SlideShare a Scribd company logo
1 of 11
Download to read offline
EKONOMİK KRİZ DEYİNCE NE ANLAŞILIR ?
Ekonomik kriz dendiğinde neyin anlaşılması gerektiği konusunda bir görüş birliği
yoktur.Kimileri durgunluk, kimileri resesyon,kimileri enflasyon,kimileri deflasyonu ekonomik
kriz olarak tanımlıyor.Bunlara ek olarak finans kesiminde ortaya çıkan krizlerin her birinin
ekonomik kriz olarak tanımlanması gerekliliği de ortaya çıkınca iş biraz daha
karışıyor.Bunlardan hangisinin ekonomik kriz olduğunda görüş birliği olmadığı gibi,her
birinin tam olarak neyi ifade ettiği konusunda da görüş ayrılıkları var.
Ekonomik kriz, tüketici talebinde ve firmaların yatırımlarındaki büyük düşüş, yüksek oranlı
işsizlik ve dolayısıyla yaşam standartlarının düşmesi biçiminde ortaya çıkabilir. Bu tür
ekonomik krizlere genellikle finansal piyasalardaki belirsizlikler ve hisse senedi fiyatlarındaki
düşüşler ve yerli paranın yabancı paralara göre değerindeki düşüşler ve yerli paranın yabancı
paralara göre değerindeki düşüşler eşlik eder. Bazen krizler doğrudan doğruya finansal
sektörden kaynaklanabilir. Yani krizler reel kesimden başlayıp finans kesimini vurabileceği
gibi tam tersi de olabilir. Çok ağır bir ekonomik kriz söz konusuysa sonuçta bir resesyon ve
borçları ödeyememe (default ) durumu da ortaya çıkabilir.
Krizin tanımlanmasında sorunlar olduğu gibi, kriz, dalgalanma, çöküntü gibi ifadeler arasında
da farklılıklar var. Örneğin 2007’ de ABD piyasasında yaşanan subprime mortgage
kredilerindeki batışların yol açtığı küresel sarsıntı o haliyle kalmış olsaydı ona kriz yerine
dalgalanma denecekti. Ama gelişim 2008’de mortgage kredi piyasasının iki dev kurumu
Fannie May ile Freddie Mac’in kamu kesimince devralınca ve bu banka batışlarına yayılan bir
süreç halini alınca kriz denmeye başlandı.
(Fannie Mae ve Freddie Mac, Federal Amerikan hazinesinin “zimmi” güvencesiyle piyasaya
çıkardıkları ipotekli kredi (mortgage) teminatlı tahvillerle (mortgage backed securities ) fon
toplarlar ve bu topladıkları fonlarla bankaların ABD vatandaşlarına çıkardıkları uzun vadeli
ipotekli konut kredilerini satın alırlar. Satın aldıkları kredileri paketleyip daha önce bahsedilen
tahvillere çevirirler. ABD’nin ikincil ipotek kredisi piyasasının en büyük oyuncularıdırlar.
Amerikan hazinenin verdigi zimmi garantiden ötürü (mevduat sigortası gibi), bu kuruluşların
çıkardıkları bonoların getirileriyle Amerikan hazine bonoları ve tahvillerinin getirileri
arasındaki fark çok azdır.)
Örneğin ABD’de resesyonu saptamakla resmen görevlendirilmiş olan NBER ( National
Bureau of Research ) iki çeyrek üst üste eksi büyüme yaşanması halini resesyon olarak
tanımlıyor. Oysa birçok iktisatçı resesyonun yalnızca büyümeyle değil aynı zamanda işsizlikle
de tanımlanması gerektiğini öne sürüyor.Örneğin 2008 yılının ortasında ABD’nin yıllık
büyüme ortalaması yüzde 2,8 çıkmışken yıllık baza dönüştürülmüş işsizlik oranı da yüzde 6,1
olarak belirenmişti. Büyümeye bakarsanız NBER’nin tanımladığı resesyonla hiç bir ilgisi
olmadığı gibi ABD’nin yüzde 2-3 aralığı olarak belirlenmiş olan potansiyel büyüme oranının
da üstünde kalıyor, buna karşılık işsizlik oranı son yılların rekorunu kırıyordu. Bu durumda
2008 yılının üçüncü çeyreğindeyken ABD ekonomisinin resesyonda olup olmadığı sorusunun
yanıtı verilemiyordu. Bu sorunun yanıtını aramaya bazı tanımlara bakarak başlayalım.
Durgunluk dendiğinde bir ekonomide büyüme hızının sıfıra düşmesi ya da sıfıra yaklaşması
anlaşılır. GSYH’si; yani bir yıl içinde ürettiği bütün mal ve hizmetlerden piyasa fiyatı
cinsinden değerleri toplamı 200 milyar dolar olan bir ekonominin bir sonraki yıl yine aynı
değerde GSYH yaratması o ekonominin durgunluk içinde olduğunu gösterir. Burada sözünü
ettiğimiz değer enflasyondan arındırılmış olan reel değerdir. Durgunluk genellikle işsizler için
yeni iş imkanları yaratılamamasıyla birlikte gelişir.
Resesyon ise bir ekonomide büyümenin eksiye düşmesi demektir. Bu gelişme genellikle
işsizlik oranındaki artış eşlik eder. Bunu biraz daha geniş bir çerçeveye oturtursak tanımı
şöyle yapmak daha doğru olur. Resesyon, konjonktür dalgasının en düşük olduğu düzeydir.
(Konjonktür Iktisadi hayatın iyileşme ve kötüleşme konusunda gösterdiği değişikliklerin
(dalgalanmaların) hepsine verilen ad.Konjonktürün hareketleri; canlanma (recovery),
yükselme (boom), burhan (crisis) ve durgunluk (depression) safhalarından meydana gelir.
Sanayileşmiş ülkelerde, bu devreler çeşitli zaman dönemlerinde yaşanmıştır. Günümüzde
milli gelir, üretim, fiyat
ve yatırımlarda böyle dalgalanmalar görülmekteyse de hareketler kısa dönemde olmaktan
çıkıp, uzun dönemli hale gelmiştir.)
Bu düzeyde çoğu makroekonomik gösterge ( GSYH, istihtam, talep, vb. ) düşüş halindedir.
Bunlardan hangisinin kriz sayılacağı süreye, büyüklüğe ve yarattığı etkiye göre değişir. Bazen
Japonya’nın yaşadığı durgunlukta olduğu gibi uzun süreli bir durgunluk dönemi tam
anlamıyla kriz yaratmazken bazen kısacık bir resesyon kriz yaratabilir.
Ekonomiler büyüme ve enflasyonla ilişkilerine göre dörde ayrılırlar:
(1) Bir ekonomi sıfır enflasyonla büyüyorsa orada enflasyonsuz büyüme geçerlidir.
(2) Bir ekonomide hem reel büyüme hem de enflasyon varsa enflasyonlu büyüme söz
konusudur.
(3) Bir ekonomide reel büyüme sıfır ya da sıfıra yakınken enflasyon varsa stagflasyon durumu
geçerlidir.
(4) Bir ekonomide GSYH reel olarak küçülürken enflasyon da ortaya çıkıyorsa o ekonomi
slumpflasyon ile karşı karşıyadır.
Yukarıdaki örneklerden ilkine yakın geçmişte Japonya’da rastlandı. Japon ekonomisi
geçtiğimiz
yılların bazılarında sıfır enflasyona karşın sıfırın biraz üstünde reel büyüme gerçekleştirdi.
İdeal durum, düşük bir enflasyon olsa bile mümkün mertebe yüksek büyümeyi sağlayan
denge hali olduğu için Japonya’nın durumu tercih edilen bir denge değildi.
İkinci örnek yani enflasyonlu büyüme durumu dünyada en çok rastlanan denge halidir.
Türkiye uzun yıllardır böyle bir denge içinde bulunuyor. Son altı yılda bir yandan yüzde 6,5
dolayında büyürken bir yandan yüzde 13 dolayında ortalama enflasyon yaşadık.
Üçüncü durum yani stagflasyon da oldukça sık rastlanan bir denge halini ifade eder.
Stagflasyon iki ayrı sözcüğün birleştirilmesiyle oluşturulmuş bir sözcük. İlk bölümü
durgunluk anlamına gelen stagnation’dan, ikinci bölümü de enflasyondan alınmış. Durgunluk
içinde enflasyon anlamına geliyor. Yani reel ekonomik büyüme olmaksızın fiyatların artmaya
devam etmesi halini ya da GSYH’nin nominal olarak büyümesine karşılık reel büyümemesi
halini ifade ediyor. Türkiye, stagflasyon benzeri ekonomik koşullarla geçmişte birkaç kez
karşılaştı. Bnlardan biri 1991 yılıdır. 1990 yılı GSYH’mız cari fiyatlarla 397,2 milyar TL idi
(152 milyar dolar ). 1991 yılı ekonomik büyümemiz yüzde 0,4, enflasyonumuz yüzde 71,
GSYH’miz 634,4 milyar TL (151,8 milyar dolar ) olmuştu. Yani ekonomi büyümeden kaldığı
halde enflasyon yüzde 71’lere geldiği için, dolar cinsinden değişmeyen GSYH, TL cinsinden
büyümüş görünüyordu.
Dördüncü durum yani slumpflasyon ekonomik dengesizliğin en korkutucu halidir.
Slumpflasyon da stagflasyon gibi iki sözcükten oluşuyor. Slump; batma, çökme anlamına
geliyor. Enflasyonla birleştirildiğinde çöküş içinde enflasyon gibi bir anlam çıkıyor. Yani
ekonomi küçüldüğü halde enflasyon olgusunun varlığını ifade ediyor. Türkiye ekonomisi
geçmişte slumpflasyonla birkaç kez karşılaştı. En yakın olanı 2001 krizi sonucunda yaşanan
krizdir. Cari fiyatlarla GSYH’miz 2000 yılında 166,7 milyar TL, sabit fiyatlarla 72,4 milyar
TL idi. Buna karşılık 2001 yılında yüzde 50’nin üzerindeki enflasyona eşlik eden yüzde
5,7’lik bir küçülme yaşayan ekonomide GSYH cari fiyatlarla 240,2 milyar TL, sabit fiyatlarla
68,3 milyar TL olmuştu. Yani nominal olarak büyümüş görünen Türkiye reel olarak
küçülmüştü.
Ekonomik kriz tanımından yola çıktığımıza göre bir de mali sektör krizi ve reel sektör krizi
arasında ayrım yapmamız gerekecek demektir. Mali sektör deyimiyle kastedilen bankalar,
sigorta şirketleri, leasing, faktoring şirketleri, yatırım fonu yönetimi şirketleri gibi
kuruluşların bulunduğu sektördür. Eğer ekonomik kriz bu sektörden başlamışsa buna mali
sektör krizi ( ya da aynı anlama gelmek üzere finansal kriz ) adı veriliyor. Bu tür krizler daha
çok borsalarda yaşanan büyük değer kayıplarıyla veya bankacılık sektöründeki paniklerle ya
da dövize yönelişle doruk noktasına ulaşıyor. Bu tür krizler sonuçta devletlerin veya
kuruluşların borçlarını ödeyemez noktaya gelmesine kadar ulaşılabiliyor. Örneğin bankaların,
yaptıkları yanlış yatırımlar sonucunda uğradıkları zararlar sonucunda batmaları bir mali sektör
krizinin tipik görünümüdür. Buna karşılık bankaların verdikleri kredileri geri alamamaları
sonucunda zarara uğramaları ve mevduat sahiplerinin paralarını ödeyememeleriyle başlayan
bir krizin mali sektör krizi mi yoksa reel sektör krizi mi olduğu, daha yakından incelenmesi
gereken bir konudur. Eğer bu durum reel sektör şirketlerinin aldıkları kredileri geri
ödeyememelerinden kaynaklanıyorsa o zaman ortada bir reel sektör krizi var demektir.
Türkiye’nin 2001 yılında yaşadığı ekonomik kriz bir mali sektör kriziydi. Bankalar, bir
yandan yüksek tutarlı açık pozisyon riski taşırken, bir yandan da mevcut fonlarını sınırlı
sayıda kuruluş ve kişiye yöneltmiş ve geri alamaz duruma düşmüşlerdi.
Iktisatçılar, herhangi bir finansal varlığın ( tahvil, bono, hisse senedi gibi ) fiyatının o kağıdın
dayandığı reel varlığın gelecekteki gelir akımının üstüne çıkması haline balon adını veriyorlar
ve bu tür balonların yaygınlaşması ve büyümesi sonucunda bir finansal krizin çıkacağı
inancını taşıyorlar. Bilinen en büyük balon 1929 büyük dünya krizi öncesinde borsada
yaşanan gelişmeyle ortaya çıkmıştır. Daha yakın zamandan örnekler arasında konut
fiyatlarının şişkinliğine dayanan krizler ön plana çıkmaktadır. 1980’lerdeki Japonya krizi ve
şu anda yaşadığımız kriz asıl olarak konut fiyatlarının şişmesine bağlı gelişmeler sonucu
ortaya çıkan balonlardan oluşmuştur.
KRİZLERİN KAPSAMI
Ulusal Ekonomik Kriz
Kapitalizm küreselleşmeden önce çoğu kriz çıktığı ülkeyle sınırlı kalırdı. Bunun belki de en
büyük istisnası 1929 büyük dünya krizidir. Bununla birlikte o dönemde dünyanın önemli bir
bölümü sosyalist sisteme bağlı olduğu ve piyasa ekonomisinin dışında bulunduğu için krizin
bütün dünyayı kapsaması söz konusu olmamıştır. Bugün bile bazı krizler çıktığı yerle sınırlı
kalabiliyor. Eğer krizin çıktığı ülke göreli olarak küçük bir ekonomiye ve dünya ticaretinde
küçük bir paya sahipse kriz o ülkeyle ve yakın ekonomik ilişkide bulunduğu ülkelerle sınırlı
kalabiliyor. Buna bir örnek olarak 2001 Türkiye krizini verebiliriz. Türkiye’deki bankacılık
krizi Rusya ile Türkiye’ye komşu Ortadoğu ülkelerinde bazı etkiler yaratmış, ondan öteye bir
sıçraması olmamamıştır.
Bölgesel Ekonomik Kriz
Bazen bir ekonomide başlayan kriz ilişkili öteki ekonomilere de sıçrayarak bir bölgesel kriz
halini alabiliyor. Buna bir örnek olarak 1997 Asya krizini verebiliriz. Bu krizde Tayland’da
başlayan krizin Singapur ve Hong Kong gibi bölgenin güçlü ekonomilerine de sıçramış
olmasının altında yatan başlıca neden, yatırımcıların o bölgeyi ayrı ayrı devletler olarak değil
bir bütün olarak görmesinden kaynaklanmıştır. Sonuçta kriz bütün bölgeye ve bütün işlemlere
yayılmış, hatta küreselleşme eğilimi göstermiştir.
Küresel Ekonomik Kriz
Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ve kapitalizmin küreselleşmesiyle birlikte özellikle
büyük ekonomilerde çıkan ekonomik krizler küresel alana kolaylıkla ve hızla yayılır olmuştur.
Yani dünyanın artık neredeyse onda dokuzu piyasa ekonomisi sistemi içinde ve sermaye
hareketlerini serbest bırakmış konumda olduğu için krizin yayılması çok daha büyük bir
olasılık haline gelmiştir. Buna örnek olarak 2007 yılında ABD’de mortgage kredileri krizi
olarak ve benzer nedenlerle İngiltere’ye sıçrayan ekonomik kriz 2008 yılının ikinci
çeyreğinde küresel bir krize dönüşmüştür. Başlangıçta bu krizin Çin, Hindistan, Rusya ve
Brezilya başta olmak üzere gelişme yolundaki ülkeleri pek etkilemeyeceği düşünülürken, bu
tahmin gerçekleşmemiş ve bütün ülkeler krizden etkilenmişlerdir.
EKONOMİK KRİZLERİN BULAŞICILIĞI
Sermaye hareketlerinin serbest bırakıldığı küresel sistemde krizlerin küreselleşmesi çok daha
kolay ve hızlı oluyor. Bir başka ifadeyle krizler artık bulaşıcı hale geldi. Kapitalist sistem
küreselleşmeden önce krizlerin bu tür bulaşıcılığı çok daha sınırlıydı. Eskiden örneğin
Japonya’da yaşanan kriz Japonya ile ya da en fazla bölgede sınırlı kalırdı. 1990’larda Japonya
büyük bir mali kriz yaşadı. Bu kriz o zamana kadar dünyanın en büyük bankaları arasında yer
alan Japon bankalarının bir bölümünün batmasına, bir bölümünün başkalarıyla birleşmesine
yol açtı. Buna karşın kriz küreselleşmedi ve Japonya ve çevresiyle sınırlı kaldı. Oyasa
günümüzde sermaye hareketlerinin serbest kalması sonucu dünya finansal sistemi çok daha iç
içe girmiş durumda olduğu için bu tür br kriz hemen bütün dünyaya yansıyıp küresel bir
görünüm alıveriyor.
2008 KRİZİ
2008 yılının eylül ayında önce ABD’ de patlayan, sonra dalga dalga bütün dünyaya yayılan
küresel krizin kökeninde tarihin en büyük gayrimenkul ve kredi balonu yatıyor. ABD’deki
mortgage piyasası yaklaşık 10 trilyon dolarlık bir büyüklüğe ulaşmış ve bu haliyle dünyanın
en büyük piyasası olmuştu. Başlangıçta mortgage kredilerinin büyük ağırlığı, yüksek kaliteli
müşterilere verilen kredilerden oluşuyordu. Bunlara ‘’prime mortgage’’ kredileri deniyor.
Zaman içinde krediler daha düşük kaliteli müşterilere de yönelmeye başladı. Bunlara da
‘’subprime mortgage’’ kredileri deniyor. 2008 ortasında ABD’de subprime mortgage
kredilerinin hacmi 1,5 trilyon dolara kadar yükselmişti. ABD’de faizler geçmişte son derecede
düşük düzeylerde olduğundan, subprime mortgage kredilerini kullanan düşük gelirli gruplar
büyük ölçüde değişken faizli kredileri tercih etmişlerdi. FED’in son dönemde faizleri peş peşe
artırmasına konut fiyatlarındaki düşüşün eşlik etmeye başlaması, bu kişilerin aldıkları
kredileri geri ödeyememe sorunlarıyla karşılaşmasına yol açtı.
ABD’de emlak fiyatlarını ölçmek üzere kullanılan Case Shiller indeksi 2007 ortasından 2008
ortasına kadar yüzde 16 oranında düşüş gösterdiği sırada uzmanlar bu indeksin yüzde 10
oranında daha düşmesi gerektiğini öne sürüyorlardı. Sahibi oldukları emlakların fiyatının
yükselmesiyle refahlarının arttığını düşünen ve bu çerçevede borçlanıp para harcayan
Amerikalılar için bu büyük bir şok oluşturuyordu. İngiltere’de emlak sahipleri daha da
borçluydu. Yani bir anlamda kapitalizmin son yükselişi emlak fiyatlarının şişmesi üzerine
kurulmuştu. Emlak fiyatları artıyor, emlak sahipleri kendilerini daha zenginleşmiş hissedip
borçlanarak harcamalarını artırıyorlar, bu ekonomiye canlılık getiriyor ve emlak fiyatları daha
da artıyordu. Emlak fiyatları arttıkça emlak talebi de artıyor, bu kez emlaka dayalı kağıtlarla
yapılan finansal işlemler büyüdükçe büyüyordu. Herkes yatırım amacıyla ikinci, üçüncü
gayrimenkulünü alıyordu. Bu alımların altında yatan varsayım bunların günün birinde daha
yüksek bedelle satılabileceği varsayımıydı. Bu varsayımın gerçek olmayabileceği anlaşılınca
fiyatlar düşmeye ve balon sönmeye yöneldi.
2008 küresel krizi, altında emlak fiyatlarının şişkinliği de olsa, kredinin değil ona dayanılarak
yapılan işlemlerin yarattığı bir çeşit kredi krizi olarak tanımlanıyor. Sorunu yaratan şey,
kredinin elden ele inanılmaz bir ölçekte el değiştirmesinden kaynaklanıyordu. Bu el
değiştirme türev ürünler adı verilen bir finansal buluşla yapılıyordu. Türev ürün, şirketlerin
başka işlemlerden doğan risklerini alışverişe konu edebilmelerini sağlayan sözleşmelerdir. Bu
sözleşmeler, mortgage kredisini verenin bu krediyi kullanan tarafından geri ödenmemesi
riskini üçüncü kişilere, örneğin hedge fonlara devretmeye yarıyordu. Riski devreden kredi
kuruluşları çok daha büyük risklere girebiliyor ve krediler ile doğal olarak türev ürünler çığ
gibi büyüyordu. Başlangıçta riski devretmeye yarayan ve bu anlamda sistemde bir sigorta
işlevi gören türev ürünler giderek kendileri birer risk unsuru olmaya başlamışlardı.
Bu ilişkiler açısından baktığımızda, nerdeyse dünyadaki bütün uluslararası çapta işlem yapan
bankalar birbirlerine kefil olmuşlar ve bu ilişkilerin en fazla toplandığı banka da Lehman
Brothers haline gelmişti. Sözleşmelerin yerine getirilemeyeceği haberi gündeme düştüğünde
Lehman Brothers batma olgusuyla karşı karşıya geldi. Bankalara karşı sözleşmelerin
koşullarını yerine getiremiyor, gerekli ödemeleri yapamıyordu. Hükümet ve FED bu bankayı
kurtaramayacaklarını açıkladılar. Bu açıklama Lehman Brothers’dan alacaklı konumda
bulunan bütün bankalar açısından müthiş zararların ortaya çıkması demekti. Aslında balon
patlamıştı belki ama patladığının anlaşıldığı an o andır.
Makroekonomik açıdan bakıldığında da durum karışıktı. ABD, tarihinin en büyük cari
açıklarını veriyordu. Buna karşılık büyük miktarlı fon çekiyor ve bununla cari açığını finanse
ediyordu. Sistem kabaca şöyle işliyordu: ABD’li şirketler sermayelerini, teknolojilerini alıp
Çin’e gidiyor, orada yatırım yapıp ucuz Çinli emeğiyle üretime başlıyor, ürettiklerini ağırlıkla
ABD ve Avrupa pazarına satıyor, oradan elde edilen kazançları da ABD Hazine tahvillerine
yatırıyorlardı. ABD’nin cari açığını önemli ölçüde Çinli emeği finanse etmiş oluyordu. Ne var
ki bu açığın sonsuza kadar gidemeyeceği, bir yerde ABD ekonomisinde bir düzeltme olması
gerektiği de biliniyordu. Yani ABD’nin dış dengesi de bir balon üzerine oturmuş durumdaydı.
Bir yandan böyle balonlar olmuşken 2008 yılında petrol, gıda ve metal fiyatları hızla artmaya
yöneldi. Bu artışlar mali kesimde zaten oluşmuş kötümser havaya yeni olumsuz beklentiler
eklenmesine yol açtı.
2008 krizi büyük ölçüde marjinal alanlara, kişi ve kurumlara verilmiş mortgage kredileriyle
ucu bucağı belli olmayan türev ürünler bileşiminin yarattığı bir finansal krizdir. Bu sorunlu
alanın bu kadar büyümesinin temel nedeni ise kuralların yetersizliği ve denetimin eksikliğidir.
2008 krizinin nedenlerini bir tek yerde aramak doğru değildir. Ama kuralların uygulanmaması
ya da kapsamlarının genişletilmemesi en temel neden gibi görünüyor. Bir önceki dönemin
yarattığı kuralları azaltma, serbestleştirme, deregülasyon modasının etkisiyle türev ürünlerin
kurala bağlanmasına karşı çıkılmıştı.
Krizin gelişme yolundaki ülkeleri de derinden etkilemesinin birçok nedeni var. Her şeyden
önce bu ülkelere yönelik sıcak para çekilmeye başlandı. Sıcak paranın kaynağı olan ülkelerde
sorunlar çıkınca bu sorunların gelişmekte olan ülkeleri de etkileyeceği korkusu sıcak paranın
çıkmasına yol açtı. Gelişmiş ülkelerde büyümenin düşmesi, talebinde gerilemesine yol açınca
gelişme yolundaki ülkelerden yapılan ithalatta azalma olmaya başladı. Bu durum gelişme
yolundaki ülkelerin dış ticaret gelirlerinin düşmesine ve dolayısıyla ekonomilerinin
küçülmeye başlamasına yol açtı. Bütün bu karşılıklı daralma eğiliminin bir sonucu olarak bu
kez petrol, metal fiyatları çok hızlı bir çöküş içine girdi. Bu da ayrıca deflasyonist bir etki
yaratmaya başladı.
2008 krizinin bütün öteki krizlerden farkı, bunun tam anlamıyla bir küresel kriz olması ve
dünyadaki bütün ülkeleri etkilemiş olmasıdır.
KÜRESEL KRİZİN TÜRKİYE EKONOMİSİNE YANSIMALARI
2001 yılı sonrasında dünya finans piyasalarında yaşanan likidite bolluğundan yüksek faiz
imkanları sunan Türkiye ekonomisi de yararlanmıştır. Yaşanan bu likidite bolluğu küresel
krizle birlikte son bulmuştur. Küresel kriz Türkiye’den kaynaklanmasa da, tüm dünya
ülkeleriyle birlikte Türkiye ekonomisini de etkilemiştir. Kriz sonrasında uluslararası
piyasalardan sağlanan fonların önemli ölçüde azalması sonucunda dış borçlanma
maliyetlerinin ve imkanlarının zorlaşması, tasarruf açığı nedeniyle dış kaynak ihtiyacı yüksek
olan Türkiye’yi olumsuz etkilemiştir. Ayrıca Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan Avrupa
ekonomilerinin küresel kriz nedeniyle yaşadığı ekonomik durgunluk, Türkiye ihracatının ve
ekonomisinin de yavaşlamasına neden olmuştur.2001 krizi sonrasında bankacılık kesiminde
yaşanan yapısal dönüşüm sayesinde; küresel krizin Türk finans sektörüne etkisi diğer ülkelere
kıyasla sınırlı kalmıştır. Türk bankalarının kriz döneminde sermaye yeterlilik oranları ile
güçlü bir yapıda olması ve riskli enstrümanlara yatırım yapılmamış olması Türk ekonomisinin
krize karşı dayanıklılığını arttırmıştır. Ancak ekonominin iyi işleyişinde reel sektör bankacılık
ilişkisinin önemi büyüktür. Bu açıdan değerlendirildiğinde 2009 yılı içerisin- de, sorunlu
kredilerin toplam krediler içindeki payının giderek arttığı görülmektedir. Batık kredilerin
toplam kredilere oranı % 4,5’un üzerine çıkmıştır. Finans sektörü küresel krizden fazla
etkilenmese de kriz reel sektörü fazlasıyla etkilemiştir. Küresel kredi musluklarının kısılması,
kredi maliyetlerinin artışı, yurtdışı pazarların daralması gibi daha birçok nedenden ötürü reel
sektör büyük kayıplar yaşamıştır. Bu kayıp, ülkemiz makro ekonomik göstergelerine de
yansımıştır
Krizin ana nedeni finansal değerlerin aşırı şişmesi ve bir balon oluşturması olsa da, geleceğe
yönelik olumsuz bekleyişlerin oluşturduğu panik ortamı da krizin etkilerini ağırlaştırmıştır.
Düzenlenen kurtarma operasyonları ile beklentiler olumlu yöne doğru götürülerek sistemin
toparlanması sağlanmaya çalışılmıştır. Ancak yaşanılan panik büyüdükçe kurtarma
operasyonlarının sayısı da, maliyeti de artmıştır. Kriz ortamının olduğu bir ekonomide
toplumdaki bireyler ekonominin kötüye gideceğini beklemekte ve harcamalarını azaltma
yoluna gitmektedirler. Tüketicilerin ihtiyatlı bir davranışla harcamalarını gözden geçirmesi, iç
talebin ve ekonomik faaliyetlerin daralmasına sebep olmaktadır. Türkiye’de krize yönelik bir
önlem paketinin açıklanmasında gecikilmiş olması da belirsizliği arttırarak beklentilerin
olumsuz etkilenmesine neden olmuştur. Küresel mali krizin Türkiye’deki beklentileri ve
güven ortamını nasıl etkilediğinin gözlenmesi açısından reel kesim güven endeksi ve tüketici
güven endeksi verilerinin incelenmesi faydalı olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
verilerine göre Ocak 2008’de 104,2 olan reel kesim güven endeksi Aralık 2008 verilerine göre
52,3 olmaktadır. Tüketici güven endeksinde de reel kesim güven endeksindekine benzer
düşüşler görülmektedir. TCMB verilerine göre Ocak 2008’de 92,1 olan tüketici güven endeksi
Kasım 2008’de 68,9’a düşmüştür. Ekonominin geleceğine ilişkin beklentilerdeki değişimi
gösteren CNBC-e Tüketici Güven Endeksi’nde 2009 yılı Ocak ayında yaşanan gerileme de
Türkiye ekonomisinin çok hızlı bir şekilde daralmaya gittiğini teyit etmektedir.
İşizlik
Küresel ekonomik kriz dünya ekonomilerinin emek piyasalarıyla birlikte Türkiye’deki emek
piyasasını da olumsuz etkilemiştir. Dünya genelinde ekonomik faali- yetlerin daralması,
talepteki düşüş Türkiye’nin de üretim yapısını etkilemiştir. Bu ekonomik daralmaya bağlı
olarak da bazı kuruluşlar işçi çıkarma yoluna gitmişlerdir. Buna ek olarak, Türkiye’de yüksek
oranda var olan kayıt dışı istihdam nedeniyle krizin işgücü piyasasında ne ölçüde tahribat
yapmış olduğu, mevcut ekonomik veriler ile şu anda tam olarak tespit edilememesine rağmen,
ihracata dayalı olarak üretim yapan tekstil, beyaz eşya gibi sektörlerde işten çıkarmalar
gözlenmiştir.Krizin üçüncü çeyreğin sonu, yani 2008 Eylül’ünden itibaren etkisini
göstermesiyle işsizliğin sürekli artış gösterdiği görülmektedir. İşsizliğin en yüksek olduğu
dönem ise, % 16,1 ile 2009 Şubat’ıdır. 2009 Mart’ından
itibaren azalma eğilimi gösteren işsizlik, % 13 civarında bir seyir izlemektedir. Söz konusu
dönemde, kapasite kullanım oranı ve sanayi üretim endeksinde artışlar görülmesine rağmen,
işsizliğin % 13-14 aralığı gibi yüksek bir düzeyde seyretmesi, Türkiye’de işsizlik sorununun
kalıcı ve yapısal olduğunu, mevcut krizin bu durumu daha da derinleştirdiğini göstermektedir.
2009 yılında %8 ile oldukça yüksek bir seviyeye ulaşan gelişmiş ülkelerin işsizlik oranı, 2010
yılında artarak %8.3’ e yükselmiştir. Söz konusu dönemde Euro Bölgesi ve ABD işsizlik
oranları da oldukça yüksek seviyelerde seyretmektedir. 2009 yılında %9.6 olan Euro Bölgesi
işsizlik oranı, 2010 yılında %10.1’ e yükselmiştir. Euro Bölgesi kapsamında özellikle
İspanya’nın işsizlik oranları oldukça yüksek seviyelerdedir. Bu ülke 2010 yılındaki %20.1’ lik
işsizlik oranı ile bölgesinin en yüksek işsizlik oranına sahiptir. Gelişmekte olan ülkeler
arasında ise Rusya ve Brezilya yüksek işsizlik oranları ile dikkat çekmektedir. Rusya’ da 2009
yılında %8.4 olan işsizlik oranı, 2010 yılında %7.5’ e gerilemiştir. Brezilya’ da ise 2009’ da
%8.1 olan oran, 2010 yılında 6.7’ ye gerilemiştir. Gelişmekte olan ülkeler arasında oldukça
önemli bir konuma sahip olan Çin’ de ise, yüksek nüfusa rağmen işsizlik oranlarının nispeten
düşük olduğu görülmektedir. Çin’ de 2009 yılında %4.3 olan işsizlik oranı, 2010’ da küçük bir
düşüşle %4.1’ e gerilemiştir. Türkiye de, yüksek işsizlik oranına sahip ülkeler arasında yer
almaktadır. 2009 yılında %14 olan işsizlik oranı, 2010 yılında %11.9’ a gerilemiştir (ISO,
Dünya Ekonomisi Bülteni, Ekim 2011: 6-7). 2011 yılında ise işsizlik oranı 2010 yılına göre
2.1 puan azalarak %9.8 olarak gerçekleşmiştir
Küresel krizin etkisiyle 2009 yılında düşüş eğilimi gösteren tüketici fiyatları yıllık ortalama
artışının, 2010 yılında bir miktar hareketlendiği görülmektedir. Bu hareketliliğin 2011 yılında
da devam etmesi öngörülmektedir. 2012 yılında ise, nispi bir düşüş beklentisi göze
çarpmaktadır.
Dış Ticaret ve Ödemeler Dengesi
Küresel mali krizin Türkiye’ye en önemli etki kanallarından biri dış ticaret olmuştur. Küresel
resesyon, kişi başı küresel gelir düzeyinin düşmesi ve ürettiğimiz mallara olan dünya talebinin
düşmesi anlamına gelmektedir. İç talebin hiç değişmeyeceği varsayıldığında bile, bu durum
üretim ve istihdam düzeyimizi olumsuz etkileyecektir. Türkiye ekonomisinde cari açığın
finansmanı ve ekonomik büyümenin sürdürülmesinde ihracatın önemi büyüktür. Cari açığın
en önemli unsurlarından olan dış ticaret açığının kriz sonrasındaki ihracat düşüşleri nedeniyle
tırmanması, zaten yüksek ve artan cari açık problemi olan Türkiye ekonomisinin durumunu
zora sokmuştur. Türkiye Istatistik Kurumundan alınan Türkiye ihracatının ülke gruplarına
göre dağılımına ilişkin veriler incelendiğinde 2008 yılı için 115 milyar dolar değerinde olan
toplam ihracatımızın, 55,8 milyar dolarlık kısmının AB ülkeleriyle olduğu görülmektedir.
2008 yılında ABD’ye olan ihracatımız ise 3 milyar dolar değerindedir. ABD’ye olan
ihracatımızın, AB’ye olan ihracatla kıyaslandığında, toplam ihracatımız içindeki payının çok
düşük olduğu göz önünde bulundurulduğunda ABD’den ziyade, AB’de yaşanan durgunluğun
dış ticaret üzerindeki olumsuz etkilerinin daha fazla olduğu söylenebilecektir. 2008 yılı Aralık
ayında; geçen yılın aynı ayına göre ihracat % 21 azalarak 8,3 milyar dolar, ithalat % 29
azalarak 10,9 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Yine aynı dönemde AB ülkelerine yapılan
ihracatın %39,4 azalma gösterdiği tespit edilmiştir. Diğer taraftan 2007 Aralık ayında % 60,3
olan ihracatın ithalatı karşılama oranı, 2008 Aralık ayında % 68,2’e yükselmiştir. Bu veriler
incelendiğinde, ithalatımızın ihracatımızdan daha hızlı oranda gerilemesinin dış ticaret
açığının azalmasına ve ihracatın ithalatı karşılama oranının yükselmesine neden olduğu
görülmektedir. Türkiye’nin en büyük dış ticaret pazarları olan ABD ve Avrupa Birliği (AB)
ülkelerinin ekonomik durgunluk içerisinde olması 2009 yılında ihracatımızın ciddi bir
gerileme sürecine girmesinin nedeni olmuştur. AB pazarına olan ihracattaki gerilemede en
büyük etken, taşıt araçlarındaki ihracatın yavaşlaması olmuştur. Dış talepteki düşüşler
üretimin gerilemesine, üretimde kullanılan ara malların ithalatının azalmasına ve dolayısıyla
da toplam ithalatın da azalmasına neden olmuştur. Krizin Türkiye ekonomisinde etkisini
göstermeye başladığı üçüncü çeyrek sonun- dan itibaren ithalatın, ihracattan fazla bir düşüş
göstermesiyle dış ticaret dengesinde pozitif bir gelişmenin olduğu görülmektedir. Şubat
2009’da ise ihracat, ithalatı aşmış ve bunun sonucunda dış ticaret dengesi fazla vermiştir.
Fakat bu dönemden sonra ithalat hızla artış göstermiş ve dış ticaret dengesinde ardı ardına
açık verilmeye başlanmıştır.
Kriz öncesi dönemde global likidite bolluğunun, yükselen piyasa ekonomileri ile gelişmekte
olan ülkelere yönelik net özel sermaye akımlarında önemli bir yükselişe neden olduğu
görülmektedir. Özellikle doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve portföy dışı diğer sermaye
akımları büyük boyutlara ulaşmıştır. Sermaye akımlarındaki artış, bu ülkelerin ekonomik
büyümelerinin hızlanmasına katkıda bulunmuştur. Ancak, küresel finansal krizin etkisiyle
2007 yılında 715 milyar dolara yükselen net özel sermaye akımı, 2008 yılında 245 milyar
dolara gerilemiş, 2009 yılında 267.4 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 2010 yılında net özel
sermaye akımı artarak 482.3 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu hesabın 2011 yılında
574.7 milyar dolar olarak gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.
Enflasyon
2007 ve 2008 yılının ilk yarısında yüksek seyreden emtia ve petrol fiyatları hem cari işlemler
dengesini olumsuz etkilemiş hem de Türkiye’nin enflasyon ithal etmesine yol açmıştır. Fakat
emtia ve petrol fiyatlarında yaşanan mevcut düşüşe ek olarak, 2009 yılı içe- risinde düşüş
trendinin devam etmesi, gerçekleşen enflasyonda yaşanan gerilemenin diğer nedenleri
arasında gösterilebilir. Bu verilerden hareketle, azalan iç talep ve düşen emtia fiyatları
nedeniyle 2009 yılında enflasyonun gerileme süreci içine girmiştir. 2008 yılı son çeyreğinden
itibaren toplam talepteki sert daralma ve emtia fiyatlarında gözlenen düşüş bütün dünyada
enflasyon oranlarının hızla gerilemesine yol açmıştır. Bu dönemde Türkiye’de de benzer bir
eğilim gözlenmiştir. Türkiye’de finans sektörünün göreli sağlam yapısına rağmen, ihracatın
ağırlıklı olarak dış konjonktüre hassas ürünlerden oluşması, üretimin küresel kredi koşullarına
duyarlı yapısı ve kriz dönemine yüksek kapasite düzeyiyle girilmiş olması iktisadi faaliyetteki
daralmayı derinleştiren unsurlar olmuştur. Bu süreçte sıkılaşan finansal koşulların yanı sıra,
yaygınlaşan küresel belirsizlik algılamalarının ve artan ihtiyati tasarruf eğiliminin etkisiyle iç
talepte de keskin bir daralma yaşanmıştır. Türkiye’de enflasyon, krizin başlangıcı olarak kabul
edilen 2008 Eylül’ünden itibaren ilk etapta artmasına rağmen, yukarıda bahsedilen
etkenlerden dolayı Kasım 2008’de düşüş
göstermiştir. 2009’un ilk çeyreğinde, iktisadi faaliyetlerdeki daralmanın belirginleşmesiyle
enflasyondaki yavaşlama, bütün alt gruplara yayılmıştır. Gerek temel fiyat göstergelerinin
gerekse enerji ve gıda fiyatlarının yıllık artış oranları aşağı yönlü bir seyir izlemiş ve böylece
Mart 2009 itibariyle enflasyon % 7,89 olarak gerçekleşerek, belirsizlik aralığının içinde
kalmıştır. 2009’un son çeyreğinde enflasyonda gözlenen artmada temel unsurlar; iç ve dış
talepte gözlenen toparlanma süreci ve gıda fiyatlarının yakın zamanda görülmedik ölçüde
hızlı bir artış sergilemesidir. Bu dönemde petrol ve diğer emtia fiyatlarındaki yükselişler ile
iktisadi faaliyeti desteklemek amacıyla uygulanan geçici vergi indirimlerinin sona ermesi gibi
gelişmeler de enflasyonun yükselmesinde etkili olmuş, böylece 2009 yılının son çeyreğinde
yıllık enflasyon % 5,27 oranından % 6,53 düzeyine yükselmiştir. Öte yandan enflasyonda,
yılın son çeyreğinde gözlenen artış, enflasyonun temel bileşenlerinden ziyade, para
politikasının etki alanı dışında kalan kalemler ile geçici unsurlardan kaynaklandığını
göstermektedir.
gelişmiş ülkelerde 2009 yılında sadece %0.1 oranında artış gösteren tüketici fiyatları
endeksinin, 2010 yılında %1.6 oranında arttığı görülmektedir. 2009 yılındaki %0.1’ lik artışta,
Japonya’ da %1.4, ABD’ de %0.3, İspanya’ da %0.2 oranında yaşanan düşüşler etkili olurken;
2010 yılındaki %1.6’lık artışta, İngiltere’ de %3.3, yeni sanayileşen Asya ülkelerinde %2.3,
diğer gelişmiş ülkelerde %2.3 olarak gerçekleşen artışların önemli rol oynadığı ifade
edilebilir. Gelişmekte olan ülkelerde ise 2009 yılında 5.2 ile bir önceki yıla göre nispi olarak
düşüş eğilimi gösteren tüketici fiyatları artışı, 2010 yılında %6.1’ e yükselmiştir. Gelişmekte
olan ekonomiler arasında Rusya ve Hindistan yüksek enflasyon oranları ile dikkat
çekmektedir. Türkiye’ de ise 2009 yılında %6.3 olan enflasyon artışının, 2010 yılında %8.6’
ya yükseldiği görülmektedir. 2011 yılı enflasyon oranı ise %10.45 olarak gerçekleşmiştir.
Büyüme oranında sert bir düşüş beklenmemesi ve Avrupa Merkez Bankası’nın aldığı likidite
önlemlerinin yerini olumlu bir havaya bırakması gibi gelişmeler enflasyonun düşmesine
yardımcı olmaktadır. Buna karşın, petrol fiyatlarında son aylarda gözlenen yukarıya doğru
eğilim enflasyonu yükseltecek yönde etki yapabilmektedir.
KRİZE KARŞI TÜRKİYE’DE GENEL OLARAK ALINAN ÖNLEMLER
Küresel krizin etkilerinin dünyaya yayılmasıyla birlikte başta ABD ve Avrupa ülkelerinde
olmak üzere çeşitli önlem paketleri açıklanmıştır. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de
küresel krize yönelik olarak çeşitli önlemler alınmıştır. Alınan önlemler şu şekilde
sıralanabilecektir:
– Vadesi geldiği halde ödenmemiş tüm vergi alacakları taksitlendirilmiştir.
– Türklerin yurtdışındaki paralarının Türkiye’ye getirilmesine yönelik çalışmalar yapılmıştır.
– Mevduata güvence verme yetkisi TMSF’den alınarak Bakanlar Kurulu’na devredilmiştir.
– Hisse senedi alım satımlarında uygulanan stopaj oranı %0’a indirilmiştir.
– KOSGEB kanalı ile KOBİ’lere faizsiz kredi sağlanmıştır.
– Merkez bankası döviz mevduat munzam karşılıklarını düşürerek bankacılık sistemine
kaynak yaratmıştır. 2008 Finansal Krizi, küresel boyutta etkileri nedeniyle şimdiye kadar
karşılaşılmış büyük ekonomik krizlerin başında gelmektedir. 2008 Finansal Krizinde, para
politikasının krizin etkilerini hafifletmede önemli bir rol üstlendiğini düşünülmektedir.
Türkiye ekonomisinin 2008 finansal krizi öncesinde olumlu ekonomik göstergelere sahip
olduğu görülmektedir. Bu koşullar, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası para politikası
uygulamalarında kolaylıklar sağlamıştır. Sonuç olarak uygulanan para politikası fiyat istikrarı
dışındaki diğer ekonomik göstergeleri destekleyici bir özellik taşımıştır. Finansal krizden çıkış
stratejilerinin hazırlanmasıyla birlikte, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının fiyat istikrarı
ve finansal istikrarı birlikte gözeten bir politika bileşimine yöneldiği görülmektedir. Fiyat
istikrarı açısından bakarsak, 2001 sonrasında yakalanan istikrarlı enflasyon düşüşleri, küresel
fiyat artışlarının etkisiyle sona ermiştir. Dolayısıyla 2008-2012 arasında zaman zaman
enflasyon sorunu görünmektedir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının ekonomik daralma
döneminde uyguladığı genişletici para politikası başarılı sonuçlar vermesine rağmen,
ekonominin ısındığı dönemde uygulanan daraltıcı politikalar, yeterli olmamış ve Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun destekleyici politikalarının katkısıyla birlikte başarıya
ulaşmıştır. 2009-2011 döneminde artmaya başlayan cari açık ve bunun finansmanında
kullanılan kısa vadeli yabancı sermayenin azaltılmasına yönelik politikalarda ise başarılı
sonuçlar alındığı görülmüştür.
– Halk Bankası kanalıyla esnaf ve sanayiciye yeni kredi imkanları sağlanmıştır. – SSK işveren
primlerinde 5 puanlık indirim yapılmıştır.
– Eximbank kredileri arttırılmış ve sermayesi güçlendirilmiştir.
Reel sektörün krizden minimum zararla çıkması için; 4 Haziran 2009 tarihinde detayları
kamuoyuna sunulan ve 12 sektörde büyük projelere vergi indirim, yatırım yeri tahsisi ve SSK
primi teşviği verileceği açıklanan Teşvik Yasasının yanı sıra İstihdam Paketi ve Kredi Garanti
Fonu (KGF) düzenlemeleri yapılmıştır. Hazine desteğiyle Kredi Garanti Kurumu’nca kredinin
% 65’ine kefalet sağlanacak, kredi riskinin % 35’i ise bankalar tarafından üstlenilecektir.
Böylece riskleri azaltılan bankacılık sektörünün özel sektöre sağladığı kredi imkan ve limitleri
arttırması beklenmektedir. Bütün dünya ülkeleri krize karşı toplu olarak paketler açıklarken,
Türkiye’de önlemlerin parça parça açıklanması alınan önlemlerin kamuoyu tarafından tam
olarak görülememesine ve kriz yönetiminde başarılı olunamayacağı imajının oluşmasına
neden olmuştur. Nitekim krizin derinleşmesi ve hükümetin parça parça aldığı önlemlerin
yetersizliğinin anlaşılması üzerine tekstilde doğuya göç teşviği, internette özel iletişim vergisi
indirimi, hurda indirimi gibi çeşitli düzenlemeleri bir arada bulunduran 34 maddelik yeni bir
paket açıklanma aşamasına gelmiştir.
SONUÇ VE ÖNERİLER
ABD’de mortgage krizi olarak başlayan ve sonraki dönemlerde likidite krizine dönüşerek
Avrupa’ya da hızla yayılan küresel mali krizin etkileri tüm dünyada hissedilmiştir. Dünya
ekonomisinin merkezi kabul edilen ABD ekonomisinin daralması, tüm dünya ekonomisinin
daralmasına neden olmuştur. Küreselleşen dünyada, diğer ülkelerle birlikte Türkiye de bu
krizin olumsuz etkilerinden kaçınamamıştır. 2001 krizi sonrasında Türk bankacılık kesiminde
yaşanan yapısal dönüşüm sayesinde; küresel krizin finans sektörüne etkisi diğer ülkelere
kıyasla sınırlı kalmıştır. Ancak küresel kredi musluklarının kısılması, kredi maliyetlerinin
artışı, yurtdışı pazarların daralması gibi daha birçok nedenden ötü- rü reel sektör büyük
kayıplar yaşamıştır. Küresel ekonomide yaşanan küçülme nedeniyle 2008 mali krizi
Türkiye’yi öncelikli olarak dış ticaret kanalından etkilemiştir. En önemli dış ticaret ortağımız
olan AB’de yaşanan durgunluk yurtdışı talebi ve ihracatımızı azal- tarak
dış ticaretimizi olumsuz etkilemiştir. Beklentilerdeki olumsuzluk krizin etkilerinin
derinleşmesine neden olan bir diğer faktör olmuştur. Türkiye’de krize yönelik bir önlem
paketinin açıklanmasında gecikilmiş olması da belirsizliği arttırarak beklentilerin olumsuz
etkilenmesine neden olmuştur. 2008 yılının son çeyreğinden itibaren reel kesim ve tüketici
güven endekslerinde gözlemlenen düşüşler, krizin Türkiye’de neden olduğu güvensizlik
ortamını ortaya koymaktadır. Küresel ekonomik kriz dünya ekonomilerinin emek
piyasalarıyla birlikte Türkiye’deki emek piyasasını da olumsuz etkilemiştir. Dünya genelinde
ekonomik faaliyetlerin daralmasına bağlı olarak 2008 yılının üçüncü çeyreğinden itibaren
işsizlik oranında önemli artışlar yaşanmış, 2009 Şubat ayında işsizlik oranı %16 seviyeleri- ne
yükselmiştir. 2008’in ikinci çeyreğinden itibaren sanayi üretiminde yaşanan düşüşlerle birlikte
Türkiye ekonomisinde küçülme yaşanmaya başlanmıştır. Sanayideki durumun en önemli
göstergesi kabul edilen imalat sanayi kapasite kullanımı oranında da 2008’in ikinci
çeyreğinden itibaren düşüşler gözlenmiştir.
Küresel kriz sürecinde dünya ülkelerinde talebi arttırmaya yönelik genişletici ön- lemler
alınırken Türkiye’nin artan bütçe açığını daha da arttırmama endişesiyle iç talebi arttırıcı
nitelikte genişletici politikalara yönelmekte gecikmesi krizin etkilerinin derinleş- mesine
neden olmuştur. Gecikmeli olarak ÖTV indirimi, işsizlerin toplum yararına çalış- ma
programında istihdam edilmesi, işsizlere mesleki eğitim verilmesi, kredi kartlarına dü-
zenleme getirilmesi gibi tedbirler alınmıştır. Ancak alınan önlem paketlerinin ses getirecek
şekilde bir anda ve topluca açıklanamaması toplumun krize yönelik olarak elden gelenin
yapıldığı ve kontrol mekanizmasının işlediği mesajını almasında problemlere ve toplum- daki
güven ortamının sağlanmasında gecikmelere sebep olmuştur. Ayrıca ÖTV indirimi şeklinde
alınan önlemler ithalatı arttırıcı nitelikte olmuştur. Böylece Türkiye kısıtlı bütçe imkanlarıyla
daha çok yabancı ülkelerin yararına olacak tedbirler almıştır. Öte yandan mali uyarıcı
paketleri öncelikli olarak harcama eğilimi yüksek düşük gelirli ailelere ya da işsizlere
verilebilseydi, krizden en çok etkilenen bu kesim daha fazla desteklenmiş olurdu.
Küresel krizden çıkış için kamu harcamaları yoluyla iç talebin canlandırılması ve istihdam
düzeyinin arttırılması gerekmektedir. Bu amaçla tarım, ticaret ve sanayi sektörleri teşvik
edilmeli ve ihracat desteklenmelidir. İstihdam düzeyinin arttırılabilmesi için istihdam
üzerindeki vergi, sigorta gibi kamusal yüklerin düşürülmesi ve girdi maliyetlerinin dünya
standartlarına çekilmesi önem arz etmektedir. Finans darboğazında olan firmaların ekonomiye
kazandırılması için vergi, sosyal güvenlik ve kredi borcu gibi yükümlülükleri yeniden
yapılandırmalıdır.
Küresel krizlerin tekrarlanmaması için finansal piyasalarda denetim ve gözetim
mekanizmalarının etkin bir şekilde işlemesinin sağlanması gerekmektedir. Risk algılayışı
geliştirilmesi ve risk kültürünün oluşturulması önemlidir. Değerlendirme kuruluşlarının
küresel krizdeki payı göz önüne alındığında krizden etkilenen ülkeler hazırlamakta oldukları
reform programlarının içine derecelendirme kuruluşlarıyla ilgili reformları da dahil
etmelidirler. Yapılacak finansal reformlarla finansal altyapı geliştirilmelidir. İlerleyen
dönemlerde Merkez Bankaları fiyat istikrarının yanında finansal istikrara ve finansal dene-
time de gerekli önemi vermelidirler. Fiyat istikrarı tehlikeye
sokulmadan finansal istikrarın nasıl sağlayacağına yönelik çözüm yolları üretilmelidir.

More Related Content

What's hot

Satınalma Gücü Paritesi Teorisi üzerine Notlar
Satınalma Gücü Paritesi Teorisi üzerine NotlarSatınalma Gücü Paritesi Teorisi üzerine Notlar
Satınalma Gücü Paritesi Teorisi üzerine NotlarMumin Erakbas
 
Ekonomik Kriz nasıl başladı
Ekonomik Kriz nasıl başladıEkonomik Kriz nasıl başladı
Ekonomik Kriz nasıl başladıMuge Cerman
 
STRATEGY Dergisi / Ekim Aralık 2018 Sayı 16
STRATEGY Dergisi / Ekim Aralık 2018 Sayı 16STRATEGY Dergisi / Ekim Aralık 2018 Sayı 16
STRATEGY Dergisi / Ekim Aralık 2018 Sayı 16Akfen Holding
 
İcra Sunumu 1301
İcra Sunumu 1301İcra Sunumu 1301
İcra Sunumu 1301ALPAY SIREK
 
Galvaniz Sektörü ve Ekonomik Kriz
Galvaniz Sektörü ve Ekonomik KrizGalvaniz Sektörü ve Ekonomik Kriz
Galvaniz Sektörü ve Ekonomik KrizBunyamin Halac
 
Avrupa Krizinin Türkiye’ye Etkisi Boyutuna Bağlı Basın B
Avrupa Krizinin Türkiye’ye Etkisi Boyutuna Bağlı Basın BAvrupa Krizinin Türkiye’ye Etkisi Boyutuna Bağlı Basın B
Avrupa Krizinin Türkiye’ye Etkisi Boyutuna Bağlı Basın BŞirket Haberleri
 
Avrupa Borç Krizi ve Küresel Piyasalar 2013
Avrupa Borç Krizi ve Küresel Piyasalar 2013Avrupa Borç Krizi ve Küresel Piyasalar 2013
Avrupa Borç Krizi ve Küresel Piyasalar 2013Prof.Dr.Havva TUNC
 
Kur savaşı sunumu
Kur savaşı sunumuKur savaşı sunumu
Kur savaşı sunumuhavvatunc1
 
Ödemeler Dengesi ve Finans Piyasaları
Ödemeler Dengesi ve Finans PiyasalarıÖdemeler Dengesi ve Finans Piyasaları
Ödemeler Dengesi ve Finans PiyasalarıProf.Dr.Havva TUNC
 
Fed ve gelişen ekonomiler(revised)
Fed ve gelişen ekonomiler(revised)Fed ve gelişen ekonomiler(revised)
Fed ve gelişen ekonomiler(revised)Prof.Dr.Havva TUNC
 
Merkez Bankası Bankacılığı, Küresel Piyasalar ve FED
Merkez Bankası Bankacılığı, Küresel Piyasalar ve FEDMerkez Bankası Bankacılığı, Küresel Piyasalar ve FED
Merkez Bankası Bankacılığı, Küresel Piyasalar ve FEDProf.Dr.Havva TUNC
 
2009 Strateji Raporu
2009 Strateji Raporu2009 Strateji Raporu
2009 Strateji RaporuFikri Turkel
 
Türkiye ekonomisine bir bakış son
Türkiye ekonomisine bir bakış sonTürkiye ekonomisine bir bakış son
Türkiye ekonomisine bir bakış sonProf.Dr.Havva TUNC
 

What's hot (18)

Finansal krizler
Finansal krizlerFinansal krizler
Finansal krizler
 
Satınalma Gücü Paritesi Teorisi üzerine Notlar
Satınalma Gücü Paritesi Teorisi üzerine NotlarSatınalma Gücü Paritesi Teorisi üzerine Notlar
Satınalma Gücü Paritesi Teorisi üzerine Notlar
 
Ekonomik Kriz nasıl başladı
Ekonomik Kriz nasıl başladıEkonomik Kriz nasıl başladı
Ekonomik Kriz nasıl başladı
 
Temel Ekonomi 2
Temel Ekonomi 2Temel Ekonomi 2
Temel Ekonomi 2
 
STRATEGY Dergisi / Ekim Aralık 2018 Sayı 16
STRATEGY Dergisi / Ekim Aralık 2018 Sayı 16STRATEGY Dergisi / Ekim Aralık 2018 Sayı 16
STRATEGY Dergisi / Ekim Aralık 2018 Sayı 16
 
İcra Sunumu 1301
İcra Sunumu 1301İcra Sunumu 1301
İcra Sunumu 1301
 
Galvaniz Sektörü ve Ekonomik Kriz
Galvaniz Sektörü ve Ekonomik KrizGalvaniz Sektörü ve Ekonomik Kriz
Galvaniz Sektörü ve Ekonomik Kriz
 
Temel Ekonomi 1
Temel Ekonomi 1Temel Ekonomi 1
Temel Ekonomi 1
 
Avrupa Krizinin Türkiye’ye Etkisi Boyutuna Bağlı Basın B
Avrupa Krizinin Türkiye’ye Etkisi Boyutuna Bağlı Basın BAvrupa Krizinin Türkiye’ye Etkisi Boyutuna Bağlı Basın B
Avrupa Krizinin Türkiye’ye Etkisi Boyutuna Bağlı Basın B
 
Avrupa Borç Krizi ve Küresel Piyasalar 2013
Avrupa Borç Krizi ve Küresel Piyasalar 2013Avrupa Borç Krizi ve Küresel Piyasalar 2013
Avrupa Borç Krizi ve Küresel Piyasalar 2013
 
Sanal Ekonomi
Sanal EkonomiSanal Ekonomi
Sanal Ekonomi
 
Türkiye'de Ekonomik Gidişat: Durgunluk veya Kriz mi?
Türkiye'de Ekonomik Gidişat: Durgunluk veya Kriz mi?Türkiye'de Ekonomik Gidişat: Durgunluk veya Kriz mi?
Türkiye'de Ekonomik Gidişat: Durgunluk veya Kriz mi?
 
Kur savaşı sunumu
Kur savaşı sunumuKur savaşı sunumu
Kur savaşı sunumu
 
Ödemeler Dengesi ve Finans Piyasaları
Ödemeler Dengesi ve Finans PiyasalarıÖdemeler Dengesi ve Finans Piyasaları
Ödemeler Dengesi ve Finans Piyasaları
 
Fed ve gelişen ekonomiler(revised)
Fed ve gelişen ekonomiler(revised)Fed ve gelişen ekonomiler(revised)
Fed ve gelişen ekonomiler(revised)
 
Merkez Bankası Bankacılığı, Küresel Piyasalar ve FED
Merkez Bankası Bankacılığı, Küresel Piyasalar ve FEDMerkez Bankası Bankacılığı, Küresel Piyasalar ve FED
Merkez Bankası Bankacılığı, Küresel Piyasalar ve FED
 
2009 Strateji Raporu
2009 Strateji Raporu2009 Strateji Raporu
2009 Strateji Raporu
 
Türkiye ekonomisine bir bakış son
Türkiye ekonomisine bir bakış sonTürkiye ekonomisine bir bakış son
Türkiye ekonomisine bir bakış son
 

Similar to 2008 krizi

NKÜ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÇALIŞMA İKTİSADI _ENFLASYON_IKTISAD SOSYOLOJİSİ
NKÜ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ  ÇALIŞMA İKTİSADI _ENFLASYON_IKTISAD SOSYOLOJİSİNKÜ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ  ÇALIŞMA İKTİSADI _ENFLASYON_IKTISAD SOSYOLOJİSİ
NKÜ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÇALIŞMA İKTİSADI _ENFLASYON_IKTISAD SOSYOLOJİSİBaris Koc
 
COVID-19 sonrası Finansal Güç Göstergesi
COVID-19 sonrası Finansal Güç GöstergesiCOVID-19 sonrası Finansal Güç Göstergesi
COVID-19 sonrası Finansal Güç GöstergesiVedat Akman
 
Dr Haluk F Gursel, Devaluation Fear and IMF, 2023.pdf
Dr Haluk F Gursel, Devaluation Fear and IMF, 2023.pdfDr Haluk F Gursel, Devaluation Fear and IMF, 2023.pdf
Dr Haluk F Gursel, Devaluation Fear and IMF, 2023.pdfHaluk Ferden Gursel
 
Wall Street:Çöküşün Nedenleri
Wall Street:Çöküşün NedenleriWall Street:Çöküşün Nedenleri
Wall Street:Çöküşün NedenleriMurat K.Girgin
 
Uluslar arası iktisat ppt2
Uluslar arası iktisat ppt2Uluslar arası iktisat ppt2
Uluslar arası iktisat ppt2Ertan Aslan
 
ihlas finans krizi 2
ihlas finans krizi 2ihlas finans krizi 2
ihlas finans krizi 2selamen
 
Kur savaşı ve Pazar Paylaşımının Ekonomi Politiği
Kur savaşı ve Pazar Paylaşımının Ekonomi PolitiğiKur savaşı ve Pazar Paylaşımının Ekonomi Politiği
Kur savaşı ve Pazar Paylaşımının Ekonomi PolitiğiProf.Dr.Havva TUNC
 
COVID-19 Pandemisinin Ekonomik Etkileri Üzerine Bir Literatür İncelemesi
COVID-19 Pandemisinin Ekonomik Etkileri Üzerine Bir Literatür İncelemesiCOVID-19 Pandemisinin Ekonomik Etkileri Üzerine Bir Literatür İncelemesi
COVID-19 Pandemisinin Ekonomik Etkileri Üzerine Bir Literatür İncelemesiVedat Akman
 
Doların Ateşi Sönecek Mi?
Doların Ateşi Sönecek Mi?Doların Ateşi Sönecek Mi?
Doların Ateşi Sönecek Mi?heyseo
 

Similar to 2008 krizi (13)

NKÜ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÇALIŞMA İKTİSADI _ENFLASYON_IKTISAD SOSYOLOJİSİ
NKÜ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ  ÇALIŞMA İKTİSADI _ENFLASYON_IKTISAD SOSYOLOJİSİNKÜ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ  ÇALIŞMA İKTİSADI _ENFLASYON_IKTISAD SOSYOLOJİSİ
NKÜ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ÇALIŞMA İKTİSADI _ENFLASYON_IKTISAD SOSYOLOJİSİ
 
COVID-19 sonrası Finansal Güç Göstergesi
COVID-19 sonrası Finansal Güç GöstergesiCOVID-19 sonrası Finansal Güç Göstergesi
COVID-19 sonrası Finansal Güç Göstergesi
 
Ekonomide Denge Hali
Ekonomide Denge HaliEkonomide Denge Hali
Ekonomide Denge Hali
 
Küresel kriz
Küresel krizKüresel kriz
Küresel kriz
 
Dr Haluk F Gursel, Devaluation Fear and IMF, 2023.pdf
Dr Haluk F Gursel, Devaluation Fear and IMF, 2023.pdfDr Haluk F Gursel, Devaluation Fear and IMF, 2023.pdf
Dr Haluk F Gursel, Devaluation Fear and IMF, 2023.pdf
 
Wall Street:Çöküşün Nedenleri
Wall Street:Çöküşün NedenleriWall Street:Çöküşün Nedenleri
Wall Street:Çöküşün Nedenleri
 
Uluslar arası iktisat ppt2
Uluslar arası iktisat ppt2Uluslar arası iktisat ppt2
Uluslar arası iktisat ppt2
 
ihlas finans krizi 2
ihlas finans krizi 2ihlas finans krizi 2
ihlas finans krizi 2
 
Kur savaşı ve Pazar Paylaşımının Ekonomi Politiği
Kur savaşı ve Pazar Paylaşımının Ekonomi PolitiğiKur savaşı ve Pazar Paylaşımının Ekonomi Politiği
Kur savaşı ve Pazar Paylaşımının Ekonomi Politiği
 
Vi.hedefleme
Vi.hedeflemeVi.hedefleme
Vi.hedefleme
 
COVID-19 Pandemisinin Ekonomik Etkileri Üzerine Bir Literatür İncelemesi
COVID-19 Pandemisinin Ekonomik Etkileri Üzerine Bir Literatür İncelemesiCOVID-19 Pandemisinin Ekonomik Etkileri Üzerine Bir Literatür İncelemesi
COVID-19 Pandemisinin Ekonomik Etkileri Üzerine Bir Literatür İncelemesi
 
Doların Ateşi Sönecek Mi?
Doların Ateşi Sönecek Mi?Doların Ateşi Sönecek Mi?
Doların Ateşi Sönecek Mi?
 
İktisadi Büyümeyi Anlamak
İktisadi Büyümeyi Anlamakİktisadi Büyümeyi Anlamak
İktisadi Büyümeyi Anlamak
 

More from Kutlu Group

Politics in the_third_world
Politics in the_third_worldPolitics in the_third_world
Politics in the_third_worldKutlu Group
 
Hazine nakit yonetimi_tek_hazine_hesabi
Hazine nakit yonetimi_tek_hazine_hesabiHazine nakit yonetimi_tek_hazine_hesabi
Hazine nakit yonetimi_tek_hazine_hesabiKutlu Group
 
Siyasetnamelerde refah
Siyasetnamelerde refahSiyasetnamelerde refah
Siyasetnamelerde refahKutlu Group
 

More from Kutlu Group (6)

What is instex?
What is instex?What is instex?
What is instex?
 
Politics in the_third_world
Politics in the_third_worldPolitics in the_third_world
Politics in the_third_world
 
Hazine nakit yonetimi_tek_hazine_hesabi
Hazine nakit yonetimi_tek_hazine_hesabiHazine nakit yonetimi_tek_hazine_hesabi
Hazine nakit yonetimi_tek_hazine_hesabi
 
What is instex
What is instexWhat is instex
What is instex
 
Nano teknoloji
Nano teknolojiNano teknoloji
Nano teknoloji
 
Siyasetnamelerde refah
Siyasetnamelerde refahSiyasetnamelerde refah
Siyasetnamelerde refah
 

2008 krizi

  • 1.
  • 2. EKONOMİK KRİZ DEYİNCE NE ANLAŞILIR ? Ekonomik kriz dendiğinde neyin anlaşılması gerektiği konusunda bir görüş birliği yoktur.Kimileri durgunluk, kimileri resesyon,kimileri enflasyon,kimileri deflasyonu ekonomik kriz olarak tanımlıyor.Bunlara ek olarak finans kesiminde ortaya çıkan krizlerin her birinin ekonomik kriz olarak tanımlanması gerekliliği de ortaya çıkınca iş biraz daha karışıyor.Bunlardan hangisinin ekonomik kriz olduğunda görüş birliği olmadığı gibi,her birinin tam olarak neyi ifade ettiği konusunda da görüş ayrılıkları var. Ekonomik kriz, tüketici talebinde ve firmaların yatırımlarındaki büyük düşüş, yüksek oranlı işsizlik ve dolayısıyla yaşam standartlarının düşmesi biçiminde ortaya çıkabilir. Bu tür ekonomik krizlere genellikle finansal piyasalardaki belirsizlikler ve hisse senedi fiyatlarındaki düşüşler ve yerli paranın yabancı paralara göre değerindeki düşüşler ve yerli paranın yabancı paralara göre değerindeki düşüşler eşlik eder. Bazen krizler doğrudan doğruya finansal sektörden kaynaklanabilir. Yani krizler reel kesimden başlayıp finans kesimini vurabileceği gibi tam tersi de olabilir. Çok ağır bir ekonomik kriz söz konusuysa sonuçta bir resesyon ve borçları ödeyememe (default ) durumu da ortaya çıkabilir. Krizin tanımlanmasında sorunlar olduğu gibi, kriz, dalgalanma, çöküntü gibi ifadeler arasında da farklılıklar var. Örneğin 2007’ de ABD piyasasında yaşanan subprime mortgage kredilerindeki batışların yol açtığı küresel sarsıntı o haliyle kalmış olsaydı ona kriz yerine dalgalanma denecekti. Ama gelişim 2008’de mortgage kredi piyasasının iki dev kurumu Fannie May ile Freddie Mac’in kamu kesimince devralınca ve bu banka batışlarına yayılan bir süreç halini alınca kriz denmeye başlandı. (Fannie Mae ve Freddie Mac, Federal Amerikan hazinesinin “zimmi” güvencesiyle piyasaya çıkardıkları ipotekli kredi (mortgage) teminatlı tahvillerle (mortgage backed securities ) fon toplarlar ve bu topladıkları fonlarla bankaların ABD vatandaşlarına çıkardıkları uzun vadeli ipotekli konut kredilerini satın alırlar. Satın aldıkları kredileri paketleyip daha önce bahsedilen tahvillere çevirirler. ABD’nin ikincil ipotek kredisi piyasasının en büyük oyuncularıdırlar. Amerikan hazinenin verdigi zimmi garantiden ötürü (mevduat sigortası gibi), bu kuruluşların çıkardıkları bonoların getirileriyle Amerikan hazine bonoları ve tahvillerinin getirileri arasındaki fark çok azdır.) Örneğin ABD’de resesyonu saptamakla resmen görevlendirilmiş olan NBER ( National Bureau of Research ) iki çeyrek üst üste eksi büyüme yaşanması halini resesyon olarak tanımlıyor. Oysa birçok iktisatçı resesyonun yalnızca büyümeyle değil aynı zamanda işsizlikle de tanımlanması gerektiğini öne sürüyor.Örneğin 2008 yılının ortasında ABD’nin yıllık büyüme ortalaması yüzde 2,8 çıkmışken yıllık baza dönüştürülmüş işsizlik oranı da yüzde 6,1 olarak belirenmişti. Büyümeye bakarsanız NBER’nin tanımladığı resesyonla hiç bir ilgisi olmadığı gibi ABD’nin yüzde 2-3 aralığı olarak belirlenmiş olan potansiyel büyüme oranının da üstünde kalıyor, buna karşılık işsizlik oranı son yılların rekorunu kırıyordu. Bu durumda 2008 yılının üçüncü çeyreğindeyken ABD ekonomisinin resesyonda olup olmadığı sorusunun yanıtı verilemiyordu. Bu sorunun yanıtını aramaya bazı tanımlara bakarak başlayalım. Durgunluk dendiğinde bir ekonomide büyüme hızının sıfıra düşmesi ya da sıfıra yaklaşması anlaşılır. GSYH’si; yani bir yıl içinde ürettiği bütün mal ve hizmetlerden piyasa fiyatı cinsinden değerleri toplamı 200 milyar dolar olan bir ekonominin bir sonraki yıl yine aynı değerde GSYH yaratması o ekonominin durgunluk içinde olduğunu gösterir. Burada sözünü ettiğimiz değer enflasyondan arındırılmış olan reel değerdir. Durgunluk genellikle işsizler için yeni iş imkanları yaratılamamasıyla birlikte gelişir. Resesyon ise bir ekonomide büyümenin eksiye düşmesi demektir. Bu gelişme genellikle işsizlik oranındaki artış eşlik eder. Bunu biraz daha geniş bir çerçeveye oturtursak tanımı şöyle yapmak daha doğru olur. Resesyon, konjonktür dalgasının en düşük olduğu düzeydir. (Konjonktür Iktisadi hayatın iyileşme ve kötüleşme konusunda gösterdiği değişikliklerin (dalgalanmaların) hepsine verilen ad.Konjonktürün hareketleri; canlanma (recovery), yükselme (boom), burhan (crisis) ve durgunluk (depression) safhalarından meydana gelir.
  • 3. Sanayileşmiş ülkelerde, bu devreler çeşitli zaman dönemlerinde yaşanmıştır. Günümüzde milli gelir, üretim, fiyat ve yatırımlarda böyle dalgalanmalar görülmekteyse de hareketler kısa dönemde olmaktan çıkıp, uzun dönemli hale gelmiştir.) Bu düzeyde çoğu makroekonomik gösterge ( GSYH, istihtam, talep, vb. ) düşüş halindedir. Bunlardan hangisinin kriz sayılacağı süreye, büyüklüğe ve yarattığı etkiye göre değişir. Bazen Japonya’nın yaşadığı durgunlukta olduğu gibi uzun süreli bir durgunluk dönemi tam anlamıyla kriz yaratmazken bazen kısacık bir resesyon kriz yaratabilir. Ekonomiler büyüme ve enflasyonla ilişkilerine göre dörde ayrılırlar: (1) Bir ekonomi sıfır enflasyonla büyüyorsa orada enflasyonsuz büyüme geçerlidir. (2) Bir ekonomide hem reel büyüme hem de enflasyon varsa enflasyonlu büyüme söz konusudur. (3) Bir ekonomide reel büyüme sıfır ya da sıfıra yakınken enflasyon varsa stagflasyon durumu geçerlidir. (4) Bir ekonomide GSYH reel olarak küçülürken enflasyon da ortaya çıkıyorsa o ekonomi slumpflasyon ile karşı karşıyadır. Yukarıdaki örneklerden ilkine yakın geçmişte Japonya’da rastlandı. Japon ekonomisi geçtiğimiz yılların bazılarında sıfır enflasyona karşın sıfırın biraz üstünde reel büyüme gerçekleştirdi. İdeal durum, düşük bir enflasyon olsa bile mümkün mertebe yüksek büyümeyi sağlayan denge hali olduğu için Japonya’nın durumu tercih edilen bir denge değildi. İkinci örnek yani enflasyonlu büyüme durumu dünyada en çok rastlanan denge halidir. Türkiye uzun yıllardır böyle bir denge içinde bulunuyor. Son altı yılda bir yandan yüzde 6,5 dolayında büyürken bir yandan yüzde 13 dolayında ortalama enflasyon yaşadık. Üçüncü durum yani stagflasyon da oldukça sık rastlanan bir denge halini ifade eder. Stagflasyon iki ayrı sözcüğün birleştirilmesiyle oluşturulmuş bir sözcük. İlk bölümü durgunluk anlamına gelen stagnation’dan, ikinci bölümü de enflasyondan alınmış. Durgunluk içinde enflasyon anlamına geliyor. Yani reel ekonomik büyüme olmaksızın fiyatların artmaya devam etmesi halini ya da GSYH’nin nominal olarak büyümesine karşılık reel büyümemesi halini ifade ediyor. Türkiye, stagflasyon benzeri ekonomik koşullarla geçmişte birkaç kez karşılaştı. Bnlardan biri 1991 yılıdır. 1990 yılı GSYH’mız cari fiyatlarla 397,2 milyar TL idi (152 milyar dolar ). 1991 yılı ekonomik büyümemiz yüzde 0,4, enflasyonumuz yüzde 71, GSYH’miz 634,4 milyar TL (151,8 milyar dolar ) olmuştu. Yani ekonomi büyümeden kaldığı halde enflasyon yüzde 71’lere geldiği için, dolar cinsinden değişmeyen GSYH, TL cinsinden büyümüş görünüyordu. Dördüncü durum yani slumpflasyon ekonomik dengesizliğin en korkutucu halidir. Slumpflasyon da stagflasyon gibi iki sözcükten oluşuyor. Slump; batma, çökme anlamına geliyor. Enflasyonla birleştirildiğinde çöküş içinde enflasyon gibi bir anlam çıkıyor. Yani ekonomi küçüldüğü halde enflasyon olgusunun varlığını ifade ediyor. Türkiye ekonomisi geçmişte slumpflasyonla birkaç kez karşılaştı. En yakın olanı 2001 krizi sonucunda yaşanan krizdir. Cari fiyatlarla GSYH’miz 2000 yılında 166,7 milyar TL, sabit fiyatlarla 72,4 milyar TL idi. Buna karşılık 2001 yılında yüzde 50’nin üzerindeki enflasyona eşlik eden yüzde 5,7’lik bir küçülme yaşayan ekonomide GSYH cari fiyatlarla 240,2 milyar TL, sabit fiyatlarla 68,3 milyar TL olmuştu. Yani nominal olarak büyümüş görünen Türkiye reel olarak küçülmüştü. Ekonomik kriz tanımından yola çıktığımıza göre bir de mali sektör krizi ve reel sektör krizi arasında ayrım yapmamız gerekecek demektir. Mali sektör deyimiyle kastedilen bankalar, sigorta şirketleri, leasing, faktoring şirketleri, yatırım fonu yönetimi şirketleri gibi kuruluşların bulunduğu sektördür. Eğer ekonomik kriz bu sektörden başlamışsa buna mali sektör krizi ( ya da aynı anlama gelmek üzere finansal kriz ) adı veriliyor. Bu tür krizler daha çok borsalarda yaşanan büyük değer kayıplarıyla veya bankacılık sektöründeki paniklerle ya
  • 4. da dövize yönelişle doruk noktasına ulaşıyor. Bu tür krizler sonuçta devletlerin veya kuruluşların borçlarını ödeyemez noktaya gelmesine kadar ulaşılabiliyor. Örneğin bankaların, yaptıkları yanlış yatırımlar sonucunda uğradıkları zararlar sonucunda batmaları bir mali sektör krizinin tipik görünümüdür. Buna karşılık bankaların verdikleri kredileri geri alamamaları sonucunda zarara uğramaları ve mevduat sahiplerinin paralarını ödeyememeleriyle başlayan bir krizin mali sektör krizi mi yoksa reel sektör krizi mi olduğu, daha yakından incelenmesi gereken bir konudur. Eğer bu durum reel sektör şirketlerinin aldıkları kredileri geri ödeyememelerinden kaynaklanıyorsa o zaman ortada bir reel sektör krizi var demektir. Türkiye’nin 2001 yılında yaşadığı ekonomik kriz bir mali sektör kriziydi. Bankalar, bir yandan yüksek tutarlı açık pozisyon riski taşırken, bir yandan da mevcut fonlarını sınırlı sayıda kuruluş ve kişiye yöneltmiş ve geri alamaz duruma düşmüşlerdi. Iktisatçılar, herhangi bir finansal varlığın ( tahvil, bono, hisse senedi gibi ) fiyatının o kağıdın dayandığı reel varlığın gelecekteki gelir akımının üstüne çıkması haline balon adını veriyorlar ve bu tür balonların yaygınlaşması ve büyümesi sonucunda bir finansal krizin çıkacağı inancını taşıyorlar. Bilinen en büyük balon 1929 büyük dünya krizi öncesinde borsada yaşanan gelişmeyle ortaya çıkmıştır. Daha yakın zamandan örnekler arasında konut fiyatlarının şişkinliğine dayanan krizler ön plana çıkmaktadır. 1980’lerdeki Japonya krizi ve şu anda yaşadığımız kriz asıl olarak konut fiyatlarının şişmesine bağlı gelişmeler sonucu ortaya çıkan balonlardan oluşmuştur. KRİZLERİN KAPSAMI Ulusal Ekonomik Kriz Kapitalizm küreselleşmeden önce çoğu kriz çıktığı ülkeyle sınırlı kalırdı. Bunun belki de en büyük istisnası 1929 büyük dünya krizidir. Bununla birlikte o dönemde dünyanın önemli bir bölümü sosyalist sisteme bağlı olduğu ve piyasa ekonomisinin dışında bulunduğu için krizin bütün dünyayı kapsaması söz konusu olmamıştır. Bugün bile bazı krizler çıktığı yerle sınırlı kalabiliyor. Eğer krizin çıktığı ülke göreli olarak küçük bir ekonomiye ve dünya ticaretinde küçük bir paya sahipse kriz o ülkeyle ve yakın ekonomik ilişkide bulunduğu ülkelerle sınırlı kalabiliyor. Buna bir örnek olarak 2001 Türkiye krizini verebiliriz. Türkiye’deki bankacılık krizi Rusya ile Türkiye’ye komşu Ortadoğu ülkelerinde bazı etkiler yaratmış, ondan öteye bir sıçraması olmamamıştır. Bölgesel Ekonomik Kriz Bazen bir ekonomide başlayan kriz ilişkili öteki ekonomilere de sıçrayarak bir bölgesel kriz halini alabiliyor. Buna bir örnek olarak 1997 Asya krizini verebiliriz. Bu krizde Tayland’da başlayan krizin Singapur ve Hong Kong gibi bölgenin güçlü ekonomilerine de sıçramış olmasının altında yatan başlıca neden, yatırımcıların o bölgeyi ayrı ayrı devletler olarak değil bir bütün olarak görmesinden kaynaklanmıştır. Sonuçta kriz bütün bölgeye ve bütün işlemlere yayılmış, hatta küreselleşme eğilimi göstermiştir. Küresel Ekonomik Kriz Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ve kapitalizmin küreselleşmesiyle birlikte özellikle büyük ekonomilerde çıkan ekonomik krizler küresel alana kolaylıkla ve hızla yayılır olmuştur. Yani dünyanın artık neredeyse onda dokuzu piyasa ekonomisi sistemi içinde ve sermaye hareketlerini serbest bırakmış konumda olduğu için krizin yayılması çok daha büyük bir olasılık haline gelmiştir. Buna örnek olarak 2007 yılında ABD’de mortgage kredileri krizi olarak ve benzer nedenlerle İngiltere’ye sıçrayan ekonomik kriz 2008 yılının ikinci çeyreğinde küresel bir krize dönüşmüştür. Başlangıçta bu krizin Çin, Hindistan, Rusya ve Brezilya başta olmak üzere gelişme yolundaki ülkeleri pek etkilemeyeceği düşünülürken, bu tahmin gerçekleşmemiş ve bütün ülkeler krizden etkilenmişlerdir. EKONOMİK KRİZLERİN BULAŞICILIĞI Sermaye hareketlerinin serbest bırakıldığı küresel sistemde krizlerin küreselleşmesi çok daha kolay ve hızlı oluyor. Bir başka ifadeyle krizler artık bulaşıcı hale geldi. Kapitalist sistem küreselleşmeden önce krizlerin bu tür bulaşıcılığı çok daha sınırlıydı. Eskiden örneğin
  • 5. Japonya’da yaşanan kriz Japonya ile ya da en fazla bölgede sınırlı kalırdı. 1990’larda Japonya büyük bir mali kriz yaşadı. Bu kriz o zamana kadar dünyanın en büyük bankaları arasında yer alan Japon bankalarının bir bölümünün batmasına, bir bölümünün başkalarıyla birleşmesine yol açtı. Buna karşın kriz küreselleşmedi ve Japonya ve çevresiyle sınırlı kaldı. Oyasa günümüzde sermaye hareketlerinin serbest kalması sonucu dünya finansal sistemi çok daha iç içe girmiş durumda olduğu için bu tür br kriz hemen bütün dünyaya yansıyıp küresel bir görünüm alıveriyor. 2008 KRİZİ 2008 yılının eylül ayında önce ABD’ de patlayan, sonra dalga dalga bütün dünyaya yayılan küresel krizin kökeninde tarihin en büyük gayrimenkul ve kredi balonu yatıyor. ABD’deki mortgage piyasası yaklaşık 10 trilyon dolarlık bir büyüklüğe ulaşmış ve bu haliyle dünyanın en büyük piyasası olmuştu. Başlangıçta mortgage kredilerinin büyük ağırlığı, yüksek kaliteli müşterilere verilen kredilerden oluşuyordu. Bunlara ‘’prime mortgage’’ kredileri deniyor. Zaman içinde krediler daha düşük kaliteli müşterilere de yönelmeye başladı. Bunlara da ‘’subprime mortgage’’ kredileri deniyor. 2008 ortasında ABD’de subprime mortgage kredilerinin hacmi 1,5 trilyon dolara kadar yükselmişti. ABD’de faizler geçmişte son derecede düşük düzeylerde olduğundan, subprime mortgage kredilerini kullanan düşük gelirli gruplar büyük ölçüde değişken faizli kredileri tercih etmişlerdi. FED’in son dönemde faizleri peş peşe artırmasına konut fiyatlarındaki düşüşün eşlik etmeye başlaması, bu kişilerin aldıkları kredileri geri ödeyememe sorunlarıyla karşılaşmasına yol açtı. ABD’de emlak fiyatlarını ölçmek üzere kullanılan Case Shiller indeksi 2007 ortasından 2008 ortasına kadar yüzde 16 oranında düşüş gösterdiği sırada uzmanlar bu indeksin yüzde 10 oranında daha düşmesi gerektiğini öne sürüyorlardı. Sahibi oldukları emlakların fiyatının yükselmesiyle refahlarının arttığını düşünen ve bu çerçevede borçlanıp para harcayan Amerikalılar için bu büyük bir şok oluşturuyordu. İngiltere’de emlak sahipleri daha da borçluydu. Yani bir anlamda kapitalizmin son yükselişi emlak fiyatlarının şişmesi üzerine kurulmuştu. Emlak fiyatları artıyor, emlak sahipleri kendilerini daha zenginleşmiş hissedip borçlanarak harcamalarını artırıyorlar, bu ekonomiye canlılık getiriyor ve emlak fiyatları daha da artıyordu. Emlak fiyatları arttıkça emlak talebi de artıyor, bu kez emlaka dayalı kağıtlarla yapılan finansal işlemler büyüdükçe büyüyordu. Herkes yatırım amacıyla ikinci, üçüncü gayrimenkulünü alıyordu. Bu alımların altında yatan varsayım bunların günün birinde daha yüksek bedelle satılabileceği varsayımıydı. Bu varsayımın gerçek olmayabileceği anlaşılınca fiyatlar düşmeye ve balon sönmeye yöneldi. 2008 küresel krizi, altında emlak fiyatlarının şişkinliği de olsa, kredinin değil ona dayanılarak yapılan işlemlerin yarattığı bir çeşit kredi krizi olarak tanımlanıyor. Sorunu yaratan şey, kredinin elden ele inanılmaz bir ölçekte el değiştirmesinden kaynaklanıyordu. Bu el değiştirme türev ürünler adı verilen bir finansal buluşla yapılıyordu. Türev ürün, şirketlerin başka işlemlerden doğan risklerini alışverişe konu edebilmelerini sağlayan sözleşmelerdir. Bu sözleşmeler, mortgage kredisini verenin bu krediyi kullanan tarafından geri ödenmemesi riskini üçüncü kişilere, örneğin hedge fonlara devretmeye yarıyordu. Riski devreden kredi kuruluşları çok daha büyük risklere girebiliyor ve krediler ile doğal olarak türev ürünler çığ gibi büyüyordu. Başlangıçta riski devretmeye yarayan ve bu anlamda sistemde bir sigorta işlevi gören türev ürünler giderek kendileri birer risk unsuru olmaya başlamışlardı. Bu ilişkiler açısından baktığımızda, nerdeyse dünyadaki bütün uluslararası çapta işlem yapan bankalar birbirlerine kefil olmuşlar ve bu ilişkilerin en fazla toplandığı banka da Lehman Brothers haline gelmişti. Sözleşmelerin yerine getirilemeyeceği haberi gündeme düştüğünde Lehman Brothers batma olgusuyla karşı karşıya geldi. Bankalara karşı sözleşmelerin koşullarını yerine getiremiyor, gerekli ödemeleri yapamıyordu. Hükümet ve FED bu bankayı kurtaramayacaklarını açıkladılar. Bu açıklama Lehman Brothers’dan alacaklı konumda bulunan bütün bankalar açısından müthiş zararların ortaya çıkması demekti. Aslında balon
  • 6. patlamıştı belki ama patladığının anlaşıldığı an o andır. Makroekonomik açıdan bakıldığında da durum karışıktı. ABD, tarihinin en büyük cari açıklarını veriyordu. Buna karşılık büyük miktarlı fon çekiyor ve bununla cari açığını finanse ediyordu. Sistem kabaca şöyle işliyordu: ABD’li şirketler sermayelerini, teknolojilerini alıp Çin’e gidiyor, orada yatırım yapıp ucuz Çinli emeğiyle üretime başlıyor, ürettiklerini ağırlıkla ABD ve Avrupa pazarına satıyor, oradan elde edilen kazançları da ABD Hazine tahvillerine yatırıyorlardı. ABD’nin cari açığını önemli ölçüde Çinli emeği finanse etmiş oluyordu. Ne var ki bu açığın sonsuza kadar gidemeyeceği, bir yerde ABD ekonomisinde bir düzeltme olması gerektiği de biliniyordu. Yani ABD’nin dış dengesi de bir balon üzerine oturmuş durumdaydı. Bir yandan böyle balonlar olmuşken 2008 yılında petrol, gıda ve metal fiyatları hızla artmaya yöneldi. Bu artışlar mali kesimde zaten oluşmuş kötümser havaya yeni olumsuz beklentiler eklenmesine yol açtı. 2008 krizi büyük ölçüde marjinal alanlara, kişi ve kurumlara verilmiş mortgage kredileriyle ucu bucağı belli olmayan türev ürünler bileşiminin yarattığı bir finansal krizdir. Bu sorunlu alanın bu kadar büyümesinin temel nedeni ise kuralların yetersizliği ve denetimin eksikliğidir. 2008 krizinin nedenlerini bir tek yerde aramak doğru değildir. Ama kuralların uygulanmaması ya da kapsamlarının genişletilmemesi en temel neden gibi görünüyor. Bir önceki dönemin yarattığı kuralları azaltma, serbestleştirme, deregülasyon modasının etkisiyle türev ürünlerin kurala bağlanmasına karşı çıkılmıştı. Krizin gelişme yolundaki ülkeleri de derinden etkilemesinin birçok nedeni var. Her şeyden önce bu ülkelere yönelik sıcak para çekilmeye başlandı. Sıcak paranın kaynağı olan ülkelerde sorunlar çıkınca bu sorunların gelişmekte olan ülkeleri de etkileyeceği korkusu sıcak paranın çıkmasına yol açtı. Gelişmiş ülkelerde büyümenin düşmesi, talebinde gerilemesine yol açınca gelişme yolundaki ülkelerden yapılan ithalatta azalma olmaya başladı. Bu durum gelişme yolundaki ülkelerin dış ticaret gelirlerinin düşmesine ve dolayısıyla ekonomilerinin küçülmeye başlamasına yol açtı. Bütün bu karşılıklı daralma eğiliminin bir sonucu olarak bu kez petrol, metal fiyatları çok hızlı bir çöküş içine girdi. Bu da ayrıca deflasyonist bir etki yaratmaya başladı. 2008 krizinin bütün öteki krizlerden farkı, bunun tam anlamıyla bir küresel kriz olması ve dünyadaki bütün ülkeleri etkilemiş olmasıdır. KÜRESEL KRİZİN TÜRKİYE EKONOMİSİNE YANSIMALARI 2001 yılı sonrasında dünya finans piyasalarında yaşanan likidite bolluğundan yüksek faiz imkanları sunan Türkiye ekonomisi de yararlanmıştır. Yaşanan bu likidite bolluğu küresel krizle birlikte son bulmuştur. Küresel kriz Türkiye’den kaynaklanmasa da, tüm dünya ülkeleriyle birlikte Türkiye ekonomisini de etkilemiştir. Kriz sonrasında uluslararası piyasalardan sağlanan fonların önemli ölçüde azalması sonucunda dış borçlanma maliyetlerinin ve imkanlarının zorlaşması, tasarruf açığı nedeniyle dış kaynak ihtiyacı yüksek olan Türkiye’yi olumsuz etkilemiştir. Ayrıca Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan Avrupa ekonomilerinin küresel kriz nedeniyle yaşadığı ekonomik durgunluk, Türkiye ihracatının ve ekonomisinin de yavaşlamasına neden olmuştur.2001 krizi sonrasında bankacılık kesiminde yaşanan yapısal dönüşüm sayesinde; küresel krizin Türk finans sektörüne etkisi diğer ülkelere kıyasla sınırlı kalmıştır. Türk bankalarının kriz döneminde sermaye yeterlilik oranları ile güçlü bir yapıda olması ve riskli enstrümanlara yatırım yapılmamış olması Türk ekonomisinin krize karşı dayanıklılığını arttırmıştır. Ancak ekonominin iyi işleyişinde reel sektör bankacılık ilişkisinin önemi büyüktür. Bu açıdan değerlendirildiğinde 2009 yılı içerisin- de, sorunlu kredilerin toplam krediler içindeki payının giderek arttığı görülmektedir. Batık kredilerin toplam kredilere oranı % 4,5’un üzerine çıkmıştır. Finans sektörü küresel krizden fazla etkilenmese de kriz reel sektörü fazlasıyla etkilemiştir. Küresel kredi musluklarının kısılması, kredi maliyetlerinin artışı, yurtdışı pazarların daralması gibi daha birçok nedenden ötürü reel sektör büyük kayıplar yaşamıştır. Bu kayıp, ülkemiz makro ekonomik göstergelerine de yansımıştır
  • 7. Krizin ana nedeni finansal değerlerin aşırı şişmesi ve bir balon oluşturması olsa da, geleceğe yönelik olumsuz bekleyişlerin oluşturduğu panik ortamı da krizin etkilerini ağırlaştırmıştır. Düzenlenen kurtarma operasyonları ile beklentiler olumlu yöne doğru götürülerek sistemin toparlanması sağlanmaya çalışılmıştır. Ancak yaşanılan panik büyüdükçe kurtarma operasyonlarının sayısı da, maliyeti de artmıştır. Kriz ortamının olduğu bir ekonomide toplumdaki bireyler ekonominin kötüye gideceğini beklemekte ve harcamalarını azaltma yoluna gitmektedirler. Tüketicilerin ihtiyatlı bir davranışla harcamalarını gözden geçirmesi, iç talebin ve ekonomik faaliyetlerin daralmasına sebep olmaktadır. Türkiye’de krize yönelik bir önlem paketinin açıklanmasında gecikilmiş olması da belirsizliği arttırarak beklentilerin olumsuz etkilenmesine neden olmuştur. Küresel mali krizin Türkiye’deki beklentileri ve güven ortamını nasıl etkilediğinin gözlenmesi açısından reel kesim güven endeksi ve tüketici güven endeksi verilerinin incelenmesi faydalı olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası verilerine göre Ocak 2008’de 104,2 olan reel kesim güven endeksi Aralık 2008 verilerine göre 52,3 olmaktadır. Tüketici güven endeksinde de reel kesim güven endeksindekine benzer düşüşler görülmektedir. TCMB verilerine göre Ocak 2008’de 92,1 olan tüketici güven endeksi Kasım 2008’de 68,9’a düşmüştür. Ekonominin geleceğine ilişkin beklentilerdeki değişimi gösteren CNBC-e Tüketici Güven Endeksi’nde 2009 yılı Ocak ayında yaşanan gerileme de Türkiye ekonomisinin çok hızlı bir şekilde daralmaya gittiğini teyit etmektedir. İşizlik Küresel ekonomik kriz dünya ekonomilerinin emek piyasalarıyla birlikte Türkiye’deki emek piyasasını da olumsuz etkilemiştir. Dünya genelinde ekonomik faali- yetlerin daralması, talepteki düşüş Türkiye’nin de üretim yapısını etkilemiştir. Bu ekonomik daralmaya bağlı olarak da bazı kuruluşlar işçi çıkarma yoluna gitmişlerdir. Buna ek olarak, Türkiye’de yüksek oranda var olan kayıt dışı istihdam nedeniyle krizin işgücü piyasasında ne ölçüde tahribat yapmış olduğu, mevcut ekonomik veriler ile şu anda tam olarak tespit edilememesine rağmen, ihracata dayalı olarak üretim yapan tekstil, beyaz eşya gibi sektörlerde işten çıkarmalar gözlenmiştir.Krizin üçüncü çeyreğin sonu, yani 2008 Eylül’ünden itibaren etkisini göstermesiyle işsizliğin sürekli artış gösterdiği görülmektedir. İşsizliğin en yüksek olduğu dönem ise, % 16,1 ile 2009 Şubat’ıdır. 2009 Mart’ından itibaren azalma eğilimi gösteren işsizlik, % 13 civarında bir seyir izlemektedir. Söz konusu dönemde, kapasite kullanım oranı ve sanayi üretim endeksinde artışlar görülmesine rağmen, işsizliğin % 13-14 aralığı gibi yüksek bir düzeyde seyretmesi, Türkiye’de işsizlik sorununun kalıcı ve yapısal olduğunu, mevcut krizin bu durumu daha da derinleştirdiğini göstermektedir. 2009 yılında %8 ile oldukça yüksek bir seviyeye ulaşan gelişmiş ülkelerin işsizlik oranı, 2010 yılında artarak %8.3’ e yükselmiştir. Söz konusu dönemde Euro Bölgesi ve ABD işsizlik oranları da oldukça yüksek seviyelerde seyretmektedir. 2009 yılında %9.6 olan Euro Bölgesi işsizlik oranı, 2010 yılında %10.1’ e yükselmiştir. Euro Bölgesi kapsamında özellikle İspanya’nın işsizlik oranları oldukça yüksek seviyelerdedir. Bu ülke 2010 yılındaki %20.1’ lik işsizlik oranı ile bölgesinin en yüksek işsizlik oranına sahiptir. Gelişmekte olan ülkeler arasında ise Rusya ve Brezilya yüksek işsizlik oranları ile dikkat çekmektedir. Rusya’ da 2009 yılında %8.4 olan işsizlik oranı, 2010 yılında %7.5’ e gerilemiştir. Brezilya’ da ise 2009’ da %8.1 olan oran, 2010 yılında 6.7’ ye gerilemiştir. Gelişmekte olan ülkeler arasında oldukça önemli bir konuma sahip olan Çin’ de ise, yüksek nüfusa rağmen işsizlik oranlarının nispeten düşük olduğu görülmektedir. Çin’ de 2009 yılında %4.3 olan işsizlik oranı, 2010’ da küçük bir düşüşle %4.1’ e gerilemiştir. Türkiye de, yüksek işsizlik oranına sahip ülkeler arasında yer almaktadır. 2009 yılında %14 olan işsizlik oranı, 2010 yılında %11.9’ a gerilemiştir (ISO, Dünya Ekonomisi Bülteni, Ekim 2011: 6-7). 2011 yılında ise işsizlik oranı 2010 yılına göre 2.1 puan azalarak %9.8 olarak gerçekleşmiştir
  • 8. Küresel krizin etkisiyle 2009 yılında düşüş eğilimi gösteren tüketici fiyatları yıllık ortalama artışının, 2010 yılında bir miktar hareketlendiği görülmektedir. Bu hareketliliğin 2011 yılında da devam etmesi öngörülmektedir. 2012 yılında ise, nispi bir düşüş beklentisi göze çarpmaktadır. Dış Ticaret ve Ödemeler Dengesi Küresel mali krizin Türkiye’ye en önemli etki kanallarından biri dış ticaret olmuştur. Küresel resesyon, kişi başı küresel gelir düzeyinin düşmesi ve ürettiğimiz mallara olan dünya talebinin düşmesi anlamına gelmektedir. İç talebin hiç değişmeyeceği varsayıldığında bile, bu durum üretim ve istihdam düzeyimizi olumsuz etkileyecektir. Türkiye ekonomisinde cari açığın finansmanı ve ekonomik büyümenin sürdürülmesinde ihracatın önemi büyüktür. Cari açığın en önemli unsurlarından olan dış ticaret açığının kriz sonrasındaki ihracat düşüşleri nedeniyle tırmanması, zaten yüksek ve artan cari açık problemi olan Türkiye ekonomisinin durumunu zora sokmuştur. Türkiye Istatistik Kurumundan alınan Türkiye ihracatının ülke gruplarına göre dağılımına ilişkin veriler incelendiğinde 2008 yılı için 115 milyar dolar değerinde olan toplam ihracatımızın, 55,8 milyar dolarlık kısmının AB ülkeleriyle olduğu görülmektedir. 2008 yılında ABD’ye olan ihracatımız ise 3 milyar dolar değerindedir. ABD’ye olan ihracatımızın, AB’ye olan ihracatla kıyaslandığında, toplam ihracatımız içindeki payının çok düşük olduğu göz önünde bulundurulduğunda ABD’den ziyade, AB’de yaşanan durgunluğun dış ticaret üzerindeki olumsuz etkilerinin daha fazla olduğu söylenebilecektir. 2008 yılı Aralık ayında; geçen yılın aynı ayına göre ihracat % 21 azalarak 8,3 milyar dolar, ithalat % 29 azalarak 10,9 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Yine aynı dönemde AB ülkelerine yapılan ihracatın %39,4 azalma gösterdiği tespit edilmiştir. Diğer taraftan 2007 Aralık ayında % 60,3 olan ihracatın ithalatı karşılama oranı, 2008 Aralık ayında % 68,2’e yükselmiştir. Bu veriler incelendiğinde, ithalatımızın ihracatımızdan daha hızlı oranda gerilemesinin dış ticaret açığının azalmasına ve ihracatın ithalatı karşılama oranının yükselmesine neden olduğu görülmektedir. Türkiye’nin en büyük dış ticaret pazarları olan ABD ve Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin ekonomik durgunluk içerisinde olması 2009 yılında ihracatımızın ciddi bir gerileme sürecine girmesinin nedeni olmuştur. AB pazarına olan ihracattaki gerilemede en büyük etken, taşıt araçlarındaki ihracatın yavaşlaması olmuştur. Dış talepteki düşüşler üretimin gerilemesine, üretimde kullanılan ara malların ithalatının azalmasına ve dolayısıyla da toplam ithalatın da azalmasına neden olmuştur. Krizin Türkiye ekonomisinde etkisini göstermeye başladığı üçüncü çeyrek sonun- dan itibaren ithalatın, ihracattan fazla bir düşüş göstermesiyle dış ticaret dengesinde pozitif bir gelişmenin olduğu görülmektedir. Şubat 2009’da ise ihracat, ithalatı aşmış ve bunun sonucunda dış ticaret dengesi fazla vermiştir. Fakat bu dönemden sonra ithalat hızla artış göstermiş ve dış ticaret dengesinde ardı ardına açık verilmeye başlanmıştır. Kriz öncesi dönemde global likidite bolluğunun, yükselen piyasa ekonomileri ile gelişmekte olan ülkelere yönelik net özel sermaye akımlarında önemli bir yükselişe neden olduğu görülmektedir. Özellikle doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve portföy dışı diğer sermaye akımları büyük boyutlara ulaşmıştır. Sermaye akımlarındaki artış, bu ülkelerin ekonomik büyümelerinin hızlanmasına katkıda bulunmuştur. Ancak, küresel finansal krizin etkisiyle 2007 yılında 715 milyar dolara yükselen net özel sermaye akımı, 2008 yılında 245 milyar dolara gerilemiş, 2009 yılında 267.4 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 2010 yılında net özel sermaye akımı artarak 482.3 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu hesabın 2011 yılında 574.7 milyar dolar olarak gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Enflasyon 2007 ve 2008 yılının ilk yarısında yüksek seyreden emtia ve petrol fiyatları hem cari işlemler dengesini olumsuz etkilemiş hem de Türkiye’nin enflasyon ithal etmesine yol açmıştır. Fakat emtia ve petrol fiyatlarında yaşanan mevcut düşüşe ek olarak, 2009 yılı içe- risinde düşüş
  • 9. trendinin devam etmesi, gerçekleşen enflasyonda yaşanan gerilemenin diğer nedenleri arasında gösterilebilir. Bu verilerden hareketle, azalan iç talep ve düşen emtia fiyatları nedeniyle 2009 yılında enflasyonun gerileme süreci içine girmiştir. 2008 yılı son çeyreğinden itibaren toplam talepteki sert daralma ve emtia fiyatlarında gözlenen düşüş bütün dünyada enflasyon oranlarının hızla gerilemesine yol açmıştır. Bu dönemde Türkiye’de de benzer bir eğilim gözlenmiştir. Türkiye’de finans sektörünün göreli sağlam yapısına rağmen, ihracatın ağırlıklı olarak dış konjonktüre hassas ürünlerden oluşması, üretimin küresel kredi koşullarına duyarlı yapısı ve kriz dönemine yüksek kapasite düzeyiyle girilmiş olması iktisadi faaliyetteki daralmayı derinleştiren unsurlar olmuştur. Bu süreçte sıkılaşan finansal koşulların yanı sıra, yaygınlaşan küresel belirsizlik algılamalarının ve artan ihtiyati tasarruf eğiliminin etkisiyle iç talepte de keskin bir daralma yaşanmıştır. Türkiye’de enflasyon, krizin başlangıcı olarak kabul edilen 2008 Eylül’ünden itibaren ilk etapta artmasına rağmen, yukarıda bahsedilen etkenlerden dolayı Kasım 2008’de düşüş göstermiştir. 2009’un ilk çeyreğinde, iktisadi faaliyetlerdeki daralmanın belirginleşmesiyle enflasyondaki yavaşlama, bütün alt gruplara yayılmıştır. Gerek temel fiyat göstergelerinin gerekse enerji ve gıda fiyatlarının yıllık artış oranları aşağı yönlü bir seyir izlemiş ve böylece Mart 2009 itibariyle enflasyon % 7,89 olarak gerçekleşerek, belirsizlik aralığının içinde kalmıştır. 2009’un son çeyreğinde enflasyonda gözlenen artmada temel unsurlar; iç ve dış talepte gözlenen toparlanma süreci ve gıda fiyatlarının yakın zamanda görülmedik ölçüde hızlı bir artış sergilemesidir. Bu dönemde petrol ve diğer emtia fiyatlarındaki yükselişler ile iktisadi faaliyeti desteklemek amacıyla uygulanan geçici vergi indirimlerinin sona ermesi gibi gelişmeler de enflasyonun yükselmesinde etkili olmuş, böylece 2009 yılının son çeyreğinde yıllık enflasyon % 5,27 oranından % 6,53 düzeyine yükselmiştir. Öte yandan enflasyonda, yılın son çeyreğinde gözlenen artış, enflasyonun temel bileşenlerinden ziyade, para politikasının etki alanı dışında kalan kalemler ile geçici unsurlardan kaynaklandığını göstermektedir. gelişmiş ülkelerde 2009 yılında sadece %0.1 oranında artış gösteren tüketici fiyatları endeksinin, 2010 yılında %1.6 oranında arttığı görülmektedir. 2009 yılındaki %0.1’ lik artışta, Japonya’ da %1.4, ABD’ de %0.3, İspanya’ da %0.2 oranında yaşanan düşüşler etkili olurken; 2010 yılındaki %1.6’lık artışta, İngiltere’ de %3.3, yeni sanayileşen Asya ülkelerinde %2.3, diğer gelişmiş ülkelerde %2.3 olarak gerçekleşen artışların önemli rol oynadığı ifade edilebilir. Gelişmekte olan ülkelerde ise 2009 yılında 5.2 ile bir önceki yıla göre nispi olarak düşüş eğilimi gösteren tüketici fiyatları artışı, 2010 yılında %6.1’ e yükselmiştir. Gelişmekte olan ekonomiler arasında Rusya ve Hindistan yüksek enflasyon oranları ile dikkat çekmektedir. Türkiye’ de ise 2009 yılında %6.3 olan enflasyon artışının, 2010 yılında %8.6’ ya yükseldiği görülmektedir. 2011 yılı enflasyon oranı ise %10.45 olarak gerçekleşmiştir. Büyüme oranında sert bir düşüş beklenmemesi ve Avrupa Merkez Bankası’nın aldığı likidite önlemlerinin yerini olumlu bir havaya bırakması gibi gelişmeler enflasyonun düşmesine yardımcı olmaktadır. Buna karşın, petrol fiyatlarında son aylarda gözlenen yukarıya doğru eğilim enflasyonu yükseltecek yönde etki yapabilmektedir. KRİZE KARŞI TÜRKİYE’DE GENEL OLARAK ALINAN ÖNLEMLER Küresel krizin etkilerinin dünyaya yayılmasıyla birlikte başta ABD ve Avrupa ülkelerinde olmak üzere çeşitli önlem paketleri açıklanmıştır. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de küresel krize yönelik olarak çeşitli önlemler alınmıştır. Alınan önlemler şu şekilde sıralanabilecektir: – Vadesi geldiği halde ödenmemiş tüm vergi alacakları taksitlendirilmiştir. – Türklerin yurtdışındaki paralarının Türkiye’ye getirilmesine yönelik çalışmalar yapılmıştır. – Mevduata güvence verme yetkisi TMSF’den alınarak Bakanlar Kurulu’na devredilmiştir. – Hisse senedi alım satımlarında uygulanan stopaj oranı %0’a indirilmiştir. – KOSGEB kanalı ile KOBİ’lere faizsiz kredi sağlanmıştır.
  • 10. – Merkez bankası döviz mevduat munzam karşılıklarını düşürerek bankacılık sistemine kaynak yaratmıştır. 2008 Finansal Krizi, küresel boyutta etkileri nedeniyle şimdiye kadar karşılaşılmış büyük ekonomik krizlerin başında gelmektedir. 2008 Finansal Krizinde, para politikasının krizin etkilerini hafifletmede önemli bir rol üstlendiğini düşünülmektedir. Türkiye ekonomisinin 2008 finansal krizi öncesinde olumlu ekonomik göstergelere sahip olduğu görülmektedir. Bu koşullar, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası para politikası uygulamalarında kolaylıklar sağlamıştır. Sonuç olarak uygulanan para politikası fiyat istikrarı dışındaki diğer ekonomik göstergeleri destekleyici bir özellik taşımıştır. Finansal krizden çıkış stratejilerinin hazırlanmasıyla birlikte, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının fiyat istikrarı ve finansal istikrarı birlikte gözeten bir politika bileşimine yöneldiği görülmektedir. Fiyat istikrarı açısından bakarsak, 2001 sonrasında yakalanan istikrarlı enflasyon düşüşleri, küresel fiyat artışlarının etkisiyle sona ermiştir. Dolayısıyla 2008-2012 arasında zaman zaman enflasyon sorunu görünmektedir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının ekonomik daralma döneminde uyguladığı genişletici para politikası başarılı sonuçlar vermesine rağmen, ekonominin ısındığı dönemde uygulanan daraltıcı politikalar, yeterli olmamış ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun destekleyici politikalarının katkısıyla birlikte başarıya ulaşmıştır. 2009-2011 döneminde artmaya başlayan cari açık ve bunun finansmanında kullanılan kısa vadeli yabancı sermayenin azaltılmasına yönelik politikalarda ise başarılı sonuçlar alındığı görülmüştür. – Halk Bankası kanalıyla esnaf ve sanayiciye yeni kredi imkanları sağlanmıştır. – SSK işveren primlerinde 5 puanlık indirim yapılmıştır. – Eximbank kredileri arttırılmış ve sermayesi güçlendirilmiştir. Reel sektörün krizden minimum zararla çıkması için; 4 Haziran 2009 tarihinde detayları kamuoyuna sunulan ve 12 sektörde büyük projelere vergi indirim, yatırım yeri tahsisi ve SSK primi teşviği verileceği açıklanan Teşvik Yasasının yanı sıra İstihdam Paketi ve Kredi Garanti Fonu (KGF) düzenlemeleri yapılmıştır. Hazine desteğiyle Kredi Garanti Kurumu’nca kredinin % 65’ine kefalet sağlanacak, kredi riskinin % 35’i ise bankalar tarafından üstlenilecektir. Böylece riskleri azaltılan bankacılık sektörünün özel sektöre sağladığı kredi imkan ve limitleri arttırması beklenmektedir. Bütün dünya ülkeleri krize karşı toplu olarak paketler açıklarken, Türkiye’de önlemlerin parça parça açıklanması alınan önlemlerin kamuoyu tarafından tam olarak görülememesine ve kriz yönetiminde başarılı olunamayacağı imajının oluşmasına neden olmuştur. Nitekim krizin derinleşmesi ve hükümetin parça parça aldığı önlemlerin yetersizliğinin anlaşılması üzerine tekstilde doğuya göç teşviği, internette özel iletişim vergisi indirimi, hurda indirimi gibi çeşitli düzenlemeleri bir arada bulunduran 34 maddelik yeni bir paket açıklanma aşamasına gelmiştir. SONUÇ VE ÖNERİLER ABD’de mortgage krizi olarak başlayan ve sonraki dönemlerde likidite krizine dönüşerek Avrupa’ya da hızla yayılan küresel mali krizin etkileri tüm dünyada hissedilmiştir. Dünya ekonomisinin merkezi kabul edilen ABD ekonomisinin daralması, tüm dünya ekonomisinin daralmasına neden olmuştur. Küreselleşen dünyada, diğer ülkelerle birlikte Türkiye de bu krizin olumsuz etkilerinden kaçınamamıştır. 2001 krizi sonrasında Türk bankacılık kesiminde yaşanan yapısal dönüşüm sayesinde; küresel krizin finans sektörüne etkisi diğer ülkelere kıyasla sınırlı kalmıştır. Ancak küresel kredi musluklarının kısılması, kredi maliyetlerinin artışı, yurtdışı pazarların daralması gibi daha birçok nedenden ötü- rü reel sektör büyük kayıplar yaşamıştır. Küresel ekonomide yaşanan küçülme nedeniyle 2008 mali krizi Türkiye’yi öncelikli olarak dış ticaret kanalından etkilemiştir. En önemli dış ticaret ortağımız olan AB’de yaşanan durgunluk yurtdışı talebi ve ihracatımızı azal- tarak dış ticaretimizi olumsuz etkilemiştir. Beklentilerdeki olumsuzluk krizin etkilerinin derinleşmesine neden olan bir diğer faktör olmuştur. Türkiye’de krize yönelik bir önlem paketinin açıklanmasında gecikilmiş olması da belirsizliği arttırarak beklentilerin olumsuz etkilenmesine neden olmuştur. 2008 yılının son çeyreğinden itibaren reel kesim ve tüketici
  • 11. güven endekslerinde gözlemlenen düşüşler, krizin Türkiye’de neden olduğu güvensizlik ortamını ortaya koymaktadır. Küresel ekonomik kriz dünya ekonomilerinin emek piyasalarıyla birlikte Türkiye’deki emek piyasasını da olumsuz etkilemiştir. Dünya genelinde ekonomik faaliyetlerin daralmasına bağlı olarak 2008 yılının üçüncü çeyreğinden itibaren işsizlik oranında önemli artışlar yaşanmış, 2009 Şubat ayında işsizlik oranı %16 seviyeleri- ne yükselmiştir. 2008’in ikinci çeyreğinden itibaren sanayi üretiminde yaşanan düşüşlerle birlikte Türkiye ekonomisinde küçülme yaşanmaya başlanmıştır. Sanayideki durumun en önemli göstergesi kabul edilen imalat sanayi kapasite kullanımı oranında da 2008’in ikinci çeyreğinden itibaren düşüşler gözlenmiştir. Küresel kriz sürecinde dünya ülkelerinde talebi arttırmaya yönelik genişletici ön- lemler alınırken Türkiye’nin artan bütçe açığını daha da arttırmama endişesiyle iç talebi arttırıcı nitelikte genişletici politikalara yönelmekte gecikmesi krizin etkilerinin derinleş- mesine neden olmuştur. Gecikmeli olarak ÖTV indirimi, işsizlerin toplum yararına çalış- ma programında istihdam edilmesi, işsizlere mesleki eğitim verilmesi, kredi kartlarına dü- zenleme getirilmesi gibi tedbirler alınmıştır. Ancak alınan önlem paketlerinin ses getirecek şekilde bir anda ve topluca açıklanamaması toplumun krize yönelik olarak elden gelenin yapıldığı ve kontrol mekanizmasının işlediği mesajını almasında problemlere ve toplum- daki güven ortamının sağlanmasında gecikmelere sebep olmuştur. Ayrıca ÖTV indirimi şeklinde alınan önlemler ithalatı arttırıcı nitelikte olmuştur. Böylece Türkiye kısıtlı bütçe imkanlarıyla daha çok yabancı ülkelerin yararına olacak tedbirler almıştır. Öte yandan mali uyarıcı paketleri öncelikli olarak harcama eğilimi yüksek düşük gelirli ailelere ya da işsizlere verilebilseydi, krizden en çok etkilenen bu kesim daha fazla desteklenmiş olurdu. Küresel krizden çıkış için kamu harcamaları yoluyla iç talebin canlandırılması ve istihdam düzeyinin arttırılması gerekmektedir. Bu amaçla tarım, ticaret ve sanayi sektörleri teşvik edilmeli ve ihracat desteklenmelidir. İstihdam düzeyinin arttırılabilmesi için istihdam üzerindeki vergi, sigorta gibi kamusal yüklerin düşürülmesi ve girdi maliyetlerinin dünya standartlarına çekilmesi önem arz etmektedir. Finans darboğazında olan firmaların ekonomiye kazandırılması için vergi, sosyal güvenlik ve kredi borcu gibi yükümlülükleri yeniden yapılandırmalıdır. Küresel krizlerin tekrarlanmaması için finansal piyasalarda denetim ve gözetim mekanizmalarının etkin bir şekilde işlemesinin sağlanması gerekmektedir. Risk algılayışı geliştirilmesi ve risk kültürünün oluşturulması önemlidir. Değerlendirme kuruluşlarının küresel krizdeki payı göz önüne alındığında krizden etkilenen ülkeler hazırlamakta oldukları reform programlarının içine derecelendirme kuruluşlarıyla ilgili reformları da dahil etmelidirler. Yapılacak finansal reformlarla finansal altyapı geliştirilmelidir. İlerleyen dönemlerde Merkez Bankaları fiyat istikrarının yanında finansal istikrara ve finansal dene- time de gerekli önemi vermelidirler. Fiyat istikrarı tehlikeye sokulmadan finansal istikrarın nasıl sağlayacağına yönelik çözüm yolları üretilmelidir.