuli BAYAT - ANA HATLARIYLA TÜRK ŞAMANLIĞI Timur DAVLETOV - ŞA- MANİZM Mircea ELIADE - ŞAMA- NIZM Dr. Öğretim Üyesi Mehmet SAĞ
  • 34. RÖPARTAJ 34 / DÜNDEN DERGİ ASYA’DAN ANADOLU’YA EĞİTİM YOLCULUĞU Her gün bir kişinin mayın nedeniyle yaralandığı ya da öldüğü bir ülke olan Afganis- tan’ın Cüzcan ilinde dünya- ya gözlerini açan Hayatullah Makhdomzada, Taliban sal- dırılarıyla çocukluk yıllarında tanışıyor. Çocuk yaşlarında yaşadığı ilçeye Taliban saldı- rı düzenleyince ailesi başka ilçeye göç etmek zorunda kalıyor, sonraki yıllarda eski yerleşim yerlerine tekrar geri gelebiliyorlar. Yapılan çalış- malara göre, savaş bölgele- rinde yaşamakta olan her üç çocuktan biri, yaşam süresi boyunca, TSSB (Travma Son- rası Stres Bozukluğu) belirti- lerinin rastlandığı görülüyor. Bunlar arasında; huysuzluk, çabuk öfkelenme, saldırgan davranışlar, içe kapanma, ge- celeri kâbuslar yaşama, du- yarsızlaşma gibi durumlar gözlemlenenler arasında yer alıyor. On dokuz yaşında iyi bir eğitim almak için ülkesin- den ayrılan Hayatullah, şuan 21 yaşında Akdeniz Üniversi- tesi Ziraat Fakültesi Tarla Bit- kileri 2. Sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam ediyor. “TÜRKİYE BİZE KÜLTÜREL OLARAK DAHA YAKIN” Hayatullah’ın Türkiye’de eğitim alma isteğinin arka- sında ki tercih sebebini ve sonuçların olumlu çıkmasını anlatırken, ilgisi ve sevincin- den ötürü göz bebekleri bü- yüyor, içerisi adeta dolunay gibi parlıyordu. Gülüşünde yüz kaslarının aktif çalışması eğitim aşkında ki isteğini, göz kenarlarında beliren çizgiler ise doğallığının dışavuru- muydu… Hikâyesini anlat- tıkça beden dilinde oluşan hâl, kendisini ortaya koyuyor. “Afganistan’dan buraya gelmemde en büyük ne- denlerinden biri benim ai- lemin zaten Türk kökenli Karar aşamasında aklımda Hindistan’da vardı, düşündük taşındık Hindistan bize göre değil, Türkiye bize kültürel olarak daha yakın geliyor dedik, o yüzden burayı seç- tim. Buraya gelirken en bü- yük desteği ağabeyim verdi, her zaman yanımda durdu. Sınava girdim binlerce kişi arasından kazandım. Yurt- dışı Türkler ve Akraba Top- luluklar Başkanlığı (YTB) tarafından burs alan bir öğ- renciyim. Bize sürekli mail- lerinizi kontrol edin oradan öğreneceksiniz dediler, ailece yemek yediğimiz bir gün de mailime bakıyordum. Bursu kazandığıma dair mail geldi, Sefa Barış GÖLCÜ (Akdeniz Üniversitesi)
  • 35. RÖPORTAJ DÜNDEN DERGİ / 35 Adaptasyon sürecinin dilden sonra diğer bir ayağında ye- mek sorunu geliyor. Enerji ve hareket kabiliyetimizin sağlanması, zihni çalıştırması için bir öğrenci adına yemek yeme meselesi son derece önem arz ediyor. Öğrencile- rin yemek yapması ülkemizde mizah konusu olmuştur. Buna kettle ile makarna pişirmek, biten tüpe mum yapıştırıp çay suyunun kaynamasını beklemek, ütü makinesinde tost yapmak, ısısıyla tavuğu pişirmek gibi olaylar örnek teşkil ediyor. Hayatullah bu meseleyi şöyle anlatıyor “Bi- zim yemeklerimiz daha farklı olur biraz tuzlu ve yağlıdır. Bizde pilav soğan, domates hepsi karışık yapılır ilk geldi- ğim haftalarda zorlanmıştım ama zaman geçtikçe alıştım yemeklere. Siz dünya çapın- da sebze tüketimi bakımından ilk sıralarda yer alıyorsunuz. Örneğin sabah kahvaltısında sizde olduğu gibi bizde sebze tüketimi yoktur. Kahvaltıda daha çok hayvansal ürünler tercih ediyoruz. Sizin hay- ran olduğum bir yemeğiniz var adana kebabı, damak tadı olarak tarif edemeyeceğim bir lezzete sahip. Tatlılardan ise baklavayı çok seviyorum.” “MESLEĞİMİZLE ALAKALI GEZİLERE VE SEMPOZYUMLARA GETİRİYORLAR” Afganistan’dan saatler- ce süren yolculuktan sonra Türkiye’ye gelme sebebi eğitim olan Hayatullah, bu- rada almış olduğu eğitimi kendi ülkesi ile kıyasla- madan kendini alamıyor. Bunu gerçekleştirirken de sesinin tonuna sirayet eden güven kokusu da kendi- ni ne kadar gurur verici bir başarı ve tercih yap- tığını görmemi sağlıyor. “Türkiye ile Afganistan’ın eğitim kalitesini karşılaştır- dığımda burası çok daha iyi. Ben ziraat mühendisliğinde okuduğum için üniversite arazisi içerisinde bulunan topraklarda bizi arazi çalış- malarına getiriyorlar, sınıfça kendi seramızı plastik naylon örtülü olarak kurduk, marul, salatalık, domates gibi fidan ekimi uygulaması yaptırıyor- lar. Daha sonra gittiğimizde sulamasını, gübrelemesini ve ilaçlamasını öğrenciler ola- rak kendimiz yaptık. Mes- leğimizle alakalı gezilere ve sempozyumlara getiriyorlar. Burada ki hocalarımızın çoğu alanında çalışma ve üretim yapmış profesörlerden oluşu- yor. Kaynak olarak kütüpha- nesi bir hayli zengin, istedi- ğimiz kitaba ulaşabiliyoruz.” o an iştahım kaçtı çok gü- zel tarif edilemez bir duygu idi. Çığlıklar attım, ailece mutlu olduk, anneme ve abime sarıldım. Sevinçten sabaha kadar uyuyamadım. “HAYRAN OLDU- ĞUM BİR YEME- ĞİNİZ VAR ADANA KEBABI” Şüphesiz insanın günlük yaşayışında, varlığının his- sedilmesinde, benliğini ger- çekleştirmesinde en büyük araç dildir. İnsanoğlu ancak dil yoluyla düşünebilir. Bu sebepledir ki insanların bi- lişleri dilin yapısı tarafından çerçevelenir. Dile olan hâki- miyet zekâyı şekillendiriyor ve hayatımızı kolaylaştırıyor. Dil bilgisi aynı zamanda in- sana aidiyet hissi katıyor. Hayatullah’ın ise dil ile ilgili alışma sürecinde yaşadıkları dikkat çekici cinsten. “Ya- şadığım en büyük sorun dil sorunu oldu. Özbekçe de bi- liyorum, iki dil arasında ortak kelimeler olmasına rağmen zorluk yaşadım. Alışverişe gidemiyordum tek başıma, girdiğim dükkânlarda bu ne kadar, kaç para gibi sorular dahi soramazdım. Birinci sı- nıfta konuşma dili ve kitap yazısı arasında büyük bir fark olduğunu keşfettim. Kitap okurken 3 ya da 4 satırda bir interneti açmak zorunda ka- lıp, bazı terimlerin anlamını öğrenme ihtiyacı hissediyor- dum. Bir metni defalarca kez okuyarak anlamaya çalışıyor- dum. Türk arkadaşlarımızla sohbet ederken atasözleri, deyimler ve yöresel kalıp- lardan ötürü bazen anlaşma- mızda sıkıntı çıkabiliyordu.” “HOCAM ÖTEBİ- LİR MİYİM?” Hayatullah, hayat yolculu- ğunun Türkiye durağında birbirinden ilginç tatlı anı- lar biriktirmiş. Şair Baki yüzyıllar öncesinden güzel hatıralar bırakmanın önemi- ne ‘Baki kalan bu kubbede, hoş bir sada imiş’ veciz sö- züyle dikkat çekiyor. Ha- yatullah’ın derste yaşamış olduğu bu anı ile ömre bedel hatıralar arasında yerini ala- rak,şairehakkınıteslimediyor. “Bir sene Türkçe ve Yaban- cı Dil Araştırma ve Uygum. lama Merkezi TÖMER’de Türkçe eğitimi aldım. Buna rağmen bizde ki anlamları farklı olan bazı kelimeleri kullanmaya devam ediyor- dum. Bir gün derse geç kal- dım sınıfa girdiğimde ‘Ho- cam ötebilir miyim?’ dedim. Bizde ötmek geçmek anlamı- na geliyor, hocamız önce şok oldu ne ötecek acaba diye,
  • 36. RÖPARTAJ 36 / DÜNDEN DERGİ sonra ‘Tabi çocuğum’ dedi. Bende geçtim sınıfa oturdum, sınıfta ki 30 kişi ve hocam bana şaşkın şaşkın bakıyor. Hocamız seslenerek ‘Çocuk ötmedin sen’ dedi ben ise ‘Öttüm ya’ diye cevaplarken hocamın “O zaman çok sessiz ötmüşsün” dediği anda bütün sınıfta kahkaha tufanı esti. Sı- nıftan çıktıktan sonra ötmenin ve geçmenin farkını öğren- miş oldum. Benim için çok ilginç ve güzel bir anı oldu.” YENİ MEZUNLARA İSTİHDAM SAĞLAMAK İSTİYORUM Her insanın zihin ve gönül dünyasında bir yaşama gayesi bulunuyor. Bu bazen bir olaya bazen bir kişiye göre filizle- niyor. Kimimiz daha kendi- mize endeksli, bir kısmımız da toplum odaklı belirliyoruz. Tarih ise gerçekleştirebilen- ler ve gerçekleştiremeyen- lere asırlardır şahitlik edi- yor. Toplumsal hafızamızda gerçekleştirenler Alparslan, Fatih Sultan Mehmet, Ata- türk, Albert Einstein, Tho- mas Edison, Aziz Sancar gibi isimler olarak yer ediniyor. “Ben ziraat mühendisiyim, Afganistan’da ziraat lise- si okudum burada lisansımı tamamlıyorum ve dokto- ra yapmayı düşünüyorum. Kendi işimi, firmamı kur- mak istiyorum. Gelecekte iyi bir ziraat mühendisi olmayı düşünüyorum. Vatanıma, milletime hayırlı bir mü- hendis olmak istiyorum. Kendi firmamı kurup işsizlik oranını düşürmek amacıyla kendi meslektaşlarıma, yeni mezunlara istihdam sağla- mak istiyorum. Ülkemde ki savaş er ya da geç bitecek, bu savaştan artık usandık. Biz gençler olarak bu sava- şın bitmesine eğitim ile çok büyük katkıda bulunacağız.” Binlerce kilometre öteden böylesine ulvi bir gaye ta- şıyarak gelen Hayatullah, ülkesinde yaşadığı, karşı- laştığı durumlardan dersler çıkararak olgunlaşmış bir genç. Yaşamın ciddiyetinin farkında olduğu gibi bir o kadar da neşe dolu. Kimseye karşı kin, nefret ve önyar- gı ile bakmıyor. Yüzünden gülücük eksik olmuyor, ha- yata ve insanlara pozitif bir pencereden bakıyor. Tarihe yaşama gayesini gerçekleşti- rebilenler olma yolunda eği- tim hayatına devam ediyor.