SlideShare a Scribd company logo
1 of 13
Download to read offline
ATATÜRK : RADİKAL, HÜMANİST, POZİTİVİST
ATATÜRK EPİSTEMOLOJİSİ VE ATATÜRK
HÜMANİZMİ
Doç. Dr. Kutlu MERİH
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK BİR ENTELLEKTÜELDİR
75. kuruluş yılını kutlama sevincin yaşadığımız Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa
Kemal Atatürk harbiye mezunu bir Osmanlı generalinden beklenemeyecek bir
entelektüel kapasite ve eylemin de sahibidir. Mustafa Kemal'in duygu ve düşünce
dünyasını yansıtan, vizyonunu ortaya koyan basılı yayınları incelendiğinde, kendisinin
eylemle felsefe yapan ve yaşadıklarına orijinal kavram ve yorum getirebilen bir düşünce
gücüne sahip olduğu görülebilmektedir. Ne yazık ki Mustafa Kemal ve eserlerini araştıran
entelektüeller, O nun bu olağanüstü entelektüel kapasitesini vurgulamaktan
kaçınmaktadırlar. Mustafa Kemal' e büyük kumandanlık, dahi devlet adamlığı, büyük
devrimcilik yakıştırılabilirken, bu yönlerini inceleyen çok sayıda çalışma bulunurken, bu
eylemlerin kaynağını oluşturan büyük düşünce gücü ve yaratıcı-önder kişilik
yapısı fazla gündeme getirilmemektedir.
Atatürk, duygu ve düşüncelerini yazılı ve sözlü araçlarla ifade etmekte büyük bir ustalığa
sahip bir kişidir. Samimi bir inceleme bu ustalığın günlük askeri veya siyasi çalışmalarını
oluşturan rutin yazışmalara dahi yansıdığını ortaya koymaktadır. Atatürk'ün duygu,
düşünce ve vizyonunu yansıtan basılı metinler aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir.
1- Anıları
2- Özel Mektupları
3- Askerlikle ilgili yazı ve çevirileri
4- Çanakkale Savaşları Raporları
5- Söylev ve Demeçleri
6- Bildiri, telgraf ve genelgeleri
7- Büyük NUTUK
8- Elyazısı ile yazdıkları ve yazdırdıkları
9- Anekdotlarda anılan sözleri
10- Adını taşımayan yazıları
Bütün bu dökümanlar , öncelikle Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesine
Bağlı Türk İnkilap Tarihi Enstitüsü ve Türk Tarih Kurumu tarafından basılarak
yayınlanmış, Prof. Dr. AFETİNAN'ın gayretli çalışmaları ile çok sayıda orijinal el yazması
bize ulaşmış ve çeşitli anılar ve derlemeler bazı gazeteci ve yazarların çalışmaları ile
toparlanmış ve bunlar ayrıce çeşitli yayın evleri tarafından defalarca yayımlanmış
bulunmaktadır. Bütün bu çalışmaların değerlendirilerek Atatürk'ün düşünce sistematiğini
ortaya koyan bir çalışmaya Prof. Dr. SİNANOĞLU dışında rasladığımızı söyleyemiyoruz.
Osmanlı generali Mustafa Kemal'i Cumhuriyetin sivil Cumhurbaşkanı olmaya götüren
liberter postülalar ve düşünce sistematiği (EPİSTEMOLOJİ) net bir şekilde ortaya
konamadığından, Atatürk ile hiç bağdaşmayan veya O' nun özgürlükçü vizyonu ile tutarlı
olmayan olumsuz gelişmeler O' nun adına uygulamaya konabilmektedir.
ATATÜRKÇÜ : RADİKAL, HÜMANİST, POZİTİVİST (A:RH+)
Atatürk' e ait bulabildiğimiz bütün dökümanlar üzerinde yaptığımız incelemeler O' nun
İnsan, Toplum ve Tarih konularında özgün bir epistemolojiye sahip olduğunu ortaya
koymaktadır. O ısrarla bizim devlet modelimiz, ekonomimiz, devrimimiz Batıda
kopya edilen bir uygulama değildir diye vurguladığı halde, düşünce ve eylemleri
araştırmacılar tarfından ısrarla Batılı epistemolojik kalıplara uyarlanmaya çalışılmaktadır.
Atatürk bizim devletimiz "Vahdeti Kuvva " (kuvvetler birliği) ilkesine dayanır,
bunun dışında bir yöntemi kabul edemeyiz dese de, O' nun adına O' nun anayasısını
değiştiren düşünürlerimiz fütürsuzca Çift Meclis modelini getirebilmekte, bu model ülkeyi
bir askeri müdahele aşamasına getirince yine kendi gönüllerine göre buyrukçu bir
anayasa yapabilmektedirler.
Atatürk' ün uzman bir savaşcı, devlet adamı ve entelektüel olması O' na özgün bir
epistemoloji kazandırmıştır. Bu epistemoloji bireyin sadece kendi özgürlüğünde değil,
bütün toplumun özgürlüğünden sorumlu olması ve gerektiğinde tek başına kalsa dahi
bunun gereğini yerine getirmesi aksiyomuna dayanmaktadır. Atatürk bu anlayışını,
Gençliğe Hitabesinde öz ve açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Atatürkçü düşünce bireye toplumunun özgürlükleri için gerekli olan kurumları aklın ve
bilimsel yöntemin ışığında, gereğinde savaşarak yaratması, gereğinde ise yaratılan
kurumları savaşarak koruması misyonunu yükler. Bu nedenle bir Atatürkçü RADİKAL,
HÜMANİST ve POZİTİVİST epistemolojilerin sentezi olan bir (A:RH+) epistemolojiye
sahiptir.
ANALİTİK-PRAGMATİK EPİSTEMOLOJİNİN YETERSİZLİĞİ
Burada Atatürk'ün yaklaşımını, bilimsel yaklaşımdan ayrı ve üstün kılan epistemolojik
yaklaşım karakteristiklerini açıklamaya çalışacağız. Bilimi aşan yaklaşım, bilimin, evreni
kavramak ve yorumlamak için en gelişmiş düşünce sistemi olduğuna iman etmiş bazı
kişileri yadırgatabilir. Gerçekte ise, bilimin etkinliği seçilen konuya bağlı olarak
değişmektedir. Bilimin konusunun "Doğal Evren" olduğu durumlarda bilimsel yöntemin
üstünlüğü tartışılmazdır. Doğa, insan iradesinden bağımsız kanunlara göre varoluşu
değiştirmez. Diğer taraftan bilimin konusu "Sosyal Evren" yani insan , toplum ve tarih
olduğu durumlarda günümüze kadar uygulanan bilimin, daha gerçekçi bir
deyişle Analitik - Pragmatik yaklaşımın başarılı olduğu söylenemez. Bir başarısızlık,
günümüzde Analitik - Pragmatik yaklaşımın da çalışmalarını sosyal evren üzerinde
yoğunlaştırması ile daha belirgin hale gelmektedir. Bu durumda sosyal evreni incelemek
için Genel Sistem Teorisinden kaynaklanan 'Sosyoteknik Sistem' yaklaşımı daha
gerçekçi sonuçlara ulaşmamıza, tarihi gelişmeleri ve gelişememeleri daha yakından
açıklamaya olanak sağlamaktadır.
Bilim, sosyal evreni incelerken doğal bilimlerde çok etkin bir şekilde kullanılan gözlem
yöntemlerini kullanmamaktadır. Sosyal olgular ve kategoriler "gözlenebilen"
değil "algılanabilen" kavramlardır. Bu nedenle sosyal olguların incelenmesinde
ortaya "algılama Çerçevesi" (Epistemoloji) sorunu çıkmaktadır. Farklı kültürler, farklı
toplumlar, farklı sosyal sınıflar, farklı uygarlıklar, sosyal evreni kaçınılmaz bir şekilde
farklı algılamaktadırlar. Bu halde kimin algılama çerçevesi esas alınmalıdır. Bütün,
entelektüel çevrelere egemen olan, batı da geliştirilmiş analitik- pragmatik algılama
çerçevesi, Batı tarihinin çelişkileri ile önemli bir şekilde çarpılmış durumdadır. Bu
çarpıklığı azaltabilmek için; "amaç" , "irade", "ahlak" , "özgürlük" gibi kavramlar
bilim dışı ve felsefe alanına ait sayılmıştır. Sosyal varoluşun belkemiğini oluşturan bu
kavramların bilim dışında kalması ile, bilimin insan, toplum ve tarih olaylarının ortaya
çıkışı konusunda kavrama ve yorumlama yetenekleri oldukça kısıtlanmaktadır.
ATATÜRK'ÜN EPİSTEMOLOJİK DEVRİMİ : İRADE
DİYALEKTİĞİ
Atatürk'ün en basit tamim ve telgrafından, Büyük Nutuk'a kadar kendi elinden çıkmış
olan söylev ve demeçleri olağanüstü bir entelektüel artistik kalite yansıtmaktadır. Büyük
Nutkun, yanında bulunan yazarlar tarafından yazıldığını ileri sürenler aynı artistik ve
filozofik dehanın Atatürk'ün 1913'de yazdığı büyükçe makale sayılabilecek "Zabit ve
Kumandanla Hasbihal" isimli kitapçıkta da izlenebildiği gözden kaçırmaktadırlar.
İnsana, varoluşundan mutluluk duyma ve güven duygusu uyandıran üslup Atatürk'ün
düşüncelerini yansıtan her yerde gözlenmektedir. Atatürk'ün "Büyük Nutuk" u yalnızca
Türk Kurtuluş Savaşı'nı Atatürk gözü ile anlatan bir tarih dokümanı değil, ayni zamanda
epistemoloji ve tarih felsefesi konusunda ilginç bir belgedir. Entelektüel ve tarihi içeriği
konusunda sadece Rusya'da düzineyi aşan bilimsel inceleme yapılan Büyük Nutuk'un,
ülkemizde akademisyenlerden benzeri bir ilgiyi görmemiş olması, bir ideoloji olduğu ileri
sürülen Atatürkçülük adına savunulamayacak bir durumdur.
Totaliter ideolojilere akademik saygınlık kazandırmak için bütün dünya üniversitelerinde
bir kısım akademisyenler tarafından yoğun çabalar harcanırken, diğer taraftan içinde
sayısız entelektüel orijinallikler bulunan Nutuk üzerinde hiçbir akademik çalışma
yapılmamakta, buna karşılık kendilerine radikal perspektifler arayan gençlerin
Atatürkçülüğü benimsemesi beklenmektedir. Bu, ülkemizde yeni bir Atatürkçülük anlayışı
doğuncaya kadar çözümlenemeden kalacak bir paradokstur.
Atatürk'ün insan, toplum ve tarih konularındaki yaklaşımı, bilimin gözlemsel ve deneysel
yaklaşımına ek olarak felsefe de içermektedir. Bu nedenle Atatürk düşüncesinde, dünya
yalnızca yorumlanmamakta , nasıl olması gerektiği konusunda normatif bir yargı şekilde
değiştirilmesi konusunda yol gösterici bir yöntem taşımaktadır. Bilim sosyopolitik
modellerine başlangıç olarak soyut bir "toplum" 'u alırken, Atatürk'ün sosyal birimi somut
bir olgu olan "millet" ile başlamaktadır. Özgürlük ve irade kavramları Atatürk'ün tarih
dinamiklerini algılamasında temel kavramlar olarak belirginleşmektedir.
Büyük Nutuk, "Samsun'a çıktığım gün umumi vaziyet ve manzara" başlığı altında 1919
senesi Mayıs'ın 19. gününe kadar Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu olumsuz tarihi
şartların gerçekçi bir açıklaması ile başlamaktadır. Bir süre sonra, "Umumi manzarayı dar
bir çerçeve içinde görüş" başlığı altında durum aşağıdaki gibi özetlenmektedir.
"Muhasım devletler, Osmanlı Devlet ve memleketine maddeten ve manen
tecavüz halinde, imha ve taksime karar vermişler. Padişah ve Halife olan
zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor.
Hükümet de aynı şekilde. Farkında olmadığı halde başsız kalmış bir millet;
zulmet ve müphemiyet içinde tecelliyata muntazır. Felaketin dehşet ve
sikletini idrake bulundukları muhit ve hissedebildikleri tesirata göre, çarei
halas telakki eyledikleri tedbirlere mütevessil.. Ordu, ismi var cismi yok
bir halde.
Kumandanlar ve zabitler,harbi umuminin bunca mihnet ve
meşakkatleriyle yorgun, vatanın parçalanmakta olduğun görmekle dilhun,
gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumun kenarında dimağları
çare, çarei halas aramakla meşgul…" (s.10)
Atatürk durumun halk tarafından görünüşü konusunda kısa bir Açıklamadan
sonra,"Düşünülen kurtuluş çareleri" başlığı altında şu çareleri özetlemektedir:
"İzah ettiğim malümat ve müşahedata göre, üç nevi karar ortaya
atılmıştı.Birincisi, İngiltere himayesini talep etmek. İkincisi , Amerika
mandasını talep etmek. Bu iki nevi karar sahipleri, Osmanlı Devleti'nin bir
kül halinde muhafazasını düşünenlerdir.
Üçüncü karar, Mahalli halas çevrelerine matuftur.Mesela ; bazı mıntıkalar
kendilerinin Osmanlı Devleti'nden fekkedileceği nazariyesine karşı olan
ayrılmamak tedbirlerine tevessül ediyor. Bazı mıntıkalar da, Osmanlı
Devleti'nin imha ve Osmanlı memleketlerinin taksim olacağını emrivaki
kabul ederek kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlar.
Bu üç nevi kararın esbabı mucibesi vermiş olduğum izahat meydanında
mevcuttur."(s.12)
Bilimsel gözle bakıldığında bu üç çarenin Atatürk'ün çizdiği tablo karşısında oldukça
gerçekçi ve pragmatik olduğu kuşkusuzdur. Rasyonellik, gerçekleştirilecek amaç ve buna
ayrılacak kaynaklar arasında denge olarak düşünülürse mevcut durumda Osmanlı
toplumu için yapılacak fazla bir şey kalmadığı bilimsel bir kesinlikle bellidir. Fakat Atatürk
bu konuda bilimsel ve rasyonel düşünmemektedir. "Benim kararım" başlığı altında
duruma kendi yaklaşı mını açıklar:
"Efendiler, ben, bu kararların hiç birinede isabet görmedim. Çünkü, bu
kararların istinad ettiği bütün deliller ve mantık çürüktü, esassız idi.
Hakikati halde, içinde bulunduğumuz tarihte, Osmanlı devletinin temelleri
çökmüş, ömrü tamam olmuştur. Osmanlı memleketi tamamen
parçalanmıştır. Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı.
Son mesele bunun da taksimini teminle uğraşılmaktan ibaretti. Osmanlı
devleti, onun iatiklali, padişah, halife, hükümet, bunlar hepsi medlülü
kalmamaış bir takım bimana elfazdan ibaretti.
Neyin ve kimin masuniyeti için kimden ve ne muavenet talebolunmak
isteniyordu?
O halde ciddi ve hakiki karar ne olabilirdi?
Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da hakimiyeti
milliyeye müstenit, bilakaydü şart müstakil yeni bir Türk devleti tesis
etmek!..
Bu kararın istinat ettiği en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi:
Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu
esas ancak istiklali tamme malikiyetle temin olunabilir. Ne kadar zengin,
mereffeh olursa olsun istiklalden mahrum bir millet, beşeriyeti
mütemmedine muvacehesinde uşak olmak mevkiinden yüksek bir
muameleye kesbi liyakat edemez.
Ecnebi bir devletin himaye ve sahabetini kabul etmek insanlık evsafından
mahrumiyeti aaczü meskeneti itiraftan başka bir şey değildir. Filhikika bu
darbeye düşmemiş insanların istiyerek başlarına bir ecnebi efendi
getirmelerine asla ihtimal verilmez.
Halbuki Türk'ün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve
büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa ölsün evladır.!
Binaenaleyh, ya istiklal ya ölüm!..
İşte halası hakiki isteyenlerin parolası bu olacaktı..
….İstiklali için ölümü göze alan bir millet, insanlık , haysiyet ve şerefin
icabı olan bütün fadakarlığı yapmakla müteselli olur ve bittabi esaret
zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete
nazaran yaar ve ağyar nazarında mevkii farklı olur." (s.14)
Görüldüğü gibi Atatürk'ün bu çözümdeki yaklaşımı amaçlar ve kaynaklar arasındaki
ilişkilerin rasyonal ve bilimsel değerlendirilmesi değil, fakat birtakım soyut filozofik
değerlerin tarihi anlam ve önemlerinin vurgulanmasıdır. Atatürk'ün buradaki akıl
yürütmesi, aşırı bir şekilde idealist ve romantik bir "Özgürlük Aşkı' nı
vurgulamaktadır. Ne varki, Atatürk, bu idealist ve romantik düşünceleri somut bir tarih
gerçeği haline dönüştürebilme ve bunların boş hayaller olmadığı mucizesini göstermiştir.
Şayet durum tersine olsaydı, Kurtuluş Savaşı kazanılamayarak Türk Ordusu Sakarya’da
veya Afyonda imha edilseydi, tarihin akışının soyut ve romantik düşüncelerle
değiştirilemeyeceğine, tarihin akışını bir takım kaçınılmaz kanunların kontrol ettiğine dair
ciltler dolusu bilimsel (!) incelemeler ile karşılaşırdık. Bu çerçevede , Türk Devrimi'nin,
Tanzimat'dan beri süren batılılaşma çabalarının doğal bir sonucu olduğu ve Cumhuriyet
kurulması için gerekli şartların oluştuğu, bunlara Atatürk'ün katkısının çok az olduğu
doğrultusunda bilimsel(!) yaklaşımlara oldukça sık rastlanabilmektedir.
TARİHİN İRADE DİYALEKTİĞİ İLE YORUMLANMASI
Atatürk'ün bu romantik görünüşlü yaklaşımının gerçekçiliği, tarihe "irade" kavramının
uygulanması ile ortaya çıkmaktadır. Pragmatik epistemolojide mevcut olmayan,
fakat Sentetik-Sibernetikepistemolojinin bel kemiğini oluşturan bu kavram, Atatürk'ün
bütün düşüncelerinde yoğun bir şekilde gözlenebilmektedir. Aşağıdaki parçalardan da
görülebileceği gibi, Atatürk için, "Tarih düzeyinde varolmak, varolmak iradesine
sahip olmaktır." Buna göre insanlık tarihi boyunca olaylar, iradelerin oluşması ve
çatışması tarihidir. Bu süreçte düşmanlığa yer yoktur ve güçlü olan iradenin hükmü
geçer.
Tarihe bu gözle bakıldığında iki evrensel iradenin sürekli çatışma halinde olduğu görülür,
aklın ve özgürlüğün iradesi ile inanç ve otoritenin iradesi. Atatürk'ün temel
felsefesinin, "Aklın ve özgürlüğünün iradesinden yana olmak ve bunu dogmatizm
ve despotizme karşı güçlendirmek" olduğu kolayca görülebilir. Atatürk bu görüşlerini
yine Nutuk'ta aşağıdaki gibi somutlaştırmaktadır:
"Memleketimizde bulunan düşmanları silah kuvveti ile çıkarmadıkça,
çıkarabilecek mevcudiyet ve kudreti fiilen ispat etmedikçe, diplomasi
sahasında ümide kapılmanın caiz olmadığı kanaatimiz kati ve daimi idi. En
doğru kanaatin bu olduğunun, bu olacağını, tabii olarak kabul etmek
muvafıktır. Filhakika bugünün şeraiti hayatiyesi içinde bir fert için olduğu
gibi, br millet için dahi kudret ve kabiliyetin, eseri fiili ve izhar ve ispat
etmedikçe ehemmiyet intizarında bulunmak beyhudedir. Kudret ve
kabiliyetten mahrum oalnlara iltifat olunmaz. İnsanlık, adalet, mürüvvet
icabatını bütün bu evsafı haiz olduğunu gösterenler talep edebilir."
(s.645)
"Efendiler varidatımızla ne yapabileceğimiz hakkındaki endişe, belki
herkesten fazla beni meşgul etmektedir. Yalnız ben, ordumuzun
mevcudiyet ve kuvvetini, paranızla mütenasip bulundurmak nazariyesini
kabul edenlerden değilim; "Paramız vardır,ordu yaparız;paramız bitti,
ordu inhilal etsin.."
Benim için böyle bir mesele yoktur. Efendiler, para vardır veya yoktur,
ister olsun ister olmasın, ordu vardır ve olacaktır. Bu noktada bir hatıramı
da ihya edeyim. Ben ilk defa bu işe başladığım zaman, en akil ve
mütefekkir yaşıyan bir takım zevat bana sordular. " Paranız varmıdır ?
Silahınız varmıdır ? Yoktur, dedim. O zaman "Ohalde ne yapacaksınız?"
dediler. " para olacak; ordu olacak ve bu millet istiklalini kurtaracaktır!"
dedim . Görüyorsunuz ki, hepsi oldu ve olacaktır."
Görüldüğü gibi, Atatürk'ün tarih yorumunda, yorumlayıcının iradesi de tarihin oluşumuna
katılmaktadır. Atatürk, haklı bir amacın, kaynaklarla orantılı olamayacak kadar büyük bir
irade gücü yaratacağını, diğer bir deyişle sibernetiğin "sinerji" ilkesinin bilincine varmış
bir düşünürdür. O'nun, tarihe , "İradeye karşı irade" yaklaşımı, Hegel'in "tez-karşı tez"
yaklaşımını gerçekten ayakları üstüne oturtmakta ve Karl Marx'ın sınıfsal diyalektiğinin
açıklama gücünü çok aşmaktadır.
Marksist diyalektikle Katolik Papalarının, imparatorları aforoz ederek sıfıra indirgemek
gücü, Cengiz önderliğindeki Moğol ordularının tarihin akışını değiştirme gücü, Hz
Muhammedin getirdiği vizyon ve coşku ile donanımsız Arap ordularının çağının süper
devletleri Bizans ve Pers İmparatorluklarını dize getirebilmesi açıklanamazken, Atatürkçü
diyalektikle açıklanabilmektedir. "İrade" kavramı; "ekonomik, politik, entelektüel,
psikolojik bütün tarihi güçlerin belirli bir amaca yönelik sinerjik bir bileşimini
yansıtmaktadır. Türk milletinin Atatürk'ün hayalleri çerçevesinde bir devrim meydana
getirmesinin sınıfsal diyalektik uzak veya yakın bir ilişkisi olmadığı ortadadır. Atatürk
devrimi yalnızca bir sosyal devrim değil, aynı zamanda Türk insanının, insanca
varoluş konusunda anlayışını yücelten bir epistemolojik devrim'dir.
TARİHTE İRADE FELSEFESİNİN DOĞUŞU : STOİSİZM
Alman filozofu G.F. Hegel'e göre "Bir şeyin tarihi, o şeyin kendisidir." Bu görüşün,
Atatürk'ün irade diyalektiği ile uyum halinde olduğu açıktır. Bazı olguların var olabilmesi
için onlar, sadece tanımlamak, şu veya bu düşünürün konu hakkında ne düşündüğünü
belirtmek yeterli olmaz. Olgular ancak tarihi etkileyebilecek bir iradeye ulaştıklarında ve
böylece kendileri de tarih haline dönüştüklerinde var olabilir. Bu nedenle "Atatürk
Hümanizmi" nden bahsedebilmek için onun tarih perspektifi içindeki yerini ve
epistemolojik oluşumunu belirlemek gerekmektedir.
Bu yapıldığında Atatürk hümanizminin sadece Atatürk'ün üstün kişiliğine özel bir takım
ilginç düşünce ve davranış şekli değil, fakat Hümanizmin gözlenebilen 2500 yıllık tarihine,
Türk insanının nihai ve güçlü bir katkısı olduğu görülür.
İnsanın tarihi varoluşunu etkileyen her türlü nedenin yine insan olduğunun ve bütün
değerlerin kaynağının insan olduğunu varsayan ve toplumun birey üzerindeki yozlaştırıcı
etkilerine bireyi savunan Hümanist düşüncenin başlangıcı için Plato ve Aristo'nun
toplumcu ve elitist görüşlerine karşı, bireyci ve üniversalist bir reaksiyon olarak ortaya
çıkan Stoik Felsefe verilebilir.
A. Stoizm Kökeni
Stoizm temelde Ortadoğu düşünce sisteminin bir ürünüdür. İlkeleri İsa'nın doğumundan
300 yıl önce Zeno tarafından ortaya konmuştur. Zeno, Kıbrıs'ta Larnaka'da doğmuş ve
ortaya koyduğu öğreti ismini ders verdiği Atina'da "Stoa" dan almıştır. Zeno'nun en
önemli izleyicisi Cleanthes ve sonra Chrysippus'tur. Daha sonraları Stoizm'in babası
olarak nitelendirilen bu üç kişinin çalışmaları "Tüm kutsal ve insancıl" şeyleri içeren bir
doktrinin oluşması ile sonuçlanmıştır.
Stoizm doğudan batıya geçtiğinde ve Roma dünyasına katıldığında daha farklı bir çehre
kazanmıştır. Burada en çok ilgiyi çeken Zeno'nun öğretilerindeki ahlaki unsurlardır.
İnsancıl, akılcı ve duygulu olan, ihtirasın fırtınalarından bağımsızlığı, bireysel disiplini,
erdemli ilişkileri ve adaleti savunan bir hukuk özlemi Roma niteliğine uymakta idi. Bunun
sonucu olarak Stoizm'in etkisi giderek arttı ve Marcus Aurelius'ın tahta geçmesi ,ile
yönetici sınıfların benimsediği egemen bir öğreti haline geldi.
B. Stosizmin Temel ilkeleri
Stoikler felsefeyi "Bilgeliğin peşinde Koşmak" olarak tanımlarlar ve "bilgeliği" de
"kutsal ve insancıl olan şeylerin bilgisi" olarak ele alırlar. Bu bilgiyi üç kata ayırırlar:
Mantık, Fizik ve Ethik(Ahlak). Gerçeği aramanın ilk ve temel koşulu açık seçik ve doğru
düşünce olduğuna göre - Ki bu da kelimelerin doğru kullanımına ve teknik terimlerin
sözlüğüne bağlıdır- ilk çalışma Mantıktır. Bundan sonra doğal olguların araştırılması ve
doğal kanunlar gelir. Bu da evrenin metafizik yorumuna kadar uzanır. Stoik çerçevede
fizik, varoluşun üçlü görünümünün bireyin kendisi, çevresindeki yaratılmış evren ve Tanrı
kapsamlı incelemesini içerir. Son olarak, sistemde en yüksek ve önemli yeri tutan
Ethik(Ahlak) gelir. Bunun da nedeni felsefenin temel görevinin bireyin düzgün davranışı
olmasıdır; bu da "erdem" olarak tanımlanır.
Stoikler insanoğlunun en yüksek ve tek amacının mutluluk olduğu görüşündedir.
Görüşlerine göre mutluluk "Doğaya göre yaşayarak" elde edilebilir. Bu, basit bir
yaşantı ya da tamamen kendi isteğini yapma anlamında ele alınmamalıdır. Çünkü "Doğa",
tanrısal kıvılcıma verilen isimlerden sadece biridir ve her şeyi yaratmanın yanısıra bunları
uygun ilkelere göre nitelendirirler.
"Doğal Yaşantıyı", Marcus Aurelius şöyle tanımlar: " Her yaratığın oluşumunun temel
ilkesi ile sıkı tutarlılık içerisinde olması." İnsan ele alındığında bu temel ilke akıldır;
kişisel akıl evrensel akılın bir parçasıdır. Böylece, varoluşunun akılcı kanunları takip
ettikçe birey mutluluğa yaklaşır; bunlardan uzaklaştıkça mutluluktan uzaklaşır. Aslında,
doğal yaşantı; "Aklın kontrol ettiği yaşantıdır" ve bu tür bir yaşantı genel hatları
ile "erdem" olarak tanımlanır. Erdemin bu anlamı şu Stoik doğması açıklar: "
Erdem tek iyidir ve mutluluk erdemli olmaktır."
C. Stoisizmde İrade kavramı
Akıl, belirgin bir şekilde bazı şeylerin bizim kontrollümüzde olduğunu, bazılarının da
olmadığını söyler. Örneğin, vücut sağlığı, zenginlik, dostlar, ölüm kumandamızın
dışındadır; ne de zarar verebilirler. Fakat arzumuz, yargılarımız, ahlaki açıdan doğru olanı
kabul etme tersini reddetme yetimiz, gücümüz sınırları dahilindedir. Buna bağlı olarak dış
olan hiçbir şey bizi etkileyemez; içsel olarak kabul ya da reddettiğimizde yarar veya zarar
görebiliriz. Kendi başına zevk "iyi " değildir; bunlar (zevk ve acı) sadece iyi ve kötü diye
yargıladığımızda iyi ve kötü olurlar. Buna göre"görüş tarzı her şeydir" ve "akıllı adam
varolan her şeyi kızmadan ve yargılamadan kabul edendir."
Stoiklere göre, bilge kişi gerçek kraldır, fakirliğine rağmen zengin, fiziki işkencelere
rağmen mutlu, köle bile olsa özgür, tüm değişikliklere rağmen ciddi ve kendine yeterli.
Koşullar bu durumu sağlayamadığında arzusuyla hayattan ayrılma konusunda tereddüt
etmez. Zeno ve Cleanthes kendi yaşamlarına son vererek öldüler.
Bireyin kendine olan güvenine eşit olarak diğerlerine de görevi sözkonusudur. Bütün
insanları tek yaratıcı Akıl-Ateş'in görünümleri olduğundan "evrensel kardeşlik" doktrinini
stoik düşüncede önemli yer tutmuştur. Rasyonel ve sosyal içgüdü bireyin oluşumunda var
olan bir şeydir. Böylece, diğerlerine karşı yumuşaklık kendisi için zorunludur; onların
başarısızlıklarına karşı hoşgörülü davranmak için önce kendini eğitmeli, cahillik ve
hatalarını hoş görmeli ve ihtiyaçları söz konusu olduğunda onlara Yardım etmelidir.
Stoizm, Plato'nun "Devlet" isimli yapıtında tanımını verdiği "Filozof-Kral" kavramını
bütün bireylere genelleştirmektedir. Stoisizm için temel birim bireydir ve her birey bir
filozof kraldır. Onu "Bilge kişi" olarak adlandırır. Bilge Stoacı, otarşik, tutkusuz olmalı ve
kendi kendine yetmelidir. Fakat ruhun dirliği içinde başına geleni sadece kabullenmekte
ve ciddi ve dinsel yaşama sevinci ile değil, bütün heyecan ve tutkularında kendine
tamamen egemen olma yolu ile. Kişiyi ağına alan ve duyduğu gereksinmeler aracılığı ile
insanlara ve nesnellere bağımlı hale getiren güç, kendi istek ve tutkularıdır. Kişi irade
gücü ile bütün tutkuları gerçekten yenebilirse, özgür ve bağımsız olacaktır. Bu nedenle
irade, özgürlüğün temel bileşimidir. İrade, Stoacılığın getirdiği ve Helen dünyasının
dışında başarısını sağlayan temel yeniliktir. Bu anlamda iradeyi belirleyecek Yunanca
sözcük olmadığı halde Latince "voluntas" bu anlamı verir.
Stoacılık tutkusuz iradenin büyük bir uğraşla elde edilmiş yüce bir özgürlüğe ulaşmasıdır.
Bu onun Sokrat'tan esinlendiği temel ilkedir ve bu amaçla insanları eğitmek ister.
Stoacılar Sokrat'a bir tür evliya gözü ile bakarlar. İrade, Stoacının doğa ile özdeşleşmiş
bir şekilde yaşayabilmesi için sahip olması gereken bir kalite olarak ortaya çıkmaktadır.
Böylece kişi iradesinin dışında kalan olguların kendini etkilemesinden üzüntü duymaz,
iradesinin dahilinde olan olgular ise, kendi kontrolünde olduğundan yine üzüntü konusu
olmaz.
D. Stoik Hukuk ve Hümanizm
Yalnız Stoacı bilgelerden oluşmuş bir toplum ideal gibi göründüğü halde olanaksızdır.
Bilgeler tanımları gereği gereksinmelerden arınmış olduklarından birbirlerine karşı ilgisiz
olup toplumsal değillerdir. Buna karşılık Stoacı bilge kişi dokunulmazlığı ve
etkilenmeyeceği nedeni ile insanlardan, diğer yandan bencillik dürtülerinden arınmış
olduğundan ve akla önem vermesi ile insanları tam üstünlükle yönetebileceği için kaderin
iktidara sürüklediği kimsedir. Bilge hukuku çoğunlukla hoşgörülü ve bağışlayıcı bir
hukuktur. Bunun yanında bütün Stoiklerin kendi üstünlüklerinin bilinci ile yönetime
hevesli olduğu sanılmamalıdır, yöneten ve yönetilen arasındaki ayırım Stoik olamayan bir
bilinç için anlamlıdır. Stoacılığın iki önemli düşünüründen Epiktetos'un köle , Marcus
Aurelius'un Roma İmparatoru olması bunu doğrular. Marcus Aurelius için Epiktetos
saygıdeğer bir bilgedir ve bunu defalarca vurgular.
Stoacı hukuk, dünya düzeninin akıl yolu ile bilinmesinden doğan gerektir. Bu hukuk
günümüze kadar kulanıla gelen deyimi ile "Doğal Hukuk" tur. Vahyedilmiş,
kararlaştırılmış anlaşma ile veya zorla benimsenmiş her türlü hukukun karşıtıdır. Bu
modern deyimi ile "Pozitif Hukuk" tur. Böylece Stoisizm, Roma ile birlikte bütün
insanlığa rasyonel, bürokratik ve hümanist bir devlet organizasyonu anlayışını
kazandırmış olmaktır.
DOĞU STOİSİZMİ : TASAVVUF
Yukarıda ana hatlarını kısaca özetlemeye çalıştığımız stoisizmin yalnızca Grek-roma
dünyasına ait olduğu sanılmamalıdır. Bu düşünce şeklinin ve Stoik felsefenin belkemiğini
oluşturan bilge kişi ( tanrısal insan) idealinin Hindistan'da "Budizm", Çin'de "Taoism",
Orta Asya'da "Şamanizm" olarak ortaya çıktığı gözlenmektedir.Bunun anlamı, Filozofik -
Liberter kişiliklerin her çağda ve her toplumda Dogmatik-Otoriter kişiliklere ve
kültürlere karşı bir "Hümanist Kültür" oluşturma mücadelesi verdikleri şeklinde
yorumlanabilir.
Stoismin diğerlerinden üstünlüğü, pratik sonuçlara önem veren Roma
pragmatizmi çerçevesinde akılcı bir doğrultuda gelişmiş olmasıdır. Diğerleri ise doğru
despotizmi çerçevesinde irrasyonel bir mistisizme yozlaşmış durumdadır. Bu yozlaşma
Roma devet mekanizmasının savaşçı göçmen kavimler tarafından M.S. 5. Yüzyılda
çökertilmesi ile güçlenen Hırıstiyanlık ve Hıristiyan mistisizminde de gözlenmektedir.
Böylece Stoik anlayış bin yıl kadar süre ile tarihin karanlıklarına itilmiş durumdadır. Bu
dönemde Stoik erdemlik ve Doğal Hukuk anlayışı skolastik bir perdenin arkasına itilmiş
bulunmaktadır. Erasmus, Dante, Petrarch gibi düşünürlerin 14 ve 15. Yüzyıllarda klasik
metinlere ve klasik düşüncelere ilgi duyması ile başlayan Rönesans ve Hümanizma
hareketi gerçekte Stoik felsefe ve Doğal Hukuk'un yeniden doğmasıdır. Buna göre
"Batılılaşma" süreci ile "Stoikleşme" veya "Romalılaşma" eş anlamlıdır. Bu süreçle,
Kilisenin skolastisizm ve mistisizmi giderek yok edilmiş ve Batı toplumları tekrar
Rasyonel, Bürokratik ve Hümanist devlet organizasyonuna kavuşmuşlardır.
Benzer bir süreç Türk-İslam tarihinde de gözlenmektedir. Orta Asya'nın göç halindeki
özgürlükçü insanları Arap-İslam İmparatorluğunun katı şeriatçı düzeni ile karşılaştığında
hümanizmleri "Tasavvuf" adı verilen bir mistisizme dönüşmüştür. Tasavvuf hümanisminin
Anadolu'da en yoğun şekline ulaştığı görülür. Yunus Emre, Hacı Bektaş'ı Veli, Celaleddin
Rumi( Mevlana) bu Hümanizmanın en önde gelen isimleridir. Şeriat ideolojisinin
şehirlerde ve kasabalarda medreseler şeklinde organize olması ve kendi dışındaki
heteredoks düşünce şemalarına yaşam şansı tanımaması Tasavvufun kırsal alanda
yaygınlaşmasına yol açar. Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde, şeriatın medreseleri tam bir
kontrol altına alması, tasavvufun rasyonel bir doğrultuda gelişmesini engelledi ve
hümanizm mistik formunda giderek yozlaştı.
Buna göre Ataürk devrimi sadece Türk iradesini emperyalizmin boyunduruğundan
değil, Türk hümanizmini mistisizmin boyunduruğundan da kurtarmış olmaktadır .
ATATÜRK STOİSİZMİ : RADİKAL HÜMANİZM
Atatürk'ün yaşamı, eylemi ve düşünceleri bu perspektifte incelediğinde, O'nun insanlık
tarihinin ender rastlanan Filozof-Krallarından biri olduğu gözlenir. Onunla ilgili
anılardan ve söylev ve demeçlerinden derlenen düşünceleri, Atatürk'ün tipik bir Stoik
olduğunu ortaya koymaktadır. Düşüncelerinde, bir yandan özgürlük ve erdemlik
konularında yoğun bir idealizm, diğer yandan bunların tarih süreci olarak somutlaşması
konusunda yoğun bir rasyonalim gözlenmektedir. Atatürk insanlık ideali ve özellikle Türk
insanı konusunda "idealist" bu ideallerin gerçekleşmesi konusunda "realist" dir. Bu
realizm O'nun "irade" kavramını tarih sürecine sokmasından kaynaklanmaktadır. Atatürk
için bütün idealler sahip oldukları irade ölçüsünde mevcut olabilirler. Buna göre özgürlük
ve erdemlik gibi idealler ancak bunların arkasında bu ideallerin paylaşan bir insan
grubunun örgütlenmiş gücü olan kurumlar ve bir mega kurum olarak "devlet" varolduğu
zaman gerçekleşebilir. Atatürk'ün devraim anlayışının tarih içersinde yozlaşarak geri
kalan ve Türk insanını geri bırakan kurumların radikal bir şekilde tasfiye edilerek yerine
aklın ve özgürlüğün kurumlarının oluşturulması, bu anlayışın blirgin göstergesidir. Bunu
Atatürk'ün aşağıdaki sözleri somut bir biçimde kanıtlamaktadır.
BİREYSEL ÖZGÜRLÜĞÜN ÖNEMİ
"Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir. Ben milletimin ve büyük
ecdadımın en kıymetli mirasından olan istiklal aşkı ile yaratılmış bir
adamım. Çocukluğumdan bu güne kadar ailevi, hususi ve resmi hayatımın
her safhasını yakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bence bir milletle
şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması
mutlaka o milletin hürriyet ve istiklaline sahip olmasına bağlıdır. Ben
şahsen bu saydığım özelliklere çok ehemmiyet veririm ve bu özelliklerin
kendimde varlığını iddia edebilmek için milletimin de aynı özellikleri
taşımasını şart ve esas bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız
bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat
meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri gerektirdiği takdirde
insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet gereğinden olan
dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim.
Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu
arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım(1921 a.s.d.ııı.
s.24)"
BİREYSEL ÖZGÜRLÜĞÜ KORUYAN DEVLET
"Ferdi hürriyet" karşısında fertlerin hepsinin kurduğu dayandığı, bir de
devletin de idaresi, hakimiyeti vardır. Fertlerin hürriyeti korumakla
vazifeliolan diğer taraftan devletin de idare ve hakimiyetinin felçli bir hale
gelmesine çok dikkat etmeleri lazımdır. Fertlerin hürriyeti ve iradesinin
korunmasına bağlıdır. Devlet iradesi felç olursa fertlerin hürriyetini
muhafaza edecek hiç bir kuvvet ve vasıta kalmaz. Bundan ötürü hürriyeti
yalnız bir tarfalı değil her iki taraflı düşünmek lazımdır.
Ferdi hürriyetler mukaddestir. Bunların korunması için daima çalışılır.
Fakat bu çalışmada devletin kuvveti, otoritesi hiçe sayılırsa farzımahal
olarak belki hiçe indirilebilir, ancak bu takdirde bu gibi insanların nihayet
mutlaka başka devletin otoritesi altına girmek aşağılığına düşeceklerini,
yabancı bir devletin otoritesinin esaret unsurlarını kendi elleriyle
boyunlarına takmaya mecbur olacaklarını akıldan çıkarmamak lazımdır.
1931 (T.TOROS 197, Adana Sey. S.37)
BİREY VE TOPLUMUN KARŞILIKLI GEREĞİ
"Bir toplumda kıymet ve kuvvet, onu kuran fertlerin kendilerini kıymet ve
kuvvetli saymalarındandır. Ancak bu gibi fertlerden kurulmuş olan
toplumlardır ki, yekpare kıymet kudret, manzarası gösterebilir.
İnsanlar, dünya yüzünde insan sıfatını aldıkları, tarihten önceki zamandan
bu güne kadar, yalnız yaşamayan ve mutlaka topluluk halinde yaşamak
tabii nasibinde yaratılmış olduklarını bilmelidirler. İşte bu itibarla hepimiz
söyleriz, hepimiz şerefleniriz, hepimiz bu şerefi kendimize bağlayabiliriz;
fakat hakikat şudur ki her ferdi şeref ve haysiyet ve kahramanlık hiç bir
ferdin değildir; bütün fertlerden meydana gelen toplumundur. (1937)
BİLGE KİŞİ ÖNDERLİĞİ
"Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarından gören insanlar
mutsuzdurlar. Besbelli ki, o adam fert sıfatı ile mahvolacaktır. Herhangi
bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mesut olması için lazımgelen şey,
kendisi için değil, kendisinden sonra gelecek nesillerin şerefi, varlığı,
mutluluğu için çalışmakta bulunabilir. Ancak bu şekilde hareket edebilir.
Bu insan böyle hareket ederken, "Benden sonra gelecekler acaba böyle
bir ruhla çalıştığını farkedecekler mi ? diye bile düşünmemelidirler. Hatta
en mesut olanlar, hizmetlerinin bütün nesillere meçhul kalmasını tercih
edecek karakterde bulunanlardır."
Büyüklük odur ki, hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi
aldatmıyacaksın, memleket için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe
yürüyeceksin, herkes senin aleyhinde bulunacaktır. Herkes seni yolundan
çevirmeye çalışacaktır. Önüne sayılamıyacak güçlükler yığacaklardır.
Kendini büyük değil küçük, zayıf , vasıtasız, hiç telakki ederek, kimseden
yardım gelmeyeceğine inanarak bu güçlükleri aşacaksın. Ondan sonra
sana büyüksün derlerse bunu diyenlere gülüp geçeceksin.
Bir adam ki büyük olmaktan bahseder, benim hoşuma gitmez. Bir adam ki
memleketi kurtarmak için evvela büyük adam olmak lazımdır der ve
bunun için bir örnek seçer, onun gibi olmayınca memleketin
kurtarılamıyacağı inancında buluınur, bu adam değildir. 1908."
BÜYÜK HEDEFLERE YÖNELME
"İnsanlar daima yüksek, temiz ve mukaddes hedeflere yürümelidir. Bu
harket şeklidir ki, insan olanın vicdanını, dimağını ve bütün insani
kavramını tatmin eder. Bu şekilde yürüyenler, yükselirler ve bu hareket
şekli mutlaka açık olur.
Çünkü alnıaçık dimağ, açık, kalp ve vicdanı açık insanlar tarafından idare
olunabilen toplumlar, ancak bu manada hareketlerin izleyicisi olabilirler.
Fikirlerini, duygularını ve teşebbüslerini gizli tutanlar, gizli vasıtalar
uygulamaya girişirler mutlaka utanma ve sıkılmayı gerektiren akıl ve
mantığın haricinde hareket edenler olabilirler. Bu gibi işlere girişenlerin
sonu ergeç acıdır. ( 1920. A.S.D. III. 80-81)
İNSANLARIN EVRENSEL KARDEŞLİĞİ :
"Artık insanlık mefhumu vicdanlarımız tasfiyeye ve hislerimizi
ulvileştirmeye yardım edecek kadar yükselmiştir. Vaziyetleri ve onların
icaplarını medeni insan fikriyle ve yüksek vicdan aydınlığı ile müşahade
ve mütalaa ederek, şu neticelere varırız:
insanları mes'ut edeceğim diye, onları birbirine boğazlatmak, gayri insani
ve son derece teesüfe şayan bir sistemdir. İnsanları mes'ut edecek
yegane vasıta, onları birbirine yaklaştırmak, onlara birbirlerini sevdirmek,
karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve
enerjidir. Cihan sulhu içinde beşeriyetin hakiki saadeti ancak bu yüksek
ideal yolcuların çoğalması ile mümkün olacaktır."
ATATÜRK EPİSTEMOLOJİSİ A:RH+
Kuşkusuz ki " Atatürk Hümanizmi' ni somutlaştıran, O'nun dev bir felsefeyi birkaç
cümleye indirgeyebilen yukarıdaki sözleri değildir. Bu sözlerin Türkiye Cumhuriyeti
aracılığı ile bütün değerleri ve kurumları ile birlikte bir tarih iradesi haline dönüştürülmüş
olmasıdır. 75. yılını kutlama aşamasında olan Türkiye Cumhuriyeti, Özgürlüğü tutku
haline getirmiş, çelik iradeli ve 21. yüzyıl vizyonlu bir insanın, yalnız Türk insanına değil,
insanlık tarihine bir armağanıdır.
Gerek tarihten alına örnekler, gerekse ATATÜRK'ün ortaya koyduğu devrim modeli ve
uygulamaları, yaratıcı-önder kişilerin insan, toplum ve tarih karşısında üç temel tavır
içinde olduğunu belgelemektedir.
1- Radikalizm
2- Hümanizm
3- Pozitivizm (Rasyonalizm)
Bu tavırları kısaca aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
Radikalizm :
İnsanı anlamlı yapan sahip olduğu ve koruyabildiği değerlerdir. Bu değerleri
koruyabilmek, baskıcı güçlere karşı direnme kapasitesi ve baskıları yok edinceye kadar
uğraşabilmek iradesi gerektirmektedir. Bu nedenle bütün yaratıcı eylemler güçlü bir
iradeye dayanan bir radikalizmi gerektirmektedir. Yaratıcı-önder kişilerin geleceği
görebilme sezileri, baskıyı otoriteden ayırabilme refleksleri, risk alma kapasiteleri,
özgürlükten yana ve baskıya karşı olma eğilimleri, onların öncelikle radikal tutum ve
davranışlara sahip olmalarını gerektirmektedir.
Hümanizm :
ATATÜRK, Türk milletini, insanlığın uygarlık kuran ve uygarlık taşıyan bir parçası olarak
algılamakta ve Türk tarihini insanlığa olumlu katkıların yapıldığı pozitif bir tarih olarak
değerlendirmektedir. O' nun için Türk insanına yapılan haksızlıklara karşı olmak aynı
zamanda insanlığa yapılan bir haksızlığa da karşı olmaktır. ATATÜRK insanı bütün
değerlerin kaynağı olarak algılamakta ve insan zaaflarının ve çelişkilerinin akıl ve sevgi ile
yok olacağını, düşmanlıkların anlamsız ve yersiz olduğunu vurgulamaktadır. İnsan ve
Özgürlük sevgisi ile bundan kaynaklanan hoşgörü ATATÜRK' çü felsefenin en temel
imperatiflerinden biridir. ATATÜRK için insan sevgisi bir kültürel bağlılığın geçerli olduğu
bir millet sevgisini gerektirir. Kendi milletini seven ve geçmişi ile övünen başka milletlere
ve tarihe de saygılı olacaktır.
Pozitivizm (Rasyonalizm)
İnsan ve özgürlük sevgisi, bireyin, yoksulluk, cehalet ve korku ile ezilmesinin
engellenmesini gerektirir. Bu nedenle insanların sorunları doğru ve gerçekçi algılanmalı
ve o'nun gelişmesini engelleyen kısıtlar yok edilmelidir. Bu ise ancak aklın bütün
kapasiteleri ile kullanılması ile gerçeklşetirilebilir. Bunun da çağdaş ve kurumlaşmış şekli
bilimdir. Hiç bir soruna aklın ve bilimin dışında çözüm aranamaz. Bu nedenle ATATÜRK
bilimi en gerçek yol gösterici olarak tanımlamakta ve her düzeydeki laik pozitivist eğitime
büyük önem vermektedir.
ATATÜRK'ün Kurtuluş Savaşı başlangıcında ortaya koyduğu "Ya İstiklal, Ya
Ölüm" bütün bu felsefenin özetidir. ATATÜRK özgürlük uğruna ölecek kadar radikal-
hümanist tek çözümün bu olduğunu görecek kadar rasyonalisttir.
KAYNAKLAR
1- MARCUS AURELIUS :Meditations, Penquin Books, Harmondworth,
England,1964
2- ÇİÇERO, M.T…Selected Works, Penquin Books, Harmondsworth,
England,1974
3- EBENSTEIN, W. : Great Political Thinkers: Plate to tıe Present, Holt, Rinehart
and Winston, Newyork, 1969
4- NEUMANN, FRANZ : The Democratic and Authoritarian State, Free Press, N.Y.
1964
5- SABINE, G. : Siyasal Düşünceler Tarihi, ( I-II-III), Türk Siyasi İlimler Derneği
No: 18, Ankara 1969
6- SCHILLING, K. : Toplumsal Düşünce Tarihi, Varlık Yayınevi, İstanbul, 1971
7- SENECA : Letters From a Stoic. Penquin Books, Harmondsworth, England,
1977.
8- SİNANOĞLU, SUAT : Türk Hümanizmi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1980

More Related Content

What's hot

Türk hümanizmi
Türk hümanizmiTürk hümanizmi
Türk hümanizmiChp Aydın
 
Toplum değiştirme modelleri
Toplum değiştirme modelleriToplum değiştirme modelleri
Toplum değiştirme modelleriMehmet Can Aktan
 
Istanbul Felsefe Toplantisi 2010 Programi
Istanbul Felsefe Toplantisi 2010 ProgramiIstanbul Felsefe Toplantisi 2010 Programi
Istanbul Felsefe Toplantisi 2010 Programigueste35006
 
Istanbul Felsefe Toplantilari 2010 Programi
Istanbul Felsefe Toplantilari 2010 ProgramiIstanbul Felsefe Toplantilari 2010 Programi
Istanbul Felsefe Toplantilari 2010 Programigueste35006
 
Alevi aydınlanması
Alevi aydınlanmasıAlevi aydınlanması
Alevi aydınlanmasıMemet Çamur
 
EVRİM FELSEFESİ
EVRİM FELSEFESİEVRİM FELSEFESİ
EVRİM FELSEFESİVural Yigit
 
Erken cumhuriyet dönemi türk milliyetçiliğinin tipolojisi 28
Erken cumhuriyet dönemi türk milliyetçiliğinin tipolojisi 28Erken cumhuriyet dönemi türk milliyetçiliğinin tipolojisi 28
Erken cumhuriyet dönemi türk milliyetçiliğinin tipolojisi 28Fdgalgjadg Fhaldfad
 
Ulusötesi Kapitalizm: Sermayenin ve Devletin Ulusötesileşmesi ve Türkiye’de U...
Ulusötesi Kapitalizm: Sermayenin ve Devletin Ulusötesileşmesi ve Türkiye’de U...Ulusötesi Kapitalizm: Sermayenin ve Devletin Ulusötesileşmesi ve Türkiye’de U...
Ulusötesi Kapitalizm: Sermayenin ve Devletin Ulusötesileşmesi ve Türkiye’de U...PraksisDergi
 
Sanayi sonrası toplumdan post modern topluma
Sanayi sonrası toplumdan post modern toplumaSanayi sonrası toplumdan post modern topluma
Sanayi sonrası toplumdan post modern toplumaMmm z
 
KAMU TERCİHİ İKTİSADININ TEMEL VARSAYIMLARI
KAMU TERCİHİ İKTİSADININ TEMEL VARSAYIMLARIKAMU TERCİHİ İKTİSADININ TEMEL VARSAYIMLARI
KAMU TERCİHİ İKTİSADININ TEMEL VARSAYIMLARICOSKUN CAN AKTAN
 

What's hot (14)

Türk hümanizmi
Türk hümanizmiTürk hümanizmi
Türk hümanizmi
 
RIDVAN UYSAL
RIDVAN UYSALRIDVAN UYSAL
RIDVAN UYSAL
 
63a
63a63a
63a
 
Toplum değiştirme modelleri
Toplum değiştirme modelleriToplum değiştirme modelleri
Toplum değiştirme modelleri
 
Istanbul Felsefe Toplantisi 2010 Programi
Istanbul Felsefe Toplantisi 2010 ProgramiIstanbul Felsefe Toplantisi 2010 Programi
Istanbul Felsefe Toplantisi 2010 Programi
 
Istanbul Felsefe Toplantilari 2010 Programi
Istanbul Felsefe Toplantilari 2010 ProgramiIstanbul Felsefe Toplantilari 2010 Programi
Istanbul Felsefe Toplantilari 2010 Programi
 
Alevi aydınlanması
Alevi aydınlanmasıAlevi aydınlanması
Alevi aydınlanması
 
EVRİM FELSEFESİ
EVRİM FELSEFESİEVRİM FELSEFESİ
EVRİM FELSEFESİ
 
Erken cumhuriyet dönemi türk milliyetçiliğinin tipolojisi 28
Erken cumhuriyet dönemi türk milliyetçiliğinin tipolojisi 28Erken cumhuriyet dönemi türk milliyetçiliğinin tipolojisi 28
Erken cumhuriyet dönemi türk milliyetçiliğinin tipolojisi 28
 
Ulusötesi Kapitalizm: Sermayenin ve Devletin Ulusötesileşmesi ve Türkiye’de U...
Ulusötesi Kapitalizm: Sermayenin ve Devletin Ulusötesileşmesi ve Türkiye’de U...Ulusötesi Kapitalizm: Sermayenin ve Devletin Ulusötesileşmesi ve Türkiye’de U...
Ulusötesi Kapitalizm: Sermayenin ve Devletin Ulusötesileşmesi ve Türkiye’de U...
 
9 3 dinc
9 3 dinc9 3 dinc
9 3 dinc
 
Sanayi sonrası toplumdan post modern topluma
Sanayi sonrası toplumdan post modern toplumaSanayi sonrası toplumdan post modern topluma
Sanayi sonrası toplumdan post modern topluma
 
Anlatim slayt
Anlatim slaytAnlatim slayt
Anlatim slayt
 
KAMU TERCİHİ İKTİSADININ TEMEL VARSAYIMLARI
KAMU TERCİHİ İKTİSADININ TEMEL VARSAYIMLARIKAMU TERCİHİ İKTİSADININ TEMEL VARSAYIMLARI
KAMU TERCİHİ İKTİSADININ TEMEL VARSAYIMLARI
 

Similar to ATATURK EPISTEMELOJISI VE ATATURK HUMANIZMI

Hürriyetin ilanı
Hürriyetin ilanıHürriyetin ilanı
Hürriyetin ilanıChp Aydın
 
8. Sınıf Sosyal Bilimler Ünite 5 Atatürkçülük
8. Sınıf Sosyal Bilimler Ünite 5 Atatürkçülük8. Sınıf Sosyal Bilimler Ünite 5 Atatürkçülük
8. Sınıf Sosyal Bilimler Ünite 5 Atatürkçülükenesulusoy
 
Doğu batı 51. sayı osmanlılar 1. kısım
Doğu batı 51. sayı   osmanlılar 1. kısımDoğu batı 51. sayı   osmanlılar 1. kısım
Doğu batı 51. sayı osmanlılar 1. kısımSelçuk Sarıcı
 
10. ataturk konu anlatimi
10. ataturk konu anlatimi10. ataturk konu anlatimi
10. ataturk konu anlatimiYiğitcan BALCI
 
Türkiye’de Mizah Dergileri: Kültürel Hegemonya ve Muhalefet
Türkiye’de Mizah Dergileri: Kültürel Hegemonya ve MuhalefetTürkiye’de Mizah Dergileri: Kültürel Hegemonya ve Muhalefet
Türkiye’de Mizah Dergileri: Kültürel Hegemonya ve Muhalefetsetavakfi
 
ÖZAY İLKELERİ HÜMANİST MİLLİYETÇİLİK VE TÜRK İSLAM FELSEFESİ ÜÇGENİNDE TÜRK D...
ÖZAY İLKELERİ HÜMANİST MİLLİYETÇİLİK VE TÜRK İSLAM FELSEFESİ ÜÇGENİNDE TÜRK D...ÖZAY İLKELERİ HÜMANİST MİLLİYETÇİLİK VE TÜRK İSLAM FELSEFESİ ÜÇGENİNDE TÜRK D...
ÖZAY İLKELERİ HÜMANİST MİLLİYETÇİLİK VE TÜRK İSLAM FELSEFESİ ÜÇGENİNDE TÜRK D...mikrokozmosmakrokaos
 
Atatürk devri eğitim
Atatürk devri eğitimAtatürk devri eğitim
Atatürk devri eğitimRamazan EREN
 
BİLİM VE TEKNOLOJİDE NEDEN GERİ KALDIK?
BİLİM VE TEKNOLOJİDE NEDEN GERİ KALDIK? BİLİM VE TEKNOLOJİDE NEDEN GERİ KALDIK?
BİLİM VE TEKNOLOJİDE NEDEN GERİ KALDIK? acan16
 
İKTİSAT BİLİMİ, AKADEMİK TAYLORİZM VE AKADEMİK PLÜRALİZM
İKTİSAT BİLİMİ, AKADEMİK TAYLORİZM VE AKADEMİK PLÜRALİZMİKTİSAT BİLİMİ, AKADEMİK TAYLORİZM VE AKADEMİK PLÜRALİZM
İKTİSAT BİLİMİ, AKADEMİK TAYLORİZM VE AKADEMİK PLÜRALİZMCOSKUN CAN AKTAN
 
Demos’un Politikaları ve Politikacıların Politikaları: Arjantin’den Alınan De...
Demos’un Politikaları ve Politikacıların Politikaları: Arjantin’den Alınan De...Demos’un Politikaları ve Politikacıların Politikaları: Arjantin’den Alınan De...
Demos’un Politikaları ve Politikacıların Politikaları: Arjantin’den Alınan De...PraksisDergi
 
Atatürk ansiklopedisi 2 cilt. turkish (türkçe)
Atatürk ansiklopedisi 2 cilt. turkish (türkçe)Atatürk ansiklopedisi 2 cilt. turkish (türkçe)
Atatürk ansiklopedisi 2 cilt. turkish (türkçe)HarunyahyaTurkish
 
Research methodology and rules for puplication
Research methodology and rules for puplicationResearch methodology and rules for puplication
Research methodology and rules for puplicationNoorelhuda2
 
Icabihal sayi 3
Icabihal sayi 3Icabihal sayi 3
Icabihal sayi 3kolormatik
 
TÜRK CEZA KANUNU 301. MADDESİNİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VE MEDYA BAĞLAMINDA DEĞERLEN...
TÜRK CEZA KANUNU 301. MADDESİNİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VE MEDYA BAĞLAMINDA DEĞERLEN...TÜRK CEZA KANUNU 301. MADDESİNİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VE MEDYA BAĞLAMINDA DEĞERLEN...
TÜRK CEZA KANUNU 301. MADDESİNİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VE MEDYA BAĞLAMINDA DEĞERLEN...Galatasaray Üniversitesi
 

Similar to ATATURK EPISTEMELOJISI VE ATATURK HUMANIZMI (20)

Hürriyetin ilanı
Hürriyetin ilanıHürriyetin ilanı
Hürriyetin ilanı
 
8. Sınıf Sosyal Bilimler Ünite 5 Atatürkçülük
8. Sınıf Sosyal Bilimler Ünite 5 Atatürkçülük8. Sınıf Sosyal Bilimler Ünite 5 Atatürkçülük
8. Sınıf Sosyal Bilimler Ünite 5 Atatürkçülük
 
Doğu batı 51. sayı osmanlılar 1. kısım
Doğu batı 51. sayı   osmanlılar 1. kısımDoğu batı 51. sayı   osmanlılar 1. kısım
Doğu batı 51. sayı osmanlılar 1. kısım
 
Ataturk ve yenilikcilik
Ataturk ve yenilikcilikAtaturk ve yenilikcilik
Ataturk ve yenilikcilik
 
Mumcu bornova
Mumcu bornovaMumcu bornova
Mumcu bornova
 
10. ataturk konu anlatimi
10. ataturk konu anlatimi10. ataturk konu anlatimi
10. ataturk konu anlatimi
 
Türkiye’de Mizah Dergileri: Kültürel Hegemonya ve Muhalefet
Türkiye’de Mizah Dergileri: Kültürel Hegemonya ve MuhalefetTürkiye’de Mizah Dergileri: Kültürel Hegemonya ve Muhalefet
Türkiye’de Mizah Dergileri: Kültürel Hegemonya ve Muhalefet
 
ÖZAY İLKELERİ HÜMANİST MİLLİYETÇİLİK VE TÜRK İSLAM FELSEFESİ ÜÇGENİNDE TÜRK D...
ÖZAY İLKELERİ HÜMANİST MİLLİYETÇİLİK VE TÜRK İSLAM FELSEFESİ ÜÇGENİNDE TÜRK D...ÖZAY İLKELERİ HÜMANİST MİLLİYETÇİLİK VE TÜRK İSLAM FELSEFESİ ÜÇGENİNDE TÜRK D...
ÖZAY İLKELERİ HÜMANİST MİLLİYETÇİLİK VE TÜRK İSLAM FELSEFESİ ÜÇGENİNDE TÜRK D...
 
Atatürk devri eğitim
Atatürk devri eğitimAtatürk devri eğitim
Atatürk devri eğitim
 
BİLİM VE TEKNOLOJİDE NEDEN GERİ KALDIK?
BİLİM VE TEKNOLOJİDE NEDEN GERİ KALDIK? BİLİM VE TEKNOLOJİDE NEDEN GERİ KALDIK?
BİLİM VE TEKNOLOJİDE NEDEN GERİ KALDIK?
 
EtkilesimKatalog2013
EtkilesimKatalog2013EtkilesimKatalog2013
EtkilesimKatalog2013
 
10206
1020610206
10206
 
İKTİSAT BİLİMİ, AKADEMİK TAYLORİZM VE AKADEMİK PLÜRALİZM
İKTİSAT BİLİMİ, AKADEMİK TAYLORİZM VE AKADEMİK PLÜRALİZMİKTİSAT BİLİMİ, AKADEMİK TAYLORİZM VE AKADEMİK PLÜRALİZM
İKTİSAT BİLİMİ, AKADEMİK TAYLORİZM VE AKADEMİK PLÜRALİZM
 
Demos’un Politikaları ve Politikacıların Politikaları: Arjantin’den Alınan De...
Demos’un Politikaları ve Politikacıların Politikaları: Arjantin’den Alınan De...Demos’un Politikaları ve Politikacıların Politikaları: Arjantin’den Alınan De...
Demos’un Politikaları ve Politikacıların Politikaları: Arjantin’den Alınan De...
 
Atatürk ansiklopedisi 2 cilt. turkish (türkçe)
Atatürk ansiklopedisi 2 cilt. turkish (türkçe)Atatürk ansiklopedisi 2 cilt. turkish (türkçe)
Atatürk ansiklopedisi 2 cilt. turkish (türkçe)
 
Atatürk cumhuriyet
Atatürk  cumhuriyetAtatürk  cumhuriyet
Atatürk cumhuriyet
 
Atatürkçülük
AtatürkçülükAtatürkçülük
Atatürkçülük
 
Research methodology and rules for puplication
Research methodology and rules for puplicationResearch methodology and rules for puplication
Research methodology and rules for puplication
 
Icabihal sayi 3
Icabihal sayi 3Icabihal sayi 3
Icabihal sayi 3
 
TÜRK CEZA KANUNU 301. MADDESİNİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VE MEDYA BAĞLAMINDA DEĞERLEN...
TÜRK CEZA KANUNU 301. MADDESİNİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VE MEDYA BAĞLAMINDA DEĞERLEN...TÜRK CEZA KANUNU 301. MADDESİNİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VE MEDYA BAĞLAMINDA DEĞERLEN...
TÜRK CEZA KANUNU 301. MADDESİNİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ VE MEDYA BAĞLAMINDA DEĞERLEN...
 

More from Kutlu MERİH

BUYUK VERI ILE RISK YONETIMI
BUYUK VERI ILE RISK YONETIMIBUYUK VERI ILE RISK YONETIMI
BUYUK VERI ILE RISK YONETIMIKutlu MERİH
 
M. KEMAL: ZABIT VE KUMANDAN ILE HASBIHAL
M. KEMAL: ZABIT VE KUMANDAN ILE HASBIHALM. KEMAL: ZABIT VE KUMANDAN ILE HASBIHAL
M. KEMAL: ZABIT VE KUMANDAN ILE HASBIHALKutlu MERİH
 
TASITKREDISI RISK RAPORU
TASITKREDISI RISK RAPORUTASITKREDISI RISK RAPORU
TASITKREDISI RISK RAPORUKutlu MERİH
 
RISK RAPORU TURKIYE
RISK RAPORU TURKIYERISK RAPORU TURKIYE
RISK RAPORU TURKIYEKutlu MERİH
 
TASIT KREDILERI RISK RAPORU
TASIT KREDILERI RISK RAPORUTASIT KREDILERI RISK RAPORU
TASIT KREDILERI RISK RAPORUKutlu MERİH
 
G20 antalya-liderler-zirvesi-bildirgesi
G20 antalya-liderler-zirvesi-bildirgesiG20 antalya-liderler-zirvesi-bildirgesi
G20 antalya-liderler-zirvesi-bildirgesiKutlu MERİH
 
MKA MEDENI BILGILER
MKA MEDENI BILGILERMKA MEDENI BILGILER
MKA MEDENI BILGILERKutlu MERİH
 
Black-Scholes difuzyon
Black-Scholes difuzyonBlack-Scholes difuzyon
Black-Scholes difuzyonKutlu MERİH
 
Black-Scholes Integral
Black-Scholes IntegralBlack-Scholes Integral
Black-Scholes IntegralKutlu MERİH
 
Difuzyon Matematiği
Difuzyon MatematiğiDifuzyon Matematiği
Difuzyon MatematiğiKutlu MERİH
 
Black-Scholes Matematigi
Black-Scholes MatematigiBlack-Scholes Matematigi
Black-Scholes MatematigiKutlu MERİH
 

More from Kutlu MERİH (20)

BUYUK VERI ILE RISK YONETIMI
BUYUK VERI ILE RISK YONETIMIBUYUK VERI ILE RISK YONETIMI
BUYUK VERI ILE RISK YONETIMI
 
RISK RAPOR INSAAT
RISK RAPOR INSAATRISK RAPOR INSAAT
RISK RAPOR INSAAT
 
M. KEMAL: ZABIT VE KUMANDAN ILE HASBIHAL
M. KEMAL: ZABIT VE KUMANDAN ILE HASBIHALM. KEMAL: ZABIT VE KUMANDAN ILE HASBIHAL
M. KEMAL: ZABIT VE KUMANDAN ILE HASBIHAL
 
TASITKREDISI RISK RAPORU
TASITKREDISI RISK RAPORUTASITKREDISI RISK RAPORU
TASITKREDISI RISK RAPORU
 
RAPOR ANALITIGI
RAPOR ANALITIGIRAPOR ANALITIGI
RAPOR ANALITIGI
 
RISK RAPORU TURKIYE
RISK RAPORU TURKIYERISK RAPORU TURKIYE
RISK RAPORU TURKIYE
 
KONUT RISK RAPORU
KONUT RISK RAPORUKONUT RISK RAPORU
KONUT RISK RAPORU
 
TASIT KREDILERI RISK RAPORU
TASIT KREDILERI RISK RAPORUTASIT KREDILERI RISK RAPORU
TASIT KREDILERI RISK RAPORU
 
G20 antalya-liderler-zirvesi-bildirgesi
G20 antalya-liderler-zirvesi-bildirgesiG20 antalya-liderler-zirvesi-bildirgesi
G20 antalya-liderler-zirvesi-bildirgesi
 
MKA MEDENI BILGILER
MKA MEDENI BILGILERMKA MEDENI BILGILER
MKA MEDENI BILGILER
 
Black-Scholes difuzyon
Black-Scholes difuzyonBlack-Scholes difuzyon
Black-Scholes difuzyon
 
Black-Scholes Integral
Black-Scholes IntegralBlack-Scholes Integral
Black-Scholes Integral
 
Kaos fraktal
Kaos fraktalKaos fraktal
Kaos fraktal
 
Ito Lemmasi
Ito LemmasiIto Lemmasi
Ito Lemmasi
 
Finansal Kitaplar
Finansal KitaplarFinansal Kitaplar
Finansal Kitaplar
 
Finmath egitimi
Finmath egitimiFinmath egitimi
Finmath egitimi
 
Difuzyon Matematiği
Difuzyon MatematiğiDifuzyon Matematiği
Difuzyon Matematiği
 
Black-Scholes Matematigi
Black-Scholes MatematigiBlack-Scholes Matematigi
Black-Scholes Matematigi
 
Dagilimlar
DagilimlarDagilimlar
Dagilimlar
 
Degisim
DegisimDegisim
Degisim
 

ATATURK EPISTEMELOJISI VE ATATURK HUMANIZMI

  • 1. ATATÜRK : RADİKAL, HÜMANİST, POZİTİVİST ATATÜRK EPİSTEMOLOJİSİ VE ATATÜRK HÜMANİZMİ Doç. Dr. Kutlu MERİH MUSTAFA KEMAL ATATÜRK BİR ENTELLEKTÜELDİR 75. kuruluş yılını kutlama sevincin yaşadığımız Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk harbiye mezunu bir Osmanlı generalinden beklenemeyecek bir entelektüel kapasite ve eylemin de sahibidir. Mustafa Kemal'in duygu ve düşünce dünyasını yansıtan, vizyonunu ortaya koyan basılı yayınları incelendiğinde, kendisinin eylemle felsefe yapan ve yaşadıklarına orijinal kavram ve yorum getirebilen bir düşünce gücüne sahip olduğu görülebilmektedir. Ne yazık ki Mustafa Kemal ve eserlerini araştıran entelektüeller, O nun bu olağanüstü entelektüel kapasitesini vurgulamaktan kaçınmaktadırlar. Mustafa Kemal' e büyük kumandanlık, dahi devlet adamlığı, büyük devrimcilik yakıştırılabilirken, bu yönlerini inceleyen çok sayıda çalışma bulunurken, bu eylemlerin kaynağını oluşturan büyük düşünce gücü ve yaratıcı-önder kişilik yapısı fazla gündeme getirilmemektedir. Atatürk, duygu ve düşüncelerini yazılı ve sözlü araçlarla ifade etmekte büyük bir ustalığa sahip bir kişidir. Samimi bir inceleme bu ustalığın günlük askeri veya siyasi çalışmalarını oluşturan rutin yazışmalara dahi yansıdığını ortaya koymaktadır. Atatürk'ün duygu, düşünce ve vizyonunu yansıtan basılı metinler aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir. 1- Anıları 2- Özel Mektupları 3- Askerlikle ilgili yazı ve çevirileri 4- Çanakkale Savaşları Raporları 5- Söylev ve Demeçleri 6- Bildiri, telgraf ve genelgeleri 7- Büyük NUTUK 8- Elyazısı ile yazdıkları ve yazdırdıkları 9- Anekdotlarda anılan sözleri 10- Adını taşımayan yazıları Bütün bu dökümanlar , öncelikle Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesine Bağlı Türk İnkilap Tarihi Enstitüsü ve Türk Tarih Kurumu tarafından basılarak yayınlanmış, Prof. Dr. AFETİNAN'ın gayretli çalışmaları ile çok sayıda orijinal el yazması bize ulaşmış ve çeşitli anılar ve derlemeler bazı gazeteci ve yazarların çalışmaları ile toparlanmış ve bunlar ayrıce çeşitli yayın evleri tarafından defalarca yayımlanmış bulunmaktadır. Bütün bu çalışmaların değerlendirilerek Atatürk'ün düşünce sistematiğini ortaya koyan bir çalışmaya Prof. Dr. SİNANOĞLU dışında rasladığımızı söyleyemiyoruz. Osmanlı generali Mustafa Kemal'i Cumhuriyetin sivil Cumhurbaşkanı olmaya götüren liberter postülalar ve düşünce sistematiği (EPİSTEMOLOJİ) net bir şekilde ortaya konamadığından, Atatürk ile hiç bağdaşmayan veya O' nun özgürlükçü vizyonu ile tutarlı olmayan olumsuz gelişmeler O' nun adına uygulamaya konabilmektedir.
  • 2. ATATÜRKÇÜ : RADİKAL, HÜMANİST, POZİTİVİST (A:RH+) Atatürk' e ait bulabildiğimiz bütün dökümanlar üzerinde yaptığımız incelemeler O' nun İnsan, Toplum ve Tarih konularında özgün bir epistemolojiye sahip olduğunu ortaya koymaktadır. O ısrarla bizim devlet modelimiz, ekonomimiz, devrimimiz Batıda kopya edilen bir uygulama değildir diye vurguladığı halde, düşünce ve eylemleri araştırmacılar tarfından ısrarla Batılı epistemolojik kalıplara uyarlanmaya çalışılmaktadır. Atatürk bizim devletimiz "Vahdeti Kuvva " (kuvvetler birliği) ilkesine dayanır, bunun dışında bir yöntemi kabul edemeyiz dese de, O' nun adına O' nun anayasısını değiştiren düşünürlerimiz fütürsuzca Çift Meclis modelini getirebilmekte, bu model ülkeyi bir askeri müdahele aşamasına getirince yine kendi gönüllerine göre buyrukçu bir anayasa yapabilmektedirler. Atatürk' ün uzman bir savaşcı, devlet adamı ve entelektüel olması O' na özgün bir epistemoloji kazandırmıştır. Bu epistemoloji bireyin sadece kendi özgürlüğünde değil, bütün toplumun özgürlüğünden sorumlu olması ve gerektiğinde tek başına kalsa dahi bunun gereğini yerine getirmesi aksiyomuna dayanmaktadır. Atatürk bu anlayışını, Gençliğe Hitabesinde öz ve açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Atatürkçü düşünce bireye toplumunun özgürlükleri için gerekli olan kurumları aklın ve bilimsel yöntemin ışığında, gereğinde savaşarak yaratması, gereğinde ise yaratılan kurumları savaşarak koruması misyonunu yükler. Bu nedenle bir Atatürkçü RADİKAL, HÜMANİST ve POZİTİVİST epistemolojilerin sentezi olan bir (A:RH+) epistemolojiye sahiptir. ANALİTİK-PRAGMATİK EPİSTEMOLOJİNİN YETERSİZLİĞİ Burada Atatürk'ün yaklaşımını, bilimsel yaklaşımdan ayrı ve üstün kılan epistemolojik yaklaşım karakteristiklerini açıklamaya çalışacağız. Bilimi aşan yaklaşım, bilimin, evreni kavramak ve yorumlamak için en gelişmiş düşünce sistemi olduğuna iman etmiş bazı kişileri yadırgatabilir. Gerçekte ise, bilimin etkinliği seçilen konuya bağlı olarak değişmektedir. Bilimin konusunun "Doğal Evren" olduğu durumlarda bilimsel yöntemin üstünlüğü tartışılmazdır. Doğa, insan iradesinden bağımsız kanunlara göre varoluşu değiştirmez. Diğer taraftan bilimin konusu "Sosyal Evren" yani insan , toplum ve tarih olduğu durumlarda günümüze kadar uygulanan bilimin, daha gerçekçi bir deyişle Analitik - Pragmatik yaklaşımın başarılı olduğu söylenemez. Bir başarısızlık, günümüzde Analitik - Pragmatik yaklaşımın da çalışmalarını sosyal evren üzerinde yoğunlaştırması ile daha belirgin hale gelmektedir. Bu durumda sosyal evreni incelemek için Genel Sistem Teorisinden kaynaklanan 'Sosyoteknik Sistem' yaklaşımı daha gerçekçi sonuçlara ulaşmamıza, tarihi gelişmeleri ve gelişememeleri daha yakından açıklamaya olanak sağlamaktadır. Bilim, sosyal evreni incelerken doğal bilimlerde çok etkin bir şekilde kullanılan gözlem yöntemlerini kullanmamaktadır. Sosyal olgular ve kategoriler "gözlenebilen" değil "algılanabilen" kavramlardır. Bu nedenle sosyal olguların incelenmesinde ortaya "algılama Çerçevesi" (Epistemoloji) sorunu çıkmaktadır. Farklı kültürler, farklı toplumlar, farklı sosyal sınıflar, farklı uygarlıklar, sosyal evreni kaçınılmaz bir şekilde farklı algılamaktadırlar. Bu halde kimin algılama çerçevesi esas alınmalıdır. Bütün, entelektüel çevrelere egemen olan, batı da geliştirilmiş analitik- pragmatik algılama çerçevesi, Batı tarihinin çelişkileri ile önemli bir şekilde çarpılmış durumdadır. Bu çarpıklığı azaltabilmek için; "amaç" , "irade", "ahlak" , "özgürlük" gibi kavramlar bilim dışı ve felsefe alanına ait sayılmıştır. Sosyal varoluşun belkemiğini oluşturan bu kavramların bilim dışında kalması ile, bilimin insan, toplum ve tarih olaylarının ortaya çıkışı konusunda kavrama ve yorumlama yetenekleri oldukça kısıtlanmaktadır.
  • 3. ATATÜRK'ÜN EPİSTEMOLOJİK DEVRİMİ : İRADE DİYALEKTİĞİ Atatürk'ün en basit tamim ve telgrafından, Büyük Nutuk'a kadar kendi elinden çıkmış olan söylev ve demeçleri olağanüstü bir entelektüel artistik kalite yansıtmaktadır. Büyük Nutkun, yanında bulunan yazarlar tarafından yazıldığını ileri sürenler aynı artistik ve filozofik dehanın Atatürk'ün 1913'de yazdığı büyükçe makale sayılabilecek "Zabit ve Kumandanla Hasbihal" isimli kitapçıkta da izlenebildiği gözden kaçırmaktadırlar. İnsana, varoluşundan mutluluk duyma ve güven duygusu uyandıran üslup Atatürk'ün düşüncelerini yansıtan her yerde gözlenmektedir. Atatürk'ün "Büyük Nutuk" u yalnızca Türk Kurtuluş Savaşı'nı Atatürk gözü ile anlatan bir tarih dokümanı değil, ayni zamanda epistemoloji ve tarih felsefesi konusunda ilginç bir belgedir. Entelektüel ve tarihi içeriği konusunda sadece Rusya'da düzineyi aşan bilimsel inceleme yapılan Büyük Nutuk'un, ülkemizde akademisyenlerden benzeri bir ilgiyi görmemiş olması, bir ideoloji olduğu ileri sürülen Atatürkçülük adına savunulamayacak bir durumdur. Totaliter ideolojilere akademik saygınlık kazandırmak için bütün dünya üniversitelerinde bir kısım akademisyenler tarafından yoğun çabalar harcanırken, diğer taraftan içinde sayısız entelektüel orijinallikler bulunan Nutuk üzerinde hiçbir akademik çalışma yapılmamakta, buna karşılık kendilerine radikal perspektifler arayan gençlerin Atatürkçülüğü benimsemesi beklenmektedir. Bu, ülkemizde yeni bir Atatürkçülük anlayışı doğuncaya kadar çözümlenemeden kalacak bir paradokstur. Atatürk'ün insan, toplum ve tarih konularındaki yaklaşımı, bilimin gözlemsel ve deneysel yaklaşımına ek olarak felsefe de içermektedir. Bu nedenle Atatürk düşüncesinde, dünya yalnızca yorumlanmamakta , nasıl olması gerektiği konusunda normatif bir yargı şekilde değiştirilmesi konusunda yol gösterici bir yöntem taşımaktadır. Bilim sosyopolitik modellerine başlangıç olarak soyut bir "toplum" 'u alırken, Atatürk'ün sosyal birimi somut bir olgu olan "millet" ile başlamaktadır. Özgürlük ve irade kavramları Atatürk'ün tarih dinamiklerini algılamasında temel kavramlar olarak belirginleşmektedir. Büyük Nutuk, "Samsun'a çıktığım gün umumi vaziyet ve manzara" başlığı altında 1919 senesi Mayıs'ın 19. gününe kadar Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu olumsuz tarihi şartların gerçekçi bir açıklaması ile başlamaktadır. Bir süre sonra, "Umumi manzarayı dar bir çerçeve içinde görüş" başlığı altında durum aşağıdaki gibi özetlenmektedir. "Muhasım devletler, Osmanlı Devlet ve memleketine maddeten ve manen tecavüz halinde, imha ve taksime karar vermişler. Padişah ve Halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükümet de aynı şekilde. Farkında olmadığı halde başsız kalmış bir millet; zulmet ve müphemiyet içinde tecelliyata muntazır. Felaketin dehşet ve sikletini idrake bulundukları muhit ve hissedebildikleri tesirata göre, çarei halas telakki eyledikleri tedbirlere mütevessil.. Ordu, ismi var cismi yok bir halde. Kumandanlar ve zabitler,harbi umuminin bunca mihnet ve meşakkatleriyle yorgun, vatanın parçalanmakta olduğun görmekle dilhun, gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumun kenarında dimağları çare, çarei halas aramakla meşgul…" (s.10) Atatürk durumun halk tarafından görünüşü konusunda kısa bir Açıklamadan sonra,"Düşünülen kurtuluş çareleri" başlığı altında şu çareleri özetlemektedir:
  • 4. "İzah ettiğim malümat ve müşahedata göre, üç nevi karar ortaya atılmıştı.Birincisi, İngiltere himayesini talep etmek. İkincisi , Amerika mandasını talep etmek. Bu iki nevi karar sahipleri, Osmanlı Devleti'nin bir kül halinde muhafazasını düşünenlerdir. Üçüncü karar, Mahalli halas çevrelerine matuftur.Mesela ; bazı mıntıkalar kendilerinin Osmanlı Devleti'nden fekkedileceği nazariyesine karşı olan ayrılmamak tedbirlerine tevessül ediyor. Bazı mıntıkalar da, Osmanlı Devleti'nin imha ve Osmanlı memleketlerinin taksim olacağını emrivaki kabul ederek kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Bu üç nevi kararın esbabı mucibesi vermiş olduğum izahat meydanında mevcuttur."(s.12) Bilimsel gözle bakıldığında bu üç çarenin Atatürk'ün çizdiği tablo karşısında oldukça gerçekçi ve pragmatik olduğu kuşkusuzdur. Rasyonellik, gerçekleştirilecek amaç ve buna ayrılacak kaynaklar arasında denge olarak düşünülürse mevcut durumda Osmanlı toplumu için yapılacak fazla bir şey kalmadığı bilimsel bir kesinlikle bellidir. Fakat Atatürk bu konuda bilimsel ve rasyonel düşünmemektedir. "Benim kararım" başlığı altında duruma kendi yaklaşı mını açıklar: "Efendiler, ben, bu kararların hiç birinede isabet görmedim. Çünkü, bu kararların istinad ettiği bütün deliller ve mantık çürüktü, esassız idi. Hakikati halde, içinde bulunduğumuz tarihte, Osmanlı devletinin temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuştur. Osmanlı memleketi tamamen parçalanmıştır. Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da taksimini teminle uğraşılmaktan ibaretti. Osmanlı devleti, onun iatiklali, padişah, halife, hükümet, bunlar hepsi medlülü kalmamaış bir takım bimana elfazdan ibaretti. Neyin ve kimin masuniyeti için kimden ve ne muavenet talebolunmak isteniyordu? O halde ciddi ve hakiki karar ne olabilirdi? Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da hakimiyeti milliyeye müstenit, bilakaydü şart müstakil yeni bir Türk devleti tesis etmek!.. Bu kararın istinat ettiği en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi: Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak istiklali tamme malikiyetle temin olunabilir. Ne kadar zengin, mereffeh olursa olsun istiklalden mahrum bir millet, beşeriyeti mütemmedine muvacehesinde uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye kesbi liyakat edemez. Ecnebi bir devletin himaye ve sahabetini kabul etmek insanlık evsafından mahrumiyeti aaczü meskeneti itiraftan başka bir şey değildir. Filhikika bu darbeye düşmemiş insanların istiyerek başlarına bir ecnebi efendi getirmelerine asla ihtimal verilmez. Halbuki Türk'ün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve
  • 5. büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa ölsün evladır.! Binaenaleyh, ya istiklal ya ölüm!.. İşte halası hakiki isteyenlerin parolası bu olacaktı.. ….İstiklali için ölümü göze alan bir millet, insanlık , haysiyet ve şerefin icabı olan bütün fadakarlığı yapmakla müteselli olur ve bittabi esaret zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete nazaran yaar ve ağyar nazarında mevkii farklı olur." (s.14) Görüldüğü gibi Atatürk'ün bu çözümdeki yaklaşımı amaçlar ve kaynaklar arasındaki ilişkilerin rasyonal ve bilimsel değerlendirilmesi değil, fakat birtakım soyut filozofik değerlerin tarihi anlam ve önemlerinin vurgulanmasıdır. Atatürk'ün buradaki akıl yürütmesi, aşırı bir şekilde idealist ve romantik bir "Özgürlük Aşkı' nı vurgulamaktadır. Ne varki, Atatürk, bu idealist ve romantik düşünceleri somut bir tarih gerçeği haline dönüştürebilme ve bunların boş hayaller olmadığı mucizesini göstermiştir. Şayet durum tersine olsaydı, Kurtuluş Savaşı kazanılamayarak Türk Ordusu Sakarya’da veya Afyonda imha edilseydi, tarihin akışının soyut ve romantik düşüncelerle değiştirilemeyeceğine, tarihin akışını bir takım kaçınılmaz kanunların kontrol ettiğine dair ciltler dolusu bilimsel (!) incelemeler ile karşılaşırdık. Bu çerçevede , Türk Devrimi'nin, Tanzimat'dan beri süren batılılaşma çabalarının doğal bir sonucu olduğu ve Cumhuriyet kurulması için gerekli şartların oluştuğu, bunlara Atatürk'ün katkısının çok az olduğu doğrultusunda bilimsel(!) yaklaşımlara oldukça sık rastlanabilmektedir. TARİHİN İRADE DİYALEKTİĞİ İLE YORUMLANMASI Atatürk'ün bu romantik görünüşlü yaklaşımının gerçekçiliği, tarihe "irade" kavramının uygulanması ile ortaya çıkmaktadır. Pragmatik epistemolojide mevcut olmayan, fakat Sentetik-Sibernetikepistemolojinin bel kemiğini oluşturan bu kavram, Atatürk'ün bütün düşüncelerinde yoğun bir şekilde gözlenebilmektedir. Aşağıdaki parçalardan da görülebileceği gibi, Atatürk için, "Tarih düzeyinde varolmak, varolmak iradesine sahip olmaktır." Buna göre insanlık tarihi boyunca olaylar, iradelerin oluşması ve çatışması tarihidir. Bu süreçte düşmanlığa yer yoktur ve güçlü olan iradenin hükmü geçer. Tarihe bu gözle bakıldığında iki evrensel iradenin sürekli çatışma halinde olduğu görülür, aklın ve özgürlüğün iradesi ile inanç ve otoritenin iradesi. Atatürk'ün temel felsefesinin, "Aklın ve özgürlüğünün iradesinden yana olmak ve bunu dogmatizm ve despotizme karşı güçlendirmek" olduğu kolayca görülebilir. Atatürk bu görüşlerini yine Nutuk'ta aşağıdaki gibi somutlaştırmaktadır: "Memleketimizde bulunan düşmanları silah kuvveti ile çıkarmadıkça, çıkarabilecek mevcudiyet ve kudreti fiilen ispat etmedikçe, diplomasi sahasında ümide kapılmanın caiz olmadığı kanaatimiz kati ve daimi idi. En doğru kanaatin bu olduğunun, bu olacağını, tabii olarak kabul etmek muvafıktır. Filhakika bugünün şeraiti hayatiyesi içinde bir fert için olduğu gibi, br millet için dahi kudret ve kabiliyetin, eseri fiili ve izhar ve ispat etmedikçe ehemmiyet intizarında bulunmak beyhudedir. Kudret ve kabiliyetten mahrum oalnlara iltifat olunmaz. İnsanlık, adalet, mürüvvet icabatını bütün bu evsafı haiz olduğunu gösterenler talep edebilir." (s.645) "Efendiler varidatımızla ne yapabileceğimiz hakkındaki endişe, belki herkesten fazla beni meşgul etmektedir. Yalnız ben, ordumuzun
  • 6. mevcudiyet ve kuvvetini, paranızla mütenasip bulundurmak nazariyesini kabul edenlerden değilim; "Paramız vardır,ordu yaparız;paramız bitti, ordu inhilal etsin.." Benim için böyle bir mesele yoktur. Efendiler, para vardır veya yoktur, ister olsun ister olmasın, ordu vardır ve olacaktır. Bu noktada bir hatıramı da ihya edeyim. Ben ilk defa bu işe başladığım zaman, en akil ve mütefekkir yaşıyan bir takım zevat bana sordular. " Paranız varmıdır ? Silahınız varmıdır ? Yoktur, dedim. O zaman "Ohalde ne yapacaksınız?" dediler. " para olacak; ordu olacak ve bu millet istiklalini kurtaracaktır!" dedim . Görüyorsunuz ki, hepsi oldu ve olacaktır." Görüldüğü gibi, Atatürk'ün tarih yorumunda, yorumlayıcının iradesi de tarihin oluşumuna katılmaktadır. Atatürk, haklı bir amacın, kaynaklarla orantılı olamayacak kadar büyük bir irade gücü yaratacağını, diğer bir deyişle sibernetiğin "sinerji" ilkesinin bilincine varmış bir düşünürdür. O'nun, tarihe , "İradeye karşı irade" yaklaşımı, Hegel'in "tez-karşı tez" yaklaşımını gerçekten ayakları üstüne oturtmakta ve Karl Marx'ın sınıfsal diyalektiğinin açıklama gücünü çok aşmaktadır. Marksist diyalektikle Katolik Papalarının, imparatorları aforoz ederek sıfıra indirgemek gücü, Cengiz önderliğindeki Moğol ordularının tarihin akışını değiştirme gücü, Hz Muhammedin getirdiği vizyon ve coşku ile donanımsız Arap ordularının çağının süper devletleri Bizans ve Pers İmparatorluklarını dize getirebilmesi açıklanamazken, Atatürkçü diyalektikle açıklanabilmektedir. "İrade" kavramı; "ekonomik, politik, entelektüel, psikolojik bütün tarihi güçlerin belirli bir amaca yönelik sinerjik bir bileşimini yansıtmaktadır. Türk milletinin Atatürk'ün hayalleri çerçevesinde bir devrim meydana getirmesinin sınıfsal diyalektik uzak veya yakın bir ilişkisi olmadığı ortadadır. Atatürk devrimi yalnızca bir sosyal devrim değil, aynı zamanda Türk insanının, insanca varoluş konusunda anlayışını yücelten bir epistemolojik devrim'dir. TARİHTE İRADE FELSEFESİNİN DOĞUŞU : STOİSİZM Alman filozofu G.F. Hegel'e göre "Bir şeyin tarihi, o şeyin kendisidir." Bu görüşün, Atatürk'ün irade diyalektiği ile uyum halinde olduğu açıktır. Bazı olguların var olabilmesi için onlar, sadece tanımlamak, şu veya bu düşünürün konu hakkında ne düşündüğünü belirtmek yeterli olmaz. Olgular ancak tarihi etkileyebilecek bir iradeye ulaştıklarında ve böylece kendileri de tarih haline dönüştüklerinde var olabilir. Bu nedenle "Atatürk Hümanizmi" nden bahsedebilmek için onun tarih perspektifi içindeki yerini ve epistemolojik oluşumunu belirlemek gerekmektedir. Bu yapıldığında Atatürk hümanizminin sadece Atatürk'ün üstün kişiliğine özel bir takım ilginç düşünce ve davranış şekli değil, fakat Hümanizmin gözlenebilen 2500 yıllık tarihine, Türk insanının nihai ve güçlü bir katkısı olduğu görülür. İnsanın tarihi varoluşunu etkileyen her türlü nedenin yine insan olduğunun ve bütün değerlerin kaynağının insan olduğunu varsayan ve toplumun birey üzerindeki yozlaştırıcı etkilerine bireyi savunan Hümanist düşüncenin başlangıcı için Plato ve Aristo'nun toplumcu ve elitist görüşlerine karşı, bireyci ve üniversalist bir reaksiyon olarak ortaya çıkan Stoik Felsefe verilebilir. A. Stoizm Kökeni Stoizm temelde Ortadoğu düşünce sisteminin bir ürünüdür. İlkeleri İsa'nın doğumundan 300 yıl önce Zeno tarafından ortaya konmuştur. Zeno, Kıbrıs'ta Larnaka'da doğmuş ve ortaya koyduğu öğreti ismini ders verdiği Atina'da "Stoa" dan almıştır. Zeno'nun en
  • 7. önemli izleyicisi Cleanthes ve sonra Chrysippus'tur. Daha sonraları Stoizm'in babası olarak nitelendirilen bu üç kişinin çalışmaları "Tüm kutsal ve insancıl" şeyleri içeren bir doktrinin oluşması ile sonuçlanmıştır. Stoizm doğudan batıya geçtiğinde ve Roma dünyasına katıldığında daha farklı bir çehre kazanmıştır. Burada en çok ilgiyi çeken Zeno'nun öğretilerindeki ahlaki unsurlardır. İnsancıl, akılcı ve duygulu olan, ihtirasın fırtınalarından bağımsızlığı, bireysel disiplini, erdemli ilişkileri ve adaleti savunan bir hukuk özlemi Roma niteliğine uymakta idi. Bunun sonucu olarak Stoizm'in etkisi giderek arttı ve Marcus Aurelius'ın tahta geçmesi ,ile yönetici sınıfların benimsediği egemen bir öğreti haline geldi. B. Stosizmin Temel ilkeleri Stoikler felsefeyi "Bilgeliğin peşinde Koşmak" olarak tanımlarlar ve "bilgeliği" de "kutsal ve insancıl olan şeylerin bilgisi" olarak ele alırlar. Bu bilgiyi üç kata ayırırlar: Mantık, Fizik ve Ethik(Ahlak). Gerçeği aramanın ilk ve temel koşulu açık seçik ve doğru düşünce olduğuna göre - Ki bu da kelimelerin doğru kullanımına ve teknik terimlerin sözlüğüne bağlıdır- ilk çalışma Mantıktır. Bundan sonra doğal olguların araştırılması ve doğal kanunlar gelir. Bu da evrenin metafizik yorumuna kadar uzanır. Stoik çerçevede fizik, varoluşun üçlü görünümünün bireyin kendisi, çevresindeki yaratılmış evren ve Tanrı kapsamlı incelemesini içerir. Son olarak, sistemde en yüksek ve önemli yeri tutan Ethik(Ahlak) gelir. Bunun da nedeni felsefenin temel görevinin bireyin düzgün davranışı olmasıdır; bu da "erdem" olarak tanımlanır. Stoikler insanoğlunun en yüksek ve tek amacının mutluluk olduğu görüşündedir. Görüşlerine göre mutluluk "Doğaya göre yaşayarak" elde edilebilir. Bu, basit bir yaşantı ya da tamamen kendi isteğini yapma anlamında ele alınmamalıdır. Çünkü "Doğa", tanrısal kıvılcıma verilen isimlerden sadece biridir ve her şeyi yaratmanın yanısıra bunları uygun ilkelere göre nitelendirirler. "Doğal Yaşantıyı", Marcus Aurelius şöyle tanımlar: " Her yaratığın oluşumunun temel ilkesi ile sıkı tutarlılık içerisinde olması." İnsan ele alındığında bu temel ilke akıldır; kişisel akıl evrensel akılın bir parçasıdır. Böylece, varoluşunun akılcı kanunları takip ettikçe birey mutluluğa yaklaşır; bunlardan uzaklaştıkça mutluluktan uzaklaşır. Aslında, doğal yaşantı; "Aklın kontrol ettiği yaşantıdır" ve bu tür bir yaşantı genel hatları ile "erdem" olarak tanımlanır. Erdemin bu anlamı şu Stoik doğması açıklar: " Erdem tek iyidir ve mutluluk erdemli olmaktır." C. Stoisizmde İrade kavramı Akıl, belirgin bir şekilde bazı şeylerin bizim kontrollümüzde olduğunu, bazılarının da olmadığını söyler. Örneğin, vücut sağlığı, zenginlik, dostlar, ölüm kumandamızın dışındadır; ne de zarar verebilirler. Fakat arzumuz, yargılarımız, ahlaki açıdan doğru olanı kabul etme tersini reddetme yetimiz, gücümüz sınırları dahilindedir. Buna bağlı olarak dış olan hiçbir şey bizi etkileyemez; içsel olarak kabul ya da reddettiğimizde yarar veya zarar görebiliriz. Kendi başına zevk "iyi " değildir; bunlar (zevk ve acı) sadece iyi ve kötü diye yargıladığımızda iyi ve kötü olurlar. Buna göre"görüş tarzı her şeydir" ve "akıllı adam varolan her şeyi kızmadan ve yargılamadan kabul edendir." Stoiklere göre, bilge kişi gerçek kraldır, fakirliğine rağmen zengin, fiziki işkencelere rağmen mutlu, köle bile olsa özgür, tüm değişikliklere rağmen ciddi ve kendine yeterli. Koşullar bu durumu sağlayamadığında arzusuyla hayattan ayrılma konusunda tereddüt etmez. Zeno ve Cleanthes kendi yaşamlarına son vererek öldüler. Bireyin kendine olan güvenine eşit olarak diğerlerine de görevi sözkonusudur. Bütün
  • 8. insanları tek yaratıcı Akıl-Ateş'in görünümleri olduğundan "evrensel kardeşlik" doktrinini stoik düşüncede önemli yer tutmuştur. Rasyonel ve sosyal içgüdü bireyin oluşumunda var olan bir şeydir. Böylece, diğerlerine karşı yumuşaklık kendisi için zorunludur; onların başarısızlıklarına karşı hoşgörülü davranmak için önce kendini eğitmeli, cahillik ve hatalarını hoş görmeli ve ihtiyaçları söz konusu olduğunda onlara Yardım etmelidir. Stoizm, Plato'nun "Devlet" isimli yapıtında tanımını verdiği "Filozof-Kral" kavramını bütün bireylere genelleştirmektedir. Stoisizm için temel birim bireydir ve her birey bir filozof kraldır. Onu "Bilge kişi" olarak adlandırır. Bilge Stoacı, otarşik, tutkusuz olmalı ve kendi kendine yetmelidir. Fakat ruhun dirliği içinde başına geleni sadece kabullenmekte ve ciddi ve dinsel yaşama sevinci ile değil, bütün heyecan ve tutkularında kendine tamamen egemen olma yolu ile. Kişiyi ağına alan ve duyduğu gereksinmeler aracılığı ile insanlara ve nesnellere bağımlı hale getiren güç, kendi istek ve tutkularıdır. Kişi irade gücü ile bütün tutkuları gerçekten yenebilirse, özgür ve bağımsız olacaktır. Bu nedenle irade, özgürlüğün temel bileşimidir. İrade, Stoacılığın getirdiği ve Helen dünyasının dışında başarısını sağlayan temel yeniliktir. Bu anlamda iradeyi belirleyecek Yunanca sözcük olmadığı halde Latince "voluntas" bu anlamı verir. Stoacılık tutkusuz iradenin büyük bir uğraşla elde edilmiş yüce bir özgürlüğe ulaşmasıdır. Bu onun Sokrat'tan esinlendiği temel ilkedir ve bu amaçla insanları eğitmek ister. Stoacılar Sokrat'a bir tür evliya gözü ile bakarlar. İrade, Stoacının doğa ile özdeşleşmiş bir şekilde yaşayabilmesi için sahip olması gereken bir kalite olarak ortaya çıkmaktadır. Böylece kişi iradesinin dışında kalan olguların kendini etkilemesinden üzüntü duymaz, iradesinin dahilinde olan olgular ise, kendi kontrolünde olduğundan yine üzüntü konusu olmaz. D. Stoik Hukuk ve Hümanizm Yalnız Stoacı bilgelerden oluşmuş bir toplum ideal gibi göründüğü halde olanaksızdır. Bilgeler tanımları gereği gereksinmelerden arınmış olduklarından birbirlerine karşı ilgisiz olup toplumsal değillerdir. Buna karşılık Stoacı bilge kişi dokunulmazlığı ve etkilenmeyeceği nedeni ile insanlardan, diğer yandan bencillik dürtülerinden arınmış olduğundan ve akla önem vermesi ile insanları tam üstünlükle yönetebileceği için kaderin iktidara sürüklediği kimsedir. Bilge hukuku çoğunlukla hoşgörülü ve bağışlayıcı bir hukuktur. Bunun yanında bütün Stoiklerin kendi üstünlüklerinin bilinci ile yönetime hevesli olduğu sanılmamalıdır, yöneten ve yönetilen arasındaki ayırım Stoik olamayan bir bilinç için anlamlıdır. Stoacılığın iki önemli düşünüründen Epiktetos'un köle , Marcus Aurelius'un Roma İmparatoru olması bunu doğrular. Marcus Aurelius için Epiktetos saygıdeğer bir bilgedir ve bunu defalarca vurgular. Stoacı hukuk, dünya düzeninin akıl yolu ile bilinmesinden doğan gerektir. Bu hukuk günümüze kadar kulanıla gelen deyimi ile "Doğal Hukuk" tur. Vahyedilmiş, kararlaştırılmış anlaşma ile veya zorla benimsenmiş her türlü hukukun karşıtıdır. Bu modern deyimi ile "Pozitif Hukuk" tur. Böylece Stoisizm, Roma ile birlikte bütün insanlığa rasyonel, bürokratik ve hümanist bir devlet organizasyonu anlayışını kazandırmış olmaktır. DOĞU STOİSİZMİ : TASAVVUF Yukarıda ana hatlarını kısaca özetlemeye çalıştığımız stoisizmin yalnızca Grek-roma dünyasına ait olduğu sanılmamalıdır. Bu düşünce şeklinin ve Stoik felsefenin belkemiğini oluşturan bilge kişi ( tanrısal insan) idealinin Hindistan'da "Budizm", Çin'de "Taoism", Orta Asya'da "Şamanizm" olarak ortaya çıktığı gözlenmektedir.Bunun anlamı, Filozofik - Liberter kişiliklerin her çağda ve her toplumda Dogmatik-Otoriter kişiliklere ve kültürlere karşı bir "Hümanist Kültür" oluşturma mücadelesi verdikleri şeklinde
  • 9. yorumlanabilir. Stoismin diğerlerinden üstünlüğü, pratik sonuçlara önem veren Roma pragmatizmi çerçevesinde akılcı bir doğrultuda gelişmiş olmasıdır. Diğerleri ise doğru despotizmi çerçevesinde irrasyonel bir mistisizme yozlaşmış durumdadır. Bu yozlaşma Roma devet mekanizmasının savaşçı göçmen kavimler tarafından M.S. 5. Yüzyılda çökertilmesi ile güçlenen Hırıstiyanlık ve Hıristiyan mistisizminde de gözlenmektedir. Böylece Stoik anlayış bin yıl kadar süre ile tarihin karanlıklarına itilmiş durumdadır. Bu dönemde Stoik erdemlik ve Doğal Hukuk anlayışı skolastik bir perdenin arkasına itilmiş bulunmaktadır. Erasmus, Dante, Petrarch gibi düşünürlerin 14 ve 15. Yüzyıllarda klasik metinlere ve klasik düşüncelere ilgi duyması ile başlayan Rönesans ve Hümanizma hareketi gerçekte Stoik felsefe ve Doğal Hukuk'un yeniden doğmasıdır. Buna göre "Batılılaşma" süreci ile "Stoikleşme" veya "Romalılaşma" eş anlamlıdır. Bu süreçle, Kilisenin skolastisizm ve mistisizmi giderek yok edilmiş ve Batı toplumları tekrar Rasyonel, Bürokratik ve Hümanist devlet organizasyonuna kavuşmuşlardır. Benzer bir süreç Türk-İslam tarihinde de gözlenmektedir. Orta Asya'nın göç halindeki özgürlükçü insanları Arap-İslam İmparatorluğunun katı şeriatçı düzeni ile karşılaştığında hümanizmleri "Tasavvuf" adı verilen bir mistisizme dönüşmüştür. Tasavvuf hümanisminin Anadolu'da en yoğun şekline ulaştığı görülür. Yunus Emre, Hacı Bektaş'ı Veli, Celaleddin Rumi( Mevlana) bu Hümanizmanın en önde gelen isimleridir. Şeriat ideolojisinin şehirlerde ve kasabalarda medreseler şeklinde organize olması ve kendi dışındaki heteredoks düşünce şemalarına yaşam şansı tanımaması Tasavvufun kırsal alanda yaygınlaşmasına yol açar. Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde, şeriatın medreseleri tam bir kontrol altına alması, tasavvufun rasyonel bir doğrultuda gelişmesini engelledi ve hümanizm mistik formunda giderek yozlaştı. Buna göre Ataürk devrimi sadece Türk iradesini emperyalizmin boyunduruğundan değil, Türk hümanizmini mistisizmin boyunduruğundan da kurtarmış olmaktadır . ATATÜRK STOİSİZMİ : RADİKAL HÜMANİZM Atatürk'ün yaşamı, eylemi ve düşünceleri bu perspektifte incelediğinde, O'nun insanlık tarihinin ender rastlanan Filozof-Krallarından biri olduğu gözlenir. Onunla ilgili anılardan ve söylev ve demeçlerinden derlenen düşünceleri, Atatürk'ün tipik bir Stoik olduğunu ortaya koymaktadır. Düşüncelerinde, bir yandan özgürlük ve erdemlik konularında yoğun bir idealizm, diğer yandan bunların tarih süreci olarak somutlaşması konusunda yoğun bir rasyonalim gözlenmektedir. Atatürk insanlık ideali ve özellikle Türk insanı konusunda "idealist" bu ideallerin gerçekleşmesi konusunda "realist" dir. Bu realizm O'nun "irade" kavramını tarih sürecine sokmasından kaynaklanmaktadır. Atatürk için bütün idealler sahip oldukları irade ölçüsünde mevcut olabilirler. Buna göre özgürlük ve erdemlik gibi idealler ancak bunların arkasında bu ideallerin paylaşan bir insan grubunun örgütlenmiş gücü olan kurumlar ve bir mega kurum olarak "devlet" varolduğu zaman gerçekleşebilir. Atatürk'ün devraim anlayışının tarih içersinde yozlaşarak geri kalan ve Türk insanını geri bırakan kurumların radikal bir şekilde tasfiye edilerek yerine aklın ve özgürlüğün kurumlarının oluşturulması, bu anlayışın blirgin göstergesidir. Bunu Atatürk'ün aşağıdaki sözleri somut bir biçimde kanıtlamaktadır. BİREYSEL ÖZGÜRLÜĞÜN ÖNEMİ "Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir. Ben milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan istiklal aşkı ile yaratılmış bir adamım. Çocukluğumdan bu güne kadar ailevi, hususi ve resmi hayatımın her safhasını yakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bence bir milletle şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması
  • 10. mutlaka o milletin hürriyet ve istiklaline sahip olmasına bağlıdır. Ben şahsen bu saydığım özelliklere çok ehemmiyet veririm ve bu özelliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için milletimin de aynı özellikleri taşımasını şart ve esas bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet gereğinden olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım(1921 a.s.d.ııı. s.24)" BİREYSEL ÖZGÜRLÜĞÜ KORUYAN DEVLET "Ferdi hürriyet" karşısında fertlerin hepsinin kurduğu dayandığı, bir de devletin de idaresi, hakimiyeti vardır. Fertlerin hürriyeti korumakla vazifeliolan diğer taraftan devletin de idare ve hakimiyetinin felçli bir hale gelmesine çok dikkat etmeleri lazımdır. Fertlerin hürriyeti ve iradesinin korunmasına bağlıdır. Devlet iradesi felç olursa fertlerin hürriyetini muhafaza edecek hiç bir kuvvet ve vasıta kalmaz. Bundan ötürü hürriyeti yalnız bir tarfalı değil her iki taraflı düşünmek lazımdır. Ferdi hürriyetler mukaddestir. Bunların korunması için daima çalışılır. Fakat bu çalışmada devletin kuvveti, otoritesi hiçe sayılırsa farzımahal olarak belki hiçe indirilebilir, ancak bu takdirde bu gibi insanların nihayet mutlaka başka devletin otoritesi altına girmek aşağılığına düşeceklerini, yabancı bir devletin otoritesinin esaret unsurlarını kendi elleriyle boyunlarına takmaya mecbur olacaklarını akıldan çıkarmamak lazımdır. 1931 (T.TOROS 197, Adana Sey. S.37) BİREY VE TOPLUMUN KARŞILIKLI GEREĞİ "Bir toplumda kıymet ve kuvvet, onu kuran fertlerin kendilerini kıymet ve kuvvetli saymalarındandır. Ancak bu gibi fertlerden kurulmuş olan toplumlardır ki, yekpare kıymet kudret, manzarası gösterebilir. İnsanlar, dünya yüzünde insan sıfatını aldıkları, tarihten önceki zamandan bu güne kadar, yalnız yaşamayan ve mutlaka topluluk halinde yaşamak tabii nasibinde yaratılmış olduklarını bilmelidirler. İşte bu itibarla hepimiz söyleriz, hepimiz şerefleniriz, hepimiz bu şerefi kendimize bağlayabiliriz; fakat hakikat şudur ki her ferdi şeref ve haysiyet ve kahramanlık hiç bir ferdin değildir; bütün fertlerden meydana gelen toplumundur. (1937) BİLGE KİŞİ ÖNDERLİĞİ "Bütün insanlığın varlığını kendi şahıslarından gören insanlar mutsuzdurlar. Besbelli ki, o adam fert sıfatı ile mahvolacaktır. Herhangi bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mesut olması için lazımgelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecek nesillerin şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulunabilir. Ancak bu şekilde hareket edebilir. Bu insan böyle hareket ederken, "Benden sonra gelecekler acaba böyle bir ruhla çalıştığını farkedecekler mi ? diye bile düşünmemelidirler. Hatta en mesut olanlar, hizmetlerinin bütün nesillere meçhul kalmasını tercih
  • 11. edecek karakterde bulunanlardır." Büyüklük odur ki, hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmıyacaksın, memleket için gerçek ülkü neyse onu görecek, o hedefe yürüyeceksin, herkes senin aleyhinde bulunacaktır. Herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. Önüne sayılamıyacak güçlükler yığacaklardır. Kendini büyük değil küçük, zayıf , vasıtasız, hiç telakki ederek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu güçlükleri aşacaksın. Ondan sonra sana büyüksün derlerse bunu diyenlere gülüp geçeceksin. Bir adam ki büyük olmaktan bahseder, benim hoşuma gitmez. Bir adam ki memleketi kurtarmak için evvela büyük adam olmak lazımdır der ve bunun için bir örnek seçer, onun gibi olmayınca memleketin kurtarılamıyacağı inancında buluınur, bu adam değildir. 1908." BÜYÜK HEDEFLERE YÖNELME "İnsanlar daima yüksek, temiz ve mukaddes hedeflere yürümelidir. Bu harket şeklidir ki, insan olanın vicdanını, dimağını ve bütün insani kavramını tatmin eder. Bu şekilde yürüyenler, yükselirler ve bu hareket şekli mutlaka açık olur. Çünkü alnıaçık dimağ, açık, kalp ve vicdanı açık insanlar tarafından idare olunabilen toplumlar, ancak bu manada hareketlerin izleyicisi olabilirler. Fikirlerini, duygularını ve teşebbüslerini gizli tutanlar, gizli vasıtalar uygulamaya girişirler mutlaka utanma ve sıkılmayı gerektiren akıl ve mantığın haricinde hareket edenler olabilirler. Bu gibi işlere girişenlerin sonu ergeç acıdır. ( 1920. A.S.D. III. 80-81) İNSANLARIN EVRENSEL KARDEŞLİĞİ : "Artık insanlık mefhumu vicdanlarımız tasfiyeye ve hislerimizi ulvileştirmeye yardım edecek kadar yükselmiştir. Vaziyetleri ve onların icaplarını medeni insan fikriyle ve yüksek vicdan aydınlığı ile müşahade ve mütalaa ederek, şu neticelere varırız: insanları mes'ut edeceğim diye, onları birbirine boğazlatmak, gayri insani ve son derece teesüfe şayan bir sistemdir. İnsanları mes'ut edecek yegane vasıta, onları birbirine yaklaştırmak, onlara birbirlerini sevdirmek, karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. Cihan sulhu içinde beşeriyetin hakiki saadeti ancak bu yüksek ideal yolcuların çoğalması ile mümkün olacaktır." ATATÜRK EPİSTEMOLOJİSİ A:RH+ Kuşkusuz ki " Atatürk Hümanizmi' ni somutlaştıran, O'nun dev bir felsefeyi birkaç cümleye indirgeyebilen yukarıdaki sözleri değildir. Bu sözlerin Türkiye Cumhuriyeti aracılığı ile bütün değerleri ve kurumları ile birlikte bir tarih iradesi haline dönüştürülmüş olmasıdır. 75. yılını kutlama aşamasında olan Türkiye Cumhuriyeti, Özgürlüğü tutku haline getirmiş, çelik iradeli ve 21. yüzyıl vizyonlu bir insanın, yalnız Türk insanına değil, insanlık tarihine bir armağanıdır. Gerek tarihten alına örnekler, gerekse ATATÜRK'ün ortaya koyduğu devrim modeli ve uygulamaları, yaratıcı-önder kişilerin insan, toplum ve tarih karşısında üç temel tavır
  • 12. içinde olduğunu belgelemektedir. 1- Radikalizm 2- Hümanizm 3- Pozitivizm (Rasyonalizm) Bu tavırları kısaca aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: Radikalizm : İnsanı anlamlı yapan sahip olduğu ve koruyabildiği değerlerdir. Bu değerleri koruyabilmek, baskıcı güçlere karşı direnme kapasitesi ve baskıları yok edinceye kadar uğraşabilmek iradesi gerektirmektedir. Bu nedenle bütün yaratıcı eylemler güçlü bir iradeye dayanan bir radikalizmi gerektirmektedir. Yaratıcı-önder kişilerin geleceği görebilme sezileri, baskıyı otoriteden ayırabilme refleksleri, risk alma kapasiteleri, özgürlükten yana ve baskıya karşı olma eğilimleri, onların öncelikle radikal tutum ve davranışlara sahip olmalarını gerektirmektedir. Hümanizm : ATATÜRK, Türk milletini, insanlığın uygarlık kuran ve uygarlık taşıyan bir parçası olarak algılamakta ve Türk tarihini insanlığa olumlu katkıların yapıldığı pozitif bir tarih olarak değerlendirmektedir. O' nun için Türk insanına yapılan haksızlıklara karşı olmak aynı zamanda insanlığa yapılan bir haksızlığa da karşı olmaktır. ATATÜRK insanı bütün değerlerin kaynağı olarak algılamakta ve insan zaaflarının ve çelişkilerinin akıl ve sevgi ile yok olacağını, düşmanlıkların anlamsız ve yersiz olduğunu vurgulamaktadır. İnsan ve Özgürlük sevgisi ile bundan kaynaklanan hoşgörü ATATÜRK' çü felsefenin en temel imperatiflerinden biridir. ATATÜRK için insan sevgisi bir kültürel bağlılığın geçerli olduğu bir millet sevgisini gerektirir. Kendi milletini seven ve geçmişi ile övünen başka milletlere ve tarihe de saygılı olacaktır. Pozitivizm (Rasyonalizm) İnsan ve özgürlük sevgisi, bireyin, yoksulluk, cehalet ve korku ile ezilmesinin engellenmesini gerektirir. Bu nedenle insanların sorunları doğru ve gerçekçi algılanmalı ve o'nun gelişmesini engelleyen kısıtlar yok edilmelidir. Bu ise ancak aklın bütün kapasiteleri ile kullanılması ile gerçeklşetirilebilir. Bunun da çağdaş ve kurumlaşmış şekli bilimdir. Hiç bir soruna aklın ve bilimin dışında çözüm aranamaz. Bu nedenle ATATÜRK bilimi en gerçek yol gösterici olarak tanımlamakta ve her düzeydeki laik pozitivist eğitime büyük önem vermektedir. ATATÜRK'ün Kurtuluş Savaşı başlangıcında ortaya koyduğu "Ya İstiklal, Ya Ölüm" bütün bu felsefenin özetidir. ATATÜRK özgürlük uğruna ölecek kadar radikal- hümanist tek çözümün bu olduğunu görecek kadar rasyonalisttir. KAYNAKLAR 1- MARCUS AURELIUS :Meditations, Penquin Books, Harmondworth, England,1964
  • 13. 2- ÇİÇERO, M.T…Selected Works, Penquin Books, Harmondsworth, England,1974 3- EBENSTEIN, W. : Great Political Thinkers: Plate to tıe Present, Holt, Rinehart and Winston, Newyork, 1969 4- NEUMANN, FRANZ : The Democratic and Authoritarian State, Free Press, N.Y. 1964 5- SABINE, G. : Siyasal Düşünceler Tarihi, ( I-II-III), Türk Siyasi İlimler Derneği No: 18, Ankara 1969 6- SCHILLING, K. : Toplumsal Düşünce Tarihi, Varlık Yayınevi, İstanbul, 1971 7- SENECA : Letters From a Stoic. Penquin Books, Harmondsworth, England, 1977. 8- SİNANOĞLU, SUAT : Türk Hümanizmi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1980