SlideShare a Scribd company logo
76 TUR SURESİ
GİRİŞ
Tur suresi Mekke’de 76. sırada inmiş olup adını 1. ayetteki “ ‫ططرور‬ّ‫و‬ ‫ال‬et-Tur”
sözcüğünden almıştır.
Surenin ana ekseni tevhid, elçilik ve ahiret [öldükten sonra dirilme] ile ilgili
konulardır. Ahiretin gerçekliğine ilişkin kanıtların ortaya konduğu surede hem iman
edenlerle ilgili özendirici sahneler, hem de inkârcılarla ilgili uyarıcı sahneler
nakledilmektedir. Ayrıca puta tapan müşrikler şiddetli inatları ve aşırı azgınlıkları
sebebiyle kınanıp azarlanmakta, Resulullah ise kendisine yapılan saldırılara karşı
sabra davet edilerek kendisinden elçilik görevini sabırla sürdürmesi istenmektedir.
1
MEAL:
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
1-8
Tûr'un kaldırılışı, yayılmış ince deri üzerine satırlaştırılmış Allah'ın
indirdiği tüm kitaplar,
Allah'ın ma‘mur evi; Ka‘be'yi, Fil ashâbı'na yıktırmayışı,
Âd ve Semûd toplumlarının değişime/ yıkıma uğratılışları,
Nûh toplumunun suya boğdurulması, Firavun ve yakınlarının suda
boğulması, Sebe halkının sel felaketiyle cezalandırılması,
Semûd ülkesi gibi nice memleketlerin kuraklıkla, göllerinin, nehirlerinin
kurutulup her yanının çölleşmesi ile cezalandırılması kanıttır ki şüphesiz
Rabbinin azabı, kesinlikle vuku bulacaktır, ona engel olacak yoktur.
9,10
O gün gök, sarsıldıkça sarsılır, dağlar da yürüdükçe yürür.
11,12
Öyleyse, o gün boş uğraş içinde oynayıp duran yalanlayıcıların vay
haline!
13-16
O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu,
yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor
musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir.
Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!–
17-20
Şüphesiz Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, Rablerinin
kendilerine verdiği ile sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak, zevk ü sefâ
sürerek cennetlerdedirler, nimetler içindedirler. Ve Rableri onları cehennem
azabından korumuştur. Biz onları iri gözlülerle eşleştirdik de. –“Yaptıklarınıza
karşılık afiyetle yiyin, için!”–
21
Ve iman eden, soyları da iman ile kendilerine uyan kimseler; işte Biz,
onların soylarını da kendilerine kattık. Kendilerinin amellerinden bir şey
eksiltmedik. Herkes kendi kazandığıyla rehindir.
22
Onlara canlarının istediği meyveler ve etlerden bol bol sergiledik.
23
Orada, kendisinde boş söz, saçmalama ve günaha sokma olmayan bir
kadehi kapışırlar.
24
Ve kendilerine ait birtakım delikanlılar onların etrafında dönerler; sanki
onlar sedefleri içine gizlenmiş inci gibidirler.
25-28
Birbirlerinin yüzüne dönüp soruyorlar: “Gerçekte biz daha önce
ailemiz içinde korkanlardan idik. Allah bizi kayırdı ve bizi içe işleyen azaptan
korudu. Şüphesiz biz daha önce, O'na yalvarıyor idik. Şüphesiz O, iyilik
yapanın, acıyanın ta kendisidir.”
29
Hadi sen öğüt ver! Artık sen Rabbinin nimeti sayesinde kâhin ve gizli
güçlerce desteklenen/deli birisi değilsin.
30
Yahut onlar: “Bir şâirdir, zamanın felaketlerine çarpılmasını
gözetliyoruz” mu diyorlar?
31
Sen de ki: “Bekleyin, işte ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”
32
Onların akılları mı bunu emrediyor yoksa onlar azgın bir topluluk
mudur?
33,34
Yahut vahyedilenleri, “Kendi uydurup söyledi” mi diyorlar? Aslında
onlar inanmıyorlar. Peki, onun gibi bir sözü onlar getirsinler, eğer doğru
kimseler iseler.
2
35
Yoksa onlar, hiçbir şeysiz mi oluşturuldular? Yoksa kendileri mi
oluşturuculardır?
36
Yoksa gökleri ve yeryüzünü kendileri mi oluşturdular? Aslında, onlar
kesin bilgi sahibi değildirler.
37
Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yahut kendileri
egemenlik sürenler midirler?
38
Yoksa kendileri için dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse
dinleyenleri, açık bir delil getirsin.
39
Ya da kızlar O'na, oğullar size mi?
40
Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar,
borçtan dolayı ağır bir yük altına mı girdiler?
41
Yoksa görülmeyen, duyulmayan, sezilmeyen, geçmiş, gelecek
kendilerinin yanındadır da onlar mı yazıyorlar?
42
Yoksa bir sinsi plân mı yapmak istiyorlar? Fakat kâfirlerin; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin kendileri sinsi plâna
düşenlerdir.
43
Yoksa onlar için Allah'tan başka bir ilâhı mı var? Allah, onların ortak
koştukları şeylerden arınıktır.
44
Ve gökten düşmekte olan bir parça görseler, “Üst üste yığılmış
bulutlardır” derler.
45
Artık onları, baygın düşüp yıkılacakları günlerine kavuşuncaya kadar
bırak.
46
O gün sinsi plânları, kendilerine hiçbir şekilde yarar sağlamaz ve onlar
yardım olunmazlar.
47
Evet, şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselere,
bundan aşağı bir azap var, ama onların çoğu bilmiyor.
48,49
Ve sen Rabbinin hükmü için sabret. Artık şüphesiz sen Bizim
gözlerimizin önündesin. Kalktığın zamanda, gecenin bir kısmında ve yıldızların
batışında Rabbinin övgüsü ile birlikte Kendisini noksan sıfatlardan arındır.
Hadi O'nu tüm noksan sıfatlardan arındır!
TAHLİL
1-8
Tûr'un kaldırılışı, yayılmış ince deri üzerine satırlaştırılmış Allah'ın
indirdiği tüm kitaplar,
Allah'ın ma‘mur evi; Ka‘be'yi, Fil ashâbı'na yıktırmayışı,
Âd ve Semûd toplumlarının değişime/ yıkıma uğratılışları,
Nûh toplumunun suya boğdurulması, Firavun ve yakınlarının suda
boğulması, Sebe halkının sel felaketiyle cezalandırılması,
3
Semûd ülkesi gibi nice memleketlerin kuraklıkla, göllerinin, nehirlerinin
kurutulup her yanının çölleşmesi ile cezalandırılması kanıttır ki şüphesiz
Rabbinin azabı, kesinlikle vuku bulacaktır, ona engel olacak yoktur.
Sure, beş şeye kasem edilerek Allah’ın azabının kesinlikle gerçekleşeceği ve
hiç kimsenin, hiçbir şeyin buna engel olamayacağı hükmünün bildirilmesiyle
başlamaktadır. Ayetlerin açık ifadesi, Allah’ın azabının daha evvel yaşandığı,
kimsenin buna engel olamadığı, gerektiğinde Allah’ın azabının yine vuku bulacağı
ve kimsenin buna engel olamayacağı mesajını vermektedir.
Kasem pasajını iyi anlayabilmek için kasem edilen [referans verilen] olayların
iyi anlaşılması gerekmektedir. Ne var ki, daha evvel Tebyinü’l-Kur’an’ın muhtelif
yerlerinde de değindiğimiz gibi, değerli seleflerimiz Kur’an’daki kasem
cümlelerinin birçoğuna gerekli özeni gösterememiş, bu nedenle de söz konusu
kasem cümleleri ve bu cümlelerin oluşturduğu pasajlar doğru dürüst tahlil
edilememiştir.
Konuyu doğru anlamamız için önce konuya ait klasik kabullerden birini
naklediyoruz:
“Andolsun Tur’a” buyruğunda sözü edilen “Tur”, Yüce Allah'ın Musa (as) ile üzerinde
konuştuğu dağın adıdır.
“Yayılmış sahife[ler] içinde yazılmış Kitab’a…” Bununla müminlerin mushaflardan,
meleklerin de Levh-i Mahfuz'dan okuduğu Kur'ân-ı Kerim kastedilmektedir. Nitekim Yüce Allah bir
başka yerde “Şüphesiz o, oldukça şerefli bir Kur'ân'dır. Korunan bir kitaptadır (Vakıa/77, 78)”
buyurmaktadır.
Bir başka açıklamaya göre, bu ifadeden maksat diğer peygamberlere indirilmiş kitaplardır. Bu
kitapların her birisi, o kitabı okuyanlarca okumak maksadıyla yayıp açtıkları inceltilmiş bir deri
üzerinde bulunuyordu.
"Beyt-i Ma'mur'a" buyruğu hakkında Ali, İbn Abbas ve başkaları şöyle demişlerdir: Bu, Kâbe
hizasında semadaki bir evdir. Her gün oraya yetmiş bin melek girer, sonra oradan çıkarlar ve tekrar
bir daha oraya dönmezler.
Ali (r.a) dedi ki: O, altıncı semada bir evdir. Dördüncü semada olduğu da söylenmiştir. Enes b.
Malik, Malik b. Sa'saa'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûluüah (sav) buyurdu ki: "Ben
dördüncü semaya götürüldüm. Önümüze Beyt-i Ma'mur yükseltildi. Onun Kâbe’nin tam hizasında
olduğunu gördüm. Eğer aşağı düşecek olursa, Kâbe’nin üzerine düşer. Her gün oraya yetmiş bin
melek girer. Ondan çıktılar mı bir daha oraya dönmezler.' Bunu el-Maverdi zikretmiştir
El-Kuşeyrî'nin İbn Abbas'tan naklettiğine göre, Beyt-i Ma'mur dünya semasındadır.
Ebu Bekr el-Enbarî dedi ki: İbnu'l-Kevva, Ali (r.a)'a “Beyt-i Ma’mur nedir?” diye sormuş, o da
şöyle cevap vermiştir: “O, Arş’ın altında ed-Durah diye anılan yedi semanın da üstünde bir evdir.”
Es-Sıhah'da da böyledir: "Ed-Durah", semada bir ev olup İbn Abbas'tan rivayete göre o Beyt-i
Ma'mur'dur. Oranın mamur olması ise oraya çokça meleklerin girip çıkmasından dolayıdır.
El-Mehdevî de İbn Abbas'tan söyle demektedir: Beyt-i Mamur Arş’ın hiza-sındadir.
Müslim'in Sahih'inde yer alan Malik b. Sa'saa'nın Peygamber (sav)'dan İsra hadisinde yaptığı
rivayet de şöyledir; "Sonra bana Beyt-i Mamur yükseltildi. ‘Ey Cebrail, bu nedir?’ diye sordum.
Dedi ki: ‘Bu, Beyt-i Ma'mur'dur. Buraya her gün yetmiş bin melek girer. Ondan çıktılar mı bir daha
oraya geri dönmezler. Bu onların üzerindeki son sorumluluktur." Böyle diyerek hadisin geri kalan
bölümünü zikretmektedir.
Sabit'in Enes b. Malik'ten rivayetine göre de Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Bana burak
getirildi..." Bu hadiste şu ifadeler de yer almaktadır: "Sonra yedinci semaya yükseltildik. Cebrail
(a.s) kapının açılmasını istedi. ‘O kim?’ diye soruldu, ‘Cebrail’ dedi. ‘Seninle beraber kim var?’ diye
soruldu, O ‘Muhammed (sav)’ diye cevap verdi. ‘Ona peygamberlik verildi mi?’ diye soruldu, o
‘Evet, ona peygamberlik verildi’ dedi. Kapı bize açıldı. İbrahim (a.s)’ı sırtını Beyt-i Ma’mur'a
yaslamış olarak gördüm. Bir de baktım ki oraya her gün yetmiş bin melek giriyor ve tekrar oraya geri
dönmüyorlar
Yine İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Göklerde ve yerlerde Yüce Allah'ın on
beş evi vardır, Bunların yedisi semada, yedisi yerlerde ve biri de Ka'be'dir. Bütün bu evler Ka'be'nin
karşısındadırlar.
El-Hasen: ‘Beyt-i Ma’mur, Ka'be'nin kendisidir’ demiştir. El-Beytu'l-Haram, insanlar
4
tarafından imar edilen beyttir. Yüce Allah burayı her yıl altıyüzbin kişi ile imar eder. Eğer insanlar
bu kadar sayıyı tamamlayamayacak olursa, Allah bu sayıyı meleklerle tamamlar. Yüce Allah'ın
yeryüzünde kullar için koyduğu ilk ev odur.
Er-Rabi b. Enes dedi ki: Beyt-i Mamur yeryüzünde Âdem (a.s) döneminde Kâbe’nin
bulunduğu yerde idi. Nuh (a.s)'ın dönemi gelince, Yüce Allah onlara haccetmelerini emrettiği halde
onlar bunu kabul etmediler, ona karşı geldiler. Su yükselince Beyt-i Mamur kaldırıldı ve dünya
semasında onun hizasına yerleştirildi. Her gün orayı yetmişbin melek imar eder. Sura üfürüleceği
vakte kadar da bir daha oraya geri dönmezler. (Er-Rabi b. Enes devam ederek) dedi ki: Aziz ve celil
olan Allah, İbrahim'e, Beyt’in yerini Beyt-i Ma’mur'un bulunduğu yerde gösterdi. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: “Hani Biz İbrahim'e Beyt’in yerini tayin etmiş ve şöyle demiştik: Bana hiçbir şeyi
ortak koşma! Tavaf edenler, orada ikamet edenler, rüku' ve sucud edenler için beytimi temizle!
(Hac/26)”
"Yükseltilmiş tavana" buyruğu ile semayı kastetmektedir. Yüce Allah ona "tavan" adını
vermektedir. Çünkü yere nisbetle sema, eve nisbetle tavan gibidir. Bunu da Yüce Allah'ın “Ve
gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık (Enbiya/32)” buyruğu açıklamaktadır.1
“Ma'mûr olan ev [Kâbe]”: Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde mevcut İsrâ hadîsine göre Allah
Rasûlü (s.a.), yedinci semâyı geçtikten sonraki kısmı şöyle anlatıyor: (Cebrail) beni Beyt-i Ma'mûr'a
yükseltti. Bir de baktım ki, her gün yetmiş bin melek oraya giriyor ve kıyamete kadar bir daha
dönmüyor. Yani bu yetmiş bin melek orada ibâdet edip onu tavaf ediyorlar. Aynen yeryüzü halkının
Kâ'be'yi tavaf ettiği gibi. Beyt-i Ma'mûr da yedinci gök ehlinin Kâbe'sidir. Bu sebeple Hz.
Peygamber, Hz. İbrahim Halîl (a.s.)’ı Beyt-i Ma'mûr'a sırtını dayamış olarak bulmuştur. Zira Hz.
İbrâhîm yeryüzündeki Kâbe'nin bânîsidir. Elbette mükâfat amel cinsinden olacaktır. Beyt-i Ma'mûr
Kâ'be’nin hizâsındadır. Her semâda o semâ ehlinin, içinde ibâdet edeceği ve kendisine doğru namaz
kılacakları bir Beyt [Kâ'be] vardır. Dünya semâsındakine Beyt el-îzzet denilir. En doğrusunu Allah
bilir.”2
Pasajda kasem edilen, yani şahit gösterilen, referans verilen olgular Allah’ın
azabının kesinlikle olacağına kanıt gösterildiğine göre, yukarıdaki alıntılarda
nakledilenlerin çoğunu kabul etmek mümkün olmaz. Çünkü kasem edilen olgular,
bu alıntılardaki nakillerde vehme, hayale dayalı olarak anlatılmıştır. Hâlbuki verilen
referanslar, gösterilen tanıklar ve kanıtlar gerçek-somut, yaşanmış ve yaşanabilir
olmalıdır.
Surenin başında kasem edilerek Allah’ın azabına kimsenin engel olamayağına
verilen referanslar:
1- TUR: Burada kasem Tur’un kaldırılmasınadır. Tur’un eteğinde bulundukları
dönemde azmış olan İsrailoğulları, bu dağdaki patlama ile cezalandırılmıştır. Bu
hem Kur’an’da, hem Kitab-ı Mukaddes’te, hem de İsrailoğulları tarihinde var olan,
bilinen, inkâr edilmeyen bir olaydır. Kimse bu azaba engel olamamıştır.
Kur’an’da:
171
Hani bir zamanlar, o dağ gölgelik/şemsiye gibi iken, onlar da, dağ üzerlerine yıkılacak diye
inanmışlarken Biz, onların Üst'ünü/en seçkinlerini o dağa çekmiştik/ yükseltmiştik: “Allah'ın
koruması altında olmanız için size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içindekini hatırınızdan
çıkarmayın!”
(Araf/171)
154-158
Ve söz vermeleri ile birlikte üstlerini/ en değerlilerini/Mûsâ'yı Tûr'a yükselttik. Ve onlara:
“O kapıdan boyun eğip teslimiyet göstererek girin” dedik. Yine onlara: “Tefekkür/kulluk gününde
sınırları aşmayın” dedik. Sonra da onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın âyetlerine
1
(Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)
2
(İbn Kesir)
5
inanmamaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: “Kalplerimiz örtülüdür/ sünnetsizdir”
demeleri –aksine Allah, küfretmeleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri
nedeniyle kalplerine damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar– ve Allah'ın ilâhlığına ve
rabliğine inanmamaları ve Meryem'in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri; “Biz, Allah'ın
Rasûlü Meryem oğlu Mesih Îsâ'yı gerçekten öldürdük” demeleri nedeniyle onlardan sağlam bir söz
aldık. Oysa O'nu öldürmediler ve O'nu asmadılar. Ama onlar için, Îsâ, benzetildi. Gerçekten O'nun
hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir yetersiz bilgi içindedirler. Onların zanna uymaktan başka
buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. O’nu kesin olarak öldürmediler. Aksine Allah O'nu, Kendine
yükseltti/ derecesini artırdı. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün
olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
(Nisa/154)
Talmud’da:
"O Kutsal Varlık, Sina Dağı'nı büyük bir tekne gibi onların üstüne kaldırdı ve: "Tevrat'ı kabul
ederseniz iyi olur, yoksa burası mezarınız olur" dedi.3
Kitab-ı Mukaddes’te:
Halk gök gürlemelerini, boru sesini duyup şimşekleri ve dağın başındaki dumanı görünce
korkudan titremeye başladı.4
2- YAYILMIŞ İNCE DERİ [PARŞÖMEN] ÜZERİNE SATIRLAŞTIRILMIŞ
KİTAP: Yazının icadı kâğıdın icadından evveldir. Tabletlerden, papirüslerden sonra
yazı malzemesi olarak parşömen geliştirilmiştir. Uzun zaman korunabilmesi, elde
bulundurulması nedeniyle yazılıp korunmak istenen kitaplar başka malzeme yerine
ceylan derisi üzerine yazılırdı. Kutsal kitaplar da böyle yazıldı ve böyle korundu.
Geçmişe ait korunmuş sahifeler, “rakk-ı menşur” denilen ceylan derilerinde
yazılıdır.
Kasemin bu kitaplara yapılmış olması, onların içerisinde azmış olanların
akıbetlerine dair bilgilerin varlığından dolayıdır. O kitapları okuyanlar, Rabbimizin
azgınları cezalandırdığı ve kimsenin buna engel olamadığı bilgisine sahip olurlar.
3- ‫مور‬‫م‬‫المعم‬ ‫البيت‬ MA’MUR EV: “ ‫مور‬‫م‬‫المعم‬el-Ma’mur” sözcüğü “imar edilmiş,
ömürlendirilmiş” anlamındadır. Yukarıda alıntıladığımız nakillerdeki gibi göklerde
olan bir ev değildir; Mekke’deki Beytullah’tır yani Kâbe’dir. Burada referans
verilen olay ise Allah’ın Kâbe’yi yıkmak isteyen düşmanları perişan ettiği “Fil
Vakası”dır.
1,2
Rabbin, filli orduya nasıl etti görmedin mi/ hiç düşünmedin mi? Onların kötü plânlarını boşa
çıkarmadı mı?
3-5
Ve onların üzerlerine, onlara pişmiş taşlar ile birlikte iri taneli yağmur yağdıran öbek öbek
bulutlar; boran gönderdi de onları bir yenik bitki yaprağı gibi yapıverdi.
(Fil/1-5)
4- YÜKSELTİLMİŞ TAVAN: Ayetteki bu ifade ile Ad ve Semud
kavimlerinin helak edilişlerine dikkat çekilmiştir.
26
Şüphesiz onlardan önceki kimseler tuzak kurdular da Allah, onların duvarlarına temellerinden
vurdu. Sonra da çatı tepelerinden üzerlerine çöktü. Ve onlara azap akledemedikleri bir yönden geldi.
(Nahl/26)
3
(Talmud; Shab, 88)
4
(Çıkış; 20; 18)
6
5- DOLDURULMUŞ/TUTUŞTURULMUŞ DENİZ: Ayetteki “‫مسجور‬ Mescur”
kelimesi, “ ‫سجر‬scr” kökünden türetilmiştir. “Scr”, “doldurmak, akmak, suyu gitmek,
sel suyuyla dolmak, fırını tutuşturmak” anlamlarındadır.5
Sözcüğün bu anlamları dikkate alındığında, “doldurulmuş deniz” ifadesiyle şu
azapların anlaşılması mümkün olmaktadır: Nuh kavmin suya gark edilmesi, Firavun
ve yakınlarının suda boğulması, Sebe’ halkının sel felaketiyle cezalandırılması,
Semud ülkesi gibi nice memleketlerin kuraklıkla, göllerinin, nehirlerinin kurutulup
her yanının çölleşmesi ile cezalandırılması.
90-92
Ve İsrâîloğulları'nı bol sudan/nehirden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve
düşmanlıkla onları hemen izledi. Sonunda boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrâîloğulları'nın
inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım” dedi. –Şimdi
mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun. Artık Biz senden sonra
geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız.– Ve şüphesiz insanlardan
birçoğu kesinlikle Bizim âyetlerimize/ alâmetlerimize/ göstergelerimize karşı duyarsız/ilgisizdirler.
(Yunus/90- 92)
50
Hani bir zamanlar da Biz, bol suyu/nehiri sizin için yarıp da sizi kurtarmış, siz bakıp
dururken Firavun'un yakınlarını da suda boğmuştuk.
(Bakara/50)
15
Andolsun ki Sebe toplumu için yurt tuttukları yerde bir alâmet/gösterge vardı: Sağdan ve
soldan iki bahçe! –“Rabbinizin rızkından yiyin ve O'nun için nimetlerin karşılığını ödeyin! Ne güzel
bir belde ve çok bağışlayıcı bir Rabb!”–
16
Fakat onlar yüz çevirdiler; nimetlerin karşılığını ödemediler. Biz de üzerlerine barajların
selini salıverdik ve iki bahçelerini onlara buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da “sidir ağacı”
bulunan iki bahçeye çevirdik.
17
Bu, onların küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olmaları nedeniyle
Bizim onları cezalandırmamızdır. Ve Biz sadece çok nankör olanları cezalandırırız.
(Sebe/15-17)
Ve Nuh/25, A’raf/61-64, Mülk/30, Şems/11-14.
9,10
O gün gök, sarsıldıkça sarsılır, dağlar da yürüdükçe yürür.
11,12
Öyleyse, o gün boş uğraş içinde oynayıp duran yalanlayıcıların vay
haline!
Bu ayetlerde artık dünyanın işlevini tamamladığı, kıyametle beraber yeni bir
oluşumun başladığı mesajı verilmekte ve ahireti inkâr edenleri bekleyen perişanlığa
dikkat çekilerek inkârcılar uyarılmaktadırlar.
48-51
O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka
yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya
çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır,
yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.
(İbrahim/48- 51)
88
Ve sen dağları görürsün; sen onları donuk, durgun sanırsın. Oysa onlar her şeyi sapasağlam
yapan Allah'ın yapımı olarak bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Şüphesiz ki O, yaptıklarınıza
tamamıyla haberdardır:
(Neml/88)
5
(Lisanü’l- Arab, c. 4, s. 498,499, scr mad.)
7
47
Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yeryüzünü çırılçıplak/ dümdüz göreceksin. Ve
Biz onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık.
48
Ve onlar, saf hâlinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce oluşturduğumuz gibi
Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı gerçekleştirmeyeceğimize bâtılca
inanıyordunuz.”
(Kehf/47, 48)
Ve Mümin/85, Ta Ha/105- 107, Vakıa/5, Hakkah/14, Meariç/9, Müzzemmil/14, Mürselat/10,
Nebe’/20, Tekvir/3, Kariah/5.
Konumuz olan ayetteki “Öyleyse, o gün boş uğraş içinde oynayıp duran
yalanlayıcıların vay haline!” cümlesi, yalanlayıcıların boş işlerle, işe yaramayacak
şeylerle uğraştıkları için kınanıp tehdit edildiklerini ifade etmektedir. Bu halleriyle
onlar, mezbahaya kesime giderken karınlarını şişirmeye çalışan hayvanlara
benzemektedirler.
13-16
O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu,
yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor
musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir.
Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!–
Oyunla oynaşla ömür tüketen inkârcılar o gün cehennem ateşine itildikçe
itilirler. Onlara “İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir?”
denir. Böylece alay edip durdukları, çeşitli saçma bahaneler ileri sürek
yalanladıkları ahiretin gerçekliğine bizzat tanık olurlar. İçine itildikleri ateş sadece
yaptıklarının karşılığı olarak aldıkları bir karşılıktır.
Yalanlayıcıların cehennem kenarında “Peki, bu da mı bir sihir?” istihzasına
maruz kalmaları, kendilerine Kur’an tebliğ edildiği, cehennem ile uyarıldıkları
zaman elçi hakkında “Bu sırf kelime oyunudur, sözle büyülemedir, bunlarla bizi
ahmak yerine koyuyor” dediklerine karşılıktır. Bir bakıma bu tavırları hatırlatılıp
“Şimdi söyleyin! Önünüzdeki şu cehennem bir sihir midir? Yoksa siz görmüyor
musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir.
Siz sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!” denilmektedir.
Bu sahneler, ileri derecede uyarı amacıyla verilmektedir. Nitekim bu sahneden
sonra gelecek sahnelerde mücrimler her şeyi itiraf etmektedirler:
21
Onlar, toplu olarak Allah için ortaya çıktılar. Sonra da zayıf olan kişiler, büyüklük taslayan
kişilere: “Şüphesiz bizler, sizlere uyan kimseler idik. Peki, şimdi siz, Allah'ın azabından bir şeyi
bizden savar mısınız?” dediler. O büyüklük taslayanlar: “Allah, bize kılavuz olsaydı biz kesinlikle
size kılavuz olurduk. Bizler sızlansak ya da sabretsek bizim için birdir. Bizim için kaçacak herhangi
bir yer yoktur” dediler
(İbrahim/21)
69-76
Allah'ın âyetleri üzerinde tartışanları görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Nasıl da
döndürülüyorlar? Kitabı ve elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette ileride,
boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülüp, sonra ateşte yakılırlarken
bileceklerdir. Sonra onlara: “Allah'ın astlarından ortaklar koştuğunuz şeyler nerededir?” denir.
Onlar: “Bizden kaybolup gittiler; aslında biz zaten önceleri hiçbir şeye yakarmıyorduk” derler. İşte
Allah, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri böyle saptırır: “İşte bu,
yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Orada sürekli kalmak üzere
cehennem kapılarına girin!” –İşte, büyüklenenlerin durağı ne de kötüdür!–
(Mü'min/69-76)
8
20,21
Ve yoldan çıkanlara gelince, onların varacağı yer de Ateş'tir. Her çıkmak istediklerinde
oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “Yalanlayıp durduğunuz Ateş'in azabını tadın” denilecektir.
Hiç kuşkusuz, dönerler diye onlara, büyük cezanın biraz hafifinden, en yakın cezadan da tattıracağız.
(Secde/20)
Ve Sebe’/42, Al-i Imran/106, Al-i Imran/181, En’am/30, Enfal/ 35, 50, Araf/39, Hacc/22,
Ankebut/55, Secde/14.
17-20
Şüphesiz Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, Rablerinin
kendilerine verdiği ile sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak, zevk ü sefâ
sürerek cennetlerdedirler, nimetler içindedirler. Ve Rableri onları cehennem
azabından korumuştur. Biz onları iri gözlülerle eşleştirdik de. –“Yaptıklarınıza
karşılık afiyetle yiyin, için!”–
21
Ve iman eden, soyları da iman ile kendilerine uyan kimseler; işte Biz,
onların soylarını da kendilerine kattık. Kendilerinin amellerinden bir şey
eksiltmedik. Herkes kendi kazandığıyla rehindir.
22
Onlara canlarının istediği meyveler ve etlerden bol bol sergiledik.
23
Orada, kendisinde boş söz, saçmalama ve günaha sokma olmayan bir
kadehi kapışırlar.
24
Ve kendilerine ait birtakım delikanlılar onların etrafında dönerler; sanki
onlar sedefleri içine gizlenmiş inci gibidirler.
25-28
Birbirlerinin yüzüne dönüp soruyorlar: “Gerçekte biz daha önce
ailemiz içinde korkanlardan idik. Allah bizi kayırdı ve bizi içe işleyen azaptan
korudu. Şüphesiz biz daha önce, O'na yalvarıyor idik. Şüphesiz O, iyilik
yapanın, acıyanın ta kendisidir.”
Boş işlerle uğraşarak ömür tüketen yalanlayıcıların ahiretteki hallerinin
anlatıldığı bir önceki pasajdan sonra, karşıtlık metoduna uygun olarak bu ayet
grubunda da muttakilerin ahiretteki konumları tasvir edilmektedir. Muttakiler,
Rablerinin kendilerine verdiği ile sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak
cennetlerde zevkusefa süreceklerdir. Rabbleri onları cehennem azabından korumuş,
ayrıca iri gözlülerle [ideallerindeki eşlerle] eşleştirilmişlerdir. “Yaptıklarınıza
karşılık afiyetle yiyin, için!” denilmek suretiyle orada ağırlanmaktadırlar.
Muttakilerin konumu Kur’an’da sık sık ve detaylı olarak verilmiştir:
31-37
Kesinlikle Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu
ikisi arasındakilerin Rabbinden; Rahmân'dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden
Allah'tan] bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar/ kurtuluş mekânları; sulak bağlar-
bahçeler, üzümler, hepsi bir seviyede tomurcuklar; çiçek bahçeleri, dolu dolu su kapları vardır. Onlar,
orada boş bir söz ve yalan duymazlar. –Onlar, O'nun huzurunda söz söylemeye güç yetiremezler.–
(Nebe’/31- 37)
12
İşte öne geçenler, Naim cennetlerindedirler.
13,14
Birçoğu evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. 24
Onlar, yaptıklarına karşılık olarak,
15
mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. 16
Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar.
17,23
Çevrelerinde, kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır,
ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; hiç
büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. 25
Orada boş söz, saçmalama ve
günaha sokan şeyleri işitmezler. 26
Sadece söz olarak: “Selâm [sağlık, esenlik, mutluluk], selâm
[sağlık, esenlik, mutluluk]!”
27-34
Ve sağın yaranı, nedir o sağın yaranı! Onlar, dikensiz kirazlar, meyve dizili
muzlar/akasyalar, uzamış gölgeler, fışkıran su, kesilmeyen; tükenmeyen ve yasaklanmayan birçok
meyveler ve yükseltilmiş döşekler içindedirler.
35
Şüphesiz Biz, kirazı, muzu, gölgeleri, fışkıran suyu öyle bir yaratışla yarattık. 36-38
Ki onları,
sağın ashâbı için albenili ve hepsi bir ayarda hiç dokunulmamışlar yaptık.
9
(Vakıa/12- 38)
71-73
-Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır.
Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli
kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz
cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz.”
(Zuhruf/71-73)
Ve Ahkaf/14, Secde/17, Ya Sin/57, Hakka/19- 24, Ra’d/23.
23. ayette “Orada kendisinde lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokma
olmayan bir kadehi kapışırlar” ifadesiyle cennet içkisi tanıtılmıştır. Cennet içkisi;
içilince sarhoş etmez, lüzumsuz gevezelikler yaptırmaz, sövüp saydırmaz, kavga
gürültü yaptırmaz. Bu durum Saffat suresinde ayrıntılı olarak bildirilmişti:
41-49
İşte Allah'ın arıtılmış kulları, kendileri için belli bir rızık/meyveler olanlardır. Bol nimet
cennetlerinde karşılıklı olarak tahtlar üzerinde ikram görenlerdir. İçenlere lezzet veren, pınardan
doldurulmuş, kendisinde zararlı bir yön olmayan, sarhoşluk da vermeyen bembeyaz bir kadehle
onların etrafında dolaşılır. Yanlarında da gözlerini kendilerine dikmiş iri gözlüler vardır. Korunmuş
yumurta gibidir onlar.
(Saffat/41-49)
29
Hadi sen öğüt ver! Artık sen Rabbinin nimeti sayesinde kâhin ve gizli
güçlerce desteklenen/deli birisi değilsin.
30
Yahut onlar: “Bir şâirdir, zamanın felaketlerine çarpılmasını
gözetliyoruz” mu diyorlar?
31
Sen de ki: “Bekleyin, işte ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”
32
Onların akılları mı bunu emrediyor yoksa onlar azgın bir topluluk
mudur?
33,34
Yahut vahyedilenleri, “Kendi uydurup söyledi” mi diyorlar? Aslında
onlar inanmıyorlar. Peki, onun gibi bir sözü onlar getirsinler, eğer doğru
kimseler iseler.
Bu ayet grubunda Rabbimiz elçisine görevini sürdürmesini emrederken aynı
zamanda inkârcıların içinde bulunduğu zihinsel durumu da ortaya koymaktadır. 29.
ayetten anlaşıldığına göre müşrikler Resulullah’a artık “kâhin” ve “mecnun”
diyemez olmuşlardır. Pasajın devamına göre artık sadece “O, şairdir, Kur’an’ı
kendisi oluşturuyor, yakında o da ölür gider, işi biter. Biz de ondan kurtuluruz”
diyerek kendilerini avutmaya yönelmişlerdir. Onların bu temelsiz avuntuları da
diğer iddiaları gibi reddedilip ikiyüzlülükleri yüzlerine vurulmakta ve “Peki, onun
gibi bir sözü onlar getirsinler, eğer doğru kimseler iseler” denilerek kendilerine
meydan okunmaktadır. Bu meydan okumayla Allah Resulü ve o’na inanan
müminler desteklenip tatmin edilmektedir.
“Esbab-ı Nüzul” kayıtlarına göre6
, yukarıdaki sözleri söyledikleri belirtilen
inkârcılar Abdu'd-Dar oğullarıdır. Onlar bu sözleriyle Resulullah’ın şair olduğunu
ileri sürerek “Bundan önce şairler, Züheyr, Nabiğa nasıl ölüp gittiyse, o da pek
yakında ölecektir. Üstelik babası da genç yaşta ölmüştü. Belki o da babası gibi genç
yaşta ölür” diye kendilerini teselli etmekteydiler.
6
(İbn Kesir)
10
45
Biz, onların söylediklerini daha iyi biliriz. Ve sen, onların üzerinde zorlayıcı değilsin. O
hâlde sen, Benim tehdidimden korkan kimselere Kur’ân ile öğüt ver.
(Kâf/ 45)
70
Ve dinlerini oyun ve eğlence edinmiş/ oyun ve eğlenceyi kendilerine din edinmiş, dünya
hayatı kendilerini aldatmış olan kimseleri bırak ve Kur’ân ile hatırlat/öğüt ver: Bir kişi, kendi elinin
üretip kazandığıyla değişim ve yıkıma düşerse, onun için Allah'ın astlarından bir yardım eden, yol,
gösteren koruyan bir yakın kimse ve destekçi, kayırıcı söz konusu olmaz. Suçuna karşı her türlü
bedeli ödemeyi istese de ondan alınmaz. İşte bunlar, kazandıkları ile değişime/yıkıma uğrayan
kimselerdir. İyilikbilmezlik ettiklerinden ötürü onlar için kaynar sudan bir içecek ve can yakıcı bir
azap vardır.
(En’am/ 70)
44
O hâlde bu sözü/Kur’ân'ı yalanlayanları Bana bırak! Biz onları bilmedikleri yerden
yakalayacağız. 45
Ve Ben, onlara mühlet veririm; süre tanırım, çünkü Benim plânım zordur/sağlamdır.
46
Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır borç altında mı eziliyorlar?
47
Yoksa görmedikleri, bilmedikleri şeyler, gelecekte olacak olaylar yanlarında da onu onlar mı
yazıyorlar?
48
Öyleyse Rabbinin kararı için sabret, bunalan kişi gibi olma. Hani o, bir kez aşırı bunaldığında
Rabbine seslenmişti.
( Kalem/44- 48)
31. ayetteki “Bekleyin, işte, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim” ifadesi,
sözü edilen inkârcıların helaklerinin yakın olduğunu, Resulullah’a da helaklerinin
yakın olduğunun işaret edildiğini göstermektedir. Nitekim özellikle bu azgın kişiler
kısa zaman sonra Bedir’de helak olmuşlardır.
Daha önce de detaylı olarak açıkladığımız gibi, Kur’an-ı Kerim gerek yapısal
olarak, gerek edebi açıdan, gerekse içerik olarak ortaya koyduğu sosyal ilkeler,
geleceğe ve modern bilime dair verdiği bilgiler açısından tartışılmaz bir mucizedir.
Kur'an, indiği dönemde mucize olduğu gibi bugün de mucizedir. Bu nedenle onun
mucizeliğine inanmayanlara Kur’an’ın değişik surelerinde meydan okunmuştur:
13
Aslında onlar, “Onu kendisi uydurdu” diyorlar. De ki: “Öyleyse, eğer doğrulardan iseniz,
uydurma olarak da olsa, benzeri on sûre getirin, Allah'ın astlarından gücünüzün yettiği kişileri de
çağırın.”
14
Yok, eğer bunun üzerine onlar, size cevap vermedilerse, artık bilin ki, Kur’ân ancak Allah'ın
bilgisiyle indirilmiştir. Ve O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Artık siz Müslüman oluyor
musunuz?
(Hud/13, 14)
88
De ki: “Andolsun ki bugünün, yarının tüm insanları, bu Kur’ân'ın bir benzerini getirmek
üzere bir araya gelseler, birbirlerine yardımcı da olsalar, onun benzerini kesinlikle getiremezler.”
(İsra/88)
37
Ve bu Kur’ân, Allah'ın astları tarafından uydurulan değildir. Lâkin sadece içinde konu
edilenlerin doğrulanması ve Tevrât'ın ayrıntılı olarak açıklanmasıdır. Onda şüphe edilecek hiçbir şey
yoktur. Âlemlerin Rabbindendir.
38
Yahut “Onu kendisi uydurdu” diyorlar. De ki: “Öyleyse siz benzeri bir sûre meydana getirin,
Allah'ın astlarından çağırabileceklerinizi de çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz.”
(Yunus/37, 38)
23
Ve eğer kulumuza indirdiğimizden kuşku içinde iseniz, haydi onun mislinden bir sûre siz
getirin, Allah'ın astlarından tüm tanıklarınızı da çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz.
11
24
Sonra, eğer bunu yapmadıysanız ve asla yapamayacaksınız; öyleyse kâfirler; Allah'ın
ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten
korunun.
(Bakara/23, 24)
35
Yoksa onlar, hiçbir şeysiz mi oluşturuldular? Yoksa kendileri mi
oluşturuculardır?
36
Yoksa gökleri ve yeryüzünü kendileri mi oluşturdular? Aslında, onlar
kesin bilgi sahibi değildirler.
37
Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yahut kendileri
egemenlik sürenler midirler?
38
Yoksa kendileri için dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse
dinleyenleri, açık bir delil getirsin.
39
Ya da kızlar O'na, oğullar size mi?
40
Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar,
borçtan dolayı ağır bir yük altına mı girdiler?
41
Yoksa görülmeyen, duyulmayan, sezilmeyen, geçmiş, gelecek
kendilerinin yanındadır da onlar mı yazıyorlar?
42
Yoksa bir sinsi plân mı yapmak istiyorlar? Fakat kâfirlerin; Allah'ın
ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin kendileri sinsi plâna
düşenlerdir.
43
Yoksa onlar için Allah'tan başka bir ilâhı mı var? Allah, onların ortak
koştukları şeylerden arınıktır.
Bu ayetlerde Rabbimiz, oyunda oynaşta olan söz konusu yalanlayıcıların
Kendisi hakkındaki düşüncelerine cevap vermektedir. Ayetlerin ifadesi gayet açık
ve nettir. İfadeler inkari sorularla gelmiştir. Çok açık bir şekilde kâfirlerin inançları,
tavırları ve dayandıkları esaslar çürütülmekte, akılsızca davrandıklarından dolayı
kınanmaktadırlar.
35. ayetteki “Yoksa onlar, hiçbir şeysiz mi yaratıldılar? Yoksa kendileri mi
yaratıcılardır?” ifadesinin “Onlar, yaratıcısız mı yaratılmışlardır?” veya “Onlar, bir
şey için değil, boş yere mi yaratılmışlardır?” yahut da “Onlar, babasız annesiz mi
yaratılmışlardır?” anlamlarıyla değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira bu anlamları
ifade eden birçok ayet (Murselât/20, Vakıa/59, Vakıa/64, 71-73, Mü'minûn/115, Kaf/15)
vardır.
37. ayetteki “Rabbinin hazineleri” ifadesi, genellikle yağmur ve rızık olarak
kabul edilse de esas “elçilik”tir.
4
Elçi göndermek, Allah'ın dilediği kişilere verdiği armağanıdır. Ve Allah, büyük armağan
sahibidir.
(Cuma/4)
9
Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salât için [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma;
toplumu aydınlatma için] seslenildiği zaman, Allah'ın anılmasına hemen koşun, alış-verişi bırakın.
Eğer bilirseniz, işte bu, sizin için daha hayırlıdır.
12
(Cuma/9)
32
Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların
geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların
bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri
şeylerden daha hayırlıdır.
(Zuhruf/32)
41
Artık eğer Biz, seni alıp götürsek bile şüphesiz Biz, onları cezalandırarak adaleti sağlarız.
(Zuhruf/41)
Ayette denilmek istenen şudur: Elçiyi onlar mı atayacaklardı, ya da Allah elçi
atarken onlara mı soracaktı?
38. ayetteki “Yoksa kendileri için dinleyecekleri bir merdivenleri mi var?
Öyleyse dinleyenleri, açık bir delil getirsin” ifadesi ile inkârcıların kâhinlerince ileri
sürülen “gökten haber alma” saçmalığı reddedilmektedir. Böylece Muhammed’in
elçi olmadığı, Kur’an’ı Allah’ın indirmediği ve haşrin de gerçekleşmeyeceği
iddiasındaki inkârcılara seslenilerek bu konulara dair bilgiyi nereden aldıkları
sorgulanmaktadır. Bu sorgulamanın amacı aslında bu yalancıların hiçbir şey
bilmedikleri, tamamen kendi avuntularını dile getirdikleri gerçeğini ortaya
koymaktır.
42. ayette ise inkârcılar ne kadar tuzak kurarlarsa kursunlar, ne kadar plan
yaparlarsa yapsınlar, hiçbirinin işe yaramayacağı açıklanmaktadır. 42. ayetin
metninde “müşakele” sanatı icra edilmiştir. Kısaca onlara “Yoksa bir sinsi plan mı
yapmak istiyorlar? Fakat o küfredenlerin kendileri sinsi plana düşenlerdir”
denilerek o tuzağa en yakın zamanda kendilerinin düşmüş olacakları
bildirilmektedir.
42,43
Ve onlar, var güçleriyle Allah'a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber
gelirse, kesinlikle önderli toplumların her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne
zaman ki kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden
onların sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi düzenbazını çepeçevre kuşatır. O
hâlde öncekilerin kanunundan/ onlara uygulanandan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen, Allah'ın
uygulamasında asla bir değişme bulamazsın. Sen, Allah'ın uygulamasında asla bir başkalaşma da
bulamazsın.
(Fatır/42, 43)
30
Ve hani bir zaman, şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu
kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve
onlar tuzak kurarken Allah da cezalandırıyordu. Ve Allah, cezalandıranların en hayırlısıdır.
(Enfal/30)
40
Ve bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Ama kim affeder ve düzeltirse, artık onun
ücreti Allah'a aittir. Şüphesiz ki O, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları sevmez.
(Şûra/40)
Ve Bakara/194, Al-i Imran/54, Tarık/15, 16.
44
Ve gökten düşmekte olan bir parça görseler, “Üst üste yığılmış
bulutlardır” derler.
Bu ayette müşriklerin ne kadar densiz oldukları vurgulanmaktadır. Şöyle ki;
kendilerine ne kadar mucize gelirse gelsin, yine de inkârlarını sürdürmeye devam
etmektedirler. Hatta gökten mucize olarak bir parçanın düşmekte olduğunu görseler,
13
pişkinlik göstererek bunun yine de mucizevî bir olay olmadığını iddia etmeye
kalkarlar.
Müşrik inkârcıların bu pişkinliklerini daha evvel şu ayetlerde de görmüştük:
9
Peki onlar, gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olan şeylere bir bakmazlar mı? Biz
dilesek kendilerini yere geçiririz. Yahut gökten üzerlerine parçalar düşürürüz. Şüphesiz bunda
yönelen/ hakka gönül veren her kul için bir alâmet/gösterge vardır.
(Sebe/9)
25
Onlardan sana kulak verenler vardır; oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına; kalpleri üzerine
kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık oluşturduk. Onlar, bütün alâmetleri/göstergeleri görseler
de ona inanmazlar. Öyle ki, o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler,
sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek “Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir
şey değildir” derler.
(En’am/25)
146
Yeryüzünde, bütün âyetleri görseler de onlara iman etmeyen, doğrunun yolunu görseler de o
yolu tutup gitmeyen, eğer sapıklığın yolunu görürlerse onu yol edinen haksız yere büyüklük taslayan
şu kimseleri, âyetlerimizden uzak tutacağım.” –Bu, onların âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan
gafil; duyarsız, ilgisiz olan kimseler oluşlarındandır.–
(A’raf/146)
Ve Ahkaf/24, 25, Şuara/187, İsra/90 – 93, Hicr/14, 15, Secde/20, 21, En'am/111.
45
Artık onları, baygın düşüp yıkılacakları günlerine kavuşuncaya kadar
bırak.
46
O gün sinsi plânları, kendilerine hiçbir şekilde yarar sağlamaz ve onlar
yardım olunmazlar.
47
Evet, şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselere,
bundan aşağı bir azap var, ama onların çoğu bilmiyor.
Bu ayetlerde Resulullah teselli edilmiş ve kendisinden inkârcı müşrikleri
“baygın düşüp yıkılacakları günlerine kavuşuncaya kadar” kendi hallerine
bırakması istenmiştir.
44
O hâlde bu sözü/Kur’ân'ı yalanlayanları Bana bırak! Biz onları bilmedikleri yerden
yakalayacağız. 45
Ve Ben, onlara mühlet veririm; süre tanırım, çünkü Benim plânım zordur/sağlamdır.
(Kalem/44, 45)
29
Bizim öğüdümüzden/ Kur’ân'dan geri duran ve iğreti dünya hayatından başka bir şey
istemeyen kimseden hemen mesafelen. 30
Onların bilgiden ulaşacakları şey işte budur. Kuşkusuz senin
Rabbin, yolundan sapmış olanı başkalarından daha iyi bilendir, kılavuzlandığı doğru yolda olanı da
başkalarından daha iyi bilendir.
(Necm/29)
68
Ve âyetlerimiz/ alâmetlerimiz/ göstergelerimiz hakkında boşa uğraşanları gördüğün zaman,
onlar ondan başka söze dalıncaya kadar hemen onlardan uzak dur. Ve eğer şeytan bunu sana terk
ettirse de, hatırladıktan sonra o şirk koşarak yanlış davrananlar; kendi zararlarına iş yapanlar
topluluğu ile beraber oturma.
(En’am/68)
106,107
Sen Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Rabbinden sana vahyedilene uy. Ortak
koşanlardan da yüz çevir. Ve eğer Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz, seni onlar üzerine bir
bekçi yapmadık, sen onlar üzerine işleri belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı
koruyarak, destekleyerek uygulayan biri de değilsin!
(En’am/106)
14
Rabbimizin Resulullah’tan iflah olmaz inkârcılara karşı mesafeli durmasını
istediği başka ayetler de [Nisa/63, 81, A’raf/199, Hıcr/94, Secde/30] vardır.
47. ayette geçen “zalimlik eden kimselere” ifadesindeki zulüm ile “şirk” yani
putlara ve diğer sahte ilahlara yakarma günahı kast edilmiştir.
90-93
Ve “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin
hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın.
Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah'ı ve melekleri
karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe yükselmelisin. Ancak,
senin yükselişine, öğrenip öğreteceğimiz bir kitabı bize indirmene kadar asla inanmayız” dediler. Sen
de ki: “Rabbim noksanlıklardan arınıktır. Ben, beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!”
(İsra/90- 93)
119
Allah dedi ki: “Bu, doğru kimselere doğruluklarının yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde
sonsuz kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler vardır.” Allah, onlardan razı olmuş, onlar
da O'ndan razı olmuşlardır. İşte bu, en büyük kurtuluştur.
(Maide/119)
Ve Ya Sin/20- 25, Yunus/18, Zümer/3.
47. ayette konu edilen “bundan aşağı bir azap”, dünyada insanlara tek tek
veya tüm halka topluca gelen felaket ve musibetlerdir. Bu felaket ve musibetler
insanları akıllarını başlarına almaya yöneltmek amacıyla gönderilir.
41
İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir
kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde kargaşa ortaya çıktı.
(Rum/41)
20,21
Ve yoldan çıkanlara gelince, onların varacağı yer de Ateş'tir. Her çıkmak istediklerinde
oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “Yalanlayıp durduğunuz Ateş'in azabını tadın” denilecektir.
Hiç kuşkusuz, dönerler diye onlara, büyük cezanın biraz hafifinden, en yakın cezadan da tattıracağız.
(Secde/20,21)
48,49
Ve sen Rabbinin hükmü için sabret. Artık şüphesiz sen Bizim
gözlerimizin önündesin. Kalktığın zamanda, gecenin bir kısmında ve yıldızların
batışında Rabbinin övgüsü ile birlikte Kendisini noksan sıfatlardan arındır.
Hadi O'nu tüm noksan sıfatlardan arındır!
Bu ayetlerde de yine Resulullah’a hitap edilerek kendisine müşriklerin sinsi
planları karşısında güvencede olduğu ve bundan sonra nasıl bir yol izlemesi
gerektiği konusunda açık talimatlar verilmiştir. Bu talimata göre Elçi tesbih etmeye;
yani Allah’ı doğru tanıtmaya, ilahiyat öğretmenliği yapma görevine devam
etmelidir.
Ayetteki “kalktığın zaman” ifadesi “görev yaptığın, işe dikildiğin zaman”
demektir.
“Artık şüphesiz sen Bizim gözlerimizin önündesin” ifadesi ise “Biz senin neler
yaptığını görüyor, neler söylediğini işitiyoruz. Sen, görüp gözeteceğimiz, koruyup
kollayacağımız, seni himaye edeceğimiz bir konumdasın; seni kendi haline bırakmış
değiliz, seni koruyoruz” demektir. Nitekim Rabbimiz Musa (as) ve Nuh (as) için de
aynı destekleyici ifadeleri sarf etmişti:
15
‘39
Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın.
Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir
muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, 40
hani kız kardeşin yürüyordu da
‘Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?' diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve
kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan
kurtarmıştık. Ve Biz seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca
Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir kader üzerine geldin, ey Mûsâ!
(Ta Ha/39, 40)
36,37
Ve Nûh'a vahyolundu: “Kesinlikle toplumundan iman etmiş olanlardan başka artık kimse
iman etmeyecektir. Onun için onların yaptıkları şeylere üzülme. Ve Bizim gözetimimiz altında ve
vahyimize göre gemiyi yap. Şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler
hakkında da Bana hitapta bulunma. Kesinlikle onlar, suda kesin boğulacaklardır.”
(Hûd/36,37)
27-29
Bunun üzerine Biz o'na: “Bizim gözetimimiz ve vahyimiz ile gemiyi yap. Sonra Bizim
emrimiz gelip de tandır kaynayınca, her cinsten eşler hâlinde iki tane ve bir de onlardan, daha önce
kendisi aleyhinde Söz geçmiş olanların dışındaki aileni, yakınlarını, inananlarını gemiye sok. Şirk
koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış olanlar konusunda Bana başvurma. Şüphesiz onlar
boğulmuşlardır; kesin olarak suda boğulup öleceklerdir. Sonra sen ve beraberindeki kişiler gemiye
yerleştiğinde de: ‘Tüm övgüler, bizi şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar topluluğundan
kurtaran Allah içindir; başkasını övmeyin’ de! Ve: ‘Rabbim! Beni bolluk olan bir yere indir/bana
bolca ikramda bulun. Sen, indirenlerin/ikramda bulunanların en iyisisin’ de” diye vahyettik.
(Müminun/27-29)
13,14
Nûh'u da, iyilikbilmezlik edilen kişiye bir ödül olmak üzere, korumamız/ gözetimimiz
altında akıp giden levhaları; tahtaları ve çivileri/urganları olan filika/ küçük gemi üzerinde taşıdık.
(Kamer/14)
Daha evvel “Tesbih” kavramının Allah’ı doğru tanıyıp doğru tanıtma; yani
Allah’ın noksan sıfatlardan münezzeh ve kemal sıfatlarıyla muttasıf olduğunu
bilmek ve bildirmek demek olduğunu defalarca açıklamıştık. Rabbimiz bu emrinin
sürekli olarak yerine getirilmesi gereken bir emir olduğunu hem konumuz olan 48,
49. ayetlerde hem de muhtelif ayetlerde bildirmektedir:
39,40
O nedenle, sen onların söylediklerine karşı sabret. Ve güneşin doğmasından önce ve
batmasından önce ve geceden bir bölümde; her fırsatta Rabbinin övgüsü ile birlikte arındır. Ve boyun
eğip teslim oluşların/ikna oluşların arkalarında; inkârcıya iman ettirdikten sonra da O'nu arındır.
(Kaf/39)
49,50
Kullarıma, hiç şüphesiz Benim çok bağışlayıcı ve pek merhamet edicinin ta kendisi
olduğumu, Benim azabımın da, çok acıklı bir azabın ta kendisi olduğunu önemle haber ver!
(Hicr/49)
Ve Rum/17, Kaf/40, Ta Ha/130.
Yukarıdaki ayetlerin ekseni “Allah’ı tesbih etme” konusudur. Resulullah’tan
defalarca istenen görev, “Allah’ı tesbih etme” yani Allah hakkında insanlara doğru,
açık, anlaşılır, sıhhatli bilgiler vermektir. Bunu kısaca ilahiyat eğitimi olarak
tanımlayabiliriz. Çünkü İslam dini, merkezinde “Allah” hakkında sahih ve anlaşılır
bilgilerin bulunduğu bir inanç ve amel sistemidir. Sistemin can alıcı noktası,
kulların Allah ile sahih ve sağlam bilgiler ışığında bir gönül bağı kurmasıdır. Bu
bağ, insanın nihaî kurtuluşu için temel gereklilik olan “iman”dır. Kulların tüm diğer
davranışları ancak temeli doğru atılmış bu gönül bağı sayesinde ahlakî bir doğrultu
kazanabilir.
Dikkat edilirse, “tesbih etme” eyleminin vakitleri olarak ayetlerde “sabah”,
“akşam”, “gece” ve “gündüzün iki ucu” gibi kavramlar kullanılmıştır. Arabistan’ın
16
o günkü halkı için en uygun vakitler sabah, akşam ve gecedir. Bu kural coğrafyadan
coğrafyaya, sosyal şartlardan sosyal şartlara değişebilir. İlahiyat eğitim ve öğretimi
topluma en uygun zamanlarda verilmeli ve kesinlikle ihmal edilmemelidir.
Allah, doğrusunu en iyi bilendir.
17

More Related Content

What's hot

Esma i hüsna -78 el-metîn
Esma i hüsna -78  el-metînEsma i hüsna -78  el-metîn
Esma i hüsna -78 el-metîn
Abdulaziz Beştoğrak
 
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğitIsra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğitSalım Selvi
 
Cehennem
CehennemCehennem
Cehennem
AkifSamanci
 
Esma i hüsna -76 el-munzir
Esma i hüsna -76  el-munzirEsma i hüsna -76  el-munzir
Esma i hüsna -76 el-munzir
Abdulaziz Beştoğrak
 
78. hakka suresi
78. hakka suresi78. hakka suresi
78. hakka suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
79. meariç suresi
79. meariç suresi79. meariç suresi
79. meariç suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
7. tekvir suresi
7. tekvir suresi7. tekvir suresi
7. tekvir suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari abdulhamid b. abdurrahman es - su...
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari   abdulhamid b. abdurrahman es - su...Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari   abdulhamid b. abdurrahman es - su...
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari abdulhamid b. abdurrahman es - su...
mevlanamedya
 
44.meryem suresi
44.meryem suresi44.meryem suresi
44.meryem suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Ebu cafermuhammedb.ceriret taberi_001fatiha
Ebu cafermuhammedb.ceriret taberi_001fatihaEbu cafermuhammedb.ceriret taberi_001fatiha
Ebu cafermuhammedb.ceriret taberi_001fatiha
krygncbtm
 
30. kariah suresi
30. kariah suresi30. kariah suresi
30. kariah suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Esma i hüsna -79 el- afuv
Esma i hüsna -79 el- afuvEsma i hüsna -79 el- afuv
Esma i hüsna -79 el- afuv
Abdulaziz Beştoğrak
 
İmam gazali ahiret aleminin sırları
İmam gazali   ahiret aleminin sırlarıİmam gazali   ahiret aleminin sırları
İmam gazali ahiret aleminin sırları
Selçuk Sarıcı
 
İmam gazali ölüm ve ötesi
İmam gazali   ölüm ve ötesiİmam gazali   ölüm ve ötesi
İmam gazali ölüm ve ötesi
Selçuk Sarıcı
 
Ashaabın dereceleri
Ashaabın dereceleriAshaabın dereceleri
Ashaabın dereceleriSalih Selman
 
Ashaabın dereceleri
Ashaabın dereceleriAshaabın dereceleri
Ashaabın dereceleriSalih Selman
 
Ahirete iman
Ahirete imanAhirete iman
Ahirete iman
serizci
 
Esma i hüsna -71 el-‘alî(3)
Esma i hüsna -71  el-‘alî(3)Esma i hüsna -71  el-‘alî(3)
Esma i hüsna -71 el-‘alî(3)
Abdulaziz Beştoğrak
 

What's hot (20)

Esma i hüsna -78 el-metîn
Esma i hüsna -78  el-metînEsma i hüsna -78  el-metîn
Esma i hüsna -78 el-metîn
 
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğitIsra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
 
Cehennem
CehennemCehennem
Cehennem
 
Esma i hüsna -76 el-munzir
Esma i hüsna -76  el-munzirEsma i hüsna -76  el-munzir
Esma i hüsna -76 el-munzir
 
78. hakka suresi
78. hakka suresi78. hakka suresi
78. hakka suresi
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
79. meariç suresi
79. meariç suresi79. meariç suresi
79. meariç suresi
 
7. tekvir suresi
7. tekvir suresi7. tekvir suresi
7. tekvir suresi
 
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari abdulhamid b. abdurrahman es - su...
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari   abdulhamid b. abdurrahman es - su...Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari   abdulhamid b. abdurrahman es - su...
Cinler ve kötülüklerinden korunma yollari abdulhamid b. abdurrahman es - su...
 
44.meryem suresi
44.meryem suresi44.meryem suresi
44.meryem suresi
 
Ebu cafermuhammedb.ceriret taberi_001fatiha
Ebu cafermuhammedb.ceriret taberi_001fatihaEbu cafermuhammedb.ceriret taberi_001fatiha
Ebu cafermuhammedb.ceriret taberi_001fatiha
 
30. kariah suresi
30. kariah suresi30. kariah suresi
30. kariah suresi
 
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
 
Esma i hüsna -79 el- afuv
Esma i hüsna -79 el- afuvEsma i hüsna -79 el- afuv
Esma i hüsna -79 el- afuv
 
İmam gazali ahiret aleminin sırları
İmam gazali   ahiret aleminin sırlarıİmam gazali   ahiret aleminin sırları
İmam gazali ahiret aleminin sırları
 
İmam gazali ölüm ve ötesi
İmam gazali   ölüm ve ötesiİmam gazali   ölüm ve ötesi
İmam gazali ölüm ve ötesi
 
Ashaabın dereceleri
Ashaabın dereceleriAshaabın dereceleri
Ashaabın dereceleri
 
Ashaabın dereceleri
Ashaabın dereceleriAshaabın dereceleri
Ashaabın dereceleri
 
Ahirete iman
Ahirete imanAhirete iman
Ahirete iman
 
Esma i hüsna -71 el-‘alî(3)
Esma i hüsna -71  el-‘alî(3)Esma i hüsna -71  el-‘alî(3)
Esma i hüsna -71 el-‘alî(3)
 

Similar to 76. tur suresi

80. nebe suresi
80. nebe suresi80. nebe suresi
80. nebe suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
74. müminun suresi
74. müminun suresi74. müminun suresi
74. müminun suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
56. saffatsuresi
56. saffatsuresi56. saffatsuresi
56. saffatsuresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
37. kamer
37.  kamer37.  kamer
98. insan suresi
98. insan suresi98. insan suresi
98. insan suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
73. enbiya suresi
73. enbiya suresi73. enbiya suresi
73. enbiya suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
54. hicr suresi
54. hicr suresi54. hicr suresi
54. hicr suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
23. necm suresi
23. necm suresi23. necm suresi
23. necm suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Kadir gecesi ve kur’an i kerim
Kadir gecesi ve kur’an i kerimKadir gecesi ve kur’an i kerim
Kadir gecesi ve kur’an i kerimSelma Demir Uyanik
 
75. secde suresi
75. secde suresi75. secde suresi
75. secde suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
42.furkan suresi
42.furkan suresi42.furkan suresi
42.furkan suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
41.yasin suresi
41.yasin suresi41.yasin suresi
41.yasin suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
4. müddessir suresi
4. müddessir suresi4. müddessir suresi
4. müddessir suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
48.neml suresi
48.neml suresi48.neml suresi
48.neml suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Rahmetin dirilisi
Rahmetin dirilisiRahmetin dirilisi
Rahmetin dirilisi
Ilyas Qadri Ziaee
 
49.kasas suresi
49.kasas suresi49.kasas suresi
49.kasas suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
77. mülk suresi
77. mülk suresi77. mülk suresi
77. mülk suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
46.vakıa suresi
46.vakıa suresi46.vakıa suresi
46.vakıa suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Turkish - The First Gospel of the Infancy of Jesus Christ.pdf
Turkish - The First Gospel of the Infancy of Jesus Christ.pdfTurkish - The First Gospel of the Infancy of Jesus Christ.pdf
Turkish - The First Gospel of the Infancy of Jesus Christ.pdf
Filipino Tracts and Literature Society Inc.
 

Similar to 76. tur suresi (20)

80. nebe suresi
80. nebe suresi80. nebe suresi
80. nebe suresi
 
74. müminun suresi
74. müminun suresi74. müminun suresi
74. müminun suresi
 
56. saffatsuresi
56. saffatsuresi56. saffatsuresi
56. saffatsuresi
 
37. kamer
37.  kamer37.  kamer
37. kamer
 
98. insan suresi
98. insan suresi98. insan suresi
98. insan suresi
 
73. enbiya suresi
73. enbiya suresi73. enbiya suresi
73. enbiya suresi
 
54. hicr suresi
54. hicr suresi54. hicr suresi
54. hicr suresi
 
23. necm suresi
23. necm suresi23. necm suresi
23. necm suresi
 
Kadir gecesi ve kur’an i kerim
Kadir gecesi ve kur’an i kerimKadir gecesi ve kur’an i kerim
Kadir gecesi ve kur’an i kerim
 
75. secde suresi
75. secde suresi75. secde suresi
75. secde suresi
 
42.furkan suresi
42.furkan suresi42.furkan suresi
42.furkan suresi
 
41.yasin suresi
41.yasin suresi41.yasin suresi
41.yasin suresi
 
4. müddessir suresi
4. müddessir suresi4. müddessir suresi
4. müddessir suresi
 
48.neml suresi
48.neml suresi48.neml suresi
48.neml suresi
 
Rahmetin dirilisi
Rahmetin dirilisiRahmetin dirilisi
Rahmetin dirilisi
 
49.kasas suresi
49.kasas suresi49.kasas suresi
49.kasas suresi
 
77. mülk suresi
77. mülk suresi77. mülk suresi
77. mülk suresi
 
Hutbe I şAmiye
Hutbe I şAmiyeHutbe I şAmiye
Hutbe I şAmiye
 
46.vakıa suresi
46.vakıa suresi46.vakıa suresi
46.vakıa suresi
 
Turkish - The First Gospel of the Infancy of Jesus Christ.pdf
Turkish - The First Gospel of the Infancy of Jesus Christ.pdfTurkish - The First Gospel of the Infancy of Jesus Christ.pdf
Turkish - The First Gospel of the Infancy of Jesus Christ.pdf
 

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 
100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
TEBYİN-ÜL-KUR’AN
 

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN (20)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 

76. tur suresi

  • 1. 76 TUR SURESİ GİRİŞ Tur suresi Mekke’de 76. sırada inmiş olup adını 1. ayetteki “ ‫ططرور‬ّ‫و‬ ‫ال‬et-Tur” sözcüğünden almıştır. Surenin ana ekseni tevhid, elçilik ve ahiret [öldükten sonra dirilme] ile ilgili konulardır. Ahiretin gerçekliğine ilişkin kanıtların ortaya konduğu surede hem iman edenlerle ilgili özendirici sahneler, hem de inkârcılarla ilgili uyarıcı sahneler nakledilmektedir. Ayrıca puta tapan müşrikler şiddetli inatları ve aşırı azgınlıkları sebebiyle kınanıp azarlanmakta, Resulullah ise kendisine yapılan saldırılara karşı sabra davet edilerek kendisinden elçilik görevini sabırla sürdürmesi istenmektedir. 1
  • 2. MEAL: RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA 1-8 Tûr'un kaldırılışı, yayılmış ince deri üzerine satırlaştırılmış Allah'ın indirdiği tüm kitaplar, Allah'ın ma‘mur evi; Ka‘be'yi, Fil ashâbı'na yıktırmayışı, Âd ve Semûd toplumlarının değişime/ yıkıma uğratılışları, Nûh toplumunun suya boğdurulması, Firavun ve yakınlarının suda boğulması, Sebe halkının sel felaketiyle cezalandırılması, Semûd ülkesi gibi nice memleketlerin kuraklıkla, göllerinin, nehirlerinin kurutulup her yanının çölleşmesi ile cezalandırılması kanıttır ki şüphesiz Rabbinin azabı, kesinlikle vuku bulacaktır, ona engel olacak yoktur. 9,10 O gün gök, sarsıldıkça sarsılır, dağlar da yürüdükçe yürür. 11,12 Öyleyse, o gün boş uğraş içinde oynayıp duran yalanlayıcıların vay haline! 13-16 O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!– 17-20 Şüphesiz Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, Rablerinin kendilerine verdiği ile sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak, zevk ü sefâ sürerek cennetlerdedirler, nimetler içindedirler. Ve Rableri onları cehennem azabından korumuştur. Biz onları iri gözlülerle eşleştirdik de. –“Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için!”– 21 Ve iman eden, soyları da iman ile kendilerine uyan kimseler; işte Biz, onların soylarını da kendilerine kattık. Kendilerinin amellerinden bir şey eksiltmedik. Herkes kendi kazandığıyla rehindir. 22 Onlara canlarının istediği meyveler ve etlerden bol bol sergiledik. 23 Orada, kendisinde boş söz, saçmalama ve günaha sokma olmayan bir kadehi kapışırlar. 24 Ve kendilerine ait birtakım delikanlılar onların etrafında dönerler; sanki onlar sedefleri içine gizlenmiş inci gibidirler. 25-28 Birbirlerinin yüzüne dönüp soruyorlar: “Gerçekte biz daha önce ailemiz içinde korkanlardan idik. Allah bizi kayırdı ve bizi içe işleyen azaptan korudu. Şüphesiz biz daha önce, O'na yalvarıyor idik. Şüphesiz O, iyilik yapanın, acıyanın ta kendisidir.” 29 Hadi sen öğüt ver! Artık sen Rabbinin nimeti sayesinde kâhin ve gizli güçlerce desteklenen/deli birisi değilsin. 30 Yahut onlar: “Bir şâirdir, zamanın felaketlerine çarpılmasını gözetliyoruz” mu diyorlar? 31 Sen de ki: “Bekleyin, işte ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” 32 Onların akılları mı bunu emrediyor yoksa onlar azgın bir topluluk mudur? 33,34 Yahut vahyedilenleri, “Kendi uydurup söyledi” mi diyorlar? Aslında onlar inanmıyorlar. Peki, onun gibi bir sözü onlar getirsinler, eğer doğru kimseler iseler. 2
  • 3. 35 Yoksa onlar, hiçbir şeysiz mi oluşturuldular? Yoksa kendileri mi oluşturuculardır? 36 Yoksa gökleri ve yeryüzünü kendileri mi oluşturdular? Aslında, onlar kesin bilgi sahibi değildirler. 37 Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yahut kendileri egemenlik sürenler midirler? 38 Yoksa kendileri için dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyenleri, açık bir delil getirsin. 39 Ya da kızlar O'na, oğullar size mi? 40 Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar, borçtan dolayı ağır bir yük altına mı girdiler? 41 Yoksa görülmeyen, duyulmayan, sezilmeyen, geçmiş, gelecek kendilerinin yanındadır da onlar mı yazıyorlar? 42 Yoksa bir sinsi plân mı yapmak istiyorlar? Fakat kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin kendileri sinsi plâna düşenlerdir. 43 Yoksa onlar için Allah'tan başka bir ilâhı mı var? Allah, onların ortak koştukları şeylerden arınıktır. 44 Ve gökten düşmekte olan bir parça görseler, “Üst üste yığılmış bulutlardır” derler. 45 Artık onları, baygın düşüp yıkılacakları günlerine kavuşuncaya kadar bırak. 46 O gün sinsi plânları, kendilerine hiçbir şekilde yarar sağlamaz ve onlar yardım olunmazlar. 47 Evet, şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselere, bundan aşağı bir azap var, ama onların çoğu bilmiyor. 48,49 Ve sen Rabbinin hükmü için sabret. Artık şüphesiz sen Bizim gözlerimizin önündesin. Kalktığın zamanda, gecenin bir kısmında ve yıldızların batışında Rabbinin övgüsü ile birlikte Kendisini noksan sıfatlardan arındır. Hadi O'nu tüm noksan sıfatlardan arındır! TAHLİL 1-8 Tûr'un kaldırılışı, yayılmış ince deri üzerine satırlaştırılmış Allah'ın indirdiği tüm kitaplar, Allah'ın ma‘mur evi; Ka‘be'yi, Fil ashâbı'na yıktırmayışı, Âd ve Semûd toplumlarının değişime/ yıkıma uğratılışları, Nûh toplumunun suya boğdurulması, Firavun ve yakınlarının suda boğulması, Sebe halkının sel felaketiyle cezalandırılması, 3
  • 4. Semûd ülkesi gibi nice memleketlerin kuraklıkla, göllerinin, nehirlerinin kurutulup her yanının çölleşmesi ile cezalandırılması kanıttır ki şüphesiz Rabbinin azabı, kesinlikle vuku bulacaktır, ona engel olacak yoktur. Sure, beş şeye kasem edilerek Allah’ın azabının kesinlikle gerçekleşeceği ve hiç kimsenin, hiçbir şeyin buna engel olamayacağı hükmünün bildirilmesiyle başlamaktadır. Ayetlerin açık ifadesi, Allah’ın azabının daha evvel yaşandığı, kimsenin buna engel olamadığı, gerektiğinde Allah’ın azabının yine vuku bulacağı ve kimsenin buna engel olamayacağı mesajını vermektedir. Kasem pasajını iyi anlayabilmek için kasem edilen [referans verilen] olayların iyi anlaşılması gerekmektedir. Ne var ki, daha evvel Tebyinü’l-Kur’an’ın muhtelif yerlerinde de değindiğimiz gibi, değerli seleflerimiz Kur’an’daki kasem cümlelerinin birçoğuna gerekli özeni gösterememiş, bu nedenle de söz konusu kasem cümleleri ve bu cümlelerin oluşturduğu pasajlar doğru dürüst tahlil edilememiştir. Konuyu doğru anlamamız için önce konuya ait klasik kabullerden birini naklediyoruz: “Andolsun Tur’a” buyruğunda sözü edilen “Tur”, Yüce Allah'ın Musa (as) ile üzerinde konuştuğu dağın adıdır. “Yayılmış sahife[ler] içinde yazılmış Kitab’a…” Bununla müminlerin mushaflardan, meleklerin de Levh-i Mahfuz'dan okuduğu Kur'ân-ı Kerim kastedilmektedir. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde “Şüphesiz o, oldukça şerefli bir Kur'ân'dır. Korunan bir kitaptadır (Vakıa/77, 78)” buyurmaktadır. Bir başka açıklamaya göre, bu ifadeden maksat diğer peygamberlere indirilmiş kitaplardır. Bu kitapların her birisi, o kitabı okuyanlarca okumak maksadıyla yayıp açtıkları inceltilmiş bir deri üzerinde bulunuyordu. "Beyt-i Ma'mur'a" buyruğu hakkında Ali, İbn Abbas ve başkaları şöyle demişlerdir: Bu, Kâbe hizasında semadaki bir evdir. Her gün oraya yetmiş bin melek girer, sonra oradan çıkarlar ve tekrar bir daha oraya dönmezler. Ali (r.a) dedi ki: O, altıncı semada bir evdir. Dördüncü semada olduğu da söylenmiştir. Enes b. Malik, Malik b. Sa'saa'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûluüah (sav) buyurdu ki: "Ben dördüncü semaya götürüldüm. Önümüze Beyt-i Ma'mur yükseltildi. Onun Kâbe’nin tam hizasında olduğunu gördüm. Eğer aşağı düşecek olursa, Kâbe’nin üzerine düşer. Her gün oraya yetmiş bin melek girer. Ondan çıktılar mı bir daha oraya dönmezler.' Bunu el-Maverdi zikretmiştir El-Kuşeyrî'nin İbn Abbas'tan naklettiğine göre, Beyt-i Ma'mur dünya semasındadır. Ebu Bekr el-Enbarî dedi ki: İbnu'l-Kevva, Ali (r.a)'a “Beyt-i Ma’mur nedir?” diye sormuş, o da şöyle cevap vermiştir: “O, Arş’ın altında ed-Durah diye anılan yedi semanın da üstünde bir evdir.” Es-Sıhah'da da böyledir: "Ed-Durah", semada bir ev olup İbn Abbas'tan rivayete göre o Beyt-i Ma'mur'dur. Oranın mamur olması ise oraya çokça meleklerin girip çıkmasından dolayıdır. El-Mehdevî de İbn Abbas'tan söyle demektedir: Beyt-i Mamur Arş’ın hiza-sındadir. Müslim'in Sahih'inde yer alan Malik b. Sa'saa'nın Peygamber (sav)'dan İsra hadisinde yaptığı rivayet de şöyledir; "Sonra bana Beyt-i Mamur yükseltildi. ‘Ey Cebrail, bu nedir?’ diye sordum. Dedi ki: ‘Bu, Beyt-i Ma'mur'dur. Buraya her gün yetmiş bin melek girer. Ondan çıktılar mı bir daha oraya geri dönmezler. Bu onların üzerindeki son sorumluluktur." Böyle diyerek hadisin geri kalan bölümünü zikretmektedir. Sabit'in Enes b. Malik'ten rivayetine göre de Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Bana burak getirildi..." Bu hadiste şu ifadeler de yer almaktadır: "Sonra yedinci semaya yükseltildik. Cebrail (a.s) kapının açılmasını istedi. ‘O kim?’ diye soruldu, ‘Cebrail’ dedi. ‘Seninle beraber kim var?’ diye soruldu, O ‘Muhammed (sav)’ diye cevap verdi. ‘Ona peygamberlik verildi mi?’ diye soruldu, o ‘Evet, ona peygamberlik verildi’ dedi. Kapı bize açıldı. İbrahim (a.s)’ı sırtını Beyt-i Ma’mur'a yaslamış olarak gördüm. Bir de baktım ki oraya her gün yetmiş bin melek giriyor ve tekrar oraya geri dönmüyorlar Yine İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Göklerde ve yerlerde Yüce Allah'ın on beş evi vardır, Bunların yedisi semada, yedisi yerlerde ve biri de Ka'be'dir. Bütün bu evler Ka'be'nin karşısındadırlar. El-Hasen: ‘Beyt-i Ma’mur, Ka'be'nin kendisidir’ demiştir. El-Beytu'l-Haram, insanlar 4
  • 5. tarafından imar edilen beyttir. Yüce Allah burayı her yıl altıyüzbin kişi ile imar eder. Eğer insanlar bu kadar sayıyı tamamlayamayacak olursa, Allah bu sayıyı meleklerle tamamlar. Yüce Allah'ın yeryüzünde kullar için koyduğu ilk ev odur. Er-Rabi b. Enes dedi ki: Beyt-i Mamur yeryüzünde Âdem (a.s) döneminde Kâbe’nin bulunduğu yerde idi. Nuh (a.s)'ın dönemi gelince, Yüce Allah onlara haccetmelerini emrettiği halde onlar bunu kabul etmediler, ona karşı geldiler. Su yükselince Beyt-i Mamur kaldırıldı ve dünya semasında onun hizasına yerleştirildi. Her gün orayı yetmişbin melek imar eder. Sura üfürüleceği vakte kadar da bir daha oraya geri dönmezler. (Er-Rabi b. Enes devam ederek) dedi ki: Aziz ve celil olan Allah, İbrahim'e, Beyt’in yerini Beyt-i Ma’mur'un bulunduğu yerde gösterdi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Hani Biz İbrahim'e Beyt’in yerini tayin etmiş ve şöyle demiştik: Bana hiçbir şeyi ortak koşma! Tavaf edenler, orada ikamet edenler, rüku' ve sucud edenler için beytimi temizle! (Hac/26)” "Yükseltilmiş tavana" buyruğu ile semayı kastetmektedir. Yüce Allah ona "tavan" adını vermektedir. Çünkü yere nisbetle sema, eve nisbetle tavan gibidir. Bunu da Yüce Allah'ın “Ve gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık (Enbiya/32)” buyruğu açıklamaktadır.1 “Ma'mûr olan ev [Kâbe]”: Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde mevcut İsrâ hadîsine göre Allah Rasûlü (s.a.), yedinci semâyı geçtikten sonraki kısmı şöyle anlatıyor: (Cebrail) beni Beyt-i Ma'mûr'a yükseltti. Bir de baktım ki, her gün yetmiş bin melek oraya giriyor ve kıyamete kadar bir daha dönmüyor. Yani bu yetmiş bin melek orada ibâdet edip onu tavaf ediyorlar. Aynen yeryüzü halkının Kâ'be'yi tavaf ettiği gibi. Beyt-i Ma'mûr da yedinci gök ehlinin Kâbe'sidir. Bu sebeple Hz. Peygamber, Hz. İbrahim Halîl (a.s.)’ı Beyt-i Ma'mûr'a sırtını dayamış olarak bulmuştur. Zira Hz. İbrâhîm yeryüzündeki Kâbe'nin bânîsidir. Elbette mükâfat amel cinsinden olacaktır. Beyt-i Ma'mûr Kâ'be’nin hizâsındadır. Her semâda o semâ ehlinin, içinde ibâdet edeceği ve kendisine doğru namaz kılacakları bir Beyt [Kâ'be] vardır. Dünya semâsındakine Beyt el-îzzet denilir. En doğrusunu Allah bilir.”2 Pasajda kasem edilen, yani şahit gösterilen, referans verilen olgular Allah’ın azabının kesinlikle olacağına kanıt gösterildiğine göre, yukarıdaki alıntılarda nakledilenlerin çoğunu kabul etmek mümkün olmaz. Çünkü kasem edilen olgular, bu alıntılardaki nakillerde vehme, hayale dayalı olarak anlatılmıştır. Hâlbuki verilen referanslar, gösterilen tanıklar ve kanıtlar gerçek-somut, yaşanmış ve yaşanabilir olmalıdır. Surenin başında kasem edilerek Allah’ın azabına kimsenin engel olamayağına verilen referanslar: 1- TUR: Burada kasem Tur’un kaldırılmasınadır. Tur’un eteğinde bulundukları dönemde azmış olan İsrailoğulları, bu dağdaki patlama ile cezalandırılmıştır. Bu hem Kur’an’da, hem Kitab-ı Mukaddes’te, hem de İsrailoğulları tarihinde var olan, bilinen, inkâr edilmeyen bir olaydır. Kimse bu azaba engel olamamıştır. Kur’an’da: 171 Hani bir zamanlar, o dağ gölgelik/şemsiye gibi iken, onlar da, dağ üzerlerine yıkılacak diye inanmışlarken Biz, onların Üst'ünü/en seçkinlerini o dağa çekmiştik/ yükseltmiştik: “Allah'ın koruması altında olmanız için size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içindekini hatırınızdan çıkarmayın!” (Araf/171) 154-158 Ve söz vermeleri ile birlikte üstlerini/ en değerlilerini/Mûsâ'yı Tûr'a yükselttik. Ve onlara: “O kapıdan boyun eğip teslimiyet göstererek girin” dedik. Yine onlara: “Tefekkür/kulluk gününde sınırları aşmayın” dedik. Sonra da onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın âyetlerine 1 (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) 2 (İbn Kesir) 5
  • 6. inanmamaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: “Kalplerimiz örtülüdür/ sünnetsizdir” demeleri –aksine Allah, küfretmeleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri nedeniyle kalplerine damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar– ve Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmamaları ve Meryem'in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri; “Biz, Allah'ın Rasûlü Meryem oğlu Mesih Îsâ'yı gerçekten öldürdük” demeleri nedeniyle onlardan sağlam bir söz aldık. Oysa O'nu öldürmediler ve O'nu asmadılar. Ama onlar için, Îsâ, benzetildi. Gerçekten O'nun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir yetersiz bilgi içindedirler. Onların zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. O’nu kesin olarak öldürmediler. Aksine Allah O'nu, Kendine yükseltti/ derecesini artırdı. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. (Nisa/154) Talmud’da: "O Kutsal Varlık, Sina Dağı'nı büyük bir tekne gibi onların üstüne kaldırdı ve: "Tevrat'ı kabul ederseniz iyi olur, yoksa burası mezarınız olur" dedi.3 Kitab-ı Mukaddes’te: Halk gök gürlemelerini, boru sesini duyup şimşekleri ve dağın başındaki dumanı görünce korkudan titremeye başladı.4 2- YAYILMIŞ İNCE DERİ [PARŞÖMEN] ÜZERİNE SATIRLAŞTIRILMIŞ KİTAP: Yazının icadı kâğıdın icadından evveldir. Tabletlerden, papirüslerden sonra yazı malzemesi olarak parşömen geliştirilmiştir. Uzun zaman korunabilmesi, elde bulundurulması nedeniyle yazılıp korunmak istenen kitaplar başka malzeme yerine ceylan derisi üzerine yazılırdı. Kutsal kitaplar da böyle yazıldı ve böyle korundu. Geçmişe ait korunmuş sahifeler, “rakk-ı menşur” denilen ceylan derilerinde yazılıdır. Kasemin bu kitaplara yapılmış olması, onların içerisinde azmış olanların akıbetlerine dair bilgilerin varlığından dolayıdır. O kitapları okuyanlar, Rabbimizin azgınları cezalandırdığı ve kimsenin buna engel olamadığı bilgisine sahip olurlar. 3- ‫مور‬‫م‬‫المعم‬ ‫البيت‬ MA’MUR EV: “ ‫مور‬‫م‬‫المعم‬el-Ma’mur” sözcüğü “imar edilmiş, ömürlendirilmiş” anlamındadır. Yukarıda alıntıladığımız nakillerdeki gibi göklerde olan bir ev değildir; Mekke’deki Beytullah’tır yani Kâbe’dir. Burada referans verilen olay ise Allah’ın Kâbe’yi yıkmak isteyen düşmanları perişan ettiği “Fil Vakası”dır. 1,2 Rabbin, filli orduya nasıl etti görmedin mi/ hiç düşünmedin mi? Onların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı? 3-5 Ve onların üzerlerine, onlara pişmiş taşlar ile birlikte iri taneli yağmur yağdıran öbek öbek bulutlar; boran gönderdi de onları bir yenik bitki yaprağı gibi yapıverdi. (Fil/1-5) 4- YÜKSELTİLMİŞ TAVAN: Ayetteki bu ifade ile Ad ve Semud kavimlerinin helak edilişlerine dikkat çekilmiştir. 26 Şüphesiz onlardan önceki kimseler tuzak kurdular da Allah, onların duvarlarına temellerinden vurdu. Sonra da çatı tepelerinden üzerlerine çöktü. Ve onlara azap akledemedikleri bir yönden geldi. (Nahl/26) 3 (Talmud; Shab, 88) 4 (Çıkış; 20; 18) 6
  • 7. 5- DOLDURULMUŞ/TUTUŞTURULMUŞ DENİZ: Ayetteki “‫مسجور‬ Mescur” kelimesi, “ ‫سجر‬scr” kökünden türetilmiştir. “Scr”, “doldurmak, akmak, suyu gitmek, sel suyuyla dolmak, fırını tutuşturmak” anlamlarındadır.5 Sözcüğün bu anlamları dikkate alındığında, “doldurulmuş deniz” ifadesiyle şu azapların anlaşılması mümkün olmaktadır: Nuh kavmin suya gark edilmesi, Firavun ve yakınlarının suda boğulması, Sebe’ halkının sel felaketiyle cezalandırılması, Semud ülkesi gibi nice memleketlerin kuraklıkla, göllerinin, nehirlerinin kurutulup her yanının çölleşmesi ile cezalandırılması. 90-92 Ve İsrâîloğulları'nı bol sudan/nehirden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen izledi. Sonunda boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrâîloğulları'nın inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım” dedi. –Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun. Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız.– Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim âyetlerimize/ alâmetlerimize/ göstergelerimize karşı duyarsız/ilgisizdirler. (Yunus/90- 92) 50 Hani bir zamanlar da Biz, bol suyu/nehiri sizin için yarıp da sizi kurtarmış, siz bakıp dururken Firavun'un yakınlarını da suda boğmuştuk. (Bakara/50) 15 Andolsun ki Sebe toplumu için yurt tuttukları yerde bir alâmet/gösterge vardı: Sağdan ve soldan iki bahçe! –“Rabbinizin rızkından yiyin ve O'nun için nimetlerin karşılığını ödeyin! Ne güzel bir belde ve çok bağışlayıcı bir Rabb!”– 16 Fakat onlar yüz çevirdiler; nimetlerin karşılığını ödemediler. Biz de üzerlerine barajların selini salıverdik ve iki bahçelerini onlara buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da “sidir ağacı” bulunan iki bahçeye çevirdik. 17 Bu, onların küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olmaları nedeniyle Bizim onları cezalandırmamızdır. Ve Biz sadece çok nankör olanları cezalandırırız. (Sebe/15-17) Ve Nuh/25, A’raf/61-64, Mülk/30, Şems/11-14. 9,10 O gün gök, sarsıldıkça sarsılır, dağlar da yürüdükçe yürür. 11,12 Öyleyse, o gün boş uğraş içinde oynayıp duran yalanlayıcıların vay haline! Bu ayetlerde artık dünyanın işlevini tamamladığı, kıyametle beraber yeni bir oluşumun başladığı mesajı verilmekte ve ahireti inkâr edenleri bekleyen perişanlığa dikkat çekilerek inkârcılar uyarılmaktadırlar. 48-51 O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48- 51) 88 Ve sen dağları görürsün; sen onları donuk, durgun sanırsın. Oysa onlar her şeyi sapasağlam yapan Allah'ın yapımı olarak bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Şüphesiz ki O, yaptıklarınıza tamamıyla haberdardır: (Neml/88) 5 (Lisanü’l- Arab, c. 4, s. 498,499, scr mad.) 7
  • 8. 47 Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yeryüzünü çırılçıplak/ dümdüz göreceksin. Ve Biz onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık. 48 Ve onlar, saf hâlinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce oluşturduğumuz gibi Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı gerçekleştirmeyeceğimize bâtılca inanıyordunuz.” (Kehf/47, 48) Ve Mümin/85, Ta Ha/105- 107, Vakıa/5, Hakkah/14, Meariç/9, Müzzemmil/14, Mürselat/10, Nebe’/20, Tekvir/3, Kariah/5. Konumuz olan ayetteki “Öyleyse, o gün boş uğraş içinde oynayıp duran yalanlayıcıların vay haline!” cümlesi, yalanlayıcıların boş işlerle, işe yaramayacak şeylerle uğraştıkları için kınanıp tehdit edildiklerini ifade etmektedir. Bu halleriyle onlar, mezbahaya kesime giderken karınlarını şişirmeye çalışan hayvanlara benzemektedirler. 13-16 O gün yalanlayıcılar, cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!– Oyunla oynaşla ömür tüketen inkârcılar o gün cehennem ateşine itildikçe itilirler. Onlara “İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir?” denir. Böylece alay edip durdukları, çeşitli saçma bahaneler ileri sürek yalanladıkları ahiretin gerçekliğine bizzat tanık olurlar. İçine itildikleri ateş sadece yaptıklarının karşılığı olarak aldıkları bir karşılıktır. Yalanlayıcıların cehennem kenarında “Peki, bu da mı bir sihir?” istihzasına maruz kalmaları, kendilerine Kur’an tebliğ edildiği, cehennem ile uyarıldıkları zaman elçi hakkında “Bu sırf kelime oyunudur, sözle büyülemedir, bunlarla bizi ahmak yerine koyuyor” dediklerine karşılıktır. Bir bakıma bu tavırları hatırlatılıp “Şimdi söyleyin! Önünüzdeki şu cehennem bir sihir midir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!” denilmektedir. Bu sahneler, ileri derecede uyarı amacıyla verilmektedir. Nitekim bu sahneden sonra gelecek sahnelerde mücrimler her şeyi itiraf etmektedirler: 21 Onlar, toplu olarak Allah için ortaya çıktılar. Sonra da zayıf olan kişiler, büyüklük taslayan kişilere: “Şüphesiz bizler, sizlere uyan kimseler idik. Peki, şimdi siz, Allah'ın azabından bir şeyi bizden savar mısınız?” dediler. O büyüklük taslayanlar: “Allah, bize kılavuz olsaydı biz kesinlikle size kılavuz olurduk. Bizler sızlansak ya da sabretsek bizim için birdir. Bizim için kaçacak herhangi bir yer yoktur” dediler (İbrahim/21) 69-76 Allah'ın âyetleri üzerinde tartışanları görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Nasıl da döndürülüyorlar? Kitabı ve elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette ileride, boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülüp, sonra ateşte yakılırlarken bileceklerdir. Sonra onlara: “Allah'ın astlarından ortaklar koştuğunuz şeyler nerededir?” denir. Onlar: “Bizden kaybolup gittiler; aslında biz zaten önceleri hiçbir şeye yakarmıyorduk” derler. İşte Allah, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri böyle saptırır: “İşte bu, yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Orada sürekli kalmak üzere cehennem kapılarına girin!” –İşte, büyüklenenlerin durağı ne de kötüdür!– (Mü'min/69-76) 8
  • 9. 20,21 Ve yoldan çıkanlara gelince, onların varacağı yer de Ateş'tir. Her çıkmak istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “Yalanlayıp durduğunuz Ateş'in azabını tadın” denilecektir. Hiç kuşkusuz, dönerler diye onlara, büyük cezanın biraz hafifinden, en yakın cezadan da tattıracağız. (Secde/20) Ve Sebe’/42, Al-i Imran/106, Al-i Imran/181, En’am/30, Enfal/ 35, 50, Araf/39, Hacc/22, Ankebut/55, Secde/14. 17-20 Şüphesiz Allah'ın koruması altına girmiş kişiler, Rablerinin kendilerine verdiği ile sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak, zevk ü sefâ sürerek cennetlerdedirler, nimetler içindedirler. Ve Rableri onları cehennem azabından korumuştur. Biz onları iri gözlülerle eşleştirdik de. –“Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için!”– 21 Ve iman eden, soyları da iman ile kendilerine uyan kimseler; işte Biz, onların soylarını da kendilerine kattık. Kendilerinin amellerinden bir şey eksiltmedik. Herkes kendi kazandığıyla rehindir. 22 Onlara canlarının istediği meyveler ve etlerden bol bol sergiledik. 23 Orada, kendisinde boş söz, saçmalama ve günaha sokma olmayan bir kadehi kapışırlar. 24 Ve kendilerine ait birtakım delikanlılar onların etrafında dönerler; sanki onlar sedefleri içine gizlenmiş inci gibidirler. 25-28 Birbirlerinin yüzüne dönüp soruyorlar: “Gerçekte biz daha önce ailemiz içinde korkanlardan idik. Allah bizi kayırdı ve bizi içe işleyen azaptan korudu. Şüphesiz biz daha önce, O'na yalvarıyor idik. Şüphesiz O, iyilik yapanın, acıyanın ta kendisidir.” Boş işlerle uğraşarak ömür tüketen yalanlayıcıların ahiretteki hallerinin anlatıldığı bir önceki pasajdan sonra, karşıtlık metoduna uygun olarak bu ayet grubunda da muttakilerin ahiretteki konumları tasvir edilmektedir. Muttakiler, Rablerinin kendilerine verdiği ile sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak cennetlerde zevkusefa süreceklerdir. Rabbleri onları cehennem azabından korumuş, ayrıca iri gözlülerle [ideallerindeki eşlerle] eşleştirilmişlerdir. “Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için!” denilmek suretiyle orada ağırlanmaktadırlar. Muttakilerin konumu Kur’an’da sık sık ve detaylı olarak verilmiştir: 31-37 Kesinlikle Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden; Rahmân'dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'tan] bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar/ kurtuluş mekânları; sulak bağlar- bahçeler, üzümler, hepsi bir seviyede tomurcuklar; çiçek bahçeleri, dolu dolu su kapları vardır. Onlar, orada boş bir söz ve yalan duymazlar. –Onlar, O'nun huzurunda söz söylemeye güç yetiremezler.– (Nebe’/31- 37) 12 İşte öne geçenler, Naim cennetlerindedirler. 13,14 Birçoğu evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir. 24 Onlar, yaptıklarına karşılık olarak, 15 mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. 16 Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. 17,23 Çevrelerinde, kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; hiç büyütülmeyen çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. 25 Orada boş söz, saçmalama ve günaha sokan şeyleri işitmezler. 26 Sadece söz olarak: “Selâm [sağlık, esenlik, mutluluk], selâm [sağlık, esenlik, mutluluk]!” 27-34 Ve sağın yaranı, nedir o sağın yaranı! Onlar, dikensiz kirazlar, meyve dizili muzlar/akasyalar, uzamış gölgeler, fışkıran su, kesilmeyen; tükenmeyen ve yasaklanmayan birçok meyveler ve yükseltilmiş döşekler içindedirler. 35 Şüphesiz Biz, kirazı, muzu, gölgeleri, fışkıran suyu öyle bir yaratışla yarattık. 36-38 Ki onları, sağın ashâbı için albenili ve hepsi bir ayarda hiç dokunulmamışlar yaptık. 9
  • 10. (Vakıa/12- 38) 71-73 -Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz.” (Zuhruf/71-73) Ve Ahkaf/14, Secde/17, Ya Sin/57, Hakka/19- 24, Ra’d/23. 23. ayette “Orada kendisinde lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokma olmayan bir kadehi kapışırlar” ifadesiyle cennet içkisi tanıtılmıştır. Cennet içkisi; içilince sarhoş etmez, lüzumsuz gevezelikler yaptırmaz, sövüp saydırmaz, kavga gürültü yaptırmaz. Bu durum Saffat suresinde ayrıntılı olarak bildirilmişti: 41-49 İşte Allah'ın arıtılmış kulları, kendileri için belli bir rızık/meyveler olanlardır. Bol nimet cennetlerinde karşılıklı olarak tahtlar üzerinde ikram görenlerdir. İçenlere lezzet veren, pınardan doldurulmuş, kendisinde zararlı bir yön olmayan, sarhoşluk da vermeyen bembeyaz bir kadehle onların etrafında dolaşılır. Yanlarında da gözlerini kendilerine dikmiş iri gözlüler vardır. Korunmuş yumurta gibidir onlar. (Saffat/41-49) 29 Hadi sen öğüt ver! Artık sen Rabbinin nimeti sayesinde kâhin ve gizli güçlerce desteklenen/deli birisi değilsin. 30 Yahut onlar: “Bir şâirdir, zamanın felaketlerine çarpılmasını gözetliyoruz” mu diyorlar? 31 Sen de ki: “Bekleyin, işte ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” 32 Onların akılları mı bunu emrediyor yoksa onlar azgın bir topluluk mudur? 33,34 Yahut vahyedilenleri, “Kendi uydurup söyledi” mi diyorlar? Aslında onlar inanmıyorlar. Peki, onun gibi bir sözü onlar getirsinler, eğer doğru kimseler iseler. Bu ayet grubunda Rabbimiz elçisine görevini sürdürmesini emrederken aynı zamanda inkârcıların içinde bulunduğu zihinsel durumu da ortaya koymaktadır. 29. ayetten anlaşıldığına göre müşrikler Resulullah’a artık “kâhin” ve “mecnun” diyemez olmuşlardır. Pasajın devamına göre artık sadece “O, şairdir, Kur’an’ı kendisi oluşturuyor, yakında o da ölür gider, işi biter. Biz de ondan kurtuluruz” diyerek kendilerini avutmaya yönelmişlerdir. Onların bu temelsiz avuntuları da diğer iddiaları gibi reddedilip ikiyüzlülükleri yüzlerine vurulmakta ve “Peki, onun gibi bir sözü onlar getirsinler, eğer doğru kimseler iseler” denilerek kendilerine meydan okunmaktadır. Bu meydan okumayla Allah Resulü ve o’na inanan müminler desteklenip tatmin edilmektedir. “Esbab-ı Nüzul” kayıtlarına göre6 , yukarıdaki sözleri söyledikleri belirtilen inkârcılar Abdu'd-Dar oğullarıdır. Onlar bu sözleriyle Resulullah’ın şair olduğunu ileri sürerek “Bundan önce şairler, Züheyr, Nabiğa nasıl ölüp gittiyse, o da pek yakında ölecektir. Üstelik babası da genç yaşta ölmüştü. Belki o da babası gibi genç yaşta ölür” diye kendilerini teselli etmekteydiler. 6 (İbn Kesir) 10
  • 11. 45 Biz, onların söylediklerini daha iyi biliriz. Ve sen, onların üzerinde zorlayıcı değilsin. O hâlde sen, Benim tehdidimden korkan kimselere Kur’ân ile öğüt ver. (Kâf/ 45) 70 Ve dinlerini oyun ve eğlence edinmiş/ oyun ve eğlenceyi kendilerine din edinmiş, dünya hayatı kendilerini aldatmış olan kimseleri bırak ve Kur’ân ile hatırlat/öğüt ver: Bir kişi, kendi elinin üretip kazandığıyla değişim ve yıkıma düşerse, onun için Allah'ın astlarından bir yardım eden, yol, gösteren koruyan bir yakın kimse ve destekçi, kayırıcı söz konusu olmaz. Suçuna karşı her türlü bedeli ödemeyi istese de ondan alınmaz. İşte bunlar, kazandıkları ile değişime/yıkıma uğrayan kimselerdir. İyilikbilmezlik ettiklerinden ötürü onlar için kaynar sudan bir içecek ve can yakıcı bir azap vardır. (En’am/ 70) 44 O hâlde bu sözü/Kur’ân'ı yalanlayanları Bana bırak! Biz onları bilmedikleri yerden yakalayacağız. 45 Ve Ben, onlara mühlet veririm; süre tanırım, çünkü Benim plânım zordur/sağlamdır. 46 Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır borç altında mı eziliyorlar? 47 Yoksa görmedikleri, bilmedikleri şeyler, gelecekte olacak olaylar yanlarında da onu onlar mı yazıyorlar? 48 Öyleyse Rabbinin kararı için sabret, bunalan kişi gibi olma. Hani o, bir kez aşırı bunaldığında Rabbine seslenmişti. ( Kalem/44- 48) 31. ayetteki “Bekleyin, işte, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim” ifadesi, sözü edilen inkârcıların helaklerinin yakın olduğunu, Resulullah’a da helaklerinin yakın olduğunun işaret edildiğini göstermektedir. Nitekim özellikle bu azgın kişiler kısa zaman sonra Bedir’de helak olmuşlardır. Daha önce de detaylı olarak açıkladığımız gibi, Kur’an-ı Kerim gerek yapısal olarak, gerek edebi açıdan, gerekse içerik olarak ortaya koyduğu sosyal ilkeler, geleceğe ve modern bilime dair verdiği bilgiler açısından tartışılmaz bir mucizedir. Kur'an, indiği dönemde mucize olduğu gibi bugün de mucizedir. Bu nedenle onun mucizeliğine inanmayanlara Kur’an’ın değişik surelerinde meydan okunmuştur: 13 Aslında onlar, “Onu kendisi uydurdu” diyorlar. De ki: “Öyleyse, eğer doğrulardan iseniz, uydurma olarak da olsa, benzeri on sûre getirin, Allah'ın astlarından gücünüzün yettiği kişileri de çağırın.” 14 Yok, eğer bunun üzerine onlar, size cevap vermedilerse, artık bilin ki, Kur’ân ancak Allah'ın bilgisiyle indirilmiştir. Ve O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Artık siz Müslüman oluyor musunuz? (Hud/13, 14) 88 De ki: “Andolsun ki bugünün, yarının tüm insanları, bu Kur’ân'ın bir benzerini getirmek üzere bir araya gelseler, birbirlerine yardımcı da olsalar, onun benzerini kesinlikle getiremezler.” (İsra/88) 37 Ve bu Kur’ân, Allah'ın astları tarafından uydurulan değildir. Lâkin sadece içinde konu edilenlerin doğrulanması ve Tevrât'ın ayrıntılı olarak açıklanmasıdır. Onda şüphe edilecek hiçbir şey yoktur. Âlemlerin Rabbindendir. 38 Yahut “Onu kendisi uydurdu” diyorlar. De ki: “Öyleyse siz benzeri bir sûre meydana getirin, Allah'ın astlarından çağırabileceklerinizi de çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz.” (Yunus/37, 38) 23 Ve eğer kulumuza indirdiğimizden kuşku içinde iseniz, haydi onun mislinden bir sûre siz getirin, Allah'ın astlarından tüm tanıklarınızı da çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz. 11
  • 12. 24 Sonra, eğer bunu yapmadıysanız ve asla yapamayacaksınız; öyleyse kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korunun. (Bakara/23, 24) 35 Yoksa onlar, hiçbir şeysiz mi oluşturuldular? Yoksa kendileri mi oluşturuculardır? 36 Yoksa gökleri ve yeryüzünü kendileri mi oluşturdular? Aslında, onlar kesin bilgi sahibi değildirler. 37 Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yahut kendileri egemenlik sürenler midirler? 38 Yoksa kendileri için dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyenleri, açık bir delil getirsin. 39 Ya da kızlar O'na, oğullar size mi? 40 Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar, borçtan dolayı ağır bir yük altına mı girdiler? 41 Yoksa görülmeyen, duyulmayan, sezilmeyen, geçmiş, gelecek kendilerinin yanındadır da onlar mı yazıyorlar? 42 Yoksa bir sinsi plân mı yapmak istiyorlar? Fakat kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin kendileri sinsi plâna düşenlerdir. 43 Yoksa onlar için Allah'tan başka bir ilâhı mı var? Allah, onların ortak koştukları şeylerden arınıktır. Bu ayetlerde Rabbimiz, oyunda oynaşta olan söz konusu yalanlayıcıların Kendisi hakkındaki düşüncelerine cevap vermektedir. Ayetlerin ifadesi gayet açık ve nettir. İfadeler inkari sorularla gelmiştir. Çok açık bir şekilde kâfirlerin inançları, tavırları ve dayandıkları esaslar çürütülmekte, akılsızca davrandıklarından dolayı kınanmaktadırlar. 35. ayetteki “Yoksa onlar, hiçbir şeysiz mi yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcılardır?” ifadesinin “Onlar, yaratıcısız mı yaratılmışlardır?” veya “Onlar, bir şey için değil, boş yere mi yaratılmışlardır?” yahut da “Onlar, babasız annesiz mi yaratılmışlardır?” anlamlarıyla değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira bu anlamları ifade eden birçok ayet (Murselât/20, Vakıa/59, Vakıa/64, 71-73, Mü'minûn/115, Kaf/15) vardır. 37. ayetteki “Rabbinin hazineleri” ifadesi, genellikle yağmur ve rızık olarak kabul edilse de esas “elçilik”tir. 4 Elçi göndermek, Allah'ın dilediği kişilere verdiği armağanıdır. Ve Allah, büyük armağan sahibidir. (Cuma/4) 9 Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salât için [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma için] seslenildiği zaman, Allah'ın anılmasına hemen koşun, alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, işte bu, sizin için daha hayırlıdır. 12
  • 13. (Cuma/9) 32 Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. (Zuhruf/32) 41 Artık eğer Biz, seni alıp götürsek bile şüphesiz Biz, onları cezalandırarak adaleti sağlarız. (Zuhruf/41) Ayette denilmek istenen şudur: Elçiyi onlar mı atayacaklardı, ya da Allah elçi atarken onlara mı soracaktı? 38. ayetteki “Yoksa kendileri için dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyenleri, açık bir delil getirsin” ifadesi ile inkârcıların kâhinlerince ileri sürülen “gökten haber alma” saçmalığı reddedilmektedir. Böylece Muhammed’in elçi olmadığı, Kur’an’ı Allah’ın indirmediği ve haşrin de gerçekleşmeyeceği iddiasındaki inkârcılara seslenilerek bu konulara dair bilgiyi nereden aldıkları sorgulanmaktadır. Bu sorgulamanın amacı aslında bu yalancıların hiçbir şey bilmedikleri, tamamen kendi avuntularını dile getirdikleri gerçeğini ortaya koymaktır. 42. ayette ise inkârcılar ne kadar tuzak kurarlarsa kursunlar, ne kadar plan yaparlarsa yapsınlar, hiçbirinin işe yaramayacağı açıklanmaktadır. 42. ayetin metninde “müşakele” sanatı icra edilmiştir. Kısaca onlara “Yoksa bir sinsi plan mı yapmak istiyorlar? Fakat o küfredenlerin kendileri sinsi plana düşenlerdir” denilerek o tuzağa en yakın zamanda kendilerinin düşmüş olacakları bildirilmektedir. 42,43 Ve onlar, var güçleriyle Allah'a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse, kesinlikle önderli toplumların her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne zaman ki kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden onların sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi düzenbazını çepeçevre kuşatır. O hâlde öncekilerin kanunundan/ onlara uygulanandan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen, Allah'ın uygulamasında asla bir değişme bulamazsın. Sen, Allah'ın uygulamasında asla bir başkalaşma da bulamazsın. (Fatır/42, 43) 30 Ve hani bir zaman, şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da cezalandırıyordu. Ve Allah, cezalandıranların en hayırlısıdır. (Enfal/30) 40 Ve bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Ama kim affeder ve düzeltirse, artık onun ücreti Allah'a aittir. Şüphesiz ki O, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları sevmez. (Şûra/40) Ve Bakara/194, Al-i Imran/54, Tarık/15, 16. 44 Ve gökten düşmekte olan bir parça görseler, “Üst üste yığılmış bulutlardır” derler. Bu ayette müşriklerin ne kadar densiz oldukları vurgulanmaktadır. Şöyle ki; kendilerine ne kadar mucize gelirse gelsin, yine de inkârlarını sürdürmeye devam etmektedirler. Hatta gökten mucize olarak bir parçanın düşmekte olduğunu görseler, 13
  • 14. pişkinlik göstererek bunun yine de mucizevî bir olay olmadığını iddia etmeye kalkarlar. Müşrik inkârcıların bu pişkinliklerini daha evvel şu ayetlerde de görmüştük: 9 Peki onlar, gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olan şeylere bir bakmazlar mı? Biz dilesek kendilerini yere geçiririz. Yahut gökten üzerlerine parçalar düşürürüz. Şüphesiz bunda yönelen/ hakka gönül veren her kul için bir alâmet/gösterge vardır. (Sebe/9) 25 Onlardan sana kulak verenler vardır; oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına; kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık oluşturduk. Onlar, bütün alâmetleri/göstergeleri görseler de ona inanmazlar. Öyle ki, o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek “Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir” derler. (En’am/25) 146 Yeryüzünde, bütün âyetleri görseler de onlara iman etmeyen, doğrunun yolunu görseler de o yolu tutup gitmeyen, eğer sapıklığın yolunu görürlerse onu yol edinen haksız yere büyüklük taslayan şu kimseleri, âyetlerimizden uzak tutacağım.” –Bu, onların âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil; duyarsız, ilgisiz olan kimseler oluşlarındandır.– (A’raf/146) Ve Ahkaf/24, 25, Şuara/187, İsra/90 – 93, Hicr/14, 15, Secde/20, 21, En'am/111. 45 Artık onları, baygın düşüp yıkılacakları günlerine kavuşuncaya kadar bırak. 46 O gün sinsi plânları, kendilerine hiçbir şekilde yarar sağlamaz ve onlar yardım olunmazlar. 47 Evet, şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselere, bundan aşağı bir azap var, ama onların çoğu bilmiyor. Bu ayetlerde Resulullah teselli edilmiş ve kendisinden inkârcı müşrikleri “baygın düşüp yıkılacakları günlerine kavuşuncaya kadar” kendi hallerine bırakması istenmiştir. 44 O hâlde bu sözü/Kur’ân'ı yalanlayanları Bana bırak! Biz onları bilmedikleri yerden yakalayacağız. 45 Ve Ben, onlara mühlet veririm; süre tanırım, çünkü Benim plânım zordur/sağlamdır. (Kalem/44, 45) 29 Bizim öğüdümüzden/ Kur’ân'dan geri duran ve iğreti dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimseden hemen mesafelen. 30 Onların bilgiden ulaşacakları şey işte budur. Kuşkusuz senin Rabbin, yolundan sapmış olanı başkalarından daha iyi bilendir, kılavuzlandığı doğru yolda olanı da başkalarından daha iyi bilendir. (Necm/29) 68 Ve âyetlerimiz/ alâmetlerimiz/ göstergelerimiz hakkında boşa uğraşanları gördüğün zaman, onlar ondan başka söze dalıncaya kadar hemen onlardan uzak dur. Ve eğer şeytan bunu sana terk ettirse de, hatırladıktan sonra o şirk koşarak yanlış davrananlar; kendi zararlarına iş yapanlar topluluğu ile beraber oturma. (En’am/68) 106,107 Sen Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Rabbinden sana vahyedilene uy. Ortak koşanlardan da yüz çevir. Ve eğer Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz, seni onlar üzerine bir bekçi yapmadık, sen onlar üzerine işleri belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan biri de değilsin! (En’am/106) 14
  • 15. Rabbimizin Resulullah’tan iflah olmaz inkârcılara karşı mesafeli durmasını istediği başka ayetler de [Nisa/63, 81, A’raf/199, Hıcr/94, Secde/30] vardır. 47. ayette geçen “zalimlik eden kimselere” ifadesindeki zulüm ile “şirk” yani putlara ve diğer sahte ilahlara yakarma günahı kast edilmiştir. 90-93 Ve “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, öğrenip öğreteceğimiz bir kitabı bize indirmene kadar asla inanmayız” dediler. Sen de ki: “Rabbim noksanlıklardan arınıktır. Ben, beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!” (İsra/90- 93) 119 Allah dedi ki: “Bu, doğru kimselere doğruluklarının yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde sonsuz kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler vardır.” Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte bu, en büyük kurtuluştur. (Maide/119) Ve Ya Sin/20- 25, Yunus/18, Zümer/3. 47. ayette konu edilen “bundan aşağı bir azap”, dünyada insanlara tek tek veya tüm halka topluca gelen felaket ve musibetlerdir. Bu felaket ve musibetler insanları akıllarını başlarına almaya yöneltmek amacıyla gönderilir. 41 İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde kargaşa ortaya çıktı. (Rum/41) 20,21 Ve yoldan çıkanlara gelince, onların varacağı yer de Ateş'tir. Her çıkmak istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “Yalanlayıp durduğunuz Ateş'in azabını tadın” denilecektir. Hiç kuşkusuz, dönerler diye onlara, büyük cezanın biraz hafifinden, en yakın cezadan da tattıracağız. (Secde/20,21) 48,49 Ve sen Rabbinin hükmü için sabret. Artık şüphesiz sen Bizim gözlerimizin önündesin. Kalktığın zamanda, gecenin bir kısmında ve yıldızların batışında Rabbinin övgüsü ile birlikte Kendisini noksan sıfatlardan arındır. Hadi O'nu tüm noksan sıfatlardan arındır! Bu ayetlerde de yine Resulullah’a hitap edilerek kendisine müşriklerin sinsi planları karşısında güvencede olduğu ve bundan sonra nasıl bir yol izlemesi gerektiği konusunda açık talimatlar verilmiştir. Bu talimata göre Elçi tesbih etmeye; yani Allah’ı doğru tanıtmaya, ilahiyat öğretmenliği yapma görevine devam etmelidir. Ayetteki “kalktığın zaman” ifadesi “görev yaptığın, işe dikildiğin zaman” demektir. “Artık şüphesiz sen Bizim gözlerimizin önündesin” ifadesi ise “Biz senin neler yaptığını görüyor, neler söylediğini işitiyoruz. Sen, görüp gözeteceğimiz, koruyup kollayacağımız, seni himaye edeceğimiz bir konumdasın; seni kendi haline bırakmış değiliz, seni koruyoruz” demektir. Nitekim Rabbimiz Musa (as) ve Nuh (as) için de aynı destekleyici ifadeleri sarf etmişti: 15
  • 16. ‘39 Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, 40 hani kız kardeşin yürüyordu da ‘Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?' diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir kader üzerine geldin, ey Mûsâ! (Ta Ha/39, 40) 36,37 Ve Nûh'a vahyolundu: “Kesinlikle toplumundan iman etmiş olanlardan başka artık kimse iman etmeyecektir. Onun için onların yaptıkları şeylere üzülme. Ve Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler hakkında da Bana hitapta bulunma. Kesinlikle onlar, suda kesin boğulacaklardır.” (Hûd/36,37) 27-29 Bunun üzerine Biz o'na: “Bizim gözetimimiz ve vahyimiz ile gemiyi yap. Sonra Bizim emrimiz gelip de tandır kaynayınca, her cinsten eşler hâlinde iki tane ve bir de onlardan, daha önce kendisi aleyhinde Söz geçmiş olanların dışındaki aileni, yakınlarını, inananlarını gemiye sok. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapmış olanlar konusunda Bana başvurma. Şüphesiz onlar boğulmuşlardır; kesin olarak suda boğulup öleceklerdir. Sonra sen ve beraberindeki kişiler gemiye yerleştiğinde de: ‘Tüm övgüler, bizi şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar topluluğundan kurtaran Allah içindir; başkasını övmeyin’ de! Ve: ‘Rabbim! Beni bolluk olan bir yere indir/bana bolca ikramda bulun. Sen, indirenlerin/ikramda bulunanların en iyisisin’ de” diye vahyettik. (Müminun/27-29) 13,14 Nûh'u da, iyilikbilmezlik edilen kişiye bir ödül olmak üzere, korumamız/ gözetimimiz altında akıp giden levhaları; tahtaları ve çivileri/urganları olan filika/ küçük gemi üzerinde taşıdık. (Kamer/14) Daha evvel “Tesbih” kavramının Allah’ı doğru tanıyıp doğru tanıtma; yani Allah’ın noksan sıfatlardan münezzeh ve kemal sıfatlarıyla muttasıf olduğunu bilmek ve bildirmek demek olduğunu defalarca açıklamıştık. Rabbimiz bu emrinin sürekli olarak yerine getirilmesi gereken bir emir olduğunu hem konumuz olan 48, 49. ayetlerde hem de muhtelif ayetlerde bildirmektedir: 39,40 O nedenle, sen onların söylediklerine karşı sabret. Ve güneşin doğmasından önce ve batmasından önce ve geceden bir bölümde; her fırsatta Rabbinin övgüsü ile birlikte arındır. Ve boyun eğip teslim oluşların/ikna oluşların arkalarında; inkârcıya iman ettirdikten sonra da O'nu arındır. (Kaf/39) 49,50 Kullarıma, hiç şüphesiz Benim çok bağışlayıcı ve pek merhamet edicinin ta kendisi olduğumu, Benim azabımın da, çok acıklı bir azabın ta kendisi olduğunu önemle haber ver! (Hicr/49) Ve Rum/17, Kaf/40, Ta Ha/130. Yukarıdaki ayetlerin ekseni “Allah’ı tesbih etme” konusudur. Resulullah’tan defalarca istenen görev, “Allah’ı tesbih etme” yani Allah hakkında insanlara doğru, açık, anlaşılır, sıhhatli bilgiler vermektir. Bunu kısaca ilahiyat eğitimi olarak tanımlayabiliriz. Çünkü İslam dini, merkezinde “Allah” hakkında sahih ve anlaşılır bilgilerin bulunduğu bir inanç ve amel sistemidir. Sistemin can alıcı noktası, kulların Allah ile sahih ve sağlam bilgiler ışığında bir gönül bağı kurmasıdır. Bu bağ, insanın nihaî kurtuluşu için temel gereklilik olan “iman”dır. Kulların tüm diğer davranışları ancak temeli doğru atılmış bu gönül bağı sayesinde ahlakî bir doğrultu kazanabilir. Dikkat edilirse, “tesbih etme” eyleminin vakitleri olarak ayetlerde “sabah”, “akşam”, “gece” ve “gündüzün iki ucu” gibi kavramlar kullanılmıştır. Arabistan’ın 16
  • 17. o günkü halkı için en uygun vakitler sabah, akşam ve gecedir. Bu kural coğrafyadan coğrafyaya, sosyal şartlardan sosyal şartlara değişebilir. İlahiyat eğitim ve öğretimi topluma en uygun zamanlarda verilmeli ve kesinlikle ihmal edilmemelidir. Allah, doğrusunu en iyi bilendir. 17