1. YAŞAMI
4 Eylül 973'te Harezm'de doğdu. Birûnî, Harezm sarayında astronomi ve matematik öğrendi. Harezm’deki kargaşalıklar yüzünden bir süre İran'da
973'te Harezm'de İran'da
kaldı. Ardından Ziyariler hükümdarı Kabus bin Vaşmgir’in sarayına girdi. Bir tür tarih yapıtı olan el-Âsârü'l-Bâkiye'yi (Geride Kalan Yüzyıllar) orada
Vaşmgir’in
yazarak sultana sundu. Harezm'e döndükten sonra, Sultan Memun bin el-Memun'un sarayında İbni Sina, İbn Miskeveyh, Ebu Nasr gibi bilginlerle
Sina, Miskeveyh,
birlikte çalıştı. Gazneli Mahmud'un Harezm ülkesini fethetmesinden sonra Gazne kentine yerleşti. Gazneli sarayında büyük saygı gördü. Son yıllarını
Mahmud'un
Gazne’de geçirdi ve burada öldü.
Gazne’de
Orta Asya'lı büyük bilgin El Biruni, 4 Eylül 973 yılında Harezm'in başkenti Kath yakınlarında doğdu. İlk öğrenimini Yunan'lı bir bilginden aldı.
Tanınmış ve seçkin bir aileden gelen Harezm'li matematikçi ve gökbilimci birisi tarafından evlat edinen El Biruni, ilk çalışmalarını bu alimin yanında
yaptı. İlk eseri, Asar-ül-Bakiye' dir.
El Biruni, o zamanın bilginleriyle Buhara'da tanışmış, evrenin yapısı, serbest düşme ve diğer fizik yasalarını ve bölünmez parçacıklar üzerinde
mektupla yaptığı bazı tartışmalar vardır. 1010 yılında El-Memun Akademisi'ne kabul edildi. Gazneli Mahmut Harezm'i işgal edince, El Biruni ile
birlikte binlerce kişiyi tutsak aldı. Bunu izleyen on yıl içinde astronomi ve matematik çalışmalarının doruğuna erişti. Bu tutsaklığı sırasında,
anayurtlarından sürülmüş ve tutsak olan Hint'li bilginlerle tanıştı. Birçok dilde ilmi çeviriler yaptı.
Astronomi üzerine yaptığı en önemli çalışmayı Gazneli Mahmut'un oğlu Mesut'a sundu. Sultan Mesut kendisine bir fil yükü gümüşü hediye edince,
"Bu armağan beni baştan çıkarır, bilimden uzaklaştırır" diyerek bu hediyeyi geri çevirdi.Bu sırada kardeşi Gülce,Tan adında biriyle evlendi...Ve bir
süre sonra 5 çocuğu oldu.
Eserlerinin sayısı yüz elliden fazladır. Yetmiş tane astronomi ve yirmi tane de matematik kitabı vardır. Tıp, biyoloji, bitkiler, madenler, hayvanlar ve
yararlı otlar üzerinde bir dizin oluşturmuştur. 1048 yılında 75 yaşındayken ölmüştür.
Mektuplarından, Aristoteles'i bildiği anlaşılır. İbni Sina gibi önemli bilginlerle beraber çalışmıştır. Hindistan'a birçok kez gitti. Bu nedenle Hindistan'ı
konu alan bir kitap yazdı. Onun bu kitabı birkaç dile çevrildi. Gerçek bir bilim anlayışına sahipti. Irk kavramına önem vermezdi. Başka bir halkın ileri
kültüründen derin bir saygıyla söz ederdi. Bir tane de romanı vardır. Elimizdeki eserlerinin sayısı yirmi üç kadardır.
2. • (858-929) asıl adı ebu abdullah mehmed bin cabir bin sina’dır.
devrinin en önemli astronomu ve matematikçisi olan battani, urfa’nın harran bölgesindeki
battan kasabasında doğmuştur ve yıldızlara tapan sabii dinine bağlıdır. sonradan müslüman
olmuştur. bir çok eseri latince’ye çevirildiği için batı’da albatagnus veya albategni olarak da
tanınır. avrupalılarca eseri ilk çevrilen kişi olduğu için islam dünyasının batlamyus’u olduğu
sanılmışsa da bu doğru değildir. çünkü kendisinden önce bağdat ve şam’da gözlemle uğraşan
ve zic hazırlayan alimler vardır.
battani, harran aristokrasisindendi. rakka’da özel bir gözlemevi kurdurdu ve burada 877-918
tarihleri arasında,tam 42 yıl son derece önemli gözlemler yaptı. ondan sonra bağdat’a gidip
yerleşti ; sonra 929'da rakka’ya döndü ve burada öldü. en ünlü eseri zeyc-i sabii’dir. güneş’in,
ay ve diğer gezegenlerin hareketlerini gözlemlemiş, yörüngelerini doğru bir biçimde
belirlemeye çalışmıştır. güneş ve ay tutulmaları ile ilgilenmiş, mevsimlerin süresini büyük bir
doğrulukla hesaplamıştır. ayrıca, ekiliptiğin eğimini de dakik olarak belirlemeyi başarmıştır.
aynı zamanda matematikçi de olan battani, bu alanda da son derece önemli çalışmalar
yapmıştır. sinüs, kosinüs, tanjant, kotanjant, sekant ve kosekantı gerçek anlamda ilk defa
kullanan battani’dir. battani trigonometrik formüllere ulaşmış ve bunlardı astronomik
hesaplarda kullanmıştır. tanjant üzerinde çalışmış ve bir tanjant tablosu hazırlamıştır.
3. YAŞAMI
•
15.YÜZYILIN ÜNLÜ ASTRONOM VE MATEMATİK BİLGİNİ
Babası, Horasan ve Maveraünnehir bölgesinin hükümdarı Uluğ Bey’in kuşçubaşı (doğancıbaşı) olduğundan, daha çok bu
adla meşhur olan Ali, 15.Yüzyılın başlarında dünyaya geldi. Doğum yeri ise, Maveraünnehir bölgesinin Semerkant şehri
kabul edilmektedir.
Küçük yaşta astronomi ve matematiğe büyük ilgi duyan Ali KUŞÇU, ilk öğrenimini Uluğ Bey’in hükümdarlığı sırasında
doğum yeri olarak kabul edilen Semerkant’ta tamamladı. Hükümdar ve çağın ünlü bilgini Uluğ Bey’den, Kadızade Rumi,
Gıyasüddin Cemşid ve Muinüddin Kaşi’den astronomi ve matematik dersleri aldı. Daha sonra gizlice Kirman’a gidip orada
öğrenimini tamamladı. Kirman’da Ay’ın evrelerine ilişkin yazdığı Risale-i Hallü’l-Kamer adlı incelemesini, kaçışını
affettirmek için dönüşünde Uluğ Bey’e sundu. Bunun üzerine Uluğ Bey, ali KUŞÇU’ya Kadızade Rumi’nin ölümü nedeniyle
boşalan Semerkant Rasathanesi (gözlemevi)’nin müdürlüğü görevini verdi. 1449’da uluğ Bey, oğlu Rüknettin’in başlattığı
bir ayaklanmada öldürülünce Ali KUŞÇU Tebriz’e gidip, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’a sığındı. Bir süre sonra
Akkoyunlularla Osmanlılar arasındaki barış görüşmeleri için İstanbul’a gelip Fatih Sultan Mehmet’le görüşen Ali KUŞÇU,
Fatih’in teklifi üzerine elçilik görevini tamamladıktan sonra ailesi ve yaklaşık yüz kişiden oluşan yakınları ile birlikte
İstanbul’a geldi. Burada Fatih’in büyük ilgisini gören Ali KUŞÇU, Ayasofya Medresesi (bugünkü anlamıyla üniversite)’inde
verdiği derslerle bilim tarihinde adları saygı ile anılan Mirim Çelebi. Sarı Lütfü, Sinan Paşa gibi değerli bilginler yetiştirdi. 6
aralık 1474 yılında arkasında birçok eser ve yukarıda adları bulunan birçok bilginler gibi bilginleri bırakarak dünya
hayatını tamamladı. Mezarı İstanbul’da Eyyüb Sultan türbesindedir.
4. • YAŞAMI
• Hezarfen Ahmet Çelebi, (d. 1623 - ö. 1640) kendi geliştirdiği takma kanatlarla uçmayı başaran ilk insandir,
17. yüzyılda Osmanlı'da yaşamış Türk bilginidir. 1623-1640 yılları arasında saltanat süren Sultan IV. Murat
zamanında, uçma tasarısını gerçekleştirdiği ve geniş bilgisinden ötürü halk arasında, "Bin Fenli" anlamına
gelen Hezarfen olarak anıldığı bilinmektedir. (Hezar, Farsça 1000 sayısını nitelemektedir.)
• İlk uçma denemelerinde, 10. yüzyıl Türk alimlerinden İsmail Cevheri'den ilham almıştır. Cevheri'nin
bulgularını iyice inceleyen ve öğrenen Çelebi, kuşların uçuşunu inceleyerek tarihi uçuşundan önce
hazırladığı kanatlarının dayanıklılık derecesini ölçmek için, Okmeydanı'nda deneyler yapmıştır. Ayrıca,
Leonardo Da Vinci'nin uçma konusundaki çalışmalarında kendinden çok önce bu konuda deneyler yapan
İsmail Cevheri'den ilham aldığı sanılmaktadır.
• 1632 yılında lodos bir havada Galata Kulesi'nden kuş kanatlarına benzer bir araç takıp kendini boşluğa
bırakan ve uçarak İstanbul Boğazı'nı geçip 6000 m. ötede Üsküdar'da Doğancılar'a inen Hezarfen Ahmet
Çelebi, Türk havacılık tarihinin en kayda değer simalarından birisidir. Bu uçuş hakkındaki belgeler şimdiye
kadar sadece Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sindeki ifadesinden ibarettir.
• Bu olay Osmanlı Devleti'nde ve Avrupa'da büyük yankı buldu ve dönemin padişahı IV. Murat tarafından da
beğenildi. Sarayburnu'ndaki Sinan Paşa köşkünden bu durumu seyreden Sultan, Ahmet Çelebi ile önce çok
yakından ilgilenmiş, hatta Evliya Çelebi'ye göre "bir kese de altınla" sevindirmiş, ancak bu derece bilgili ve
becerikli birisinin tehlikeli olabileceğini düşünüp, "Bu adem pek havf edilecek bir ademdir, her ne murad
ederse elinden gelür, böyle kimselerin bakaası caiz değil" diyerek onu Cezayir'e sürgün etmiştir. Ahmet
Çelebi orada 31 yaşında vefat etmiştir.
• Türkiye Cumhuriyeti P.T.T. İdaresinin 17 Ekim 1950 Tarihinde İstanbul’da toplanan Milletlerarası Sivil
Havacılık Kongresi için çıkardığı üç hatıra pulundan Zeytuni yeşil-mavi renkli 20 kuruşluk olanın taşıdığı
temsili resim, Hazerfen'in Galata Kulesi’nden Üsküdar'a uçuşunu tasvir etmektedir.
5. YAŞAMI
• Ahmed Cevdet Paşa (26 Mart 1822, Lofça - 1895, İstanbul) Osmanlı Devleti'nde on dokuzuncu asırda yetişen büyük devlet ve bilim
adamı. Mecelle'yi kaleme alarak İslam Hukukunu sağlam bir dille kitaplaştıran kişi.
• Babası Lofça İdare Meclisi azasından İsmail Ağa'dır. İlk tahsilini Lofça’da yaptı. Yaradılıştan zeki ve kabiliyetli olduğu gibi, pek de
çalışkandı. Dedesinin yardımı ile 1839 yılında İstanbul’a geldi. Medrese tahsiline başladı. Bu arada, matematik, astronomi, tarih ve
coğrafya gibi ilimlerle de uğraşarak kültürünü artırdı. O zaman çok meşhur olan Murad Molla tekkesine tatil günleri giderek Farisi
öğrendi ve Mevlana’nın Mesnevi’sini bitirdi. Divançe’sinde bulunan şiirlerin çoğunu bu tekkeye devam ettiği sırada yazdı.
• 1844’te 22 yaşındayken Çanat payesi ile Rumeli kaleminde kadı oldu. 1845 yılında müderris olarak İstanbul camilerinde ders vermek
hakkını elde etti. 13 Ağustos 1850’de Meclis-i Maarif azalığı ile birlikte Dar-ül-Muallimin (Öğretmen okulu) müdürlüğüne getirildi. Bu
mektebi kısa zamanda ıslah ederek, mektebe giriş ve imtihan usullerini yönetmeliklerle tesbit etti. Encümen-i Daniş’e (Osmanlı
Akademisi) 1851’de asli üye seçildi.
• "Tarih-i Cevdet" adıyla şöhret bulan kıymetli eserinin üç cildini 1854 yılında bitirip Sultan Abdülmecit'e sundu. Eseri çok beğenen Sultan,
rütbesini yükseltti. Bir sene sonra da devletin resmi tarihçisi oldu.
• Osmanlı Devletinin kanunlarını yapacak olan Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye'ye 1861 yılında üye tayin edildi. 1866 yılında ilmiye
sınıfından vezirliğe geçti. Halep vilayetine vali tayin edildi. Bir müddet orada kaldıktan sonra yeni kurulan Divan-ı Ahkam-ı Adliye'ye
başkan tayin edildi. Bu vazifede çok faydalı işler gördü; memleketin adliye ve hukuk sistemini devrin ihtiyaçlarına göre düzenlemeye
çalıştı.
• Ali Paşa, Fransız medeni kanununun tercüme edilerek Osmanlı Devletinde tatbik edilmesi gerektiğini ileri sürüyordu. Buna karşı Ahmed
Cevdet Paşa ve aynı düşüncede olanlar, İslam Hukukunun zengin ve tatbik edilmiş en kuvvetli dalı olan Hanefi fıkhının sistematik hale
getirilerek kanunlaştırılması fikrini müdafaa ediyorlardı. Bu ikinci yani, Ahmed Cevdet Paşa ve arkadaşlarının fikirlerinin tatbiki için
'Mecelle Cemiyeti' adıyla ilmi bir heyet toplandı. Memleketin en kıymetli hukuk alimlerinin iştirak ettiği bu meclis, Kur’an-ı kerimin
hükümlerini kanun şekline sokup, bütün milletlerin kıymet verdiği Mecelle adındaki kitabı hazırlayarak, büyük hizmet etti.
• Cevdet Paşa, 1879 yılında Maarif Nazırlığına tayin edildi. Sonra da, çeşitli valiliklerde, Adliye, Maarif, Dahiliye, Ticaret nazırlıklarında
bulundu. Padişah’ın hususi encümenlerine iştirak etti. 26 Mart 1895’te vefat etti. Naaşı, Fatih Camii bahçesine defnedildi.
• Ahmet Cevdet Paşa, ilk Türk kadın romancı olarak tanınan Fatma Aliye Hanım'ın babasıdır.
6. • YAŞAMI
• 1609 (H. 1017)de İstanbul’da doğdu. Babasının adı Abdullah’tır. Babası, Osmanlı devlet ve siyâset adamlarının yetiştirildiği
Enderûn kurumunda eğitim görerek yetişmiş bir askerdir. Mustafa bin Abdullah, ordu kâtipliğinde bulunduğu için ulema ve
halk arasında Kâtip Çelebi diye tanındı. Hacca gittiği ve başmuhasebeci ikinci halifesi olduğu için Hacı Halîfe ismiyle meşhur
oldu. Babası aydın bir kişi olduğu için daha beş-altı yaşlarında onu eğitmeye başladı. On dört yaşına kadar çeşitli
hocalarından din ve bilimler eğitimi aldı.
• On dört yaşında Anadolu muhâsebesi kalemine kâtip oldu. 1624 yılında babasıyla birlikte Tercan, bir sene sonra da
Bağdat Seferi'ne çıktı. Dönüşte babası bir müddet Diyarbakır’da kaldı. 1627-1628’de Erzurum kuşatmasına katıldıktan sonra
İstanbul’a geldi ve yaklaşık iki yıl, Bağdat Seferi'ne katılana kadar, Kâdızâde’nin derslerine devâm etti. 1630 Bağdat
kuşatmasında ordunun defterini tuttu. Seferden sonra tekrar İstanbul’a dönerek Kâdızâde’nin derslerine katıldı. 1633-1635
Halep Seferi'nde hacca gitme fırsatı buldu. Dönüşte bir kış Diyarbakır’da kalıp oradaki bilgin ve aydınlarla görüştü. 1635
senesinde Sultan Dördüncü Murat ile Revan Seferine katıldı. On yıl kadar çeşitli savaşlarda bulunduktan sonra İstanbul’a
döndü ve hep bilimlerle uğraşmaya başladı.
• A’rec Mustafa Efendi, Ayasofya dersiâmı(öğretim görevlisi) Abdullah Efendi ile Süleymâniye dersiâmı (öğretim görevlisi)
Mehmed Efendiden ders aldı ve A’rec Mustafa Efendiyi kendisine üstâd edindi. Bir taraftan kendisi öğrenirken, diğer yandan
birçok öğrenciye ders verdi.
• 1645’te Girit Seferi'ne katılması sayesinde haritaların nasıl yapıldığını inceleme fırsatını buldu ve bu konuyla ilgili eserlerde
çizilen haritaları gördü. Bu arada görevinden ayrılarak, üç yıl devlette çalışmadı. Bu üç yıl içinde bazı öğrencilerine çeşitli
konularda dersler verdi. Yine bu zaman içinde sık sık hastalandığı için, tedavi çareleri bulmak amacıyla, çeşitli tıp kitaplarını
okudu. Pek çok eserini bu yıllarda yazmıştır.
• Kâtib Çelebi 1656 yılında vefât etti. Mezarı, Vefa’dan Unkapanı’ndaki Mahmûdiye (Unkapanı) Köprüsüne inen büyük
caddenin sağ kenarındadır.
• Kâtip Çelebi çalışkan, iyi huylu, vakarlı, az konuşan, çok yazan biri olarak bilinir. Arapça, Farsça yanında Lâtince'yi de bilirdi.
Osmanlı Devleti'nde Batı bilimleriyle fazla ilgilenen ve Doğu bilimleriyle karşılaştırıp sentezini yapan ilk Türk bilim
adamlarından biridir.
7. • YAŞAMI
• Asıl adı:Muhammed bin Tahran bin Uzlug olan ve Batı kaynaklarında "Alpharabius" adıyla anılan Farabi (Türkistan’ın Farab
Otrar kentinde doğduğu için Farabi Farablı diye anılır). İlk öğrenimini Farab’da, medrese öğrenimini Rey ve Bağdat’ta
gördükten sonra, Harran’da felsefe araştırmaları yaptığı yıllarda tanıştığı Yuhanna bin Haylan’la birlikte Aristoteles’in
yapıtlarını okuyarak gezimciler okulunun ilkelerini öğrendi. Halep’te Hemedani hükümdarı Seyfüddevle’nin konuğu oldu.
Arap ülkelerinde yaşamış, Türk kimliğini ve Türk törelerini ölünceye kadar bırakmamış olan Farabi’yi anlatan kitaplar, İslam
aleminde Ebul Hasan el-Beyhaki, İbn-el-Kıfti, İbn Ebu Useybiye, İbn el-Hallikan adlı yazarlar tarafından Farabi’nin ölümünden
birkaç yüzyıl sonra gerçekleştirildi. Ama bu yapıtlar, birer araştırma olmaktan çok, Farabi’yle ilgili söylenceleri derliyor,bir
felsefeciyle değil, bir ermişi açıklıyordu.
• Aristotales’in ortaya attığı madde ve suret kavramını hiçbir değişiklik yapmadan benimseyen, eşyanın oluşumunda, yani
yaradılışta madde ve sureti iki temel ilke olarak gören Farabi’nin fiziği de, metafiziğe bağlıdır. Buna göre, evrenin ve eşyanın
özünü oluşturan dört öğe (toprak, hava, ateş, su) ilk madde olan el-aklül-faalden çıkmıştır Söz konusu dört öğe, birbirleriyle
belli ölçülerde kaynaşır, ayrışır ve içinde bulunduğumuz evreni (el-alem) oluştururlar.
• Farabi, ilimleri sınıflandırdı. Ona gelinceye kadar ilimler trivium (üçüzlü) ve quadrivium (dördüzlü) diye iki kısımda
toplanıyordu. Nahiv, mantık, beyan üçüzlü ilimlere; matematik, geometri, musiki ve astronomi ise dördüzlü ilimler kısmına
dahildi. Farabi ilimleri; fizik, matematik, metafizik ilimler diye üçe ayırdı. Onun bu metodu, Avrupalı bilginler tarafından
kabul edildi.
• Hava titreşimlerinden ibaret olan ses olayının ilk mantıklı izahını Farabi yaptı. O, titreşimlerin dalga uzunluğuna göre azalıp
çoğaldığını deneyler yaparak tespit etti.Bu keşfiyle musiki aletlerinin yapımında gerekli olan kaideleri buldu. Aynı zamanda
tıp alanında çalışmalar yapan Farabi, bu konuda çeşitli ilaçlarla ilgili bir eser yazdı.
• Farabi insanı tanımlarken “alem büyük insandır; insan küçük alemdir.” Diyerek bu iki kavramı birleştirmiştir. İnsan ahlakının
temeli, ona göre bilgidir; akıl iyiyi kötüden ancak bilgiyle ayırır. İnsan için en yüksek en yüksek erdem olan bilgi, insan
beyninin çalışması sonucu elde edilemez; çünkü tanrısaldır, doğuştandır (Vehbi). Bilimin ise üç kaynağı vardır: Duyu; akıl;
nazar. Bilimler ikiye ayrılırlar: Kuramsal (nazari) bilimler; uygulamalı (ameli) bilimler. Ahlak, siyaset, müzik, matematik
uygulamalı bilimlere girer. Toplumlarda öz bakımından ikiye ayrılırlar: Erdemli toplumlar ve erdemsiz toplumlar. Bu
toplumları yöneltecek en kusursuz devletse, bütün insanlığı kapsayan dünya devletidir.
8. • YAŞAMI
• HAYATI Fatih Sultan Mehmed 29 Mart 1432'de Edirne'de doğdu. Babası Sultan İkinci Murad, annesi Huma Hatun'dur. Fatih Sultan
Mehmed, uzun boylu, dolgun yanaklı, kıvrık burunlu, adaleli ve kuvvetli bir padişahtı. Devrinin en büyük ulemalarından birisiydi ve yedi
yabancı dil bilirdi. Alim, şair ve sanatkarları sık sık toplar ve onlarla sohbet etmekten çok hoşlanırdı. İlginç ve bilinmedik konular
hakkında makaleler yazdırır ve bunları incelerdi.
Hocalığını da yapmış olan Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmed'in en çok değer verdiği alimlerden biridir. Fatih Sultan Mehmed, gayet
soğukkanlı ve cesurdu. Eşsiz bir komutan ve idareciydi. Yapacağı işlerle ilgili olarak en yakınlarına bile hiçbir şey söylemezdi.
Fatih Sultan Mehmed okumayı çok severdi. Farsça ve Arapça'ya çevrilmiş olan felsefi eserler okurdu. 1466 yılında Batlamyos Haritasını
yeniden tercüme ettirip, haritadaki adları Arap harfleriyle yazdırdı. Bilimsel sorunlarda, hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun
bilginleri korur onlara eserler yazdırırdı.
Bilime büyük önem veren Fatih Sultan Mehmed yabancı ülkelerdeki büyük bilginleri İstanbul'a getirtirdi. Nitekim astronomi bilgini Ali
Kuşçu kendi döneminde İstanbul'a geldi. Ünlü Ressam Bellini'yi de İstanbul'a davet ederek kendi resmini yaptırdı. Şair ve açık
görüşlüydü.
Fatih Sultan Mehmed 1481 yılına kadar hükümdarlık yaptı ve bizzat 25 sefere katıldı. Azim ve irade sahibiydi. Temkinli ve verdiği
kararları kesinlikle uygulayan bir kişiliği vardı. Devlet yönetiminde oldukça sertti. Savaşlarda çok cesur olur, bozgunu önlemek için ileri
atılarak askerleri savaşa teşvik ederdi.
20 yaşında Osmanlı padişahı olan Sultan İkinci Mehmed, İstanbul'u fethedip 1100 yıllık Doğu Roma İmparatorluğunu ortadan kaldırarak
Fatih ünvanını aldı.
Hz.Muhammed'in (S.A.V) hadisi şerifinde müjdelediği İstanbul'un fethini gerçekleştiren büyük komutan olmayı da başaran Fatih Sultan
Mehmed, yüksek yeteneği ve dehasıyla dost ve düşmanlarına gücünü kabul ettirmiş bir Türk hükümdarıydı.
Orta Çağ'ı kapatıp, Yeniçağ'ı açan Cihan İmparatoru Fatih Sultan Mehmed, Nikris hastalığından dolayı 3 Mayıs 1481 günü Maltepe'de
vefat etti ve Fatih Camii'nin yanındaki Fatih Türbesi'ne defnedildi.
9. • YAŞAMI
• Akşemsettin, asıl adı ile Şeyh Mehmet Şemsettin Bin Hamza, 15. yüzyılın en büyük sufilerinden biridir. 1389 yılında
Şam’da doğmuştur. Haci Bayram Veli’nin müridi ve Fatih Sultan Mehmet’in hocalarındandır.
• Tıp ile ilgili Türkçe yazdığı Maddet-ül Hayat ve Arapça yazdığı Hall-i Müşkilât ve Risalet-ün Nuriye adlı Tasavvuf
kitapları bilinen ünlü eserleridir.
• Fatih Sultan Mehmet tarafından 1464 yılında yaptırılmış olan türbesi Bolu İlinin, Göynük ilçesindedir. İlçede her yil ,
İstanbul'un fetih günü olan 29 Mayıs tarihinde anma günleri düzenlenmektedir.
• Ünlü İslam büyüğü Akşemsettin . Küçük yaşlardan itibaren ilme ve sanata karşı ilgi duydu. Medrese öğrenimini
tamamladıktan sonra seçkin bilginler arasında yerini aldı. Üstün zekası ve anlayışı, yılmak bilmeyen çalışma gücüyle
kendini kitaplara adadı. Başta İslami ilimler olmak üzere tıp, astronomi, biyoloji ve matematikte zamanın
ünlülerinden oldu. Uzun yıllar Osmanlı medreselerinde çalışarak yüzlerce öğrenci yetiştirdi.
• Tıp alanında önemli çalışmalar yaptı. Akşemsettin'in asıl ünü, büyük veli, Hacı Bayram Veli ile tanışmasından sonra
başlamıştı. İlmi konulardaki önemli başarılardan sonra tasavvuf konusunda da ağırlığını göstermiş, daha sonra da II.
Murad'ın emir ve isteğiyle Fatih Sultan Mehmed'in hocalığına tayin edilmişti. İstanbul'un fethi sırasında büyük
yârarlılıklar göstermiş, genç sultanı teşvik ederek zaferin kazanılmasında önemli katkılarda bulunmuştu. Fethin en
önemli günlerinde Ebu Eyyub'el Ensari'nin kabrini bularak ordunun maneviyatını yükseltmişti. Dünyâ malına önem
vermeyen ve Fatih Sultan Mehmed'in büyük saygı ve sevgisini kazanan Akşemsettin Fatih Sultan Han ile İstanbul'a
ayak bastı ve kendisine verilen önem, bir ünlü olacak hikayeye dönüştü.
• Beyaz atına binmiş,ordusunun önünde giren Fatih Sultan Han. İki yanında onu yetiştiren Akşemsettin, Mola Hüsrev
ve Molla Gürani ile Istanbula giriyor. Türk Ordusunu karşılıyan şehir halkı yol boyunca dizilmiş,heyecanla ellerindeki
çiçek demetlerini Padişaha sunmak için ileri atılıyor.
• Şehir halkı ak sakalıyla ağır duruşuyla padişah sanıp çiçekleri Akşemsettine sunmaya çalışıyor. Akşemsettin atını
geri çekip göz ucuyla Fatih'i göstererek: "Sultan Mehmet odur, çiçekleri ona veriniz", demek istiyor. Fatih Sultan
Mehmet, çiçeklerle kendisine doğru yürüyenlere hocası Akşemsettin'i göstererek: "Gidiniz, çiçekleri gene ona
veriniz. Sultan Mehmet benim, ama o, benim hocamdır", diyor.
10. • YAŞAMI
• On dördüncü ve 15. yy'da yaşamış, ondalık kesirleri ilk defa kullanan büyük Müslüman Türk matematik ve
astronomi alimi.
İsmi, Cemşid bin Mes'ud bin Mahmud et-Tabib el Kaşi olup, lâkabı Gı-yaseddin'dir. On dördüncü asrın sonlarına
doğru Maveraünnehir bölgesindebulunan Kaş şehrinde doğdu. Uluğ Bey Ziyci adlı eserin önsözünde, 1429
• senesininsonbaharında Semerkand'da öldüğü bildirilmektedir.
Gıyaseddin Cemşid, ilk tahsiline Kaş'ta başladı. Babası, zamanın öndegelen din ve fen alimlerindendi. Önce sarf,
nahiv ve fıkıh ilmini öğrendi. Fıkıh ilminde söz sahibi oldu. Mantık, belagat, matematik ve astronomi ilimlerini tam
manasıyla tahsil etti. İlim aşkına uzun süren seyahatlere çıkar ve azimli çalışırdı. 1416 senesinde Karakoyunlu
Sultanı İskender'in hizmetinde bulundu. Uluğ Bey tarafından Semerkand'a davet edildi.
• Cemşid, önce Nasirüddin Tusi'nin eserlerini inceledi. Kutbüddin Şira-zi'nin eserlerini tetkik ederek, ziyadesiyle
istifade etti. Meragâ da yapılan rasathanede çalışarak, astronomi cetvellerini (ziycleri) yeniden düzenleyip ortaya
koydu. Böylece astronomide yeni ufukların açılmasını sağladı.
Yıldız cetvellerini, yeryüzünden uzaklarını, güneş ve ay tutulmasının he-saplarını, bunlann hesaplanmasında
kullanılacak olan Tabak-ül-Menatıkadlı aletin yapılış ve kullanışını izah etti.Avrupalı ilim tarihçileri, yıldızların ve
gezegenlerin yörüngelerinin daire şeklinde olmayip, Elips şeklinde olduğunun keşfini Kepler'in başarılarından
sayarlar. Halbuki, ondan yüz sene önce Gıyaseddin Cemşid, bu ilmihakikatı Nüzhet-ül Hedaik adlı eserinde izah
etmiş ve ortaya koymuştur. İlmi çalışmalan ve dirayetiyle, fen ilimlerinde araştırına, gözlem ve deneyusulünün
gelişmesini sağladı. 1406, 1407 ve 1408 seneleri için ay tutulmasınm hesaplamalarını gayet hassas olarak yaptı.
Ayın ve Utarid'in yörünge-
lerinin eliptik düzlemde olduğunu açıkça ispat etti. Böylece keplerin bunu kendine mal etme iddiası geçersiz ve
asılsız kaldı.