SlideShare a Scribd company logo
1 of 71
69 KEHF SURESİ
GİRİŞ:
Kehf suresi, Mekke’de 69. sırada inmiş olup adını 9. ayetteki “Kehf [büyük
mağara]” sözcüğünden alır. 1-8, 28, 107-110. ayetlerin Medenî olduğuna dair
nakiller de söz konusudur.1
Sure, Kur’an’ın salihatı işleyen müminlere cenneti müjdelemek, şirk koşanları
da uyarmak için indirildiğinin açıklanmasıyla başlamaktadır. Resulullah’ın moral
verilip teselli edilmesiyle devam eden surede üç ana mucizevî olaya değinilmektedir.
Bunlardan ilki Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakim hakkında anlatılanıdır. İkincisi
Zülkarneyn ile ilgili mucizevî işaretlerle dolu anlatım, üçüncüsü de Musa
peygamberin eğitim sürecinden bir kesitin yer aldığı Musa ve “Âlim Kul” hakkındaki
kıssadır. Her üç kıssada da insanlığı hayran bırakacak mucizelere değinilmektedir.
Ayrıca öğüt ve ibret alınması maksadıyla müşrik ve mümin iki adam [malıyla
övünüp kibirlenen bir “zengin” ile imanı ve inancıyla şeref duyan bir “fakir kul”]
örneği verilmektedir.
Surede yer alan Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakim, Musa ile Alim kul ve
Zülkarneyn kıssaları daha evvel doğru dürüst anlaşılmadığından bu konulara dair
birçok efsane üretilmiş, ya da bu kıssalarda nakledilenler mitolojideki bazı efsanelere
adapte edilmiştir.
Surenin inişi ile ilgili olarak klasik kaynaklarda şu bilgiler verilmektedir:
İbn İshak'ın naklettiğine göre, Kureyşliler Nadr b. Hâris ve Ukbe b. Ebi Muayt'ı Yahudi ilim
adamlarına gönderdiler ve onlara şu talimatı verdiler: Muhammed hakkında bunlara soru sorun ve
onlara Muhammed'in niteliklerini anlatın. Neler söylediklerini bildirin. Çünkü onlar, kendilerine ilk
kitap verilmiş kimselerdir. Ve onların yanında bizim sahip olmadığımız türden peygamberlerin
getirdiği bilgiden malumat vardır. Bunun üzerine Nadr ile Ukbe yola çıktılar ve Medine'ye gittiler.
Medine'ye varıp Yahudi ilim adamlarına, Resulullah (sav) hakkında soru sordular. Onlara durumunu
anlattılar, söylediği sözlerin bir bölümünü haber verdiler ve şöyle dediler: Siz, Tevrat ehlisiniz. Biz
size, bizim bu arkadaşımızın durumunu bildirmeniz için geldik. Yahudi ilim adamları onlara şöyle
dedi: Bizim size söyleyeceğimiz üç hususu ona sorunuz. Eğer bunlara dair size haber verecek olursa,
o, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Şayet bunu yapmayacak olursa, o, Allah'a yalan
uyduran bir kimsedir. O takdirde uygun gördüğünüzü ona yaparsınız. Siz ona, eski zamanda ayrılıp
gitmiş genç bir takım delikanlıların durumlarının ne olduğunu sorunuz. Çünkü, gerçekten onların
hayret edilecek bir halleri olmuştu. Yine ona, dünyanın doğularına ve batılarına ulaşmış, oldukça
dolaşmış bir kimseye dair soru sorunuz. Onun haberi ne olmuştur? Yine ona Ruh hakkında sorunuz, o
nedir? Eğer size bunları haber verecek olursa, ona uyunuz, o bir peygamberdir. Eğer yapmayacak
olursa, biliniz ki, o, yalan uyduran bir kimsedir. Onun hakkında uygun göreceğiniz uygulamayı
yapınız.
Nadr b. Haris ile Ukbe b. Ebi Muayt, Medine'den dönüp Mekke'ye geldiler ve Kureyşlilere
şöyle dediler: Ey Kureyşliler topluluğu! Biz sizlere, sizin ile Muhammed arasında ayırt edici hükmü
vermenizi sağlayacak bir çözüm getirdik. Yahudi ilim adamlan bizlere, ona sormamızı istedikleri bazı
hususlar söylediler. Ve eğer bunlar hakkında size haber verirse o bir peygamberdir. Vermeyecek
olursa, yalan uyduran bir kimsedir ve onun hakkında uygun gördüğünüzü yapınız, dediler.
Bunun üzerine Resulullah (sav)'a gelip şöyle dediler: Ey Muhammed, sen bizlere, ilk
zamanlarda ayrılıp gitmiş genç delikanlıların durumunu haber ver. Çünkü onların başından hayret
edilecek şeyler geçmişti. İkinci olarak sen bize, yeryüzünün doğularına ve batılarına gitmiş, oldukça
dolaşmış bir adam hakkında haber ver, ayrıca bizlere Ruh'un ne olduğunu da bildir.
Resulullah (sav) onlara: "Yarın size bu istediğiniz hususları haber vereceğim" deyip
1 (Süyuti, el İtkan; Mukatil)
1
"inşaallah" demedi. Onlar da yanından ayrılıp gittiler. İddia edildiğine göre Râsulullah (sav) onbeş
gün geçtiği halde yüce Allah bu konuda ona bir vahiy indirmedi ve Cebrail de yanına gelmedi.
Nihayet Mekkeliler yalan haberler yayarak “Muhammed bize yarın haber vereceğini vaat ettiği halde,
işte bu onbeşinci günün sabahı, kendisine sorduğumuz herhangi bir şeyi haber vermedi” dediler.
Nihayet vahyin gecikmesi Resulullah (sav)'ı üzdü, kederlendirdi. Mekkelilerin konuştukları ona ağır
geldi. Daha sonra Cibril (a.s), Allah (c.c) nezdinden ona Kehf Ashabı’nın sözkonusu edildiği sûreyi
getirdi. Bu sûrede, Hz. Peygamber'e, onlar için üzülmesinden dolayı serzenişte bulunulduğu gibi, ona
sordukları genç delikanlıların durumu ile dünyayı dolaşıp gezmiş adamın haberini ve Ruh'un
mahiyetine dair sorduklarının cevabını getirdi.2
Muhammed İbn İshâk bu sûre-i celîle'nin nüzul sebebi hakkında der ki: Mısır halkından ihtiyar
bir kişi bana anlattı. O, kırk küsur sene önce bize gelmişti. Ona İkrime b. Abbâs'ın şöyle dediğini
nakletmiş: Kureyş'liler Nadr b. Haris ve Ukbe b. Ebu Muayt'ı Medine'deki Yahûdî hahamlara
gönderdiler ve dediler ki: Onlardan Muhammed'in durumunu sorun, niteliklerini anlatın ve
söylediklerini kendilerine haber verin. Onlar Kitab Ehli bir toplulukturlar ve onların yanında
peygamberlerin bilgisine dâir bizde bulunmayan şeyler vardır. O ikisi Mekke'den çıkıp Medine'ye
geldiler. Yahûdî hahamlarına Hz. Peygamberin durumunu sordular, sözlerinden bir kısmını aktararak
halini anlattılar ve dediler ki: Siz, Tevrat ehlisiniz. Biz size bu arkadaşınızın durumundan haber almak
için geldik. Yahûdî hahamları onlara dediler ki: Biz size, ona üç şeyi sormanızı emrederiz. Eğer o, size
bunları bildirirse; gerçekten gönderilmiş bir peygamberdir, eğer bunu bildirmezse, adam söz uyduran
birisidir, siz onun hakkında istediğiniz gibi görüş bildirebilirsiniz. Kendisine önce eski devirlerde
yaşamış ve geçip gitmiş delikanlıların halini sorun, durumları ne olmuştu? Çünkü onların garîb bir
hâdisesi vardır. Sonra ona yeryüzünün doğularına ve batılarına kadar gezen adamın durumunu sorun,
size onun haberini versin. Ayrıca ona ruhun ne olduğunu sorun. Eğer o, bunlar hakkında size bilgi
verirse; o, peygamberdir, kendisine uyun. Şayet size bunlar hakkında bilgi vermezse; o, lâf eden bir
adamdır. Uygun gördüğünüz şekilde ona davranın.
Nadr İbn Haris ve Ukbe İbn Ebu Muayt dönüp Kureyşlilerin yanına geldiler ve “Ey Kureyş
topluluğu, biz sizinle Muhammed'in arasını ayıracak bir bilgi getirdik. Yahûdî hahamları bize
Muhammed'e bazı şeyler sormamızı bildirdiler” diyerek onları Kureyşlilere anlattılar. Kureyşliler de
Hz. Peygambere gelip “Ey Muhammed, bize şunları haber ver!” dediler ve Yahûdî hahamlarının
kendilerine söylediklerini Hz. Peygamberden sordular. Resûlullah (s.a) onlara dedi ki: Yarın
sorduğunuz şeyleri size haber vereceğim. Fakat inşâallah demedi. Onlar gittiler ve Hz. Peygamber on
beş gece bekledi, Allah ona bu konuda hiç bir vahiy göndermedi. Cibril Aleyhisselâm da gelmedi.
Nihayet Mekke halkı şımarıklık ederek dediler ki: Muhammed bize yarın söylerim diye va'detti. İşte,
on beşinci gün de geldi, fakat kendisine sorduğumuz şeyleri hâlâ bize haber veremedi. Nihayet vahyin
kesilmesi Rasûlullah (s.a)’ı üzüntüye boğdu. Mekke halkının söyledikleri de ona ağır geldi. Bunun
üzerine Hz. Cebrail Allah katından Kehf Ashabı’ndan bahseden sûreyi getirdi. Bu sûrede Kureyşlilerin
yaptıklarına üzülmesinden dolayı Hz. Peygambere serzeniş vardır. Ayrıca gezginci adamla
delikanlının durumu hakkında sordukları soruların haberi vardır. Allah Azze ve Celle “Sana rûhdan
sorarlar. De ki: Rûh Rabbımın emirlerinden bir emirdir. Ancak size bilgiden çok azı verilmiştir”
âyetini de inzal buyurdu.3
Biz, Ashab-ı Kehf Kıssası'nın sebebi nüzulünü, İsra/85 ayetinin de sebebi nüzulü olarak
zikretmiştik. Muhammed b. İshak, bu kıssanın sebebi nüzulü olan hadiseyi genişçe anlatarak şöyle
demiştir:
Nadr b. Haris, Kureyş'in şeytanlarından, kötü kimselerinden idi. O, Allah'ın Resulüne eziyet
eder, düşmanlık beslerdi. Hîre (şehrine) gidip, oradan [İran efsânelerinden] Rüstem ve İsfendiyâr
hikâyelerini öğrendi. Hz. Peygamber (s.a.s) bir topluluk içine oturduğunda, Allah'tan bahsederdi.
Etrafındakilerine, geçmiş ümmetlerin başına gelen hâdiseleri anlatırdı. Hz. Peygamber o topluluktan
ayrılınca Nadr hemen onun yerini alıp şöyle derdi: Vallahi ey Kureyşliler, ben ondan daha güzel
[hikâyeler] anlatırım. Gelin, ben size onun sözlerinden daha güzelini söyleyeyim" der ve onlara İran
krallarının efsanelerini anlatırdı.
Daha sonra Kureyşliler onu ve beraberinde Utbe b. Ebî Mu'ayt'ı, Medine'deki Yahûdî
2 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
3 İbn Kesir)
2
alimlerine gönderip onlardan "Muhammed'i ve durumunu sorun. Onlara, Muhammed’in sözlerini
nakledin. Zira onlar önceki kitap sahipleridir. Dolayısıyla onlar bizim bilmediklerimizi de bilirler"
dediler. Bunun üzerine onlar, çıkıp Medine'ye geldiler ve Yahûdî âlimlerine Hz. Muhammed (s.a.s)'in
durumunu sordular. Onlar da "Ona şu üç şeyi sorun:
a- Asırlar önce gidip kaybolan o gençlerin [Ashab-ı Kehf'in] durumunu sorun. Çünkü bunların
kıssası enteresandır.
b- Doğu-Batı her yere ulaşabilen o seyyahın hadisesini sorun.
c- Ona ruhu ve ruhun ne olduğunu sorun. Eğer o size, bunların cevabını verirse, bilin ki
peygamberdir. Aksi halde, peygamber olduğunu uyduran birisidir" dediler.
Nadr ve arkadaşı Mekke'ye dönünce, Kureyş'e: "Biz, bizimle Muhammed arasında kesin
hükmü ortaya çıkaracak birşeyi getirdik" dediler ve Yahûdîlerin söylediklerini onlara haber verdiler.
Kureyş, Resûlullah'a gelip bu soruları sordular. Hz. Peygamber (s.a.s) de "inşaallah" demeden,
"sorduklarınıza yarın cevap veririm" dedi. Bunun üzerine Mekkeliler çekip gittiler. Hz. Peygamber
(s.a.s), O'nların sorduğu şeylerin cevabını, onbeş gün bekledi. Böylece Mekkeliler, onun hakkında ileri
geri konuşmaya başladılar ve "Muhammed bize 'yarın' dedi ama, bugün onbeşinci gün. Galiba bu ona
zor geldi" dediler. Derken Cebrail (a.s), Hz. Peygamber'e Kehf Sûresi'ni getirdi; ki, bu sûrede Cenâb-ı
Hakk'ın, Hz. Peygamber'i, Mekkeliler iman etmiyorlar diye üzüldüğünden ötürü kınaması, o gençlerin
[Ashab-ı Kehf] ile o seyyahın haberi vardır.4
Ayette sözü geçen Mağara İnsanları'nın kıssasına gelince, müfessirlerin çoğu bunun ilk dönem
Hristiyan tarihiyle, yani Roma imparatoru Desius'un zulmüne uğrayan Hristiyanlarla ilgili olduğu
görüşüne meyletmektedirler. Menkıbeye göre, Efesli bir grup genç Hristiyan, inançlarıyla bağdaşır bir
hayat sürdürmek için köpekleriyle beraber insan gözünden ırak bir mağaraya sığınır ve orada yıllarca
süren [bu surenin 25. ayetine dayanarak yapılan bazı hesaplara göre üçyüz yıl dolayında] mucizevî bir
uykuya yatarlar. Ne kadar sürdüğünün farkında olmadıkları bu uykudan günün birinde uyanır ve
içlerinden birini yiyecek bir şeyler satın alması için şehre gönderirler. Tabii, bu arada durum
bütünüyle değişmiş, Hristiyanlık artık kovuşturulan, baskı ve zor altındaki bir din olmaktan çıkmış,
hatta Roma İmparatorluğu'nun resmî dini olmuştur. Genç adamın alış veriş için kullanmak istediği
-Desius zamanından kalma- eski para şehirde ister istemez merak ve şaşkınlık uyandırır ve şehir halkı
genç adama sorular sormaya başlar ve böylece Mağara İnsanları'nın ve onların mucizevî uykularının
kıssası aydınlığa kavuşur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, klasik müfessirlerin ekseriyeti, Kur'an'ın bu
Mağara İnsanları'yla ilgili atfını [9-26. ayetler] açıklamaya çalışırken hep bu Hristiyan menkıbesine
dayanmışlardır. Ama, öyle görünüyor ki, kıssanın bu Hristiyan versiyonu, Hristiyanlık öncesi döneme,
Yahudi kaynaklara kadar giden çok eski ve sözlü bir geleneğin son uzantısından başka bir şey
değildir. Klasik müfessirlerin hemen hepsinin naklettiği muhtelif güvenilir hadisler de bunun böyle
olduğunu göstermektedir. Bu hadislere göre, Muhammed (s)'in sahiden peygamber olup olmadığını
sınamak için onun Mekkeli muhaliflerini, öteki meseller yanında, ona Mağara İnsanları'nın kıssası
konusunda da soru sormaları için kışkırtanlar Medineli Yahudi din adamlarıydı [rabbis/ahbâr].
Surenin 13. ayetiyle ilgili yorumunda İbni Kesîr bu hadislere atıfta bulunarak şöyle demektedir:
"Mağara İnsanları'nın Meryem oğlu İsa'nın izleyicileri olduğu söylenmiştir, ama işin aslını Allah bilir:
Çünkü, bunların Hristiyanlık çağından çok önce yaşamış oldukları şu bakımdan açıktır ki, eğer
Hristiyan olmuş olsalardı, kendilerini din ve kültür olarak Hristiyanlardan bütünüyle uzak tutan
Yahudi din adamları böyle bir kıssaya kendi geleneksel söylenceleri arasında ne diye yer versinler?"
Dolayısıyla, giydirilen Hristiyan kisvesi çıkarılıp hristiyanî renklerden arındıktan sonra rahatlıkla
söyleyebiliriz ki Mağara İnsanları kıssası özü itibariyle Yahudi menşelidir. Sonradan eklenen
unsurlardan arındırıp kendi aslî muhtevasına ulaştırdığımız zaman, kendi ihtiyarıyla dünyadan el etek
çekip insan gözünden ırak bir mağarada ömür boyu "uykuya" çekilen ve mucizevî bir "uyanışla hayata
dönen" bu insanların kıssasında, Hz. İsa'nın zuhurundan hemen önceki ve hemen sonraki yüzyıllarda
Yahudi dininin tarihinde önemli bir rol oynayan dinî bir harekete, [3:52 üzerine 42. notumuzda da
belirttiğimiz gibi, Hz. İsa'nın kendisinin de mensup olmuş olabileceği] çileci Essene Kardeşliği
hareketine ve özellikle, onun kollarından birine, yani Ölü Deniz yakınlarında bir yerde uzlet içinde
yaşamayı seçen ve modern zamanlarda Ölü Deniz Yazmaları/Kitabeleri keşfedildikten bu yana
"Kumran cemaati" olarak bilinegelen bir topluluğun hayatına ilişkin çarpıcı bir temsîl buluruz.
Yukarıdaki ayette geçen [bizim "yazmalar" ifadesiyle aktardığımız] rakîm ifadesi bu görüşe güçlü bir
destek sağlamaktadır. Taberî'nin kaydettiği gibi, ilk otoritelerden bazıları -özellikle İbni Abbâs- bu
terimi merkûm ["yazılı şey"] terimiyle ve dolayısıyla "kitap" ya da "kitabe/yazıt" terimiyle eş anlamlı
görmüşlerdir. Keza Râzî: "Bütün belâgatçiler ve Arapça uzmanları er-rakîm'in el-kitâb'la aynı anlama
geldiği görüşündedirler" demektedir. Kumran cemaati mensuplarının -ki bu Essene tarikatinin ilkelere
4 (Razi; el Mefatihu’l Gayb)
3
en bağlı grubuydu- kendilerini bütünüyle bazı kutsal metinlerin ya da yazmaların tedris, istinsah ve
muhafazasına adamış oldukları, dünyadan tam bir el etek çekme ve tecrit durumu içinde yaşadıkları ve
manevî değerlere bağlılıklarıyla ileri derecede saygı uyandırdıkları tarihî olarak ortaya konmuş
bulunduğuna göre, bu kişilerin dindaşlarının muhayyilesinde, zaman içinde, dünyayla irtibatını
keserek yüzyıllarca "uyuyan" ve manevî/ruhanî görevleri bitince "uyanan" Mağara İnsanları'nın
menkıbesiyle temsîlî bir anlatıma dönüşecek kadar derin bir iz bıraktıkları rahatlıkla söylenebilir.
Kaynağı ne olursa olsun, yani ister Yahudi kaynaklı olsun, ister Hristiyan kaynaklı, Kur'an'ın bu
menkıbeyi bütünüyle temsîlî bir anlamda: yani, Allah'ın insanda ölümü [yahut "uyku"yu], ölümden
sonra kalkışı [yahut "uyanış"ı] gerçekleştirmesini ve bu arada insanları dinlerinin safiyetini korumak
için günah ve kötülükle dolu bir dünyayı terk etmeye sevk eden dinî hassasiyeti yansıtan ve nihayet
Allah'ın böyle bir imanı, zamanı ve ölüm olgusunu aşan manevî/ruhanî bir uyanma bahşederek nasıl
ödüllendirdiğini dile getiren bir temsîl olarak zikrettiği bir gerçektir.5
Başta da açıkladığımız gibi, sure aslında Mekki ve Medeni olmak üzere
değişik necmlerden oluşmaktadır. Biz, birbirine bağlı olan necmleri bir araya
getirerek sureyi yeni bir dizimle takdim ediyoruz.
5 (Muhammed Esed; Kur’an Mesajı)
4
MEAL:
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
1-4
Tüm övgüler, katından şiddetli azaba karşı uyarmak, düzeltmeye yönelik
işler yapan mü’minlere, şüphesiz kendileri için, içinde sürekli kalıcılar olarak
güzel bir ödül bulunduğunu müjdelemek ve “Allah çocuk edindi” diyenleri
uyarmak için, kuluna, gözetici olarak, kendisi için hiçbir pürüz oluşturmadığı
Kitab'ı indiren Allah içindir; başkası övülemez.
5
Kendilerinin ve atalarının Allah'ın çocuk edinmişliğine dair hiçbir
bilgileri yoktur. Ağızlarından çıkan söz ne kadar büyük! Onlar, sadece yalan
söylüyorlar.
6
Sonra da sen onlar bu Kur’ân'a inanmazlarsa, onların yaptıklarından
dolayı, üzüntüden neredeyse kendini harap edeceksin!
7
Şüphesiz Biz yeryüzündeki, ona süs olan şeyleri insanların hangisinin
daha güzel amel edeceğini sınamamız için yaptık.
8
Ve şüphesiz Biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak yapacağız.
32
Ve onlara, iki adamı örnek ver: Biz bunlardan birine her türlü
üzümlerden iki bağ verdik ve iki bağın etrafını hurmalarla donattık. Aralarında
da bir ekinlik yaptık.
33
Her iki bahçe de, hiçbir şeyi eksik bırakmaksızın, ürünlerini verdiler.
Aralarında da ırmak yardık/akıttık.
34
Bu iki bağın sahibi için ayrıca başka gelir de vardı. Bundan dolayı bu
adam arkadaşına konuşarak: “Ben, malca senden daha çok, insan sayısı
bakımından da senden daha güçlüyüm” dedi.
35,36
Ve bu adam, kendine haksızlık ederek bağına girdi: “Ben, bunun hiçbir
zaman yok olacağını sanmıyorum. Ben Saat'in kopacağını da zannetmiyorum. Var
sayalım ki Rabbime geri götürüldüm, kesinlikle orada bundan daha iyi bir sonuç
bulurum” dedi.
37-41
Arkadaşı konuşarak ona, “Seni topraktan, sonra bir damla sudan
oluşturan, daha sonra da seni olgun insan hâline getirene mi inanmıyorsun?
Fakat ben; O, benim Rabbim Allah'tır. Ve ben Rabbime kimseyi ortak koşmam.
Kendi bağına girdiğin zaman: “Maşallah, lâ kuvvete illa billâh” [Allah ne isterse o
olur. Allah'tan başka hiçbir güç yoktur] deseydin ya! Sen her ne kadar beni, malca
ve evlatça kendinden az görüyorsan da, belki Rabbim bana, senin bağından daha
hayırlısını verir. Seninkinin üstüne de gökten felaketler gönderir de senin bağ,
5
kaygan bir toprak hâline geliverir. Yahut bağının suyu yerin dibine çekilir de bir
daha onu aramaya güç yetiremezsin” dedi.
42,43
Ve o iki bağ sahibi kişi, serveti ile kuşatma altına alındı/ bitirildi.
Bunun üzerine bağında yaptığı harcamalara karşı ellerini ovuşturmaya başladı.
Bahçe, çardakları üzerine yıkılmış kalmıştı, o da “Ah ne olaydım! Rabbime
hiçbir şeyi ortak koşmasaydım” diyordu. O kişi için Allah'ın astlarından yardım
edecek bir topluluk olmadı. Ve kendisi de öç alacak/kendi kendine yardım
edecek biri değildi.
44
İşte burada egemenlik/yardımcılık, koruyuculuk, yol göstericilik ancak
hak olan Allah'a aittir. O, ödüllendirme bakımından en iyi ve kovuşturma
yönünden de en iyi olandır.
45
Ve sen, onlara basit dünya hayatının misalini ver: O basit dünya hayatı,
gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sebebiyle yeryüzünün bitkileri
birbirine karışmış, sonra da rüzgârın savurup durduğu bir çöp kırıntısı
oluvermiştir. Ve Allah, her şeye gücünü kabul ettirendir.
46
Mal ve oğullar, basit dünya hayatının süsüdür. Kalıcı düzeltmeye yönelik
işler ise, Rabbinin katında, sevapça daha hayırlıdır, ümit bağlama yönünden de
daha hayırlıdır.
47
Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yeryüzünü çırılçıplak/
dümdüz göreceksin. Ve Biz onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir
kimseyi bırakmadık.
48
Ve onlar, saf hâlinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce
oluşturduğumuz gibi Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı
gerçekleştirmeyeceğimize bâtılca inanıyordunuz.”
49
Ve Kitap/ amel defteri konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu
göreceksin. Ve “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük-küçük hiçbir şey
bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve
senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.
27
Ve sen Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku/ izle! Rabbinin
sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Ve sen O'nun astlarından bir sığınak
bulamazsın.
28
Ve kendini, sürekli olarak Rablerinin rızasını isteyerek Rablerine
yalvaran kişiler ile beraber sabreden biri kıl. Basit dünya hayatının süsünü
isteyerek onlardan gözlerini de ayırma. Ve de sen, Bizim anılmamızdan kalbini
ilgisiz/ duyarsız kıldığımız, boş-iğreti arzusuna uymuş ve de işi aşırılık olan
kimseye uyma.
29
Ve de ki: “O gerçek, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen
bilerek reddetsin / inanmasın.” Şüphesiz Biz, şirk koşarak yanlış, kendi
zararlarına iş yapanlar için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş
hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan
bir su yağdırılır. O, ne kötü bir içecektir! Dayanma/ sığınma yeri olarak da ne
kadar kötüdür!
30
Şüphesiz iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar; şüphe yok ki
Biz, işi güzel yapanların karşılığını kaybetmeyiz.
31
İşte onlar, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri kendilerinin
olanlardır. Onlar, orada koltuklarına yaslanmış olarak altından bileziklerle
süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyecekler. O ne güzel
karşılıktır! Ve ne güzel kalma yeri!
6
9
Yoksa sen, Büyük Mağara ve Rakim/Yazıt Ashâbı'nın şaşılacak
alâmetlerimizden/ göstergelerimizden olduklarını mı sandın?
10
O yiğitler, Büyük Mağara'ya sığınınca: “Rabbimiz! Bize katından bir
rahmet ver ve bizim için şu işimizden akıl gelişmişliği hazırla” dediler.
11
Bunun üzerine Biz, onların kulakları üzerine o büyük mağarada nice
yıllar vurduk.
12
Sonra da iki grubun hangisinin, onların bekledikleri süreyi daha iyi
hesapladığını bildirelim/ işaretleyip gösterelim diye Rakim/Yazıt Ashâbı'nı
gönderdik.
13,16
Biz sana Kehf ve Rakim Ashâblarının önemli haberlerini gerçek olarak
kıssalaştıracağız. Şüphesiz onlar, Rablerine iman etmiş birkaç genç yiğitler idi.
Biz de onlara kılavuzluğu arttırdık: “Mademki siz, onlardan ve Allah'tan başka
taptıkları şeylerden ayrıldınız, o hâlde o büyük mağaraya sığının ki, Rabbiniz
size rahmetinden yayıversin ve işinizden size rast getirip yararlı olanı
hazırlasın.”
14,15
Ve Biz onlar ayaklanıp da: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir.
Biz, O'nun astlarına ilâh olarak yalvarmayız, yoksa kesinlikle saçma-sapan
konuşmuş oluruz. Şunlar, Allah'ın astlarından ilâhlar edinen bizim
toplumumuzdur. Edindikleri ilâhlara dair açık bir delil getirselerdi ya! Allah'a
karşı yalan uydurandan daha yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan kim
olabilir?” dediklerinde onların kalplerini sağlamlaştırdık.
17
Ve sen, vahy doğrultusunda araştırma yapıldığında hayırlı bir sonuç
alındığını; aksi durumda anlamsız bir iş yapıldığını göreceksin. Kendileri de
ondan geniş bir boşluktadırlar. Bu, Allah'ın lâmetlerinden/göstergelerindendir.
Allah kime kılavuzluk ettiyse artık o, kılavuzlanan doğru yolu bulmuştur. Allah
kimi şaşırttıysa da, artık sen ona yol gösteren bir Yakın Kimseyi asla
bulamazsın.
18
Ve sen Ashâb-ı Rakim'i görseydin uyanık sanırdın. Hâlbuki onlar
uykudadırlar. Ve Biz onları sağ yana ve sol yana çeviririz. Köpekleri de girişte
ön ayaklarını ileri doğru uzatmıştı. Eğer sen onların durumunu iyice bilseydin,
kesinlikle, kaçarak onlardan uzaklaşırdın ve onlardan ürpertiyle dolardın.
19,20
Ve böylece kendi aralarında soruşturma yapsınlar diye yazıt ashâbını
gönderdik. Onlardan bir sözcü: “Ne kadar durup kaldınız?” dedi. Diğerleri:
“Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık” dediler. Yazıt ashâbından
diğerleri: “Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi, bu
gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan
size yiyecek getirsin. Ve çok nazik davransın ve sizi kimseye sezdirmesin.
Şüphesiz şehir halkı, sizin üzerinize galip gelirlerse sizi taşlayarak öldürürler
veya sizi kendi dinlerine/yaşam tarzlarına döndürürler. O zaman da siz, sonsuz
olarak asla kurtuluşa eremezsiniz.”
21
Böylece, Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve kıyâmet gününde hiç şüphe
olmadığını bilmeleri için, onlar üzerine haberdar yaptık. Hani onlar aralarında
işlerini tartışıyorlardı. Dediler ki: “Üstlerine basit bir bina yapın. Rableri onları
daha iyi bilir.” Onların işleri üzerine galip olanlar: “Üzerlerine kesinlikle bir
mescit [ikna yerleri/âhiretin varlığını isbat edecek okullar] yapacağız” dediler.
“22-25
Onlar, üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir” diyecekler, Onlar, ıssız
alanı taşlamak olarak [isabetsiz, dayanaksız, kafadan atma olarak], “Beş
kişidir, altıncıları köpekleridir” diyecekler, “Onlar, yedi kişidir; sekizincisi
köpekleridir” ve onlar, “Onlar, onların o büyük mağaralarında üçyüz yıl
kaldılar” derler. Ve dokuza arttırdılar. De ki: “Onların sayılarını Rabbim daha
7
iyi bilir.” Onları ancak pek az kimse bilir. Bu sebeple onlar hakkında ortada
olan şeyden başkası ile bir münakaşaya girişme ve bunlar hakkında onlardan
kimseye de bir şey sorma! Ve hiçbir şey için, “Allah'ın dilemesi dışında,
şüphesiz ben yarın onu yapacağım” deme. Ve terk ettiğin vakit Allah'ı an ve
“Umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olana eriştirir” de!
26
De ki: “Allah, yazıt ashâbının ne kadar kaldıklarını en iyi bilendir.”
Göklerin ve yerin görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği
yalnızca O'nun içindir. O, ne güzel görür, O ne güzel işitir! Onlar için, O'nun
astlarından bir yardım eden, yol gösteren, koruyan bir yakın kişi yoktur. Allah,
Kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.
50
Ve hani Biz doğal güçlere, “Âdem'e boyun eğip teslimiyet gösterin”
demiştik de İblis/ düşünce yetisi dışında hepsi boyun eğip teslimiyet gösterdi.
İblis, görünmez varlıklardandı/ enerjidendi. Sonra da kendi Rabbinin emrine
ters düştü. Şimdi siz, Benim astlarımdan onu ve onun soyunu yardımcı, yol
gösterici, koruyucu yakınlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin
düşmanınızken. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için ne kötü
bir değiştirmedir bu!
51
Ben onları, göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşuna ve kendilerinin
oluşturuşuna şâhit tutmadım ve Ben hiçbir zaman saptıranları yardımcı
edinmiş değilim.
52
Ve o gün Allah: “Yanlış olarak inandığınız Benim ortaklarımı hadi
çağırın” der. Sonra onlar da onları çağırdılar da onlar kendilerine cevap
vermediler. Ve Biz, onların arasına ateşten bir engel koymuşuzdur.
53
Ve günahkârlar ateşi görmüşler de artık kendilerinin ona düşeceklerine
kesin inanmışlardır. Ondan kaçıp sığınacak bir yer de bulamadılar.
54
Ve şüphesiz Biz, bu Kur’ân'da insanlar için her örnekten geniş geniş
açıkladık. İnsan ise, tartışma yönünden her şeyden daha çok olandır.
55
Ve kendilerine doğru yol [kitap, elçi] geldiği zaman, insanların iman
etmelerine ve Rablerinden günahlarının bağışlanmasını istemelerine sadece
“evvelkiler ile ilgili uygulamaların kendilerine gelmesi ya da önlerine azabın
gelmesi” konusu engel oldu.
56
Ve Biz, elçileri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz.
Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişiler de
hakkı, bâtılla iptal etmek/ortadan kaldırmak için mücâdele ediyorlar. Ve
onlar, âyetlerimizi ve korkutuldukları şeyleri alaya aldılar.
57
Ve Rabbinin âyetleriyle öğüt verilip/hatırlatma yapılıp da onlardan
mesafelenip uzaklaşan ve iki elinin önden gönderdiklerini/ yaptıklarını unutan
[terk eden, dikkate almayan] kimseden daha yanlış; kendi zararlarına iş yapan
kim olabilir? Şüphesiz Biz onların kalpleri üzerine, Kur’ân'ı iyice anlamalarına
engel perdeler, kulaklarına da ağırlık oluşturduk. Sen onları doğru yola
çağırsan da, onlar bu durumda asla kılavuzlandıkları doğru yola girmezler.
58
Bununla beraber senin rahmet sahibi Rabbin çok bağışlayıcıdır. Eğer
senin rahmet sahibi Rabbin, işledikleri günahlar yüzünden onları hemen
yakalayacak olsaydı, onlara azabı kesinlikle acele verirdi. Aksine onlara vaat
edilen bir zaman vardır. Onlar, O'nun astlarından bir sığınak asla bulamazlar.
59
Ve işte, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yaptıkları zaman
değişime/ yıkıma uğrattığımız kentler! Biz onların değişime/ yıkıma uğramaları
için de belirli bir zaman tayin etmiştik.
8
60
Ve bir vakit Mûsâ, delikanlısına: “Ben iki bilgin kişinin toplandığı yere
varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim” demişti.
61
Bunun üzerine “iki bilgin kişinin toplandığı yer”e vardıklarında ikisi de
bunalımlarını/sıkıntılarını terk etti. O zaman bunalım/sıkıntı, bilgin kimse
yardımıyla yok olup gitti.
62
Bu şekilde geçtikleri zaman Mûsâ, delikanlısına: “Getir kuşluk
yemeğimizi, gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk” dedi.
63
Delikanlı: “Gördün mü/ hiç düşündün mü? O Kaya'ya sığındığımız vakit
doğrusu ben bunalımdan/ sıkıntıdan kurtuldum, onu söylememi de kesinlikle
bencilliğim engelledi. Bunalım/ sıkıntı, şaşılacak bir şekilde bilgin insanda
kaybolup gitti” dedi.
64
Mûsâ, “İşte bu, aradığımızdı!” dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin
geri döndüler.
65
Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet
vermiş ve tarafımızdan bir bilgi öğretmiştik.
66
Mûsâ ona: “Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen için
sana tâbi olabilir miyim?” dedi.
67,68
Âlim ve rahmete mazhar kul: “Şüphesiz sen benimle beraber
sabretmeye takat yetiremezsin. Ve kavrayamadığın bilgiye nasıl
sabredeceksin!” dedi.
69
Mûsâ: “İnşallah beni sabreden biri bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı
gelmem” dedi.
70
Âlim ve rahmete mazhar kul: “O hâlde eğer bana uyacaksan, bana
hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana öğüt olarak ondan söz açıncaya
kadar.”
71
Bunun üzerine ikisi yürüdüler; sonunda gemiye bindiklerinde âlim ve
rahmete mazhar kul gemide kusurlar oluşturdu. Mûsâ: “İçindekileri boğman
için mi onu yırttın/kusurlar oluşturdun? Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey
yaptın!” dedi.
72
Âlim ve rahmete mazhar kul: “Ben, ‘Şüphesiz sen benimle beraber
olmaya sabredemezsin’ demedim mi?” dedi.
73
Mûsâ: “Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana
güçlük çıkarma!” dedi.
74
Yine gittiler. Sonunda bir delikanlıya rast geldiler; âlim ve rahmete
mazhar kul onu öldürüverdi. Mûsâ: “Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir
nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın!” dedi.
75
Âlim ve rahmete mazhar kul: “Ben sana ‘Kesinlikle sen benimle birlikte
asla sabredemezsin’ demedim mi?” dedi.
76
Mûsâ: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle
arkadaşlık etme! Kesinlikle kovarsan darılmam” dedi.
77
Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir köy halkına varınca onlardan
yemek istediler. Bunun üzerine onlar da, kendilerini misafir etmekten
kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Âlim ve
rahmete mazhar kul, onu doğrultuverdi. Mûsâ: “İsteseydin bunun karşılığında
kesinlikle bir ücret alırdın” dedi.
78-82
Âlim ve rahmete mazhar kul: “İşte bu, aramızın ayrılmasıdır. Şimdi
sana o, üzerine sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin birinci anlamlarını haber
vereyim:
9
“Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o
nedenle ben onu kusurlu hâle getirmek istedim. Ötelerinde de sağlam, bütün
sağlam, güzel gemileri gasp edip alan bir kral vardı.
Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mü’min kimselerdi. İşte o
nedenle biz, onun, anne-babasını azdırmasından ve küfre; Allah'ın ilâhlığını
ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemesinden korktuk. Sonra da ‘Rableri
onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından
daha yakınını versin’ istedik.
Duvara da gelince; o, şehirdeki iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar
için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, –Rabbinden bir
rahmet olmak üzere– Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini
çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle
yapmadım. İşte senin, üzerine sabretmeye takat getiremediğin şeylerin ilk
plândaki anlamı!”
83
Ve sana iki çağ sahibinden soruyorlar. De ki: “Size ondan, bir
hatırlatma/öğüt okuyacağım:
84
Şüphesiz Biz iki çağ sahibi için yeryüzünde iktidar sağladık ve ona her
şeyden bir sebep verdik.
85
Sonra o, bir sebebe tâbi oldu.
86
Sonunda o, vahyin battığı yere vardığı zaman, vahyi, kara bir balçıkta
batıyor buldu [orada ilâhi ilkeler hayattan çıkarılmıştı]. Bir de bunun yanında
bir toplum buldu. Biz dedik ki: “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya
onların hakkında iyi-güzel davranırsın.”
87,88
O dedi ki: “Kim şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yaparsa
kesinlikle ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O da onu
görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve sâlihi
işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden
kolay olanı söyleyeceğiz.”
89
Sonra iki çağ sahibi, bir sebebe uydu.
90
Sonunda, vahyin doğduğu yere vardı. Vahyi bir toplum üzerine doğuyor
buldu. Öyle ki Biz onlar için, vahiy olmayan bilgilerle bir siper yapmıştık.
91
İşte böyle! Ve Biz onun yanında olan şeyleri bilgi yönünden kuşatmıştık.
92
Sonra iki çağ sahibi, bir sebebe uydu.
93
Sonunda iki sözleşme arasına ulaştığında iki toplumun [Medîne ve
Mekke toplumlarının] astlarından, hemen hemen hiç söz anlamayan bir toplum
[Hayber Yahudilerini] buldu.
94
Söz anlamaz toplum [Hayber Yahudileri] dediler ki: “Ey iki çağın
sahibi! Şüphesiz akıncılar ve komutanı [Muhammed ve ordusu] bu topraklarda
bozguncudur [ziraattan anlamıyorlar, araziye yazık ediyorlar]. Onun için,
bizimle onlar arasında bir vesika yapman şartıyla sana bir vergi versek olur
mu?”
95
İki çağ sahibi dedi ki: “Rabbimin beni içinde bulundurduğu imkânlar
daha hayırlıdır. Haydin siz bana kuvvetle yardım edin de sizinle onların
arasında çok sağlam bir sözleşme/ vesika yapayım. Bana, ince zekânızla
hazırladığınız teklif metinlerini getirin.”
96
Sonunda hedef eşitleştiği zaman: “Hazırlayın sözleşmeyi!” dedi.
Sonunda sözleşme hazırlanınca, ‘Getirin ben de imzalayayım’ dedi.
97
Artık söz anlamaz o toplum, sağlamca yapılan sözleşmeyi aşmaya güç
yetiremediler, onu delmeye de güç yetiremediler.
10
98
İki çağ sahibi dedi ki: “Sağlamca yapılan bu sözleşme Rabbimden bir
rahmettir. Artık Rabbimin vaadi geldiği vakit de onu dümdüz yapacaktır.
Rabbimin vaadi de haktır.”
99
Ve Biz, kıyâmet günü ortak koşan kimseleri dalgalar hâlinde birbirlerine
girer hâlde bırakıvermişizdir. Sûr'a da üflenmiştir. Böylece ortak koşan
kimselerin hepsini bir araya toplayıvermişizdir.
100,101
Ve Biz, cehennemi o gün, Beni hatırlatan alâmetlerimden/
göstergelerimden gözleri bir örtü içinde olan ve vahye kulak vermeye güçleri
olmayan kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için
genişlettikçe genişlettik.
102
Peki, o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o
kimseler, Benim astlarımdan birtakım yardımcı, yol gösterici, koruyucu
yakınlar edineceklerini mi sandılar? Şüphesiz Biz cehennemi, kâfirlere;
Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselere bir konuk ziyafeti
(!) olarak hazırladık.
103
De ki: “Ameller bakımından en çok zarara uğrayanları haber verelim
mi? 104
Onlar, yapay olarak, güzellik ürettiklerini sanırken, dünyadaki
çalışmaları da boşa gitmiş olan kimselerdir.”
105
İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na ulaşmayı bilerek reddetmiş/
inanmamış kimselerdi de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitti. Artık
kıyâmet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız/ hiç bir değer vermeyiz.
106
İşte, küfürleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri,
Benim âyetlerimi ve elçilerimi alaya almaları sebebiyle, onların cezaları
cehennemdir.
107,108
Şüphesiz iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış şu kimseler,
içlerinde sürekli kalmak üzere Firdevs bahçeleri onlar için ikram olunmuştur.
Onlar, oradan hiç ayrılmak istemezler.
109
De ki: “Rabbimin sözleri için, deniz mürekkep olsa Rabbimin sözleri
bitmeden önce deniz tükenirdi, hatta bir o kadarını daha getirsek bile.”
110
De ki: “Ben ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın ancak bir ilâh
olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa sâlih
ameli işlesin ve Rabbine kullukta, hiç kimseyi ortak etmesin.”
TAHLİL
11
1-4
Tüm övgüler, katından şiddetli azaba karşı uyarmak, düzeltmeye yönelik
işler yapan mü’minlere, şüphesiz kendileri için, içinde sürekli kalıcılar olarak
güzel bir ödül bulunduğunu müjdelemek ve “Allah çocuk edindi” diyenleri
uyarmak için, kuluna, gözetici olarak, kendisi için hiçbir pürüz oluşturmadığı
Kitab'ı indiren Allah içindir; başkası övülemez.
Surenin girişi olan bu ayetlerde, Kur’an’a ve onun indiriliş amacına dikkat
çekilmiş ve bunun ne kadar önemli olduğunu vurgulayacak şekilde Allah’ın tüm
övgülere layık olduğu ifade edilmiştir. Kur’ân’ın içeriği; emirleri, yasakları, uyarıları,
öğütleri, bize işaret ettiği ayetleri, geçmişe ait anlatımları hem peygamber hem de
bizim için bir nimettir.
Ayette Kur’an’ın herkesi uyarmanın yanı sıra özellikle de “Allah çocuk
edindi” diyenleri uyarmak için indirildiği açıklanmıştır.
Burada Kur’an iki sıfatla, “pürüzsüz” ve “gözetici” sıfatlarıyla nitelenmiştir.
PÜRÜZSÜZLÜK
“Pürüzsüz” sıfatıyla Kur’an’da hiçbir eğriliğin, yanlışlığın, çelişkinin ve işe
yaramazlığın olmadığı kastedilmektedir. Yani Kur’an haktır; gerçektir, içinde çelişki,
tutarsızlık ve işe yaramaz hiçbir şey yoktur. İçinde ne varsa, tevhit, peygamberlik,
iman, ibadet ve ahlak ilkeleri, hepsi doğru şeylerdir.
82
Onlar hâlâ, Kur’ân'ı gereği gibi düşünmezler mi? Eğer ki o, Allah'tan başkası tarafından
olsaydı, kesinlikle onun içinde birçok karışıklıklar bulurlardı.
(Nisa/82)
27,28
Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir okuma olarak; Allah'ın
koruması altına girsinler diye bu Kur’ân'da insanlar için her türlüsünden örnek verdik.
(Zümer/27, 28)
2
Kendisinde şüphe olmayan bu kitabın indirilişi, âlemlerin Rabbindendir.
(Secde/2)
2-4
İşte bu kitap; kendisinde hiç kuşku yoktur, ıssız yerlerde iman eden, salâtı ikame eden [mâlî
yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan-ayakta tutan],
kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcama yapan, sana indirilene ve senden
önce indirilene iman eden Allah'ın koruması altına girmiş kişiler –ki bunlar, âhirete de kesinlikle
inanırlar– için bir kılavuzdur.
(Bakara/2-4)
KAYYİMLİK/GÖZETİCİLİK
Mealde “gözetici” olarak çevirdiğimiz sözcüğün aslı “ ‫م‬k‫ييي‬ّ‫م‬‫ق‬kayyim”dir. Bu
sözcük dilimize genellikle “dosdoğru” olarak çevrilmiştir. Bu anlam doğru değildir;
zira sözcüğe bu anlam verildiğinde “pürüzsüz” sözcüğüyle hemen hemen aynı
anlama gelmiş olur. Bu da tekrardan başka bir şey olmaz.
“ ‫م‬k‫ي‬ّ‫م‬‫ق‬Kayyim” sözcüğü “dik, ayakta tutan, gözeten” demektir. Günlük hayatta
“mescidin kayyımı, hamamın kayyımı” diye kullanılır.6
6(Lisanü’l Arab, c. 7, s. 549)
12
Demek oluyor ki, “kayyım” sıfatı “başkasının faydasına olan şeyleri yerine
getiren” demektir. Nitekim sözcüğün mübalağa kalıbıyla çoğul formu Nisa/34’ün
başında “Allah’ın, bazı şeyleri bazısına fazla kılması ve erkeklerin mallarından
harcadıkları şey nedeniyle erkekler, kadınlar üzerine kavvamdırlar/koruyup,
gözeticidirler ...” diye yer alır.
Bu ayetten hareketle, “kayyim” sıfatının burada Kur’an’ın insanlar üzerindeki
fonksiyonuna; gözeticiliğine, yani insanlara rehber oluşuna, ölü mesabesindeki
kimseleri ikna edip imana eriştirerek diriltişine işaret ettiğini söyleyebiliriz.
Konumuz olan ayet grubunun içerdiği mesajlardan biri de Kur’an’ın özellikle
uyarı amaçlı indirilmiş olması gerçeğidir. Bu husus Kur’an’da yüzlerce ayette konu
edilmiştir: örneğin; Nebe/38- 40, Zariyat/50, 51, Ya Sin/69, 70.
Ayette “... katından şiddetli azaba karşı uyarmak için” denildikten sonra
özellikle de “ve ‘Allah çocuk edindi’ diyenleri uyarmak için” denilmiştir. Bu, Allah’a
çocuk isnadının ne derece büyük bir suç olduğuna dikkat çeken bir ifadedir.
Kur’an’a baktığımızda, (İsrâ/40, 111, Mâide/18, En’am/100 ve Tevbe/30)
Allah'a çocuk isnat etme cürmünün hem İsa'nın Allah'ın oğlu olduğunu söyleyen
Hıristiyanlar; hem Uzeyr'in Allah'ın oğlu olduğunu söyleyen Yahudiler; hem de
meleklerin Allah'ın kızları olduğunu söyleyen Arap müşrikleri tarafından işlendiği
görülmektedir.
5
Kendilerinin ve atalarının Allah'ın çocuk edinmişliğine dair hiçbir
bilgileri yoktur. Ağızlarından çıkan söz ne kadar büyük! Onlar, sadece yalan
söylüyorlar.
Bu ayette, 4. ayette konu edilen “Allah çocuk edindi” diyenler uyarılmakta ve
ağızlarından çıkan sözün ne büyük bir sapıklık olduğuna işaret edilmektedir. Onların
bu inançlarının herhangi bir temeli olmadığını bildiren Rabbimiz, dile getirdikleri
iftiralarını “Onlar, sadece yalan söylüyorlar” diyerek reddetmektedir.
88
Ve onlar, “Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] çocuk
edindi” dediler.
89
Andolsun ki siz çok çirkin bir şey söylediniz.
90,91
Az kalsın bundan; Rahmân'a çocuk isnat ettiler diye; gökler çatlayacak, yer yarılacak ve
dağlar parçalanıp dağılacaktı.
92
Hâlbuki Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] için çocuk
edinmek yaraşmaz. 93
Göklerde ve yerde bulunan bütün herkes, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara
dünyada çokça merhamet eden Allah'a], yalnızca kul olarak gelecektir.
(Meryem/88-93)
“İLİMLERİ OLMAMASI” MESELESİ
Konumuz olan 5. ayette aynı zamanda bilginin de önemine dikkat
çekilmektedir. Demek ki, maddi ve manevi tüm zararlar, yanlışlık ve sapmalar
bilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Aynı uyarı Mü’minun suresinde de yapılmıştır:
117
Her kim, hiçbir delili olmadığı hâlde, Allah ile birlikte diğer bir ilâha yakarırsa, bilsin ki o
kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Şüphesiz kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini
bilerek reddetmiş olanlar, durumlarını koruyamazlar, zafer kazanamazlar.
(Mü’minun/117)
13
6
Sonra da sen onlar bu Kur’ân'a inanmazlarsa, onların yaptıklarından
dolayı, üzüntüden neredeyse kendini harap edeceksin!
Bu ayette, Resulullah’ın müşriklerin inatla şirklerinde direnmelerine çok
üzüldüğü ifade edilerek aslında onlar için üzülmeye değmeyeceği bildirilmektedir.
Bununla Resulullah hem teselli edilmekte, hem de uyarı sürecinde ölçülü olunması
gerektiği mesajı verilmektedir. Uyarma konusundaki bu ölçülülük “ilgisizlik” ve
“umursamazlık” anlamında değil, insanın psikolojisini olumsuz etkilemeyecek bir
ölçü tutturulması anlamındadır. Zira başkasının sıkıntılarına duyarsızlık münafıklık
alametidir.
50
Eğer sana bir iyilik dokunursa fenalarına gider. Eğer sana bir musibet dokunursa, “Biz
kesinlikle tedbirimizi önceden almıştık” derler. Ve onlar, sevinenler olarak yan çizip giderler.
(Tevbe/50)
Ayetteki “bıraktıkları eserler” ifadesi, “onların yaptıkları” demektir. Bu
durumda ayetin manası, “onların senden yüz çevirip arkalarını dönüp gitmelerinden
dolayı kendini nerdeyse harap edeceksin” demektir.
Ayette dikkati çeken bir diğer nokta da, Resulullah’ın gerek kendisinin gerekse
arkadaşlarının gördüğü işkenceye ve çektiği çileye değil, kavminin sapıklık ve akılsız
davranışlarına üzülmekte olduğudur. Ancak; ayetten anlaşılacağı üzere, müminler bir
başkasına üzülürken de ölçülü olmalıdırlar. Resulullah’ın bu konudaki tutumları bize
birçok kez nakledilmiştir.
7
Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler; onlar için şiddetli
bir azap vardır. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işleri yapmış kişiler; onlar için bir bağışlanma ve
büyük bir ödül vardır. 8
Onun için, kötü ameli kendisine süslü gösterilen sonra da onu güzel gören
kişi mi? Şüphe yok ki Allah dilediğini/dileyeni şaşırtır, dilediğine/dileyene de kılavuzluk eder.
Onun için canın onlara karşı hasretlerle/ üzüntülerle sıkılıp gitmesin. Şüphesiz Allah, onların
yapmakta olduklarını çok iyi bilir.
(Fatır/7,8)
3
En üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan, en iyi
yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle
vahyeder.
(Şuara/3)
120
Size bir iyilik dokunsa fenalarına gider ve eğer size bir kötülük isabet etse onunla sevinirler.
Ve eğer sabreder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, onların hileleri size hiçbir şekilde zarar
vermez. Şüphesiz Allah onları kendi yaptıkları şeylerle kuşatmıştır.
(Al-i Imran/120)
127
Sen sabırlı ol! Senin sabretmen de ancak Allah iledir. Onlar için üzülme! Onların kurdukları
tuzaklardan sıkıntıya düşme!
(Nahl/127)
7
Şüphesiz Biz yeryüzündeki, ona süs olan şeyleri insanların hangisinin
daha güzel amel edeceğini sınamamız için yaptık.
8
Ve şüphesiz Biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak yapacağız.
Bu ayetlerde, yeryüzünde ne varsa hepsinin birer süsten ibaret olduğu, sonunda
hepsinin de işe yaramaz toprak olacakları, dolayısıyla hiçbirinin geçici hallerine
aldanılmaması, değer verilmemesi gerektiği bildirilmektedir.
14
20
Bilin ki iğreti dünya yaşamı, ancak bir oyun, tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir
övünüş, mal ve çocuklar konusunda bir çoğaltma yarışıdır. –Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği
ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir
çer-çöp oluvermiştir.– Âhirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir bağışlama ve bir hoşnutluk vardır.
Dünyadaki iğreti yaşam, aldanış malından, malzemesinden başka bir şey değildir.
(Hadid/20)
Rabbimiz 8. ayette “Ve şüphesiz Biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak
kılacağız” buyurmuştur. Bu ayette insanlığa verilen mesaj, yeryüzünün devamlı
olarak nimetler içinde yaşanması için değil de, imtihan ve sınanma için
süslendiğidir. Öyle ki, sonunda ortada herhangi bir süs kalmayacak, her şey kupkuru
bir toprağa dönecektir.
26,27
Yeryüzünün üzerindeki her kişi gelip geçicidir. Ve o celal ve ikram sahibi Rabbinin bizzat
Kendisi baki kalır.
(Rahman/26,27)
1-5
Gök çatladığı zaman, yıldızlar dökülüp dağıldığı zaman, denizler yarılıp akıtıldığı zaman,
kabirler altüst edildiği zaman; kişi, önünden gönderdiği ve geri bıraktığı şeyleri öğrenmiştir.
(İnşikak/3)
32
Ve onlara, iki adamı örnek ver: Biz bunlardan birine her türlü
üzümlerden iki bağ verdik ve iki bağın etrafını hurmalarla donattık. Aralarında
da bir ekinlik yaptık.
33
Her iki bahçe de, hiçbir şeyi eksik bırakmaksızın, ürünlerini verdiler.
Aralarında da ırmak yardık/akıttık.
34
Bu iki bağın sahibi için ayrıca başka gelir de vardı. Bundan dolayı bu
adam arkadaşına konuşarak: “Ben, malca senden daha çok, insan sayısı
bakımından da senden daha güçlüyüm” dedi.
35,36
Ve bu adam, kendine haksızlık ederek bağına girdi: “Ben, bunun hiçbir
zaman yok olacağını sanmıyorum. Ben Saat'in kopacağını da zannetmiyorum. Var
sayalım ki Rabbime geri götürüldüm, kesinlikle orada bundan daha iyi bir sonuç
bulurum” dedi.
37-41
Arkadaşı konuşarak ona, “Seni topraktan, sonra bir damla sudan
oluşturan, daha sonra da seni olgun insan hâline getirene mi inanmıyorsun?
Fakat ben; O, benim Rabbim Allah'tır. Ve ben Rabbime kimseyi ortak koşmam.
Kendi bağına girdiğin zaman: “Maşallah, lâ kuvvete illa billâh” [Allah ne isterse o
olur. Allah'tan başka hiçbir güç yoktur] deseydin ya! Sen her ne kadar beni, malca
ve evlatça kendinden az görüyorsan da, belki Rabbim bana, senin bağından daha
hayırlısını verir. Seninkinin üstüne de gökten felaketler gönderir de senin bağ,
kaygan bir toprak hâline geliverir. Yahut bağının suyu yerin dibine çekilir de bir
daha onu aramaya güç yetiremezsin” dedi.
42,43
Ve o iki bağ sahibi kişi, serveti ile kuşatma altına alındı/ bitirildi.
Bunun üzerine bağında yaptığı harcamalara karşı ellerini ovuşturmaya başladı.
Bahçe, çardakları üzerine yıkılmış kalmıştı, o da “Ah ne olaydım! Rabbime
hiçbir şeyi ortak koşmasaydım” diyordu. O kişi için Allah'ın astlarından yardım
edecek bir topluluk olmadı. Ve kendisi de öç alacak/kendi kendine yardım
edecek biri değildi.
Bu ayet grubunda, inanan ve inanmayan olmak üzere iki insan tipi
örneklenmiştir. Birbirleriyle arkadaş olan bu insanlardan ilki, inanan ve Rabbine
15
tevekkül eden bir kişi; diğeri de kendine zulmetmiş [şirk koşmuş], malına mülküne
güvenen bir kişidir. Müşrik olanın iki bağı, hurmalığı ve ekin tarlaları vardır. Sulak
ve verimli arazilerinin içinden ırmaklar geçmektedir. Bunların dışında başka gelirleri
de vardır. Kısacası çok zengin ve varlıklı bir adamdır. Bu gün böyle birini, hanları,
hamamları, fabrikaları, bankaları olan bir adam olarak niteleyebiliriz.
Dünya malının ziynet ve geçici olduğu mesajının verildiği bu ayetler, surenin 7
ve 8. ayetleriyle irtibatlandırılarak okunursa, verilen mesaj daha da iyi anlaşılır.
Olumsuz bir tip olarak anlatılan bu kişi şımarıktır. İkide bir arkadaşına “Ben,
malca senden daha çok, insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm”
demektedir. Servetiyle karşılaştığında da “Ben, bunun hiç yok olacağını sanmıyorum.
Ben Saat’in kopacağını da zannetmiyorum. Velev ki Rabbime geri götürüldüm,
kesinlikle orada bundan daha iyi bir sonuç bulurum” diyerek yanlış inancında inatla
ısrar etmektedir.
Onun bu şımarıklığına, azgınlığına karşılık, arkadaşı da: “Seni topraktan,
sonra bir damla sudan yaratan, daha sonra da seni olgun insan haline getireni mi
inkâr ediyorsun?” diyerek onu uyarmakta, doğru tavrın ne olduğu konusunda ona şu
sözlerle öğüt vermektedir: “Fakat ben; O, benim Rabbim Allah’tır. Ve ben Rabbime
kimseyi ortak koşmam. Kendi bağına girdiğin zaman: “Maşallah, la kuvvete illa
billâh [Allah ne isterse o olur. Allah’tan başka hiçbir güç yoktur]” deseydin ya! Sen
her ne kadar beni, malca ve evlâtça kendinden az görüyorsan da, belki Rabbim,
bana, senin bağından daha hayırlısını verir. Seninkinin üstüne de gökten felâketler
gönderir de o [senin bağ], kaygan bir toprak haline geliverir. Yahut bağının suyu
yerin dibine çekilir de bir daha onu aramaya güç yetiremezsin.”
Sonunda Allah, onca malı harap ederek onu yoksul duruma düşürüverir.
Nimetin kadrini bilmeyerek Rabbine karşı cahilce ve ahmakça davranan adam ise bu
akıbet üzerine pişman olur ve “Ah n’olaydım! Rabbime hiçbir şeyi ortak
koşmasaydım!” demeye başlar.
Malına, mülküne, güç aldığı yakınlarına bel bağlayanlar, Kur’an’da birçok kez
örnek olarak nakledilmiştir:
17-24
Şüphesiz Biz, o çiftlik sahiplerine belâ verdiğimiz gibi onlara belâ vereceğiz: Hani onlar,
sabah olunca kesinlikle çiftliğin ürünlerini devşireceklerine yemin etmişlerdi. Bir istisna da
yapmıyorlardı. Ama onlar uyurken Rabbin tarafından bir tayfun çiftliğin üzerinden dolaşıverdi.
Sabaha, çiftlik, biçilmiş/devşirilmiş gibi oluverdi. Sabahladıkları vakit birbirlerine seslendiler:
“Haydi, devşirecekseniz sabahleyin erkence gidin!” dediler. Hemen yola koyuldular, aralarında
fısıldaşıyorlardı: Sakın bugün aranıza bir yoksul sokulmasın!
25-29
Sadece engelleme gücüne sahip/şiddete güçleri yeten bir tavırla erkenden gittiler. Ama
çiftliği gördüklerinde: “Biz şüphesiz biz şaşırmışız/ yanlış yere gelmişiz; yok yok, biz yoksun
bırakılmışız; Allah bizi cezalandırmış!” dediler. En hayırlı olanları: “Ben size ‘Allah'ı
noksanlıklardan arındırmıyor musunuz?’ dememiş miydim?” dedi. Onlar: “Rabbimiz Seni tenzih
ederiz, doğrusu bizler yanlış; kendi zararlarına iş yapan, haksız davranan kimselermişiz!” dediler.
30-32
Sonra döndüler, birbirlerini kınıyorlardı: “Yazıklar olsun bizlere! Bizler gerçekten kendini
firavun gibi gören azgınlarmışız, umarız ki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir;
gerçekten biz bütün ümidimizi Rabbimize çeviriyoruz.”
(Kalem/17-32)
1
Arkadan çekiştirenlerin, kaş-göz hareketleriyle alay edenlerin hepsinin vay hâline!
2,3
O ki, malı toplayıp ve malının gerçekten kendisini sonsuzlaştırdığını sanarak onu çoğaltan/
tekrar tekrar sayandır.
4
Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Kesinlikle o, Hutame'ye fırlatılıp atılacaktır.
(Hümeze/1-4)
60
Ve size verilen şeyler, basit dünya hayatının kazanımı ve onun süsüdür. Allah katında olanlar
ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ akıl etmeyecek misiniz?
16
61
Şu hâlde, Bizim kendisine güzel bir söz verişle söz verip de ona kavuşan kimse, basit dünya
hayatının kazanımını kazandırdığımız ve sonra kıyâmet gününde huzurumuza
getirilenlerden/huzurumuzda ‘hazırol’da tutulanlardan olan kimse gibi midir?
62
Ve o gün Allah onlara seslenir de der ki: “Yanlış olarak inanmış olduğunuz Benim ortaklar
hani nerede?”
(Kasas/60-62)
76,77
Şüphesiz Karun, Mûsâ'nın toplumundan idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle
hazineler vermiştik ki, şüphesiz onun anahtarları güçlü kuvvetli bir topluluğa ağır gelirdi. Bir zaman
toplumu ona demişti ki: “Şımarma! Şüphesiz ki Allah şımarıkları sevmez. Ve Allah'ın sana
verdiğinde âhiret yurdunu iste. Dünyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de
ihsanda bulun. Ve yeryüzünde bozgunculuğu isteme. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.”
78
Karun, “Bu servet, bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi” dedi. Bilmez miydi ki
Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı, birikimi olan
kimseleri kesinlikle değişime/yıkıma uğratmıştı. –Ve bu günahkârlar, diğerlerinin günahlarından
sorumlu tutulmaz.–
79
Derken Karun, süs, görkem içinde toplumunun karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyen
kimseler, “Keşke Karun'a verilen gibi bizim de olsaydı! Şüphesiz ki o Karun, çok büyük bir nasip
sahibidir” dediler.
80
Ve kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler ise, “Yazıklar olsun size! İman eden ve sâlihi
işleyen kimseler için Allah'ın vereceği ödül daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir”
dediler.
81
Sonunda Biz onu ve evini yere geçirdik. Artık Allah'ın astlarından kendisine yardım edecek
bir taraftar da olmadı ve o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.
82
Ve daha dün onun yerinde olmayı isteyenler, “Demek ki Allah kullarından dilediğine rızkı
genişletiyor ve daraltıyor. Şâyet Allah bize armağan vermiş olmasaydı, bizi de yerin dibine
geçirirdi. Ve demek ki kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler kendilerini
kurtaramıyorlar” diyerek sabahladılar.
(Kasas/76-82)
Örnek verilen kişinin pasajın son bölümünde nakledilen “Ah n’olaydım!
Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım!” ifadesi, onun tevhide yöneldiğini
göstermektedir. Unutmamalıdır ki, Rabbimiz insanların gerçeğe dönmeleri için onları
bir takım küçük cezalarla uyarır. Aklını kullananlar döner, ısrarcılar ise ahıretteki
büyük ceza sonucuna katlanmak zorunda kalırlar.
41
İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir
kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde kargaşa ortaya çıktı.
(Rum/41)
55
Ve Allah, sizlerden iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış olan kimselere,
kendilerinden öncekileri başkalarının yerine getirdiği gibi, yeryüzünde onları da başkalarının yerine
geçireceğini, onlar için beğenip seçtiği dini onlar için kesinlikle tutunduracağını ve korkularından
sonra, onları kesinlikle güvene değiştireceğini vaat etti. Onlar Bana kulluk ederler, Bana hiçbir şeyi
ortak koşmazlar. Bundan sonra da kim küfrederse; Benim ilâhlığımı ve rabliğimi bilerek
reddederse /inanmazsa, artık işte onlar, yoldan çıkanların ta kendileridir.
(Nur/55)
40
İşte hepsini günahları sebebiyle yakaladık: Onlardan kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar
gönderdik, onlardan kimini korkunç bir ses yakaladı, onlardan kimini yerin dibine geçirdik, onlardan
kimini de suda boğduk. Ve Allah onlara haksızlık etmiyordu velâkin onlar şirk koşmak sûretiyle
kendilerine haksızlık ediyorlardı.
(Ankebut/40)
15
Andolsun ki Sebe toplumu için yurt tuttukları yerde bir alâmet/gösterge vardı: Sağdan ve
soldan iki bahçe! –“Rabbinizin rızkından yiyin ve O'nun için nimetlerin karşılığını ödeyin! Ne güzel
bir belde ve çok bağışlayıcı bir Rabb!”–
17
16
Fakat onlar yüz çevirdiler; nimetlerin karşılığını ödemediler. Biz de üzerlerine barajların
selini salıverdik ve iki bahçelerini onlara buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da “sidir ağacı”
bulunan iki bahçeye çevirdik.
17
Bu, onların küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olmaları nedeniyle
Bizim onları cezalandırmamızdır. Ve Biz sadece çok nankör olanları cezalandırırız.
18
Ve Biz onlarla o bereket verdiğimiz memleketler arasında, sırt sırta şehirler meydana
getirmiştik. Ve onlara da muntazam gidiş geliş düzenledik: –Buralarda gecelerce ve gündüzlerce
emniyet içinde gidin gelin!–
19
Sonra da onlar: “Rabbimiz! Seferlerimizin arasını uzaklaştır!” dediler ve nefislerine yanlış;
kendi zararlarına işler yaparak haksızlık ettiler. Şimdi de Biz onları efsaneler yaptık ve tamamen
didik didik dağıttık. Şüphesiz ki bunda tüm kendisine verilen nimetlerin karşılığını çokça ödeyen
sabreden için elbette alâmetler/göstergeler vardır.
(Sebe/15-19)
98
Ne olurdu, iman edip de imanları kendilerine yarar sağlamış bir kent olsaydı ya? Ancak
Yûnus'un toplumu ayrıdır. Onlar iman ettikleri vakit, basit dünya yaşamında o rezillik azabını
üzerlerinden kaldırdık ve onları bir süreye kadar yararlandırdık.
(Yunus/98)
Konumuz olan pasajdaki örnek tiplerin kim oldukları konusunda farklı görüşler
vardır:
Kelbî der ki: Âyet-i kerime, Mekke ahalisinden Mahzumoğullarına mensup birisi, mü'min olup
adı Ebu Seleme Abdullah b. Abdilesed b. Hilâl b. Abdullah b. Ömer b. Mahzura olan ve Peygamber
(sav)'dan önce Umm Seleme'nin kocası olan; diğeri ise kâfir olup Esved b. Abdilesed olan iki kardeş
hakkında inmiştir. Aynı zamanda Sâffat Sûresi'nde Yüce Allah'ın: “Aralarından birisi diyecek ki:
Gerçekten benim bir dostum vardı (Sâffât/51)” buyruğunda sözü edilen iki kardeş de bunlardır.
Bunların her birisine dört bin dinar miras kalmıştı. Onlardan birisi malını Allah yolunda harcayıp daha
sonra kardeşinden kendisine bir şeyler vermesini istedi, kardeşi de bilinen sözlerini söyledi. Bunu,
Sa'lebî ve Kuşeyrî zikretmişlerdir.
Âyet-i kerimenin Peygamber (sav) ile Mekke ahalisi hakkında indiği de söylenmiştir.
Bir diğer görüşe göre de, bu buyruk Allah'a iman eden herkes ile inkâr eden herkese dair bir
misaldir.
Bir başka görüşe göre ise, bu, Uyeyne b. Hısn ile arkadaşlarının ve Selman, Suheyb ve
arkadaşlarının bir misalidir. İbn Abbas'ın görüşüne göre, Allah onları, birileri mü'min olup adı Yahuda
olan İsrailoğullarından iki kardeşe benzetmektedir. Mukatil ise bu kişinin adının Temliha olduğunu
söylemiştir. Diğeri ise kâfir olup adı Kartuş idi. İşte Yüce Allah'ın Sâffat Sûresi'nde sözünü ettiği iki
kişi de bunlardandır. Muhammed b. el-Hasen el-Mukri de bunu böylece söz konusu ederek şöyle
demektedir: Bu iki kişiden hayırlı olan zatın adı Temliha, diğerinin adı da Kartuş idi. Bunlar,
ortaktılar. Daha sonra mallarını paylaştırdılar. Bunların her birine üç bin dinar düştü. Mü'min olanı bin
dinara köle satın alıp onları azad etti, bin dinara elbise satın alıp çıplakları giydirdi, bin dinara da
yiyecek satın alarak açları yedirdi. Aynı şekilde mescitler inşa etti, hayır işleri yaptı.7
36. ayetin orjinalindeki “ ‫منها‬minha” zamiri ilk Mushaflardan Mekke, Medine,
Şam ve Topkapı mushaflarında “ ‫منهما‬minhüma” şeklindedir. Basra, Küfe, Taşkent,
T.İ.E. Müzesi ve Kahire mushaflarında “‫منها‬ minha” şeklinde tekildir.8
Pasajdaki anlama uygun olanı ise “ ‫منهما‬minhüma [o iki bağdan]” şeklinde
olanıdır. Biz de buna göre meallendirdik.
44
İşte burada egemenlik/yardımcılık, koruyuculuk, yol göstericilik ancak
hak olan Allah'a aittir. O, ödüllendirme bakımından en iyi ve kovuşturma
yönünden de en iyi olandır.
7 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
8 (Mushaf-ı Şerif; İSAM Yayınları, Mushaflardaki Farklar, s. 151)
18
Yukarıdaki pasajda Allah’ın inananlara her türlü yardımı yaptığı, müşrikleri de
rahmetinden mahrum bıraktığı mesajı verilince, pasaj “İşte burada velâyet/vilâyet
[egemenlik/ yardımcılık, koruyuculuk, yol göstericilik] ancak Hakk olan Allah’a
aittir” diye devam etmektedir. Bu ayette tüm insanlığa yol gösterenin, yardım edenin,
koruyanın, kurtaranın, karanlıklardan aydınlığa çıkaranın kim olduğu vurgusu
yapılmaktadır. Ayrıca ödüllendirmenin, cezalandırmanın da sadece Allah’a ait
olduğuna dikkat çekilmektedir.
Ayette geçen “ ‫والةية‬َ velâyet” sözcüğü, “ ‫و‬vav” harfi esreli olarak “ ‫والةية‬ِ vilâyet”
şeklinde de okunabilir. Nitekim birçok kurra [A'meş, Hamza ve Kisaî,] böyle
okumuşlardır.9
Biz, mealde tercih yapmayarak her iki anlamı da vermiş bulunuyoruz. Her iki
anlamı da teyit eden ayetler vardır:
257
Allah, inananların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınıdır; onları karanlıklardan
aydınlığa çıkarır. Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere gelince; onların
yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınları tâğûttur ki kendilerini aydınlıktan karanlıklara çıkarır.
Bunlar, cehennem ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar.
(Bakara/257)
11
İşte mü’minlerin bahtiyarlığı, kâfirlerin perişanlığı, şüphesiz Allah'ın iman eden kimselerin
yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakını olması, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddeden /inanmayanlar için yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın diye bir şeyin
olmamasındandır.
(Muhammed/11)
17
Din Günü'nün ne olduğunu sana ne bildirdi? 18
Sonra bir kere daha, Din Günü'nün ne
olduğunu sana ne bildirdi? 19
Din Günü, kimse kimseye efendilik yapamaz. Ve o gün; İnşikak 1-5
gök
yarıldığı, Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman; yeryüzü de dümdüz olduğu, içinde ne
varsa attığı, boşaldığı ve Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman 19
buyruk, Allah'a aittir.
(İnfitar/18, 19)
26
İşte o gün gerçek hükümranlık, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet
eden Allah'a] özgüdür. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için ise o,
pek çetin bir gün olmuştur.
27-29
Ve o gün, şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararına iş yapan o kimse ellerini ısırarak;
“Eyvah, keşke elçi ile beraber bir yol tutsaydım! Eyvah, keşke falancayı iz bırakan bir önder
edinmeseydim. Hiç şüphesiz bana geldikten sonra, beni Öğüt'ten/Kitap'tan o saptırdı. Ve şeytan, insan
için bir rezil edenmiş!” der.
(Furkan/26- 29)
16
O buluşma günü, onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz.
–‘Bugün mülk kimindir?’, ‘Sadece tek ve kahredici olan Allah'ındır!’–
17
Bugün her kişi kazandığının karşılığını alacaktır. Bugün haksızlık diye bir şey yoktur.
Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.
(Mü’min/16, 17)
45
Ve sen, onlara basit dünya hayatının misalini ver: O basit dünya hayatı,
gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sebebiyle yeryüzünün bitkileri
birbirine karışmış, sonra da rüzgârın savurup durduğu bir çöp kırıntısı
oluvermiştir. Ve Allah, her şeye gücünü kabul ettirendir.
46
Mal ve oğullar, basit dünya hayatının süsüdür. Kalıcı düzeltmeye yönelik
işler ise, Rabbinin katında, sevapça daha hayırlıdır, ümit bağlama yönünden de
daha hayırlıdır.
9 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
19
Önceki ayet grubunda malına mülküne tutkuyla bağlanıp kalmış inançsız bir
insanın perişanlığı örneklenmişti. Burada ise surenin giriş bölümündeki ayetlerde de
konu edilen “süs” mahiyetindeki dünya kazanımlarının mahiyeti yeniden
detaylandırılmaktadır. Dünyada ne varsa gelip geçicidir. Mal ve evlat dünyanın
süsüdür. Bu nedenle, onlar da gelip geçicidir. Gelip geçici olmayan ise “salihat”tır.
Salihat, Allah katında en değerli olan şeydir.
76
Ve Allah, kılavuzlandıkları doğru yola girenlere kılavuzu artırır. Ve kalıcı olan düzeltmeye
yönelik işler, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, sonuç bakımından da daha iyidir.”
(Meryem/76)
Dünyanın geçiciliği birçok ayette örneklenmiştir:
24
Dünya hayatının örneği, Bizim gökten indirdiğimiz su gibidir. Ki gökten indirdiğimiz suyla
insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Sonunda yeryüzü süslerini takınıp
süslendiği, sahipleri de kendilerinin, ona gücü yetenler olduklarına inandıkları bir sırada, geceleyin
veya gündüz vakti, ona emrimiz gelivermiştir de ansızın, sanki dün orada hiçbir şenlik yokmuş gibi,
onu, ta kökünden biçivermiştir. Biz, âyetlerimizi düşünecek bir toplum için işte böyle ayrıntılı olarak
açıklarız.
(Yunus/24)
21
Sen, şüphesiz Allah'ın gökten bir su indirip de onu bir yoluyla yeryüzündeki pınarlara
koyduğunu, sonra onunla renkleri değişik bir ekin çıkardığını, sonra onun olgunlaşıp da senin onu
sararmış gördüğünü, sonra da onu bir çöpe çevirdiğini görmedin mi/ hiç düşünmedin mi? Şüphesiz,
bunda kavrama yeteneği olanlar; temiz akıl sahipleri için kesinlikle bir öğüt/ hatırlatma vardır.
(Zümer/21)
20
Bilin ki iğreti dünya yaşamı, ancak bir oyun, tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir
övünüş, mal ve çocuklar konusunda bir çoğaltma yarışıdır. –Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği
ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir
çer-çöp oluvermiştir.– Âhirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir bağışlama ve bir hoşnutluk vardır.
Dünyadaki iğreti yaşam, aldanış malından, malzemesinden başka bir şey değildir.
(Hadid/20)
45 ve 46. ayetler, yukarıda konu edilen şımarık, azgın zenginlerin zihniyetinin
de reddedilmesi ve kınanmasıdır. O güvendikleri şeyler mahvolur, çerçöp gibi
rüzgârın önünde sürüklenir giderler. Onlara güvenip bel bağlayan kimseler de
arkalarından hayıflanır dururlar.
14
Ey iman etmiş kimseler! Şüphesiz eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da
vardır. O nedenle, onlardan sakının. Ve eğer affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve
bağışlarsanız, bilin ki şüphesiz Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir.
15
Kesinlikle mallarınız ve çocuklarınız, sizi ateşe atabilecek imtihan aracıdır. Allah ise, büyük
ödül Kendi katında olandır.
(Teğabün/14, 15)
14
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, etinden ve
sütünden yararlanılan hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu aşırı istek, insanlara süslü/çekici
kılındı. Bunlar, basit dünya hayatının kazanımıdır. Ve Allah, varılacak güzel yer Kendi katında
olandır.
15-17
De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Allah'ın koruması altına girmiş;
“Rabbimiz! Şüphesiz biz inandık, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi Ateş'in azabından koru!”
diyen, sabreden; direnç gösteren, doğru olan, sürekli saygıda duran, Allah yolunda harcamada
bulunan ve seherlerde bağışlanma dileyen kişiler için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları,
altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah'tan hoşnutluk vardır. Ve Allah, kulları en iyi
görendir.
(Al-i Imran/14-17)
20
Ayette konu edilen “kalıcı salihat” ifadesi özel bir anlam taşımaktadır.
“Salihat” kavramı ile ilgili olarak daha evvel Asr suresinde açıklama yapılmıştır.
47
Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yeryüzünü çırılçıplak/
dümdüz göreceksin. Ve Biz onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir
kimseyi bırakmadık.
48
Ve onlar, saf hâlinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce
oluşturduğumuz gibi Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı
gerçekleştirmeyeceğimize bâtılca inanıyordunuz.”
49
Ve Kitap/ amel defteri konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu
göreceksin. Ve “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük-küçük hiçbir şey
bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve
senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.
Bu ayetlerde, şimdi türlü varlıklarla bezenmiş, süslü bir halde bulunan
dünyanın değiştirileceği; üzerindeki dağ, taş, ağaç, ot, canlı, cansız, bilinen hiçbir
şeyden eser kalmayacağı; herkesin toplanıp yaptıkları amellerle yüzleşeceği
bildirilmektedir. O gün herkesin amel defteri önüne konulacak, suçlular kendi amel
defterlerinden korkup “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük küçük hiçbir şey
bırakmadan hepsini saymış!” diyeceklerdir. Pişmanlık duyacaklar ve perişan
olacaklardır.
28,29
Ve her önderli toplumu, diz çökmüş görürsün. Her önderli toplum, kendi kitabına çağrılır:
“Bugün, yapmış olduğunuz amellerin karşılığı size verilecektir. İşte bu, yüzünüze karşı hakkı konuşan
kitabınızdır. Şüphesiz Biz, sizin yaptıklarınızı yazdırıyorduk.”
(Casiye/28, 29)
13,14
Ve her insanın kendi yaptıklarının karşılıklarını, ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. Ve
Biz, kıyâmet günü açılmış bulacağı kitabı onun için çıkarırız: “Oku kendi kitabını! Bugün kendi
zatın, kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!”
(İsra/13, 14)
Pasajda çok kısa olarak verilen bilgiler ve sergilenen sahneler Kur’an’da
yüzlerce kez yer almış, uyarı amaçlı olarak birçok kez tekrar edilmiştir.
Bu ayetlerden bir kaçını naklediyoruz:
48-51
O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka
yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya
çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır,
yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.
(İbrahim/48-51)
105-107
Sana dağlardan soruyorlar, de ki: “Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları
dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin.”
108
O gün, hiçbir eğriliği olmayan o davetçiye uyarlar ve Rahmân [yarattığı bütün canlılara
dünyada çokça merhamet eden Allah] için sesler kısılmıştır. Artık sadece hafif bir ses duyacaksın.
109
O gün, Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın]
kendisine izin verdiği ve sözce hoşnut olduğu kimseler hariç, yardım-destek, yarar sağlamaz.
110
Allah, yardım görmeyenlerin önlerindeki ve arkalarındaki şeyleri bilir. Onlar ise O'nu bilgice
kuşatamazlar.
111
Ve kişiler, diri ve bütün yarattıklarını gözetip duran Allah için baş eğmiştir. Bir şirke
bulaşarak yanlış; kendi zararlarına iş taşıyan kimseler gerçekten zarara uğramıştır.
21
112
Ve her kim iman eden biri olarak düzeltmeye yönelik işlerden yaparsa, artık o, bir
haksızlıktan ve hakkının yenileceğinden korkmaz.
(Ta Ha/105-112)
88
Ve sen dağları görürsün; sen onları donuk, durgun sanırsın. Oysa onlar her şeyi sapasağlam
yapan Allah'ın yapımı olarak bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Şüphesiz ki O, yaptıklarınıza
tamamıyla haberdardır:
89
Kim bir iyilik-güzellik getirirse, onun için getirdiğinden daha hayırlısı/getirdiğinden dolayı
bir hayır vardır. Ve onlar o gün korkudan güvende olanlardır.
90
Ve kim kötülükle gelirse, artık yüzleri ateşte sürtülür. –Siz yaptığınız amellerden başkasıyla
mı karşılı göreceksiniz?–
(Neml/88-90)
Bu sahneler ile ilgili olarak Tekvir/3, İnşikak/4, Tur/9-12, Zilzal/2, İnfitar/10-
12, Karia/5, Nebe’/38, Fecr/22 ’ye de bakılabilir.
27
Ve sen Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku/ izle! Rabbinin
sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Ve sen O'nun astlarından bir sığınak
bulamazsın.
28
Ve kendini, sürekli olarak Rablerinin rızasını isteyerek Rablerine
yalvaran kişiler ile beraber sabreden biri kıl. Basit dünya hayatının süsünü
isteyerek onlardan gözlerini de ayırma. Ve de sen, Bizim anılmamızdan kalbini
ilgisiz/ duyarsız kıldığımız, boş-iğreti arzusuna uymuş ve de işi aşırılık olan
kimseye uyma.
29
Ve de ki: “O gerçek, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen
bilerek reddetsin / inanmasın.” Şüphesiz Biz, şirk koşarak yanlış, kendi
zararlarına iş yapanlar için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş
hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan
bir su yağdırılır. O, ne kötü bir içecektir! Dayanma/ sığınma yeri olarak da ne
kadar kötüdür!
Bu ayet grubunda, surenin nazil olduğu dönemde Mekkeli müslümanların
durumlarından söz edilmektedir. Rabbimiz elçisine şu direktifi vermektedir:
“Kur’an’dan sapma, başka bir yol izleme, bu kitabın gereği ile amel etmeye devam
et!”
Bu direktiften sonra, Allah’ın sözlerinin değiştirilemeyeceği ifade edilerek
Mekke müşriklerine “Gönderdiğimiz elçinin Kur’an’da herhangi bir değişiklik
yapma yetkisi yoktur, yapmaz ve yaptırtmayız. O, ancak kendisine vahyolunanı
aktarmakla sorumludur. Eğer inanacaksanız böyle inanacaksınız; inkâr edecekseniz
de serbestsiniz” şeklinde bir mesaj verilmektedir.
Hatırlanacağı üzere, bu mesajı içeren bir pasaj da Yunus suresinde yer almıştı:
15
Ve âyetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar: “Bundan başka bir
Kur’ân getir yahut bunu değiştir!” dediler. De ki: “Onu kendimin öngörmesiyle değiştirmem benim
için söz konusu olamaz. Ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem,
kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım.”
16
De ki: “Allah dileseydi, ben Kur’ân'ı size okumazdım ve Allah, Kur’ân'ı size bildirmemiş
olurdu. Ben de Kur’ân'dan önce kesinlikle içinizde bir ömür kalmıştım. Hâlâ aklınızı kullanmayacak
mısınız?”
(Yunus/15- 16)
Yunus suresine ait yukarıdaki pasajda Rabbimiz, Kur’an’ın değiştirilmesi
talebinde bulunan müşriklere, şayet iyice düşünür ve akıllarını kullanırlarsa,
Peygamber'in tebliğ ettiği Kur'an'ın Allah’tan başkasının sözü olamayacağını
22
kesinlikle anlayacaklarını söylemektedir. Müşriklere verilen bu cevap aynı zamanda
Kur’an’ın inananların kalplerindeki yerini de pekiştirmektedir.
Esbab-ı nüzul nakillerinde, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Abdullah
b. Ümeyy el-Mahzumî, Velid b. Muğire, Mukevvir b. Hafs, Amr b. Abdullah b. Ebi
Kays el-Amiri ve As b. Amir b. Hişam adlarındaki beş kişinin peygamberimizden
kendi akıllarına uygun, onların ilâhlarını reddetmeyen, onlara ne yapacaklarını
bildirmeyen ve istediklerinde duruma göre değiştirilebilen bir başka Kur’an
getirmesini istedikleri, bu ayetlerin de bu talep üzerine indiği haberi yer almaktadır.10
Yunus/15-16’nin tahlili daha evvel Yunus suresinde yapıldığından, detayın
oradan okunmasını öneriyoruz.
Konumuz olan Kehf/28’de açıklananlar ise En’am/51, 52’de açıklanan ilkelere
benzemektedir.
51
Ve Rablerinin huzurunda toplanılacaklarından korkanları, Allah'ın koruması altına girmeleri
için sana vahyedilenle uyar. Onların, O'nun astlarından yardım eden, yol gösteren, koruyan bir yakın
kimseleri ve destekçileri, kayırıcıları yoktur.
52
Ve Allah'ın rızasını dileyerek sabah-akşam; sürekli Rablerine dua eden kimseleri kovma!
Onların hesabından sana hiçbir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara hiçbir şey yoktur. Ki
onları kovarsan yanlış; kendi zararlarına iş yapanlardan olursun!
(En’am/51, 52)
“Esbab-ı Nüzul” kayıtları, bu ayetlerin iniş sebebi hakkında da yine aynı olayı
zikretmektedir:
Abdullah İbn Mesûd'un şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kureyş'ten bir
topluluk Resûlullah (s.a.s)'a uğramışlardı. O sırada Hz. Peygamber'in yanında,
müslümanların zayıf ve fakirlerinden olan Süheyb, Habbâb, Bilâl, Ammar ve
başkaları bulunuyordu. Bunun üzerine onlar "Sen, kavminden vazgeçerek bunları mı
tercih ettin? Biz bunlara mı tâbi olacağız? Onları yanından kov! Onları kovarsan
belki o zaman sana uyarız" deyince Hz. Peygamber [s.a.s]: "Ben, mü'minleri kovan
bir kimse değilim" dedi. Kureyş: "O hâlde biz geldiğimizde onları yanından kaldır;
biz kalkıp gittiğimizde ise, istersen onları yanında oturt!" deyince de, Hz.
Peygamber onların iman etmelerini ümid ederek: "Olur" dedi. Rivayet olunduğuna
göre Hz. Ömer, Hz. Peygamber'e: "Bir yapsan da, böylece baksak nasıl olacaklar!"
dedi. Sonra bu Kureyşliler bu hususta ısrar edip, Hz. Peygamber'e: "Bu konuda
bizim için bir yazı yazsan!" dediklerinde, Hz. Peygamber, bunu yazması için, bir
kâğıt ile beraber Hz. Ali'yi çağırtır. İşte bunun üzerine bu âyet nazil olur. Bunun
üzerine Hz. Peygamber o kâğıdı fırlatıp atar. Hz. Ömer de bu sözünden dolayı özür
beyân eder. İşte bu sebeple, Selmân ve Habbâb: "Bu âyet bizim hakkımızda nazil
oldu. Hz. Peygamber bizimle beraber oturuyor ve biz O'na, diz kapağımız diz
kapağına temas edecek kadar yakın bulunuyorduk. O, yanımızdan ayrılmak
istediğinde, kalkıp gidiyordu.11
En’am/51, 52’nin tahlili daha evvel En’am suresinde yapıldığından, detayın
oradan okunmasını öneriyoruz.
10 (Razi; el-Mefatihu’l-Gayb)
11 (Mukatil; Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)
23
Kehf/29’daki “O hak [gerçek], Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin,
dileyen inkâr etsin” ifadesiyle herkese tam bir özgürlük tanınmakta, insanların bu
gerçeği kabul edip etmemekte serbest olduğu bildirilmektedir. Kısacası “dileyen
dilediğini yapsın” denilmektedir. Sonucuna katlanmayı göze almak şartıyla herkesin
istediği inanca sahip olmakta serbest olduğu bundan evvel de birçok yerde detaylı
olarak sunulmuştu:
256
Dinde zorlamak/tiksindirmek yoktur; iman, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddetmekten; iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan kesinlikle iyice ayrılmıştır. O
hâlde kim tâğûta küfreder; onu tanımaz Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa
yapışmıştır. Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
(Bakara/256)
Herkesin inanç tercihinde serbest olduğu bildirilen 29. ayetin devamında
“Şüphesiz Biz zalimler için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş
hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir
su yağdırılır. O ne kötü bir içecektir! Dayanma/sığınma yeri olarak da ne kadar
kötüdür!” denilerek yanlış tercih yapanların nelere katlanmayı göze almaları
gerektiği de açıkça bildirilmiştir.
Ayette cehennemi niteleyen sıfatlar, daha evvelki surelerde [Mesela Gaşiye/4-
7’de] detaylı olarak sunulmuştu.
30
Şüphesiz iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar; şüphe yok ki
Biz, işi güzel yapanların karşılığını kaybetmeyiz.
31
İşte onlar, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri kendilerinin
olanlardır. Onlar, orada koltuklarına yaslanmış olarak altından bileziklerle
süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyecekler. O ne güzel
karşılıktır! Ve ne güzel kalma yeri!
İnkârcı müşriklere yapılan tehditlerden sonra, bu ayetlerde de özgür iradesini
kullanarak iman etmiş ve salihatı işlemiş müminlerin ahiretteki durumları
nakledilmektedir. Ayette sözü edilen altın bilezik ve ipek giysi, yaşam standardının
tepe noktasını ifade etmektedir. Çünkü Arap örfünde altın bilezik ve ipek giysi, her
zaman lüks ve ihtişamın sembolü olmuştur. Zaten kendilerini ilahî mesaja davet eden
peygamberlerden altın takı istemeleri de bu yaşam algıları yüzündendi.
Rabbimiz cennetliklerin gümüş ve inci gibi özendirici takılar takınacaklarını
başka ayetlerde (Hacc/23, İnsan/21, Fatır/32, 33) de bildirmiştir.
Bu ayetler de bundan evvel nazil olmuş diğer birçok ayet gibi Resulullah ve
müminleri salihat işlemeye teşvik etmektedir.
9
Yoksa sen, Büyük Mağara ve Rakim/Yazıt Ashâbı'nın şaşılacak
alâmetlerimizden/ göstergelerimizden olduklarını mı sandın?
10
O yiğitler, Büyük Mağara'ya sığınınca: “Rabbimiz! Bize katından bir
rahmet ver ve bizim için şu işimizden akıl gelişmişliği hazırla” dediler.
11
Bunun üzerine Biz, onların kulakları üzerine o büyük mağarada nice
yıllar vurduk.
12
Sonra da iki grubun hangisinin, onların bekledikleri süreyi daha iyi
hesapladığını bildirelim/ işaretleyip gösterelim diye Rakim/Yazıt Ashâbı'nı
gönderdik.
24
“Giriş” bölümünde, surenin iniş nedeniyle ilgili olarak “Esbab-ı Nüzul”
kayıtlarında yer alan bazı nakilleri sunmuştuk. Bu nakillerde, Mekkeli müşriklerin
Yesrib’teki Ehlikitap bilginlerine başvurdukları ve onlardan Ashab-ı Kehf’e dair
peygamberimize soru sormaları ve onun bu soruya vereceği cevabı dikkate almaları
yönünde akıl aldıkları ifade edilmekteydi.
Söz konusu nakiller göz önünde tutularak bu ayetlerin peygamberimize
yöneltilen bir sorunun cevabı olduğu görüşü makul gibi görünse de, biz bu konuda
farklı kanaat taşıyoruz. Zira nakillerde yer alsa bile ayetlerin metninde
peygamberimize bu konuda soru yöneltildiğine dair herhangi bir ifade
bulunmamaktadır. Hâlbuki Zülkarneyn ile ilgili bölüm için tersi söz konusu olup
ayetlerin metninde “Sana Zülkarneyn’den soruyorlar. De ki: ...” ifadesi geçmektedir.
Ashab-ı Kehf hakkındaki anlatıma ise direkt peygamberimiz ve herkes muhatap
alınarak “Yoksa sen, Kehf [Büyük mağara] ve Rakim [Yazıt] ashabının şaşılacak
ayetlerimizden olduklarını mı sandın?” denilerek başlanmış ve herhangi bir soruya
telmihte bulunulmamıştır.
Pasajı okumaya başlamadan önce dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da,
kıssada sadece Ashab-ı Kehf’ten değil, Ashab-ı Kehf ile beraber Ashab-ı Rakim’den
de bahsedilmiş olmasıdır. Bu nedenle, pasajdaki zamirlerin bir bölümü Ashab-ı
Kehf’e, bir bölümü de Ashab-ı Rakim’e racidir.
Ayetlerin metninden açıkça anlaşıldığı üzere, surenin bu bölümünde, Kur’an’ın
indiği döneme göre henüz gerçekleşmemiş, ondan asırlarca sonra gerçekleşecek olan
ve insanların yok olmadığını, zamanı gelince sağda solda dağınık olarak bulunan
hücrelerin emaneten durdukları yerlerden alınıp birleştirileceği gerçeğine ve ahıretin
kesin varlığını bilimsel olarak ortaya koyacak kişilere ve olaylara değinilmiştir.
“Kehf” ve “Rakim Ashabı” konularının iyi anlaşılabilmesi için öncelikle 21.
ayete dikkat edilmesi gerekmektedir:
21
Böylece, Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve kıyâmet gününde hiç şüphe olmadığını bilmeleri
için, onlar üzerine haberdar yaptık. Hani onlar aralarında işlerini tartışıyorlardı. Dediler ki: “Üstlerine
basit bir bina yapın. Rableri onları daha iyi bilir.” Onların işleri üzerine galip olanlar: “Üzerlerine
kesinlikle bir mescit [ikna yerleri/âhiretin varlığını ispat edecek okullar] yapacağız” dediler.
(Kehf/21)
Görüldüğü üzere, Kehf ve Rakim Ashaplarının konu edilmelerinin amacı,
onların Allah’ın vaadinin hak olduğuna ve kıyamete dair hiç şüphenin olmayacağına
bilimsel kanıt olmalarıdır.
On ikinci ayetteki “lina’leme” ifadesinin tahlili ile ilgili ayrıntılı bilgi Sebe/21. ayetin
tahlilinde verilmiştir.12
Kehf ve Rakim Ashapları bize bir kıssa olarak anlatılmamıştır. Geçmişteki
kıssaların gelecekteki kıyamete kanıt olması zaten düşünülemez. Anlatımda
kullanılan fiillerin geniş veya gelecek zaman kipleriyle verilmesi de anlatılanların
geçmişe değil de geleceğe yönelik olmasından dolayıdır.
Bu açıklamalardan sonra, Ashab-ı Kehf hakkında verilen bilgilerin “Ashab-ı
Kehf Kıssası” olarak kabul edilmesini sağlayan nakillere göz atılması yararlı
12 Tebyinulkuran; clt ??? s. ????*
25
olacaktır. Rivayet kitaplarında Ashab-ı Kehf’e ait nakledilen kıssalar oldukça
ayrıntılı ve birbirinden farklıdır. Biz, Kur’an’da sözü edilen Ashab-ı Kehf ile
efsanelerdeki Ashab-ı Kehf’in birbiriyle alakasının olmadığına kani olsak da, sırf
mukayese yapılabilsin diye, merhum Mevdudi’nin hazırladığı en derli toplu nakil
derlemesini aşağıda naklediyoruz:
“Bu hikâye ile ilgili en eski kaynak, Suriyeli bir Hıristiyan rahip olan Saruc'lu James'e aittir.
James "Mağarada uyuyanların" ölümünden bir kaç yıl sonra M.S. 452’de doğmuştur. Bu olayı geniş
ayrıntılarıyla açıklayan hitabe, James tarafından M.S. 474'de veya o sıralarda kaleme alınmıştır. Bu
Suryani kaynağı ilk müslüman müfessirlerin eline geçmiş ve İbn Cerir et-Taberi de kendi tefsirinde
birçok raviden bu kaynağı nakletmiştir. Diğer taraftan aynı kaynak Avrupa'ya ulaşmış ve Yunanca,
Latince tercümeleri yayınlanmıştır. Gibbon'un The Decline and the Fall of Roman Empire [Roma
İmparatorluğunun Çöküşü] adlı kitabının 33. bölümünde "Yedi Uyuyanlar" başlığı altında
söyledikleri, bizim müfessirlerimizin anlattığı hikâyeye o denli benzemektedir ki, ikisinin de aynı
kaynaktan alındığında şüphe yoktur. Mesela, Yedi Hıristiyan genci işkence yaparak mağaraya
sığınmaya zorlayan kralın ismi, Gibbon'a göre İmparator Decius'tur. Decius, Roma İmparatorluğunu
M.S. 249-251 yılları arasında yönetmiştir ve onun dönemi Hz. İsa'yı (a.s) takip edenlere yapılan
işkencelerle meşhurdur. Müslüman müfessirlerin kitaplarında ise bu imparatorun adı "Decanus"
"Decaus" olarak geçmektedir. Bizim müfessirlerimize göre bu olayın geçtiği yerin ismi "Aphesus"
veya "Aphesos"tur. Diğer taraftan Gibbon'a göre bu yerin ismi Ephesos [Efes] 'tir. Yani Anadolu'nun
batı sahilindeki Roma'nın en büyük limanı ve şehridir. Bu şehrin harabelerini bugün de Türkiye'nin
İzmir kentinin 20-25 mil ötesinde görmek mümkündür. "Mağarada Uyuyanlar’ın" uyandıkları
dönemin imparatorunun adı Müslüman müfessirlere göre "Tezusius"tur, Gibbon'a göre ise II.
Theodosius'tur. Bu İmparator, Roma İmparatorluğu Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra M.S. 408-450
yıllarında tahtta bulunuyordu.
İki hikâye arasında o denli benzerlik vardır ki, Mağarada Uyuyanlar’ın uyandıktan sonra
yiyecek almak için şehre gönderdikleri adamın adı Müslüman müfessirlere göre "Jamblicha",
Gibbon'a göre ise Jamblichus'tur. İki hikâyenin ayrıntıları da hemen hemen aynıdır.
İmparator Decius zamanında Hz. İsa'ya uyanların acımasızca işkenceye uğradığı sırada, yedi
Hıristiyan genç bir mağaraya sığındılar ve uykuya daldılar. Daha sonra İmparator I. Theodosius'un
tahta geçişinin 38. yılında [yaklaşık olarak M.S. 445-446 yıllarında] yani bütün Roma
İmparatorluğunun müslüman olduğu bir dönemde uyandılar. O halde mağarada yaklaşık 196 yıl
kaldılar.
Bazı oryantalistler, yukarıda anlatılan hikaye ile Kur'an’da anlatılan kıssanın aynı olmadığı
görüşündedirler. Çünkü onlar Kur'an'da anlatılan olayın 309 yıl olduğu, oysa bu hikayede olayın 196
yıl olduğu fikrini savunurlar. Bu itiraza 25. açıklama notunda cevap verdik.
Kur'an ile bu Suryani kaynağı arasında birkaç küçük fark vardır. İşte bu nedenle Gibbon, Hz.
Muhammed'i (s.a) "cahillikle" suçlamaktadır. Fakat onun kendisine dayanarak bu iftirayı attığı
Suryani kaynağı, ona göre bile olay bittikten 30-40 yıl sonra bir Suriyeli tarafından ele alınmıştır.
Gibbon, bu olayın bir ülkeden diğer bir ülkeye ağızdan ağza yayılırken nasıl değiştiğini göz önünde
bulundurmamaktadır. Bu nedenle bu kaynağı kesin doğru kabul edip aralarında var olan değişiklik
nedeniyle Kur'an'ı itham etmek yanlıştır. Böyle bir tutum ancak dini düşünceler hakkında çok
önyargılı olan ve mantığın gereklerini bile görmezlikten gelen kâfirlerin tutumu olabilir.
"Mağarada Uyuyanlar" olayının geçtiği Ephesus [Efes] şehri, yaklaşık olarak M.Ö. II. yüzyılda
kurulmuş ve putperestliğin en büyük merkezi olmuştur. Bu şehrin en büyük putu, Ay tanrıçası Diana
idi ve onun bulunduğu tapınak eski dünyanın harikalarından biri olarak kabul ediliyordu. Bu puta
tapanların büyük bir bölümünü Anadolulular oluşturmaktaydı. ... Roma İmparatorluğu da onu
tanrıçalarından biri olarak kabul ediyordu.
Hz. İsa (a.s)’dan sonra onun mesajı Roma imparatorluğunun çeşitli bölgelerine ulaşmaya
başladığında, Efesli birkaç genç putperestlikten vazgeçtiler ve Allah'ı Rableri olarak kabul ettiler.
Tours'lu Gregory, "Meraculorum Liber" adlı kitabında bu Hıristiyan gençler hakkında ayrıntılı bilgiler
toplamıştır.
"Onlar yedi gençti. İmparator Decius onların inançlarını değiştirdiklerini öğrenince onlara yeni
dinleriyle ilgili sorular sordu. Onlar, İmparatorun İsa'nın dinine tamamen karşı olduğunu bildikleri
halde, inandıkları Rabbin yerlerin ve göklerin Rabbi olduğunu ve ondan başka hiç bir ilah
tanımadıklarını, aksi takdirde büyük bir günah işlemiş olacaklarını açıkladılar. İmparator buna çok
kızdı ve onları öldüreceğini söyledi. Fakat daha sonra gençliklerini göz önünde bulundurarak onlara
dinlerini değiştirmeleri için üç gün süre verdi. Bu üç gün sonunda inançlarından dönmezlerse
öldürüleceklerdi.
26
Bu yedi genç fırsattan faydalandılar ve şehirden ayrılarak dağda bir mağaraya sığınmak üzere
yola çıktılar. Yol üzerinde bir köpek peşlerine takıldı. Onu geri çevirmeye çalıştılar, fakat köpeği
peşlerinden ayıramadılar. Sonunda gizlenebilecek bir mağara buldular ve içine gizlendiler. Köpek de
mağaranın girişine oturdu. Yorgunluktan derin bir uykuya daldılar. Bu olay M.S. 250 yıllarında
meydana geldi. Yaklaşık 197 yıl sonra M.S. 447'de, İmparator II. Theodosius zamanında, tüm Roma
İmparatorluğunun Hıristiyan olduğu ve Efeslilerin de putperestlikten vazgeçtiği bir dönemde
uyandılar.
Bu dönemde Romalılar arasında, öldükten sonra dirilme ve mahşer günü ile ilgili yoğun bir
tartışma gündemdeydi. İmparatorun kendisi de insanların kafasından bu inançsızlığı silmek için bir
fırsat gözlüyordu. O denli ki, bir gün insanların inançlarını ve düşüncelerini düzeltecek bir ayet, bir
mucize sunması için Allah'a yalvarıp dua etti. İşte tam o günlerde "Yedi Uyuyanlar" mağaralarında
uyandılar.
Uyandıktan sonra gençler birbirlerine ne kadar uyuduklarını sormaya başladılar. Bazıları bir gün,
bazıları da günün bir bölümü kadar uyuduklarını söylediler. Bir sonuca varamayınca tartışmayı
bıraktılar ve gerçek sürenin ne olduğunu Allah'a bıraktılar. Daha sonra arkadaşlarından Jean'ı gümüş
paralarla yiyecek almak üzere şehre gönderdiler ve ona tanınmamaya dikkat etmesini, zira Efeslilerin
onu Diana'nın önünde secde etmeye zorlayacaklarını tembih ettiler. Fakat Jean şehre indiğinde tüm
dünyanın değişmiş olduğunu görerek şaşırdı: "Bütün topluluk Hıristiyanlığa girmiş ve şehirde
Diana'ya tapan hiç kimse kalmamıştı. Jean bir dükkâna girdi ve birkaç somun ekmek almak istedi.
Fakat para olarak verdiği gümüşlerin üstünde İmparator Decius'un resmini gören dükkân sahibi
gözlerine inanamadı ve yabancıya bu parayı nereden bulduğunu sordu. Genç adam paranın kendisinin
olduğunu söyleyince aralarında bir tartışma başladı. Daha sonra etraflarına büyük bir kalabalık
toplandı ve mesele şehrin yöneticisine kadar ulaştı. Yönetici de şaşırmıştı ve parayı aldığı hazinenin
nerede olduğunu soruyordu. Fakat genç paranın kendisine ait olduğu konusunda ısrar etti.
Yönetici ona inanmadı, çünkü yaşlılardan hiç birinin tanımadığı yüzyıllar öncesine ait bir
paraya gençler sahip olamazdı. Jean, imparator Decius'un öldüğünü öğrenince buna hem şaşırdı, hem
de sevindi. Kalabalığa önceki gün Decius'un zulmünden kurtulmak için birkaç arkadaşı ile birlikte
mağaraya sığındıklarını söyledi. Yönetici çok şaşırmıştı ve arkadaşlarının gizlenmekte oldukları
mağarayı görmek isteyerek gencin peşinden gitti. Onların arkasından büyük bir kalabalık da
geliyordu. Mağaraya geldiklerinde gençlerin gerçekten de İmparator Decius zamanına ait olduklarını
fark ettiler. En sonunda İmparator Theodosius'a da haber verildi ve o da mağarayı ziyaret etti. Daha
sonra yedi genç mağaraya geri döndüler ve orada son nefeslerini verdiler. Bu apaçık mucizeyi görünce
insanların öldükten sonra dirilmeye inançları tekrar güçlendi ve imparator mağaranın etrafına büyük
bir anıt inşa edilmesi için emir verdi."
Yukarıda anlatıldığı şekliyle mağarada uyuyanların hikâyesi Kur'an’da anlatılan kıssaya o
denli benzemektedir ki, bu yedi gencin Ashab-ı Kehf [Mağarada Uyuyanlar] olduğu kolayca kabul
edilebilir. Bununla birlikte bazıları bu hikâyenin bir Anadolu şehrinde geçtiği, oysa Kur'an'ın
Arabistan dışında gelişen bir olaya değinmediği şeklinde bir itiraz yöneltirler. Bu nedenle, onlara göre,
bu Hıristiyan hikâyesini Ashab-ı Kehf kıssası olarak kabul etmek Kur'an'ın üslup ve ruhuna aykırıdır.
Bize göre bu itiraz yanlıştır. Kur'an, Arapları uyarmak amacıyla Arabistan içinde veya dışında yaşayan
Arapların tanıdığı doğru yoldan sapan birçok eski toplulukla ilgili hikâyeler anlatır. İşte bu nedenle
Kur'an'da Mısır'ın eski tarihine değinilmiştir, oysa Mısır hiç bir zaman Arabistan'ın bir parçası
olmamıştır. Sorun şudur: Kur'an'da Mısır tarihine değinilebilirken, neden Arapların Mısır tarihi kadar
tanıdık olan Roma ve Roma tarihine değinilmesin? Roma sınırları Kuzey Hicaz'a kadar uzanmıştı ve
Arap kervanları hemen hemen bütün yıl boyunca Romalılarla ticaret yapıyordu. Bundan başka,
doğrudan Roma yönetimi altında olan Arap kabileleri de vardı. Roma İmparatorluğu Araplar için
yabancı değildi. Ve bu gerçek, Rûm Suresiyle açığa çıkmıştır. Şöyle bir fikir de akla gelebilir:
Mağarada uyuyanlar kıssası, Hz. Muhammed'in (s.a) peygamberliğini sınamak için Yahudi ve
Hıristiyanların kışkırtması ve Arapların hiç bilmediği konularda sorular sormalarını tavsiye etmeleri
üzerine Mekkeli müşriklerin Peygamber'e (s.a) yönelttikleri soruya bir cevap olarak da anlatılmış
olabilir.”13
ASHAB-I KEHF VE ASHAB-I RAKİM’İN SÖZCÜK ANLAMLARI:
‫الكهف‬Kehf
13 (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)
27
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi
69. kehf suresi

More Related Content

What's hot

1 peygamber efendimizinozethayati
1 peygamber efendimizinozethayati1 peygamber efendimizinozethayati
1 peygamber efendimizinozethayatiSalım Selvi
 
1 peygamberefendimizinozethayati
1 peygamberefendimizinozethayati1 peygamberefendimizinozethayati
1 peygamberefendimizinozethayatiŞükrü Özer
 
Kur'an ve Sünnet Bütünlüğü
Kur'an ve Sünnet BütünlüğüKur'an ve Sünnet Bütünlüğü
Kur'an ve Sünnet BütünlüğüsmetBehicTekkanat
 
Tevrat ve İncil’de​ Hz. Muhammed (sav)
Tevrat ve İncil’de​ Hz. Muhammed (sav)Tevrat ve İncil’de​ Hz. Muhammed (sav)
Tevrat ve İncil’de​ Hz. Muhammed (sav)sebo1453
 
O'nun Ahlakı Kur'an'dı
O'nun Ahlakı Kur'an'dıO'nun Ahlakı Kur'an'dı
O'nun Ahlakı Kur'an'dıOmerFarukBurak
 
Peygamberimizin Komutanları
Peygamberimizin KomutanlarıPeygamberimizin Komutanları
Peygamberimizin KomutanlarısmetBehicTekkanat
 
Ramazan Ayının Önemi
Ramazan Ayının ÖnemiRamazan Ayının Önemi
Ramazan Ayının ÖnemiAkifSamanci
 
İL Üniversitesi - 1.15.habesistan hicreti asr i saadet-islam tarihi
İL Üniversitesi - 1.15.habesistan hicreti asr i saadet-islam tarihiİL Üniversitesi - 1.15.habesistan hicreti asr i saadet-islam tarihi
İL Üniversitesi - 1.15.habesistan hicreti asr i saadet-islam tarihiColorado Theology University
 
Di̇n ödevi̇
Di̇n ödevi̇Di̇n ödevi̇
Di̇n ödevi̇hafize
 
Hz. Peygamber'in (s.a.v) Aile Hayatı - S. Sarı
Hz. Peygamber'in (s.a.v) Aile Hayatı - S. SarıHz. Peygamber'in (s.a.v) Aile Hayatı - S. Sarı
Hz. Peygamber'in (s.a.v) Aile Hayatı - S. SarıRecep Çarpar
 
Peygamber
PeygamberPeygamber
Peygamberhaber
 
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğitIsra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğitSalım Selvi
 
The birth of our lord in turkish
The birth of our lord in turkishThe birth of our lord in turkish
The birth of our lord in turkishMartin M Flynn
 

What's hot (20)

1 peygamber efendimizinozethayati
1 peygamber efendimizinozethayati1 peygamber efendimizinozethayati
1 peygamber efendimizinozethayati
 
1 peygamberefendimizinozethayati
1 peygamberefendimizinozethayati1 peygamberefendimizinozethayati
1 peygamberefendimizinozethayati
 
Kur'an ve Sünnet Bütünlüğü
Kur'an ve Sünnet BütünlüğüKur'an ve Sünnet Bütünlüğü
Kur'an ve Sünnet Bütünlüğü
 
Miraç
MiraçMiraç
Miraç
 
1. alak suresi
1. alak suresi1. alak suresi
1. alak suresi
 
Tevrat ve İncil’de​ Hz. Muhammed (sav)
Tevrat ve İncil’de​ Hz. Muhammed (sav)Tevrat ve İncil’de​ Hz. Muhammed (sav)
Tevrat ve İncil’de​ Hz. Muhammed (sav)
 
El Muallim
El MuallimEl Muallim
El Muallim
 
3. müzzemmil suresi
3. müzzemmil suresi3. müzzemmil suresi
3. müzzemmil suresi
 
O'nun Ahlakı Kur'an'dı
O'nun Ahlakı Kur'an'dıO'nun Ahlakı Kur'an'dı
O'nun Ahlakı Kur'an'dı
 
24. abese suresi
24. abese suresi24. abese suresi
24. abese suresi
 
Peygamberimizin Komutanları
Peygamberimizin KomutanlarıPeygamberimizin Komutanları
Peygamberimizin Komutanları
 
Ramazan Ayının Önemi
Ramazan Ayının ÖnemiRamazan Ayının Önemi
Ramazan Ayının Önemi
 
İL Üniversitesi - 1.15.habesistan hicreti asr i saadet-islam tarihi
İL Üniversitesi - 1.15.habesistan hicreti asr i saadet-islam tarihiİL Üniversitesi - 1.15.habesistan hicreti asr i saadet-islam tarihi
İL Üniversitesi - 1.15.habesistan hicreti asr i saadet-islam tarihi
 
Di̇n ödevi̇
Di̇n ödevi̇Di̇n ödevi̇
Di̇n ödevi̇
 
Hz. Peygamber'in (s.a.v) Aile Hayatı - S. Sarı
Hz. Peygamber'in (s.a.v) Aile Hayatı - S. SarıHz. Peygamber'in (s.a.v) Aile Hayatı - S. Sarı
Hz. Peygamber'in (s.a.v) Aile Hayatı - S. Sarı
 
Kur'an'ı Anlamak
Kur'an'ı AnlamakKur'an'ı Anlamak
Kur'an'ı Anlamak
 
Peygamber
PeygamberPeygamber
Peygamber
 
İslamda Kadın Rolu
İslamda Kadın Roluİslamda Kadın Rolu
İslamda Kadın Rolu
 
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğitIsra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
Isra ve miraç mucizesi idris yavuzyiğit
 
The birth of our lord in turkish
The birth of our lord in turkishThe birth of our lord in turkish
The birth of our lord in turkish
 

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN (20)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 

69. kehf suresi

  • 1. 69 KEHF SURESİ GİRİŞ: Kehf suresi, Mekke’de 69. sırada inmiş olup adını 9. ayetteki “Kehf [büyük mağara]” sözcüğünden alır. 1-8, 28, 107-110. ayetlerin Medenî olduğuna dair nakiller de söz konusudur.1 Sure, Kur’an’ın salihatı işleyen müminlere cenneti müjdelemek, şirk koşanları da uyarmak için indirildiğinin açıklanmasıyla başlamaktadır. Resulullah’ın moral verilip teselli edilmesiyle devam eden surede üç ana mucizevî olaya değinilmektedir. Bunlardan ilki Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakim hakkında anlatılanıdır. İkincisi Zülkarneyn ile ilgili mucizevî işaretlerle dolu anlatım, üçüncüsü de Musa peygamberin eğitim sürecinden bir kesitin yer aldığı Musa ve “Âlim Kul” hakkındaki kıssadır. Her üç kıssada da insanlığı hayran bırakacak mucizelere değinilmektedir. Ayrıca öğüt ve ibret alınması maksadıyla müşrik ve mümin iki adam [malıyla övünüp kibirlenen bir “zengin” ile imanı ve inancıyla şeref duyan bir “fakir kul”] örneği verilmektedir. Surede yer alan Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakim, Musa ile Alim kul ve Zülkarneyn kıssaları daha evvel doğru dürüst anlaşılmadığından bu konulara dair birçok efsane üretilmiş, ya da bu kıssalarda nakledilenler mitolojideki bazı efsanelere adapte edilmiştir. Surenin inişi ile ilgili olarak klasik kaynaklarda şu bilgiler verilmektedir: İbn İshak'ın naklettiğine göre, Kureyşliler Nadr b. Hâris ve Ukbe b. Ebi Muayt'ı Yahudi ilim adamlarına gönderdiler ve onlara şu talimatı verdiler: Muhammed hakkında bunlara soru sorun ve onlara Muhammed'in niteliklerini anlatın. Neler söylediklerini bildirin. Çünkü onlar, kendilerine ilk kitap verilmiş kimselerdir. Ve onların yanında bizim sahip olmadığımız türden peygamberlerin getirdiği bilgiden malumat vardır. Bunun üzerine Nadr ile Ukbe yola çıktılar ve Medine'ye gittiler. Medine'ye varıp Yahudi ilim adamlarına, Resulullah (sav) hakkında soru sordular. Onlara durumunu anlattılar, söylediği sözlerin bir bölümünü haber verdiler ve şöyle dediler: Siz, Tevrat ehlisiniz. Biz size, bizim bu arkadaşımızın durumunu bildirmeniz için geldik. Yahudi ilim adamları onlara şöyle dedi: Bizim size söyleyeceğimiz üç hususu ona sorunuz. Eğer bunlara dair size haber verecek olursa, o, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Şayet bunu yapmayacak olursa, o, Allah'a yalan uyduran bir kimsedir. O takdirde uygun gördüğünüzü ona yaparsınız. Siz ona, eski zamanda ayrılıp gitmiş genç bir takım delikanlıların durumlarının ne olduğunu sorunuz. Çünkü, gerçekten onların hayret edilecek bir halleri olmuştu. Yine ona, dünyanın doğularına ve batılarına ulaşmış, oldukça dolaşmış bir kimseye dair soru sorunuz. Onun haberi ne olmuştur? Yine ona Ruh hakkında sorunuz, o nedir? Eğer size bunları haber verecek olursa, ona uyunuz, o bir peygamberdir. Eğer yapmayacak olursa, biliniz ki, o, yalan uyduran bir kimsedir. Onun hakkında uygun göreceğiniz uygulamayı yapınız. Nadr b. Haris ile Ukbe b. Ebi Muayt, Medine'den dönüp Mekke'ye geldiler ve Kureyşlilere şöyle dediler: Ey Kureyşliler topluluğu! Biz sizlere, sizin ile Muhammed arasında ayırt edici hükmü vermenizi sağlayacak bir çözüm getirdik. Yahudi ilim adamlan bizlere, ona sormamızı istedikleri bazı hususlar söylediler. Ve eğer bunlar hakkında size haber verirse o bir peygamberdir. Vermeyecek olursa, yalan uyduran bir kimsedir ve onun hakkında uygun gördüğünüzü yapınız, dediler. Bunun üzerine Resulullah (sav)'a gelip şöyle dediler: Ey Muhammed, sen bizlere, ilk zamanlarda ayrılıp gitmiş genç delikanlıların durumunu haber ver. Çünkü onların başından hayret edilecek şeyler geçmişti. İkinci olarak sen bize, yeryüzünün doğularına ve batılarına gitmiş, oldukça dolaşmış bir adam hakkında haber ver, ayrıca bizlere Ruh'un ne olduğunu da bildir. Resulullah (sav) onlara: "Yarın size bu istediğiniz hususları haber vereceğim" deyip 1 (Süyuti, el İtkan; Mukatil) 1
  • 2. "inşaallah" demedi. Onlar da yanından ayrılıp gittiler. İddia edildiğine göre Râsulullah (sav) onbeş gün geçtiği halde yüce Allah bu konuda ona bir vahiy indirmedi ve Cebrail de yanına gelmedi. Nihayet Mekkeliler yalan haberler yayarak “Muhammed bize yarın haber vereceğini vaat ettiği halde, işte bu onbeşinci günün sabahı, kendisine sorduğumuz herhangi bir şeyi haber vermedi” dediler. Nihayet vahyin gecikmesi Resulullah (sav)'ı üzdü, kederlendirdi. Mekkelilerin konuştukları ona ağır geldi. Daha sonra Cibril (a.s), Allah (c.c) nezdinden ona Kehf Ashabı’nın sözkonusu edildiği sûreyi getirdi. Bu sûrede, Hz. Peygamber'e, onlar için üzülmesinden dolayı serzenişte bulunulduğu gibi, ona sordukları genç delikanlıların durumu ile dünyayı dolaşıp gezmiş adamın haberini ve Ruh'un mahiyetine dair sorduklarının cevabını getirdi.2 Muhammed İbn İshâk bu sûre-i celîle'nin nüzul sebebi hakkında der ki: Mısır halkından ihtiyar bir kişi bana anlattı. O, kırk küsur sene önce bize gelmişti. Ona İkrime b. Abbâs'ın şöyle dediğini nakletmiş: Kureyş'liler Nadr b. Haris ve Ukbe b. Ebu Muayt'ı Medine'deki Yahûdî hahamlara gönderdiler ve dediler ki: Onlardan Muhammed'in durumunu sorun, niteliklerini anlatın ve söylediklerini kendilerine haber verin. Onlar Kitab Ehli bir toplulukturlar ve onların yanında peygamberlerin bilgisine dâir bizde bulunmayan şeyler vardır. O ikisi Mekke'den çıkıp Medine'ye geldiler. Yahûdî hahamlarına Hz. Peygamberin durumunu sordular, sözlerinden bir kısmını aktararak halini anlattılar ve dediler ki: Siz, Tevrat ehlisiniz. Biz size bu arkadaşınızın durumundan haber almak için geldik. Yahûdî hahamları onlara dediler ki: Biz size, ona üç şeyi sormanızı emrederiz. Eğer o, size bunları bildirirse; gerçekten gönderilmiş bir peygamberdir, eğer bunu bildirmezse, adam söz uyduran birisidir, siz onun hakkında istediğiniz gibi görüş bildirebilirsiniz. Kendisine önce eski devirlerde yaşamış ve geçip gitmiş delikanlıların halini sorun, durumları ne olmuştu? Çünkü onların garîb bir hâdisesi vardır. Sonra ona yeryüzünün doğularına ve batılarına kadar gezen adamın durumunu sorun, size onun haberini versin. Ayrıca ona ruhun ne olduğunu sorun. Eğer o, bunlar hakkında size bilgi verirse; o, peygamberdir, kendisine uyun. Şayet size bunlar hakkında bilgi vermezse; o, lâf eden bir adamdır. Uygun gördüğünüz şekilde ona davranın. Nadr İbn Haris ve Ukbe İbn Ebu Muayt dönüp Kureyşlilerin yanına geldiler ve “Ey Kureyş topluluğu, biz sizinle Muhammed'in arasını ayıracak bir bilgi getirdik. Yahûdî hahamları bize Muhammed'e bazı şeyler sormamızı bildirdiler” diyerek onları Kureyşlilere anlattılar. Kureyşliler de Hz. Peygambere gelip “Ey Muhammed, bize şunları haber ver!” dediler ve Yahûdî hahamlarının kendilerine söylediklerini Hz. Peygamberden sordular. Resûlullah (s.a) onlara dedi ki: Yarın sorduğunuz şeyleri size haber vereceğim. Fakat inşâallah demedi. Onlar gittiler ve Hz. Peygamber on beş gece bekledi, Allah ona bu konuda hiç bir vahiy göndermedi. Cibril Aleyhisselâm da gelmedi. Nihayet Mekke halkı şımarıklık ederek dediler ki: Muhammed bize yarın söylerim diye va'detti. İşte, on beşinci gün de geldi, fakat kendisine sorduğumuz şeyleri hâlâ bize haber veremedi. Nihayet vahyin kesilmesi Rasûlullah (s.a)’ı üzüntüye boğdu. Mekke halkının söyledikleri de ona ağır geldi. Bunun üzerine Hz. Cebrail Allah katından Kehf Ashabı’ndan bahseden sûreyi getirdi. Bu sûrede Kureyşlilerin yaptıklarına üzülmesinden dolayı Hz. Peygambere serzeniş vardır. Ayrıca gezginci adamla delikanlının durumu hakkında sordukları soruların haberi vardır. Allah Azze ve Celle “Sana rûhdan sorarlar. De ki: Rûh Rabbımın emirlerinden bir emirdir. Ancak size bilgiden çok azı verilmiştir” âyetini de inzal buyurdu.3 Biz, Ashab-ı Kehf Kıssası'nın sebebi nüzulünü, İsra/85 ayetinin de sebebi nüzulü olarak zikretmiştik. Muhammed b. İshak, bu kıssanın sebebi nüzulü olan hadiseyi genişçe anlatarak şöyle demiştir: Nadr b. Haris, Kureyş'in şeytanlarından, kötü kimselerinden idi. O, Allah'ın Resulüne eziyet eder, düşmanlık beslerdi. Hîre (şehrine) gidip, oradan [İran efsânelerinden] Rüstem ve İsfendiyâr hikâyelerini öğrendi. Hz. Peygamber (s.a.s) bir topluluk içine oturduğunda, Allah'tan bahsederdi. Etrafındakilerine, geçmiş ümmetlerin başına gelen hâdiseleri anlatırdı. Hz. Peygamber o topluluktan ayrılınca Nadr hemen onun yerini alıp şöyle derdi: Vallahi ey Kureyşliler, ben ondan daha güzel [hikâyeler] anlatırım. Gelin, ben size onun sözlerinden daha güzelini söyleyeyim" der ve onlara İran krallarının efsanelerini anlatırdı. Daha sonra Kureyşliler onu ve beraberinde Utbe b. Ebî Mu'ayt'ı, Medine'deki Yahûdî 2 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 3 İbn Kesir) 2
  • 3. alimlerine gönderip onlardan "Muhammed'i ve durumunu sorun. Onlara, Muhammed’in sözlerini nakledin. Zira onlar önceki kitap sahipleridir. Dolayısıyla onlar bizim bilmediklerimizi de bilirler" dediler. Bunun üzerine onlar, çıkıp Medine'ye geldiler ve Yahûdî âlimlerine Hz. Muhammed (s.a.s)'in durumunu sordular. Onlar da "Ona şu üç şeyi sorun: a- Asırlar önce gidip kaybolan o gençlerin [Ashab-ı Kehf'in] durumunu sorun. Çünkü bunların kıssası enteresandır. b- Doğu-Batı her yere ulaşabilen o seyyahın hadisesini sorun. c- Ona ruhu ve ruhun ne olduğunu sorun. Eğer o size, bunların cevabını verirse, bilin ki peygamberdir. Aksi halde, peygamber olduğunu uyduran birisidir" dediler. Nadr ve arkadaşı Mekke'ye dönünce, Kureyş'e: "Biz, bizimle Muhammed arasında kesin hükmü ortaya çıkaracak birşeyi getirdik" dediler ve Yahûdîlerin söylediklerini onlara haber verdiler. Kureyş, Resûlullah'a gelip bu soruları sordular. Hz. Peygamber (s.a.s) de "inşaallah" demeden, "sorduklarınıza yarın cevap veririm" dedi. Bunun üzerine Mekkeliler çekip gittiler. Hz. Peygamber (s.a.s), O'nların sorduğu şeylerin cevabını, onbeş gün bekledi. Böylece Mekkeliler, onun hakkında ileri geri konuşmaya başladılar ve "Muhammed bize 'yarın' dedi ama, bugün onbeşinci gün. Galiba bu ona zor geldi" dediler. Derken Cebrail (a.s), Hz. Peygamber'e Kehf Sûresi'ni getirdi; ki, bu sûrede Cenâb-ı Hakk'ın, Hz. Peygamber'i, Mekkeliler iman etmiyorlar diye üzüldüğünden ötürü kınaması, o gençlerin [Ashab-ı Kehf] ile o seyyahın haberi vardır.4 Ayette sözü geçen Mağara İnsanları'nın kıssasına gelince, müfessirlerin çoğu bunun ilk dönem Hristiyan tarihiyle, yani Roma imparatoru Desius'un zulmüne uğrayan Hristiyanlarla ilgili olduğu görüşüne meyletmektedirler. Menkıbeye göre, Efesli bir grup genç Hristiyan, inançlarıyla bağdaşır bir hayat sürdürmek için köpekleriyle beraber insan gözünden ırak bir mağaraya sığınır ve orada yıllarca süren [bu surenin 25. ayetine dayanarak yapılan bazı hesaplara göre üçyüz yıl dolayında] mucizevî bir uykuya yatarlar. Ne kadar sürdüğünün farkında olmadıkları bu uykudan günün birinde uyanır ve içlerinden birini yiyecek bir şeyler satın alması için şehre gönderirler. Tabii, bu arada durum bütünüyle değişmiş, Hristiyanlık artık kovuşturulan, baskı ve zor altındaki bir din olmaktan çıkmış, hatta Roma İmparatorluğu'nun resmî dini olmuştur. Genç adamın alış veriş için kullanmak istediği -Desius zamanından kalma- eski para şehirde ister istemez merak ve şaşkınlık uyandırır ve şehir halkı genç adama sorular sormaya başlar ve böylece Mağara İnsanları'nın ve onların mucizevî uykularının kıssası aydınlığa kavuşur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, klasik müfessirlerin ekseriyeti, Kur'an'ın bu Mağara İnsanları'yla ilgili atfını [9-26. ayetler] açıklamaya çalışırken hep bu Hristiyan menkıbesine dayanmışlardır. Ama, öyle görünüyor ki, kıssanın bu Hristiyan versiyonu, Hristiyanlık öncesi döneme, Yahudi kaynaklara kadar giden çok eski ve sözlü bir geleneğin son uzantısından başka bir şey değildir. Klasik müfessirlerin hemen hepsinin naklettiği muhtelif güvenilir hadisler de bunun böyle olduğunu göstermektedir. Bu hadislere göre, Muhammed (s)'in sahiden peygamber olup olmadığını sınamak için onun Mekkeli muhaliflerini, öteki meseller yanında, ona Mağara İnsanları'nın kıssası konusunda da soru sormaları için kışkırtanlar Medineli Yahudi din adamlarıydı [rabbis/ahbâr]. Surenin 13. ayetiyle ilgili yorumunda İbni Kesîr bu hadislere atıfta bulunarak şöyle demektedir: "Mağara İnsanları'nın Meryem oğlu İsa'nın izleyicileri olduğu söylenmiştir, ama işin aslını Allah bilir: Çünkü, bunların Hristiyanlık çağından çok önce yaşamış oldukları şu bakımdan açıktır ki, eğer Hristiyan olmuş olsalardı, kendilerini din ve kültür olarak Hristiyanlardan bütünüyle uzak tutan Yahudi din adamları böyle bir kıssaya kendi geleneksel söylenceleri arasında ne diye yer versinler?" Dolayısıyla, giydirilen Hristiyan kisvesi çıkarılıp hristiyanî renklerden arındıktan sonra rahatlıkla söyleyebiliriz ki Mağara İnsanları kıssası özü itibariyle Yahudi menşelidir. Sonradan eklenen unsurlardan arındırıp kendi aslî muhtevasına ulaştırdığımız zaman, kendi ihtiyarıyla dünyadan el etek çekip insan gözünden ırak bir mağarada ömür boyu "uykuya" çekilen ve mucizevî bir "uyanışla hayata dönen" bu insanların kıssasında, Hz. İsa'nın zuhurundan hemen önceki ve hemen sonraki yüzyıllarda Yahudi dininin tarihinde önemli bir rol oynayan dinî bir harekete, [3:52 üzerine 42. notumuzda da belirttiğimiz gibi, Hz. İsa'nın kendisinin de mensup olmuş olabileceği] çileci Essene Kardeşliği hareketine ve özellikle, onun kollarından birine, yani Ölü Deniz yakınlarında bir yerde uzlet içinde yaşamayı seçen ve modern zamanlarda Ölü Deniz Yazmaları/Kitabeleri keşfedildikten bu yana "Kumran cemaati" olarak bilinegelen bir topluluğun hayatına ilişkin çarpıcı bir temsîl buluruz. Yukarıdaki ayette geçen [bizim "yazmalar" ifadesiyle aktardığımız] rakîm ifadesi bu görüşe güçlü bir destek sağlamaktadır. Taberî'nin kaydettiği gibi, ilk otoritelerden bazıları -özellikle İbni Abbâs- bu terimi merkûm ["yazılı şey"] terimiyle ve dolayısıyla "kitap" ya da "kitabe/yazıt" terimiyle eş anlamlı görmüşlerdir. Keza Râzî: "Bütün belâgatçiler ve Arapça uzmanları er-rakîm'in el-kitâb'la aynı anlama geldiği görüşündedirler" demektedir. Kumran cemaati mensuplarının -ki bu Essene tarikatinin ilkelere 4 (Razi; el Mefatihu’l Gayb) 3
  • 4. en bağlı grubuydu- kendilerini bütünüyle bazı kutsal metinlerin ya da yazmaların tedris, istinsah ve muhafazasına adamış oldukları, dünyadan tam bir el etek çekme ve tecrit durumu içinde yaşadıkları ve manevî değerlere bağlılıklarıyla ileri derecede saygı uyandırdıkları tarihî olarak ortaya konmuş bulunduğuna göre, bu kişilerin dindaşlarının muhayyilesinde, zaman içinde, dünyayla irtibatını keserek yüzyıllarca "uyuyan" ve manevî/ruhanî görevleri bitince "uyanan" Mağara İnsanları'nın menkıbesiyle temsîlî bir anlatıma dönüşecek kadar derin bir iz bıraktıkları rahatlıkla söylenebilir. Kaynağı ne olursa olsun, yani ister Yahudi kaynaklı olsun, ister Hristiyan kaynaklı, Kur'an'ın bu menkıbeyi bütünüyle temsîlî bir anlamda: yani, Allah'ın insanda ölümü [yahut "uyku"yu], ölümden sonra kalkışı [yahut "uyanış"ı] gerçekleştirmesini ve bu arada insanları dinlerinin safiyetini korumak için günah ve kötülükle dolu bir dünyayı terk etmeye sevk eden dinî hassasiyeti yansıtan ve nihayet Allah'ın böyle bir imanı, zamanı ve ölüm olgusunu aşan manevî/ruhanî bir uyanma bahşederek nasıl ödüllendirdiğini dile getiren bir temsîl olarak zikrettiği bir gerçektir.5 Başta da açıkladığımız gibi, sure aslında Mekki ve Medeni olmak üzere değişik necmlerden oluşmaktadır. Biz, birbirine bağlı olan necmleri bir araya getirerek sureyi yeni bir dizimle takdim ediyoruz. 5 (Muhammed Esed; Kur’an Mesajı) 4
  • 5. MEAL: RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA 1-4 Tüm övgüler, katından şiddetli azaba karşı uyarmak, düzeltmeye yönelik işler yapan mü’minlere, şüphesiz kendileri için, içinde sürekli kalıcılar olarak güzel bir ödül bulunduğunu müjdelemek ve “Allah çocuk edindi” diyenleri uyarmak için, kuluna, gözetici olarak, kendisi için hiçbir pürüz oluşturmadığı Kitab'ı indiren Allah içindir; başkası övülemez. 5 Kendilerinin ve atalarının Allah'ın çocuk edinmişliğine dair hiçbir bilgileri yoktur. Ağızlarından çıkan söz ne kadar büyük! Onlar, sadece yalan söylüyorlar. 6 Sonra da sen onlar bu Kur’ân'a inanmazlarsa, onların yaptıklarından dolayı, üzüntüden neredeyse kendini harap edeceksin! 7 Şüphesiz Biz yeryüzündeki, ona süs olan şeyleri insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini sınamamız için yaptık. 8 Ve şüphesiz Biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak yapacağız. 32 Ve onlara, iki adamı örnek ver: Biz bunlardan birine her türlü üzümlerden iki bağ verdik ve iki bağın etrafını hurmalarla donattık. Aralarında da bir ekinlik yaptık. 33 Her iki bahçe de, hiçbir şeyi eksik bırakmaksızın, ürünlerini verdiler. Aralarında da ırmak yardık/akıttık. 34 Bu iki bağın sahibi için ayrıca başka gelir de vardı. Bundan dolayı bu adam arkadaşına konuşarak: “Ben, malca senden daha çok, insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm” dedi. 35,36 Ve bu adam, kendine haksızlık ederek bağına girdi: “Ben, bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmıyorum. Ben Saat'in kopacağını da zannetmiyorum. Var sayalım ki Rabbime geri götürüldüm, kesinlikle orada bundan daha iyi bir sonuç bulurum” dedi. 37-41 Arkadaşı konuşarak ona, “Seni topraktan, sonra bir damla sudan oluşturan, daha sonra da seni olgun insan hâline getirene mi inanmıyorsun? Fakat ben; O, benim Rabbim Allah'tır. Ve ben Rabbime kimseyi ortak koşmam. Kendi bağına girdiğin zaman: “Maşallah, lâ kuvvete illa billâh” [Allah ne isterse o olur. Allah'tan başka hiçbir güç yoktur] deseydin ya! Sen her ne kadar beni, malca ve evlatça kendinden az görüyorsan da, belki Rabbim bana, senin bağından daha hayırlısını verir. Seninkinin üstüne de gökten felaketler gönderir de senin bağ, 5
  • 6. kaygan bir toprak hâline geliverir. Yahut bağının suyu yerin dibine çekilir de bir daha onu aramaya güç yetiremezsin” dedi. 42,43 Ve o iki bağ sahibi kişi, serveti ile kuşatma altına alındı/ bitirildi. Bunun üzerine bağında yaptığı harcamalara karşı ellerini ovuşturmaya başladı. Bahçe, çardakları üzerine yıkılmış kalmıştı, o da “Ah ne olaydım! Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım” diyordu. O kişi için Allah'ın astlarından yardım edecek bir topluluk olmadı. Ve kendisi de öç alacak/kendi kendine yardım edecek biri değildi. 44 İşte burada egemenlik/yardımcılık, koruyuculuk, yol göstericilik ancak hak olan Allah'a aittir. O, ödüllendirme bakımından en iyi ve kovuşturma yönünden de en iyi olandır. 45 Ve sen, onlara basit dünya hayatının misalini ver: O basit dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sebebiyle yeryüzünün bitkileri birbirine karışmış, sonra da rüzgârın savurup durduğu bir çöp kırıntısı oluvermiştir. Ve Allah, her şeye gücünü kabul ettirendir. 46 Mal ve oğullar, basit dünya hayatının süsüdür. Kalıcı düzeltmeye yönelik işler ise, Rabbinin katında, sevapça daha hayırlıdır, ümit bağlama yönünden de daha hayırlıdır. 47 Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yeryüzünü çırılçıplak/ dümdüz göreceksin. Ve Biz onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık. 48 Ve onlar, saf hâlinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce oluşturduğumuz gibi Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı gerçekleştirmeyeceğimize bâtılca inanıyordunuz.” 49 Ve Kitap/ amel defteri konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük-küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez. 27 Ve sen Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku/ izle! Rabbinin sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Ve sen O'nun astlarından bir sığınak bulamazsın. 28 Ve kendini, sürekli olarak Rablerinin rızasını isteyerek Rablerine yalvaran kişiler ile beraber sabreden biri kıl. Basit dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini de ayırma. Ve de sen, Bizim anılmamızdan kalbini ilgisiz/ duyarsız kıldığımız, boş-iğreti arzusuna uymuş ve de işi aşırılık olan kimseye uyma. 29 Ve de ki: “O gerçek, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek reddetsin / inanmasın.” Şüphesiz Biz, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O, ne kötü bir içecektir! Dayanma/ sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür! 30 Şüphesiz iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar; şüphe yok ki Biz, işi güzel yapanların karşılığını kaybetmeyiz. 31 İşte onlar, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, orada koltuklarına yaslanmış olarak altından bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyecekler. O ne güzel karşılıktır! Ve ne güzel kalma yeri! 6
  • 7. 9 Yoksa sen, Büyük Mağara ve Rakim/Yazıt Ashâbı'nın şaşılacak alâmetlerimizden/ göstergelerimizden olduklarını mı sandın? 10 O yiğitler, Büyük Mağara'ya sığınınca: “Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve bizim için şu işimizden akıl gelişmişliği hazırla” dediler. 11 Bunun üzerine Biz, onların kulakları üzerine o büyük mağarada nice yıllar vurduk. 12 Sonra da iki grubun hangisinin, onların bekledikleri süreyi daha iyi hesapladığını bildirelim/ işaretleyip gösterelim diye Rakim/Yazıt Ashâbı'nı gönderdik. 13,16 Biz sana Kehf ve Rakim Ashâblarının önemli haberlerini gerçek olarak kıssalaştıracağız. Şüphesiz onlar, Rablerine iman etmiş birkaç genç yiğitler idi. Biz de onlara kılavuzluğu arttırdık: “Mademki siz, onlardan ve Allah'tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız, o hâlde o büyük mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden yayıversin ve işinizden size rast getirip yararlı olanı hazırlasın.” 14,15 Ve Biz onlar ayaklanıp da: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'nun astlarına ilâh olarak yalvarmayız, yoksa kesinlikle saçma-sapan konuşmuş oluruz. Şunlar, Allah'ın astlarından ilâhlar edinen bizim toplumumuzdur. Edindikleri ilâhlara dair açık bir delil getirselerdi ya! Allah'a karşı yalan uydurandan daha yanlış davranan; kendi zararlarına iş yapan kim olabilir?” dediklerinde onların kalplerini sağlamlaştırdık. 17 Ve sen, vahy doğrultusunda araştırma yapıldığında hayırlı bir sonuç alındığını; aksi durumda anlamsız bir iş yapıldığını göreceksin. Kendileri de ondan geniş bir boşluktadırlar. Bu, Allah'ın lâmetlerinden/göstergelerindendir. Allah kime kılavuzluk ettiyse artık o, kılavuzlanan doğru yolu bulmuştur. Allah kimi şaşırttıysa da, artık sen ona yol gösteren bir Yakın Kimseyi asla bulamazsın. 18 Ve sen Ashâb-ı Rakim'i görseydin uyanık sanırdın. Hâlbuki onlar uykudadırlar. Ve Biz onları sağ yana ve sol yana çeviririz. Köpekleri de girişte ön ayaklarını ileri doğru uzatmıştı. Eğer sen onların durumunu iyice bilseydin, kesinlikle, kaçarak onlardan uzaklaşırdın ve onlardan ürpertiyle dolardın. 19,20 Ve böylece kendi aralarında soruşturma yapsınlar diye yazıt ashâbını gönderdik. Onlardan bir sözcü: “Ne kadar durup kaldınız?” dedi. Diğerleri: “Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık” dediler. Yazıt ashâbından diğerleri: “Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi, bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size yiyecek getirsin. Ve çok nazik davransın ve sizi kimseye sezdirmesin. Şüphesiz şehir halkı, sizin üzerinize galip gelirlerse sizi taşlayarak öldürürler veya sizi kendi dinlerine/yaşam tarzlarına döndürürler. O zaman da siz, sonsuz olarak asla kurtuluşa eremezsiniz.” 21 Böylece, Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve kıyâmet gününde hiç şüphe olmadığını bilmeleri için, onlar üzerine haberdar yaptık. Hani onlar aralarında işlerini tartışıyorlardı. Dediler ki: “Üstlerine basit bir bina yapın. Rableri onları daha iyi bilir.” Onların işleri üzerine galip olanlar: “Üzerlerine kesinlikle bir mescit [ikna yerleri/âhiretin varlığını isbat edecek okullar] yapacağız” dediler. “22-25 Onlar, üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir” diyecekler, Onlar, ıssız alanı taşlamak olarak [isabetsiz, dayanaksız, kafadan atma olarak], “Beş kişidir, altıncıları köpekleridir” diyecekler, “Onlar, yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir” ve onlar, “Onlar, onların o büyük mağaralarında üçyüz yıl kaldılar” derler. Ve dokuza arttırdılar. De ki: “Onların sayılarını Rabbim daha 7
  • 8. iyi bilir.” Onları ancak pek az kimse bilir. Bu sebeple onlar hakkında ortada olan şeyden başkası ile bir münakaşaya girişme ve bunlar hakkında onlardan kimseye de bir şey sorma! Ve hiçbir şey için, “Allah'ın dilemesi dışında, şüphesiz ben yarın onu yapacağım” deme. Ve terk ettiğin vakit Allah'ı an ve “Umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olana eriştirir” de! 26 De ki: “Allah, yazıt ashâbının ne kadar kaldıklarını en iyi bilendir.” Göklerin ve yerin görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği yalnızca O'nun içindir. O, ne güzel görür, O ne güzel işitir! Onlar için, O'nun astlarından bir yardım eden, yol gösteren, koruyan bir yakın kişi yoktur. Allah, Kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez. 50 Ve hani Biz doğal güçlere, “Âdem'e boyun eğip teslimiyet gösterin” demiştik de İblis/ düşünce yetisi dışında hepsi boyun eğip teslimiyet gösterdi. İblis, görünmez varlıklardandı/ enerjidendi. Sonra da kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, Benim astlarımdan onu ve onun soyunu yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için ne kötü bir değiştirmedir bu! 51 Ben onları, göklerin ve yeryüzünün oluşturuluşuna ve kendilerinin oluşturuşuna şâhit tutmadım ve Ben hiçbir zaman saptıranları yardımcı edinmiş değilim. 52 Ve o gün Allah: “Yanlış olarak inandığınız Benim ortaklarımı hadi çağırın” der. Sonra onlar da onları çağırdılar da onlar kendilerine cevap vermediler. Ve Biz, onların arasına ateşten bir engel koymuşuzdur. 53 Ve günahkârlar ateşi görmüşler de artık kendilerinin ona düşeceklerine kesin inanmışlardır. Ondan kaçıp sığınacak bir yer de bulamadılar. 54 Ve şüphesiz Biz, bu Kur’ân'da insanlar için her örnekten geniş geniş açıkladık. İnsan ise, tartışma yönünden her şeyden daha çok olandır. 55 Ve kendilerine doğru yol [kitap, elçi] geldiği zaman, insanların iman etmelerine ve Rablerinden günahlarının bağışlanmasını istemelerine sadece “evvelkiler ile ilgili uygulamaların kendilerine gelmesi ya da önlerine azabın gelmesi” konusu engel oldu. 56 Ve Biz, elçileri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişiler de hakkı, bâtılla iptal etmek/ortadan kaldırmak için mücâdele ediyorlar. Ve onlar, âyetlerimizi ve korkutuldukları şeyleri alaya aldılar. 57 Ve Rabbinin âyetleriyle öğüt verilip/hatırlatma yapılıp da onlardan mesafelenip uzaklaşan ve iki elinin önden gönderdiklerini/ yaptıklarını unutan [terk eden, dikkate almayan] kimseden daha yanlış; kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Şüphesiz Biz onların kalpleri üzerine, Kur’ân'ı iyice anlamalarına engel perdeler, kulaklarına da ağırlık oluşturduk. Sen onları doğru yola çağırsan da, onlar bu durumda asla kılavuzlandıkları doğru yola girmezler. 58 Bununla beraber senin rahmet sahibi Rabbin çok bağışlayıcıdır. Eğer senin rahmet sahibi Rabbin, işledikleri günahlar yüzünden onları hemen yakalayacak olsaydı, onlara azabı kesinlikle acele verirdi. Aksine onlara vaat edilen bir zaman vardır. Onlar, O'nun astlarından bir sığınak asla bulamazlar. 59 Ve işte, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yaptıkları zaman değişime/ yıkıma uğrattığımız kentler! Biz onların değişime/ yıkıma uğramaları için de belirli bir zaman tayin etmiştik. 8
  • 9. 60 Ve bir vakit Mûsâ, delikanlısına: “Ben iki bilgin kişinin toplandığı yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim” demişti. 61 Bunun üzerine “iki bilgin kişinin toplandığı yer”e vardıklarında ikisi de bunalımlarını/sıkıntılarını terk etti. O zaman bunalım/sıkıntı, bilgin kimse yardımıyla yok olup gitti. 62 Bu şekilde geçtikleri zaman Mûsâ, delikanlısına: “Getir kuşluk yemeğimizi, gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk” dedi. 63 Delikanlı: “Gördün mü/ hiç düşündün mü? O Kaya'ya sığındığımız vakit doğrusu ben bunalımdan/ sıkıntıdan kurtuldum, onu söylememi de kesinlikle bencilliğim engelledi. Bunalım/ sıkıntı, şaşılacak bir şekilde bilgin insanda kaybolup gitti” dedi. 64 Mûsâ, “İşte bu, aradığımızdı!” dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler. 65 Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir bilgi öğretmiştik. 66 Mûsâ ona: “Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?” dedi. 67,68 Âlim ve rahmete mazhar kul: “Şüphesiz sen benimle beraber sabretmeye takat yetiremezsin. Ve kavrayamadığın bilgiye nasıl sabredeceksin!” dedi. 69 Mûsâ: “İnşallah beni sabreden biri bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem” dedi. 70 Âlim ve rahmete mazhar kul: “O hâlde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana öğüt olarak ondan söz açıncaya kadar.” 71 Bunun üzerine ikisi yürüdüler; sonunda gemiye bindiklerinde âlim ve rahmete mazhar kul gemide kusurlar oluşturdu. Mûsâ: “İçindekileri boğman için mi onu yırttın/kusurlar oluşturdun? Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey yaptın!” dedi. 72 Âlim ve rahmete mazhar kul: “Ben, ‘Şüphesiz sen benimle beraber olmaya sabredemezsin’ demedim mi?” dedi. 73 Mûsâ: “Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana güçlük çıkarma!” dedi. 74 Yine gittiler. Sonunda bir delikanlıya rast geldiler; âlim ve rahmete mazhar kul onu öldürüverdi. Mûsâ: “Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın!” dedi. 75 Âlim ve rahmete mazhar kul: “Ben sana ‘Kesinlikle sen benimle birlikte asla sabredemezsin’ demedim mi?” dedi. 76 Mûsâ: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Kesinlikle kovarsan darılmam” dedi. 77 Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Bunun üzerine onlar da, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Âlim ve rahmete mazhar kul, onu doğrultuverdi. Mûsâ: “İsteseydin bunun karşılığında kesinlikle bir ücret alırdın” dedi. 78-82 Âlim ve rahmete mazhar kul: “İşte bu, aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin birinci anlamlarını haber vereyim: 9
  • 10. “Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o nedenle ben onu kusurlu hâle getirmek istedim. Ötelerinde de sağlam, bütün sağlam, güzel gemileri gasp edip alan bir kral vardı. Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mü’min kimselerdi. İşte o nedenle biz, onun, anne-babasını azdırmasından ve küfre; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemesinden korktuk. Sonra da ‘Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin’ istedik. Duvara da gelince; o, şehirdeki iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, –Rabbinden bir rahmet olmak üzere– Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım. İşte senin, üzerine sabretmeye takat getiremediğin şeylerin ilk plândaki anlamı!” 83 Ve sana iki çağ sahibinden soruyorlar. De ki: “Size ondan, bir hatırlatma/öğüt okuyacağım: 84 Şüphesiz Biz iki çağ sahibi için yeryüzünde iktidar sağladık ve ona her şeyden bir sebep verdik. 85 Sonra o, bir sebebe tâbi oldu. 86 Sonunda o, vahyin battığı yere vardığı zaman, vahyi, kara bir balçıkta batıyor buldu [orada ilâhi ilkeler hayattan çıkarılmıştı]. Bir de bunun yanında bir toplum buldu. Biz dedik ki: “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi-güzel davranırsın.” 87,88 O dedi ki: “Kim şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yaparsa kesinlikle ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve sâlihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.” 89 Sonra iki çağ sahibi, bir sebebe uydu. 90 Sonunda, vahyin doğduğu yere vardı. Vahyi bir toplum üzerine doğuyor buldu. Öyle ki Biz onlar için, vahiy olmayan bilgilerle bir siper yapmıştık. 91 İşte böyle! Ve Biz onun yanında olan şeyleri bilgi yönünden kuşatmıştık. 92 Sonra iki çağ sahibi, bir sebebe uydu. 93 Sonunda iki sözleşme arasına ulaştığında iki toplumun [Medîne ve Mekke toplumlarının] astlarından, hemen hemen hiç söz anlamayan bir toplum [Hayber Yahudilerini] buldu. 94 Söz anlamaz toplum [Hayber Yahudileri] dediler ki: “Ey iki çağın sahibi! Şüphesiz akıncılar ve komutanı [Muhammed ve ordusu] bu topraklarda bozguncudur [ziraattan anlamıyorlar, araziye yazık ediyorlar]. Onun için, bizimle onlar arasında bir vesika yapman şartıyla sana bir vergi versek olur mu?” 95 İki çağ sahibi dedi ki: “Rabbimin beni içinde bulundurduğu imkânlar daha hayırlıdır. Haydin siz bana kuvvetle yardım edin de sizinle onların arasında çok sağlam bir sözleşme/ vesika yapayım. Bana, ince zekânızla hazırladığınız teklif metinlerini getirin.” 96 Sonunda hedef eşitleştiği zaman: “Hazırlayın sözleşmeyi!” dedi. Sonunda sözleşme hazırlanınca, ‘Getirin ben de imzalayayım’ dedi. 97 Artık söz anlamaz o toplum, sağlamca yapılan sözleşmeyi aşmaya güç yetiremediler, onu delmeye de güç yetiremediler. 10
  • 11. 98 İki çağ sahibi dedi ki: “Sağlamca yapılan bu sözleşme Rabbimden bir rahmettir. Artık Rabbimin vaadi geldiği vakit de onu dümdüz yapacaktır. Rabbimin vaadi de haktır.” 99 Ve Biz, kıyâmet günü ortak koşan kimseleri dalgalar hâlinde birbirlerine girer hâlde bırakıvermişizdir. Sûr'a da üflenmiştir. Böylece ortak koşan kimselerin hepsini bir araya toplayıvermişizdir. 100,101 Ve Biz, cehennemi o gün, Beni hatırlatan alâmetlerimden/ göstergelerimden gözleri bir örtü içinde olan ve vahye kulak vermeye güçleri olmayan kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için genişlettikçe genişlettik. 102 Peki, o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, Benim astlarımdan birtakım yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edineceklerini mi sandılar? Şüphesiz Biz cehennemi, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselere bir konuk ziyafeti (!) olarak hazırladık. 103 De ki: “Ameller bakımından en çok zarara uğrayanları haber verelim mi? 104 Onlar, yapay olarak, güzellik ürettiklerini sanırken, dünyadaki çalışmaları da boşa gitmiş olan kimselerdir.” 105 İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na ulaşmayı bilerek reddetmiş/ inanmamış kimselerdi de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitti. Artık kıyâmet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız/ hiç bir değer vermeyiz. 106 İşte, küfürleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri, Benim âyetlerimi ve elçilerimi alaya almaları sebebiyle, onların cezaları cehennemdir. 107,108 Şüphesiz iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış şu kimseler, içlerinde sürekli kalmak üzere Firdevs bahçeleri onlar için ikram olunmuştur. Onlar, oradan hiç ayrılmak istemezler. 109 De ki: “Rabbimin sözleri için, deniz mürekkep olsa Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenirdi, hatta bir o kadarını daha getirsek bile.” 110 De ki: “Ben ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa sâlih ameli işlesin ve Rabbine kullukta, hiç kimseyi ortak etmesin.” TAHLİL 11
  • 12. 1-4 Tüm övgüler, katından şiddetli azaba karşı uyarmak, düzeltmeye yönelik işler yapan mü’minlere, şüphesiz kendileri için, içinde sürekli kalıcılar olarak güzel bir ödül bulunduğunu müjdelemek ve “Allah çocuk edindi” diyenleri uyarmak için, kuluna, gözetici olarak, kendisi için hiçbir pürüz oluşturmadığı Kitab'ı indiren Allah içindir; başkası övülemez. Surenin girişi olan bu ayetlerde, Kur’an’a ve onun indiriliş amacına dikkat çekilmiş ve bunun ne kadar önemli olduğunu vurgulayacak şekilde Allah’ın tüm övgülere layık olduğu ifade edilmiştir. Kur’ân’ın içeriği; emirleri, yasakları, uyarıları, öğütleri, bize işaret ettiği ayetleri, geçmişe ait anlatımları hem peygamber hem de bizim için bir nimettir. Ayette Kur’an’ın herkesi uyarmanın yanı sıra özellikle de “Allah çocuk edindi” diyenleri uyarmak için indirildiği açıklanmıştır. Burada Kur’an iki sıfatla, “pürüzsüz” ve “gözetici” sıfatlarıyla nitelenmiştir. PÜRÜZSÜZLÜK “Pürüzsüz” sıfatıyla Kur’an’da hiçbir eğriliğin, yanlışlığın, çelişkinin ve işe yaramazlığın olmadığı kastedilmektedir. Yani Kur’an haktır; gerçektir, içinde çelişki, tutarsızlık ve işe yaramaz hiçbir şey yoktur. İçinde ne varsa, tevhit, peygamberlik, iman, ibadet ve ahlak ilkeleri, hepsi doğru şeylerdir. 82 Onlar hâlâ, Kur’ân'ı gereği gibi düşünmezler mi? Eğer ki o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, kesinlikle onun içinde birçok karışıklıklar bulurlardı. (Nisa/82) 27,28 Ve andolsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye pürüzsüz Arapça bir okuma olarak; Allah'ın koruması altına girsinler diye bu Kur’ân'da insanlar için her türlüsünden örnek verdik. (Zümer/27, 28) 2 Kendisinde şüphe olmayan bu kitabın indirilişi, âlemlerin Rabbindendir. (Secde/2) 2-4 İşte bu kitap; kendisinde hiç kuşku yoktur, ıssız yerlerde iman eden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan-ayakta tutan], kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcama yapan, sana indirilene ve senden önce indirilene iman eden Allah'ın koruması altına girmiş kişiler –ki bunlar, âhirete de kesinlikle inanırlar– için bir kılavuzdur. (Bakara/2-4) KAYYİMLİK/GÖZETİCİLİK Mealde “gözetici” olarak çevirdiğimiz sözcüğün aslı “ ‫م‬k‫ييي‬ّ‫م‬‫ق‬kayyim”dir. Bu sözcük dilimize genellikle “dosdoğru” olarak çevrilmiştir. Bu anlam doğru değildir; zira sözcüğe bu anlam verildiğinde “pürüzsüz” sözcüğüyle hemen hemen aynı anlama gelmiş olur. Bu da tekrardan başka bir şey olmaz. “ ‫م‬k‫ي‬ّ‫م‬‫ق‬Kayyim” sözcüğü “dik, ayakta tutan, gözeten” demektir. Günlük hayatta “mescidin kayyımı, hamamın kayyımı” diye kullanılır.6 6(Lisanü’l Arab, c. 7, s. 549) 12
  • 13. Demek oluyor ki, “kayyım” sıfatı “başkasının faydasına olan şeyleri yerine getiren” demektir. Nitekim sözcüğün mübalağa kalıbıyla çoğul formu Nisa/34’ün başında “Allah’ın, bazı şeyleri bazısına fazla kılması ve erkeklerin mallarından harcadıkları şey nedeniyle erkekler, kadınlar üzerine kavvamdırlar/koruyup, gözeticidirler ...” diye yer alır. Bu ayetten hareketle, “kayyim” sıfatının burada Kur’an’ın insanlar üzerindeki fonksiyonuna; gözeticiliğine, yani insanlara rehber oluşuna, ölü mesabesindeki kimseleri ikna edip imana eriştirerek diriltişine işaret ettiğini söyleyebiliriz. Konumuz olan ayet grubunun içerdiği mesajlardan biri de Kur’an’ın özellikle uyarı amaçlı indirilmiş olması gerçeğidir. Bu husus Kur’an’da yüzlerce ayette konu edilmiştir: örneğin; Nebe/38- 40, Zariyat/50, 51, Ya Sin/69, 70. Ayette “... katından şiddetli azaba karşı uyarmak için” denildikten sonra özellikle de “ve ‘Allah çocuk edindi’ diyenleri uyarmak için” denilmiştir. Bu, Allah’a çocuk isnadının ne derece büyük bir suç olduğuna dikkat çeken bir ifadedir. Kur’an’a baktığımızda, (İsrâ/40, 111, Mâide/18, En’am/100 ve Tevbe/30) Allah'a çocuk isnat etme cürmünün hem İsa'nın Allah'ın oğlu olduğunu söyleyen Hıristiyanlar; hem Uzeyr'in Allah'ın oğlu olduğunu söyleyen Yahudiler; hem de meleklerin Allah'ın kızları olduğunu söyleyen Arap müşrikleri tarafından işlendiği görülmektedir. 5 Kendilerinin ve atalarının Allah'ın çocuk edinmişliğine dair hiçbir bilgileri yoktur. Ağızlarından çıkan söz ne kadar büyük! Onlar, sadece yalan söylüyorlar. Bu ayette, 4. ayette konu edilen “Allah çocuk edindi” diyenler uyarılmakta ve ağızlarından çıkan sözün ne büyük bir sapıklık olduğuna işaret edilmektedir. Onların bu inançlarının herhangi bir temeli olmadığını bildiren Rabbimiz, dile getirdikleri iftiralarını “Onlar, sadece yalan söylüyorlar” diyerek reddetmektedir. 88 Ve onlar, “Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] çocuk edindi” dediler. 89 Andolsun ki siz çok çirkin bir şey söylediniz. 90,91 Az kalsın bundan; Rahmân'a çocuk isnat ettiler diye; gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılacaktı. 92 Hâlbuki Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] için çocuk edinmek yaraşmaz. 93 Göklerde ve yerde bulunan bütün herkes, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a], yalnızca kul olarak gelecektir. (Meryem/88-93) “İLİMLERİ OLMAMASI” MESELESİ Konumuz olan 5. ayette aynı zamanda bilginin de önemine dikkat çekilmektedir. Demek ki, maddi ve manevi tüm zararlar, yanlışlık ve sapmalar bilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Aynı uyarı Mü’minun suresinde de yapılmıştır: 117 Her kim, hiçbir delili olmadığı hâlde, Allah ile birlikte diğer bir ilâha yakarırsa, bilsin ki o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Şüphesiz kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olanlar, durumlarını koruyamazlar, zafer kazanamazlar. (Mü’minun/117) 13
  • 14. 6 Sonra da sen onlar bu Kur’ân'a inanmazlarsa, onların yaptıklarından dolayı, üzüntüden neredeyse kendini harap edeceksin! Bu ayette, Resulullah’ın müşriklerin inatla şirklerinde direnmelerine çok üzüldüğü ifade edilerek aslında onlar için üzülmeye değmeyeceği bildirilmektedir. Bununla Resulullah hem teselli edilmekte, hem de uyarı sürecinde ölçülü olunması gerektiği mesajı verilmektedir. Uyarma konusundaki bu ölçülülük “ilgisizlik” ve “umursamazlık” anlamında değil, insanın psikolojisini olumsuz etkilemeyecek bir ölçü tutturulması anlamındadır. Zira başkasının sıkıntılarına duyarsızlık münafıklık alametidir. 50 Eğer sana bir iyilik dokunursa fenalarına gider. Eğer sana bir musibet dokunursa, “Biz kesinlikle tedbirimizi önceden almıştık” derler. Ve onlar, sevinenler olarak yan çizip giderler. (Tevbe/50) Ayetteki “bıraktıkları eserler” ifadesi, “onların yaptıkları” demektir. Bu durumda ayetin manası, “onların senden yüz çevirip arkalarını dönüp gitmelerinden dolayı kendini nerdeyse harap edeceksin” demektir. Ayette dikkati çeken bir diğer nokta da, Resulullah’ın gerek kendisinin gerekse arkadaşlarının gördüğü işkenceye ve çektiği çileye değil, kavminin sapıklık ve akılsız davranışlarına üzülmekte olduğudur. Ancak; ayetten anlaşılacağı üzere, müminler bir başkasına üzülürken de ölçülü olmalıdırlar. Resulullah’ın bu konudaki tutumları bize birçok kez nakledilmiştir. 7 Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler; onlar için şiddetli bir azap vardır. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işleri yapmış kişiler; onlar için bir bağışlanma ve büyük bir ödül vardır. 8 Onun için, kötü ameli kendisine süslü gösterilen sonra da onu güzel gören kişi mi? Şüphe yok ki Allah dilediğini/dileyeni şaşırtır, dilediğine/dileyene de kılavuzluk eder. Onun için canın onlara karşı hasretlerle/ üzüntülerle sıkılıp gitmesin. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını çok iyi bilir. (Fatır/7,8) 3 En üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder. (Şuara/3) 120 Size bir iyilik dokunsa fenalarına gider ve eğer size bir kötülük isabet etse onunla sevinirler. Ve eğer sabreder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, onların hileleri size hiçbir şekilde zarar vermez. Şüphesiz Allah onları kendi yaptıkları şeylerle kuşatmıştır. (Al-i Imran/120) 127 Sen sabırlı ol! Senin sabretmen de ancak Allah iledir. Onlar için üzülme! Onların kurdukları tuzaklardan sıkıntıya düşme! (Nahl/127) 7 Şüphesiz Biz yeryüzündeki, ona süs olan şeyleri insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini sınamamız için yaptık. 8 Ve şüphesiz Biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak yapacağız. Bu ayetlerde, yeryüzünde ne varsa hepsinin birer süsten ibaret olduğu, sonunda hepsinin de işe yaramaz toprak olacakları, dolayısıyla hiçbirinin geçici hallerine aldanılmaması, değer verilmemesi gerektiği bildirilmektedir. 14
  • 15. 20 Bilin ki iğreti dünya yaşamı, ancak bir oyun, tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünüş, mal ve çocuklar konusunda bir çoğaltma yarışıdır. –Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir.– Âhirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir bağışlama ve bir hoşnutluk vardır. Dünyadaki iğreti yaşam, aldanış malından, malzemesinden başka bir şey değildir. (Hadid/20) Rabbimiz 8. ayette “Ve şüphesiz Biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak kılacağız” buyurmuştur. Bu ayette insanlığa verilen mesaj, yeryüzünün devamlı olarak nimetler içinde yaşanması için değil de, imtihan ve sınanma için süslendiğidir. Öyle ki, sonunda ortada herhangi bir süs kalmayacak, her şey kupkuru bir toprağa dönecektir. 26,27 Yeryüzünün üzerindeki her kişi gelip geçicidir. Ve o celal ve ikram sahibi Rabbinin bizzat Kendisi baki kalır. (Rahman/26,27) 1-5 Gök çatladığı zaman, yıldızlar dökülüp dağıldığı zaman, denizler yarılıp akıtıldığı zaman, kabirler altüst edildiği zaman; kişi, önünden gönderdiği ve geri bıraktığı şeyleri öğrenmiştir. (İnşikak/3) 32 Ve onlara, iki adamı örnek ver: Biz bunlardan birine her türlü üzümlerden iki bağ verdik ve iki bağın etrafını hurmalarla donattık. Aralarında da bir ekinlik yaptık. 33 Her iki bahçe de, hiçbir şeyi eksik bırakmaksızın, ürünlerini verdiler. Aralarında da ırmak yardık/akıttık. 34 Bu iki bağın sahibi için ayrıca başka gelir de vardı. Bundan dolayı bu adam arkadaşına konuşarak: “Ben, malca senden daha çok, insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm” dedi. 35,36 Ve bu adam, kendine haksızlık ederek bağına girdi: “Ben, bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmıyorum. Ben Saat'in kopacağını da zannetmiyorum. Var sayalım ki Rabbime geri götürüldüm, kesinlikle orada bundan daha iyi bir sonuç bulurum” dedi. 37-41 Arkadaşı konuşarak ona, “Seni topraktan, sonra bir damla sudan oluşturan, daha sonra da seni olgun insan hâline getirene mi inanmıyorsun? Fakat ben; O, benim Rabbim Allah'tır. Ve ben Rabbime kimseyi ortak koşmam. Kendi bağına girdiğin zaman: “Maşallah, lâ kuvvete illa billâh” [Allah ne isterse o olur. Allah'tan başka hiçbir güç yoktur] deseydin ya! Sen her ne kadar beni, malca ve evlatça kendinden az görüyorsan da, belki Rabbim bana, senin bağından daha hayırlısını verir. Seninkinin üstüne de gökten felaketler gönderir de senin bağ, kaygan bir toprak hâline geliverir. Yahut bağının suyu yerin dibine çekilir de bir daha onu aramaya güç yetiremezsin” dedi. 42,43 Ve o iki bağ sahibi kişi, serveti ile kuşatma altına alındı/ bitirildi. Bunun üzerine bağında yaptığı harcamalara karşı ellerini ovuşturmaya başladı. Bahçe, çardakları üzerine yıkılmış kalmıştı, o da “Ah ne olaydım! Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım” diyordu. O kişi için Allah'ın astlarından yardım edecek bir topluluk olmadı. Ve kendisi de öç alacak/kendi kendine yardım edecek biri değildi. Bu ayet grubunda, inanan ve inanmayan olmak üzere iki insan tipi örneklenmiştir. Birbirleriyle arkadaş olan bu insanlardan ilki, inanan ve Rabbine 15
  • 16. tevekkül eden bir kişi; diğeri de kendine zulmetmiş [şirk koşmuş], malına mülküne güvenen bir kişidir. Müşrik olanın iki bağı, hurmalığı ve ekin tarlaları vardır. Sulak ve verimli arazilerinin içinden ırmaklar geçmektedir. Bunların dışında başka gelirleri de vardır. Kısacası çok zengin ve varlıklı bir adamdır. Bu gün böyle birini, hanları, hamamları, fabrikaları, bankaları olan bir adam olarak niteleyebiliriz. Dünya malının ziynet ve geçici olduğu mesajının verildiği bu ayetler, surenin 7 ve 8. ayetleriyle irtibatlandırılarak okunursa, verilen mesaj daha da iyi anlaşılır. Olumsuz bir tip olarak anlatılan bu kişi şımarıktır. İkide bir arkadaşına “Ben, malca senden daha çok, insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm” demektedir. Servetiyle karşılaştığında da “Ben, bunun hiç yok olacağını sanmıyorum. Ben Saat’in kopacağını da zannetmiyorum. Velev ki Rabbime geri götürüldüm, kesinlikle orada bundan daha iyi bir sonuç bulurum” diyerek yanlış inancında inatla ısrar etmektedir. Onun bu şımarıklığına, azgınlığına karşılık, arkadaşı da: “Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, daha sonra da seni olgun insan haline getireni mi inkâr ediyorsun?” diyerek onu uyarmakta, doğru tavrın ne olduğu konusunda ona şu sözlerle öğüt vermektedir: “Fakat ben; O, benim Rabbim Allah’tır. Ve ben Rabbime kimseyi ortak koşmam. Kendi bağına girdiğin zaman: “Maşallah, la kuvvete illa billâh [Allah ne isterse o olur. Allah’tan başka hiçbir güç yoktur]” deseydin ya! Sen her ne kadar beni, malca ve evlâtça kendinden az görüyorsan da, belki Rabbim, bana, senin bağından daha hayırlısını verir. Seninkinin üstüne de gökten felâketler gönderir de o [senin bağ], kaygan bir toprak haline geliverir. Yahut bağının suyu yerin dibine çekilir de bir daha onu aramaya güç yetiremezsin.” Sonunda Allah, onca malı harap ederek onu yoksul duruma düşürüverir. Nimetin kadrini bilmeyerek Rabbine karşı cahilce ve ahmakça davranan adam ise bu akıbet üzerine pişman olur ve “Ah n’olaydım! Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım!” demeye başlar. Malına, mülküne, güç aldığı yakınlarına bel bağlayanlar, Kur’an’da birçok kez örnek olarak nakledilmiştir: 17-24 Şüphesiz Biz, o çiftlik sahiplerine belâ verdiğimiz gibi onlara belâ vereceğiz: Hani onlar, sabah olunca kesinlikle çiftliğin ürünlerini devşireceklerine yemin etmişlerdi. Bir istisna da yapmıyorlardı. Ama onlar uyurken Rabbin tarafından bir tayfun çiftliğin üzerinden dolaşıverdi. Sabaha, çiftlik, biçilmiş/devşirilmiş gibi oluverdi. Sabahladıkları vakit birbirlerine seslendiler: “Haydi, devşirecekseniz sabahleyin erkence gidin!” dediler. Hemen yola koyuldular, aralarında fısıldaşıyorlardı: Sakın bugün aranıza bir yoksul sokulmasın! 25-29 Sadece engelleme gücüne sahip/şiddete güçleri yeten bir tavırla erkenden gittiler. Ama çiftliği gördüklerinde: “Biz şüphesiz biz şaşırmışız/ yanlış yere gelmişiz; yok yok, biz yoksun bırakılmışız; Allah bizi cezalandırmış!” dediler. En hayırlı olanları: “Ben size ‘Allah'ı noksanlıklardan arındırmıyor musunuz?’ dememiş miydim?” dedi. Onlar: “Rabbimiz Seni tenzih ederiz, doğrusu bizler yanlış; kendi zararlarına iş yapan, haksız davranan kimselermişiz!” dediler. 30-32 Sonra döndüler, birbirlerini kınıyorlardı: “Yazıklar olsun bizlere! Bizler gerçekten kendini firavun gibi gören azgınlarmışız, umarız ki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir; gerçekten biz bütün ümidimizi Rabbimize çeviriyoruz.” (Kalem/17-32) 1 Arkadan çekiştirenlerin, kaş-göz hareketleriyle alay edenlerin hepsinin vay hâline! 2,3 O ki, malı toplayıp ve malının gerçekten kendisini sonsuzlaştırdığını sanarak onu çoğaltan/ tekrar tekrar sayandır. 4 Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Kesinlikle o, Hutame'ye fırlatılıp atılacaktır. (Hümeze/1-4) 60 Ve size verilen şeyler, basit dünya hayatının kazanımı ve onun süsüdür. Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ akıl etmeyecek misiniz? 16
  • 17. 61 Şu hâlde, Bizim kendisine güzel bir söz verişle söz verip de ona kavuşan kimse, basit dünya hayatının kazanımını kazandırdığımız ve sonra kıyâmet gününde huzurumuza getirilenlerden/huzurumuzda ‘hazırol’da tutulanlardan olan kimse gibi midir? 62 Ve o gün Allah onlara seslenir de der ki: “Yanlış olarak inanmış olduğunuz Benim ortaklar hani nerede?” (Kasas/60-62) 76,77 Şüphesiz Karun, Mûsâ'nın toplumundan idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, şüphesiz onun anahtarları güçlü kuvvetli bir topluluğa ağır gelirdi. Bir zaman toplumu ona demişti ki: “Şımarma! Şüphesiz ki Allah şımarıkları sevmez. Ve Allah'ın sana verdiğinde âhiret yurdunu iste. Dünyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun. Ve yeryüzünde bozgunculuğu isteme. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” 78 Karun, “Bu servet, bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi” dedi. Bilmez miydi ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı, birikimi olan kimseleri kesinlikle değişime/yıkıma uğratmıştı. –Ve bu günahkârlar, diğerlerinin günahlarından sorumlu tutulmaz.– 79 Derken Karun, süs, görkem içinde toplumunun karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyen kimseler, “Keşke Karun'a verilen gibi bizim de olsaydı! Şüphesiz ki o Karun, çok büyük bir nasip sahibidir” dediler. 80 Ve kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler ise, “Yazıklar olsun size! İman eden ve sâlihi işleyen kimseler için Allah'ın vereceği ödül daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir” dediler. 81 Sonunda Biz onu ve evini yere geçirdik. Artık Allah'ın astlarından kendisine yardım edecek bir taraftar da olmadı ve o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi. 82 Ve daha dün onun yerinde olmayı isteyenler, “Demek ki Allah kullarından dilediğine rızkı genişletiyor ve daraltıyor. Şâyet Allah bize armağan vermiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Ve demek ki kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler kendilerini kurtaramıyorlar” diyerek sabahladılar. (Kasas/76-82) Örnek verilen kişinin pasajın son bölümünde nakledilen “Ah n’olaydım! Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım!” ifadesi, onun tevhide yöneldiğini göstermektedir. Unutmamalıdır ki, Rabbimiz insanların gerçeğe dönmeleri için onları bir takım küçük cezalarla uyarır. Aklını kullananlar döner, ısrarcılar ise ahıretteki büyük ceza sonucuna katlanmak zorunda kalırlar. 41 İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde kargaşa ortaya çıktı. (Rum/41) 55 Ve Allah, sizlerden iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış olan kimselere, kendilerinden öncekileri başkalarının yerine getirdiği gibi, yeryüzünde onları da başkalarının yerine geçireceğini, onlar için beğenip seçtiği dini onlar için kesinlikle tutunduracağını ve korkularından sonra, onları kesinlikle güvene değiştireceğini vaat etti. Onlar Bana kulluk ederler, Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Bundan sonra da kim küfrederse; Benim ilâhlığımı ve rabliğimi bilerek reddederse /inanmazsa, artık işte onlar, yoldan çıkanların ta kendileridir. (Nur/55) 40 İşte hepsini günahları sebebiyle yakaladık: Onlardan kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, onlardan kimini korkunç bir ses yakaladı, onlardan kimini yerin dibine geçirdik, onlardan kimini de suda boğduk. Ve Allah onlara haksızlık etmiyordu velâkin onlar şirk koşmak sûretiyle kendilerine haksızlık ediyorlardı. (Ankebut/40) 15 Andolsun ki Sebe toplumu için yurt tuttukları yerde bir alâmet/gösterge vardı: Sağdan ve soldan iki bahçe! –“Rabbinizin rızkından yiyin ve O'nun için nimetlerin karşılığını ödeyin! Ne güzel bir belde ve çok bağışlayıcı bir Rabb!”– 17
  • 18. 16 Fakat onlar yüz çevirdiler; nimetlerin karşılığını ödemediler. Biz de üzerlerine barajların selini salıverdik ve iki bahçelerini onlara buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da “sidir ağacı” bulunan iki bahçeye çevirdik. 17 Bu, onların küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olmaları nedeniyle Bizim onları cezalandırmamızdır. Ve Biz sadece çok nankör olanları cezalandırırız. 18 Ve Biz onlarla o bereket verdiğimiz memleketler arasında, sırt sırta şehirler meydana getirmiştik. Ve onlara da muntazam gidiş geliş düzenledik: –Buralarda gecelerce ve gündüzlerce emniyet içinde gidin gelin!– 19 Sonra da onlar: “Rabbimiz! Seferlerimizin arasını uzaklaştır!” dediler ve nefislerine yanlış; kendi zararlarına işler yaparak haksızlık ettiler. Şimdi de Biz onları efsaneler yaptık ve tamamen didik didik dağıttık. Şüphesiz ki bunda tüm kendisine verilen nimetlerin karşılığını çokça ödeyen sabreden için elbette alâmetler/göstergeler vardır. (Sebe/15-19) 98 Ne olurdu, iman edip de imanları kendilerine yarar sağlamış bir kent olsaydı ya? Ancak Yûnus'un toplumu ayrıdır. Onlar iman ettikleri vakit, basit dünya yaşamında o rezillik azabını üzerlerinden kaldırdık ve onları bir süreye kadar yararlandırdık. (Yunus/98) Konumuz olan pasajdaki örnek tiplerin kim oldukları konusunda farklı görüşler vardır: Kelbî der ki: Âyet-i kerime, Mekke ahalisinden Mahzumoğullarına mensup birisi, mü'min olup adı Ebu Seleme Abdullah b. Abdilesed b. Hilâl b. Abdullah b. Ömer b. Mahzura olan ve Peygamber (sav)'dan önce Umm Seleme'nin kocası olan; diğeri ise kâfir olup Esved b. Abdilesed olan iki kardeş hakkında inmiştir. Aynı zamanda Sâffat Sûresi'nde Yüce Allah'ın: “Aralarından birisi diyecek ki: Gerçekten benim bir dostum vardı (Sâffât/51)” buyruğunda sözü edilen iki kardeş de bunlardır. Bunların her birisine dört bin dinar miras kalmıştı. Onlardan birisi malını Allah yolunda harcayıp daha sonra kardeşinden kendisine bir şeyler vermesini istedi, kardeşi de bilinen sözlerini söyledi. Bunu, Sa'lebî ve Kuşeyrî zikretmişlerdir. Âyet-i kerimenin Peygamber (sav) ile Mekke ahalisi hakkında indiği de söylenmiştir. Bir diğer görüşe göre de, bu buyruk Allah'a iman eden herkes ile inkâr eden herkese dair bir misaldir. Bir başka görüşe göre ise, bu, Uyeyne b. Hısn ile arkadaşlarının ve Selman, Suheyb ve arkadaşlarının bir misalidir. İbn Abbas'ın görüşüne göre, Allah onları, birileri mü'min olup adı Yahuda olan İsrailoğullarından iki kardeşe benzetmektedir. Mukatil ise bu kişinin adının Temliha olduğunu söylemiştir. Diğeri ise kâfir olup adı Kartuş idi. İşte Yüce Allah'ın Sâffat Sûresi'nde sözünü ettiği iki kişi de bunlardandır. Muhammed b. el-Hasen el-Mukri de bunu böylece söz konusu ederek şöyle demektedir: Bu iki kişiden hayırlı olan zatın adı Temliha, diğerinin adı da Kartuş idi. Bunlar, ortaktılar. Daha sonra mallarını paylaştırdılar. Bunların her birine üç bin dinar düştü. Mü'min olanı bin dinara köle satın alıp onları azad etti, bin dinara elbise satın alıp çıplakları giydirdi, bin dinara da yiyecek satın alarak açları yedirdi. Aynı şekilde mescitler inşa etti, hayır işleri yaptı.7 36. ayetin orjinalindeki “ ‫منها‬minha” zamiri ilk Mushaflardan Mekke, Medine, Şam ve Topkapı mushaflarında “ ‫منهما‬minhüma” şeklindedir. Basra, Küfe, Taşkent, T.İ.E. Müzesi ve Kahire mushaflarında “‫منها‬ minha” şeklinde tekildir.8 Pasajdaki anlama uygun olanı ise “ ‫منهما‬minhüma [o iki bağdan]” şeklinde olanıdır. Biz de buna göre meallendirdik. 44 İşte burada egemenlik/yardımcılık, koruyuculuk, yol göstericilik ancak hak olan Allah'a aittir. O, ödüllendirme bakımından en iyi ve kovuşturma yönünden de en iyi olandır. 7 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 8 (Mushaf-ı Şerif; İSAM Yayınları, Mushaflardaki Farklar, s. 151) 18
  • 19. Yukarıdaki pasajda Allah’ın inananlara her türlü yardımı yaptığı, müşrikleri de rahmetinden mahrum bıraktığı mesajı verilince, pasaj “İşte burada velâyet/vilâyet [egemenlik/ yardımcılık, koruyuculuk, yol göstericilik] ancak Hakk olan Allah’a aittir” diye devam etmektedir. Bu ayette tüm insanlığa yol gösterenin, yardım edenin, koruyanın, kurtaranın, karanlıklardan aydınlığa çıkaranın kim olduğu vurgusu yapılmaktadır. Ayrıca ödüllendirmenin, cezalandırmanın da sadece Allah’a ait olduğuna dikkat çekilmektedir. Ayette geçen “ ‫والةية‬َ velâyet” sözcüğü, “ ‫و‬vav” harfi esreli olarak “ ‫والةية‬ِ vilâyet” şeklinde de okunabilir. Nitekim birçok kurra [A'meş, Hamza ve Kisaî,] böyle okumuşlardır.9 Biz, mealde tercih yapmayarak her iki anlamı da vermiş bulunuyoruz. Her iki anlamı da teyit eden ayetler vardır: 257 Allah, inananların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınıdır; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere gelince; onların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınları tâğûttur ki kendilerini aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Bunlar, cehennem ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar. (Bakara/257) 11 İşte mü’minlerin bahtiyarlığı, kâfirlerin perişanlığı, şüphesiz Allah'ın iman eden kimselerin yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakını olması, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden /inanmayanlar için yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın diye bir şeyin olmamasındandır. (Muhammed/11) 17 Din Günü'nün ne olduğunu sana ne bildirdi? 18 Sonra bir kere daha, Din Günü'nün ne olduğunu sana ne bildirdi? 19 Din Günü, kimse kimseye efendilik yapamaz. Ve o gün; İnşikak 1-5 gök yarıldığı, Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman; yeryüzü de dümdüz olduğu, içinde ne varsa attığı, boşaldığı ve Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman 19 buyruk, Allah'a aittir. (İnfitar/18, 19) 26 İşte o gün gerçek hükümranlık, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] özgüdür. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için ise o, pek çetin bir gün olmuştur. 27-29 Ve o gün, şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararına iş yapan o kimse ellerini ısırarak; “Eyvah, keşke elçi ile beraber bir yol tutsaydım! Eyvah, keşke falancayı iz bırakan bir önder edinmeseydim. Hiç şüphesiz bana geldikten sonra, beni Öğüt'ten/Kitap'tan o saptırdı. Ve şeytan, insan için bir rezil edenmiş!” der. (Furkan/26- 29) 16 O buluşma günü, onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. –‘Bugün mülk kimindir?’, ‘Sadece tek ve kahredici olan Allah'ındır!’– 17 Bugün her kişi kazandığının karşılığını alacaktır. Bugün haksızlık diye bir şey yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (Mü’min/16, 17) 45 Ve sen, onlara basit dünya hayatının misalini ver: O basit dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sebebiyle yeryüzünün bitkileri birbirine karışmış, sonra da rüzgârın savurup durduğu bir çöp kırıntısı oluvermiştir. Ve Allah, her şeye gücünü kabul ettirendir. 46 Mal ve oğullar, basit dünya hayatının süsüdür. Kalıcı düzeltmeye yönelik işler ise, Rabbinin katında, sevapça daha hayırlıdır, ümit bağlama yönünden de daha hayırlıdır. 9 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 19
  • 20. Önceki ayet grubunda malına mülküne tutkuyla bağlanıp kalmış inançsız bir insanın perişanlığı örneklenmişti. Burada ise surenin giriş bölümündeki ayetlerde de konu edilen “süs” mahiyetindeki dünya kazanımlarının mahiyeti yeniden detaylandırılmaktadır. Dünyada ne varsa gelip geçicidir. Mal ve evlat dünyanın süsüdür. Bu nedenle, onlar da gelip geçicidir. Gelip geçici olmayan ise “salihat”tır. Salihat, Allah katında en değerli olan şeydir. 76 Ve Allah, kılavuzlandıkları doğru yola girenlere kılavuzu artırır. Ve kalıcı olan düzeltmeye yönelik işler, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, sonuç bakımından da daha iyidir.” (Meryem/76) Dünyanın geçiciliği birçok ayette örneklenmiştir: 24 Dünya hayatının örneği, Bizim gökten indirdiğimiz su gibidir. Ki gökten indirdiğimiz suyla insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Sonunda yeryüzü süslerini takınıp süslendiği, sahipleri de kendilerinin, ona gücü yetenler olduklarına inandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüz vakti, ona emrimiz gelivermiştir de ansızın, sanki dün orada hiçbir şenlik yokmuş gibi, onu, ta kökünden biçivermiştir. Biz, âyetlerimizi düşünecek bir toplum için işte böyle ayrıntılı olarak açıklarız. (Yunus/24) 21 Sen, şüphesiz Allah'ın gökten bir su indirip de onu bir yoluyla yeryüzündeki pınarlara koyduğunu, sonra onunla renkleri değişik bir ekin çıkardığını, sonra onun olgunlaşıp da senin onu sararmış gördüğünü, sonra da onu bir çöpe çevirdiğini görmedin mi/ hiç düşünmedin mi? Şüphesiz, bunda kavrama yeteneği olanlar; temiz akıl sahipleri için kesinlikle bir öğüt/ hatırlatma vardır. (Zümer/21) 20 Bilin ki iğreti dünya yaşamı, ancak bir oyun, tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünüş, mal ve çocuklar konusunda bir çoğaltma yarışıdır. –Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir.– Âhirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir bağışlama ve bir hoşnutluk vardır. Dünyadaki iğreti yaşam, aldanış malından, malzemesinden başka bir şey değildir. (Hadid/20) 45 ve 46. ayetler, yukarıda konu edilen şımarık, azgın zenginlerin zihniyetinin de reddedilmesi ve kınanmasıdır. O güvendikleri şeyler mahvolur, çerçöp gibi rüzgârın önünde sürüklenir giderler. Onlara güvenip bel bağlayan kimseler de arkalarından hayıflanır dururlar. 14 Ey iman etmiş kimseler! Şüphesiz eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. O nedenle, onlardan sakının. Ve eğer affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki şüphesiz Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir. 15 Kesinlikle mallarınız ve çocuklarınız, sizi ateşe atabilecek imtihan aracıdır. Allah ise, büyük ödül Kendi katında olandır. (Teğabün/14, 15) 14 Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, etinden ve sütünden yararlanılan hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu aşırı istek, insanlara süslü/çekici kılındı. Bunlar, basit dünya hayatının kazanımıdır. Ve Allah, varılacak güzel yer Kendi katında olandır. 15-17 De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Allah'ın koruması altına girmiş; “Rabbimiz! Şüphesiz biz inandık, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi Ateş'in azabından koru!” diyen, sabreden; direnç gösteren, doğru olan, sürekli saygıda duran, Allah yolunda harcamada bulunan ve seherlerde bağışlanma dileyen kişiler için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah'tan hoşnutluk vardır. Ve Allah, kulları en iyi görendir. (Al-i Imran/14-17) 20
  • 21. Ayette konu edilen “kalıcı salihat” ifadesi özel bir anlam taşımaktadır. “Salihat” kavramı ile ilgili olarak daha evvel Asr suresinde açıklama yapılmıştır. 47 Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yeryüzünü çırılçıplak/ dümdüz göreceksin. Ve Biz onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık. 48 Ve onlar, saf hâlinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce oluşturduğumuz gibi Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı gerçekleştirmeyeceğimize bâtılca inanıyordunuz.” 49 Ve Kitap/ amel defteri konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük-küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez. Bu ayetlerde, şimdi türlü varlıklarla bezenmiş, süslü bir halde bulunan dünyanın değiştirileceği; üzerindeki dağ, taş, ağaç, ot, canlı, cansız, bilinen hiçbir şeyden eser kalmayacağı; herkesin toplanıp yaptıkları amellerle yüzleşeceği bildirilmektedir. O gün herkesin amel defteri önüne konulacak, suçlular kendi amel defterlerinden korkup “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış!” diyeceklerdir. Pişmanlık duyacaklar ve perişan olacaklardır. 28,29 Ve her önderli toplumu, diz çökmüş görürsün. Her önderli toplum, kendi kitabına çağrılır: “Bugün, yapmış olduğunuz amellerin karşılığı size verilecektir. İşte bu, yüzünüze karşı hakkı konuşan kitabınızdır. Şüphesiz Biz, sizin yaptıklarınızı yazdırıyorduk.” (Casiye/28, 29) 13,14 Ve her insanın kendi yaptıklarının karşılıklarını, ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. Ve Biz, kıyâmet günü açılmış bulacağı kitabı onun için çıkarırız: “Oku kendi kitabını! Bugün kendi zatın, kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!” (İsra/13, 14) Pasajda çok kısa olarak verilen bilgiler ve sergilenen sahneler Kur’an’da yüzlerce kez yer almış, uyarı amaçlı olarak birçok kez tekrar edilmiştir. Bu ayetlerden bir kaçını naklediyoruz: 48-51 O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48-51) 105-107 Sana dağlardan soruyorlar, de ki: “Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin.” 108 O gün, hiçbir eğriliği olmayan o davetçiye uyarlar ve Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] için sesler kısılmıştır. Artık sadece hafif bir ses duyacaksın. 109 O gün, Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] kendisine izin verdiği ve sözce hoşnut olduğu kimseler hariç, yardım-destek, yarar sağlamaz. 110 Allah, yardım görmeyenlerin önlerindeki ve arkalarındaki şeyleri bilir. Onlar ise O'nu bilgice kuşatamazlar. 111 Ve kişiler, diri ve bütün yarattıklarını gözetip duran Allah için baş eğmiştir. Bir şirke bulaşarak yanlış; kendi zararlarına iş taşıyan kimseler gerçekten zarara uğramıştır. 21
  • 22. 112 Ve her kim iman eden biri olarak düzeltmeye yönelik işlerden yaparsa, artık o, bir haksızlıktan ve hakkının yenileceğinden korkmaz. (Ta Ha/105-112) 88 Ve sen dağları görürsün; sen onları donuk, durgun sanırsın. Oysa onlar her şeyi sapasağlam yapan Allah'ın yapımı olarak bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Şüphesiz ki O, yaptıklarınıza tamamıyla haberdardır: 89 Kim bir iyilik-güzellik getirirse, onun için getirdiğinden daha hayırlısı/getirdiğinden dolayı bir hayır vardır. Ve onlar o gün korkudan güvende olanlardır. 90 Ve kim kötülükle gelirse, artık yüzleri ateşte sürtülür. –Siz yaptığınız amellerden başkasıyla mı karşılı göreceksiniz?– (Neml/88-90) Bu sahneler ile ilgili olarak Tekvir/3, İnşikak/4, Tur/9-12, Zilzal/2, İnfitar/10- 12, Karia/5, Nebe’/38, Fecr/22 ’ye de bakılabilir. 27 Ve sen Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku/ izle! Rabbinin sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Ve sen O'nun astlarından bir sığınak bulamazsın. 28 Ve kendini, sürekli olarak Rablerinin rızasını isteyerek Rablerine yalvaran kişiler ile beraber sabreden biri kıl. Basit dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini de ayırma. Ve de sen, Bizim anılmamızdan kalbini ilgisiz/ duyarsız kıldığımız, boş-iğreti arzusuna uymuş ve de işi aşırılık olan kimseye uyma. 29 Ve de ki: “O gerçek, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek reddetsin / inanmasın.” Şüphesiz Biz, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O, ne kötü bir içecektir! Dayanma/ sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür! Bu ayet grubunda, surenin nazil olduğu dönemde Mekkeli müslümanların durumlarından söz edilmektedir. Rabbimiz elçisine şu direktifi vermektedir: “Kur’an’dan sapma, başka bir yol izleme, bu kitabın gereği ile amel etmeye devam et!” Bu direktiften sonra, Allah’ın sözlerinin değiştirilemeyeceği ifade edilerek Mekke müşriklerine “Gönderdiğimiz elçinin Kur’an’da herhangi bir değişiklik yapma yetkisi yoktur, yapmaz ve yaptırtmayız. O, ancak kendisine vahyolunanı aktarmakla sorumludur. Eğer inanacaksanız böyle inanacaksınız; inkâr edecekseniz de serbestsiniz” şeklinde bir mesaj verilmektedir. Hatırlanacağı üzere, bu mesajı içeren bir pasaj da Yunus suresinde yer almıştı: 15 Ve âyetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar: “Bundan başka bir Kur’ân getir yahut bunu değiştir!” dediler. De ki: “Onu kendimin öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım.” 16 De ki: “Allah dileseydi, ben Kur’ân'ı size okumazdım ve Allah, Kur’ân'ı size bildirmemiş olurdu. Ben de Kur’ân'dan önce kesinlikle içinizde bir ömür kalmıştım. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Yunus/15- 16) Yunus suresine ait yukarıdaki pasajda Rabbimiz, Kur’an’ın değiştirilmesi talebinde bulunan müşriklere, şayet iyice düşünür ve akıllarını kullanırlarsa, Peygamber'in tebliğ ettiği Kur'an'ın Allah’tan başkasının sözü olamayacağını 22
  • 23. kesinlikle anlayacaklarını söylemektedir. Müşriklere verilen bu cevap aynı zamanda Kur’an’ın inananların kalplerindeki yerini de pekiştirmektedir. Esbab-ı nüzul nakillerinde, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Abdullah b. Ümeyy el-Mahzumî, Velid b. Muğire, Mukevvir b. Hafs, Amr b. Abdullah b. Ebi Kays el-Amiri ve As b. Amir b. Hişam adlarındaki beş kişinin peygamberimizden kendi akıllarına uygun, onların ilâhlarını reddetmeyen, onlara ne yapacaklarını bildirmeyen ve istediklerinde duruma göre değiştirilebilen bir başka Kur’an getirmesini istedikleri, bu ayetlerin de bu talep üzerine indiği haberi yer almaktadır.10 Yunus/15-16’nin tahlili daha evvel Yunus suresinde yapıldığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. Konumuz olan Kehf/28’de açıklananlar ise En’am/51, 52’de açıklanan ilkelere benzemektedir. 51 Ve Rablerinin huzurunda toplanılacaklarından korkanları, Allah'ın koruması altına girmeleri için sana vahyedilenle uyar. Onların, O'nun astlarından yardım eden, yol gösteren, koruyan bir yakın kimseleri ve destekçileri, kayırıcıları yoktur. 52 Ve Allah'ın rızasını dileyerek sabah-akşam; sürekli Rablerine dua eden kimseleri kovma! Onların hesabından sana hiçbir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara hiçbir şey yoktur. Ki onları kovarsan yanlış; kendi zararlarına iş yapanlardan olursun! (En’am/51, 52) “Esbab-ı Nüzul” kayıtları, bu ayetlerin iniş sebebi hakkında da yine aynı olayı zikretmektedir: Abdullah İbn Mesûd'un şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Kureyş'ten bir topluluk Resûlullah (s.a.s)'a uğramışlardı. O sırada Hz. Peygamber'in yanında, müslümanların zayıf ve fakirlerinden olan Süheyb, Habbâb, Bilâl, Ammar ve başkaları bulunuyordu. Bunun üzerine onlar "Sen, kavminden vazgeçerek bunları mı tercih ettin? Biz bunlara mı tâbi olacağız? Onları yanından kov! Onları kovarsan belki o zaman sana uyarız" deyince Hz. Peygamber [s.a.s]: "Ben, mü'minleri kovan bir kimse değilim" dedi. Kureyş: "O hâlde biz geldiğimizde onları yanından kaldır; biz kalkıp gittiğimizde ise, istersen onları yanında oturt!" deyince de, Hz. Peygamber onların iman etmelerini ümid ederek: "Olur" dedi. Rivayet olunduğuna göre Hz. Ömer, Hz. Peygamber'e: "Bir yapsan da, böylece baksak nasıl olacaklar!" dedi. Sonra bu Kureyşliler bu hususta ısrar edip, Hz. Peygamber'e: "Bu konuda bizim için bir yazı yazsan!" dediklerinde, Hz. Peygamber, bunu yazması için, bir kâğıt ile beraber Hz. Ali'yi çağırtır. İşte bunun üzerine bu âyet nazil olur. Bunun üzerine Hz. Peygamber o kâğıdı fırlatıp atar. Hz. Ömer de bu sözünden dolayı özür beyân eder. İşte bu sebeple, Selmân ve Habbâb: "Bu âyet bizim hakkımızda nazil oldu. Hz. Peygamber bizimle beraber oturuyor ve biz O'na, diz kapağımız diz kapağına temas edecek kadar yakın bulunuyorduk. O, yanımızdan ayrılmak istediğinde, kalkıp gidiyordu.11 En’am/51, 52’nin tahlili daha evvel En’am suresinde yapıldığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. 10 (Razi; el-Mefatihu’l-Gayb) 11 (Mukatil; Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) 23
  • 24. Kehf/29’daki “O hak [gerçek], Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” ifadesiyle herkese tam bir özgürlük tanınmakta, insanların bu gerçeği kabul edip etmemekte serbest olduğu bildirilmektedir. Kısacası “dileyen dilediğini yapsın” denilmektedir. Sonucuna katlanmayı göze almak şartıyla herkesin istediği inanca sahip olmakta serbest olduğu bundan evvel de birçok yerde detaylı olarak sunulmuştu: 256 Dinde zorlamak/tiksindirmek yoktur; iman, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten; iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan kesinlikle iyice ayrılmıştır. O hâlde kim tâğûta küfreder; onu tanımaz Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. (Bakara/256) Herkesin inanç tercihinde serbest olduğu bildirilen 29. ayetin devamında “Şüphesiz Biz zalimler için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O ne kötü bir içecektir! Dayanma/sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür!” denilerek yanlış tercih yapanların nelere katlanmayı göze almaları gerektiği de açıkça bildirilmiştir. Ayette cehennemi niteleyen sıfatlar, daha evvelki surelerde [Mesela Gaşiye/4- 7’de] detaylı olarak sunulmuştu. 30 Şüphesiz iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar; şüphe yok ki Biz, işi güzel yapanların karşılığını kaybetmeyiz. 31 İşte onlar, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, orada koltuklarına yaslanmış olarak altından bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyecekler. O ne güzel karşılıktır! Ve ne güzel kalma yeri! İnkârcı müşriklere yapılan tehditlerden sonra, bu ayetlerde de özgür iradesini kullanarak iman etmiş ve salihatı işlemiş müminlerin ahiretteki durumları nakledilmektedir. Ayette sözü edilen altın bilezik ve ipek giysi, yaşam standardının tepe noktasını ifade etmektedir. Çünkü Arap örfünde altın bilezik ve ipek giysi, her zaman lüks ve ihtişamın sembolü olmuştur. Zaten kendilerini ilahî mesaja davet eden peygamberlerden altın takı istemeleri de bu yaşam algıları yüzündendi. Rabbimiz cennetliklerin gümüş ve inci gibi özendirici takılar takınacaklarını başka ayetlerde (Hacc/23, İnsan/21, Fatır/32, 33) de bildirmiştir. Bu ayetler de bundan evvel nazil olmuş diğer birçok ayet gibi Resulullah ve müminleri salihat işlemeye teşvik etmektedir. 9 Yoksa sen, Büyük Mağara ve Rakim/Yazıt Ashâbı'nın şaşılacak alâmetlerimizden/ göstergelerimizden olduklarını mı sandın? 10 O yiğitler, Büyük Mağara'ya sığınınca: “Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve bizim için şu işimizden akıl gelişmişliği hazırla” dediler. 11 Bunun üzerine Biz, onların kulakları üzerine o büyük mağarada nice yıllar vurduk. 12 Sonra da iki grubun hangisinin, onların bekledikleri süreyi daha iyi hesapladığını bildirelim/ işaretleyip gösterelim diye Rakim/Yazıt Ashâbı'nı gönderdik. 24
  • 25. “Giriş” bölümünde, surenin iniş nedeniyle ilgili olarak “Esbab-ı Nüzul” kayıtlarında yer alan bazı nakilleri sunmuştuk. Bu nakillerde, Mekkeli müşriklerin Yesrib’teki Ehlikitap bilginlerine başvurdukları ve onlardan Ashab-ı Kehf’e dair peygamberimize soru sormaları ve onun bu soruya vereceği cevabı dikkate almaları yönünde akıl aldıkları ifade edilmekteydi. Söz konusu nakiller göz önünde tutularak bu ayetlerin peygamberimize yöneltilen bir sorunun cevabı olduğu görüşü makul gibi görünse de, biz bu konuda farklı kanaat taşıyoruz. Zira nakillerde yer alsa bile ayetlerin metninde peygamberimize bu konuda soru yöneltildiğine dair herhangi bir ifade bulunmamaktadır. Hâlbuki Zülkarneyn ile ilgili bölüm için tersi söz konusu olup ayetlerin metninde “Sana Zülkarneyn’den soruyorlar. De ki: ...” ifadesi geçmektedir. Ashab-ı Kehf hakkındaki anlatıma ise direkt peygamberimiz ve herkes muhatap alınarak “Yoksa sen, Kehf [Büyük mağara] ve Rakim [Yazıt] ashabının şaşılacak ayetlerimizden olduklarını mı sandın?” denilerek başlanmış ve herhangi bir soruya telmihte bulunulmamıştır. Pasajı okumaya başlamadan önce dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da, kıssada sadece Ashab-ı Kehf’ten değil, Ashab-ı Kehf ile beraber Ashab-ı Rakim’den de bahsedilmiş olmasıdır. Bu nedenle, pasajdaki zamirlerin bir bölümü Ashab-ı Kehf’e, bir bölümü de Ashab-ı Rakim’e racidir. Ayetlerin metninden açıkça anlaşıldığı üzere, surenin bu bölümünde, Kur’an’ın indiği döneme göre henüz gerçekleşmemiş, ondan asırlarca sonra gerçekleşecek olan ve insanların yok olmadığını, zamanı gelince sağda solda dağınık olarak bulunan hücrelerin emaneten durdukları yerlerden alınıp birleştirileceği gerçeğine ve ahıretin kesin varlığını bilimsel olarak ortaya koyacak kişilere ve olaylara değinilmiştir. “Kehf” ve “Rakim Ashabı” konularının iyi anlaşılabilmesi için öncelikle 21. ayete dikkat edilmesi gerekmektedir: 21 Böylece, Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve kıyâmet gününde hiç şüphe olmadığını bilmeleri için, onlar üzerine haberdar yaptık. Hani onlar aralarında işlerini tartışıyorlardı. Dediler ki: “Üstlerine basit bir bina yapın. Rableri onları daha iyi bilir.” Onların işleri üzerine galip olanlar: “Üzerlerine kesinlikle bir mescit [ikna yerleri/âhiretin varlığını ispat edecek okullar] yapacağız” dediler. (Kehf/21) Görüldüğü üzere, Kehf ve Rakim Ashaplarının konu edilmelerinin amacı, onların Allah’ın vaadinin hak olduğuna ve kıyamete dair hiç şüphenin olmayacağına bilimsel kanıt olmalarıdır. On ikinci ayetteki “lina’leme” ifadesinin tahlili ile ilgili ayrıntılı bilgi Sebe/21. ayetin tahlilinde verilmiştir.12 Kehf ve Rakim Ashapları bize bir kıssa olarak anlatılmamıştır. Geçmişteki kıssaların gelecekteki kıyamete kanıt olması zaten düşünülemez. Anlatımda kullanılan fiillerin geniş veya gelecek zaman kipleriyle verilmesi de anlatılanların geçmişe değil de geleceğe yönelik olmasından dolayıdır. Bu açıklamalardan sonra, Ashab-ı Kehf hakkında verilen bilgilerin “Ashab-ı Kehf Kıssası” olarak kabul edilmesini sağlayan nakillere göz atılması yararlı 12 Tebyinulkuran; clt ??? s. ????* 25
  • 26. olacaktır. Rivayet kitaplarında Ashab-ı Kehf’e ait nakledilen kıssalar oldukça ayrıntılı ve birbirinden farklıdır. Biz, Kur’an’da sözü edilen Ashab-ı Kehf ile efsanelerdeki Ashab-ı Kehf’in birbiriyle alakasının olmadığına kani olsak da, sırf mukayese yapılabilsin diye, merhum Mevdudi’nin hazırladığı en derli toplu nakil derlemesini aşağıda naklediyoruz: “Bu hikâye ile ilgili en eski kaynak, Suriyeli bir Hıristiyan rahip olan Saruc'lu James'e aittir. James "Mağarada uyuyanların" ölümünden bir kaç yıl sonra M.S. 452’de doğmuştur. Bu olayı geniş ayrıntılarıyla açıklayan hitabe, James tarafından M.S. 474'de veya o sıralarda kaleme alınmıştır. Bu Suryani kaynağı ilk müslüman müfessirlerin eline geçmiş ve İbn Cerir et-Taberi de kendi tefsirinde birçok raviden bu kaynağı nakletmiştir. Diğer taraftan aynı kaynak Avrupa'ya ulaşmış ve Yunanca, Latince tercümeleri yayınlanmıştır. Gibbon'un The Decline and the Fall of Roman Empire [Roma İmparatorluğunun Çöküşü] adlı kitabının 33. bölümünde "Yedi Uyuyanlar" başlığı altında söyledikleri, bizim müfessirlerimizin anlattığı hikâyeye o denli benzemektedir ki, ikisinin de aynı kaynaktan alındığında şüphe yoktur. Mesela, Yedi Hıristiyan genci işkence yaparak mağaraya sığınmaya zorlayan kralın ismi, Gibbon'a göre İmparator Decius'tur. Decius, Roma İmparatorluğunu M.S. 249-251 yılları arasında yönetmiştir ve onun dönemi Hz. İsa'yı (a.s) takip edenlere yapılan işkencelerle meşhurdur. Müslüman müfessirlerin kitaplarında ise bu imparatorun adı "Decanus" "Decaus" olarak geçmektedir. Bizim müfessirlerimize göre bu olayın geçtiği yerin ismi "Aphesus" veya "Aphesos"tur. Diğer taraftan Gibbon'a göre bu yerin ismi Ephesos [Efes] 'tir. Yani Anadolu'nun batı sahilindeki Roma'nın en büyük limanı ve şehridir. Bu şehrin harabelerini bugün de Türkiye'nin İzmir kentinin 20-25 mil ötesinde görmek mümkündür. "Mağarada Uyuyanlar’ın" uyandıkları dönemin imparatorunun adı Müslüman müfessirlere göre "Tezusius"tur, Gibbon'a göre ise II. Theodosius'tur. Bu İmparator, Roma İmparatorluğu Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra M.S. 408-450 yıllarında tahtta bulunuyordu. İki hikâye arasında o denli benzerlik vardır ki, Mağarada Uyuyanlar’ın uyandıktan sonra yiyecek almak için şehre gönderdikleri adamın adı Müslüman müfessirlere göre "Jamblicha", Gibbon'a göre ise Jamblichus'tur. İki hikâyenin ayrıntıları da hemen hemen aynıdır. İmparator Decius zamanında Hz. İsa'ya uyanların acımasızca işkenceye uğradığı sırada, yedi Hıristiyan genç bir mağaraya sığındılar ve uykuya daldılar. Daha sonra İmparator I. Theodosius'un tahta geçişinin 38. yılında [yaklaşık olarak M.S. 445-446 yıllarında] yani bütün Roma İmparatorluğunun müslüman olduğu bir dönemde uyandılar. O halde mağarada yaklaşık 196 yıl kaldılar. Bazı oryantalistler, yukarıda anlatılan hikaye ile Kur'an’da anlatılan kıssanın aynı olmadığı görüşündedirler. Çünkü onlar Kur'an'da anlatılan olayın 309 yıl olduğu, oysa bu hikayede olayın 196 yıl olduğu fikrini savunurlar. Bu itiraza 25. açıklama notunda cevap verdik. Kur'an ile bu Suryani kaynağı arasında birkaç küçük fark vardır. İşte bu nedenle Gibbon, Hz. Muhammed'i (s.a) "cahillikle" suçlamaktadır. Fakat onun kendisine dayanarak bu iftirayı attığı Suryani kaynağı, ona göre bile olay bittikten 30-40 yıl sonra bir Suriyeli tarafından ele alınmıştır. Gibbon, bu olayın bir ülkeden diğer bir ülkeye ağızdan ağza yayılırken nasıl değiştiğini göz önünde bulundurmamaktadır. Bu nedenle bu kaynağı kesin doğru kabul edip aralarında var olan değişiklik nedeniyle Kur'an'ı itham etmek yanlıştır. Böyle bir tutum ancak dini düşünceler hakkında çok önyargılı olan ve mantığın gereklerini bile görmezlikten gelen kâfirlerin tutumu olabilir. "Mağarada Uyuyanlar" olayının geçtiği Ephesus [Efes] şehri, yaklaşık olarak M.Ö. II. yüzyılda kurulmuş ve putperestliğin en büyük merkezi olmuştur. Bu şehrin en büyük putu, Ay tanrıçası Diana idi ve onun bulunduğu tapınak eski dünyanın harikalarından biri olarak kabul ediliyordu. Bu puta tapanların büyük bir bölümünü Anadolulular oluşturmaktaydı. ... Roma İmparatorluğu da onu tanrıçalarından biri olarak kabul ediyordu. Hz. İsa (a.s)’dan sonra onun mesajı Roma imparatorluğunun çeşitli bölgelerine ulaşmaya başladığında, Efesli birkaç genç putperestlikten vazgeçtiler ve Allah'ı Rableri olarak kabul ettiler. Tours'lu Gregory, "Meraculorum Liber" adlı kitabında bu Hıristiyan gençler hakkında ayrıntılı bilgiler toplamıştır. "Onlar yedi gençti. İmparator Decius onların inançlarını değiştirdiklerini öğrenince onlara yeni dinleriyle ilgili sorular sordu. Onlar, İmparatorun İsa'nın dinine tamamen karşı olduğunu bildikleri halde, inandıkları Rabbin yerlerin ve göklerin Rabbi olduğunu ve ondan başka hiç bir ilah tanımadıklarını, aksi takdirde büyük bir günah işlemiş olacaklarını açıkladılar. İmparator buna çok kızdı ve onları öldüreceğini söyledi. Fakat daha sonra gençliklerini göz önünde bulundurarak onlara dinlerini değiştirmeleri için üç gün süre verdi. Bu üç gün sonunda inançlarından dönmezlerse öldürüleceklerdi. 26
  • 27. Bu yedi genç fırsattan faydalandılar ve şehirden ayrılarak dağda bir mağaraya sığınmak üzere yola çıktılar. Yol üzerinde bir köpek peşlerine takıldı. Onu geri çevirmeye çalıştılar, fakat köpeği peşlerinden ayıramadılar. Sonunda gizlenebilecek bir mağara buldular ve içine gizlendiler. Köpek de mağaranın girişine oturdu. Yorgunluktan derin bir uykuya daldılar. Bu olay M.S. 250 yıllarında meydana geldi. Yaklaşık 197 yıl sonra M.S. 447'de, İmparator II. Theodosius zamanında, tüm Roma İmparatorluğunun Hıristiyan olduğu ve Efeslilerin de putperestlikten vazgeçtiği bir dönemde uyandılar. Bu dönemde Romalılar arasında, öldükten sonra dirilme ve mahşer günü ile ilgili yoğun bir tartışma gündemdeydi. İmparatorun kendisi de insanların kafasından bu inançsızlığı silmek için bir fırsat gözlüyordu. O denli ki, bir gün insanların inançlarını ve düşüncelerini düzeltecek bir ayet, bir mucize sunması için Allah'a yalvarıp dua etti. İşte tam o günlerde "Yedi Uyuyanlar" mağaralarında uyandılar. Uyandıktan sonra gençler birbirlerine ne kadar uyuduklarını sormaya başladılar. Bazıları bir gün, bazıları da günün bir bölümü kadar uyuduklarını söylediler. Bir sonuca varamayınca tartışmayı bıraktılar ve gerçek sürenin ne olduğunu Allah'a bıraktılar. Daha sonra arkadaşlarından Jean'ı gümüş paralarla yiyecek almak üzere şehre gönderdiler ve ona tanınmamaya dikkat etmesini, zira Efeslilerin onu Diana'nın önünde secde etmeye zorlayacaklarını tembih ettiler. Fakat Jean şehre indiğinde tüm dünyanın değişmiş olduğunu görerek şaşırdı: "Bütün topluluk Hıristiyanlığa girmiş ve şehirde Diana'ya tapan hiç kimse kalmamıştı. Jean bir dükkâna girdi ve birkaç somun ekmek almak istedi. Fakat para olarak verdiği gümüşlerin üstünde İmparator Decius'un resmini gören dükkân sahibi gözlerine inanamadı ve yabancıya bu parayı nereden bulduğunu sordu. Genç adam paranın kendisinin olduğunu söyleyince aralarında bir tartışma başladı. Daha sonra etraflarına büyük bir kalabalık toplandı ve mesele şehrin yöneticisine kadar ulaştı. Yönetici de şaşırmıştı ve parayı aldığı hazinenin nerede olduğunu soruyordu. Fakat genç paranın kendisine ait olduğu konusunda ısrar etti. Yönetici ona inanmadı, çünkü yaşlılardan hiç birinin tanımadığı yüzyıllar öncesine ait bir paraya gençler sahip olamazdı. Jean, imparator Decius'un öldüğünü öğrenince buna hem şaşırdı, hem de sevindi. Kalabalığa önceki gün Decius'un zulmünden kurtulmak için birkaç arkadaşı ile birlikte mağaraya sığındıklarını söyledi. Yönetici çok şaşırmıştı ve arkadaşlarının gizlenmekte oldukları mağarayı görmek isteyerek gencin peşinden gitti. Onların arkasından büyük bir kalabalık da geliyordu. Mağaraya geldiklerinde gençlerin gerçekten de İmparator Decius zamanına ait olduklarını fark ettiler. En sonunda İmparator Theodosius'a da haber verildi ve o da mağarayı ziyaret etti. Daha sonra yedi genç mağaraya geri döndüler ve orada son nefeslerini verdiler. Bu apaçık mucizeyi görünce insanların öldükten sonra dirilmeye inançları tekrar güçlendi ve imparator mağaranın etrafına büyük bir anıt inşa edilmesi için emir verdi." Yukarıda anlatıldığı şekliyle mağarada uyuyanların hikâyesi Kur'an’da anlatılan kıssaya o denli benzemektedir ki, bu yedi gencin Ashab-ı Kehf [Mağarada Uyuyanlar] olduğu kolayca kabul edilebilir. Bununla birlikte bazıları bu hikâyenin bir Anadolu şehrinde geçtiği, oysa Kur'an'ın Arabistan dışında gelişen bir olaya değinmediği şeklinde bir itiraz yöneltirler. Bu nedenle, onlara göre, bu Hıristiyan hikâyesini Ashab-ı Kehf kıssası olarak kabul etmek Kur'an'ın üslup ve ruhuna aykırıdır. Bize göre bu itiraz yanlıştır. Kur'an, Arapları uyarmak amacıyla Arabistan içinde veya dışında yaşayan Arapların tanıdığı doğru yoldan sapan birçok eski toplulukla ilgili hikâyeler anlatır. İşte bu nedenle Kur'an'da Mısır'ın eski tarihine değinilmiştir, oysa Mısır hiç bir zaman Arabistan'ın bir parçası olmamıştır. Sorun şudur: Kur'an'da Mısır tarihine değinilebilirken, neden Arapların Mısır tarihi kadar tanıdık olan Roma ve Roma tarihine değinilmesin? Roma sınırları Kuzey Hicaz'a kadar uzanmıştı ve Arap kervanları hemen hemen bütün yıl boyunca Romalılarla ticaret yapıyordu. Bundan başka, doğrudan Roma yönetimi altında olan Arap kabileleri de vardı. Roma İmparatorluğu Araplar için yabancı değildi. Ve bu gerçek, Rûm Suresiyle açığa çıkmıştır. Şöyle bir fikir de akla gelebilir: Mağarada uyuyanlar kıssası, Hz. Muhammed'in (s.a) peygamberliğini sınamak için Yahudi ve Hıristiyanların kışkırtması ve Arapların hiç bilmediği konularda sorular sormalarını tavsiye etmeleri üzerine Mekkeli müşriklerin Peygamber'e (s.a) yönelttikleri soruya bir cevap olarak da anlatılmış olabilir.”13 ASHAB-I KEHF VE ASHAB-I RAKİM’İN SÖZCÜK ANLAMLARI: ‫الكهف‬Kehf 13 (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an) 27