2. DENEME
• Bir yazarın özgürce seçtiği herhangi bir konu üzerinde kesin
yargılara varmadan, kişisel görüş ve düşüncelerini serbestçe
anlattığı yazılara deneme denir. Deneme, yazarın
gözlemlediği ya da yaşadığı olay, olgu, durum ve izlediği
varlıklarla ya da herhangi bir kavramla ilgili izlenimlerinin
belli bir plana bağlı kalmayarak, tamamen kendi kişisel
görüşüyle serbestçe yazıya döktüğü kısa metinlerdir.
Deneme yazarı öne sürdüğü düşünceyi
doğrulama, ispatlama, kanıtlama kaygısı taşımaz.
3. Denemenin özellikleri şunlardır:
•
•
•
•
•
•
•
Denemelerde yazar herhangi bir konudaki görüşlerini kesin kurallara
varmadan, kanıtlamaya kalkmadan, okuyucuyu inanmaya zorlamadan anlatır.
Deneme, kişinin kendi dışındaki varlıklarla herhangi bir konuda gerçek ya da hayalî
olarak girdiği diyalogun ürünüdür.
Denemeler tek bir konuyu rahat ve akıcı bir biçimde ele alan, çoğu kez yazarının
kişisel bakış açısı ve deneyimini aktaran orta uzunluktaki edebî metinlerdir.
Konuların kişisel bir anlayışla işlenmesi; çeşitli sanatçıların aynı konudaki değişik
fikir, zevk ve inanışlarını yansıtması bakımından bu tür önemlidir.
Denemeye özgü belirli bir konu yoktur. Konu özgürce seçilir.
Her şey denemenin konusu olabilir. Yeter ki yazarın o konuda bir birikimi olsun.
Ancak denemeler daha çok her devrin, her ulusun insanını ilgilendiren konularda
yazılır.
Denemelerde diğer fikir yazılarından farklı olarak
aşk, dostluk, iyilik, güzellik, ahlak, sevinç, kültür, yiğitlik gibi daha çok soyut ama
kalıcı ve evrensel konular işlenir.
4. Dünya Edebiyatında Deneme
• Deneme türünün ilk örnekleri, daha “deneme” teriminin bile ortaya
çıkmadığı eski Yunan ve Latin edebiyatlarında görülmektedir. Bunlar
Epiktetos’un “Sohbetler”, Eflatun un “Diyaloglar”, Cicero’nun ‘Kimi
Eserleredir. Seneca’nın bazı eserlerinde de denemelere rastlanmaktadır.
• Bugünkü anlamdaki denemenin kurucusu 16. yüzyıl Fransız yazarı Michel
de Montaigne’dir (1533-1592). Denemenin ilk örneklerini veren
Montaigne yazdığı metinlerin kişisel düşünce ve deneyimlerinin
iletilmesine yönelik edebî parçalar olduğunu vurgulamak için “deneme
(essai)’ adını seçmiştir. Daha sonra yine çok tanınan İngiliz yazar Francis
Bacon (1561-1626) ve Charles Lamb da bu türde eserler kaleme almış ve
bu türü geliştirmiştir. Fransız edebiyatında Andre Gide (1869-1951) ve
Alain İspanyol edebiyatında ise Miguel Dunamuno, Alman edebiyatında R.
Maria Rilke gibi sanatçılar da bu türdeki eserleriyle tanınmıştır.
5. Türk Edebiyatında Deneme
• Deneme türü, Türk edebiyatına Tanzimat’tan
sonra Batı’nın etkisiyle girmiştir. Deneme önceleri
“Musahabe”, “Tecrübe-i Kalemiyye (kalem
tecrübesi)” gibi isimler ile anılmıştır. İlk özel
gazete Tercümân-ı Ahvâl (1860)’in yayın hayatına
başlamasından itibaren gazetelerde çıkan değişik
yazılar, zamanla ayrı bir tür olan deneme için
dil, anlatım ve yaklaşım bakımından zemin
oluşturmuştur.
6. DENEME TÜRÜNE ÖRNEK
KÖRÜ KÖRÜNE İNANMAK
Öyle köylüler biliyorum ki; ayaklarının altını yakmışlar, bir tüfeğin tetiği altında
parmaklarının ucunu ezmişler, başlarını cendereye sokup gözlerini kan içinde dışarı
fırlatmışlar, yine de ağızlarından söz alamamışlar.
Birini gözümle gördüm. Öldüğünü sanarak bir çıkıra atmışlardı; boynundaki ip hala
duruyordu; bu iple, onu bütün gece bir atın kuyruğuna bağlayıp sürüklermişlerdi.
Öldürmek için değil, eziyet etmek için, yüz yerine hançer saplamışlardı. Kendisiyle
konuştum; bütün bunlara katlanmış, sonunda da kendini kaybetmiş; istedikleri
sözü söylemektense, bin kez ölmeyi göze almış. Çektiği acılar yanında ölüm hiç
kalırdı. Hem de bu adam o semtin en zengin çiftçilerinden biriydi. Nice insanlar
kendilerinin olmayan inanışlar için, başkarından aldıkları, ne olduğu doğru dürüt
bilmedikleri fikirler için ses çıkarmadan diri diri yanmışlardır.
MONTAİGNE…
7. SÜRÜ ADAMI
•
Bir adam vardır ki, hiçbir düşüncesinde, hiçbir hareketinde "kendi kendisi" olamaz. Ne düşünse, ne
yapsa, ne söylese kendini değil, mensup olduğu sosyeteyi, ırkı, muhiti ve dışarıdan aldığı telkinleri dile
getirir. Kendiliğinden hiçbir şey bulmamıştır. Başka birinin sisteminden aldığı fikirleri ve akideleri o
sistemin sahibinden daha softaca müdafaa eder. İradesi de böyle dışarıdan gelme, yanaşma, iğreti bir
hareket mihrakıdır. Bilmez ki, asıl kendi kendisi, kendi içi, sonsuz imkânların, keşfedemediği için körleşen
ve tıkanan istidatların tükenmez hazinesidir. Örneğini kendinde değil, hep dışarıda aradığı bir muayyen bir
fikre, bir akideye başkasının kurduğu sisteme bağlanır, kalır. Artık ölünceye kadar hiçbir hayatın her şeyi
her gün değiştiği hâlde o, sakallı feylesofundan yahut iktisatçı şeyhinden bellediği hiç değişmeyen bir kaç
âyet içinde kalmaya mahkûm, ilerlediğini sanarak yerinde sayacaktır.
İçinde hep sürü insiyaktan teptiği için, şahsiyetten mahrum, insana en uzak insandır bu. Bir ferttir, fakat
şahıs değildir, çünkü onu teşhis için kendisine bakmaya hiç lüzum kalmaksızın, çömezi olduğu
ideolojinin, içinde uyuştuğu telkin âleminin firmasını bilmek, onu iptonize eden sakallının adını öğrenmek
yetişir.
Bu sürü adamlarının yüz bin tanesi bir tek şahsa muadil değildir. Nüfusunu gerçekten artırmak isteyen bir
memleket, bunların sayısını azaltmakla işe başlamalı ve fertlerden değil, şahıslardan mürekkep bir sosyete
kurmanın yoluna bakmalıdır.
Peyami SAFA
8. İSİMLER(ADLAR)
• Varlıkları ve kavramları karşılayan
sözcüklere isim denir.
ÖRNEK: Köpek, taş, sıra, masa, tanrı, rüya, saygı...
İsimler, anlamları yönünden üç kısımda incelenir.
9. A) Varlıklara Verilişlerine Göre Adlar
• Tür (cins) Adı: Aynı türden varlıkları karşılayan
sözcüklerdir.
• şehir, ülke, dil, nehir, kitap, insan…
10. • Özel Ad: Bir tür içinde sadece tek bir varlığı
karşılayan sözcüklerdir.
• Ankara, Türkiye, İngilizce, Kızılırmak, Çalıkuşu,
Ahmet…
• Eylül, edebiyatımızda ilk psikolojik romandır.
• Bu cümlede “roman” sözcüğü, bir yazınsal türü
karşıladığı için tür adı; “Eylül” ise roman
türünün içinde tek olan bir yapıtı karşıladığı
için özel addır.
11. Not: “Güneş, ay, dünya” sözcükleri, astronomi, coğrafya terimi olarak
kullanıldığında özel addır. Diğer kullanımlarda ise tür adıdır.
• Mars, Dünya’ya göre Güneş’e daha yakındır.
• Bu cümlede “Dünya” ve “Güneş” sözcükleri
terim olarak kullanıldığından özel addır.
• O kazadan sonra dünyası karardı.
• Doktor, güneşte fazla kalmamasını istedi.
12. B) Varlıkların Sayılarına Göre Adlar
• Tekil Ad: Sayıca bir varlığı karşılayan adlardır.
• ağaç, bulut, sevgi, mevsim
• Çoğul Ad: Sayıca birden fazla varlığı karşılayan
adlardır. Çoğul ad, tekil adlara çoğul eki (-ler, lar) getirilerek yapılır.
• ağaçlar, bulutlar, sevgiler, mevsimler
13. Topluluk Adı: Çoğul eki almadan, birden fazla varlığın bir araya
gelerek oluşturduğu grupları karşılayan adlara denir.
ordu, halk, sürü, kurul, takım, komisyon…
• Bir yazar, toplumun sorunlarına sırt çeviremez.
• Bu cümlede “yazar” sözcüğü, sayıca bir varlığı
karşıladığı için, tekil ad; “sorunlar” sözcüğü, “-ler, -lar”
çoğul ekini alarak birden fazla kavramı karşıladığı
için, çoğul ad; “toplum” sözcüğü, bir arada yaşayan
insanlardan oluşan grubu karşıladığı için, topluluk
adıdır.
14. Not: Bazı adlar, topluluk adı olarak kullanılabildiği gibi, tekil ad
olarak da kullanılabilir. Bunları ayırt etmek gerekir.
• Meclis, yeni dönem için yarın toplanacak.
• Meclis, yarın boyanacak.
• Bu cümlelerin birincisinde “meclis” bir grubu
karşıladığı için topluluk adı, ikincisinde ise bir
yeri, mekânı karşıladığı için tekil addır.
15. C) Varlıkların Oluşuna Göre Adlar
• Somut Ad: Beş duyudan en az birisiyle
hissedebildiğimiz varlıkları karşılayan sözcüklerdir.
• çiçek, ağaç, bulut, ses, hava, koku, rüzgâr…
• Soyut Ad: Beş duyuyla hissedemediğimiz; ama
var olduklarını kabullendiğimiz kavramları
karşılayan sözcüklerdir.
• mutluluk, sevgi, akıl, ruh, melek, heyecan, korku…
16. • Her yazar, sevinçlerini, üzüntülerini insanlarla
paylaşmak için yapıt ortaya koyar.
• Bu cümlede “insan” ve “yapıt” sözcükleri, beş
duyudan en az biriyle varlıkları hissedilebildiği
için somut ad; “sevinç” ve “üzüntü”
sözcükleri, beş duyudan hiçbiriyle varlıkları
hisse- dilemediği için soyut addır.
17. Not: Somut anlamlı bir sözcük, anlam genişlemesi yoluyla soyut anlam kazanabilir.
• Ağacın gölgesinde dinlendik.
• O, her zaman babasının gölgesinde kaldı.
• Birinci cümledeki “gölge” sözcüğünün somut
anlamlı bir ad olduğunu görüyoruz. İkinci
cümledeki “gölge” sözcüğü “ikinci planda
kalınan bir durum”u karşıladığı için soyut
anlamlı bir addır.
18. Örnek
• Artık” sözcüğü aşağıdaki cümlelerin hangisinde
ad olarak kullanılmıştır?
• A) Yemek hazır, artık sofraya oturabiliriz.
• B) O bardaktaki artık suyu dökebilirsin.
• C) Yemek artıklarını değerlendirmemiz gerekir.
• D) Havalar ısındı, artık kar yağmaz.
• E) Sus artık, biraz da beni dinle!
(1995-ÖSS)
19. Çözüm
• Cümleleri incelediğimizde “artık” sözcüğünün C
seçeneğinde yemeğin kalan kısmının adı
olarak kullanıldığını; A, D ve E seçeneğinde
eylemi zaman yönünden belirttiği için belirteç
olarak kullanıldığını, B seçeneğinde ise suyun
niteliğini bildirdiğinden sıfat olarak
kullanıldığını görüyoruz.Cevap C